9 Aralık 2012 Pazar

GELENEKSEL KIBRIS TÜRK AYDINININ ÇIKMAZI



AHMET AN

Arif Hasan Tahsin, 24 Nisan 1987 tarihli Söz gazetesinde yer alan "Gerçekler ve Efendilerin Son Sığınağı" başlıklı makalesinde, şu önemli saptamayı yapmıştı:
"KATAK'la başlayıp, MİLLİ BİRLİK-ULUSAL BİRLİK" tabelaları altında 44 yıldır Kıbrıs Türkü'ne egemen kılınan ekibin karşısına dikilen her ekibin, bugüne dek, Kıbrıs Türklerinin gasp edilen egemenlik hakkının iadesi mücadelesinde başarısızlığa uğradığı bir gerçektir."
Arif Hoca, bu ekibin karşısında, bugüne dek başarısız kalma nedenleri arasında en önemli noktanın, ekibin Türkiye'den tayinli olması olduğunu vurgulamaktaydı. Ben ise, o günlerde konuya başka bir açıdan yaklaşarak, 1940'lı yıllarda oluşturulmaya çalışılan "Kıbrıs Türk Liderliği"ne karşı yürütülen emekçi halk muhalefetinin geçmişine ışık tutmak için, yine Söz gazetesinde "Emekçi Halk Muhalefetimizin Geçmişinden" başlığı altında 22 hafta sürecek bir yazı dizisi başlatmıştım. (8 Mayıs-6 Ekim 1987)
İlk yazıda, başarısızlık nedenini ben şöyle özetlemiştim:
"Çünkü lider diye öne atılanlar, her zaman halkımızın gerçek çıkarlarını savunmamışlar, çoğu kez halkı kurtaracaklarına, kendi kendilerini kurtarmışlardır."
İşte Kıbrıslı Türklerin bugün içine düşürüldükleri derin ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel sorunların tarihsel nedenleri üzerinde düşünürken, Kıbrıs Türk aydınının bu özelliği üzerinde önemle durmak gerekmektedir.
            1994 yılı başında kurulan Denktaş-DP-CTP Koalisyonu'nun toplumumuza ne gibi yarar ve zararlar getirdiği elbette ki gelecekte yine tarihçiler tarafından incelenecek ve yazılacaktır. Ama bizim bu günden söyleyebileceğimiz, 1987 yılındaki yargımızla uyuşmaktadır.
Halen haftalık Yeni Çağ gazetesinde yayımlanmakta olan "Kıbrıs Türk Liderliğinin Oluşması" başlıklı yazı dizisini hazırlarken de, yüzyılımızın ilk yarısında öne atılan muhaliflerin ve aydınların yenilgileri veya teslim olmaları hakkındaki bilgileri üzülerek okumuştum. Geliniz ibretle anımsayalım.
1889'da 16 sayı yayımlanan Saded'ten sonra ilk uzun ömürlü Kıbrıs Türk gazetesi olan Zaman'ın 1891'de imtiyaz hakkını alan Tüccarbaşı Hacı Derviş Efendi, bu başarısı yüzünden Padişah tarafından gönderilen bir fermanla "Paşa" ünvanını almıştı. Ama gazetesindeki bazı yazarların, İstanbul'daki Osmanlı Dahiliye Nazırı Memduh Paşa ile Adana Valisi Bahri Paşa'yı eleştirmeleri üzerine, "Paşa"lığı geri alınmıştı. Bunun üzerine Derviş Efendi, gazetenin yazdıklarına müdahale etmeye başlayınca, Jön Türkçü yazarlar gazeteden ayrılmışlar ve 1892'de yine Osmanlı Kıraathanesi adına, Küfizade Asaf Bey'in imtiyaz sahibi olduğu Yeni Zaman gazetesini kurmuşlardı.
Yeni Zaman yazarlarından Faik Bey, bir aralık yine Memduh Paşa'yı eleştirmiş ve günün birinde Kıbrıs'tan ayrılarak İstanbul'a gitmiş ve bir daha geri dönmemişti. Bunun üzerine 28 sayı çıkmış olan gazete, Mart 1893'de adını değiştirerek, Kıbrıs gazetesi olarak çıkmaya başladı. Ama bu kez, Asaf Bey gazeteyi kendi adına çıkarmaktaydı. Bir yandan Zaman gazetesi sahibi Derviş Efendi ile dalaşan Kıbrıs, öte yandan da Padişaha bağlılığını kanıtlamaya çalışmaktaydı. Sonradan Jön Türklerin etkisine giren gazete, 1898 yılı sonuna  doğru aniden kapandı. Eldeki bilgiye göre, Asaf Bey, Dahiliye Nazırı Memduh Paşa ile anlaşmış ve ayda 500 kuruş tahsisat almak şartıyla gazetesini kapatmaya razı olmuştu. Bu parayı Meşrutiyet'in ilan tarihi olan 1908 yılına kadar düzenli olarak almıştır. (Beria R. Özoran, Kıbrıs'ta Türk Gazeteciliği, Türk Kültürü, Mart 1966, s.33)
Bu dönemden vereceğimiz üçüncü örnek, 1899 yılı sonunda çıkmaya başlayan Feryat gazetesinin sahibi Hocazade Osman Enveri Efendi'dir. Evkafçıları eleştiren ve gerçek bir Jön Türk gazetesi olan Feryat, Osmanlı hükümetinin işareti üzerine 4. sayısından sonra kapanmış ve sahibine ayda 300 kuruşluk bir tahsisat bağlanmıştı. (agy. s.34)
Bu dönemin onurlu ve kavgacı aydınlarından Ahmet Tevfik Efendi'yi saygıyla anmak gerekmektedir. Zaman gazetesinin yazar kadrosundan olan Ahmet Tevfik Efendi, 1896 yılı sonunda Zaman'ın sahibi Derviş Efendi ile görüş ayrılığına düşünce, kendi adına bir gazete imtiyazı almış ve Kıbrıs Türk basınının ilk mizah gazetesi olan Kokonoz'u yayımlamıştı. İlk sayısı Zaman Matbaasında basılan ve 15 günde bir çıkan bu gazete, daha sonraki sayılarını Kıbrıs Matbaasında bastırmıştır. 22 sayı çıkan Kokonoz'u, 1897'de onun devamı olan 23 sayılık Akbaba izlemiş ve her iki gazetede de, Ahmet Tevfik Edendi'nin padişahı açıkça hicveden ağır yazıları yayımlanmıştı. Jön Türk yanlısı bir politika güdülmekle beraber, onları eleştiren yazılara da yer verilmekteydi. Yaptığı yayınlar yüzünden Sultan Abdülhamit tarafından mahkum edilip, Türkiye'ye girmesi yasaklanmış olan Ahmet Tevfik Efendi, 1900'de kapanan padişah yanlısı Zaman gazetesinin yerine, 3 Mart 1901'den başlayarak Mirat-ı Zaman gazetesini yayım yaşamına sokmuştu. 9 yıllık yayımdan sonra 367. sayısı ile kapanan bu gazetenin ardından, Kokonoz'u 1910'da yeniden çıkarmışsa da, 9 sayıdan sonra yine kapatmak zorunda kalacaktı.
Ahmet Tevfik Efendi, 29 Mart 1909 tarihli Mirat-ı Zaman gazetesinde çıkan "Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar" başlıklı bir yazısında, karşılaştığı çeşitli güçlükleri anlatmakta ve şöyle demekteydi:
"İnsan her hizmeti bir karşılık beklediği için yapmaz; ama hizmet verdiği millet de o adamı açlıktan öldürmez...Madem ki Hürriyet'in İlanıyla bizim haklılığımız kanıtlandı; daha önce gösterilen kin ve düşmanlık yerine, milletten bir dostluk beklerdik...Yine eski hamam, eski tas." (sadeleştirerek aktaran H. Fedai, Kıbrıs, 6-7 Mart 1991)
İsmet Konur, "Kıbrıs Türkleri" adlı kitabında şunları yazmaktadır:
"Meslek uğruna katlandığı müşkülat ve fikir mücadelesinde gösterdiği sebat ve mukavemet itibarıyle, Ahmet Tevfik Efendi Kıbrıs gazetecilerinin en değerlisi sayılmaktadır." (İstanbul 1938, s.64)
Kıbrıs Türk toplumunun çeşitli ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlar içinde kıvranmakta olduğu bu yıllarda, Evkaf'ın Türk yöneticisi Musa İrfan Bey ve adamlarından oluşan Evkafçılar bir yanda, Müftü Ziyai Efendi ve çevresindekilerden oluşan Müftücüler de öte yanda, bir çıkar çatışmasını sürdürmekteydiler. Bu dönemde toplumumuzu çağdaşlaştırmak için özveriyle çaba gösteren bir başka değerli aydınımız Dr.Hafız Cemal'dı.
12 Kasım 1945 tarihli Yankı gazetesinde yer alan bir yazıda ondan şöyle söz edilmektedir:
"Kıbrıs Türklerinin sanat ve okuma yönünde pek geri kaldıklarını gören Dr.Hafız Cemal, 1906 yılında Lefkoşa'da kendi parası ile bir sanat okulu açtı ve ayrıca cemaat parası ile "Cemiyet-i Hayriye-i İslamiye" adı altında olarak bir hayır cemiyeti kurdu. Bir müddet tıkırında gitmiş olan bu güzel işler de gene cemaatımız arasında çıkan engellerle karşılaştı. "Sünuhat" gazetesi etrafında toplanmış olan sözde aydınlar bir taraftan Abdülhamide curnaller gönderdiler ve diğer taraftan mezkur gazetenin baş yazarı Avukat Bay Sadreddin cemaatın ihtiyacını bir yana bırakarak, işin alayını tutturmuş, Doktorun kılığını, tutumunu ve sair özelliklerini çekiştirip duruyordu.
Bu hücumlar sonucu olarak öğrenciler dağıldı, Cemiyet-i Hayriye sandığına para verenler ellerini çektiler. Doktor da Kıbrıs'ın çorak toprağına kendi kesesinden üç bin altın attıktan sonra soluğu Türkiye'de aldı ve bu suretle Kıbrıs Türklerinin sanat yolundaki adımları hiç değilse 25 yıl geri kaldı."
Dr.Hafız Cemal'in 1909 yılında Lefkoşa'da yayımladığı 155 sayfalık "Kıbrıs Osmanlılarına mahsus son hediye-i acizanem veyahut Kıbrıs'ta geçen dört senelik tarih-i hayatım" başlıklı kitapçığı, yüreği yurdunun kalkınması için çarpan bir Kıbrıslı aydının izlenimlerini aktarmaktadır.
1924'de kurulmuş olan "Kıbrıs Türk Cemaat-i İslamiyesi" adlı ilk siyasal örgütümüzü oluşturan zamanın ileri gelen aydınları, Evkaf, Şeriye Mahkemeleri, okullar vb toplumsal sorunlarımızla ilgili çözüm önerilerini saptamışlar ve bir program çalışması başlatmışlardı. Ama ne yazık ki, o sırada örgütteki bazı kişilerin, sömürge yönetimi tarafından kendilerine önerilen hükümet memurluğu görevlerini kabul etmeleri ardından bu örgüt çöküvermişti. O zaman kadar toplum adına yapılmış girişimlerin en esaslısı olarak tanımlanan bu örgüte muhalif olan kişiler de, örgütün temelini sarsmak için ellerinden geleni yapmışlardı. Oysa memuriyeti tercih edenlerin yerleri doldurularak, hazırlanan program uygulanabilirdi. (Yankı, 12 Kasım 1945)
Temmuz 1923'de imzalanan Lozan Barış Andlaşması ile Türkiye, İngiltere'nin 1914'de adayı kendi topraklarına katması kararını onaylamıştı. Andlaşmanın 21.maddesinden yararlanarak, Türkiye'ye göç etmek isteyen Kıbrıslı Türkler için adada Haziran 1925'de bir konsolosluk açılmıştı. TC Konsolosu Asaf Bey, halkın Türkiye'ye göç etmesini teşvik ederken, Türk milliyetçiliği doğrultusunda yayın yapmakta olan Ahmet Raşid'in Doğru Yol ve Mehmet Remzi'nin Söz gazeteleri de bu kampanyaya destek vermekteydi. 1924'ün son ayından başlayarak haftalık olarak, Hacıbulgurzade Ahmet Hulusi Bey tarafından yayımlanmaya başlanan Birlik gazetesi ise göçün karşısındaydı. Taraflar arasında sert yazışmalar olmuştu. Asaf Bey, bir gün üç gazete sahibini bir akşam yemeğinde buluşturup, Türk hükümetinin Kıbrıs basınından memnun olduğunu söyler ve kendilerine kısıtlı da olsa mali yardım yapılacağını iletir. Raşid ve Remzi Beyler, ayda 5 Kıbrıs Lirası katkının uygun olacağını söylerken, Hacıbulgurzade bunu uygun bulmaz ve onun yerine, her üç gazetenin de ortaklaşa kullanacakları bir matbaa gönderilmesini önerir. Sonuçta, iki ay içinde Doğru Yol ve Söz gazetesinin sahiplerine beşer Kıbrıs Lirası aylık bağlanır; Hacıbulgurzade ise evini vekalete vererek, öğretmen olan kızlarının paralarını da katarak, Birlik gazetesini 1930 yılının ikinci yarısına kadar ayakta tutabilir. O yıl çıkan yeni basın yasası gereğince istenilen 200 Kıbrıs Liralık teminatı ödeyemeyince de gazetesini kapatmak zorunda kalır. (H.Fedai, Yeni Kıbrıs, Aralık 1984)
Doğru Yol 1926'da kendi isteğiyle yayın yaşamından çekilirken, Ahmet Raşid yazılarını Söz'de yayımlamaya başlamış ve TC Konsolosluğundan ayda 5 Kıbrıs liralık yardım almaya devam etmiştir.
1929 yılında Söz gazetesi Latin harfleri ile basılmaya başladığı zaman da, Almanya'da sipariş verilen yeni harflerin parasını yine Türkiye hükümeti ödemişti. Remzi Bey'in 1942 yılı Ocak ayında ölümüne kadar Söz gazetesi yayımını sürdürdü. Kıbrıs sömürge valisi tarafından Londra'ya gönderilen 1 Temmuz 1938 tarihli bir gizli raporda, adadaki Türk milliyetçiliği propagandasının, Türkiye'nin Kıbrıs konsolosluğu tarafından finanse edildiği belirtilmekte ve Söz gazetesinin de bu çerçevede Konsolosluktan ayda 18 Kıbrıs Lirası tutarında bir yardım aldığı bildirilmekteydi. (Yeni Kıbrıs, Kasım 1986)
1930 Kavanin Meclisi seçimleri öncesinde, Kıbrıs'taki Türk milliyetçilere yaptığı para yardımını artıran Türkiye, Evkafçıların adayı Münir Bey'e karşı, Kemalistlerin adayı olarak Necati Bey'i desteklemişti. Yerel konularda bazen Rum Meclis üyeleriyle birlikte oy kullanan Necati Bey'in diğer milliyetçi çabaları, Kavanin Meclisi'ndeki dengeleri bozmuştu. Sonunda İngiliz sömürge yönetimi, enosisçi Rumların 21 Ekim 1931 akşamı yaptıkları taşkınlıkları bahane ederek, 12 Kasım 1931'de Kavanin Meclisi'ni kapattı ve 1941 yılına kadar, adadaki bütün siyasi faaliyetleri yasakladı. Bu baskı döneminde mücadeleyi terk etmekten başka çare olmadığı kanaatine varan Mehmet Remzi Bey, Söz gazetesinin 17, 24 ve 31 Mart 1932 tarihli sayılarında çıkan yazılarında "teslim bayrağı"nı çekmesinin gerekçelerini anlatmaya çalışmıştı.
"Teslim Bayrağı" başlıklı bu yazılarda, Kıbrıs'ın İngiltere'ye ilhakı ardından önce şaşıran, sonra da memnuniyetini bildiren Kıbrıs Türk liderliğine karşı Dr. Eyyüb Necmeddin'in mücadelesi, Musa İrfan Bey'e karşı Münir Bey'in üstün gelmesi, ama onun da Evkaf koltuğuna ısınır ısınmaz İngiliz yönetimi ile bütünleşmesi, Dr. Eyyüb'ü de yanına alarak, kendini Türk toplumunun lideri olarak tanıtmaya başlaması, halktaki yeni düş kırıklığı ve 15 Ekim 1930'da yapılan Kavanin Meclisi seçimlerinde Necati Bey'in Münir Bey'i safdışı bırakması, çok geçmeden 21 Ekim 1931 ayaklanması ardından Meclisin kapatılması ve tüm yetkilerin Vali'nin elinde toplanması anlatılmakta ve Türk toplumunun sorunlarının merkezi ve yerel hükümet tarafından anlaşılması ve onlar eliyle çözülmesi için bayrağın onlara teslim edilmesi gerektiği vurgulanmaktaydı.
Avukat Ahmet Raşid Bey ise, bu ortama pek dayanamamış ve mücadeleyi bırakarak Ankara'ya göç etmişti. Birkaç yıl sonra, 12 Ekim 1935'de orada ölecekti.
Halkçılar diye bilinen Kemalist milliyetçilerin 1 Mayıs 1931'de Lefkoşa'da düzenledikleri "Milli Kongre"de Kıbrıslı Müslümanların Müftüsü olarak seçilmiş olan Ahmet Said Efendi'nin de 5 Kıbrıs Lirası aylıkla Evkaf Dairesi'ne hukuk danışmanı olarak alındığını ve artık "müftü" ünvanını kullanmadığını görmekteyiz. Dönemin önde gelen aydınlarından avukat Cingizzade Mehmet Rifat Efendi (Con Rifat), 16 Ağustos 1933 tarihli "Masum Millet" gazetesinde bu duruma öfkelenerek kaleme alıp yayımladığı "Sürümüze cesur çoban" başlıklı makalesinde şöyle demekteydi:
"Biz sürümüze öyle bir çoban isteriz ki zamanımızın fikri ve milli terbiye terakkiyatı icabatından olarak burnunun gölgesinden korkmamalı; fedakar, halis-ül-niyet ve Evkaf ganaiminde hiç gözü olmamalıdır."
15 Ekim 1930 Kavanin Meclisi seçimlerinin muzaffer azası Necati Bey'in de 1934 yılında siyaseti bırakıp, ticarete atılmasıyla onun siyasal yaşamının birinci perdesi kapanmış olacaktı.
Kıbrıslı Türklerin dernekçilik çalışmalarında da pek sebat gösteremedikleri bilinmektedir. İşte bunun nedenlerine parmak basan ve 31 Aralık 1932 tarihli Söz gazetesinde çıkmış bir değerlendirme:
"Beş on senelik hayatı ve neşriyatı olan Söz gazetesinin kolleksiyonunu karıştırarak bu kısa müddet zarfında doğmuş ve ölmüş, muhtelif isimlerde birçok hayır cemiyetleri görürüz. Bu cemiyetlerin faaliyetlerine mani olan ve hayatlarına kast edenler ekseriyetle bunları ortaya atanlar olduğu hayret ve ibretle seyredilecek birer hazin levhadır."
1941 yılında İngiliz sömürge yönetimi siyasi yasakları kaldırır. Mart 1943'de ilk defa ada çapında serbest seçimlerle Belediyelerin başkan ve meclis üyelerinin seçilmesi ardından, Evkaf Müdürü Münir Bey'in teşvikiyle bir araya gelen Kıbrıslı Türk ileri gelenler, 18 Nisan 1943 günü "Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu" (KATAK)'nu kurarlar. Aradan bir yıl geçer geçmez KATAK'ta hizipleşme başlar ve sertlik yanlıları ayrılırlar. 12 Aralık 1946 tarihli Ateş gazetesinde bu durum şöyle özetlenmektedir:
"Katak kurucuları, post ve sandalye çekişmesi yaparak ayrıldılar, başka bir parti kurmağa çalıştılar. Bu suretle yeni kurulan parti ile Katak'çılar arasında bir çekişmedir başladı."
23 Nisan 1944'de Dr. Fazıl Küçük'ün arkadaşlarıyla birlikte oluşturduğu bu yeni parti, "Kıbrıs Milli Türk Halk Partisi" adını aldı. Türkiye'deki "Kıbrıs Okullarından Yetişenler Cemiyeti" ileri gelenlerinin çabasıyla Lefkoşa'da bir araya gelen iki parti, 6 Kasım 1949'da birleşerek, "Kıbrıs Milli Türk Biliği"ni kurdular. Bu partinin dışında kalmayı tercih eden eski Kavanin Meclisi üyesi Necati Özkan, 28 Ekim 1949'dan itibaren "İstiklal" adlı günlük bir gazete çıkarmaya başlar. 4 Haziran 1950'de de "Kıbrıs TürkBirliği İstiklal Partisi"ni kurar. İstiklal gazetesi, Dr. Fazıl Küçük ile Rauf Denktaş'ı bir araya getiren yeni partiyle ilgili şu değerlendirmeyi yapar:
"Vaktiyle Türk cemaatini ikiye ayıran ve sağa sola tehdit savuran, her görüşüne ve her düşünüşüne efkarı umumiyeyi iteate mecbur eden zat, yeni kulübün başına getirildi. Allah cemaatımızı hayıra götüre." (20 Kasım 1949)
İstiklal gazetesi, Dr. Küçük'ün Halkın Sesi gazetesiyle ve siyasi görüşleriyle mücadelesini, kapandığı 1954 yılı başına kadar sürdürür. Ne var ki, Necati Özkan, evi ile bir süre önce kapatmak zorunda kaldığı sigara fabrikasının bir gece "meçhul kişilerce" yakılması, bir kişiyi kötülediği gerekçesi ile yol ortasında dövülmesi ve sonradan yeraltı örgütlerinin kurulması ardından politik yaşamdan yeniden çekilmek zorunda kalmıştır.
1950'li yıllar içinde gelişen siyasal olaylar, Dr. Fazıl Küçük ve arkadaşlarından oluşan Kıbrıs Türk liderliğinin iktidarını pekiştirmiştir. Liderliğin tekelci ve anti-demokratik tutumlarını eleştiren Necati Özkan, Dr. İhsan Ali ve diğer aydınların seslerinin kısıldığı, muhalif unsurların sindirilerek susturulduğu bu dönemde, 1944-1947 yıllarında Kıbrıs Türk düşüncesinin önemli atılımlar yapmasına yardımcı olan edebiyat ve kültür dergilerinde (Yeni Mecmua, Dünya, Ocak, Yeni Fikirler, İşçinin Yolu Şaşmaz vb) yazmış olan aydınlar da bir suskunluk dönemine girerler. Bir kısmı adayı terkeder, bazıları da saf değiştirir. (1940'lı yıllardaki kültürel zenginliğimiz için Bak. Ahmet An, 40 yıl önceki düşün yaşamımızdan örnekler, Yeni Kıbrıs, Mart-Temmuz 1988)
Kıbrıs Türk liderliğinin taksim politikasına ve Rumlarla Türkler arasında nifak sokma oyunlarına karşı çıkan, zamanın ilerici Kıbrıslı Türklerinin tedhişle ortadan kaldırılması harekatı, Mayıs-Temmuz 1958'de uygulanır. İlk hedef olarak seçilen PEO Sendikası Türk Şubesi Başkanı Ahmet Sadi Erkurt, yaralı olarak kurtulur, ama iki gün sonra saldırıya uğrayan İnkılapçı gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürü Fazıl Önder (gazete 14 hafta çıktıktan sonra Aralık 1955'de sömürge yönetimi tarafından kapatılmıştı) kurtulamaz. Diğer saldırılarda da ölenler ve yaralananlar olur. (Bak. Emekçi Halk Muhalefetimizin Geçmişinden, 13. yazı, Söz, 14 Ağustos 1987)
1960-63 döneminde de soru soran, hesap soran aydınlarımız olmuştur. Örneğin haftalık Cumhuriyet gazetesi çevresinde toplanan demokratlar, zamanın Kıbrıs Türk liderliğine yönelttikleri sorularda, KATAK, Federasyon ve Gençlik Teşkilatı adına halktan toplanan paraların akıbetini araştırmak istemişler (19 Eylül 1960), ya da uygulanmakta olan politikaları eleştirmişlerdi:
"Sırf doğruyu yazdığı, gerçek toplum davalarını savunduğu için; harp, barut kokusu ve kan yerine, yurtta barış ve refahı istediği için gazetemizi baskı, tehdit ve tethiş ile yıldırmaya çalışanların yanlış yolda olduklarını anlayıp susmalarını talep ederiz." (21 Ağustos 1961)
23 Nisan 1962 tarihli Cumhuriyet'te yer alan iki yazıda "Rum ve Türk toplumlarını birbirine düşürmek için planlar düzenleyen tedhişçi ve tahrikçilerin elebaşlarının yüzündeki maskenin indirileceği günün yakın olduğu"nun belirtilmesi üzerine, aynı gece gazetenin yazarları olan Ahmet Muzaffer Gürkan ile Ayhan Hikmet hunharca öldürülmüşlerdi.
Yine Rum-Türk dostluğu için taksim politikalarına karşı mücadele etmekte olan AKEL Merkez Komitesi'nin Kıbrıslı Türk üyesi Derviş Kavazoğlu da, 11 Nisan 1965 akşamı sendikacı Rum arkadaşı Kostas Mişauli ile birlikte aynı yeraltı örgütünün eliyle öldürüldü.
Mahir Adataş'ın ölümünden kısa bir süre önce, 1936'da 27 yaşında iken Aşelya deresi üzerinde sel sularından yıkılan bir köprüden arabasıyla geçerken yuvarlanıp ölen ağabeyi için hazırladığı "Kıbrıslı Avukat Süleyman Şevket'in Yaşam Öyküsü" başlıklı kitapla ilgili olarak bir tanıtma yazısı kaleme alan Avukat Nevzat Karagil şöyle demektedir:
"Rahmetli Şevket o sel sularına kapılıp boğulmasa ve yaşasaydı kimbilir başına neler gelecekti? Belki de yeğeni Dr. İhsan Ali gibi Rumlarla "işbirlikçi" ilan edilip, "vatan haini" diye damgalanacaktı. Belki de Avukat Ayhan Hikmet gibi, Avukat Ahmet Muzaffer Gürkan gibi, asla gerçek olmayan suçlamalarla lekelenip öldürülecekti. Belki Talat Taşer gibi Kıbrıs'tan sürgün edilecekti. Ve belki de sevgili Mahir Adataş, rahmetli ağabeyiniz de aynen size, bana, Haşmet Gürkan'a ve daha birçok aydın, yurtsever kişiye yapıldığı gibi zorbalar tarafından dövdürülecek, ölümle tehdit edileceklerdi. Sonuçta sizin gibi doğduğu yerden kaçırılıp Kıbrıs'tan göç etmek zorunda bırakılacaktı. Yaşasaydı belki Avukat Süleyman Şevket de, sizin gibi Anadolu'nun herhangi bir ilçesinden Kıbrıs'taki sen-ben kavgalarını izleyerek kahrolacaktı..." (Yeni Batı Trakya Dergisi, Sayı 123, Kasım-Aralık 1993)
Karagil'in saptamaları, günümüz aydınları için üzerinde uzun uzun düşünmeye değer sözlerdir. Ama bir küçük burjuvalar denizi olan Kıbrıs Türk toplumunda bu hesaplaşmadan alnının akı ile çıkabilecek acaba kaç kişi çıkabilir?
Yukarıda, 100 yıllık geçmiş tarihimiz içinde, geleneksel Kıbrıs Türk aydınının macera ve mücadelesini kısaca yansıtmaya çalıştım. Ama galiba pek fazla yol almışa benzemiyoruz. Nevzat Karagil, uzun yıllardır İstanbul'da yaşamakta olan bir Kıbrıslı Türk olmasına rağmen, ülkesiyle olan ilişkisini hiç kesmemiş ve kendi siyasal çizgisindeki çalışmalarını hep sürdürmüştür. Ama şu değerlendirmesine katılmamak elde değil:
"Kıbrıslılar; çekiştiricilikte, insan harcamakta, her aydın görüşlü kişiye çamur atmakta dünya şampiyonluğunu ellerinde tutmaktadırlar. Süleyman Şevket yaşasa idi, bu insan harcayıcıların arasında çok sıkıntılı günler geçirecekti. Hele Kıbrıslı Rumlar ile dostluğu ve sık sık Rum davaları alması, yeğeni Dr. İhsan Ali gibi başına büyük belalar açabilirdi." (agy)
Bugün basınımızda, sözümona aydın, sanatçı ve yazar olarak kalem oynatıp, köşe başlarını tutmuş olanların hangi konuları, nasıl yazdıklarına ilişkin küçük bir derlemeyi 7 Eylül 1992 tarihli Yeni Çağ'da yayımladığım zaman, sessiz çoğunluktan beğeni, bazı azınlık mensubundan da yergi almıştım. Her devrin adamı ve ayrılıkçı-şoven rejimin çanak yalayıcıları olan bu kişilerin ipliklerini ortaya çıkarmak ve sözümona demokrat görüntüleri altında saklamaya çalıştıkları gerçek yüzlerini göstermek, bir yurtseverlik görevi olmalıdır. Zaten sessiz çoğunluk bunların kim olduğunu, ya çevresinden, ya da uzaktan ad ad bilmektedir. Siyaset alanında da ne yazık ki, dürüst demokrat olan politikacılarımızın sayısı yok denecek kadar azdır. İşte bu nedenle, son yüz yıl içinde verilen mücadeleler hep sonuçsuz kalmaktadır.
1900'lü yılların ilk yarısında oluşup, ikinci yarısında pekiştirilen Kıbrıs Türk liderliğinin toplumumuzu bugün getirdiği yer, kendi boyutunu çoktan aşmış olan büyük bir çıkmazdır. Kralın çıplak olduğunu söyleyenlerin sayısı artmadıkça, yok olmayı durdurmak mümkün görünmemektedir. Gerçekleri görmekte olanların bir araya gelip, mücadeleyi dayanışarak vermeleri ve alternatif yaratmaları şimdilik tek çıkış yolu olarak önümüzde durmaktadır...

(Alternatif Yazın dergisi, Lefkoşa, Sayı:8 ve 9, Temmuz-Ağustos 1994 ve Eylül-Ekim 1994)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder