AHMET AN
Arif Hasan Tahsin, 24 Nisan 1987 tarihli
Söz gazetesinde yer alan "Gerçekler ve Efendilerin Son Sığınağı"
başlıklı makalesinde, şu önemli saptamayı yapmıştı:
"KATAK'la başlayıp, MİLLİ
BİRLİK-ULUSAL BİRLİK" tabelaları altında 44 yıldır Kıbrıs Türkü'ne egemen
kılınan ekibin karşısına dikilen her ekibin, bugüne dek, Kıbrıs Türklerinin
gasp edilen egemenlik hakkının iadesi mücadelesinde başarısızlığa uğradığı bir
gerçektir."
Arif Hoca, bu ekibin karşısında, bugüne
dek başarısız kalma nedenleri arasında en önemli noktanın, ekibin Türkiye'den
tayinli olması olduğunu vurgulamaktaydı. Ben ise, o günlerde konuya başka bir
açıdan yaklaşarak, 1940'lı yıllarda oluşturulmaya çalışılan "Kıbrıs Türk
Liderliği"ne karşı yürütülen emekçi halk muhalefetinin geçmişine ışık
tutmak için, yine Söz gazetesinde "Emekçi Halk Muhalefetimizin
Geçmişinden" başlığı altında 22 hafta sürecek bir yazı dizisi
başlatmıştım. (8 Mayıs-6 Ekim 1987)
İlk
yazıda, başarısızlık nedenini ben şöyle özetlemiştim:
"Çünkü
lider diye öne atılanlar, her zaman halkımızın gerçek çıkarlarını
savunmamışlar, çoğu kez halkı kurtaracaklarına, kendi kendilerini
kurtarmışlardır."
İşte
Kıbrıslı Türklerin bugün içine düşürüldükleri derin ekonomik, siyasal, sosyal
ve kültürel sorunların tarihsel nedenleri üzerinde düşünürken, Kıbrıs Türk
aydınının bu özelliği üzerinde önemle durmak gerekmektedir.
1994 yılı başında kurulan Denktaş-DP-CTP Koalisyonu'nun
toplumumuza ne gibi yarar ve zararlar getirdiği elbette ki gelecekte yine
tarihçiler tarafından incelenecek ve yazılacaktır. Ama bizim bu günden
söyleyebileceğimiz, 1987 yılındaki yargımızla uyuşmaktadır.
Halen haftalık Yeni Çağ gazetesinde
yayımlanmakta olan "Kıbrıs Türk Liderliğinin Oluşması" başlıklı yazı
dizisini hazırlarken de, yüzyılımızın ilk yarısında öne atılan muhaliflerin ve
aydınların yenilgileri veya teslim olmaları hakkındaki bilgileri üzülerek
okumuştum. Geliniz ibretle anımsayalım.
1889'da 16 sayı yayımlanan Saded'ten sonra
ilk uzun ömürlü Kıbrıs Türk gazetesi olan Zaman'ın 1891'de imtiyaz hakkını alan
Tüccarbaşı Hacı Derviş Efendi, bu başarısı yüzünden Padişah tarafından
gönderilen bir fermanla "Paşa" ünvanını almıştı. Ama gazetesindeki
bazı yazarların, İstanbul'daki Osmanlı Dahiliye Nazırı Memduh Paşa ile Adana
Valisi Bahri Paşa'yı eleştirmeleri üzerine, "Paşa"lığı geri
alınmıştı. Bunun üzerine Derviş Efendi, gazetenin yazdıklarına müdahale etmeye
başlayınca, Jön Türkçü yazarlar gazeteden ayrılmışlar ve 1892'de yine Osmanlı
Kıraathanesi adına, Küfizade Asaf Bey'in imtiyaz sahibi olduğu Yeni Zaman
gazetesini kurmuşlardı.
Yeni Zaman yazarlarından Faik Bey, bir
aralık yine Memduh Paşa'yı eleştirmiş ve günün birinde Kıbrıs'tan ayrılarak
İstanbul'a gitmiş ve bir daha geri dönmemişti. Bunun üzerine 28 sayı çıkmış
olan gazete, Mart 1893'de adını değiştirerek, Kıbrıs gazetesi olarak çıkmaya
başladı. Ama bu kez, Asaf Bey gazeteyi kendi adına çıkarmaktaydı. Bir yandan
Zaman gazetesi sahibi Derviş Efendi ile dalaşan Kıbrıs, öte yandan da Padişaha
bağlılığını kanıtlamaya çalışmaktaydı. Sonradan Jön Türklerin etkisine giren
gazete, 1898 yılı sonuna doğru aniden
kapandı. Eldeki bilgiye göre, Asaf Bey, Dahiliye Nazırı Memduh Paşa ile
anlaşmış ve ayda 500 kuruş tahsisat almak şartıyla gazetesini kapatmaya razı
olmuştu. Bu parayı Meşrutiyet'in ilan tarihi olan 1908 yılına kadar düzenli
olarak almıştır. (Beria R. Özoran, Kıbrıs'ta Türk Gazeteciliği, Türk Kültürü,
Mart 1966, s.33)
Bu dönemden vereceğimiz üçüncü örnek, 1899
yılı sonunda çıkmaya başlayan Feryat gazetesinin sahibi Hocazade Osman Enveri
Efendi'dir. Evkafçıları eleştiren ve gerçek bir Jön Türk gazetesi olan Feryat,
Osmanlı hükümetinin işareti üzerine 4. sayısından sonra kapanmış ve sahibine
ayda 300 kuruşluk bir tahsisat bağlanmıştı. (agy. s.34)
Bu dönemin onurlu ve kavgacı aydınlarından
Ahmet Tevfik Efendi'yi saygıyla anmak gerekmektedir. Zaman gazetesinin yazar
kadrosundan olan Ahmet Tevfik Efendi, 1896 yılı sonunda Zaman'ın sahibi Derviş
Efendi ile görüş ayrılığına düşünce, kendi adına bir gazete imtiyazı almış ve
Kıbrıs Türk basınının ilk mizah gazetesi olan Kokonoz'u yayımlamıştı. İlk
sayısı Zaman Matbaasında basılan ve 15 günde bir çıkan bu gazete, daha sonraki
sayılarını Kıbrıs Matbaasında bastırmıştır. 22 sayı çıkan Kokonoz'u, 1897'de
onun devamı olan 23 sayılık Akbaba izlemiş ve her iki gazetede de, Ahmet Tevfik
Edendi'nin padişahı açıkça hicveden ağır yazıları yayımlanmıştı. Jön Türk
yanlısı bir politika güdülmekle beraber, onları eleştiren yazılara da yer
verilmekteydi. Yaptığı yayınlar yüzünden Sultan Abdülhamit tarafından mahkum
edilip, Türkiye'ye girmesi yasaklanmış olan Ahmet Tevfik Efendi, 1900'de
kapanan padişah yanlısı Zaman gazetesinin yerine, 3 Mart 1901'den başlayarak
Mirat-ı Zaman gazetesini yayım yaşamına sokmuştu. 9 yıllık yayımdan sonra 367.
sayısı ile kapanan bu gazetenin ardından, Kokonoz'u 1910'da yeniden çıkarmışsa
da, 9 sayıdan sonra yine kapatmak zorunda kalacaktı.
Ahmet Tevfik Efendi, 29 Mart 1909 tarihli
Mirat-ı Zaman gazetesinde çıkan "Doğruyu söyleyeni dokuz köyden
kovarlar" başlıklı bir yazısında, karşılaştığı çeşitli güçlükleri
anlatmakta ve şöyle demekteydi:
"İnsan her hizmeti bir karşılık
beklediği için yapmaz; ama hizmet verdiği millet de o adamı açlıktan
öldürmez...Madem ki Hürriyet'in İlanıyla bizim haklılığımız kanıtlandı; daha önce
gösterilen kin ve düşmanlık yerine, milletten bir dostluk beklerdik...Yine eski
hamam, eski tas." (sadeleştirerek aktaran H. Fedai, Kıbrıs, 6-7 Mart 1991)
İsmet Konur, "Kıbrıs Türkleri"
adlı kitabında şunları yazmaktadır:
"Meslek uğruna katlandığı müşkülat ve
fikir mücadelesinde gösterdiği sebat ve mukavemet itibarıyle, Ahmet Tevfik
Efendi Kıbrıs gazetecilerinin en değerlisi sayılmaktadır." (İstanbul 1938,
s.64)
Kıbrıs Türk toplumunun çeşitli ekonomik,
sosyal ve kültürel sorunlar içinde kıvranmakta olduğu bu yıllarda, Evkaf'ın
Türk yöneticisi Musa İrfan Bey ve adamlarından oluşan Evkafçılar bir yanda,
Müftü Ziyai Efendi ve çevresindekilerden oluşan Müftücüler de öte yanda, bir
çıkar çatışmasını sürdürmekteydiler. Bu dönemde toplumumuzu çağdaşlaştırmak için
özveriyle çaba gösteren bir başka değerli aydınımız Dr.Hafız Cemal'dı.
12 Kasım 1945 tarihli Yankı gazetesinde yer alan bir yazıda ondan
şöyle söz edilmektedir:
"Kıbrıs Türklerinin sanat ve okuma yönünde pek geri
kaldıklarını gören Dr.Hafız Cemal, 1906 yılında Lefkoşa'da kendi parası ile bir
sanat okulu açtı ve ayrıca cemaat parası ile "Cemiyet-i Hayriye-i
İslamiye" adı altında olarak bir hayır cemiyeti kurdu. Bir müddet
tıkırında gitmiş olan bu güzel işler de gene cemaatımız arasında çıkan
engellerle karşılaştı. "Sünuhat" gazetesi etrafında toplanmış olan
sözde aydınlar bir taraftan Abdülhamide curnaller gönderdiler ve diğer taraftan
mezkur gazetenin baş yazarı Avukat Bay Sadreddin cemaatın ihtiyacını bir yana
bırakarak, işin alayını tutturmuş, Doktorun kılığını, tutumunu ve sair
özelliklerini çekiştirip duruyordu.
Bu hücumlar sonucu olarak öğrenciler
dağıldı, Cemiyet-i Hayriye sandığına para verenler ellerini çektiler. Doktor da
Kıbrıs'ın çorak toprağına kendi kesesinden üç bin altın attıktan sonra soluğu
Türkiye'de aldı ve bu suretle Kıbrıs Türklerinin sanat yolundaki adımları hiç
değilse 25 yıl geri kaldı."
Dr.Hafız Cemal'in 1909 yılında Lefkoşa'da
yayımladığı 155 sayfalık "Kıbrıs Osmanlılarına mahsus son hediye-i
acizanem veyahut Kıbrıs'ta geçen dört senelik tarih-i hayatım" başlıklı
kitapçığı, yüreği yurdunun kalkınması için çarpan bir Kıbrıslı aydının
izlenimlerini aktarmaktadır.
1924'de kurulmuş olan "Kıbrıs Türk
Cemaat-i İslamiyesi" adlı ilk siyasal örgütümüzü oluşturan zamanın ileri
gelen aydınları, Evkaf, Şeriye Mahkemeleri, okullar vb toplumsal sorunlarımızla
ilgili çözüm önerilerini saptamışlar ve bir program çalışması başlatmışlardı.
Ama ne yazık ki, o sırada örgütteki bazı kişilerin, sömürge yönetimi tarafından
kendilerine önerilen hükümet memurluğu görevlerini kabul etmeleri ardından bu
örgüt çöküvermişti. O zaman kadar toplum adına yapılmış girişimlerin en
esaslısı olarak tanımlanan bu örgüte muhalif olan kişiler de, örgütün temelini
sarsmak için ellerinden geleni yapmışlardı. Oysa memuriyeti tercih edenlerin
yerleri doldurularak, hazırlanan program uygulanabilirdi. (Yankı, 12 Kasım
1945)
Temmuz 1923'de imzalanan Lozan Barış
Andlaşması ile Türkiye, İngiltere'nin 1914'de adayı kendi topraklarına katması
kararını onaylamıştı. Andlaşmanın 21.maddesinden yararlanarak, Türkiye'ye göç
etmek isteyen Kıbrıslı Türkler için adada Haziran 1925'de bir konsolosluk
açılmıştı. TC Konsolosu Asaf Bey, halkın Türkiye'ye göç etmesini teşvik
ederken, Türk milliyetçiliği doğrultusunda yayın yapmakta olan Ahmet Raşid'in
Doğru Yol ve Mehmet Remzi'nin Söz gazeteleri de bu kampanyaya destek
vermekteydi. 1924'ün son ayından başlayarak haftalık olarak, Hacıbulgurzade
Ahmet Hulusi Bey tarafından yayımlanmaya başlanan Birlik gazetesi ise göçün
karşısındaydı. Taraflar arasında sert yazışmalar olmuştu. Asaf Bey, bir gün üç
gazete sahibini bir akşam yemeğinde buluşturup, Türk hükümetinin Kıbrıs
basınından memnun olduğunu söyler ve kendilerine kısıtlı da olsa mali yardım
yapılacağını iletir. Raşid ve Remzi Beyler, ayda 5 Kıbrıs Lirası katkının uygun
olacağını söylerken, Hacıbulgurzade bunu uygun bulmaz ve onun yerine, her üç
gazetenin de ortaklaşa kullanacakları bir matbaa gönderilmesini önerir.
Sonuçta, iki ay içinde Doğru Yol ve Söz gazetesinin sahiplerine beşer Kıbrıs
Lirası aylık bağlanır; Hacıbulgurzade ise evini vekalete vererek, öğretmen olan
kızlarının paralarını da katarak, Birlik gazetesini 1930 yılının ikinci
yarısına kadar ayakta tutabilir. O yıl çıkan yeni basın yasası gereğince
istenilen 200 Kıbrıs Liralık teminatı ödeyemeyince de gazetesini kapatmak
zorunda kalır. (H.Fedai, Yeni Kıbrıs, Aralık 1984)
Doğru Yol 1926'da kendi isteğiyle yayın
yaşamından çekilirken, Ahmet Raşid yazılarını Söz'de yayımlamaya başlamış ve TC
Konsolosluğundan ayda 5 Kıbrıs liralık yardım almaya devam etmiştir.
1929 yılında Söz gazetesi Latin harfleri
ile basılmaya başladığı zaman da, Almanya'da sipariş verilen yeni harflerin
parasını yine Türkiye hükümeti ödemişti. Remzi Bey'in 1942 yılı Ocak ayında
ölümüne kadar Söz gazetesi yayımını sürdürdü. Kıbrıs sömürge valisi tarafından
Londra'ya gönderilen 1 Temmuz 1938 tarihli bir gizli raporda, adadaki Türk
milliyetçiliği propagandasının, Türkiye'nin Kıbrıs konsolosluğu tarafından
finanse edildiği belirtilmekte ve Söz gazetesinin de bu çerçevede Konsolosluktan
ayda 18 Kıbrıs Lirası tutarında bir yardım aldığı bildirilmekteydi. (Yeni
Kıbrıs, Kasım 1986)
1930 Kavanin Meclisi seçimleri öncesinde,
Kıbrıs'taki Türk milliyetçilere yaptığı para yardımını artıran Türkiye,
Evkafçıların adayı Münir Bey'e karşı, Kemalistlerin adayı olarak Necati Bey'i
desteklemişti. Yerel konularda bazen Rum Meclis üyeleriyle birlikte oy kullanan
Necati Bey'in diğer milliyetçi çabaları, Kavanin Meclisi'ndeki dengeleri
bozmuştu. Sonunda İngiliz sömürge yönetimi, enosisçi Rumların 21 Ekim 1931 akşamı
yaptıkları taşkınlıkları bahane ederek, 12 Kasım 1931'de Kavanin Meclisi'ni
kapattı ve 1941 yılına kadar, adadaki bütün siyasi faaliyetleri yasakladı. Bu
baskı döneminde mücadeleyi terk etmekten başka çare olmadığı kanaatine varan
Mehmet Remzi Bey, Söz gazetesinin 17, 24 ve 31 Mart 1932 tarihli sayılarında
çıkan yazılarında "teslim bayrağı"nı çekmesinin gerekçelerini
anlatmaya çalışmıştı.
"Teslim Bayrağı" başlıklı bu
yazılarda, Kıbrıs'ın İngiltere'ye ilhakı ardından önce şaşıran, sonra da
memnuniyetini bildiren Kıbrıs Türk liderliğine karşı Dr. Eyyüb Necmeddin'in
mücadelesi, Musa İrfan Bey'e karşı Münir Bey'in üstün gelmesi, ama onun da
Evkaf koltuğuna ısınır ısınmaz İngiliz yönetimi ile bütünleşmesi, Dr. Eyyüb'ü
de yanına alarak, kendini Türk toplumunun lideri olarak tanıtmaya başlaması,
halktaki yeni düş kırıklığı ve 15 Ekim 1930'da yapılan Kavanin Meclisi
seçimlerinde Necati Bey'in Münir Bey'i safdışı bırakması, çok geçmeden 21 Ekim
1931 ayaklanması ardından Meclisin kapatılması ve tüm yetkilerin Vali'nin
elinde toplanması anlatılmakta ve Türk toplumunun sorunlarının merkezi ve yerel
hükümet tarafından anlaşılması ve onlar eliyle çözülmesi için bayrağın onlara
teslim edilmesi gerektiği vurgulanmaktaydı.
Avukat Ahmet Raşid Bey ise, bu ortama pek
dayanamamış ve mücadeleyi bırakarak Ankara'ya göç etmişti. Birkaç yıl sonra, 12
Ekim 1935'de orada ölecekti.
Halkçılar diye bilinen Kemalist
milliyetçilerin 1 Mayıs 1931'de Lefkoşa'da düzenledikleri "Milli
Kongre"de Kıbrıslı Müslümanların Müftüsü olarak seçilmiş olan Ahmet Said
Efendi'nin de 5 Kıbrıs Lirası aylıkla Evkaf Dairesi'ne hukuk danışmanı olarak
alındığını ve artık "müftü" ünvanını kullanmadığını görmekteyiz.
Dönemin önde gelen aydınlarından avukat Cingizzade Mehmet Rifat Efendi (Con
Rifat), 16 Ağustos 1933 tarihli "Masum Millet" gazetesinde bu duruma
öfkelenerek kaleme alıp yayımladığı "Sürümüze cesur çoban" başlıklı
makalesinde şöyle demekteydi:
"Biz sürümüze öyle bir çoban isteriz
ki zamanımızın fikri ve milli terbiye terakkiyatı icabatından olarak burnunun
gölgesinden korkmamalı; fedakar, halis-ül-niyet ve Evkaf ganaiminde hiç gözü
olmamalıdır."
15 Ekim 1930 Kavanin Meclisi seçimlerinin
muzaffer azası Necati Bey'in de 1934 yılında siyaseti bırakıp, ticarete
atılmasıyla onun siyasal yaşamının birinci perdesi kapanmış olacaktı.
Kıbrıslı Türklerin dernekçilik
çalışmalarında da pek sebat gösteremedikleri bilinmektedir. İşte bunun
nedenlerine parmak basan ve 31 Aralık 1932 tarihli Söz gazetesinde çıkmış bir
değerlendirme:
"Beş on senelik hayatı ve neşriyatı olan
Söz gazetesinin kolleksiyonunu karıştırarak bu kısa müddet zarfında doğmuş ve
ölmüş, muhtelif isimlerde birçok hayır cemiyetleri görürüz. Bu cemiyetlerin
faaliyetlerine mani olan ve hayatlarına kast edenler ekseriyetle bunları ortaya
atanlar olduğu hayret ve ibretle seyredilecek birer hazin levhadır."
1941 yılında İngiliz sömürge yönetimi
siyasi yasakları kaldırır. Mart 1943'de ilk defa ada çapında serbest seçimlerle
Belediyelerin başkan ve meclis üyelerinin seçilmesi ardından, Evkaf Müdürü
Münir Bey'in teşvikiyle bir araya gelen Kıbrıslı Türk ileri gelenler, 18 Nisan
1943 günü "Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu" (KATAK)'nu kurarlar.
Aradan bir yıl geçer geçmez KATAK'ta hizipleşme başlar ve sertlik yanlıları
ayrılırlar. 12 Aralık 1946 tarihli Ateş gazetesinde bu durum şöyle
özetlenmektedir:
"Katak kurucuları, post ve sandalye
çekişmesi yaparak ayrıldılar, başka bir parti kurmağa çalıştılar. Bu suretle
yeni kurulan parti ile Katak'çılar arasında bir çekişmedir başladı."
23 Nisan 1944'de Dr. Fazıl Küçük'ün
arkadaşlarıyla birlikte oluşturduğu bu yeni parti, "Kıbrıs Milli Türk Halk
Partisi" adını aldı. Türkiye'deki "Kıbrıs Okullarından Yetişenler
Cemiyeti" ileri gelenlerinin çabasıyla Lefkoşa'da bir araya gelen iki
parti, 6 Kasım 1949'da birleşerek, "Kıbrıs Milli Türk Biliği"ni
kurdular. Bu partinin dışında kalmayı tercih eden eski Kavanin Meclisi üyesi
Necati Özkan, 28 Ekim 1949'dan itibaren "İstiklal" adlı günlük bir
gazete çıkarmaya başlar. 4 Haziran 1950'de de "Kıbrıs TürkBirliği İstiklal
Partisi"ni kurar. İstiklal gazetesi, Dr. Fazıl Küçük ile Rauf Denktaş'ı
bir araya getiren yeni partiyle ilgili şu değerlendirmeyi yapar:
"Vaktiyle Türk cemaatini ikiye ayıran
ve sağa sola tehdit savuran, her görüşüne ve her düşünüşüne efkarı umumiyeyi
iteate mecbur eden zat, yeni kulübün başına getirildi. Allah cemaatımızı hayıra
götüre." (20 Kasım 1949)
İstiklal gazetesi, Dr. Küçük'ün Halkın
Sesi gazetesiyle ve siyasi görüşleriyle mücadelesini, kapandığı 1954 yılı
başına kadar sürdürür. Ne var ki, Necati Özkan, evi ile bir süre önce kapatmak
zorunda kaldığı sigara fabrikasının bir gece "meçhul kişilerce"
yakılması, bir kişiyi kötülediği gerekçesi ile yol ortasında dövülmesi ve
sonradan yeraltı örgütlerinin kurulması ardından politik yaşamdan yeniden
çekilmek zorunda kalmıştır.
1950'li yıllar içinde gelişen siyasal
olaylar, Dr. Fazıl Küçük ve arkadaşlarından oluşan Kıbrıs Türk liderliğinin
iktidarını pekiştirmiştir. Liderliğin tekelci ve anti-demokratik tutumlarını
eleştiren Necati Özkan, Dr. İhsan Ali ve diğer aydınların seslerinin kısıldığı,
muhalif unsurların sindirilerek susturulduğu bu dönemde, 1944-1947 yıllarında
Kıbrıs Türk düşüncesinin önemli atılımlar yapmasına yardımcı olan edebiyat ve
kültür dergilerinde (Yeni Mecmua, Dünya, Ocak, Yeni Fikirler, İşçinin Yolu Şaşmaz
vb) yazmış olan aydınlar da bir suskunluk dönemine girerler. Bir kısmı adayı
terkeder, bazıları da saf değiştirir. (1940'lı yıllardaki kültürel
zenginliğimiz için Bak. Ahmet An, 40 yıl önceki düşün yaşamımızdan örnekler,
Yeni Kıbrıs, Mart-Temmuz 1988)
Kıbrıs Türk liderliğinin taksim
politikasına ve Rumlarla Türkler arasında nifak sokma oyunlarına karşı çıkan,
zamanın ilerici Kıbrıslı Türklerinin tedhişle ortadan kaldırılması harekatı,
Mayıs-Temmuz 1958'de uygulanır. İlk hedef olarak seçilen PEO Sendikası Türk
Şubesi Başkanı Ahmet Sadi Erkurt, yaralı olarak kurtulur, ama iki gün sonra
saldırıya uğrayan İnkılapçı gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürü Fazıl
Önder (gazete 14 hafta çıktıktan sonra Aralık 1955'de sömürge yönetimi
tarafından kapatılmıştı) kurtulamaz. Diğer saldırılarda da ölenler ve
yaralananlar olur. (Bak. Emekçi Halk Muhalefetimizin Geçmişinden, 13. yazı,
Söz, 14 Ağustos 1987)
1960-63 döneminde de soru soran, hesap
soran aydınlarımız olmuştur. Örneğin haftalık Cumhuriyet gazetesi çevresinde toplanan
demokratlar, zamanın Kıbrıs Türk liderliğine yönelttikleri sorularda, KATAK,
Federasyon ve Gençlik Teşkilatı adına halktan toplanan paraların akıbetini
araştırmak istemişler (19 Eylül 1960), ya da uygulanmakta olan politikaları
eleştirmişlerdi:
"Sırf doğruyu yazdığı, gerçek toplum
davalarını savunduğu için; harp, barut kokusu ve kan yerine, yurtta barış ve
refahı istediği için gazetemizi baskı, tehdit ve tethiş ile yıldırmaya
çalışanların yanlış yolda olduklarını anlayıp susmalarını talep ederiz." (21
Ağustos 1961)
23 Nisan 1962 tarihli Cumhuriyet'te yer alan iki yazıda "Rum
ve Türk toplumlarını birbirine düşürmek için planlar düzenleyen tedhişçi ve
tahrikçilerin elebaşlarının yüzündeki maskenin indirileceği günün yakın
olduğu"nun belirtilmesi üzerine, aynı gece gazetenin yazarları olan Ahmet
Muzaffer Gürkan ile Ayhan Hikmet hunharca öldürülmüşlerdi.
Yine Rum-Türk dostluğu için taksim
politikalarına karşı mücadele etmekte olan AKEL Merkez Komitesi'nin Kıbrıslı
Türk üyesi Derviş Kavazoğlu da, 11 Nisan 1965 akşamı sendikacı Rum arkadaşı
Kostas Mişauli ile birlikte aynı yeraltı örgütünün eliyle öldürüldü.
Mahir Adataş'ın ölümünden kısa bir süre önce, 1936'da 27 yaşında
iken Aşelya deresi üzerinde sel sularından yıkılan bir köprüden arabasıyla
geçerken yuvarlanıp ölen ağabeyi için hazırladığı "Kıbrıslı Avukat
Süleyman Şevket'in Yaşam Öyküsü" başlıklı kitapla ilgili olarak bir
tanıtma yazısı kaleme alan Avukat Nevzat Karagil şöyle demektedir:
"Rahmetli Şevket o sel sularına
kapılıp boğulmasa ve yaşasaydı kimbilir başına neler gelecekti? Belki de yeğeni
Dr. İhsan Ali gibi Rumlarla "işbirlikçi" ilan edilip, "vatan
haini" diye damgalanacaktı. Belki de Avukat Ayhan Hikmet gibi, Avukat
Ahmet Muzaffer Gürkan gibi, asla gerçek olmayan suçlamalarla lekelenip öldürülecekti.
Belki Talat Taşer gibi Kıbrıs'tan sürgün edilecekti. Ve belki de sevgili Mahir
Adataş, rahmetli ağabeyiniz de aynen size, bana, Haşmet Gürkan'a ve daha birçok
aydın, yurtsever kişiye yapıldığı gibi zorbalar tarafından dövdürülecek, ölümle
tehdit edileceklerdi. Sonuçta sizin gibi doğduğu yerden kaçırılıp Kıbrıs'tan
göç etmek zorunda bırakılacaktı. Yaşasaydı belki Avukat Süleyman Şevket de,
sizin gibi Anadolu'nun herhangi bir ilçesinden Kıbrıs'taki sen-ben kavgalarını
izleyerek kahrolacaktı..." (Yeni Batı Trakya Dergisi, Sayı 123,
Kasım-Aralık 1993)
Karagil'in saptamaları, günümüz aydınları
için üzerinde uzun uzun düşünmeye değer sözlerdir. Ama bir küçük burjuvalar
denizi olan Kıbrıs Türk toplumunda bu hesaplaşmadan alnının akı ile çıkabilecek
acaba kaç kişi çıkabilir?
Yukarıda, 100 yıllık geçmiş tarihimiz
içinde, geleneksel Kıbrıs Türk aydınının macera ve mücadelesini kısaca
yansıtmaya çalıştım. Ama galiba pek fazla yol almışa benzemiyoruz. Nevzat
Karagil, uzun yıllardır İstanbul'da yaşamakta olan bir Kıbrıslı Türk olmasına
rağmen, ülkesiyle olan ilişkisini hiç kesmemiş ve kendi siyasal çizgisindeki
çalışmalarını hep sürdürmüştür. Ama şu değerlendirmesine katılmamak elde değil:
"Kıbrıslılar; çekiştiricilikte, insan
harcamakta, her aydın görüşlü kişiye çamur atmakta dünya şampiyonluğunu
ellerinde tutmaktadırlar. Süleyman Şevket yaşasa idi, bu insan harcayıcıların
arasında çok sıkıntılı günler geçirecekti. Hele Kıbrıslı Rumlar ile dostluğu ve
sık sık Rum davaları alması, yeğeni Dr. İhsan Ali gibi başına büyük belalar
açabilirdi." (agy)
Bugün basınımızda, sözümona aydın, sanatçı
ve yazar olarak kalem oynatıp, köşe başlarını tutmuş olanların hangi konuları,
nasıl yazdıklarına ilişkin küçük bir derlemeyi 7 Eylül 1992 tarihli Yeni Çağ'da
yayımladığım zaman, sessiz çoğunluktan beğeni, bazı azınlık mensubundan da
yergi almıştım. Her devrin adamı ve ayrılıkçı-şoven rejimin çanak yalayıcıları
olan bu kişilerin ipliklerini ortaya çıkarmak ve sözümona demokrat görüntüleri
altında saklamaya çalıştıkları gerçek yüzlerini göstermek, bir yurtseverlik
görevi olmalıdır. Zaten sessiz çoğunluk bunların kim olduğunu, ya çevresinden,
ya da uzaktan ad ad bilmektedir. Siyaset alanında da ne yazık ki, dürüst
demokrat olan politikacılarımızın sayısı yok denecek kadar azdır. İşte bu nedenle,
son yüz yıl içinde verilen mücadeleler hep sonuçsuz kalmaktadır.
1900'lü yılların ilk yarısında oluşup,
ikinci yarısında pekiştirilen Kıbrıs Türk liderliğinin toplumumuzu bugün
getirdiği yer, kendi boyutunu çoktan aşmış olan büyük bir çıkmazdır. Kralın
çıplak olduğunu söyleyenlerin sayısı artmadıkça, yok olmayı durdurmak mümkün
görünmemektedir. Gerçekleri görmekte olanların bir araya gelip, mücadeleyi
dayanışarak vermeleri ve alternatif yaratmaları şimdilik tek çıkış yolu olarak
önümüzde durmaktadır...
(Alternatif Yazın dergisi, Lefkoşa, Sayı:8 ve 9, Temmuz-Ağustos
1994 ve Eylül-Ekim 1994)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder