Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün temelinde yatan etkenler arasında dış etkenler inkâr edilemeyecek ölçüde etkili olmaktadır. Ama bunların şimdiye kadar yapıldığı gibi abartılmaması gerekir. İngiliz ve Amerikan emperyalizmi, adamızı kendi etki alanı içinde tutmak için, burada askeri üslerin, dinleme tesislerinin ve liman kolaylıklarının korunması gerektiğinin bilincindedir. Emperyalizm ve yerli işbirlikçileri, tam bağımsızlığını kazanmış bir Kıbrıs’ta bu stratejik olanakların yitirileceğini, Türkiye ve Yunanistan aracılığı ile ada üzerinde yaşayan iki etnik-ulusal toplumu ortak etkileri altında tutamayacaklarını da bilmektedirler. Yine emperyalist güçler, Yakın Doğu’daki ulusal kurtuluş savaşlarını bastırmak, onları tehdit altında tutmak için bir sıçrama tahtasından mahrum olmak istemiyorlar.
Ama öte
yandan Kıbrıs’taki bağımsızlıktan yana güçlerin dış etkenleri fazla
abartmaları, politik mücadele açısından kolaycılığa kaçmak olmaktadır. Bütün
kötülüklerin dışarıdan geldiğini düşünmek ve içteki dinamiklerin ancak dış
etkenlerle hızlanabileceğini sanmak, kolaycı bir yaklaşımdır. Bu görüşten
hareketle, dış etkileri abartıp, sadece onları dillerine dolayanlar, içteki
sınıf mücadelesini reddedenlerdir. Çünkü eğer içteki milliyetler sorunu, sadece
dış etkenlerin ortadan kalkmasıyla çözülecekse, Türk ve Rum toplumları içinde
sınıf mücadelesini yükselterek, soruna milliyetler açısından değil de, sınıflar
açısından bakmaya gerek yoktur. Onlara göre, zaten böylesi bir mücadele şekli
“zararlı” olup parlamentodaki “ileri mevziler”in yitirilmesine yol açabilir.
Ama bu fırsatçı ve parlamentocu zihniyet, emekçi halk yığınlarının
bilinçlendirilmesi ve parlamento dışında da muhalefet olabileceği görüşlerini,
kendi sınıfsal konumları gereği “tehlikeli” bulmaktadırlar. Çünkü onların bu
mücadelede kaybedecek şeyleri vardır.
Bağımsızlık-demokrasi-sosyalizm
mücadelesinin birbiriyle olan yakın ilişki ve ayrılmazlığını görmek
istemeyenler, işçi sınıfının enternasyonalist temele dayanan birliğini sağlamak
yerine, ayrılıkçıların milliyetçiliğine göz kırpmayı yeğlemektedirler.
Kıbrıs’ın Kuzey ve Güney’inde işçi sınıfı güçleri, iç sorunun çözümlenmesi
yolunda bilinçlerde köklü değişiklik için kolları sıvamazlarsa, birliğin
günümüz koşullarında ancak federatif bir devlet yapısıyla olası olduğunu
yığınlara anlatmazlarsa, adamızın ve işçi sınıfının bölünmüşlüğü daha da
uzayacaktır.
Kıbrıs anlaşmazlığında
anahtar sorun, hangi toplumun hangisini yöneteceği sorunu değil, ada sathında
hangi sınıfın iktidarı elinde bulunduracağı sorunudur. Olabildiğince
bağlantısız ve liberal bir politika yanlısı olan gelişmiş Kıbrıs Rum
burjuvazisi, treni kaçırmış olan ve ancak dış destekle sermaye birikimine
başlayabilmiş olan üretimden kopuk Kıbrıs Türk burjuvazisinin NATO’cu ve tutucu
politikasından ürkmektedir. İşte bu nedenle burjuvalar arası kutsal işbirliği,
bugünkü ayrılığın devamında yatmaktadır. Oysa işçi sınıfı ve emekçi halkın
yararı, ayrılıktan değil, birlikten geçmektedir. Bu bağlamda düşünüldüğü
takdirde, federalizmin en ateşli savunucusu olması gerekenlerde görülen
pasiflik anlam kazanmaktadır.
35 yıldır bağımsızlık
yerine milliyetçi görüşün kuyrukçusu olanlar, milliyetler sorununun olduğu
ülkelerde burjuvazinin politik hedeflerine bel bağlamanın bir açmaz olduğunu
görmek istemeyenler, Kıbrıslı emekçilerin sosyal kurtuluşunu geciktirdikleri
için tarih önünde sorumludurlar. 1960’daki uzlaşma formülü olan bağımsızlığa
sahip çıkmayanlar, 1985’deki birlik formülü federasyon’a dört elle sarılıp
yığınlara bu çözümü benimsetmezlerse, çok yazık olacak. Daha çok dış etkenleri
abartıp, iç etkenleri görmezlikten gelenlerin politikalarına çeki düzen
vermeleri artık zorunlu hale gelmiştir.
(Ertan Yüksel adıyla, Ortam gazetesi, Lefkoşa, 6 Eylül 1985)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder