40 yıl önce, 11 Nisan 1965 günü,
AKEL Merkez Komitesi’nin Kıbrıslı Türk üyesi Derviş Ali Kavazoğlu ile sendikacı
arkadaşı Kostas Mişaulis, vahşi bir cinayete kurban gitmişlerdi. Emperyalizmin
yerli işbirlikçileri tarafından pusuya düşürülen iki yoldaş, otomatik
silahlarla kısa mesafeden taranmışlardı. Olay yerinden 2-3 saat sonra geçen BM
Barış Gücü askerleri, iki arkadaşın cesetlerini otomobil içinde kucaklaşmış
halde bulmuşlardı.
12 Nisan 1965 tarihli Cyprus Mail
gazetesi, olayı şu manşetle vermekteydi: “Sendika liderleri araba içinde
öldürüldü. Türk ve Rum pusuya düşürüldü. Dostça işbirliğini savunanlar için
zorbaca ölüm.” Haberde ise şöyle
denmekteydi:
“Dün öğleden önce saat 9.30’da
Larnaka’ya gitmek üzere Lefkoşa’dan ayrılan iki kişinin kurşunlarla delik-deşik
edilmiş vücutları, kendi arabaları içinde, saat öğleden sonra 1’de
Lefkoşa-Larnaka anayolunun 13. mili yakınlarında bir BM devriyesi tarafından
bulundu. Cinayet yeri, Türk köyü Petrofan ile Luricina yanındadır...
Kavazoğlu, geçen yıl karışıklıkların
başlamasından bu yana, Lefkoşa’nın Rum kesiminde yaşamaktaydı ve Kıbrıs Türk
liderliğini, kendi toplum üyelerine karşı terör uygulamakla suçlamıştı...
Dr.İhsan Ali, bu vahşi terör
eyleminin “Kıbrıslı Türk teröristlerce yapılmış olması gerekir” şeklinde
konuştu ve Kavazoğlu’nun Kıbrıslı Türklerle Rumlar arasında barış içinde bir
arada var olma idealleri için öldürüldüğünü sözlerine ekledi.
HÜKÜMET
SÖZCÜSÜNÜN DEMECİ
Kavazoğlu’nun öldürülmesi üzerine
yorum yapan hükümet sözcüsü şunları vurguladı:
“Derviş Kavazoğlu’nun katledilmesi, Kıbrıs Türk liderliği üzerinde
çok ayıp verici bir leke oluşturmaktadır. Hiç kuşku yoktur ki, bu korkunç
cinayeti işleyenler, kurban edecekleri kişinin Larnaka’ya gideceğini önceden
bilen ve ona pusu kuran Türk teröristleridir. Kıbrıslı Türk sendikacı, aşırı
unsurlar tarafından öldürülmüştür. Çünkü o, Rumlarla Türklerin işbirliğine
inanmıştı ve bu ilkeleri ve inançlarını, birçok kereler kamuoyu önünde
açıklamış ve Türk liderliğini ve onun tarafından uygulanan terörü kınamıştı.
Bunun üzerine Kıbrıslı Türk teröristler, Kavazoğlu’nu gözetleme altına almışlar
ve üç yıl önce Kıbrıslı Türk gazeteciler Ayhan Hikmet ve Ahmet Gürkan’ı aynı
nedenlerle öldürdükleri gibi, aynı şekilde onu da sonunda öldürmüşlerdir. Her
özgür insanın nefretine yol açan ve kendi toplumundan birinin canı pahasına
Türk teröristler tarafından işlenen bu iğrenç cinayetler şunu göstermektedir
ki, Türkler arasında, Türk teröristlerce işlenen cinayetlerle durdurulmaya
çalışılan bir akım, yani Rumlarla işbirliği ve dostluktan yana sağlıklı bir
akım vardır. Kavazoğlu, Hikmet ve Gürkan ile öldürülen diğer Kıbrıslı Türklerin
çoğu, Türk aşırı unsurları tarafından vahşice öldürülmüşlerdir. Çünkü özgür
insanlar olarak onlar, Kıbrıs Türk liderliğinin terörist ve felakete
sürükleyici çalışmalarıyla uyuşmamışlar ve Rumlarla Türklerin uyum içinde
yaşayabildiklerini ve yaşamaları gerektiğini dile getirmişleridir. Onlar,
gerçeği söyleme cesaretini gösterdikleri için öldürülmüşlerdir.”
KAVAZOĞLU’NUN
KISA YAŞAMÖYKÜSÜNDEN
4 Nisan 1924 tarihinde
Peristerona’da doğan Derviş Ali, ilkokul eğitimini Lefkoşa’daki Küçük
Kaymaklı’da yaptı. Daha sonra hayatını mobilya işçisi olarak kazanmaya başladı.
9 Şubat 1953 tarihli Bozkurt gazetesindeki bir ilanında, Mobilyacı Derviş Ali
Kavazoğlu’nun Beliğ Paşa Sineması civarındaki Müftü Raci Efendi Sokak
No.8-12’deki işyerinde üretilen ve “Yabancı unsurların da hayran kaldığı
mobilyadan en son model oymaklı bir misafir odası”nın çizimine de yer
verilmekteydi.
Derviş
Ali, toplumcu faaliyetlerine 1940’lı yılların başında başladı. Konuyla ilgili
olarak, Emekçi gazetesinin 22 Temmuz 1948 tarihli nüshasında çıkan “Sahneyi
açıyorum” başlıklı ve “Yazan: Ş.İ.N.” imzalı bir makalede, “Birinci Meclis”
başlığı altında şunları yazmaktaydı:
“Kıbrıs Türk İşçisini
teşkilatlandırmıya çalışan ve Kıbrıs fakir Türk halkının dertlerine tercüman
olmak istiyen Türk çocuklarını lekelemek için kaleme sarılarak seri halinde
yazılar yazan Bay Hasan Ali Şaşmaz’ın cevabına cevabımdır:
1. Kapalı imza atanların birincisi
değilim. Asıl ismim Derviş Ali Alkan’dır. Müstear imzama iyi bakacak olursanız
Ş.İ.N. ismimin, son harflarıdır. Bunun için imzam o kadar kapalı değildir.
Sonra açık imza koyacak kadar korkak değilim. Korkaklardan da hoşlanmam.
2. Milliyete içtimaiyata ve
iktisadiyata ait olan kitapları okurum. Manalarını anladığıma kaniim. Aksini
isbata muktedir iseniz buyurun.
3. Sadece gazetelerde okuduğumu
değil, sizin oynadığınız rolleri de pek iyi anlayabilirim. Bu hususta Ahmet
Sadi’ye ihtiyacım yoktur. Hem siz onu ağzınıza almanız için abtesli olmanız
lâzımdır.”
Derviş Ali, yazının devamında Hasan
Şaşmaz’a şöyle yanıt vermekteydi:
“1943’te “Arkadaşlar Yunan
olmaklığımız hasebiyle harptan sonra Milletimizin yükselmesi için
savaşmaklığımız lâzımdır” diyenlerle ve orak çekiçle Yunan Bandırası altında
bir avuç masum Türk işçisine sen liderlik ederken, biz Türk işçisini esaretten
kurtarmıya çalıştığımız için işlerimizden kovuluyorduk. Sen orak ve çekicin
altında sahte göz yaşları dökerek bülbül gibi öterken ben o zamanın Kıbrıs
Sendika Sekreteriyle Kıbrıs Türk işçilerini serbest bırakması için mücadele
ediyordum. Halkın Sesinin 1943 senesi kolleksiyonuna göz geçirecek olursan
D.A.A. imzalı yazıları bulabilirsiniz. Sonra esaretten kurtardığınızı
söylediğiniz şimdiki Türk İşçi Birliklerinin temelini kurmak için biz, (Bir
Yağmur Gecesi) piyesini sahneye koymıya çalışırken, sen orak çekiç alâmeti
farikalı kasaya para temin etmek için “Meriç” piyesini sahneye koyuyordunuz.
Tiyatroda “Biz Türkleriz” Milli şiirini okumak istiyen arkadaşımıza (hayır bu
olamaz çünki bu şiir millidir) diyen sendin. Sonra o zaman aramıza nifak sokmak
için, (şimdi yaptığın gibi) adamlarını içimize sokarak fesat çıkaran yine sendin.
Maksat o zaman mevcut olan Türk Dülger ve Amele Birliklerini, (şimdi yapmıya
çalıştığın gibi) dağıtmaktı.”
“KAPİTALİZM
NEDİR?”
1948’deki meşhur maden grevine
katılan işçileri desteklemek üzere Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri tarafından
çıkarılan günlük Emekçi gazetesinin (Sayı:1, 19 Mayıs 1948-Sayı:167, 4 Kasım
1949) yazı ailesi içinde yer alan Derviş Ali Kavazoğlu, burada makale ve
inceleme yazıları yayımlamaktaydı.Örneğin Emekçi’nin 10 Temmuz 1948 tarihli
nüshasında yer alan “Kapitalizm nedir? Emekçi halkle niçin anlaşamaz?” başlıklı
ve “Yazan: Ş.İ.N.” imzalı makalesinde şöyle demekteydi:
“Kapitalizm İşçi sınıfının emeğiyle
yükselen ve fakat proleteri daima baskısı altında bulunduran ve sırf kendi
menfaatını görüp anlıyan, bütün Emekçi halkın yaşayış tarzını kendi menfaati
hesabına ayarlamak istiyen bir rejimdir.
Bir kapitalistin düşünceleri proleterin emeğini
istimal ederek istihsal miktarını yükseltmektir. Böylelikle o, hiç bir zaman
emeğini istimal ettiği proleterin kıymetini istihsaline muvazı tutmak zihniyeti
taşımaz.
Bütün istihsalini
proleterin emeğiyle sağladığı halde, kapitalist nezdinde proleter, emeğini
başkalarına satmıya mahkûm edilen bir esirden başka bir şey değildir. Hem de
öyle bir esir ki eski devirlerde ayakları zincire vurulmuş, bir kayıkle
senelerce kürek çekip vücudunu çürüden ve sonra hiç bir işte kullanılamadığı
için patronu tarafından güya azad edilen, lâkin hakikatta aç çıplak, takatsız
olarak sokağa atılan bir esir...
Bu gün ise şartlar kısmen
değişmiş lâkin esas aynı. Meselâ, bir işçi senelerce maden ocaklarında çalışıp,
nihayet bir gün tabiatiyle vücudu yıpranır, kuvvetten düşer, artık sermayedara
fazla istihsal sağlayamaz. Bunun için işi elinden alınıp sokaklara atılır.
Halbuki düşünülecek olursa, o işçi, bütün kuvvetini mahut sermayedara satarak
vücudunu onun menfaatı uğruna yıprandığı için âtisi göz önünde tutulması
lâzımdır.
İşte bunun için emekçi
halk uğradığı bu haksızlıklara karşı, bütün ömrü boyunca sarfettiği emeğini,
çürüttüğü vücudunu emniyet altına almak için silâh arar ve bulur. Proleterlerin
yegâne silahı, birleşip anlaşarak, kapitalistlere karşı cephe almaktır.
Dünyadaki bütün işçi birliklerinin vücuda gelmesi de buna bir misaldir.
Kapitalistlerin silâhı ise para, iktidarda olmaları ve hükümet kuvvetleridir. Bir
memleketin asayişinin bozulmasına sebeb de yine kapitalistlerdir. Çünki emekçi
halkın haklarını istismar ederek onların hayatlarına krizler yaratıp
kendilerini endişeye ve mahviyete sevkederler.
İşte o zaman, emekçi halk, bu haksızlıkları görüp,
sermayedarlara karşı zaruri birleşerek cephe alırlar. Artık nümayişler,
boykotlar, grevler, hatta isyanlar başlayarak, kapitalistlerle emekçi halk
arasında bir anlaşmamazlık devam ederek, o
memleketin asayişi bozulur. Kıbrıs adasında kapitalist pek azdır. Kapitalistlerin
yerini alan burjuvazilerdir ki bunlar da proletarlar için kapitalistler kadar
tehlikelidir, hatta bunlar kapitalistlerden daha muzırdırlar. Burjuvalar bazan
kapitalistlerden müşteki görünürler, fakat halka temayül gösterirler, halbuki
emekçi halkı benimsediklerinden değil, emeğe ihtiyaçları olduğu için
menfaatları icabı temayül ederler. Burjuvaların da gayeleri proleterlerin
emeğini istimal ederek, istihsal elinde, proleterlere karşı bir silahtır ki,
onları icap ettiğinde kullanmasını bilirler. Bir tip de var ki kapitalist veya
burjuvazi olmayıp, ruhları kapitalisttir. Bunlar daima kapitalistler tarafından
işçilerin arasına girerler ve kapitalizm lehine propaganda yaparlar. Bu tipler
işçiler için kollera mikrobundan daha tehlikelidirler. Bunlara karşı işçilerin
uyanık bulunmaları şarttır. İşte böylelikle, kapitalistin istihsal hırsı devam
edip, proleterin emeğini istismar ettiği müddetçe, emekçi halkle kapitalistler
arasında anlaşamamazlık devam edecektir.”
YAZDIĞI DİĞER GAZETELER
Derviş Ali Kavazoğlu, daha
sonraki yıllarda yine ilerici Kıbrıs Türk işçi hareketinin yayın organı olarak
yayımlanmaya başlayan haftalık “İnkılapçı” gazetesinin (Sayı:1, 13 Eylül 1955 -
Sayı: 14, 12 Aralık 1955) başyazarlığını yapmaktaydı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanından
sonra Ahmet M.Gürkan ve Ayhan Hükmet adlı avukatlar tarafından yine haftalık
olarak yayımlanan “Cumhuriyet” adlı gazetede de (Sayı:1, 16 Ağustos 1960 -
Sayı:89, 23 Nisan 1962) “Çalışma Hayatımız” köşesinde yazmakta ve çalışan
kesimin sorunlarını dile getirmekteydi.
1957 yılında Moskova’da
yapılan Dünya Gençlik Forumu’na katılan Derviş Ali Kavazoğlu, oraya giderken
Sofya’ya uğramış ve Bulgaristan Komünist Partisi’ne bir rapor sunarak, BKP’nin,
Kıbrıslı Türklerle çalışmasında AKEL’e yardımcı olmasını istemişti. Kıbrıs
Komünist Partisi AKEL’in Türk Kolu’nun önde gelen militanlarından olan
Kavazoğlu’nun, dünyaca tanınmış Türk şair Nazım Hikmet ile de dost olup,
mektuplaştığı bilinmektedir.
Kıbrıs Türk liderliğinin
antikomünist ve taksimci politikalarını eleştirdiği için 1958 yılından beri
sürekli olarak izlenen Kavazoğlu, Cumhuriyet gazetesinin sahip ve yazarları olan Gürkan ile Hikmet’in 1962
yılında öldürülmesinden sonra, o da birçok kez ölümle karşı karşıya gelmiş, ama
bunları atlatabilmişti.
TAKSİMCİLERE KARŞI ÇIKMAKTAYDI
Derviş Ali Kavazoğlu,
Aralık 1963 olaylarından sonra, Dr.İhsan Ali ile birlikte sık sık siyasal
bildiriler ve açıklamalar yayımlayarak, Kıbrıs Türk liderliğinin ayrılıkçı
politikalarını protesto etti. Kavazoğlu’nun makaleleri, yerli ve yabancı basına
verdiği demeçler, radyo ve televizyondan yaptığı konuşmalar, emperyalizmle
işbirliği yapmakta olan liderliğin, Türk-Rum düşmanlığını yaratmak için
başvurduğu tedhişi gözler önüne sermekteydi. Her iki yurtsever de, bu
etkinlikleri yüzünden Kıbrıs Türk yeraltı örgütü TMT tarafından kara listeye
alınmışlardı. “Bay Kavazoğlu, Dali-Kıbrıs” adresine 30 Ekim 1964 tarihinde
Ankara’dan postalanan bir notta şöyle denmekteydi:
“Alçak. Canının cehenneme gideceği gün
yakındır.”
Derviş Ali Kavazoğlu, bu
dönemde yaptığı bir konuşmada şu değerlendirmeleri yapmaktaydı:
“Daha dün denecek kadar
kısa bir zaman öncesine kadar aynı atelyelerde, aynı dairelerde, aynı maden
ocaklarında beraber çalışan, hayat ve iş şartlarının düzelmesi için beraber
savaşan, aynı yurdun evlatlarına yiyecek vermesi için aynı toprakları terleri
ile sulayan, aynı spor sahalarında kardeşçe medeni sportif müsabakalar yapan
Kıbrıslı Türk ve Rum delikanlılarını birbirine ölüm ateşi saçmak için dağ
başlarına sevk ettiler.
Türk ve Rum gençlerinin
gruplar halinde beraberce terennüm ettikleri barış şarkılarını hayat
şarkılarını ve şarkıları takip eden tatlı kaval, santur ve akordiyon seslerini
yıllarca işitmeye alışık olan turistik Kıbrıs dağlarının mağrur çam ağaçları,
bugün yiğit delikanlılarımızı hayatlarının baharında kara toprağa gömen top
seslerini ağlarcasına yapraklarını dökerek işitiyorlar.”
Derviş Ali, konuşmasının
devamında şöyle demekteydi:
“Emperyalistler, iğrenç
maksatlarında başarı sağlamak ve oyunlarını gizlemek için “iki toplum bir arada
yaşayamaz” masalını icat ettiler ve yerli organlarının yardımı ile, yalanla,
tehditle zorla onbinlerce Kıbrıs Türkünü yerinden yurdundan kaldırarak, adanın
başka mıntakasına taşıdılar. Bugün yirmi binden fazla Türk evinden, işinden, tarlasından
uzak, açık havada, çadır altında göçebe hayatı yaşıyor, binlerce Türk genci
işsiz güçsüz ortada dolaşıyor, okullar çalışmadığı için binlerce orta okul
öğrencisi öğrenim yapamıyor ve açıkta dolaşıyor.
Türk toplumunun başına
emperyalistlerin yardımı ile, faşist metodlarla, zorla, silahla lider
kesilenler, halka gerçek arzularını, emperyalizme karşı olan nefretini, barış
isteklerini ifade etmiye müsaade etmiyorlar. burada mübalağasız söyliyebilirim
ki, zorla Kıbrıs Türk toplumunun idaresini eline alanlar, toplumumuzu
emperyalizme alet etmek ve demokratik fikirleri susturmak için Hitlercilerin
Buchenwald toplama kampları gibi kamplarda kullandıkları iğrenç ve canavar
metodları kullanıyorlar; demokrat düşünceli gazetecileri gecenin karanlığından
istifade ederek tabanca ile öldürüyorlar; iki toplumun bir arada
yaşayabileceğini beyan edenleri karanlık odalara kapayarak, başına siyah maske
geçirerek demirden ve kurşundan yaptıkları aletlerle dövüyorlar. Biz bu işkenceleri her zaman ve her yerde ispat etmeye hazırız.”
(Afrika gazetesi, Lefkoşa, 11 Nisan 2005)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder