Ahmet An
Kıbrıslı Türklerin geçmişi hakkında bize
çok değerli bilgiler veren Avukat Fadıl Niyazi Korkut[1], 1963 sonrasındaki
dönemde kaleme aldığı ve ancak 2000 yılında Harid Fedai ve Haşim Altan
tarafından yayımlanan “Hatıralar”ında, Kıbrıs Türk toplumunda ilk kulüpler
konusunda bize çok değerli bazı bilgiler vermektedir.[2]
İTİMAD KIRAATHANESİ
Korkut, şöyle demektedir:
“Bizim çocukluğumuzda Osmanlı-Rus
seferinde Alaylı Kolağası olarak askeri hizmet gördükten sonra vatanı olan
Kıbrıs’a dönmüş olan (sonradan liseye evini vakfeden) İrik Derviş Efendi’nin[3], himmet ve delâletiyle Lefkoşa’da İtimad Kıraathanesi adı altında, pek
muntazam ve geniş aboneli bir toplanma yeri vardı. Bu kıraathane şimdiki
Dedezade Hanı’nın olduğu yerde idi. Ve işgalin (1878’deki İngiliz
işgalinin-A.An) ilk zamanlarında en iyi bir müessese olarak birkaç yıl devam
etmişti. Fakat Derviş Efendi’yi çekemeyenlerin bozgunculuğu yüzünden üyelerin
çoğu dağılmış ve ondan sonra Eski Polis denilen Hacı Rifat Efendi Konağında
(şimdiki Mısırlıoğlu Apartmanı’nın olduğu yerde) kısa bir müddet daha devam
ettikten sonra kapanmıştır.”[4]
OSMANLI KIRAATHANESİ
Fadıl
Bey’in sözünü ettiği[5] ikinci kuruluş, “Kıraathane-i Osmani”, yani
Osmanlı Kıraathanesi’dir. O sıralarda Mısır’daki görevinde hizmet eden Beliğ
Paşa’nın[6] arzusu üzerine sadece eşrafa mahsus olmak üzere
(1891’de) kurulan bu kuruluşun, herhangi bir nizamnamesi ve heyet-i idaresi
yoktu. Beliğ Paşa’nın gösterdiği bir kimse abone bedellerini toplar ve
Kıraathane masraflarını görürdü. Korkut şöyle yazmaktadır:
“Kardeşim Raik[7], Mısır’da çıkan
“Türk” gazetesine bir yazı göndermiş ve İslam dininde bazı yenilikler yapılması
fikrini ileri sürmüştü.[8] Bu yazı yayımlandıktan bir müddet sonra bazı
arkadaşları, Raik’i Osmanlı Kıraathanesine almak istemişlerse de, eşraf, dinsiz
olduğunu söyleyerek reddetmişlerdi. Sonraları Lefkoşa’da yeni usul kulübler
kurulduktan epey sonra Osmanlı Kıraathanesi [9] kulüb haline
ifrağ edilmişti.” [10]
Hasan Saffet Hocalar’ın verdiği bilgiye
göre, Osmanlı Kıraathanesine “Münir Beyler, Fuat Beyler, Raif Beyler, Köroğlu
Mehmedaliler giderdi. Hükümetçiydi. Çok gitmedi, 10 senede kapandı.” [11]
Salahattin Ünlü ise, Osmanlı
Kıraathanesi’nin, yıllarca önce kurulan Rum Kıraathanesi Kipriyagos Silogos’a
karşı kurulduğunu yazmaktadır.[12] Ünlü’ye göre,
Osmanlı Kıraathanesi’nin tüzüğü ve kayıtlı üyeleri yoktu. “Adanın geleceği
hakkında tedirginlik duymaya başlayan bir avuç Osmanlı aydınının ne
yapacaklarını düşünmek için bir araya gelebilecekleri bir yerdi”.[13]
OSMANLI KIRAATHANESİNİN YAYIMLADIĞI GAZETELER
Osmanlı Kıraathanesinin ileri
gelenlerinden biri de Tüccarbaşı Hacı Derviş’ti[14] ve çevresinde
etkin bir kişiliği vardı. Kıraathane ileri gelenleri, sohbetle, dertleşmekle
gidişe başkaldırmakla yeterli olamayacaklarını düşünerek, bir gazete çıkarmaya
karar verdiler. Hacı Derviş bu işi üstlenerek, gazetenin imtiyazını aldı. Ama
gazeteyi basacak bir matbaa yoktu. Bu amaçla önce makbuzlar hazırlandı, halktan
para toplandı ve Lefkoşa’nın Türk kesimindeki Laleli semtinde Zaman Matbaası
kuruldu. Haftalık olarak çıkacak olan Zaman gazetesinin ilk sayısı 25 Aralık
1891 günü yayımlandı.
ZAMAN GAZETESİ
Gerçi
bundan önce, Kıbrıslı Türklerin çıkardığı ilk gazete olarak, Lefkoşa’da “Saded”
adında haftalık bir gazete yayımlanmıştı, ama arkasında etkin bir örgüt
bulunmadığı için, dört ay sonra yayın yaşamından çekilmek zorunda kalmıştı.
Leymosun’da mal müdürü olarak görev yapan Ahmet Emin Efendi’nin 1 Nisan 1889’da
emekliye ayrılır ayrılmaz, Lefkoşa’da çıkarmaya başladığı “Saded” adında
gazetenin ilk sayısı, 11 Temmuz 1889 tarihini taşımakta olup, 14 Kasım 1889 tarihli
16. sayısıyla yayın yaşamından çekilmişti.[15] Adada Kıbrıslı
Türkler tarafından çıkarılan bu ilk gazetenin herhangi bir nüshası, ne yazık ki
günümüze kadar ulaşamamıştır.[16]
Cemaleddin Ünlü, Zaman gazetesinin ilk
sayısında yer alan “Zamanın Mesleği” başlıklı yazıda yayın amaçlarının şunlar
olduğunu kaydetmektedir:
1. İngiliz sömürgeciliği
ile savaşmak
2. Ulusal bilici ayakta
tutmak, anavatana güven ve bağlılığı devam ettirmek
3. Kıbrıs sorununu yalnız
Rumların bakışı açısından dünyaya duyurmayan çalışan kalabalık Rum gazeteleri
ile savaşmak
4. Enosis’e karşı durmak
5. Dünya kamuoyundan
Kıbrıs Türklerinin sesini duyurmak
6. Türk dilini, yazı dili
olarak da Adada ayakta tutmak
7. Türk toplumunu her
alanda kalkındırmak, Türk esnaf ve işçisinin haklarını korumak
8. Türk ahlak ve
eğitimine hizmet etmek
9. Kişisel çıkarları
değil, Ada Türklerinin çıkarlarını gözetmek
10. Kimseye kin gütmemek,
kimseden yana olmamak
Yazının devamında şöyle denmekteydi:
“Zaten Zaman menfaatının yarısı,
Lefkoşa’da İslam toplanma yeri olan Kıraathane-i Osmani’ye ait olduğundan,
idari işleri uhdesine tevdi etmiştir ki, atide gösterilen zevat-ı muhteremeden
mürekkeptir: Katib-i Fahri: Faik Bey, Aza: Cemal Efendi, Aza: Asaf Bey, Aza:
İrfan Bey, Aza: Asım Bey.
(...) Zaman gazetesinde bir yandan
Kıbrıs ve Kıbrıslıların davaları sürdürülürken, öte yandan da Rum basınına
cevaplar verilir, ama hak, hukuk, özgürlük, meşrutiyet, anayasa gibi deyimler
ve sözcükler gazetede görünmeye başlar.”[17]
İSTANBUL’DAN MADDİ YARDIM TALEBİ
Mehmet Faik ve Mustafa Beyler, Zaman gazetesinin yayımlanmaya başlamasından
kısa bir süre sonra, Yıldız Sarayı Başkatiplik Dairesi’ne hitaben kaleme
aldıkları bir dilekçede, gazetelerine maddi yardım talep etmişlerdi. Konu ile
ilgili Başkatiplik belgesinde şöyle denmekteydi:
“Parçalanmağa ve saptırılmağa yüz tutmuş bulunan Kıbrıs müslüman
halkının yeniden birlik ve beraberliğine kavuşturulması ve ulusal çıkarlarını
koruma ve sahip çıkma amacıyla kurduğu ‘Kıraathane’nin çalışmalarına yardımcı
olmak ve Rum gazetelerinin yayınlamakta olduğu yıkıcı ve (düşmanlık körükleyen)
makalelere yanıt vermek, susturmak ve etkisiz hale getirmek üzere bir islam
gazetesinin yayınlanmasının zorunluluğu karşısında atılan olumlu bir adımla
‘Zaman’ adlı gazetenin yayınlanmaya başladığına ve söz konusu gazetenin
Padişahlık katına ve görüşlerine uygun olarak yayınlanacağına dair Mehmet Faik
ve Mustafa adlı şahısların imzalı dilekçeleri tarafımıza ulaşmıştır. Söz konusu
dilekçe tarafımızdan incelenmiş ve değerlendirilmiştir. Buna göre girişim
Padişahlık katınca da olumlu karşılanarak, gazete amaçları doğrultusunda her
bakımdan desteklenecektir.” [18]
İstanbul hükümetinin İçişleri Bakanı, 1892 yılı içinde konuyla ilgili şu
kararı almıştı:
“Konu, padişahlık katında enine boyuna incelenmiş ve Kıbrıs Adasında Türkçe
olarak yayınlanmasına başlanan Zaman gazetesinin Osmanlı İdaresi ve
saltanatının çıkarlarına büyük ölçüde katkıda bulunabileceği gerçeği dikkate
alınarak, söz konusu gazetenin yayınını sürekli biçimde sürdürmesini sağlamak
üzere 1500 kuruş kadar bir meblağın yardım olarak verilmesi uygun görülmüş,
sözü edilen meblağın matbuat kaleminden sağlanamaması nedeniyle Padişahlık
katından bir yardım olarak verilmesi uygun görülmüş ve karar gereği için Saray
Başkatipliği aracılığı ile ilgili mercilere duyurulmuştur.”[19]
Beria Remzi Özoran ise şunları
yazmaktadır:
“Haftalık olan bu gazetenin
başyazarlığı, İstanbul’dan getirtilen Muzafferüddin Galip isminde bir kimseye
verildi. Gazete bir yıl kadar yayınına devam ettikten sonra Kıraathane-i Osmani
idare heyeti üyeleri ile Derviş Efendi arasında ihtilaf çıkmış, bu sebeple
ikinci yılda doğrudan doğruya Hacı Derviş Efendi gazeteyi çıkarmıştır.
Ancak bu zat okuyup yazması kıt olduğu
için yazıları kendisi yazmaz, yazabilenlere hazırlatırdı. Gazetecilikte ısrar
etmesinin sebebi Sultan Hamid’e kulluk etmekti. Esasen başından beri “Zaman”ın
siyaseti, meşrutiyet ve hürriyet lehinde uyanan genç fikirleri boğmaktı!
İstanbul’da tahsilini tamamlayarak o
sırada Lefkoşa’ya dönen Bodamyalızade Şevket Bey’le Ahmet Tevfik Bey de “Zaman”
muharrirleri arasına alınmış ve yayınlara permi verilmişti.
Rüşdiye mektebi başöğretmeni Hafız
Ziyai, Müftü Ali Rıfkı, Hakim Ata ve Hakim Hilmi Beyler de arada sırada bu
gazeteye yazı gönderirlerdi.
Adana İdadisi Müdürü Ali Riza Bey, Adana
valisi ile geçinemediğinden Adana’yı bırakıp Kıbrıs’a gelmiş ve Lefkoşa’da yeni
açılan İdadiye müdür tayin edilmişti. O da “Zaman” gazetesine yazı yazmaya
başlamış, böylece bu gazetenin seviyesi yükselmiş, bu sayede Derviş Efendi’nin
ismi Yıldız’a aksetmiş, bir süre sonra da kendisine “Mir-i Miran” rütbesi ihsan
edilmişti. Böylece Hacı Derviş Efendi, Derviş Paşa olmuştu.(1894-A.An [20])
Ancak Derviş Paşa’nın kültürü,
rütbesiyle birlikte artmadığı için gazetesinde çıkan yazıları kontrol edemiyor,
yetkili makamların hoşuna gitmeyecek makaleleri sansürden geçiremiyordu.
Nitekim yazarlardan bazıları Dahiliye Nazırı Memduh Paşa’nın, bazıları da Adana
Valisi Bahri Paşa’nın aleyhine yazdıkları halde, Derviş Paşa hiç sesini
çıkarmıyor, bunların bir gün kendisine zararı dokunabileceğini
hesaplayamıyordu.
Nihayet “Zaman”ın olumsuz neşriyatı
Memduh Paşa’yı kızdırdı, Derviş Paşa, Sultana şikayet edildi ve paşalığı geri
alındı. Bu duruma çok üzülen Derviş Paşa Efendi gazeteyi, dokuzuncu yılında
kapattı. Gazetenin (2 Eylül 1900 tarihli- A.An) son sayısı 423 numaralı idi.”[21]
YENİ ZAMAN GAZETESİ
Paşalıktan azledilen Hacı Derviş Efendi’nin padişah korkusu ile Zaman
gazetesinin Jön Türk yanlısı sevilen yazarlarının makalelerinin içeriğine
karışmaya başlamıştı. Bu karışmalar Osmanlı Kıraathanesinde büyük huzursuzlukların
çıkmasına neden oldu. Bunun üzerine bu yazarlar Zaman gazetesinden ayrılarak,
“Yeni Zaman” adında yeni bir gazete çıkarmaya başladılar.
Beria Remzi Özoran, “Kıbrıs’ta Türk Gazeteciliği” başlıklı makalesinde, bu
gazete ile ilgili olarak bize şu bilgileri vermektedir:
“YENİ ZAMAN: İlk sayısı 22.8.1892’de
basılan bu gazete Kıraathane-i Osmani tarafından yayınlanıyordu. Sahibi
Kûfizade Asaf Bey[22] idi. Bu gazetenin sloganı da “Millet-i
İslamiyenin maarifine hizmet etmek” ve zamanın padişahına sadakat göstermekti.
Yazarları Muzafferüddin Galip ve Faik Beylerdi.”[23]
Özoran, “Kıbrıs’ta çıkan ilk Türkçe
Gazeteler” başlıklı makalesinde, Yeni Zaman’la ilgili olarak şu bilgileri
vermektedir:
“Bu gazetenin mesleği, “Millet-i
İslamiyenin maarifine ve ahlâkına hizmet etmek” gayesini güdecekti. Gazetenin
idaresile görevlendirilen Kıraathane-i Osmani yönetim kurulu üyeleri, gazetenin
ilk sayısında bu şekilde ilan edilmişti: Muhasebeci: İzzetlû Sadık Efendi, Aza:
İzzetlû Abdullah Efendi, Kâtib-ı Fahri: Rif’atlu Mehmet Faik Bey: Sahib-i
imtiyaz ve Sandık Emini: Rif’atlu Asaf Bey, Aza: Rif’atlu Asım Bey, Mehmet Arif
Efendi, Bekir Efendi-zade Rif’atlu Nazım Efendi” Muzafferüddin Galip Bey de
Başmuharrirlik görevini üzerine almıştı.
Bu arada Etniki Eteriyacıların adada
çıkardıkları gazete sayısı yediyi bulmuştu. Kıbrıs Rumlarının beyinlerini
yıkamak ve dış dünyaya Kıbrıs halkını Yunanistan’a bağlı bir Elen toplumundan
ibaret göstermek gayreti içinde bulunan bu gazeteler, kısa ömürlü Sadet’ten
sonra bir Türk kulübünün desteğile Zaman’ın çıkmasını hazmedememişler ve “Bu
gazete ancak altı ay yaşar” kehanetini savurarak, duygularını açığa
vurmuşlardı. Yeni Zaman, ilk sayısında, Rum meslektaşlarının bu kehanetini
okurlara hatırlatmakta ve adada ikinci Türkçe gazete olarak uzun süre tutunmak
azmini belirtmekte idi.
Pazartesi günleri çıkan bu haftalık
gazete, Kıbrıs Türkünün dileklerini dile getirmekle kalmıyor, faydalı yazıları
ile ona her alanda bilgi veriyor, yol gösteriyordu. Namık Kemal’den feyzalmış
olan ve Osmanlı Devletinin bir memuru sifatile Kıbrıs dışında görev yaptığı
yerlerde tecrübe ve hayat görüşünü genişleten Kaytazzade Nazım Efendi[24]; çeşitli konulardaki yazıları, denemeleri, tercümeleri, şiir ve
romanlarile gazetenin değerini artırıyordu. Başyazar Muzafferrüddin Galip Bey,
o yıl Eylül sonlarında İstanbul’a döndükten sonra da gazete değerli yayınlarını
devam ettirebilmiştir. Başyazarlığı üzerine alan yazı kurulu üyelerinden Faik
Bey, Muzafferüddin Galip Bey’in boşluğunu doldurmaya azimli idi. Bu boşluk
şüphesiz ki büyüktü, zira Galip Bey yalnız makale-i mahsusa (başmakale) kaleme
almak ve gazeteye girecek yazıları gözden geçirerek sıraya koymakla kalmıyor;
aynı zamanda fıkraları, hikayeleri, şiirleri, hatta bir tefrika romanı ile Yeni
Zaman’ı zenginleştiriyordu.
Yeni başyazar ve diğer yazarlar, bu
boşluğu doldurmayı başardılar. Galip Bey’in ayrılışından sonra çıkan ilk sayıda
bu başarı göze çarpıyor, ayrıca Foni dis Gipru adındaki Rumca gazetenin,
gazetecilik mesleğile hiç bağdaşmayan bir yorumu ibretle okunuyordu. Yeni
Zaman’ın sütunlarına aktardığı bu yorum şöyle idi: “Muzafferüddin Galip Bey
gittikten sonra Yeni Zaman artık kapanır. Meğer ki Konstantinopol’den bir başka
yazar getirtilsin.” Etniki Eteriyacıların duygularını yansıtan bu yorum,
gerçekten ibretli ve o ölçüde uyarıcı idi. Türk aydınlar, özellikle Kaytazzade
Nazım Bey, İstanbul’dan başyazar getirtmeden gazeteyi yaşattılar. Artık
Kıbrıs’ta Türk gazeteciliği bir varlıktı; Türk toplumunun dili, gözü ve kulağı
olan bu varlık, yıldan yıla kuvvetlenecek; her türlü zorluklara ve tehlikelere
göğüs germek pahasına görevini yapacaktı.” [25]
Nitekim Yeni Zaman gazetesi, o
yıllarda yayımlanmakta olan Kıbrıs Rum gazetesi “Foni dis Gipru”nun 10 Ocak
1893 tarihli sayısında başlattığı Enosis (adanın Yunanistan’a bağlanması)
kampanyasına karşı çıkması ile anılmaktadır. Kavanin Meclisi’nin Rum
üyelerinden Avukat Yorgo Şagalli’ye göre, Kıbrıs anlaşmaları gereğince Osmanlı
devletine ödenmek üzere, İngilizler tarafından ada halkından toplanan vergiler,
çok ağırdır ve bunlardan kurtulmanın tek yolu, enosis’tir. Şagalli’nin bu
konuda hazırladığı bir konferansın verilmesi, Kibriyagos Silogos adlı Rum
kıraathanesine ait tüzüğün 42. maddesine aykırı olduğu için engellenmişti.
“Foni tis Gipru” gazetesinin
sütünlarında yer alan konu ile ilgili haber, mektup ve makaleleri aktaran Yeni
Zaman gazetesinin 16 Ocak 1893 tarihli nüshasında, bu tür yayınların herhangi
bir endişe doğurmayıp, önemsiz addedildiği belirtilmekte, ama hükümetin yine de
bu tür yayınları önlemesi talep edilmekteydi. 30 Ocak 1893 tarihli Yeni
Zaman’da ise, Kıbrıs adasının İngiltere tarafından emaneten ve geçici olarak
yönetilmekte olduğu anımsatılmakta ve enosis için Kıbrıslı Hristiyan
vatandaşlar tarafından yapılan gösterilerle enosisin gerçekleşeceğini ümit etmelerinin
boşuna olduğu kaydedilmekteydi.”[26]
“Faik Bey bir aralık Memduh Paşa
aleyhine yazmaya başlamış, sonra günün birinde Kıbrıs’tan ayrılarak İstanbul’a
gitmiş, bir daha da geri dönmemişti. Onun ayrılması üzerine “Yeni Zaman” da
kapanmıştı. Gazetenin (27 Şubat 1893 tarihli-A.An) son nüshasının sayısı 28
idi.”[27]
KIBRIS GAZETESİ
Kûfizade Asaf Bey, “Yeni Zaman”ın
kapanması üzerine, bir hafta içinde kendi namına “Kıbrıs” gazetesini çıkarmak
için hükümetten izin almış ve 6 Mart 1893’te gazetesinin ilk sayısını
yayınlamıştı. Gazetenin yönetim yeri, “Kıbrıs Ceziresinde Lefkoşa şehrinde
Mahkeme-i Şeriye pişgahında Osmanlı Kıraathanesi Matbaası” olarak
verilmekteydi.
Kıbrıs gazetesinin 28 Aralık 1896
tarihli (Sayı:225) nüshasında yer alan bir makalede, Zaman gazetesinin sahibi
Hacı Derviş Efendi ile olan görüş ayrılıkları ile ilgili olarak şunlar
yazılmaktadır:
“Zaman gazetesi müdürünün hâl ve
iktidarı bu veçhile malum olduktan sonra bir de mezkur gazetenin ne yolda
meydana çıktığını bildirelim:
Kıbrıs’ta henüz bir Osmanlı gazetesi yok
iken, milli ve vatani menfaatlarımızın muhafazası ve islami birliğin bekasını
temin maksadı ile kurulup açılan, Kıraathane azaları tarafından, harfler ve
gerekli aletlerin celbiyle ilk defa olarak Zaman nâmında bir gazete neşrine
muvaffak olunmuştur. O sırada ayak işlerini görebilecek birinin sahib-i imtiyaz
tayin olunması lazım geldi. Biz de o vakit şimdiki Zaman sahib-i imtiyazını
tayin etmiştik. Aradan bir müddet geçtikten sonra bize cibiliyetini göstermeye
başladığından, kendisini azletmiştik. Bu azl üzerine cehalet yüzünden, güya bu
yoldaki devamımıza bir engel olmak üzere Zaman nâmıyla verilen imtiyazı
gasbetti. Yalnız namı değil, perde altı icraatı vasıtasıyla o nâma tevcih ve
rabdolunan menfaatı da zabteyledi. Gerçi o nâm ile menfaatın Kıraathane, yani
cemiyet-i islâmiye için geri alınmasına çalışılmış ise de, ne faide ki, o zaman
muvaffakiyet hasıl olamamıştı. Bunlar, kendi aklı ile icra olunsaydı -hamiyete
aykırı olmakla beraber- bravo derdik. Halbuki daha kesin olarak elde edilen
bilgilerden anlaşıldığına nazaran kendileri için de pay ayıran kışkırtıcıların
eser-i şeytaneti idi.
Zaman nâmı bizden gasbolunduktan sonra,
biz de vatana olan hizmetimizden geri kalmamak için önce Yeni Zaman ve sonra
Kıbrıs nâmıyla, gazetemizi devam ettirdik. Aradan bir çok vakit geçtikten
sonra, gasbedilen Zaman nâmı iğrenç hatırlatır olmuştu.
Heyhat!… Hemen bir nüshası görülmemiştir
ki, ada’nız müslüman halkının kendi taraftarından mâda, bütün başta
bulunanlarına ve hükümetin İslâm memurlarına karşı birer suretle kötülük dolu
makalelerden hâli bulunsun. Mamafih yolunu değiştirir veyahut yol değiştirir
veyahut yol değiştirilir zannıyla sükut ettik.
Halbuki gittikçe tecavüzlerini artırdı.
Mektep görmemiş veyahut mektepten girdiği gibi çıkmış, âlemi tahkirden başka
bir haslete mazhar olmamış böyle bir adamla, mantık ve münazara usulu
dairesinde tartışmaya devam etmek beyhude olacağından okuyucularımızı bir daha
bu yolda işgal etmemek için Evkaf ve gerek gazetemiz ve gerek sâir zevat
haklarında neşrettiği uydurma şeyleri, mazur olduğuna hamlederek birer birer
tekzip etmek ve çürütmekten sarf-ı nazar ederiz…”[28]
Yine Beria R.Özoran’dan aktaralım:
“Başlangıçta “Zaman” gazetesi gibi
devrin padişahına sadakat göstermek prensibini güden bu gazete, sonradan Jön
Türk hareketini benimsemiş ve halkı bu yönden etkilemiştir. Jön Türk
taraftarlariyle onlara karşı olanlar arasındaki ayrılığın günden güne
şiddetlenmesi üzerine zamanın müftüsü Ali Rıfkı Efendi bir beyanname
yayınlayarak, çarpışan bu iki akımın taraftarlarını uzlaştırmak istemişse de
eski ve yeni fikirlerin uzlaşması mümkün olmamış, ondan sonraki yıllarda da
sürüp gitmiştir.
1898 yılına kadar yayınına devam eden
Kıbrıs gazetesi, o yıl günün birinde ansızın kapanmıştır. Kûfizade Asaf Bey’in,
Dahiliye Nazırı Memduh Paşa ile muhabere ettiği ve gazetesini Nazırın isteği
üzerine kapattığı, hatta bu itaatine karşılık kendisine 500 kuruş aylık
tahsisat bağlandığı ve Meşrutiyetin ilanına yani 1908 yılına kadar bu tahsisatı
muntazaman aldığı kendisine yakın bir kimseden öğrenilmiştir. (Bu bilgiyi Asaf
Bey’in bir yakını, “Söz” gazetesi sahip ve başyazarı Remzi Okan’a şifahen
vermiş, Remzi Okan da bu konudaki yazı serisinde (Söz, 23 Temmuz-17 Ağustos
1933 - A.An) kaynağın ismini vermeden bilgiyi okurlarına aktarmıştır.)”[29]
BİR BAŞKA JÖN TÜRK: AHMET TEVFİK EFENDİ
Rodos adası doğumlu olduğu söylenen
Ahmet Tevfik Efendi, bir süre İstanbul’da eğitim gördükten sonra Kıbrıs’a
gelmiş ve Hacı Derviş Efendi’nin 25 Aralık 1891’de çıkarmaya başladığı Zaman
gazetesinde gazeteciliğe başlamıştı. Hacı Derviş Efendi ile anlaşmazlığa düşen
Ahmet Tevfik Efendi, “Zaman” gazetesinden ayrılarak, kendi adına ve 27 Kasım
1896’da ilk sayısı yayımlanan “Kokonoz” adlı 15 günlük bir mizah gazetesi
çıkarmaya başlamıştı.
Şükrü Hanioğlu’nun kaydettiğine göre,
Kokonoz gazetesinin, 100’den fazla abonesi vardı ve Müftü’nün Jön Türk karşıtı
kampanyasını hicvediyordu.[30]
Yıldız Sarayı Hümayunu Baş Kitabet
Dairesi tarafından kaleme alınan 10 Ağustos 1897 tarihli bir “İrade-i
Hususiye”ye göre, “Kıbrıs’ta tab olunan Kokonoz nam Türkçe gazetenin tahdiş-i
ezhanı mucip neşriyatta bulunmasına mebni Memalik-i Şahaneye men’-i idhali
için” İçişleri, Gümrük, Zaptiye ve Posta ve Telgraf Bakanlıklarına birer
yazı gönderilmiştir.[31]
Nitekim Kokonoz, 22. sayısından sonra
yayınına son verip, bundan sonra 17 Eylül 1897’de “Akbaba” adıyla çıkmaya
başladı. Akbaba’nın Kokonoz’dan farkı, Jön Türk hareketine destek olması ve
Sultan Abdülhamit’i açıkça eleştirmesiydi. Bu yüzden “Akbaba”nın abone sayısı
azalmış, sahibi Tevfik Efendi sıkıntıya düşmüştü. Üstelik Abdülhamit kendisini
idama mahkum ettirmiş, böylece Türkiye’ye girmesi imkanını ortadan kaldırmıştı.
Akbaba, 19 Ağustos 1898’de çıkan 23.
sayısından sonra yayınını durdurdu. Zulüm ve haksızlık karşısında isyan eden
her insan gibi Ahmet Tevfik Efendi de Sultan’ın kendisine reva gördüğü ağır
cezalar karşısında çelikleşmiş bir irade ile direnmiş, bir çok zorlukları yenerek
ve engelleri aşarak iki yıl sonra “Mir’at-ı Zaman” gazetesini tesise muvaffak
olmuştur.
“MİR’AT-I ZAMAN: İlk sayısı 3.3.1900
tarihinde çıkan bu gazete, “Kokonoz” ve “Akbaba”nın aksine ciddi bir gazete
idi, mizah gazetesi değildi. Haftada bir yayınlanıyor ve Jön Türklerin
sözcülüğünü yapıyordu. Ahmet Tevfik Efendi’nin bir matbaa kuracak kadar parası
olmadığı için ancak bir kaç kilo harf alabilmişti. Bunları kendisi dizer,
bunların üzerine de ağır bir mermerle basarak gazetesini tabederdi. Gazetesinin
ilk dört sayısını böyle taş basma olarak çıkarabilen Tevfik Efendi, yayıma bir
süre ara vermek zorunda kalmış, fakat 27.4.1901’de tekrar neşriyata
başlamıştır.
Bu tarihten sonra gazete muntazaman
çıkıyor, meşhur Vizeli Hoca Rıza Efendi[32] ile İzmirli
Saffet Bey’in yazılariyle değeri ve önemi artıyordu. Gerçekten Hoca Rıza
Efendi’nin siyasi makaleleri, Tevfik Efendi’nin de edebi yazıları Kıbrıs
Türklerini, özellikle gençleri coşturacak kadar ateşli idi.
Ancak heyecanları körükleyen bu neşriyat
yüzünden bir çok muhalif kazanan gazete, 25.11.1901 tarihinden sonra bir süre
yayınlanmamış, ancak 16.6.1902’de tekrar çıkmaya başlamıştır. Çetin zorluklara
göğüs germek zorunda olan gazete arada sırada böyle aralıklarla 11.4.1910
tarihine kadar devam etmiş, o tarihte çıkan 367. sayısından sonra artık
yayınlanamamıştır.” [33]
FERYAD GAZETESİ
İlk sayısı 11 Aralık 1899’da, Hocazade
Osman Enveri Efendi tarafından yayımlanan “Feryad” adlı onbeş günlük bir
gazetenin başyazarı, İsmail Fethi adlı bir Jön Türktü. Osmanlı İttihat ve
Terakki Cemiyeti’nin Kıbrıs şubesi adına yayın yapan bu gazetenin, merkez
tarafından yayımlanan risaleleri tefrika ettiğini kaydedilmiştir.[34] Ama ancak dört sayı çıkabilmiş ve ardından Osmanlı hükümetinin
işareti üzerine yayını durdurulmuş ve sahibine ayda 300 kuruş tahsisat
bağlanmıştı.[35]
Jön Türkler tarafından 4 Şubat 1902’de
Paris’te toplanan ilk kongreye, Kıbrıs’tan da delegelerin katıldığından söz
edilmektedir.[36]
TÜRK TEAVÜN CEMİYETİ
Matbaacı M.Akif, istibdatın son
günlerinde (1908) Kıbrıs’ta, Hafız Ahmet Raik, Mustafa Naim ve Fadıl Niyazi
Beyler tarafından “Türk Teavün (Yardımlaşma) Cemiyeti” adında bir derneğin
kurulduğundan söz etmektedir. Akif, Selahi Beyaz Ahmet adındaki bir Lefkoşa
Tapu Dairesi memurunun, Türk Teavün Cemiyeti’ne bağlı “Türk Sahnesi”nde 1914
yılına kadar birçok temsillerde rol aldığını yazmaktadır. Debbağ Mehmet Salih
Efendi de, Türk Teavün Derneği’nin emektarlarından olup, burada sahneye ilk
çıkan gençler arasındaydı.[37]
FADIL NİYAZİ ANLATIYOR
Burada dikkat edilmesi gereken husus,
İngiliz yönetimi altındaki Osmanlı yurttaşları olan Kıbrıslı Müslümanlar
tarafından ilk kez “Türk” adı ile bir derneğin kurulmuş olmasıdır. Fadıl Niyazi
ise Birlik gazetesinde, Türk Teavün Cemiyeti ile ilgili olarak şu bilgileri
vermektedir:
“1908
senesinde “Hürriyet”ten sonra Lefkoşa’da bir “Türk Teavün Cemiyeti” kuruldu. Bu
cemiyetin üyeleri özel evlerde toplanıyorlar ve ülkeye hizmet etmek çarelerini
düşünüyorlardı. Bu sırada Lefkoşa İnas Mektebi (Kız Okulu) yararına birkaç
tiyatro yaptılar ve bugün okulda bulunan makine, tezgah ve saireyi hediye
ettiler. Cemiyet 1909 senesinde “Terakki Kulübü”nü açtı ve kulübü Cemiyetin
merkezi yaptı, daha önceki kültürel etkinliklerini sürdürdü. Fakat çok geçmeden
kulübün bilmem hangi sebeplerden dolayı üyeleri arasında particilik girdi. O
vakte kadar parti işlerinde yansız kalan Cemiyet ve Kulüp, içten içe kaynamağa
başladı ve bu hal “Terakki Kulübü”nün kurulmasıyla sonuçlandı. Her iki kulüp
birbirini rakip görerek etkinliklerini sürdürüyordu. Etkilerinin semerelerini
artık Ada dışına da yaymaya başladılar.”[38]
Mir’at-ı
Zaman gazetesinin 15 Kasım 1909 tarihli (Sayı:351) nüshasında belirtildiğine
göre, bir yıl önce Lefkoşa’da kurulan Türk Teavün Cemiyeti’nin Leymosun şubesi
oluşturulmuş ve Leymosun Türk okulları yararına, Namık Kemal’in Gülnihal adlı oyununun
sahnelenmesi için çalışmalar sürdürülmekteydi.[39]
İSKELE’DEKİ AHRAR KIRAATHANESİ
Mir’at-ı
Zaman gazetesinin 1 ve 15 Mart 1909 tarihli (Sayı:321 ve 323) nüshalarından
öğrendiğimize göre, Tuzla İskelesinde Ahrar Kıraathanesi efendileri tarafından
tertib edilen “Jön Türk” nam tiyatro oyunu, 6 Mart Cumartesi akşamı İskele’de
Karavyodi Tiyatrohanesinde seyircilere sunulmuştu.
İskele
ve Tuzla İnas Mekteplerinin yararına ve Ahrar (hür, serbest olanlar)
Kıraathanesi’nin öncülüğünde, İskele ve Tuzla gençleri tarafından sahneye konan
bu oyuna, onca Türk geldiği halde, yine de Rumlar çoğunluktaydı. Bu
müslüman-hristiyan yakınlığı, “hürriyetin ilanı”ndan sonra İmparatorluğun her
yanında ortaya çıkan durumdan kaynaklanmaktaydı. İngilizlerle bazı Rumlar,
tiyatroya eşleriyle birlikte gelmişlerdi ve onlara saygı gereği ön sıralara
oturtulmuşlardı. Oyunun baş kadın oyuncusu da Ermeni Sananyan Hanım idi.[40]
1908
yılında Lefkoşa’da[41] olduğu gibi, İskele’de[42] ve Mağusa’da[43] da Osmanlı Kıraathanelerinin bulunduğu yine Mir’at-ı Zaman
gazetesinde kaydedilmektedir.
TERAKKİ KULÜBÜ KURULUYOR
2.
Meşrutiyetin ilanı üzerine Kıbrıslı müslümanların aydınları Kıraathane-i
Osmani’de bir eğlence tertip etmiş ve toplar atmışlardı.[44]
Fadıl Niyazi Bey, Birlik gazetesinde
verdiği bilgilerden farklı olarak daha sonra kaleme aldığı “Hatıralar”ında şu
bilgileri vermektedir:
“(1908’de Türkiye’de) Hürriyet ilan edildiği haberi Kıbrıs’a geldiği günün
akşamı, içlerinde benim gibi hükümet memurları bulunduğu halde, gençlik, Namık
Kemal’in “Amalimiz efkarımız ikbal-i vatandır” manzumesini yüksek sesle
okuyarak, sokakları dolaşıyorduk. O güne kadar Abdülhamit’in türküsünü çağıran
kimseler bizim türkümüze katıldılar. Ama ertesi gün bütün Kıbrıs halkının
Meşrutiyetçi olduğunu gördük. Meşrutiyetten sonra Türkiye’de siyasi kulüpler
kurulduğunu gördükten sonra Türk Teavün Derneği’nde kayıtlı olan üyeler,
kardeşim Raik ve öğretmen Niyazi Efendi[45] beni de içlerine
alarak yeni usul bir kulüb kurmaya karar verdiler ve böylelikle 1908 yılı
içerisinde “Terakki Kulübü” adı altında ilk kulübü tesis ettik. Bu kulüb
Mecidiye Sokağı’nda, şimdi Salim Aziz’in evi olan binada açılmıştı. Türk Teavün
Derneği dışında bulunan gençlerden bir çoğu bu kulübe iştirak ettiler. Bu
kulübün sekreterliğine kardeşim Raik seçildi. (Şevki Işın da, Terakki
Derneği’nin kurucuları arasındaydı ve daha sonra Terakki ve Hürriyet
Derneklerinin birleşmesinde etkili oldu. [46])
TERAKKİ KULÜBÜ’NÜN ETKİNLİKLERİ
Mir’at-ı Zaman gazetesi, 26 Temmuz 1909
tarihli nüshasında (Sayı:342) yer alan “Lefkoşa’da Özgürlük Şenliği” başlıklı
bir haberinde, 23 Temmuz 1908’in birinci yıldönümünün kutlanması ile
ilgili etkinliklere değinmekte ve şöyle yazmaktaydı:
“Erkli ve yetenekli gençlerimizin vatan
sevgisinden doğan gayretle geçen yıl açılan ‘Terakki Kulübü’ dahi çok mükemmel
ve görkemli şenlikler yaparak, yurtseverliklerini göstermişlerdir.
‘Terakki Kulübü’ içten ve dıştan birçok
kandiller, bayraklar ve dallarla süslenmiş ve getirtilen polis bandosu geç
vakitlere kadar burada milli havalar çalarak herkesi eğlendirdiği gibi
oradakiler türlü tatlı ve buzlu içeceklerle ağırlandılar.”[47]
Ahmet Raik Bey’in “Eski Şeyler” adlı
kitabına aldığı “Nutuk”larından ilki (sayfa 60), Hürriyet’in İlanı’nın 1.
yıldönümünde 23 Temmuz 1909 akşamı Lefkoşa’daki Terakki Kulübünde yaptığı
konuşma olup, ikincisinde de, 21 Ağustos 1909 günü akşamı Terakki
Kulübü’nün ilk etkinliği olarak hazırlanan “müsamere-i edebiye”de yaptığı
konuşmadır. Sonuncu konuşmada şöyle demekteydi:
“Terakki Kulübü henüz yeni tesis
olunduğundan ilk müsameremiz münasebetiyle kulübümüzün maksad-ı tesisi, aza-yı
müessisenin hedef-i amali hakkında bir miktar tafsilat ita etmekliğime müsaade
buyurmanızı istirham ederim. Kulübümüze Terakki ismi tesadüfi verilmiş
değildir. Nizamname-i Esasiye’mizin ikinci maddesinde şu cümleleri
görüyorsunuz: “Terakki Kulübünün maksad-ı te’sisi, Cemaatimiz arasında
terakkiyat-ı fikriyenin neşr ve ta’mimine hadim olmak, tenvir ve tenevvüre
(aydınlatma ve aydınlanmaya) sarf-ı mesai etmektir.”[48]
Raik Bey, konuşmasının devamında, o
günlerin havasını da şöyle yansıtmaktaydı:
“Teessüf olunur ki bu davet bizi ikaz
edemedi. Çünkü bu Ada üzerinde inkılab-ı millimizi matlup olduğu (istendiği)
derecede ikaz edemedi. Biz inkılab-ı Milli’nin bu Adamızda arzu olunduğu
derecede bir tesir ifa edemediğini görüyoruz. Halimize terekkiye (ilerlemeye)
doğru henüz nazara çarpacak bir hareket-i zindegi (hareket canlılığı) meşhud
olamıyor (görülmüyor). Fakat kaybedecek zamanımız kalmadı. Uyanmak, terakkiye,
tekamüle çalışmak vaktidir. Yaşamaya layık olmak için birleşelim, çalışalım
kardaşlar.”[49]
Fadıl
Bey’in “Hatıralar”ından devam edelim:
“Evkafçılar, gençlerin bir araya toplanmasını iyi gözle görmediler. Çünkü bu
kulüpte toplanmış olan gençliğin hemen hepsi Evkaf siyasetinin aleyhinde
idiler. Onun için Evkafçılar bu birliği parçalamayı veyahut Evkafa doğru
yöneltmeyi düşünmüş olacaklar ki, günün birinde büyük kardeşim Cemal’i[50] kulübe teklif ettiler. Bu teklif kulübün içinde bomba gibi patladı.
Bu teklif karşısında sekreter Raik, müşkil bir duruma düştü. Bir taraftan
kulübün ekserisi, Evkafçı damgası vurulduğu için Cemal’in aleyhinde
idiler. Bir taraftan, Evkaf meselesinde bitaraf olduğu için, aynı zamanda
kardeşine karşı olan zaafı dolayısıyle Cemal’in kulübe kabul olunmasını
istiyordu. Ve o sıralarda Raik demek, kulüb demekti. Onun için Cemal ufak bir
ekseriyetle kulübe kabul edildi. Fakat bu seçim dolayısıyle üyeler arasındaki
birlik bozuldu ve iki hizbe ayrıldılar. Evkafçılar bu durumu kendi leyhlerine
döndürmeğe başladılar ve bu defa Cemal’den daha koyu Evkafçı olan Küfizade Asaf
Bey’e [51] teklif edildi. Ve o da ufak bir ekseriyetle
kabul edildi. Bunu daha başka Evkafçılar ve en nihayet bizzat Evkaf Murahhasısı
İrfan Bey[52] takip etti. İrfan Bey kulübe kabul olunduktan
sonra, kulüpteki bazı Evkafçı üyeler, İrfan Bey’in diktesi üzerine üyelerin
evlerini dolaştılar ve kulübün lağvı için imza topladılar ve ekseriyeti temin
ettiler. Bu imzaların başında İrfan Bey’in imzası bulunuyordu. Ertesi gün
kulübün kapısını kapattılar ve eşyasını Saray Meydanı’nda açık artırma ile
satışa çıkardılar. Evkafçılardan bir kişi bütün eşyayı satın aldı ve lağv
listesini imzalayıp üyelerle Terakki Kulübü’nü tekrar açtılar. Bu suretle
tekrar kurulan kulüp, tamamıyle değilse bile, şekil itibarıyle “Evkafçı Kulübü”
haline girdi.
HÜRRİYET KULÜBÜ
Raik, şahsen Evkafçı olmamakla beraber,
son seçimlerde muhalif tarafın kendisine karşı gösterdiği şiddet politikasından
gücenik olduğu için, yeniden kurulan kulübü kendisi için daha dost bir muhit
olarak tercih etti. Ben ve nice daha bazı gençler hiçbir zaman Evkafçı
olmadığımız halde kendi elimizle kurmuş olduğumuz kulüpten ayrılamadık ve daha
doğrusu Raik’e muhalif olan kimselerin arasına katılamadık. Terakki Kulübü lağv
edildikten sonra dışarıda kalan muhalefet, Hürriyet Kulübü adı altında başka
bir kulüp açtılar.”[53]
Mir’at-ı Zaman gazetesi de 20 Eylül 1909
tarihli nüshasında bu haberi şöyle vermekteydi:
“Hürriyet Kulübü - Bu kere tüccar, ketebe ve esnaftan müteşekkil bir
heyet-i İslamiye tarafından Hürriyet namı altında bir kulüb güşad edilmiş
olduğundan “Malumatımıza nazaran menfaati Kulübe, zararı sahibine aid olmak
üzere Bektaşzade Tevfik Efendi tarafından bir de gazete imtiyazı alınmak için
Canib-i Vilayet’e lazım gelen istid’a takdim kılınmıştır.”
3 Ekim 1909 tarihli (Sayı:348) Kıbrıs
gazetesinde yer alan bir haberde ise, Hürriyet Kulübü üyelerinin, Donanmaya
destek olmak üzere Lefkoşa’da Babadobullo Tiyatrohanesinde tiyatro sahnelemek
üzere, provalara başladıklarını duyurulmaktaydı.[54]
HÜRRİYET VE TERAKKİ KULÜBÜ
Fadıl Bey’in “Hatıralar”ından aktarmayı
sürdürüyoruz:
“Bu iki kulüp bir yıl kadar birbirine
karşı hasmane harekette bulunmuş ise de, her iki kulübün mutedil düşünceli
üyeleri, muhalif Evkafçıları dışarda bırakmak üzere, tekrar birleştirmeyi kabul
etmeği başardılar. Raik kendi şerefine karşı hakaret saydığı için bu fikri
şiddetle reddediyordu.
Hürriyet Kulübü’nde de başta (kurucusu
olan- A.An) Veysi Bey[55] olmak üzere birleşmeğe muarız olan nüfuzlu bir
azınlık vardı. Onun için iki taraftaki birleşme teşebbüslerimiz akim kalıyordu.
O sıralarda Kıbrıs Kadılığı’na Numan Efendi isminde dirayetli bir zat tayin
edilmişti. Bu Kadı’nın da selefleri gibi Evkaf davasını güddüğünü ve hükümete
protestolar gönderdiğini; ve beri tarafından Raik’in ve Hürriyet Kulübü’ndeki
nüfuzluların bu zata hürmet ettiklerini biliyordum. Onun için kulüp işini hal
için bu zattan faydalanmayı düşündüm. Ve bir gün tek başıma Şeriye Mahkemesine
gittim; ve kulüplerin geçirdiği safhaları kendisine etraflıca anlattım ve bu
iki kulübün ekseriyeti birleşme taraftarı olduğu halde, bazı nüfuzlu kimselerin
birleşmeğe mani olduklarını söyledim. Henüz çocuk denecek bir yaşta olduğum
halde Kadı beni dikkatle dinledikten sonra birleşmeğe mani olan kimselerin
isimlerini sordu. Raik’in, Veysi Bey’in isimlerini verdim. Ondan sonra Kadı her
ikisini ayrı ayrı çağırdı ve iki kulübün “Hürriyet ve Terakki Kulübü” adı
altında birleşmesine muvaffakiyetlerini aldı. Diğer aza zaten birleşmeğe amade
idiler ve birkaç gün sonra Numan Efendi hazır olduğu halde Hürriyet ve Terakki
Kulübü’nün açılış töreni yapıldı. Ve Raik tekrar bu kulübün sekreteri oldu. Bu
yeni kulüp, şimdiki Evkaf Dairesi’nin karşısında bulunan ve son zamanlara kadar
Halk Kulübü tarafından işgal edilmiş olan binada açıldı. 1909” (agy, s.59-61)
BİRLİK GAZETESİNDEN
Fadıl Bey’in Birlik gazetesinde yer alan
ve yukarıda sözü edilen makalesinde bu konuda şu bilgiler yer almaktadır:
“Her iki kulübün üyeleri arasında
gevşeklik ve bir takım özel sebepler bu kuruluşların varlıklarını tehlikeye
düşürüyordu. Nihayet 1910 senesinde her iki kulübün Hürriyet ve Terakki Kulübü
adı altında birleştirilmesine gidildi. İhtimal ki, siz Remzi Efendi, bu sürede
Lefkoşa’da değildiniz ve de bu olguyu bilmiyordunuz. Fakat bu tarihten sonra
–sizin de Hürriyet ve Terakki Kulübünde üye kaydınızın bulunduğunu zannederim-
bu kuruluş ne yaptı? “Türk Teavün Cemiyeti”ni bir süre daha bünyesinde yaşattı,
pek basit bir iki tiyatro yaptı. En parlak etkinliği ‘Donanma Sergisi’
olmuştu.”[56]
Kıbrıs gazetesinin 1 Haziran 1914
tarihli (Sayı:26) nüshasında yer alan bir haberde, 2 Mayıs 1914 tarihinde
Hürriyet ve Terakki Kulübü tarafından sahnelenen tiyatronun hesabını gösterir
cedvele göre 26 lira, 8 şilin gelir elde edilmişti. Donanma Cemiyeti Kıbrıs
şubesi başkanlığından verilen bir duyuruya göre de, Baf Hürriyet Kulübü’nde
sergi gelirlerinden ikinci kez olarak 12 lira elde edilmişti.[57]
“HÜRRİYET VE TERAKKİ KULÜBÜNÜN HİZMETLERİ”
Fadıl Korkut, yukarıda sözü edilen
“Hatıralar”ında, “Hürriyet ve Terakki Kulübü’nün Hizmetleri” başlığı altında
şunları anlatmaktadır:
“Kulübün işgal ettiği bina ile bitişik bina, Beliğ Paşa’ya aitti. Takriben
1910 yılı içerisinde Beliğ Paşa’nın kendi teklifi üzerine kulüb, bitişik binayı
da kiraladı ve ortadaki ara duvar kaldırılarak iki bina birleştirildi ve bu
suretle büyük bir salon meydana geldi. Paşa bu salonun nihayetine bir de sahne
inşa etti ve bu suretle müsamerelere ve temsillere elverişli bir hale geldi.
Kulüb, bu durumdan faydalanarak 1910’dan 1914 yılına kadar sık sık müsamereler
ve temsiller tertib eyledi. Bu müddet içerisinde “Zor Nikâh”, “Zoraki Tabib”,
“Tarık bin Ziyad”, “Gülnihal” ve benim kaleme aldığım “Balkanda Al Kan”
piyesleri ve müteaddid müsamereler sahneye konuldu. “Zor Nikah” Kıbrıs’ta ilk
defa olarak temsil ediliyordu ve ‘Üstad-ı Sani’ rolünü ben temsil etmiştim.
Kezalik, “Gülnihal” piyesinde ‘Muhtar Bey’ rolüne çıkmıştım. ‘Tarık bin Ziyad’
piyesinde kardeşim Raik, ilk defa olarak sahneye çıktı ve Tarık rolünü temsil
etti. Bu müsamerelerle, tiyatroların ekserisinin hasılatı “Donanma-yı Osmani
Muavenet-i Milliye” adı altındaki Türkiye Donanma Cemiyeti’ne gönderiliyordu.
Fakat Kulüb eliyle mezkûr Cemiyete gönderilmiş olduğu ianelerin başlıcası
mezkûr Cemiyet yarına açılmış olan sergiden elde edilmişti. Kulüb üyeleri
evvelâ halktan Cemiyet’e eşya topladılar ve sonra toplanan eşya ile şimdi inşa
edilen Evkaf Otelinin yerinde bulunan Sarayönü okulunda sergi tertip ettiler ve
mezkûr eşyayı piyangoya koyarak o zamana kadar elde edilmiş olan ianelerden çok
yüksek bir iane sağladılar. Bu serginin tertibinde bütün kulüb üyelerinin ayrı
ayrı hizmetleri geçmiş ise de, eşyanın toplanması, numaralanması ve piyangonun
tertibi işlerinde en fazla emek sarfeden, benle, arkadaşım Terzi Mustafa Naim
Efendi[58] idi. Bu sergiden elde edilmiş olan hasılat
tatamıyle Donanma Cemiyeti’ne gönderilmişti. Bunun üzerine Sultan Reşad
tarafından Hürriyet ve Terakki Kulübü’ne bir madalya ve bir berat gönderildi.
Kulübün parlak devri, Birinci Cihan Harbi’nin başlaması ile sona erdi.”[59]
BASINDAN BAZI ETKİNLİK HABERLERİ
Hürriyet ve Terakki Kulübünün 1920 yılı
sonuna kadar tiyatro etkinliklerini sürdürdüğü anlaşılmaktadır. 29 Mart 1920
tarihli (Sayı:27) Doğru Yol gazetesinde yer alan bir haberde Namık Kemal’in
yazdığı “Akif Bey” adlı oyunun, 25 Mart 1920 gecesi İzmir felaketzedeleri
yararına Hürriyet ve Terakki Kulübü üyesi gençler tarafından sahnelendiği
duyurulmaktadır.
6 Aralık 1920 tarihli Doğru Yol
gazetesinde ise Hürriyet ve Terakki Kulübü’nün edebiyat ve tiyatro gecesinin
gelecek Cuma günü akşamı Beliğ Paşa Tiyatrohanesinde seyircilere sunulacağı
duyurulmakta ve program şöyle verilmekteydi:
“1. Memleketimizin genç ve güzide
heveskârlarından müteşekkil mükemmel bir ince saz takımı tarafından konser
verilecektir. Konsere Faik Bey de iştirak edecektir.
2. Ziver, Retmi, Cahit Beyler tarafından
edebi şiirler okunacaktır.
3. Tahsin Nahid Bey’in Rakibe namındaki
piyesi vaz-ı temaşa edilecektir.
4. İnce sazla tekrar konser
verilecektir.
5. Gayet gülünçlü bir komedi yapılacak.
6. Temaşa kirana kulüp tarafından arz-ı teşekkür okunacak.”
Doğru Yol gazetesinin 29 Mart 1920
tarihli nüshasında (Sayı:27) şu habere yer verilmekteydi:
“Doğru Yol’un çeşitli makaleleri ve
teşvikleriyle Lefkoşa Hürriyet ve Terakki Kulübü tarafından bir insanlık
yardımında bulunmak maksadıyla düzenlenen tiyatro, ilan edildiği gibi Martın
yirmi beşinci günü akşamı olağanüstü parlak bir şekilde sahneye konulmuştur.”
Haberde belirtildiğine göre, “Türk
Tiyatrosu” Müdürü Behçet Sırrı Bey’in yönetimindeki gençler tarafından
sahnelenen oyunun adı, “Akif Bey” olup, Katina Hanım ise para istemeksizin
Dildüba rolünü başarı ile oynamıştı.[60]
Doğru Yol gazetesinin 30 Mayıs 1921
tarihli (Sayı:86) nüshasındaki, Mehmet Remzi’nin “Baf Kasabasını Ziyaret”
başlıklı yazısından öğrendiğimize göre, Baf’ta da bir Hürriyet Kulübü vardı:
“Kardeş mahveli ve Hürriyet Kulübü
adıyla iki kulübü vardır. Din ve sosyal bilimlerin birlikteliğine inanan
gençler birinci kulübün üyeleridir. Hürriyet Kulübü’nün aboneleri ise sosyal
hayatın toplu çalışma ile sürdürülmesinden yana ve çoğu kuralları gereksiz
sayan gençlerdir. Birbirlerine oldukça karşıt iki kulüp, dengelerin
sağlanmasına yardımcı oluyor.. Keşke Lefkoşa’da da hedef ve gayeleri belli
kuruluşlarımız olsa.” [61]
LEFKOŞA TÜRK FUTBOL OCAĞI
1878’de İngilizlerin Kıbrıs’a gelişinden
sonra, önce okullarda oynanmaya başlayan futbol, 1902 yılında İdadi’de
İngilizce öğretmeni olan Mr.Tomson’un ilk futbol takımını oluşturmasıyla
başlamış[62] ve 1910 yılında “Lefkoşa Türk Futbol Ocağı”nın
ilk Kıbrıs Türk futbol kulübü olarak kurulmasıyla yeni bir kimlik kazanmıştı.[63]
Kıbrıs İdadisi (Lise) öğrencileri,
polisler ve memurlardan oluşan bu ilk futbol kulübü, Hürriyet Kulübü
üyelerinden Ahmet Raik Bey ve Avukat Ahmet Cemal Efendi gibi muhterem
zevatların teşvikiyle kurulmuştu.[64]
(1922 yılında dağılan Lefkoşa Türk
Futbol Ocağı’nın yerine, hemen aynı oyuncuların biraraya gelmeleriyle Lefkoşa
Türk Spor Kulübü kurulacaktır. Bu kulüb, 1934’de kurulan Kıbrıs Futbol
Federasyonu (KOP)’un 1. Liginde yer alan tek Türk kulübü olup, 1949’da
Çetinkaya Türk Spor Kulübü ile birleşerek, günümüze kadar gelen Çetinkaya Türk
Spor Birliği’ni oluşturmuştur.)
TÜRK DERNEĞİ VE DİĞERLERİ
1 Aralık
1919 tarihli (Sayı:11) Doğru Yol gazetesinde yer alan bir habere göre,
Lefkoşa’da “Türk Derneği” adında bir kuruluş bulunmaktadır. Aynı
gazetenin 24 Mayıs 1920 tarihli nüshasında da (Sayı:35), Lefkoşa Türk
Derneği’nin 17 Kasım 1919’da kendine bağlı bir Gece Mektebi açtığı
duyurulmaktaydı.[65]
Birlik
gazetesinin 4 Ocak 1924 tarihli (Sayı:1) nüshasına göre, Larnaka’da yaşamakta
olan Kıbrıslı Türklerin “Türk Kulübü” ve “Halk Ocağı” adında iki örgütü
bulunmaktaydı. Aynı gazetenin 22 Şubat 1924 tarihli (Sayı:7) nüshasında da
Larnaka Türk Futbol Kulübü ile Lefkoşa Türk Futbol Kulübü’nün bir karşılaşma
yaptıklarını yazmaktaydı.
Yine
Birlik gazetesinin 13 Mart 1925 tarihli nüshasında, Lefkoşa’da şu örgütlerin
bulunduğu belirtilmektedir: Esnaf Kulübü, Türk Derneği, Esnaf Kıraathanesi,
Birlik Ocağı ve Kıraathane-i Osmani. 16 Mayıs 1924 tarihli Birlik’te “Tuzla Sebat
Ocağı”ndan söz edilmekteydi.
Birlik
gazetesinin 23 Ocak 1925 tarihli nüshasında Dr.Pertev başkanlığındaki “Türk
İdman Kulübü”nün Birlik Ocağı’na bağlı olarak oluşturulduğu haberi yer
almaktaydı. Aynı gazetenin 24 Temmuz 1925 tarihli nüshasından da, Leymosun’da
şu Kıbrıs Türk örgütlerinin bulunduğunu öğrenmekteyiz: Uhuvvet Kulübü, Türk
Derneği.
KULÜPLER TİYATRO SAHNELİYOR
O günlerde, futbol kulüplerinin de
tiyatro oyunu sahnelediğine tanık olmaktayız. Örneğin Söz gazetesinin 3 Şubat
1937 tarihli nüshasında (Sayı:1015) yer alan bir haberde şöyle denmekteydi:
“Lefkoşa Türk Spor Kulübü, Kurban
Bayramında “Unutulan Adam” ismindeki eseri temsil edecektir. Tiyatroda rol
alacak olan gençler şimdiden avukat Bay Fadıl Korkudun idaresi altında
provalara başlamışlardır.”
TİYATRO YAPANLARIN EN ZOR İŞİ
19 Şubat 1938 tarihli Söz'de çıkan
(Sayı:1130) "Tiyatroya Dair Bir İki Söz" başlıklı ve
"Şeref Ressam" imzalı yazıda, kısa bir süre önce iki emektar kulübün
oyunlarının rağbet gördüğü (Kardeş Ocağı'nun Majik Palas'ta oynadığı "Gülnihal"
ve Türk Spor Kulübünün Papadopullos'ta oynadığı "Venedik Taciri"
oyunları-A.An) belirtilmekte ve şöyle denmekteydi:
"Eskiden bizde bir taraftan tülûat kumpanyalarının nezih olmayan
temsilleri ve diğer taraftan, cahil ve din akideleri yanlış tefsirlerle dolu
kimselerin kötü propagandaları yüzünden halkımız tiyatroya ısınamamış ve onu
(Resim ve heykel bahsında olduğu gibi) din ile alakadar görmüştü. Tiyatroyu,
nezih ve mütekamil bir şekilde Darülbedayiin teessüsünden sonra görmüş ve onu
benimseyerek sevmiştir. Bugün Türkiyede resmi tiyatro teşekküllerinden mada
Halkevlerinin yardımile cidden iftihara değer amatörler yetişiyor.
Kıbrıs
Türkleri arasında da tiyatronun oldukça eski bir maziye sahib olduğunu
görüyoruz. Her sahada yükselen ve ilerlemeği ideal edinen Türk nesli elbet ki
bu sahada da ilerleyor ve ilerleyecektir. Kıbrısta tiyatronun sadece din
bayramlarına hasredilmesi pek doğru değildir sanırım. Senenin muhtelif tatil
günlerinde de yapılabilir. Müntehab eserler bulmak ve onları seçme amatörlere temsil
ettirerek sahnenin nezahetini muhafaza etmek elbette ki tiyatronun sevilmesine
yardım eden amillerdendir.
Tiyatro
yapan kulüblerimizin geçirdikleri müşkilatın en başta geleni kadın rolü
meselesi oluyor. Bu asırda orta oyunu şeklinde kadın kıyafetine girmiş erkekle
tiyatro yapılamıyacağına nazaran aile kızlarımızın da biraz fedakarlık yaparak
aile çocukları yanında mevki almaları ve bu mevkii bir takım kabare kadınlarına
bırakmamalarının zamanı gelmiştir sanırım..."
BELİĞ PAŞA TİYATROHANESİ YENİLENİYOR
Dr.Erol Küfi’nin bize verdiği bilgiye
göre, 1907’de Mısır’daki görevinden emekli olup da Kıbrıs’a yerleşen Beliğ
Paşa, o yıllarda Lefkoşa’daki Hürriyet ve Terakki Kulübü ile Kıraathane-i
Osmani üyelerini, Darülelhan çatısı altında bir araya getirerek, Sarayönü’ndeki
konağının geniş salonunda temsiller verdirmişti. Darülelhan’ın Türk müziği
konserleri, temsiller öncesinde yer almaktaydı. Konak, 1918’de boşaltılarak,
Viktorya Kız Mektebi’ne kiralandı ve Beliğ Paşa, toplumun salon ihtiyacını karşılamak
üzere, kendi adına bir tiyatrohane yaptırmıştı. Ama sonraki yıllarda bu bina da
yetersiz kalmıştı.
Söz gazetesinin 22 Ocak 1938
tarihli (Sayı:1119) nüshasında, Lefkoşa’da Türklerin tiyatro eserlerini
sahneleyecekleri bir yerin olmamasından şikayetle şöyle denmekteydi:
“Lefkoşa Türklerinin bir tiyatrosu
olmalıdır... Önümüzdeki Kurban Bayramında Kardeş Ocağı Majik Palasta, Türk Spor
Kulübü de Papadopullosta birer temsil verecekler... Beliğ Paşa merhum vaktiyle
bu ihtiyacı göz önüne almış ve yüzlerce lira sarfederek kendi adına izafeten
bir tiyatrohane inşa etmişti. Fakat bu tiyatronun yapılış tarzı son geçirilen
kanunla uygun olmadığından kapatılmış ve Beliğ Paşa adı da artık anılmaz
olmuştur. Beliğ Paşa tiyatrosu şimdiki halde, kızı Bayan Behiyenin malıdır ve
gece gündüz kapalı bir halde bulundurmaktadır... Bayan Behiye, birkaç yüz lira
sarfederek Beliğ Paşa tiyatrosunu asri bir şekle sokmakla hem sayın babasının
dileğini yerine getirmiş, hem de gençlerimizin çok önemli bir ihtiyacını tatmin
etmiş olacaktır...”
Bundan sonra, Söz’ün 25 Ocak 1938 tarih
ve 1120 sayılı nüshasında çıkan bir açıklamada, Behiye Hanım’ın “Yapacağım!”
sözüne yer verilmektedir.
YAVUZ’UN ANLATTIKLARI
Yavuz, Halkın Sesi gazetesinin 25
Aralık 1942 tarihli nüshasında yer alan “Büyük bir eksiğimiz” başlıklı köşe
yazısında, Kıbrıs Türkleri arasında tiyatronun nasıl başladığına değinerek,
şunları yazmaktaydı:
“ ...908 meşrutiyetinden önce yalnız
Kıbrısta değil Anavatanın her bucağında bile tiyatro evleri bir ahlaksızlık
membaı ve onun mensupları olan sanat sahipleri de birer ahlak düşkünü telakki
ediliyorlardı... Rum., Ermeni, kadınlı ve erkekli birer sanat sahibi
oldukları halde onları müstehzi nazarlarla beğenmiyen ve ayıplıyan saray
terbiyesiyle aşılanmış köhne zihniyetler... İstanbulun meşhur “Manakyan”ı ve
Kıbrısın yine kendine göre tanınmış “Haçikyan”ı kendi zamanlarına göre birer
sanatkar olduklarını, onların sahne hayatında gösterdikleri becerikliliği
hatırlayanlar tiyatronun kıymetini henüz bu gün takdir edebilmek zamanının
fırsatına ve tadına nail olmuş bulunuyorlar...
908 Meşrutiyet inkılabına kadar
paslanmış Osmanlı kafalarının telakkileri ve fikirlere hakim olan taassup, o
tarihten sonra sönmeğe başlamış, Türk sahnesinde Türk erkeği ve Türk kadını yer
almağa başlamıştı. Fakat böyle olmakla beraber Kıbrısta tiyatro sanatını
benimsiyenler olmuş ise de sahneye henüz düne kadar Türk kızı yabancı kalmış ve
herhangi bir menfaat uğruna verilen temsillerde kadın rolünü genç erkeklerin
yaptığını görüyorduk. Fakat itiraf ederiz ki 908 inkılabı yaşlandıkça
Türk sahnesinde kadın vazifesini yine Türk kadını aldığını ilk
olarak İstanbulun Tepebaşı kumpanyası arasında kendini gösterdiğini işitmiştik.
İşte tam o günlerin hürriyet aşkile
yanan Kıbrıs Türk gençliği milli menfaat uğruna harekete geçmiş ve şimdiki
“Halk Kulübü” çatısında toplanan o zamanın “Hürriyet ve Terakki Kulübü”
mensupları bahriye menfaatine yine kadın rollerini sair unsurlarla yapmak
mecburiyetile! temsil vermeğe başlamıştı. İlk temsilde halkın gösterdiği alaka
ve rağbet kulübün gayrı müsait olduğunu hemen meydana çıkarmış olduğundan
“Hürriyet ve Terakki Kulübü” ve onun arkasından diğer Türk kulüpleri o zamandan
bu ana kadar temsillerini Papadopullos veya sonradan inşa edilmiş Macik Palas
tiyatro evlerinde vermeğe mecbur kalmışlardır... (Lefkoşada yapılan -Beliğ Paşa
Tiyatrohanesi- ihtiyaca elverişli olmıyan bir şekilde engizisyon devrinin
yeraltı zindanlarını andırıyor...)
Cemaatimize göre muvafık bir tiyatro
evinin yapılmasından aciz gösterecek kadar zengin ve mülk sahiplerimiz
bulunmadığına inanmayız... İşte en büyük eksikliğimiz de budur. Her vakit her
zaman onlara muhtaç olmak zilleti, zengini bulunmıyan cemaatimizde değil, o
zilletin amillerini cemaatimizin zengin tanınan zatların kayıtsızlığında bulmak
en kestirme bir yoldur.”
BİRLİK OCAĞI’NIN KURULUŞU
Fadıl Bey’in Birlik gazetesinde yazdıkları ile devam edelim:
“1914’de I. Büyük Savaş geldi, kulübün (Hürriyet ve Terakki
Kulübü’nün-A.An) zaten gevşek olan etkinlikleri sıfırlandı. Kulüp içinde kumara
ilgi çoğaldı. Çok geçmeden Hürriyet ve Terakki Kulübü en ünlü kumarhanelere dur
şunda dedi. Fakat konu burada kapanmadı. Sizin (Söz gazetesi sahibi Remzi
Efendi’nin-A.An) göklere çıkardığınız bu “Hürriyet ve Terakki Kulübü” kumarhane
iken, bir de meyhane oldu. İçinde alkollü içki satılması için resmen izin
istendi. Birtakım münasebetsiz olaylara sahne oldu. İşte Remzi Efendi, sizin de
üyesi bulunduğunuzu zannettiğim Hürriyet ve Terakki Kulübü bu son günlerini
böyle yaşadı. Fakat bu hal ile ‘yaşamak’ mümkün mü idi? Kulüp köşe köşe
dolaştı, her girdiği evden koğuldu ve nihayet kalan üç beş üyesi ‘geçici
olarak!’ kulübü kapattı?!
1921 senesinde ‘Hürriyet ve Terakki Kulübü’nü yeniden yaşama geçirmek
için bazı efendiler ciddi ciddi uğraştılar. Hatta unutmadınızsa eski kulübün
mefruşatı yüzünden mahkemelere gidildi. Yeniden canlandırılan bu kulüp
ilgisizlik yüzünden pek güçlükle ayakta kalabiliyordu. 1922 senesinde avukat
Fadıl Bey İstanbul’dan geldiği zaman kulübü can çekişir halde bulmuştu.
Lefkoşa’daki sosyal kuruluşlar ihtiyaçtan çok fazla olduğundan Fadıl Bey o
zaman ‘Hürriyet ve Terakki Kulübü’nün ‘Türk Derneği’yle birleşmesini teklif
etti. Dernek üyesi, benim bilmediğim nedenlerden ötürü, Kulübün bu ‘birleşme’
önerisini reddetti. Bunun üzerine artık, ya Kulübü kapatmak, ya da
yaşayabilecek bir hale getirmek gerekir.
Ülkede tarihi bir geçmişi olduğunu sizin de ileriye sürdüğünüz bu sosyal
kuruluş, üyelerinden çoğunun kararıyla ilk kurulduğu kalıba, yani ülkeye hizmet
edebilecek bir yapıya dönüştürüldü ve ‘Birlik Ocağı’ adı altında bir dernek
oldu. Bu dönüşümü geçirirken, nizamnamesinde bazı değişiklikler yaptı ve
particilik ile iç ve dış siyasetten uzak ‘Filantropik’ bir yapıya kavuşturuldu.
İşte adının ortadan kaldırıldığı, bir türlü içinize sindiremediğiniz
"’Hürriyet ve Terakki Kulübü’ bu şartlar altında ‘Birlik Ocağı’na
dönüştürüldü. Birlik Ocağı her türlü siyasi maksatlardan uzak, ülkeye insanca
hizmette bulunmak prensibini kendisine hedef seçmişti. (...) Dernek, Kulübün
birleşme fikrini reddettikten sonra yeni kuruluşu güçlendirmek için 27 Temmuz
1923’de ‘Teavün Sandığı’ yararına ‘Yavuklunun Mendili’ piyesini sahnelemiş.
Ocak’a dönüştürüldükten sonra, 1 Şubat 1924’de ‘Sultan Cem’ piyesi sahneye
konulmuş, biri parasız olmak üzere Ramazanda üç konferans ve müsamere verilmiş.
Ramazan Bayramında bir Sanayi-i Milliye (Milli Sanayi) sergisi yapılmış, bir
demirciye on beş lira borç para verilmiş ve en son, sanat eğitimi için
İstanbul’a öğrenci gönderme hazırlığına girişilmiştir.”[66]
“KIBRIS’TA TÜRK OCAĞI”
Fadıl
Bey, “Hatıralar”ında yer alan “Kıbrıs’ta Türk Ocağı” başlıklı bölümde de
şunları anlatmaktadır:
“İstanbul’da Türk Ocağı açıldığı sırada,
İstanbul’da Darülfünun’un Tıbbiye Fakültesi’nde öğrenci olan Doktor Pertev
Efendi merhum, Doktor Şevki ve Doktor Küfi de Türk Ocağı’na girmişler ve Türk
gençlik ülküsüne bağlanmışlardır. 1913 yaz tatilinde Kıbrıs’a geldiklerinde
Türk Ocağı’nın Kıbrıs’ta bir şubesinin açılması fikrinin ortaya attılar ve
İstanbul Ocağı ile muhabere edildikten sonra, Kıbrıs şubesi açılmış ve ilk
sekreterliğe kardeşim Cemal seçilmişti. Bir müddet sonra kardeşim çekildiği
için, O’nun yerine ben seçildim ve Birinci Dünya Harbi’ne kadar bu görevde
devam eyledim.”[67]
Fadıl
Niyazi Korkut, 1914’de Osmanlı muhibbi diye suçlanarak, Baf’a tayin edildi ve
1. Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar, 4 yıl orada kaldı. Sonra İstanbul’a
giderek, hukuk okudu.
BİRLİK OCAĞI
Fadıl Niyazi Korkut, “Hatıralar”ının
“Kulüpçülük Hayatına Dönüş” adlı bölümünde şunları yazmaktadır:
“1922 sonunda Kıbrıs’a döndüğüm zaman
Hürriyet ve Terakki Kulübü şimdiki Postahane binasının arkasında küçük bir
binaya çekilmiş, hemen hemen kapanmaya mahkûm bir halde idi. 20-25 fedakâr
üyenin azim ve sebatı sayesinde o zamana kadar ayakta durabilmişti. Ben
Kıbrıs’a döner dönmez derhal bu fedakâr üyelerin arasına katıldım. Aramıza yeni
elemanlar aldıktan sonra halka eğilimli yeni bir içtüzük hazırladık ve bu arada
kulübün adını değiştirerek “Birlik Ocağı”[68] adını verdik ve
“halka doğru” umdemizi gerçekleştirmek için binayı da değiştirdik ve
Asmaaltı’ndaki büyük kahvehaneye taşındık. Ocağın ilk başkanlığına ben
seçildim. O tarihten itibaren eski Hürriyet ve Terakki Kulübü’nün piyes, temsil
ve saire tertibi geleneği yeniden canlandı. İlk olarak İstiklâl Savaşı’nı
tasvir etmek üzere benim yazdığım “Yavuklunun Mendili” piyesini şimdiki Posta
ve Türk belediyesinin yerindeki açık hava sinemasında sahneye koyduk. Bu piyes
sonradan Leymosun gençleri tarafından da sahneye konulmuştur. Yeni binamızın
salonu ufak-tefek temsillere müsait olduğu için orada küçük temsiller ve
müsamereler tertip ediyorduk. Bu arada merhum Osman Nuri Bey, Mehmet Akif’in
Safahat’ından adapte ettiği içtimai bir piyesle, Halid Fahri Ozansoy’un eseri
olan, İstanbul’da oynandığını gördükten sonra hatırımda kaldığına göre benim
adapte etmiş olduğum “Babür Şahın Seccadesi” ve “Şu Çocuk Şu Kilimin içine
Niçin Girdi?” piyesleri sahneye konuldu. (...)
Birlik Ocağı’nın diğer bir faaliyeti de
Ocağın efkârını yürütmek üzere “Birlik” adı altında bir gazete yayımlanmış
olmasıdır. Bu gazete yayın alanına çıktığı zaman Lozan Muahedesi imzalanmış ve
Kıbrıs Türklerine Türk uyrukluluğunu muhafaza etmek için hak verilmişti. İşte o
sırada bazı kimseler bu hakkı mutlaka göç etmek anlamına aldıkları için ansızın
halk arasında göç akımı başladı. Söz gazetesi başta olmak üzere bazı kimseler
göç kampanyası açtılar. Osman Nuri Bey ve ben, bu akımı durdurmak için Birlik
gazetesinde seri halinde yazılar yayımladık. Fakat Söz gazetesi bu akıma “milli
dava” süsü vermiş olduğu için binlerce aileler mallarını mülklerini yok
pahasına satarak çoluk çocukları ile Türkiye’nin güney illerine göçtüler. Hiç şüphe
yok ki Kıbrıs Türkleri’nin göç etmelerini o zamanki Türkiye Hükümeti de terviç
etmiyordu. Onun için Kıbrıs göçmenlerine toprak verilmedi ve verilenlere de pek
sonra verildi. Bu göç kampanyası olmamış olsa idi, bugünkü Türk nüfusumuz
herhalde binlerce ve belki onbinlerce daha fazla olacaktı. Birlik gazetesi bir
müddet Ocağın sözcüsü görevini gördükten sonra Hacı Bulgurzade Ahmed Hulusi
Efendi’nin şahsi idaresine devr olunmuştu. Birlik Ocağı’nın başlıca temsil
kolunun en parlak başarısı, Ocağın, Atatürk Meydanı’ndaki (Vatan Eczanesi üstü)
binaya naklinden sonra meydana gelmiştir. Akın piyesiyle Şekspir’in klasik
eserlerinden “Venedik Taciri” ve “Otello” piyesleri o sırada sahneye konulmuş
olan eserler arasında idi. “Venedik Taciri” ile “Otello” piyesleri benim
tarafımdan sahne tertibine konulmuştur. Bu iki eserden biri sahneye konulduğu
zaman hazır bulunmuş olan Kıbrıs Valisi Storrs, beni locasına çağırarak sahne
tertibinde muvaffak olduğumu söyleyerek tebrik etmişti.” (s.48-49)
“BİRLİK OCAĞI”NDAN “KARDEŞ OCAĞI”NA
Bundan
sonraki gelişmeleri Fadıl Bey, “İşgalin Jübilesi” başlığı altında şöyle
anlatmaktadır:
“9
Temmuz 1928 Adanın işgalinin 50’nci yıldönümüne tesadüf ettiği için (Vali)
Storrs, Adada şenlik yapılmasını propaganda ediyordu. 9 Temmuz 1928 İngilizler
için bir şenlik günü olsa bile bu tarih, Türk bayrağının Kıbrıs kalelerinden
indirildiği gün olduğu için medeni bir hükümetin bu Jubileye Türklerin
iştirakini beklememesi lazım gelirdi. Fakat Storrs basbayağı bizi medeni bir toplum
saymıyor veyahut bir taraftan haklarımızı basıp çiğnerken, diğer taraftan
kendilerine karşı kayıtsız-şartsız itaat göstermemizi bekliyordu. Böyle bir
zihniyetle hareket eden Storrs, şenliklerin halk tarafından desteklenmesi için
aşırı derecede propaganda yaptırıyordu. O sırada ben, Doktor Pertev, Necmi
Avkıran ve Şevket Bahçeli, Lefkoşa belediye üyelerindendik. Bu acı durumu görür
görmez derhal dördümüzün imzasıyle bir beyanname yayımlayarak, Kıbrıs
kalelerinden bayrağımızın indiği gün, Kıbrıs Türklerine bayram yapmak değil,
matem tutmak gerektiğini tavsiye ettik.
Bu beyanname Storrs’u şaşırttı. (Bu
beyanname Storrs’un kulaklarında bomba gibi patlamış ve rivayete göre telefonla
Münir Bey’i aramış. Bu konuşma derhal etkisini gösterdi.- Aynı olayın anlatıldığı
s.68’den-A.An) Bu şaşkınlığın ilk tepkisi Birlik Ocağı’nda görüldü. Birlik
Ocağı eski Hürriyet ve Terakki Kulübü’nün yerine kaim olmak üzere açılmış olan
içtimai bir müessese idi ve ben bu müessesenin başkanı idim. Beyannamemiz çıkar
çıkmaz yukarıdan gelen ilham üzerine Ocak’ta üye olan hükümet memurlarının
büyük bir çoğunluğu birer birer istifa ettiler. O kadar ki kulüpte bir iki
serbest meslek sahibi ile otuz (yirmi-s.68’den) kadar esnaf kalabildi. (Öyle
olmakla beraber, bunlar da Ocak’ın devamını sağlayabilmek için Ocak’ın adını
değiştirmek ve başka bir başkan seçmek lûzumunu gördüler. Bunun üzerine derhal
başkanlıktan istifa ettim ve ilk genel toplantıda Ocak’a “Kardeş Ocağı” adı
verildi. İşte bugün devam eden “Kardeş Ocağı”, o siyasi sarsıntıdan kurtulmuş
olan kuruluştur.-s.68’den) Geriye kalan bir iki memuru ve genel olarak Ocak’ı
müşkil bir duruma düşürmemek için ben başkanlıktan istifa ettim. Beri taraftan
Ocak’ın Genel Meclis’i Ocak’ın üzerindeki her türlü şüpheyi gidermek için
adının “Kardeş Ocağı” olmasına karar verdi. Bu değişikliğin hikmetini ben de
anlayamadım. Acaba Storrs, “Birlik” kelimesinin altında ihtilat (bit yeniği) mı
görüyordu
Birlik
Ocağı’mızdaki bu tepkiler yetmiyormuş gibi ortaya şimdi bir de “protesto”
çıktı: Siyasi işlere karışmaya başlamış olan Necati o zaman (eski adıyle
Mısırlızade Mehmet Necati) belediye üyelerinin beyannamesine taraftar
olmadıkları hakkında bazı kimselere protesto kağıdı imzalattı. Bu işlere önayak
olmak için Necati’nin nereden ilham aldığını öğrenemedim. Storrs’u memnun
edebilecek olan kağıdın hükümete verilip verilmediğini de soruşturmadım. Ne
garip tecellidir ki bu olaydan kısa bir süre sonra Kavanin seçimleri Storrs ile
Necati’yi karşı karşıya getirdi.” (s.36- “Hatıralar”da aynı olayın anlatıldığı
68. sayfada el yazmalarının 197. ile 212. sayfalar arasının eksik olduğu
kaydedilmektedir-A.An)
BİRLİK GAZETESİNDE YAZILANLAR
Birlik
gazetesinde yer alan Fadıl Niyazi imzalı ve “Söz gazetesi sahibi Remzi
Efendi’ye” başlıklı başmakalede bu konu şöyle anlatılmaktadır:
“Kıbrıs’a döndüğüm zaman siz de Hürriyet ve Terakki Kulübü’nde üye idiniz.
Biliyorsunuz, o zaman kulüp büyük keşmekeş içinde idi. Bazı arkadaşlar fahri
katipliğini kabul ettiğim takdirde kulüp işlerinin düzeleceğini ileri sürerek,
hakkımda iyi niyet gösterdiler. Esasen kulübün eski üyelerinden bulunduğum
cihetle, tekliflerini kabul ederek, onların sevgilerine layık olmak üzere canla
başla çalışmayı düşündüm. İlk işim kulüple derneğin birleşmesini teklif oldu.
Üzülerek söyleyeyim, ülke için pek yararlı olan bu teklifimi Türk Derneği kabul
etmedi. Bunun ardından doğrudan doğruya kulüp içinde yeniliğe gitmek kararı
verildi. Ve daha kapsamlı işlere girişebilmek için toplanan genel kurulda, oy
çokluğuyla verilen karar uyarınca kulüp, Birlik Ocağı’na dönüştürüldü ve bu
suretle yeniden hayat buldu. Gerçi bir zamanlar Hürriyet ve Terakki Kulübü
sosyal işlerle eğitim-öğretime önayak olmuş ve ülkeye pek büyük hizmetlerde
bulunmuştu; fakat o kulüp, geçirdiği birçok sarsıntılardan sonra, artık
kapanmış bulunuyordu. Sizin sözünü ettiğiniz kulüp, sonradan aynı nam altında
yeniden açılmışsa da hiçbir vakit eskisinin yerini tutamamış ve hatta gereksiz
ve yararsız bir duruma düşmüştü. Bunu sizin sözlerinizle kanıtlayacağım.
Kulübün
fahri katipliğine seçildiğim sırada buraya devamınızı istediğim zaman, içinde
bulunduğu durum yüzünden bu kulübün gelinecek bir yer olmadığını söylemiştiniz.
Böyle iken nasıl oluyor da Hürriyet ve Terakki Kulübünde ‘milliyet prensibi’
vardı ve Birlik Ocağı onun yerine dini temelleri geçirdi, diyebiliyorsunuz?
Kaldı ki Hürriyet ve Terakki Kulübü’nün nizamnamesinde siyasetle
uğraşılmayacağı hakkında özel bir madde vardı ve bundan dolayı kulüp hiçbir
vakit milliyetçiliği gündeme getirmedi. Hatta en parlak döneminde aynı kulübün
çatısı altında bir Türk Ocağı şubesinin açılması için getirdiğim teklif
reddolunmuştu.[69]
(...)
Şimdi izninizle, Ocak’ın görmüş olduğu ve sizin es geçtiğiniz işleri sayalım.
Hiçbir kuruluş bu denli kısa bir süre içinde bu kadar çok iş görmemiştir,
diyebilirim. Geçen bayramda düzenlediğimiz Sanayi Sergisi Ada’da ilk kez
görülmüştü. Bunu Ocak, yapayalnız ve hiçbir destek görmeksizin başarmıştır. Pek
yakında İstanbul Sanayi Mektebi’ne bir öğrenci gönderiliyor. Ramazan geceleri
müsamerelerle geçirildi. Milli ve askeri bir piyes kaleme alınarak, ondan
sağlanan gelirle bir sanatkara destek verildi. Siz bu ve buna benzer işleri es
geçiyor ve toplumsal örgütlenmeye kayılmadılar, diyorsunuz. Halbuki adı geçen örgüte
hiçbir kulüp resmen katılmış değildir. Bununla birlikte bendeniz Mağusa’daki
toplantıda hazır bulunduğum gibi, Birlik gazetesi sahibi de sizin gibi
kalemiyle katılmıştır. Ondan sonra da ben ve siz, Avukat Behaeddin Efendi ile
birlikte Lefkoşa örgütünü kurduk.
Böyle olduğu halde, Birlikçiler teşkilata yaklaşmadılar, demek haksızlık
olmaz mı? (...)
Bununla birlikte, size şimdiden söyleyebilirim ki, Birlik Ocağı parti
işleriyle uğraşmadığı gibi, ne gazete ve ne de ben hiçbir tarafa borçlu
değiliz. Dahası yazıhanem hiçbir kuruluşun, hiçbir dairenin sözcülüğünü
yapmıyor; bunu ben açıktan açığa söyleyebiliyorum. Sözün kısası kendi örgütümüz
içinde efendi de biziz, kul da biziz. (...)” [70]
HOCALAR’IN ANLATTIKLARI
Hasan Saffet Hocalar, kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Hürriyet ve
Terakki Kulübü”nün 1923’de adını “Birlik Ocağı” olarak değiştirdiğini belirterek
şöyle demektedir:
“1923’de Birlik Ocağı, Evkaf’ın
karşısındaki Türk Derneği ile birleşti ve Kardeş Ocağı oldu. Bu birleşmeye
yardım edenler, başta Fadıl Korkut, Dr.Pertev, Tabak Hilmi Efendi, Aziz Bey,
Ziraat Müfettişi Osman Nuri Bey ve Pire Kemal (çok milliyetçiydi). Babam da
azaydı Hürriyet ve Terakki’ye... Kulüplerin çok faydası oldu bu cemaata.
Kurtuluş Savaşı’nda piyesler oynar, başka yardımlar toplar, gizli gizli
yollardık Türkiya’ya. O zaman İngiliz sıkı. Oynayacağımız piyesleri sansür eder,
“Türk” kelimesini çıkarırdı. O zamanlar Rumlar sezerdi bizim yaptıklarımızı ve
bize çok hakaret ederlerdi. Kahvecizade İmam Efendi, Ömerge Camiinde imamdı.
Köprübaşı’ndan domates atarlardı kendine. Çanlar çalarlar, “Ebiğen ce Angara re
Hasani” diye bana bile takılırlardı.)[71]
Hocalar,
bir başka anısını da şöyle anlatmaktadır:
“4. kuruluş yıldönümü nedeniyle 26
Aralık 1927 Pazartesi günü Birlik Ocağı üyelerinden 40 kişi yeni binalarında
bir öğle yemeği düzenlerler. Başkan Avukat Fadıl N.Korkut Bey bir konuşma
yaparak başka şeyler yanında “Birlik Ocağı yalnız Birlik Ocağı olmayıp,
Cezire’de ilk teşkil edilen kulübün, yani Terakki Kulübünün devamı olduğunu ve
Birlik Ocağı’nın sene-i devriyesini tesid ederken, aynı zamanda Terakki,
Hürriyet ve Terakki Kulüplerinin sene-i devriyelerini tesid etmiş olduğunu
ilaveten beyan eyliyorum” diye söylemiştir.”[72]
KARDEŞ OCAĞI’NIN NİZAMNAMESİNDEN
Ali Nesim, “Kardeş Ocağı” adlı
makalesinde, bu kulübün 1931 yılı Ocak ayında alınan bir kararla, adını “Kardeş
Ocağı” olarak değiştirdiği belirtmektedir. Nesim, Kardeş Ocağı nizamnamesinin
3. maddesinde “Maksat ve Gaye” başlığı altında şöyle yazıldığını aktarmaktadır:
“Ocağın gayesi; Efradı arasında tesanüt
ve ittihadı temin etmek ve kendi cemaatinin içtimaiyelerini yükseltmeye
çalışmak ve icabettikçe onların umur-u hayriyesine hizmet etmektir.”
28. maddede ise “Ocak azası arasında
münazara ve münakaşanın tervici ve onlara istifadeli mevzular üzerinde
konferanslar dinletmek ve vakit vakit eğlence ve müsamereler tertip etmek”
üzere bir heyetin varlığından söz edilmektedir. Bu arada “Sporculuğu terviç ve
terğip eylemek” amacıyla da ayrı bir komisyon kurulması öngörülmektedir.[73]
Nesim’in saptamasına göre, bugün de
çalışmalarını sürdürmekte olan “Kardeş Ocağı” kulübün en eski üye kayıt defteri
(Birlik Ocağı Abone Esami Defteri) 1927 yılına aittir. 1931 yılından itibaren
üye ve hesap kayıtları yeni Türk harfleri ile tutulmuştur. H.Hilmi ve
M.Muhiddin Beyler uzun yıllar veznedarlık yapmışlardır. Ali Nesim, 1927 yılı
kayıtlarına göre Ocağın 77 üyesi bulunduğunu belirterek, bu kişilerin listesini
vermektedir.[74]
“Başlangıçta üye aidatı 4 şilin dahili
ve 2 şilin harici üyeler içindi. Fakat harp esnasında 2 ve 1 şiline düşürüldü.
1947’de 3 şiline ve 4.2.1951’de de 4 şiline çıkarılarak, dahili-harici farkı
kaldırıldı.
Üyeler arasında en uzak köylerden
öğretmen ve muhtarların da bulunması, kulübün o zaman toplum üzerinde olan
etkinliğini göstermesi bakımından önemlidir. (...) TC Elçiliği mensupları da
kulübün fahri üyesi idiler. Böylece anlaşılıyor ki kültürel ve ulusal
çalışmaların yürütülmesinde elçilik ile kulüp arasında sıkı bir işbirliği
vardı. Kıbrıs’a ziyaret için gelen milletvekilleri ve görevli öğretmenler de
fahri üyeliğe alınıyordu. (...)
Kardeş Ocağı kurulduğu günden itibaren
kültürel ve sosyal etkinliklere öncelik etmiştir. Ulusal duyguları güçlendirmek
ve halkı bilinçlendirmek için konferanslar düzenlemiş, piyesler sahnelemiştir.
Ocak 1931’de Keramet, Şubat 1933’de Akın, 1934’te Kahraman, 1935’te Çoban ve
Mete piyesleri sahnelemiştir. Yine bu yıllarda Necip Fazıl’ın Tohum adlı oyunu
ve 1944’te Macik Palas’ta İnsan Sarrafı adlı komedi oynanmıştır. Aynı akşam
Darülelhan alafranga-alaturka konser vermiştir. (...)”[75]
Saptayabildiğimiz ilk Türk müziği topluluklarından Darülelhan Musiki Cemiyeti
de 1 Ocak 1924’de çok güzel ud çalan Dr.Hüseyin Zekai önderliğinde kurulmuş
olup, burada Nazım Ali İleri (keman), Kayyımbaşızade Derviş (kanun), Eczacı
Peristeronalı Tevfik (ud ve solist) ve Hafız Şefik Bey (def) ve başkaları yer
almaktaydı. Darülelhan, 1936 yılı sonlarında kapanacaktır.[76]
KIBRIS VE İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ
Zihni İmamzade, anılarında Kıbrıs’taki
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin çalışmaları ile ilgili olarak şunları
yazmaktadır:
“Ada üzerinde ilk faaliyet 1909 yılında
İttihat ve Terakki Kulübü’nün açılışıyle Baf’ta başladı. Kendisi Baflı olup
genç yaşta İstanbul’a göç eden İstanbul Maliye Müfettişi Cemal Has Bey,
Baf’taki arkadaşlarıyla bağlantısını sürdürmüş, İstanbul’a tahsil için gelen
Baflı hemşehrilerini örgüte kaydederek, onlar ve Kıbrıs’ta görevli İttihatçı
Türkiyeli öğretmenler vasıtasıyla Baf’taki örgütü kurdurmuştu.”[77]
“1909’da Baf’ta Yerui adlı bir Rumun
dükkanının üzerindeki odada faaliyete geçen Kulübün kurucuları arasında Hafız
Ramadan, Dr. Eyyüp Necmettin ve sonra hakim olan avukat Hulus Bey vardı... Baf
İttihat ve Terakki Kulübünün resmi 27 üyesi bulunmakta, İskele’de açılan
İttihat ve Terakki Kulübü’nde ise Kenanlar, Orundalızade ve Tuzlalı birçok
şahsiyet bulunmaktaydı. Lefkoşa’da açılan Kulübün üyeleri arasında ise Avukat
Hafız Cemal, Mağusalı Şevki Bey, Hasan Hamit, Hüseyin Bey ve Fadıl Korkut ile
Raif Beyler vardı.”[78]
İmamzade devamla şöyle demektedir:
“1909 yılından itibaren kaybedilen
topraklar içerisinde ayaklanma ve isyanlar başlatıp, bu toprakları tekrar
Osmanlı topraklarına katma politikasını güden İttihat ve Terakki Cemiyeti,
eğitim kadroları oluşturup, bunları bu topraklar üzerinde yaşayan eski tebaalara
yaymak için kendi üyesi olan öğretmenleri, buralara yollamaya başlar. İşte bu
andan itibaren Lefkoşa’daki tek İdadi Mektebi’ne Türkiye’den öğretmenler gelir.
Bunlar arasında, İdadi Müdürlüğünde,
(sonradan Başvekil olan) Şemsettin Günaltay (1907-1909), (sonradan Askeri
Lisesi ve İstanbul Kız Lisesi hocalıkları gibi Türkiye eğitimine de büyük
hizmetleri geçen) Müçteba Öktem (1912-1924), Hikmet Ertaylan, Şevket Süreyya
Aytaç ve (1906 yılının Eylül ayında Selanik’te kurulan Osmanlı Hürriyet
Cemiyeti kurucularından) Kazım Nami Duru’nun Kıbrıs’ta (1925-1928) öğretmenlik
yapmaları dikkat çekicidir. Bu eğitimciler, Osmanlı Devleti’nin Anadolu
tedrisatını aynen Kıbrıs okullarında tatbik etmişlerdir. Birinci Cihan Harbi
sırasında bile, dolaylı yollardan Türkiye’den kitap getirtmişlerdi.
Kıbrıs’ta eğitimin tarihini araştırmış
olan yazar W.W.Weir’ın 1948’de Larnaka’da Müderris M.Hulusi ile yaptığı
görüşmeden öğrendiğine göre, “1909 devriminden önce bazı asiler Kıbrıs’a kaçıp,
daha emin ve güvenlik içerisinde İngiliz İdaresi alında reform fikirlerini
halka saçabilirlerdi. Bu adamlardan bir tanesi, Kıbrıs’ta öğretmen olmuş, fakat
senenin sonunda arkadaşlarıyle birlikte, burada bulunan muhafazakar İngiliz
taraflısı müslümanlar tarafından adadan kovulmuştu.” [79]
İmamzade’nin anlattıklarından aktarmaya devam edelim:
“Şemsettin Günaltay, genç yaşlarda din eğitimi yapmış, daha sonra Avrupa’ya
giderek tahsil görmüş ve öğretmen olarak göreve başlamıştı. Genç yaştan
itibaren eli tabancalı bir İttihat ve Terakki militanı olan Günaltay, 1901
yılından sonra öğretmen olarak Kıbrıs’a gelmiş, İttihat ve Terakki Kulüplerini
örgütlemiştir. Varlığından haberdar olan İngiliz Yönetimi, onu adadan sürgün
etmiş, (Birinci Dünya Savaşı sırasında yine Şemsettin Günaltay, Doğu Cephelerinde
bir asteğmen olarak İngilizlere esir düşmüştür.)
...(1905 İngiliz Maarif Yasasına göre)
Adanın öğretmen ihtiyacı ilköğretimde ada imkanlarıyla karşılanmaya
çalışılıyordu. Ortaöğretim müesseselerinde ise, Türkiye’den getirtilen
öğretmenlerle destekleniyordu. Bu öğretmenler, Maarif Nezareti tarafından
gönderilmekteydi. Kıbrıs Türk gençliğini yetiştirmek için bütün imkanlar
kullanılıyordu. Bu arada öğretmenlerin İttihat ve Terakki ve ona bağlı Türk
Ocağı yanlısı olması şartları aranıyordu.”[80]
1912-1925 yılları arasında Kıbrıs
İdadisinde Müdürlük yapan Türkiyeli öğretmen Müçteba Öktem, o sıralarda
Kıbrıs’taki siyasal durumu şöyle anlatmaktadır:
“Orada bulunduğum sırada, Türkler arasında bazı siyasi akımlar vardı.
İrfancılar ve Müftücüler diye ayrılmışlardı. İrfan Bey Kıbrıs Evkaf Müdürü idi.
İrfancılar İngilizci, Müftücüler de, sözde Osmanlı hükümetine tabi idi. Fakat
aslında, o da İngilizlere mütemayil idi. (Bu zat, o zamanın Kıbrıs Müftüsü olan
Hacı Hafız Ziyai Efendi idi.) Gerçek Türk milliyetçileri vardı, fakat ortada
görünmüyorlardı. Bunlar, çoğu öğretmenlik yapmış kişilerdi. Sonradan Vilayet
Baş Tercümanı olan Mithat Bey, sonradan SÖZ gazetesini çıkaran Remzi Bey,
Tarakçı Rüştiye Mektebi Müdürü Selahattin Bey, önce memur sonra avukat olan Jön
Türk Mehmet Rifat Bey, İlk mektep müdürü Niyazi Bey, yine Jön Türklere
yardımları ile tanınmış Üzengicizade Tahsin Bey ve daha bir çokları bu
gruptandı.
O zaman mahkemenin (Şer’iye
Mahkemesinin) tam karşısında, Osmanlı Kıraathanesi vardı. Kıbrıslı aydınlar burada
toplanır ve kendi aralarında tartışırlardı. Ben bazan aralarına karışır ve
arabuluculuk yapmaya çalışırdım. Çoğunluk Müftücülerdeydi.” [81]
İTTİHAT VE TERAKKİ YANLISI DİĞER GAZETELER
1 Ekim 1906 tarihinde Hacı Mehmet Arif
Efendi tarafından yayımlanmaya başlayan Sünuhat gazetesi, Osmanlı Devletine ve
padişah Abdülhamit’e saygı duyan bir yayın politikası izlerken, 1908
devriminden sonra İttihat ve Terakki yanlısı bir tutumu benimsemişti. Ekonomik
nedenlerle 3 Kasım 1912’de kapandığında son sayısı: 246 idi.
2 Mart 1912’de Bodamyalızade Mehmet
Münir Bey’in sorumlu müdür ve imtiyaz sahibi olarak çıkarmaya başladığı
haftalık Seyf gazetesi, İttihat ve Terakki Partisi’nin tutumunu benimsemiş
olup, idareevi “Kıbrıs’ta Şer’iye Mahkemesi girişinde Hürriyet ve Terakki
Kulübü bitişiğindeki özel daire” olarak verilmekteydi. Bu gazete de ekonomik
nedenlerle 15 Haziran 1914’de –Sayı:112- kapandı.
MİLYALIZADE’NİN ANLATTIKLARI
Kıbrıslı Türk halkçı aydınlardan Tuzlalı M.Zeki Milyalızade, Kıbrıs Türk
İşçi Teşkilatlarının 1948 yılında Lefkoşa’daki İpçi Hısarı Meydanı (Musalla)’da
düzenlediği 29 Ekim kutlama töreninde yaptığı konuşmada, Türkiye Cumhuriyetini
kuranları ve bu uğurda can verenleri anarken, şu anılarını aktarmaktaydı:
“Müsaade
ederseniz kısaca bu vatan fedailerinin Kıbrıs’ta geçirdikleri hayat
sergüzeştlerinden biraz olsun, burada bahsedeyim. Dünyamı tanımaya başladığım
sıralarda kendimi bu gurbetteki büyük Türk evlatlarının arasında buldum.
On altı yaşıma kadar bu büyük Türk evlatlarına yemek, meze ve hastalarına da
sıcak süt taşırdım. Çünkü, babam rahmetli Milyalı Ahmet Lütfü Jon Türk
dedikleri bu münevver, vatan yavrularını taparcasına sever ve gücünün yettiği
kadar da onları kör ve kara taassuba karşı himaye ederdi. Ve o zamanlar yani
tahminen elli ve elli beş sene evvel şimdiki Pallas sinemasının yakınındaki
evlerinden birini bu hürriyet aşıklarının ikametine tahsis etmişti. Âlim ve
fazıl bir şahıs olan Serezli Hoca Mühiddin 1897’de Türk-Yunan harbinde büyük
yararlık gösteren suvari yüzbaşısı Saffet -bu yüzbaşı Kıbrıs’ta veremden öldü-
Dr.Behaeddin, Dr.Galip, Vizeli Hoca Riza, Türkiyenin meşhur satirist şairi
İzmirli Eşref, hâlâ Türkiyede hayatta olduğunu memnuniyetle haber aldığım
Dr.Nihad Reşad ve daha bir çok tanınmış münevver Türk gençleri bize milli aşkı
ve vatan muhabbetini terennüm ederlerken, Kıbrısta da Jon Türkler yetişmiye
başlamış ve kara taassuble mücadele kızgın bir şekil almıştı.
Bir
zamanlar hoca Muhiddinin hayatı tehlikeye girmişti. Bu zata büyük kardeşim
Yusuf ve arasıra da diğer kardeşim Eczacı Asım yoldaşlık ederlerdi. İşte böyle
tehlikeli günlerde Kıbrıslılar arasında da hakiki fedailer yetişiyor ve ötede
beride meydana gelen kavgalarda kâh yaralanır ve kâh yaralayıp kör taassubun
kör aletleriyle döğüşüyorlardı; bunlar arasında ön safta hatırladıklarım
İstanbullu Kadriye hanımın kocası Ahmet Remzi, Hafız Mülâzim, Akçalı Raif, Jon
Rifat, kardeşim eczacı Asım ve sonraları bir çok Kıbrıslı münevver gençler
mücadeleye katılmışlardır.
Arkadaşlar,
İftiharla
söyliyebilirim ki biz Kıbrıs Türkleri elli senedenberi Anavatana karşı olan
maddi ve manevi borçlarımızı ödemek için bütün varlığımızla çalıştık ve
çalışacağız. Nasıl çalışmıyalım ki, bu akşam kutladığımız Cumhuriyetin kahraman
evlatları bize tam manasiyle babalık ediyorlar ve bugün Anavatanda binlerle
gençlerimiz tam bir sadakatle memleketi borçlarını ödiyorlar ve vatanlarına
hizmet ederek hür ve saf bir hava içinde mesud yaşıyorlar.”[82]
(Bu çalışma ilk defa 19 Mart 2005 tarihinde Lefkoşa’daki Intercollege’de
yer alan ve Kıbrıs Akademik Forumu (CAF) tarafından düzenlenen Birinci Tüm
Kıbrıs Sosyal ve İnsan Bilimleri Konferansında okunmuştur.)
[1] Ahmet An, Kıbrıs’ın Yetiştirdiği Değerler (1782-1899), Ankara 2002,
s.362
[2] Fadıl Niyazi Korkut, Hatıralar, Gazimağusa 2000, s.59
[3] A.An, agy, s.118
[4] F.N.Korkut, s.59
[5] F.N.Korkut, agy, s.59
[6] A. An, agy, s.128
[7] Ahmet Raik Çağlar, bkz. A.An, agy, 345
[8] Bkz. Raik Çağlar, Eski Şeyler, Birlik Matbaası, Lefkoşa 1926
[9] İlk yeri, şimdiki Evkaf binası karşısında, eskiden Arif Kûfi
Eczanesi diye bilinen yerin yanındaki binaydı. Daha sonra Sarayönü’nde 1919’da
yapılan ve bilahare Barclay’s Bank’ın kullandığı binaya taşınmıştı. (Günümüzde
Vakıflar Bankası olarak kullanılıyor.)
[10] agy, s.59
[11] Ortam, 8 Nisan 1993
[12] Rolandos Katsiaounis, Kipriyagos Silogos’un 21 Mayıs 1879 tarihinde
Lefkoşa’nın dört önemli kulübü olan Solon, Zenon, Omonia ve Elpis’in bir çatı
altında birleşmesi ile oluştuğunu belirtmektedir. Bu kulübe sadece eşraftan
seçkin kişiler üye olabilmekteydi. (Labour, Society and Politics in Cyprus,
Nicosia 1996, s.78) Şubat 1891’de kurulan Agabi tu Lau (Halk Sevgisi) Kulübü
ise, herkese açık bir kıraathane olup, 29 Aralık 1892’de ikinci tüzüğünü kabul
etmiş ve bir de kütüphane kurma kararı almıştı.(s.164) Bu kulüb, Kipriagos
Silogos’un aksine Yunanistan’ın bağımsızlık günü olan 25 Mart’ı kutlamaya
başlamış, 1896’da da Liassidis yerine, milliyetçi Katalanos’u başkan seçmişti.
(s.216)
[13] Kıbrıs’ta Basın Olayı (1878-1981), Ankara 1981,
s.17
[14] A.An, agy, s.85
[15] C. Ünlü, agy, s.16
[16] Mehmet Remzi, Kıbrıs’ta Gazetenin Tarihçesi, Söz, 27 Temmuz
1933
[17] C. Ünlü, agy, s.18 ve 22
[18] Mustafa Haşim Altan, Atatürk Devrimlerinin Kıbrıs Türk Toplumuna
Yansıması, Ankara 1997, s.62
[19] agy, s.64-65
[20] Ödül belgesi için bkz. M.H.Altan, agy, s.68-69
[21] İngiliz Geçici İdaresi Devrinde Kıbrıs’ta Türk
Gazeteciliği, Türk Kültürü, Ankara, Mart 1966, Sayı:471-472. Mir’at-ı Zaman
gazetesinin 14 Şubat 1910 tarihli (Sayı:361) nüshasında belirtildiğine göre,
Zaman gazetesini çıkaran Hacı Derviş Efendi, “Paşa” rütbesinin alınmasından
sonra her bayram, paşa üniformasını giyerek, Ayasofya Camiine gitmekteydi.
Gazete ayrıca, Hürriyet Kulübü’nün (Sünuhat?-A.An), Hacı Derviş Efendi’nin,
rütbesinin alınmasını kendisi için bir şeref saydığını ve hürriyetin ilanı
sonrasında Beyrut, Şam, İzmir, İstanbul ve Selanik’e olan seyahati esnasında
olağanüstü saygı gördüğünü yazdığını belirtmekteydi.
[22] A.An, agy, s.157
[23] B.R.Özoran, agy
[24] A.An, agy, s.167
[25] Kıbrıs Postası, Yeni Yıl ve Ethem Önür Özel Sayısı, Ankara, Ocak 1980
[26] S.Ünlü, agy, s.23-25
[27] B.R. Özoran , agy
[28] S.Ünlü, agy, s.26-27
[29] B.R.Özoran, agy. Mehmet Demiryürek ise, Kıbrıs
gazetesinin 11 Nisan 1898 tarihli (Sayı:290) nüshasının Osmanlı ülkesine
girişinin yasaklandığını belgelemektedir. (Kıbrıs Türk Basını ve Türkiye
Hükümetleri I (Osmanlı Dönemi) (1878-1910), Ankara Üniversitesi, Türk İnkılap
Tarihi Enstitüsü Dergisi, Sayı:25-26, Mayıs-Kasım 2000.
[30] The Young Turks in Opposition, Oxford University
Press, 1985, s.109
[31] Mehmet Demiryürek, Kıbrıs Türk Basını ve Türkiye Hükümetleri (Osmanlı
Dönemi), Ankara Üniversitesi,Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Dergisi, Mayıs-Kasım
2000, Sayı:25-26
[32] Vizeli Rıza bin Emin’in Lefkoşa’da yayımlanmış
iki de kitabı bulunmaktadır: 1. Hakayık-ı Şer’iye (Rıza Bey’in dinsel konuları
işleyen 8 makalesinden oluşan bu kitap, Mir’at-ı Zaman Matbaasında 1905’de
basılmıştır.) 2. Mısır Ulema-ı Alâmından Esseyid Şeyh Reşit Rıza’nın yazdığı bu
dini kitap, “Mütercimi: Vizeli Rıza İbn-i Emin” sunuşuyla 17sayfa Eski Türkçe,
11 sayfa da Arapça metin olarak 1906 yılında yine Mir’at-ı Zaman matbaasında
basılmıştır.
[33] agy
[34] Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihat ve Terakki
Cemiyeti ve Jön Türklük (1889-1902), Cilt:1, İstanbul, 1985, s.342
[35] B.R.Özoran, agy
[36] Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İstanbul, 1987, s.43
[37] Halkın Sesi, 12 Şubat 1952 ve 18 Ocak 1944
[38] Söz Gazetesi Sahibi Remzi Efendi’ye Açık Mektup,
Birlik, 29 Ağustos 1924, Sayı:32-aktaran Harid Fedai, Eski Basınımızdan,
Kıbrıs, 25 Aralık 2000
[39] aktaran Harid Fedai, Eski Basınımızdan, Kıbrıs, 5 Eylül 1993
[40] aktaran Harid Fedai, Larnaka’da bir tiyatro olayı, Yeni Kıbrıs, Ekim
1988
[41] 30 Mart 1908
[42] 7 Aralık 1908
[43] 9 Mart 1908
[44] Mir’at-ı Zaman, 3 Ağustos 1908 ve 14 Eylül 1908
[45] A.An, agy, s. 342
[46] A.An, agy, s.380
[47] aktaran Harid Fedai, Eski Basınımızdan, Kıbrıs,
15 Mayıs 1993
[48] Lefkoşa, Birlik Matbaası, 1926, s.60 ve 63’den aktaran H.Fedai, 20.
Yüzyılın başlarında Kıbrıs’ta yazın yaşamından bir örnek: Eski Şeyler, Yeni
Kıbrıs, Ekim 1984
[49] agy, s.65-66
[50] Müsevvidzade Osman Cemal, bkz.A.An, agy, s.272
[51] A.An, agy, s.157
[52] A.An, agy, s.195
[53] M.Akif de bu konuda şöyle yazmaktadır: “Meşrutiyetin ilanı üzerine
üstad Ahmet Raik Bey, Terakki Kulübü’nü açmıştı. Evkaf muvafıkları bu kulüpte,
muhalifleri ise Hürriyet Kulübünde toplanmışlardı.” (Halkın Sesi, 24 Ocak 1953)
[54] aktaran Harid Fedai, Eski Basınımızdan, Kıbrıs, 8 Ağustos 1993
[55] A.An, agy, s.286
[56] agy
[57] aktaran H.Fedai, Eski Basınımızdan, Kıbrıs, 14 Ekim 1996
[58] A.An, agy, s.393
[59] F.N.Korkut, agy, s.63
[60] aktaran Harid Fedai, Eski Basınımızdan, Kıbrıs, 16 Şubat 1998
[61] aktaran Harid Fedai, Eski Basınımızdan, Kıbrıs,
26 Nisan 1999
[62] Kıbrıs Erkek Lisesi Mecmuası 1933-1934 Yıllığı
[63] Hüseyin Recai Turan’ın verdiği bilgi, Çağatay Hasan-Yücel Hatay,
Kıbrıs Türk Sporu, Kaynak Kültür ve Araştırma Dergisi, Mart
1977, Sayı:2, s.67
[64] agy
[65] aktaran Harid Fedai, Eski Basınımızdan, Kıbrıs, 8 Mart 1999 ve 6
Nisan 1998
[66] Birlik, 29 Ağustos 1924, Sayı:32
[67] F.N.Korkut, agy, s.63
[68] “Birlik Ocağı, 1 Kasım 1923 tarihinde Hürriyet ve Terakki Kulübünün
yerini almış bir sosyal kuruluştur.” (Fadıl Niyazi, Söz gazetesi sahibi Remzi
Efendi’ye Açık Mektup, Birlik, 29 Ağustos 1924, Sayı:32. Harid Fedai, Yeni
Kıbrıs dergisinin Ekim 1986 tarihli nüshasında yer alan “Bir değinme: Kardeş
Ocağı” başlıklı yazısında, Birlik gazetesinin 31 Aralık 1927
tarihli (Sayı:198) nüshasında yer alan “Birlik Ocağında Ziyafet” başlıklı
haberde, Fadıl Korkut’un Birlik Ocağı’nın 27 Aralık 1923’de kurulduğunu
söylediğini belirtmektedir. Korkut’un konuşmasına göre, Terakki Kulübü
de, Adada gerçek anlamda kurulan ilk Türk kulübü olup, Birlik Ocağı da, Terakki
Kulübü ile Hürriyet ve Terakki Kulüplerinin devamıdır.
[69] aktaran, Harid Fedai, Eski Basınımızdan, Kıbrıs, 11 Aralık 2000
[70] agy, 18 Aralık 2000
[71] Ortam, 8 Nisan 1993
[72] Ortam, 12 Nisan 1993
[73] Yeni Kıbrıs dergisi, Ağustos-Eylül 1986
[74] agy
[75] agy
[76] A.An, agy, s.459
[77] Ulus Irkad, İttihat ve Terakki, Ortam, 10 Nisan 1993
[78] Ortam, 12 Nisan 1993
[79] Education in Cyprus, s.76
[80] Ortam, 13 Nisan 1993
[81] Prof. Dr. Derviş Manizade, Kıbrıs: Dün, Bugün,
Yarın, İstanbul 1975, s.409-411
[82] Emekçi gazetesi, 2 Kasım 1948, Sayı:138
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder