Alman araştırmacı Oliver Wolleh
tarafından bu yıl Hamburg’da Almanca olarak yayımlanan “Bölünmeyi önlemek:
Kıbrıs’ta barışı inşa etmek üzerine bir vaka araştırması” adlı 421 sayfalık
çalışmada, ABD’nin Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasında yürüttüğü
“Uyuşmazlıkların Çözümü” (Conflict Resolution=CR) çalışmaları incelenmekte ve
diğer şeyler yanında şu saptamada bulunulmaktadır:
“ABD kurumlar ağı, eğitmen
gruplarını, Kıbrıs’taki Amerikan politikasının tamamlayıcısı olacak olan etkin
siyasal baskı gruplarından oluşan bir sisteme dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Ama
bu durum, araştırma süresi içinde Kıbrıs’ta henüz sağlanamamıştır.” (s.365)
Wolleh araştırmasını 1993 ile 1997
yılları arasında yürütmüştü. Nitekim bu kurumlar ağının eğittiği “Conflict
Resolution trainer”lerinden Sevgül Uludağ, bir süre önce aynı döneme ilişkin
olarak şu değerlendirmeyi yaptı:
“Kıbrıs’ta Amerikalıların
örgütlediği Conflict Resolution sürecinde yaşadığımız düş kırıklıklarının
hesaplaşmasını yapıyorduk... Conflict Resolution sürecinde, Amerika elbette
kendi çıkarlarını kollamıştı. Kıbrıslı Türk ve Rum barışseverlerin “kurumlaşma”
çabalarının önündeki engeller, yalnızca Türk resmi makamlarının “yasakçı”
tavrından, ya da Rum barışseverlerin “Kıbrıslı Türkleri tanıma” fobisinden
değil, aynı zamanda bizzat Amerikan Elçiliğinin hareketi “dağınık tutma”
kararlılığından geliyordu. Bunu ancak tüm iki toplumlu grupların Ledra Palace
buluşmalarına Türk makamlarının 1997’de getirdiği yasaklamadan sonra tümüyle
kavrayabildik: 1997’de “yasak”lar geldiğinde, kabaca 1994’de 30 kişilik “Conflict Resolution
Trainer Grubu”muzun başlattığı ve 3 bin kişiye ulaşan hareket “dağılmıştı”.
(Yeni Düzen, 15 Temmuz 2002)
Volkan gazetesi de, sayıları 45 tane olan CR
gruplarında eğitilmiş olan ve çeşitli meslek gruplarından gelen Kıbrıslı
Türklerin sayısını 2198 olarak açıklamıştı. Ama bu dağınıklık çok geçmeden
giderilecek ve oluşturulan veya ele geçirilen sözümona “Sivil Toplum
Örgütleri”, ya da “NGO”lar marifetiyle yeniden toparlanılacak ve Haziran 2002
yerel seçimlerinde “büyük zafer”ler elde edilecekti.
Wolleh’nin araştırmasını
tamamlandığı 1997 yılından sonra, ABD’nin Lefkoşa’daki Büyükelçiliği’ne bağlı
olarak çalışan CR gruplarına mensup kişilerin, Kıbrıs’ın gerek Türk, gerekse
Rum kesiminde profesyonel kalıcı örgütlenmelere gittikleri gözlemlendi. Rum
kesimindeki “Barış Merkezi” zaten CR çalışmalarında önemli bir rol oynamaktaydı
ve bu merkezin başkanı olan Kostas Şammas adlı kişi, CR eğitmenlerinden olan
DİSİ milletvekili Keti Kleridis ile etkinlikler vesilesiyle dostluklarını
ilerleterek, evlenecekti de.
Kıbrıslı Türk CR’cuların kalıcı ve
profesyonel bazı örgütlenmelere gittikleri basın haberlerine yansımış
bulunmaktadır:
“Bu akşam ilk etkinlik: KKTC’de ilk
kez uzlaşım tekniklerinin tanıtımı ve anlaşmazlık yaşayan taraflara uzlaşım
hizmetleri de vermeyi amaçlayan Kıbrıs Türk Uzlaşım Derneği fiilen
faaliyetlerine başlamış bulunuyor. İlk etkinlik olarak, Kıbrıs Türk ODTÜ Mezunları
Derneği ile ortaklaşa panel yapıldı.” (Yeni Düzen, 13 Eylül 2000)
“Kıbrıs Türk Uzlaşım Derneği, 22
Ekim 2000’de 1. olağan genel kurulunu yaptı. Merkez binasını 21 Eylül 2001’de
açtı... Dernek UNOPS ve Fulbright Komisyonu tarafından finanse ediliyor. Başkan
Canan Öztoprak. Eğitim alan 70 kişinin 50-60’ı dernek üyesi oldu. (Kıbrıs, 22
Eylül 2001)
Uzlaşım Derneği, eğitim seminerleri
çerçevesinde avukat, öğretmen, doktor ve çeşitli meslek grupları ve bazı
okullardaki öğrenciler için kurslar düzenlemekte ve “uzlaşım teknikleri”ni
öğretmektedir. Son olarak gazetelere
verilen ilanlarda, 26-27-28 Temmuz 2002 tarihlerinde gençlere yönelik ve toplam
20 saat sürecek ve ‘Temel İletişim-Uzlaşım’ konularında atölye çalışması
düzenleneceğini duyuran bir gazete ilanı yayımlandı ve bu projenin “UNDP/USAID
katkıları ve UNOPS aracılığı ile gerçekleştirilmekte olduğu vurgulandı.
Paralel çalışmalar da, Kıbrıs Rum
kesimindeki “Uzlaşım Derneği” tarafından yürütülmektedir. Hem aile, hem de
hukukla ilgili uzlaşım konularında, ABD ve İsrail’de eğitilmiş olan gönüllüler
tarafından seminerler düzenlendiği basında kaydedilmiştir. (Cyprus Weekly, 12
Ekim 2001)
1998’de bir kurucu heyet
başkanlığında örgütlenme çalışmalarını başlatan bir grup CR’cu, 3 Ekim 2001’de
1. olağan genel kurulunu yaparak, Kıbrıs Türk Yöneticiler Derneği’nin
başkanlığına Bülent Kanol’u getirdi.
Bu arada ABD, Norveç, İngiltere ve
BM’nin Kıbrıs içinde ve özellikle dışında yapılmakta olan iki toplumlu
buluşmaları finanse ettiklerini bildirildi:
“Norveçliler, Ledra Palace’da ofisi
bulunan Prio Vakfı ile Brüksel Grubu, ayrıca Akademisyenler Grubu (9 Rum ve 8
Türk) ve Ekonomik Forum’u çalıştırıyorlar. Zaman zaman ise açık seminerler
düzenliyorlar... Amerikalılar, iki toplumlu temasları Fulbright Vakfı
aracılığıyla destekliyorlar. Ayrıca UNOPS finansmanıyla Harvard Grubu
toplantılarını da organize ediyorlar. (Fileleftheros’tan aktaran, Yeni Düzen,
30.1.2002)
Kıbrıs Türk Yöneticiler Derneği’nin,
yine UNDP/UNOPS katkılarıyla oluşturduğu “Yöneticilik Merkezi” ise, 15 Şubat
2002 tarihinde Lefkoşa’da açıldı. Eğitim programlarının dört kişilik bir ekip
tarafından verildiğini açıklayan Merkez’in Yöneticisi Bülent Kanol, basınla
yaptığı bir söyleşide, “Küçük, ama güçlü bir ekibiz” şeklinde konuştu. (Kıbrıs,
6 Mayıs 2002)
Etkinliklerini renkli bir bülten ile
kamuoyuna duyuran Yöneticilik Merkezinin, Kıbrıs Türk Ticaret Odası ile
ortaklaşa düzenlediği ilk konferansın konusu, “Çözümden önce ve sonra
KOBİ’lerin gelişimi ve finansmanı” idi. (Kıbrıs, 15 Mayıs 2002)
Bu arada, 2001 yılının sonunda iki
toplum liderinin birbirlerine karşılıklı yemek ziyaretleri yaptığı ve 2002
yılının başında da toplumlararası görüşmelere bir kez daha yeniden başladıkları
günlerde, CR yöntemine göre yetiştirilmiş eğitmen grupları, adanın her iki
tarafında basın toplantıları düzenleyerek, basında çıkan CR çalışmalarına
yönelik eleştirileri göğüsleme cesaretini bulmuşlar ve masaya konan tartışmalı
ABD çözüm planları için, “imzalayın veya istifa edin” çağrılarını yapmışlardı.
16 Ocak 2002’de başlayacak olan
doğrudan toplumlararası görüşmeler öncesinde Ledra Palace’ta gösteri yapan,
Kıbrıslı Rum CR’cular, “Yeniden Birleşme ve Birlikte Varolma için Vatandaş
Hareketi” (Movement of Citizens, Working
for Reunification and Coexistence) adını verdikleri oluşumun 2 Şubat’ta
yapılan kuruluş toplantısında 15 kişilik geçici Koordinasyon Komitesi’ni
seçtiler. (Fileleftheros, 9 Şubat 2002)
9 Şubat 2002 günü de, Oslo Grubu
Türk üyeleri, düzenledikleri basın toplantısında, “Yaptığımız çalışmanın arkasındayız” diyerek,
CR çalışma grupları tarafından hazırlanan Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin
taslaklara destek beyan ettiler. (Kıbrıs, 10 Şubat 2002)
Kıbrıslı Türk CR eğitmenlerinden
Fatma Azgın, bir söyleşisinde “Uyuşmazlıkların Çözümü Grubu” konusunda şunları
söylemişti:
“1992 yılında başladı eğitim
çalışmaları. Amerika’dan gelen uzmanlar bir Rumlar için, iki de Türkler için
toplantı yapmaktaydılar, ayrı ayrı. O sıralar biz Türklerin iki grubu vardı.
Bir tanesi benim başında bulunduğum bir grup, diğeri ise Ergün Olgun’un başında
bulunduğu bir gruptu. Önce görüşme teknikleri ve metodlarını çalıştılar
bizimle... Amaç, çelişkileri yumuşatmak, ya da iyileştirmektir... Politikamız,
ya da amacımız iki tarafın da kazanabileceği, iki tarafın da memnun olabileceği
(bir çözümdür)... (Yaklaşık 7 yıldır) Bu toplantılara katılanlar bilgi,
deneyim, kültür açısından güçlendiler. Görgü, deneyim kazandılar. Sık sık
yinelenen yurtdışı etkinlikleriyle olgunlaştılar. Çevreyle ilişkilerde, özel
yaşamlarında düzelmeler oldu. Birçok kişi, bulunduğu dernekte, sendikada,
meslek kuruluşunda liderlik üstlendi, aldığı eğitimden dolayı.” (Avrupa,
12.-15.9.98)
Kıbrıslı Rum CR eğitmenlerinden
Başkan Glafkos Kleridis’in kızı, DİSİ Milletvekili Keti Kleridis ise, kendisi
ile yeniden yakınlaşma konusunda yapılan bir söyleşide Mahi gazetesine şöyle
konuşmuştu:
“Dış ülkelere giden Kıbrıslı
Türklerin çoğunluğunun Denktaş’ın görüşüne yakın kişiler olduğu ortadadır.
Bundan dolayı bu gibi buluşmaların büyük önemi olmadığı gibi, görüş
ayrılıklarının kapatılması yönünde olumlu sonuçlar verme olasılıkları yoktur.
Sanırım Denktaş, durumun kontrolünden kaçtığını görünce bu temasları durdurma
bahanesi buldu. Yaz ayları döneminde çeşitli temaslar yapıldı. New Hampshire’e
giden siyasiler, sendikacılar ve diğer önde gelen şahısların oluşturduğu
gruptaydım. Bu toplantı şu açıdan hayal kırıcıydı. Geçmişte dialoğa destek
vererek görüşlerinde daha yumuşak olan Kıbrıslı Türk politikacılar, bu kez
Denktaş’ın çizgisini izlediler... Kısacası gördüğüm kadarıyla Kıbrıs Türk
toplumunda muhalefet yoktur.” (Kıbrıs, 14.9.98)
15 proje grubu halinde eğitim yapan
iki toplumlu CR grupları arasında yer alan “Genç ve öncü İşadamları Grubu” ile
“Federasyon ve AB Çalışma Grubu”nun aktif üyelerinden CTP Dış İlişkiler
sorumlusu Kutlay Erk ile eski solculardan Mustafa Damdelen gibi genç
işadamlarının başını çektiği “Çalışan
Ticaret Odası” grubu, 28 Nisan 2001’de yapılan Kıbrıs Türk Ticaret Odası Genel
Kurulunda Ali Erel başkanlığındaki 50 kişilik genç işadamları kadrosunun
seçilmesini sağladı. Böylelikle, Kıbrıs Türk ticaret burjuvazisinin öncü
kuruluşu, eski TMT’ci kuşaktan kurtuluyor ve bazılarının geçmişinde solculuk da
bulunan genç kuşak iş adamlarının eline geçiyordu.
Özel kesimdeki ekonomik yönetim
kadrolarında bu değişim olurken, siyasal düzeyde de, zaten bir süreden beri
ortanın solundan merkeze kaymakta olan Cumhuriyetçi Türk Partisi de, 18.
Kurultayı için hazırladığı “Varoluş Yolumuz: Kıbrıs Sorunu, Ekonomik ve Politik
Tezler”inde, küçük burjuvazinin ilerici kesimlerinin sözcülüğünden, genç iş
adamlarının partisi olmaya doğru evrilmekteydi. Bu husus, 2001 Kurultay
Tezleri’nde yer alan şu cümlelerle özetlenmişti:
“Gelecek, 40 yıla yakın süren ve son
25 yılda iki ayrı bölgenin coğrafi temelinde şekillenen, siyasi ve toplumsal
gerçeğin ortaya çıkardığı yeni ilişkiler ve yapıyı dikkate alarak
kurulabilir.”(agy, s.65-66)
Yeniden başlatılan toplumlararası
görüşmelerin ikinci turu başlarken, başını Kıbrıs Türk Ticaret Odasının çektiği
ve altısı ekonomik konularda faaliyet gösteren 7 örgüt, BM, AB ve ABD’ye
çağrıda bulunarak, taraflara eşit davranılmasını istedi. K.T.Ticaret Odası,
KKTC İşadamları Derneği, Kuzey Kıbrıs Genç İşadamları Derneği, K.T.Otelciler
Birliği, K.T.İnşaat Müteahhitleri Birliği, K.T.Üniversiteli Kadınlar Derneği ve
Kuzey Kıbrıs Bankalar Birliği, her iki toplum liderinin tarihe Kıbrıs sorununu
çözen liderler olarak altın harflerle geçmelerini de diledi.
Aynı 7 örgüt, 14 Mayıs 2002’de BM
Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs ziyareti öncesinde ona iletilmek üzere hazırladıkları ortak
mektubu bir basın toplantısı ile açıklarken, aralarında CTP ve YBH’nın da
bulunduğu 41 sendika ve dernekten oluşan “Bu Memleket Bizim Platformu” da, 2000
yılında barış ve çözüm istemiyle toplanan noter tasdikli 17 bin 980 imzayı
Annan’a verilmek üzere Lefkoşa’daki bir BM yetkilisine teslim etti.
Aralık 2001’de Ankara’yı ziyaret
edip, temaslarda bulunan bu 7 ekonomik örgüt, 4 Haziran 2002’de de Türkiye’de 7
Haziran’da yapılacak AB konulu toplantı öncesinde Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet
Sezer ile siyasi liderlere 5 sayfalık bir çağrıda bulunarak, “tarihi fırsat
penceresi kapanmadan Kıbrıs sorunu çözülmelidir” talebinde bulundu.
24 Haziran 2002 günü, aralarında
Kıbrıs Türk Ticaret Odası, KKTC İşadamları Derneği ve Kuzey Kıbrıs Genç
İşadamları Derneği gibi kuruluşların da bulunduğu 8 sivil toplum örgütü,
belediye başkan adaylarına istemlerini sunduğu bir öğle yemeği düzenledi. CTP’nin
yayın organı Yeni Düzen gazetesinde haberin başlığı da şöyle konmuştu: “Temel
kriterimiz çözüm ve AB üyeliği”. (25 Haziran 2002)
Ticaret Odası bir gün sonra da
“Çözüm ve AB konusunda ortak bir payda oluşturmak” amacıyla sivil toplum
örgütlerine bir dizi ziyaret başlattı. Temmuz ayı başlarında ortak bir
deklerasyona imza atıp atamayacaklarını araştırdıklarını söyleyen Oda Başkanı Erel,
sendikacılara, ortak bir gemide olduklarını ve birlikte çalışma ve ortak
hareket edilmesinin zorunluluğunu söylemekteydi.
KKTC İşadamları Derneği 29 Haziran
tarihli gazetelerde yer alan tam sayfa paralı ilanında, “Sivil Toplum Örgütleri
ile diyalog ve işbirliği kültürü son derece gelişmiş özgür irade sahibi, barışa
inanıp, katkı koyan, Kıbrıs’ta çözüm ve Avrupa Birliği üyeliği vizyonunu
destekleyen kişiyi seçin” çağrısında bulundu ve seçmenlerden oylarını
“özellikleri”ni sayıp, sadece adını vermediği CTP’nin Lefkoşa Belediye Başkanı
adayı işadamı Kutlay Erk’e vermelerini istedi.
TMT devletinin ezeli ve ebedi
başkanı olan Rauf Raif Denktaş, 30 Haziran günü yapılan yerel seçimlerde,
CTP’nin beş büyük yerleşim yerinde geçerli oyların %33.98’ini alarak ilk sıraya
yerleşmesi ardından yaptığı
değerlendirmede, yeni seçilen belediye başkanlarına “gözüm üzerinizde olacak”
uyarısında bulunurken, CTP’nin seçim sonuçlarını politik kazanç olarak
değerlendirmemesi ve kazancın yararlı yönünü görmesi gerektiğini söyleyerek,
şöyle konuştu:
“Hiçbir zaman Türk bayrağı, KKTC
bayrağı kullanılmayan mitinglerde bu sefer kullanıldı. Bu bir değişiklik
işareti. Ama biraz daha değişmeleri lâzım. Türk fobisinden, Türkiye fobisinden,
Denktaş fobisinden kurtulmaları lâzım. Ve Türkiye’nin tasvip etmeyeceği bir
anlaşmanın bu halkı mahvedeceği bilinci içinde Türkiye ile tam işbirliği içinde
görüşmeleri götürdüğümüzün bilinmesini ve bu bilinç içinde destek istiyorum...
Herkes devletine sahip çıksın, çıkış yolu budur, açılım yolu da budur. Aksi
halde devlete sahip çıkmadan açılım demek, tehlikelere, olumsuzluklara açılım
demektir. Kimse bu halkın geleceğiyle oynamasın.” (Kıbrıs, 2 Temmuz 2002)
İktidardaki UBP-DP koalisyon
hükümetinin Başbakan Yardımcısı, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve DP Genel
Başkanı Salih Coşar ise, “4 büyük kentte odaklanan CTP’nin 3 büyük kentte
seçimi kazanmasında, CTP’nin ortaya koyduğu “Çözüm ve AB” vizyonunun ve ekonomik
sıkıntıların etkili olduğunu” vurgulama ihtiyacını hissetti.
Lefkoşa Belediye Başkanlığını
kazanan CTP adayı ve işadamı Kutlay Erk’in Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Radyo
SİM-FM’deki “Radyo Gazetesi” programına 2 Temmuz günü katılan CTP Genel Başkanı
Mehmet Ali Talat, Denktaş’ın CTP’nin bir miktar değiştiği, ama biraz daha
değişime gereksinim duyulduğunu söylediğinin anımsatılması üzerine, “halkımızla
daha fazla bütünleşme yönünde değişeceğiz. Değişmeyen yok. Taş bile değişir.
Denktaş değişir mi, onu bilmiyorum. Değişmeyen galiba kendisi” diye
konuşmaktaydı.
İşadamı Engin Arı, seçimden sonra
yayımlanan “Yerel seçimler ve sivil toplum inisiyatifinin anatomisi” başlıklı
yazısında şu değerlendirmeyi yapıyordu:
“Özellikle Lefkoşa’da kendisini
hissettiren bu yeni sosyal olgu, sivil toplum inisiyatifidir. Yerel seçim
öncesinde başını İŞAD ve Ticaret Odası’nın çektiği sivil toplum örgütleri risk
alarak, inisiyatif koymuşlar ve hedeflediklerini sonuca ulaşmakta başarılı
olmuşlardır.” (Kıbrıs, 7 Temmuz 2002)
Yerel seçimde büyük oy kaybına
uğrayan Toplumcu Kurtuluş Partisi’nin ileri gelenlerinden Erdoğan Naim’in
“Seçimler, durumdan vazife çıkaranlar ve AB bezirganları” başlıklı ilginç saptamalarla
dolu değerlendirmesi ise şöyleydi:
“(Seçimlere) Esas müdahale, İş
Adamları ve Ticaret Odası gibi sivil toplum örgütlerinden geldi. Bu örgütler
hiç de demokratik sayılamayacak bir yönteme başvurdular. Kendilerine “durumdan
vazife çıkardılar.” Gazetelere boy boy ilanlar vererek, bir şirkete yönetici
ararken yapıldığı gibi bir dizi “aranan evsaf”dan söz ettiler. Böylelikle de
kazanmasını istedikleri “kendi adaylarının” resmini çizdiler. Hatta ve hatta
seçimlere 48 saat kala, öne atıp arkasına saklandıkları bazı üyeleri aracılığı
ile partilere “cüretkar teklif” götürmeyi bile denediler! Tabii bunlar
müdahalenin görünen boyutları. Herhalde bu müdahalenin bir de görünmeyen
boyutları olmalı! Sonuçta ne oldu? Sonuçta Lefkoşa’da seçilen başkanın kimin adayı
olduğu tartışmaları oluştu! CTP’nin mi? Yoksa Ticaret Odası ve İş Adamları
Derneği’nin mi? “Sermaye”nin mi, yoksa “sol”un mu adayıdır? dendi... Ticaret
erbabının bir işgüzarlığı demokrasiyi bir “kitlesel eylem” olmak durumundan
alıp, bireyler üzerine oynanan bir oyun haline getiriverdi... Esas hareketlenme
“sol” oylarda oldu ve TKP oylarının büyük bir bölümü CTP’ye doğru kaydı...
(Ortam, 8 Temmuz 2002)
Gerçekten de yerel seçimlerde CTP,
bir güç toparlaması içerisinde görünüyordu. Bunda, seçmenlerden %20’sinin
sandığa gitmemesi yanında, Yurtsever Birlik Partisi’nin seçime girmemiş
olmasının da etkisi vardı. Ama daha çok, CTP ile birlikte işadamları çevresinin,
çözüm ve AB’ye giriş propagandasını
yapmaları sonuçların bu yönde gelişmesinde etkili oldu.
Lefkoşa’da CTP Belediye Başkanı
adayı olan partinin dış ilişkiler sorumlusu ve Ticaret Odası Yönetim Kurulu
üyesi, işadamı Kutlay Erk’in kişiliği de etkenlerden biriydi. Mağusa’daki CTP
adayı olan iş adamı Oktay Kayalp da zaten iki dönemdir başkanlık yapmakta ve
seçmenlerini memnun etmekteydi. Girne’deki CTP adayı ise bir dönem önce bu
makamda bulunan Girne CTP milletvekili Sümer Aygın’dı. Onun yerine seçilen
UBP’li, bir iş başaramayınca, oylar yine onun olmuştu.
Genelde,
artık genç işadamlarından oluşan Kıbrıs
Türk Ticaret Odası ve diğer işveren kuruluşları ile muhalif sendikaların büyük
bir kısmı, bu yerel seçimlerde “Çözüm ve AB” politikası öne çıkaran CTP’ye
destek olurken, 30 yıla yakındır iktidar partisi olan Ulusal Birlik Partisi’ne
karşı olan tepki oyları ile yüzer gezer oylar da, CTP adaylarında toplanmış
oldu.
CTP’nin oy artırmasındaki bir diğer
etken de, %18.96 oranında oy
toplayabilen iktidar ortağı Demokrat Parti taraftarlarının, Lefkoşa ve Girne’de
oylarını CTP’ye kaydırmaları idi.
12 yıl aradan sonra seçimlere
katılan Milliyetçi Adalet Partisi ise, ancak %1.90’lık bir oy oranı
toplayabildi. Bu arada, sayıları Kıbrıslı Türklerden fazla olan TC’li
göçmenlerin de yerel konular nedeniyle, “milli dava”da görüşünü pek
desteklemedikleri, ama yerel sorunlarda güven telkin eden CTP’li adayları
yeğledikleri söylenebilir.
Seçimlerde “En büyük gücümüz ulusal
birliğimiz” sloganını kullanan ganimetçi ve bürokrat burjuvazinin partisi olan
UBP, umduğunu bulamayıp, 5 büyük kentte kazandığı %32.47’lik oy oranı ile
yetinmek zorunda kaldı.
Yerel seçimler için harcadığını
parayı açıklayan (45 milyar TL) tek parti olan Toplumcu Kurtuluş Partisi ise,
bir önceki UBP-TKP koalisyon hükümetindeki ekonomi paketinin savunuculuğu ile
zaten güç kaybetmişti ve %6.48’lik oy oranına düştü..
Türkiye’nin adadaki varlığına karşı
çıkan radikal adaylar ise, Lefkoşa ve Girne’de en çok %7 kadar oy alabildiler.
Bağımsız adayların toplam oy oranı ise %4.20’de kaldı.
Muhalif Afrika gazetesi,
işadamlarının seçim öncesi ve seçim sonrası yaptıkları elektronik yazışmaları
ele geçirerek yayımladı. Bu yazışmalarda, Sivil Toplum Örgütü (STÖ), ya da NGO
denen kuruluşların etkisi konusunda, bazı genç işadamlarının İŞAD üyelerine ait
internet tartışma grubunda yazdıklarından bazı ilginç bölümleri aşağıda
aktarmak istiyoruz.
Asım Dedezade: “Kutlay’ın dün akşam
NGO’lara teşekkürü yerindedir... NGO’lar henüz Güzelyurt’a el atmadı ve
faaliyetlerini Lefkoşa’da sınırladı. NGO desteğini sağlamanın bir tek yolu var:
Kaliteli ve farkı fark edilecek aday...Arkadaşlar, bizim için tek yol var.
İleri! Süratle Lefkoşa’da durumu consolidate yapıp kazalara ve köylere
inmeliyiz. 1989 yılında RD bir kokteylde bana şunu söylemişti: “Aydın köye
inmeli.”...
Türkiye’ye yeni bir alternatif
sunmalıyız. Bu iş Eroğlu ile olmuyorsa, çıkıp söyleme cesareti olan var mı?
Türkiye ile diyalog sıfıra indi. Türkiye ile diyalog kurup, ekonomimize yön
veren paket ve bu pakete kaynak bulacak yeni bir adam lâzım... Biz onlara yeni
bir alternatif yaratalım. Kararı onlar versinler. Bu iş Coşar’la olmaz.
Orijinali varken, kopyasını niye istesinler? Tek şansımız, ya yeni parti
kurmak, ya da arzuladıklarımıza yakınlaşacak bir partiye isteklerimizi sunmak.
CTP’yi öneririm. Hepinizi ilkelerimizi bu sahada geliştirmeye davet ederim.”
(Afrika, 5 Temmuz 2002)
Ali Erdal Osmanlar: “Evet, bizi yönetecek
adamları seçerken, bizim aramızdan olmaları çok önemlidir. Yalnız burda bence
başarıyı, bizim “tüm partilere eşit mesafede durma” sloganı getirmiştir
sanıyorum. Eğer biz İŞAD üyesi Kutlay Erk yerine, CTP üyesi Kutlay Erk’i
desteklemiş olsaydık, sanıyorum aynı sonuçlara ulaşamayabilirdik.”
Salih Çeliker: “Dilerim gelen yıl
seçimlerde de benzer başarıyı yakalarız ve kriterlerimize uyan adayları
çoğunlukla seçtiririz. İşte o zaman bu vatan yaşanmaya daha çok değer
olacak.”(Afrika, 6 Temmuz 2002)
Metin Yalçın: “STÖ’ler ağırlıkla
siyasi olan bir konuda hangi çizgiye kadar gitmeli? Ben seçimden bir gün önce
“Görülen lüzum üzerine” diye biten İŞAD bildirisini TV’de izlediğimde (bence
sunuş bir ihtilâl bildirisi gibiydi!) alabileceği tepki nedeniyle endişelendim.
Her partiden oy almaya ihtiyacımız vardı, tahrik olmalarından korktum ve buna
benzer tepkileri duydum.
İsmail’in özellikle iktidarda
olanların seçim sonuçlarını değerlendirmelerinin iyi izlenmesi önerisini doğru
buluyorum. En azından önümüzdeki 1.5 yılda, hem de bizim için çok önemli
gelişmelere gebe olan bir dönemde ülke geleceğini etkileyecek makamlarda
olacaklar. Mesajların ne kadarı, kim tarafından ne ölçüde alındığı? Tavırları
ve politikalarında yarattığı değişim oranı? Daha iyi etkileyebilmek için
hareket tarzlarımız? Seçim sonuçlarının Türkiye kanadınca (bu kanat çok
parçalı) nasıl değerlendirildiğinin tahlili çok önemli. Olanağı olan her
arkadaş kendi kanalından bu konuyu tahkik etmeli.
Önümüzdeki seçimlere kadar yaşanacak
süre çok önemli, seçilenlerin bilinçli desteklenmesi, mutlaka başarılı bir
dönem geçirilmesi zorunlu, bu iyi bir referans olacaktır. Bu seçimlerde
partiler kişilerin önüne geçecek, doğru adayların doğru yerlere getirilebilmesi
gerek. Hareket tarzlarımız ne olacak?” (Afrika, 7 Temmuz 2002)
Genç iş adamlarını arkasına alan
CTP’nin seçim başarısı ve Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın siyasal girişimlerinden
tedirgin olan Kıbrıs Türk lideri Rauf Denktaş, kendisine daha yakın olan
K.T.Sanayi Odası heyetini kabulünde, “AB’ye derhal girelim” diye büyük bir
dalgalanma bulunduğundan şikayet ederek, “Rumlarla ekonomi aynı seviyeye
gelmeden, Kıbrıs Türkü Rumlarla rekabet eder hale gelmeden, AB içine
sürüklenmesi halinde, AB’deki sanayiyle kimin rekabet edeceğini” sordu. Ticaret
Odası’nın bir faaliyeti olduğunu ve kapı kapı gezerek, müşterek bir siyaset
gütmek için çabası bulunduğunu söyleyen Denktaş, bu durumu şöyle eleştirdi:
“Ortada Türkiye ile belirlenmiş
milli bir siyasetimiz varken ve çıkış yolumuz ancak Anavatan’la yürümekle
bulunacakken, kendi başımıza birbirimize ters düşen, halka olmadık şeyler vaad
ederek halkı yanıltmanın bir manası yok.”
Denktaş, eleştiri dozunu bir gün
sonra yapılan Yakın Doğu Üniversitesi’nin mezuniyet töreninde daha da artırarak, şöyle konuştu:
“AB’yi öne çıkarıp, ‘hade bakalım
AB’ diye, ben devletimi, egemenliğimi, eşitliğimi koparmaya çalışırken, Rumlar
içimize gelip yerleşemez, mal-mülk değişimi yapacağız mücadelesi yaparken,
arkamda öncelikleri şaşırmış olan kardeşlerim, ‘AB, AB, AB’ diye kıyamet koparmakta,
Rum da bana masa başında “Allah Allah. AB’ye gitmek isteyen halkın temsilcisi
benden devlet, egemenlik, eşitlik istiyor. Hade canım sen de’ demeye
getirmektedir.
Masa başında millet adına pazarlık
yapıyoruz, arkamızda oyun oynanmasını istemeyiz. Herkes hizaya gelsin. Bu
devleti savunuyorlar mı, açıkça söylesinler. Bu bayrak kalacak mı, açıkça
söylesinler. Rumlar içimize gelecek mi, açıkça söylesinler. Sanki AB bize aman
gel, diyor devlet olarak, ayrı eşit insan olarak. Aman yalvarıyor da biz
gitmiyormuşuz gibi. AB kararını vermiştir. Kıbrıs’ta tek bir meşru hükümet
vardır. Kıbrıs Türkleri azınlıktır. Azınlık olarak nereye gideceksiniz? Hiçbir
yere. Şehitlerin kemiklerini sızlatırsınız. bayrağı gönderden indirirsiniz.
Mahvolursunuz.” (Yeni Demokrat, 7 Temmuz
2002)
AB belgelerinde Kıbrıs Türkleri için
“azınlık” teriminin kullanılmadığı bilindiği halde, konuları bu şekilde
çarpıtmakta usta olan Denktaş, “Çözüm ve AB” konusunda ortak bir vizyon
oluşturma amacıyla sivil toplum örgütlerine başlattığı ziyaretlerini sürdüren
Ticaret Odası’nın sözcüsü Mustafa Damdelen’den çok geçmeden şu yanıtı alacaktı:
“Ticaret Odası’nın hiçbir belgesinde
‘azınlık olarak AB’a girelim’ diye bir ifade yoktur. Dolayısıyla en yüksek
düzeydeki herhangi bir politikacının bizim söylemediğimiz ‘azınlık olarak
girme’ gibi bir görüşü bize mal etmesi doğru değildir... Kıbrıslı Türkler,
devletlere dayalı ortaklık sonrasında, sürüklenerek değil, memnuniyetle ve
başları dik, kendi istekleriyle AB’a gireceklerdir. Önce AB seviyesine gelelim,
sonra birliğe üye olalım yaklaşımı doğru değildir. İki taraftaki ekonomi
eşitlenmeden AB’a girilmesinin yanlış olacağından bahsediliyor. Doğrudur.
Bugünden itibaren eşitlenmesi için ambargoların kalkması lâzım. Ancak şunun da
bilinmesi gerekir ki gelişmekte olan hiçbir ülke, önce ekonomisini AB’yle
eşitleyip, birliğe girmiş değildir. AB’ye girilir ve tam üye olduğu için bütün
yardımlardan tam anlamıyla istifade ederek o fark kapatılır... Ümit ederiz ki
Kıbrıs’ta erken bir zamanda devletlere dayalı yeni bir ortaklık oluşur, yani
bir çözüm gerçekleşir bu çerçevede. Tabii ki siyasi eşitlik, azınlık olmadan ve
Türkiye’nin etkin garantörlüğünde. ve hemen akabinde de AB’ye gireriz. “
(Kıbrıs, 9 Temmuz 2002)
Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın
bilahare sivil toplum örgütlerine ilettiği “Ortak Deklerasyon” taslağında da
yukarıda dile getirilen görüşler tekrarlanmakta ve esasta, resmi çizgiden pek
de bir ayrılık olmadığı görülmektedir.
Politikaya Kıbrıs Türk Kurumları
Federasyonu Başkanlığı’na atanarak başlayan Rauf Raif Denktaş, anlaşılan hâlâ
daha 1958’lerin çete yöntemiyle, kendine bağımlı kurum-kuruluşlarla bu işi
götürmek istemektedir. Nitekim, Ulusal Halk Hareketi adlı kuruluş, bu olayların
ardından harekete geçirildi ve UHH Genel Koordinatörü ve Denktaş’ın sarayındaki
danışmanlarından Taner Etkin, Ticaret Odası’nın “çözüm ve AB üyeliği konusunda
ortak vizyon” amacıyla yürütmekte olduğu ziyaretleri eleştirerek, Ticaret
Odası’nın bu girişime son vermesi çağrısında bulundu. Etkin, “Yaratılmış ortak
bir vizyon varken, başka vizyon aramamalıyız, Ticaret Odası yetkililerinin bunu
yapma hakkı yoktur” diye konuşarak, burjuva kesimlerinde bile farklı görüşlerin
oluşmasına ne derecede karşı olduklarını dile getirmiş oldu. TMT’ci geleneğin,
emekçi ve çalışan kesimlerin görüşleri karşısında ne kadar tutucu davranmakta
olduğu tahmin edilebilir.
Öte yandan, Rauf Denktaş’ın Kıbrıs
Türk Sanayi Odası’nın düzenlediği ve Yakın Doğu Üniversitesi Konferans
Salonu’nda 17 Temmuz 2002 akşamı yapılacağı ve Kıbrıs konusunda önemli
açıklamalarda bulunacağı geniş şekilde duyurulan konferansının, çok az katılım
olması nedeniyle iptal edilmesi de çok anlamlı bir gelişme olarak
nitelendirilmektedir. Gazeteci Hasan Kahvecioğlu, şu değerlendirmeyi yapmıştır:
“Kocaman salonda, Rauf Bey’i
dinlemeye gelenlerin sayısı 20’yi geçmiyordu. Danışmanları, siyasetteki
yandaşları dışında etrafta kimsecikler yoktu... Sanayi Odası Başkanı, özür
dileyerek kürsüden “Cumhurbaşkanının özel bir işi nedeniyle gelemeyeceğini” bildirdiğinde,
oradaki herkes “durum”u anladı. Çünkü konferans başlayacağı dakikalarda Gönyeli
çemberinden üniversiteye doğru yol alırken, aniden Girne istikametine
yöneldiğini görenler olmuştu. Kısaca; Rauf Bey’i “derinden” düşündürmesi
gereken bir yurttaş tepkisiydi yaşanan. Ne O’nun, ne de Ankara’daki
yöneticilerin hiç kaale almadığı “sivil toplum” kızgınlığı. O “sivil toplum”
ki, barış ve AB üyeliği konularında giderek olgunlaşan bir “inisiyatif”le
geleceğini kurtarmaya çalışıyor. Ticaret Odası’nın, 40’ın üzerinde örgütü
ziyaret ederek “ortak vizyon” arayışında gördüğü destek de Rauf Bey’i
düşündürmelidir.” (Ortam, 19 Temmuz 2002)
Görüldüğü gibi, Kıbrıs Türk liderliği, 1958’lerden beri
her türlü yöntemle baskı altına aldıkları farklı görüşlere tahammülsüzlüğünü
sürdürmektedir. Ama aradan geçen 50 yıla yakın süre içinde, Kıbrıs Türk toplumu
içerisinde nihayet yeni dinamikler oluşmaya başlamıştır. Kıbrıs Türk ticaret
burjuvazisi, kendi içinde yenilenmekte ve farklı işbirliklerine yönelmektedir.
Bu yöneliş, farklı siyasal aktörleri gündeme getirmektedir. Bu değişim, kuzu
postuna bürünmüş, eskisinin benzeri yeni kurtlar şeklinde de olabilir. O
nedenle olayların gelişimi ve iç çelişkileri, emekçi güçler tarafından çok
yakından izlenmelidir.
ABD ve AB emperyalizmi, adamız
üzerindeki çıkarlarını yürütebilmek için çok yönlü politikalar geliştirmekte
olduğundan, çalışan halkımız, bu yeni güç dengesinin oluşumunu her zamankinden
daha uyanık bir şekilde gözlemlemelidir. “Çözüm ve AB üyeliği” şeklinde
şekillenen yeni politikaların, getirileri ve götürüleri konusunda en geniş
bilgi ve bilinç sahibi olunmalı, yabancı
güçlerle onların yerli işbirlikçilerinin çıkarları değil de, daima Kıbrıs
halkının çıkarları önde tutulmalıdır. Unutulmamalıdır ki Kıbrıs, henüz
anti-emperyalist mücadele aşamasında olup, ekonomik ve sosyal kurtuluşa giden
yol buradan geçmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder