5 Nisan 2014 Cumartesi

AMERİKANCI CR GRUPLARI, TİCARET BURJUVAZİSİNİ YÖNLENDİRMEYE BAŞLADI


            Alman araştırmacı Oliver Wolleh tarafından bu yıl Hamburg’da Almanca olarak yayımlanan “Bölünmeyi önlemek: Kıbrıs’ta barışı inşa etmek üzerine bir vaka araştırması” adlı 421 sayfalık çalışmada, ABD’nin Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasında yürüttüğü “Uyuşmazlıkların Çözümü” (Conflict Resolution=CR) çalışmaları incelenmekte ve diğer şeyler yanında şu saptamada bulunulmaktadır:

            “ABD kurumlar ağı, eğitmen gruplarını, Kıbrıs’taki Amerikan politikasının tamamlayıcısı olacak olan etkin siyasal baskı gruplarından oluşan bir sisteme dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Ama bu durum, araştırma süresi içinde Kıbrıs’ta henüz sağlanamamıştır.” (s.365)

            Wolleh araştırmasını 1993 ile 1997 yılları arasında yürütmüştü. Nitekim bu kurumlar ağının eğittiği “Conflict Resolution trainer”lerinden Sevgül Uludağ, bir süre önce aynı döneme ilişkin olarak şu değerlendirmeyi yaptı:

            “Kıbrıs’ta Amerikalıların örgütlediği Conflict Resolution sürecinde yaşadığımız düş kırıklıklarının hesaplaşmasını yapıyorduk... Conflict Resolution sürecinde, Amerika elbette kendi çıkarlarını kollamıştı. Kıbrıslı Türk ve Rum barışseverlerin “kurumlaşma” çabalarının önündeki engeller, yalnızca Türk resmi makamlarının “yasakçı” tavrından, ya da Rum barışseverlerin “Kıbrıslı Türkleri tanıma” fobisinden değil, aynı zamanda bizzat Amerikan Elçiliğinin hareketi “dağınık tutma” kararlılığından geliyordu. Bunu ancak tüm iki toplumlu grupların Ledra Palace buluşmalarına Türk makamlarının 1997’de getirdiği yasaklamadan sonra tümüyle kavrayabildik: 1997’de “yasak”lar geldiğinde, kabaca  1994’de 30 kişilik “Conflict Resolution Trainer Grubu”muzun başlattığı ve 3 bin kişiye ulaşan hareket “dağılmıştı”. (Yeni Düzen, 15 Temmuz 2002)

Volkan gazetesi de, sayıları 45 tane olan CR gruplarında eğitilmiş olan ve çeşitli meslek gruplarından gelen Kıbrıslı Türklerin sayısını 2198 olarak açıklamıştı. Ama bu dağınıklık çok geçmeden giderilecek ve oluşturulan veya ele geçirilen sözümona “Sivil Toplum Örgütleri”, ya da “NGO”lar marifetiyle yeniden toparlanılacak ve Haziran 2002 yerel seçimlerinde “büyük zafer”ler elde edilecekti.

 
“BARIŞ MERKEZİ” ZATEN VARDI

            Wolleh’nin araştırmasını tamamlandığı 1997 yılından sonra, ABD’nin Lefkoşa’daki Büyükelçiliği’ne bağlı olarak çalışan CR gruplarına mensup kişilerin, Kıbrıs’ın gerek Türk, gerekse Rum kesiminde profesyonel kalıcı örgütlenmelere gittikleri gözlemlendi. Rum kesimindeki “Barış Merkezi” zaten CR çalışmalarında önemli bir rol oynamaktaydı ve bu merkezin başkanı olan Kostas Şammas adlı kişi, CR eğitmenlerinden olan DİSİ milletvekili Keti Kleridis ile etkinlikler vesilesiyle dostluklarını ilerleterek, evlenecekti de. 

           
ÖNCE UZLAŞIMCILAR ÖRGÜTLENİYOR

            Kıbrıslı Türk CR’cuların kalıcı ve profesyonel bazı örgütlenmelere gittikleri basın haberlerine yansımış bulunmaktadır:

            “Bu akşam ilk etkinlik: KKTC’de ilk kez uzlaşım tekniklerinin tanıtımı ve anlaşmazlık yaşayan taraflara uzlaşım hizmetleri de vermeyi amaçlayan Kıbrıs Türk Uzlaşım Derneği fiilen faaliyetlerine başlamış bulunuyor. İlk etkinlik olarak, Kıbrıs Türk ODTÜ Mezunları Derneği ile ortaklaşa panel yapıldı.” (Yeni Düzen, 13 Eylül 2000)

            “Kıbrıs Türk Uzlaşım Derneği, 22 Ekim 2000’de 1. olağan genel kurulunu yaptı. Merkez binasını 21 Eylül 2001’de açtı... Dernek UNOPS ve Fulbright Komisyonu tarafından finanse ediliyor. Başkan Canan Öztoprak. Eğitim alan 70 kişinin 50-60’ı dernek üyesi oldu. (Kıbrıs, 22 Eylül 2001)

            Uzlaşım Derneği, eğitim seminerleri çerçevesinde avukat, öğretmen, doktor ve çeşitli meslek grupları ve bazı okullardaki öğrenciler için kurslar düzenlemekte ve “uzlaşım teknikleri”ni öğretmektedir.  Son olarak gazetelere verilen ilanlarda, 26-27-28 Temmuz 2002 tarihlerinde gençlere yönelik ve toplam 20 saat sürecek ve ‘Temel İletişim-Uzlaşım’ konularında atölye çalışması düzenleneceğini duyuran bir gazete ilanı yayımlandı ve bu projenin “UNDP/USAID katkıları ve UNOPS aracılığı ile gerçekleştirilmekte olduğu vurgulandı.

            Paralel çalışmalar da, Kıbrıs Rum kesimindeki “Uzlaşım Derneği” tarafından yürütülmektedir. Hem aile, hem de hukukla ilgili uzlaşım konularında, ABD ve İsrail’de eğitilmiş olan gönüllüler tarafından seminerler düzenlendiği basında kaydedilmiştir. (Cyprus Weekly, 12 Ekim 2001) 

 
YÖNETİCİLER DERNEĞİ KURULUYOR

            1998’de bir kurucu heyet başkanlığında örgütlenme çalışmalarını başlatan bir grup CR’cu, 3 Ekim 2001’de 1. olağan genel kurulunu yaparak, Kıbrıs Türk Yöneticiler Derneği’nin başkanlığına Bülent Kanol’u getirdi. 

            Bu arada ABD, Norveç, İngiltere ve BM’nin Kıbrıs içinde ve özellikle dışında yapılmakta olan iki toplumlu buluşmaları finanse ettiklerini bildirildi:

            “Norveçliler, Ledra Palace’da ofisi bulunan Prio Vakfı ile Brüksel Grubu, ayrıca Akademisyenler Grubu (9 Rum ve 8 Türk) ve Ekonomik Forum’u çalıştırıyorlar. Zaman zaman ise açık seminerler düzenliyorlar... Amerikalılar, iki toplumlu temasları Fulbright Vakfı aracılığıyla destekliyorlar. Ayrıca UNOPS finansmanıyla Harvard Grubu toplantılarını da organize ediyorlar. (Fileleftheros’tan aktaran, Yeni Düzen, 30.1.2002)

            Kıbrıs Türk Yöneticiler Derneği’nin, yine UNDP/UNOPS katkılarıyla oluşturduğu “Yöneticilik Merkezi” ise, 15 Şubat 2002 tarihinde Lefkoşa’da açıldı. Eğitim programlarının dört kişilik bir ekip tarafından verildiğini açıklayan Merkez’in Yöneticisi Bülent Kanol, basınla yaptığı bir söyleşide, “Küçük, ama güçlü bir ekibiz” şeklinde konuştu. (Kıbrıs, 6 Mayıs 2002)

            Etkinliklerini renkli bir bülten ile kamuoyuna duyuran Yöneticilik Merkezinin, Kıbrıs Türk Ticaret Odası ile ortaklaşa düzenlediği ilk konferansın konusu, “Çözümden önce ve sonra KOBİ’lerin gelişimi ve finansmanı” idi. (Kıbrıs, 15 Mayıs 2002) 

 
"İMZALA VEYA İSTİFA ET"

            Bu arada, 2001 yılının sonunda iki toplum liderinin birbirlerine karşılıklı yemek ziyaretleri yaptığı ve 2002 yılının başında da toplumlararası görüşmelere bir kez daha yeniden başladıkları günlerde, CR yöntemine göre yetiştirilmiş eğitmen grupları, adanın her iki tarafında basın toplantıları düzenleyerek, basında çıkan CR çalışmalarına yönelik eleştirileri göğüsleme cesaretini bulmuşlar ve masaya konan tartışmalı ABD çözüm planları için, “imzalayın veya istifa edin” çağrılarını yapmışlardı.

            16 Ocak 2002’de başlayacak olan doğrudan toplumlararası görüşmeler öncesinde Ledra Palace’ta gösteri yapan, Kıbrıslı Rum CR’cular, “Yeniden Birleşme ve Birlikte Varolma için Vatandaş Hareketi” (Movement of Citizens, Working  for Reunification and Coexistence) adını verdikleri oluşumun 2 Şubat’ta yapılan kuruluş toplantısında 15 kişilik geçici Koordinasyon Komitesi’ni seçtiler. (Fileleftheros, 9 Şubat 2002)

            9 Şubat 2002 günü de, Oslo Grubu Türk üyeleri, düzenledikleri basın toplantısında,  “Yaptığımız çalışmanın arkasındayız” diyerek, CR çalışma grupları tarafından hazırlanan Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin taslaklara destek beyan ettiler. (Kıbrıs, 10 Şubat 2002) 

 
CR EĞİTİMİNDE NELER VAR?

            Kıbrıslı Türk CR eğitmenlerinden Fatma Azgın, bir söyleşisinde “Uyuşmazlıkların Çözümü Grubu” konusunda şunları söylemişti:

            “1992 yılında başladı eğitim çalışmaları. Amerika’dan gelen uzmanlar bir Rumlar için, iki de Türkler için toplantı yapmaktaydılar, ayrı ayrı. O sıralar biz Türklerin iki grubu vardı. Bir tanesi benim başında bulunduğum bir grup, diğeri ise Ergün Olgun’un başında bulunduğu bir gruptu. Önce görüşme teknikleri ve metodlarını çalıştılar bizimle... Amaç, çelişkileri yumuşatmak, ya da iyileştirmektir... Politikamız, ya da amacımız iki tarafın da kazanabileceği, iki tarafın da memnun olabileceği (bir çözümdür)... (Yaklaşık 7 yıldır) Bu toplantılara katılanlar bilgi, deneyim, kültür açısından güçlendiler. Görgü, deneyim kazandılar. Sık sık yinelenen yurtdışı etkinlikleriyle olgunlaştılar. Çevreyle ilişkilerde, özel yaşamlarında düzelmeler oldu. Birçok kişi, bulunduğu dernekte, sendikada, meslek kuruluşunda liderlik üstlendi, aldığı eğitimden dolayı.” (Avrupa, 12.-15.9.98)

 
KLİRİDİS’İN KIZININ SÖYLEDİKLERİ

            Kıbrıslı Rum CR eğitmenlerinden Başkan Glafkos Kleridis’in kızı, DİSİ Milletvekili Keti Kleridis ise, kendisi ile yeniden yakınlaşma konusunda yapılan bir söyleşide Mahi gazetesine şöyle konuşmuştu:

            “Dış ülkelere giden Kıbrıslı Türklerin çoğunluğunun Denktaş’ın görüşüne yakın kişiler olduğu ortadadır. Bundan dolayı bu gibi buluşmaların büyük önemi olmadığı gibi, görüş ayrılıklarının kapatılması yönünde olumlu sonuçlar verme olasılıkları yoktur. Sanırım Denktaş, durumun kontrolünden kaçtığını görünce bu temasları durdurma bahanesi buldu. Yaz ayları döneminde çeşitli temaslar yapıldı. New Hampshire’e giden siyasiler, sendikacılar ve diğer önde gelen şahısların oluşturduğu gruptaydım. Bu toplantı şu açıdan hayal kırıcıydı. Geçmişte dialoğa destek vererek görüşlerinde daha yumuşak olan Kıbrıslı Türk politikacılar, bu kez Denktaş’ın çizgisini izlediler... Kısacası gördüğüm kadarıyla Kıbrıs Türk toplumunda muhalefet yoktur.” (Kıbrıs, 14.9.98)

           
GENÇ İŞ ADAMLARI ÖNE GEÇİYOR

            15 proje grubu halinde eğitim yapan iki toplumlu CR grupları arasında yer alan “Genç ve öncü İşadamları Grubu” ile “Federasyon ve AB Çalışma Grubu”nun aktif üyelerinden CTP Dış İlişkiler sorumlusu Kutlay Erk ile eski solculardan Mustafa Damdelen gibi genç işadamlarının başını çektiği  “Çalışan Ticaret Odası” grubu, 28 Nisan 2001’de yapılan Kıbrıs Türk Ticaret Odası Genel Kurulunda Ali Erel başkanlığındaki 50 kişilik genç işadamları kadrosunun seçilmesini sağladı. Böylelikle, Kıbrıs Türk ticaret burjuvazisinin öncü kuruluşu, eski TMT’ci kuşaktan kurtuluyor ve bazılarının geçmişinde solculuk da bulunan genç kuşak iş adamlarının eline geçiyordu.

            Özel kesimdeki ekonomik yönetim kadrolarında bu değişim olurken, siyasal düzeyde de, zaten bir süreden beri ortanın solundan merkeze kaymakta olan Cumhuriyetçi Türk Partisi de, 18. Kurultayı için hazırladığı “Varoluş Yolumuz: Kıbrıs Sorunu, Ekonomik ve Politik Tezler”inde, küçük burjuvazinin ilerici kesimlerinin sözcülüğünden, genç iş adamlarının partisi olmaya doğru evrilmekteydi. Bu husus, 2001 Kurultay Tezleri’nde yer alan şu cümlelerle özetlenmişti:

            “Gelecek, 40 yıla yakın süren ve son 25 yılda iki ayrı bölgenin coğrafi temelinde şekillenen, siyasi ve toplumsal gerçeğin ortaya çıkardığı yeni ilişkiler ve yapıyı dikkate alarak kurulabilir.”(agy, s.65-66)  

 
7 ÖRGÜTÜN ÇIKIŞI

            Yeniden başlatılan toplumlararası görüşmelerin ikinci turu başlarken, başını Kıbrıs Türk Ticaret Odasının çektiği ve altısı ekonomik konularda faaliyet gösteren 7 örgüt, BM, AB ve ABD’ye çağrıda bulunarak, taraflara eşit davranılmasını istedi. K.T.Ticaret Odası, KKTC İşadamları Derneği, Kuzey Kıbrıs Genç İşadamları Derneği, K.T.Otelciler Birliği, K.T.İnşaat Müteahhitleri Birliği, K.T.Üniversiteli Kadınlar Derneği ve Kuzey Kıbrıs Bankalar Birliği, her iki toplum liderinin tarihe Kıbrıs sorununu çözen liderler olarak altın harflerle geçmelerini de diledi.

            Aynı 7 örgüt, 14 Mayıs 2002’de BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs ziyareti öncesinde  ona iletilmek üzere hazırladıkları ortak mektubu bir basın toplantısı ile açıklarken, aralarında CTP ve YBH’nın da bulunduğu 41 sendika ve dernekten oluşan “Bu Memleket Bizim Platformu” da, 2000 yılında barış ve çözüm istemiyle toplanan noter tasdikli 17 bin 980 imzayı Annan’a verilmek üzere Lefkoşa’daki bir BM yetkilisine teslim etti. 

            Aralık 2001’de Ankara’yı ziyaret edip, temaslarda bulunan bu 7 ekonomik örgüt, 4 Haziran 2002’de de Türkiye’de 7 Haziran’da yapılacak AB konulu toplantı öncesinde Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Sezer ile siyasi liderlere 5 sayfalık bir çağrıda bulunarak, “tarihi fırsat penceresi kapanmadan Kıbrıs sorunu çözülmelidir” talebinde bulundu.

           
YEREL SEÇİMLERDE DE AYNI ÖRGÜTLER ETKİN

            24 Haziran 2002 günü, aralarında Kıbrıs Türk Ticaret Odası, KKTC İşadamları Derneği ve Kuzey Kıbrıs Genç İşadamları Derneği gibi kuruluşların da bulunduğu 8 sivil toplum örgütü, belediye başkan adaylarına istemlerini sunduğu bir öğle yemeği düzenledi. CTP’nin yayın organı Yeni Düzen gazetesinde haberin başlığı da şöyle konmuştu: “Temel kriterimiz çözüm ve AB üyeliği”. (25 Haziran 2002)

            Ticaret Odası bir gün sonra da “Çözüm ve AB konusunda ortak bir payda oluşturmak” amacıyla sivil toplum örgütlerine bir dizi ziyaret başlattı. Temmuz ayı başlarında ortak bir deklerasyona imza atıp atamayacaklarını araştırdıklarını söyleyen Oda Başkanı Erel, sendikacılara, ortak bir gemide olduklarını ve birlikte çalışma ve ortak hareket edilmesinin zorunluluğunu söylemekteydi.

            KKTC İşadamları Derneği 29 Haziran tarihli gazetelerde yer alan tam sayfa paralı ilanında, “Sivil Toplum Örgütleri ile diyalog ve işbirliği kültürü son derece gelişmiş özgür irade sahibi, barışa inanıp, katkı koyan, Kıbrıs’ta çözüm ve Avrupa Birliği üyeliği vizyonunu destekleyen kişiyi seçin” çağrısında bulundu ve seçmenlerden oylarını “özellikleri”ni sayıp, sadece adını vermediği CTP’nin Lefkoşa Belediye Başkanı adayı işadamı Kutlay Erk’e vermelerini istedi.

 
DENKTAŞ’IN SEÇİM SONUÇLARINI DEĞERLENDİRMESİ

            TMT devletinin ezeli ve ebedi başkanı olan Rauf Raif Denktaş, 30 Haziran günü yapılan yerel seçimlerde, CTP’nin beş büyük yerleşim yerinde geçerli oyların %33.98’ini alarak ilk sıraya yerleşmesi  ardından yaptığı değerlendirmede, yeni seçilen belediye başkanlarına “gözüm üzerinizde olacak” uyarısında bulunurken, CTP’nin seçim sonuçlarını politik kazanç olarak değerlendirmemesi ve kazancın yararlı yönünü görmesi gerektiğini söyleyerek, şöyle konuştu:

            “Hiçbir zaman Türk bayrağı, KKTC bayrağı kullanılmayan mitinglerde bu sefer kullanıldı. Bu bir değişiklik işareti. Ama biraz daha değişmeleri lâzım. Türk fobisinden, Türkiye fobisinden, Denktaş fobisinden kurtulmaları lâzım. Ve Türkiye’nin tasvip etmeyeceği bir anlaşmanın bu halkı mahvedeceği bilinci içinde Türkiye ile tam işbirliği içinde görüşmeleri götürdüğümüzün bilinmesini ve bu bilinç içinde destek istiyorum... Herkes devletine sahip çıksın, çıkış yolu budur, açılım yolu da budur. Aksi halde devlete sahip çıkmadan açılım demek, tehlikelere, olumsuzluklara açılım demektir. Kimse bu halkın geleceğiyle oynamasın.” (Kıbrıs, 2 Temmuz 2002)

            İktidardaki UBP-DP koalisyon hükümetinin Başbakan Yardımcısı, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve DP Genel Başkanı Salih Coşar ise, “4 büyük kentte odaklanan CTP’nin 3 büyük kentte seçimi kazanmasında, CTP’nin ortaya koyduğu “Çözüm ve AB” vizyonunun ve ekonomik sıkıntıların etkili olduğunu” vurgulama ihtiyacını hissetti.

 
TALAT’IN DEĞİŞTİKLERİNİ KABUL ETTİ

            Lefkoşa Belediye Başkanlığını kazanan CTP adayı ve işadamı Kutlay Erk’in Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Radyo SİM-FM’deki “Radyo Gazetesi” programına 2 Temmuz günü katılan CTP Genel Başkanı Mehmet Ali Talat, Denktaş’ın CTP’nin bir miktar değiştiği, ama biraz daha değişime gereksinim duyulduğunu söylediğinin anımsatılması üzerine, “halkımızla daha fazla bütünleşme yönünde değişeceğiz. Değişmeyen yok. Taş bile değişir. Denktaş değişir mi, onu bilmiyorum. Değişmeyen galiba kendisi” diye konuşmaktaydı.

 
ARI’NIN DEĞERLENDİRMESİ

            İşadamı Engin Arı, seçimden sonra yayımlanan “Yerel seçimler ve sivil toplum inisiyatifinin anatomisi” başlıklı yazısında şu değerlendirmeyi yapıyordu:

            “Özellikle Lefkoşa’da kendisini hissettiren bu yeni sosyal olgu, sivil toplum inisiyatifidir. Yerel seçim öncesinde başını İŞAD ve Ticaret Odası’nın çektiği sivil toplum örgütleri risk alarak, inisiyatif koymuşlar ve hedeflediklerini sonuca ulaşmakta başarılı olmuşlardır.” (Kıbrıs, 7 Temmuz 2002)

 
TKP’NİN BAKIŞI

            Yerel seçimde büyük oy kaybına uğrayan Toplumcu Kurtuluş Partisi’nin ileri gelenlerinden Erdoğan Naim’in “Seçimler, durumdan vazife çıkaranlar ve AB bezirganları” başlıklı ilginç saptamalarla dolu değerlendirmesi ise şöyleydi:

            “(Seçimlere) Esas müdahale, İş Adamları ve Ticaret Odası gibi sivil toplum örgütlerinden geldi. Bu örgütler hiç de demokratik sayılamayacak bir yönteme başvurdular. Kendilerine “durumdan vazife çıkardılar.” Gazetelere boy boy ilanlar vererek, bir şirkete yönetici ararken yapıldığı gibi bir dizi “aranan evsaf”dan söz ettiler. Böylelikle de kazanmasını istedikleri “kendi adaylarının” resmini çizdiler. Hatta ve hatta seçimlere 48 saat kala, öne atıp arkasına saklandıkları bazı üyeleri aracılığı ile partilere “cüretkar teklif” götürmeyi bile denediler! Tabii bunlar müdahalenin görünen boyutları. Herhalde bu müdahalenin bir de görünmeyen boyutları olmalı! Sonuçta ne oldu? Sonuçta Lefkoşa’da seçilen başkanın kimin adayı olduğu tartışmaları oluştu! CTP’nin mi? Yoksa Ticaret Odası ve İş Adamları Derneği’nin mi? “Sermaye”nin mi, yoksa “sol”un mu adayıdır? dendi... Ticaret erbabının bir işgüzarlığı demokrasiyi bir “kitlesel eylem” olmak durumundan alıp, bireyler üzerine oynanan bir oyun haline getiriverdi... Esas hareketlenme “sol” oylarda oldu ve TKP oylarının büyük bir bölümü CTP’ye doğru kaydı... (Ortam, 8 Temmuz 2002)

 
OYLAR 5 BÜYÜK KENTTE NASIL DAĞILDI?

            Gerçekten de yerel seçimlerde CTP, bir güç toparlaması içerisinde görünüyordu. Bunda, seçmenlerden %20’sinin sandığa gitmemesi yanında, Yurtsever Birlik Partisi’nin seçime girmemiş olmasının da etkisi vardı. Ama daha çok, CTP ile birlikte işadamları çevresinin, çözüm ve  AB’ye giriş propagandasını yapmaları sonuçların bu yönde gelişmesinde etkili oldu.

            Lefkoşa’da CTP Belediye Başkanı adayı olan partinin dış ilişkiler sorumlusu ve Ticaret Odası Yönetim Kurulu üyesi, işadamı Kutlay Erk’in kişiliği de etkenlerden biriydi. Mağusa’daki CTP adayı olan iş adamı Oktay Kayalp da zaten iki dönemdir başkanlık yapmakta ve seçmenlerini memnun etmekteydi. Girne’deki CTP adayı ise bir dönem önce bu makamda bulunan Girne CTP milletvekili Sümer Aygın’dı. Onun yerine seçilen UBP’li, bir iş başaramayınca, oylar yine onun olmuştu.

            Genelde, artık genç işadamlarından oluşan  Kıbrıs Türk Ticaret Odası ve diğer işveren kuruluşları ile muhalif sendikaların büyük bir kısmı, bu yerel seçimlerde “Çözüm ve AB” politikası öne çıkaran CTP’ye destek olurken, 30 yıla yakındır iktidar partisi olan Ulusal Birlik Partisi’ne karşı olan tepki oyları ile yüzer gezer oylar da, CTP adaylarında toplanmış oldu.

            CTP’nin oy artırmasındaki bir diğer etken de,  %18.96 oranında oy toplayabilen iktidar ortağı Demokrat Parti taraftarlarının, Lefkoşa ve Girne’de oylarını CTP’ye kaydırmaları idi.

            12 yıl aradan sonra seçimlere katılan Milliyetçi Adalet Partisi ise, ancak %1.90’lık bir oy oranı toplayabildi. Bu arada, sayıları Kıbrıslı Türklerden fazla olan TC’li göçmenlerin de yerel konular nedeniyle, “milli dava”da görüşünü pek desteklemedikleri, ama yerel sorunlarda güven telkin eden CTP’li adayları yeğledikleri söylenebilir.

            Seçimlerde “En büyük gücümüz ulusal birliğimiz” sloganını kullanan ganimetçi ve bürokrat burjuvazinin partisi olan UBP, umduğunu bulamayıp, 5 büyük kentte kazandığı %32.47’lik oy oranı ile yetinmek zorunda kaldı.

            Yerel seçimler için harcadığını parayı açıklayan (45 milyar TL) tek parti olan Toplumcu Kurtuluş Partisi ise, bir önceki UBP-TKP koalisyon hükümetindeki ekonomi paketinin savunuculuğu ile zaten güç kaybetmişti ve %6.48’lik oy oranına düştü..    

            Türkiye’nin adadaki varlığına karşı çıkan radikal adaylar ise, Lefkoşa ve Girne’de en çok %7 kadar oy alabildiler. Bağımsız adayların toplam oy oranı ise %4.20’de kaldı. 

           
İŞADAMLARININ AÇIKLANAN E-POSTALARINDAN

            Muhalif Afrika gazetesi, işadamlarının seçim öncesi ve seçim sonrası yaptıkları elektronik yazışmaları ele geçirerek yayımladı. Bu yazışmalarda, Sivil Toplum Örgütü (STÖ), ya da NGO denen kuruluşların etkisi konusunda, bazı genç işadamlarının İŞAD üyelerine ait internet tartışma grubunda yazdıklarından bazı ilginç bölümleri aşağıda aktarmak istiyoruz.

            Asım Dedezade: “Kutlay’ın dün akşam NGO’lara teşekkürü yerindedir... NGO’lar henüz Güzelyurt’a el atmadı ve faaliyetlerini Lefkoşa’da sınırladı. NGO desteğini sağlamanın bir tek yolu var: Kaliteli ve farkı fark edilecek aday...Arkadaşlar, bizim için tek yol var. İleri! Süratle Lefkoşa’da durumu consolidate yapıp kazalara ve köylere inmeliyiz. 1989 yılında RD bir kokteylde bana şunu söylemişti: “Aydın köye inmeli.”...

            Türkiye’ye yeni bir alternatif sunmalıyız. Bu iş Eroğlu ile olmuyorsa, çıkıp söyleme cesareti olan var mı? Türkiye ile diyalog sıfıra indi. Türkiye ile diyalog kurup, ekonomimize yön veren paket ve bu pakete kaynak bulacak yeni bir adam lâzım... Biz onlara yeni bir alternatif yaratalım. Kararı onlar versinler. Bu iş Coşar’la olmaz. Orijinali varken, kopyasını niye istesinler? Tek şansımız, ya yeni parti kurmak, ya da arzuladıklarımıza yakınlaşacak bir partiye isteklerimizi sunmak. CTP’yi öneririm. Hepinizi ilkelerimizi bu sahada geliştirmeye davet ederim.” (Afrika, 5 Temmuz 2002)

             Ali Erdal Osmanlar: “Evet, bizi yönetecek adamları seçerken, bizim aramızdan olmaları çok önemlidir. Yalnız burda bence başarıyı, bizim “tüm partilere eşit mesafede durma” sloganı getirmiştir sanıyorum. Eğer biz İŞAD üyesi Kutlay Erk yerine, CTP üyesi Kutlay Erk’i desteklemiş olsaydık, sanıyorum aynı sonuçlara ulaşamayabilirdik.”

            Salih Çeliker: “Dilerim gelen yıl seçimlerde de benzer başarıyı yakalarız ve kriterlerimize uyan adayları çoğunlukla seçtiririz. İşte o zaman bu vatan yaşanmaya daha çok değer olacak.”(Afrika, 6 Temmuz 2002) 

            Metin Yalçın: “STÖ’ler ağırlıkla siyasi olan bir konuda hangi çizgiye kadar gitmeli? Ben seçimden bir gün önce “Görülen lüzum üzerine” diye biten İŞAD bildirisini TV’de izlediğimde (bence sunuş bir ihtilâl bildirisi gibiydi!) alabileceği tepki nedeniyle endişelendim. Her partiden oy almaya ihtiyacımız vardı, tahrik olmalarından korktum ve buna benzer tepkileri duydum.

            İsmail’in özellikle iktidarda olanların seçim sonuçlarını değerlendirmelerinin iyi izlenmesi önerisini doğru buluyorum. En azından önümüzdeki 1.5 yılda, hem de bizim için çok önemli gelişmelere gebe olan bir dönemde ülke geleceğini etkileyecek makamlarda olacaklar. Mesajların ne kadarı, kim tarafından ne ölçüde alındığı? Tavırları ve politikalarında yarattığı değişim oranı? Daha iyi etkileyebilmek için hareket tarzlarımız? Seçim sonuçlarının Türkiye kanadınca (bu kanat çok parçalı) nasıl değerlendirildiğinin tahlili çok önemli. Olanağı olan her arkadaş kendi kanalından bu konuyu tahkik etmeli.

            Önümüzdeki seçimlere kadar yaşanacak süre çok önemli, seçilenlerin bilinçli desteklenmesi, mutlaka başarılı bir dönem geçirilmesi zorunlu, bu iyi bir referans olacaktır. Bu seçimlerde partiler kişilerin önüne geçecek, doğru adayların doğru yerlere getirilebilmesi gerek. Hareket tarzlarımız ne olacak?” (Afrika, 7 Temmuz 2002)

 
SEÇİM SONRASINDAKİ GELİŞMELER

            Genç iş adamlarını arkasına alan CTP’nin seçim başarısı ve Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın siyasal girişimlerinden tedirgin olan Kıbrıs Türk lideri Rauf Denktaş, kendisine daha yakın olan K.T.Sanayi Odası heyetini kabulünde, “AB’ye derhal girelim” diye büyük bir dalgalanma bulunduğundan şikayet ederek, “Rumlarla ekonomi aynı seviyeye gelmeden, Kıbrıs Türkü Rumlarla rekabet eder hale gelmeden, AB içine sürüklenmesi halinde, AB’deki sanayiyle kimin rekabet edeceğini” sordu. Ticaret Odası’nın bir faaliyeti olduğunu ve kapı kapı gezerek, müşterek bir siyaset gütmek için çabası bulunduğunu söyleyen Denktaş, bu durumu şöyle eleştirdi:

            “Ortada Türkiye ile belirlenmiş milli bir siyasetimiz varken ve çıkış yolumuz ancak Anavatan’la yürümekle bulunacakken, kendi başımıza birbirimize ters düşen, halka olmadık şeyler vaad ederek halkı yanıltmanın bir manası yok.”

            Denktaş, eleştiri dozunu bir gün sonra yapılan Yakın Doğu Üniversitesi’nin mezuniyet töreninde  daha da artırarak, şöyle konuştu:

            “AB’yi öne çıkarıp, ‘hade bakalım AB’ diye, ben devletimi, egemenliğimi, eşitliğimi koparmaya çalışırken, Rumlar içimize gelip yerleşemez, mal-mülk değişimi yapacağız mücadelesi yaparken, arkamda öncelikleri şaşırmış olan kardeşlerim, ‘AB, AB, AB’ diye kıyamet koparmakta, Rum da bana masa başında “Allah Allah. AB’ye gitmek isteyen halkın temsilcisi benden devlet, egemenlik, eşitlik istiyor. Hade canım sen de’ demeye getirmektedir.

            Masa başında millet adına pazarlık yapıyoruz, arkamızda oyun oynanmasını istemeyiz. Herkes hizaya gelsin. Bu devleti savunuyorlar mı, açıkça söylesinler. Bu bayrak kalacak mı, açıkça söylesinler. Rumlar içimize gelecek mi, açıkça söylesinler. Sanki AB bize aman gel, diyor devlet olarak, ayrı eşit insan olarak. Aman yalvarıyor da biz gitmiyormuşuz gibi. AB kararını vermiştir. Kıbrıs’ta tek bir meşru hükümet vardır. Kıbrıs Türkleri azınlıktır. Azınlık olarak nereye gideceksiniz? Hiçbir yere. Şehitlerin kemiklerini sızlatırsınız. bayrağı gönderden indirirsiniz. Mahvolursunuz.” (Yeni Demokrat, 7 Temmuz  2002)

 
TİCARET ODASI’NIN YANITI

            AB belgelerinde Kıbrıs Türkleri için “azınlık” teriminin kullanılmadığı bilindiği halde, konuları bu şekilde çarpıtmakta usta olan Denktaş, “Çözüm ve AB” konusunda ortak bir vizyon oluşturma amacıyla sivil toplum örgütlerine başlattığı ziyaretlerini sürdüren Ticaret Odası’nın sözcüsü Mustafa Damdelen’den çok geçmeden şu yanıtı alacaktı:

            “Ticaret Odası’nın hiçbir belgesinde ‘azınlık olarak AB’a girelim’ diye bir ifade yoktur. Dolayısıyla en yüksek düzeydeki herhangi bir politikacının bizim söylemediğimiz ‘azınlık olarak girme’ gibi bir görüşü bize mal etmesi doğru değildir... Kıbrıslı Türkler, devletlere dayalı ortaklık sonrasında, sürüklenerek değil, memnuniyetle ve başları dik, kendi istekleriyle AB’a gireceklerdir. Önce AB seviyesine gelelim, sonra birliğe üye olalım yaklaşımı doğru değildir. İki taraftaki ekonomi eşitlenmeden AB’a girilmesinin yanlış olacağından bahsediliyor. Doğrudur. Bugünden itibaren eşitlenmesi için ambargoların kalkması lâzım. Ancak şunun da bilinmesi gerekir ki gelişmekte olan hiçbir ülke, önce ekonomisini AB’yle eşitleyip, birliğe girmiş değildir. AB’ye girilir ve tam üye olduğu için bütün yardımlardan tam anlamıyla istifade ederek o fark kapatılır... Ümit ederiz ki Kıbrıs’ta erken bir zamanda devletlere dayalı yeni bir ortaklık oluşur, yani bir çözüm gerçekleşir bu çerçevede. Tabii ki siyasi eşitlik, azınlık olmadan ve Türkiye’nin etkin garantörlüğünde. ve hemen akabinde de AB’ye gireriz. “ (Kıbrıs, 9 Temmuz 2002)

            Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın bilahare sivil toplum örgütlerine ilettiği “Ortak Deklerasyon” taslağında da yukarıda dile getirilen görüşler tekrarlanmakta ve esasta, resmi çizgiden pek de bir ayrılık olmadığı görülmektedir.

           
UHH DEVREYE KONUYOR

            Politikaya Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu Başkanlığı’na atanarak başlayan Rauf Raif Denktaş, anlaşılan hâlâ daha 1958’lerin çete yöntemiyle, kendine bağımlı kurum-kuruluşlarla bu işi götürmek istemektedir. Nitekim, Ulusal Halk Hareketi adlı kuruluş, bu olayların ardından harekete geçirildi ve UHH Genel Koordinatörü ve Denktaş’ın sarayındaki danışmanlarından Taner Etkin, Ticaret Odası’nın “çözüm ve AB üyeliği konusunda ortak vizyon” amacıyla yürütmekte olduğu ziyaretleri eleştirerek, Ticaret Odası’nın bu girişime son vermesi çağrısında bulundu. Etkin, “Yaratılmış ortak bir vizyon varken, başka vizyon aramamalıyız, Ticaret Odası yetkililerinin bunu yapma hakkı yoktur” diye konuşarak, burjuva kesimlerinde bile farklı görüşlerin oluşmasına ne derecede karşı olduklarını dile getirmiş oldu. TMT’ci geleneğin, emekçi ve çalışan kesimlerin görüşleri karşısında ne kadar tutucu davranmakta olduğu tahmin edilebilir.

            Öte yandan, Rauf Denktaş’ın Kıbrıs Türk Sanayi Odası’nın düzenlediği ve Yakın Doğu Üniversitesi Konferans Salonu’nda 17 Temmuz 2002 akşamı yapılacağı ve Kıbrıs konusunda önemli açıklamalarda bulunacağı geniş şekilde duyurulan konferansının, çok az katılım olması nedeniyle iptal edilmesi de çok anlamlı bir gelişme olarak nitelendirilmektedir. Gazeteci Hasan Kahvecioğlu, şu değerlendirmeyi yapmıştır:

            “Kocaman salonda, Rauf Bey’i dinlemeye gelenlerin sayısı 20’yi geçmiyordu. Danışmanları, siyasetteki yandaşları dışında etrafta kimsecikler yoktu... Sanayi Odası Başkanı, özür dileyerek kürsüden “Cumhurbaşkanının özel bir işi nedeniyle gelemeyeceğini” bildirdiğinde, oradaki herkes “durum”u anladı. Çünkü konferans başlayacağı dakikalarda Gönyeli çemberinden üniversiteye doğru yol alırken, aniden Girne istikametine yöneldiğini görenler olmuştu. Kısaca; Rauf Bey’i “derinden” düşündürmesi gereken bir yurttaş tepkisiydi yaşanan. Ne O’nun, ne de Ankara’daki yöneticilerin hiç kaale almadığı “sivil toplum” kızgınlığı. O “sivil toplum” ki, barış ve AB üyeliği konularında giderek olgunlaşan bir “inisiyatif”le geleceğini kurtarmaya çalışıyor. Ticaret Odası’nın, 40’ın üzerinde örgütü ziyaret ederek “ortak vizyon” arayışında gördüğü destek de Rauf Bey’i düşündürmelidir.” (Ortam, 19 Temmuz 2002)

 
SONUÇ

            Görüldüğü  gibi, Kıbrıs Türk liderliği, 1958’lerden beri her türlü yöntemle baskı altına aldıkları farklı görüşlere tahammülsüzlüğünü sürdürmektedir. Ama aradan geçen 50 yıla yakın süre içinde, Kıbrıs Türk toplumu içerisinde nihayet yeni dinamikler oluşmaya başlamıştır. Kıbrıs Türk ticaret burjuvazisi, kendi içinde yenilenmekte ve farklı işbirliklerine yönelmektedir. Bu yöneliş, farklı siyasal aktörleri gündeme getirmektedir. Bu değişim, kuzu postuna bürünmüş, eskisinin benzeri yeni kurtlar şeklinde de olabilir. O nedenle olayların gelişimi ve iç çelişkileri, emekçi güçler tarafından çok yakından izlenmelidir.

            ABD ve AB emperyalizmi, adamız üzerindeki çıkarlarını yürütebilmek için çok yönlü politikalar geliştirmekte olduğundan, çalışan halkımız, bu yeni güç dengesinin oluşumunu her zamankinden daha uyanık bir şekilde gözlemlemelidir. “Çözüm ve AB üyeliği” şeklinde şekillenen yeni politikaların, getirileri ve götürüleri konusunda en geniş bilgi ve bilinç sahibi olunmalı,  yabancı güçlerle onların yerli işbirlikçilerinin çıkarları değil de, daima Kıbrıs halkının çıkarları önde tutulmalıdır. Unutulmamalıdır ki Kıbrıs, henüz anti-emperyalist mücadele aşamasında olup, ekonomik ve sosyal kurtuluşa giden yol buradan geçmektedir.

 
(Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Ağustos 2002, Sayı:76)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder