Kıbrıs sorununda belirleyici ve çok önemli bir
yeri olan Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT)’nin 1957’de kurulmasından önce,
toplumlararası çatışmaları kışkırtan diğer Kıbrıs Türk yeraltı örgütlerinden de
söz etmek istiyoruz, çünkü TMT bunların mirasçısıdır.
1950 yılında Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi’nin,
İngiliz sömürge yönetimi altında bulunan Kıbrıs adasının Yunanistan’a
bağlanması için bir halk oylaması yapması ardından başlayan siyasal
hareketlilik, Türk basınında, adanın taksim edilerek sorunun çözümlenmesi
şeklinde öneriler ortaya atılmasına yol açmıştı.
1 Nisan 1955’de EOKA adlı Rum yeraltı örgütünün
adadaki İngiliz yönetimine karşı bir tedhiş hareketine başlaması ve Kıbrıs’ın
Yunanistan’a bağlanmasını öngören enosis politikasını zora dayanarak
İngiltere’ye benimsetmeye çalışması, Kıbrıs’ta yaşamakta en iki ana toplumdan
ötekisi olan Kıbrıslı Türkleri tedirginliğe sürüklemişti. İngiliz yönetiminin
1878’de başlamasından bu yana enosis amacını güdmüş olan Kıbrıs Rum liderliğine
karşı her zaman tepki koymuş olan Kıbrıs Türkleri, enosisin gerçekleşmemesi
için İngiltere’nin yanında yerini almıştı. Rum
tedhiş örgütü EOKA’ya paralel olarak, İngiliz gizli servisinin tavsiyesi ile
1955 yazında oluşturulan Volkan adlı Kıbrıs Türk yeraltı örgütü, 10 Eylül
1955’de yayımladığı bir bildiride, EOKA tarafından Kıbrıslı Türklere karşı
yönelecek herhangi bir saldırıya şiddetle karşı vereceğini açıklamıştı. EOKA,
önceleri Kıbrıslı Türklerle çatışmaktan kaçınmış, fakat İngiliz sömürge
yöneticilerinin Rum tedhişçilere karşı Kıbrıslı Türk polis ve komandoları
kullanmaları sonucu, saldırılar haliyle sömürge yönetiminin güvenlik gücünün
büyük bir kısmını oluşturan Türklere de yöneltilmeye başlanmıştı. Zamanın
İngiliz yöneticilerinden John Reddaway’e göre, 1958 yılına gelindiğinde Kıbrıs
Polis Gücü’nde hiçbir Rum görevli yokken, 542 Kıbrıslı Türk vardı. Yardımcı
polis olarak da 70 Ruma karşılık, 1700 Türk görev yapmaktaydı. (J.Reddaway,
Burdened with Cyprus, London 1986, s.90)
Rauf Denktaş, TAK ajansına yaptığı bir açıklamada
şöyle demekteydi: “Türk toplumu içerisinde Dr. Küçük herşeyden sorumlu durumda.
Volkan grubu gençler Doktora gelip birşeyler soruyor, Doktor “durunuz” diyor,
duruluyor. Çünkü İngiliz polis müdürleri Doktor’u “lider” bildiği için gelip
“bu işi durdur, kafidir artık” diyorlar ve durduruluyor. Yani koordineli birşey
yok. Bir gizli teşkilat, bir siyasetin bir yere götürülmesi için kullanılır ve
ancak o şekilde etkili olur.” (Vatan, 9 Ocak 1995) Denktaş, bu dağınıklığı gidermek ve toplumu
örgütlemek için Kasım 1957 yılında Burhan Nalbantoğlu ve Kemal Tanrısevdi ile
Türk Mukavemet Teşkilatı’nı kurduklarını belirtmektedir. (agy) O yıllarda Türkiye’nin Kıbrıs’taki
konsolosluğunda ateşe olarak çalışmakta olan Kemal Tanrısevdi, Nalbantoğlu’nun
ölümünün 14. yıldönümünde Mağusa’da düzenlenen bir toplantıda, TMT’yi Denktaş,
Nalbantoğlu ve kendisinin 15 Kasım 1957’de birlikte kurduklarını, Kıbrıs
Türkünün mukavemet ve direnişinin o tarihte başladığını açıklamış, TMT’nin
kuruluş yıldönümünün 1 Ağustos’ta kutlanmasının Kıbrıs mücadele tarihinin
başlangıcını inkar etmek olduğunu belirtmiştir. (Kıbrıs, 9 Şubat 1994)
Rumlara ve
İngiliz Sömürge Yönetimine karşı mücadele veren TMT’nin Türkiye tarafından
kurdurulduğu iddialarının kesinlikle yalan olduğunu ifade eden Kemal
Tanrısevdi, o dönemlerde Türk Konsolosluğu’nda çalışmasına rağmen, kendisine
böyle bir görev verilmediğini ifade etmiştir. TMT’nin bir amacının da Kıbrıs
Türkünün çektikleri karşısında Türkiye’ye ses vermek ve harekete geçirmek
olduğunu söyleyen Tanrısevdi, Kıbrıs Türkünün bu hareketi olmasaydı, o
dönemdeki Türkiye hükümetleri Kıbrıs Davası’nı çoktan bırakmış olacaklardı”
demiştir. (agy)
Kemal Tanrısevdi, 1 Ağustos 1994 akşamı BRT-TV’de
yer alan bir açık oturumda, TMT’nin Lefkoşa’nın Rum kesimindeki Eğlence
semtindeki kendi evinde kurulduğunu ve ilk bildirilerin burada yazıldığını,
Dr.Burhan Nalbantoğlu’nun icradan sorumlu olduğunu, kendisinin Rauf Denktaş’la
birlikte Rum basınını izleyerek politika saptadıklarını ve siyasi bildirileri
birlikte kaleme aldıklarını açıklamıştır.
Nisan 1956 ile Ocak 1957 tarihleri arasında
Kıbrıslı Türklerle Rumlar arasında çeşitli kışkırtma eylemlerinde bulunan
Volkan (Fr.Crouzet, Le ConfIit de Chypre, II, s.959) Kasım 1957’de resmen
yasaklanmıştı. Volkan’ın yanında Kara Çete, Kıbrıs Türk Mukavemet Birliği, 9
Eylül Cephesi, KİTEMB gibi başka yeraltı örgütleri de vardı. (Birlik, 2 Ağustos
1991)
Ulus ÜIfet’in başkanlığındaki 9 Eylül Cephesi ile
ilgili olarak aynı açık oturumda bilgiler açıklayan Kemal Tanrısevdi,
üniversite öğrencisi olan Ülfet’in siyasete meraklı bir kişi olduğunu, lider
olmak istediğini, ama eylemlerinin İngiliz Entelijansı tarafından bilindiğini,
o nedenle deşifre olduğundan onu TMT’ye almadığını söylemiştir. 31 Ağustos 1957
gününün gecesi Küçük Kaymaklı’da arkadaşları Mustafa Ertan, Kubilay Altaylı ve
İsmail Beyoğlu ile birlikte bir evde bomba yaparlarken ani bir infilak sonucu
ağır surette yaralandıktan sonra dördü de ölen bu kişiler, toplumda büyük
üzüntüye yol açmışlardı. Tanrısevdi, Ulus Ülfet’in kendi kendini kanıtlamak
için bomba yapmaya çalıştığını, kendisinin de çağrılı olduğu halde o gün Baf’a
gittiğini ve olayı gece saat 9’da öğrendiğini ifade etmiştir. Kemal Tanrısevdi,
amaçlarının TMT üyelerinin Türkiye’de eğitilmesini sağlamak olduğunu ve bu
amaçla Nalbantoğlu’nun Türkiye’ye giderek orada kendi arkadaşlarının yardımıyla
askeri makamlarla tanıştırıldığını belirttiği konuşmasında, liderlik kavgası
yüzünden kendisinin Kıbrıs’tan ayrılmak zorunda kaldığını, bir başka deyişle
sürgün edildiğini de açıklamıştı. Nitekim Tanrısevdi 1958 yılının Haziran
sonunda Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliğine atanmıştı.
24 Ağustos 1955 günü yaptığı bir konuşmada,
Kıbrıs’ın bir kumaş parçasına benzememesi nedeniyle kesilip biçilemeyeceğini söylemiş
olan TC Başbakanı Adnan Menderes, Kıbrıs’la ilgili İngiliz-Amerikan planlarının
doğrultusuna girerek, 1956 yılı sonunda Kıbrıs’ın taksimini resmi Türk görüşü
olarak benimsemişti. Türkiye ile Kıbrıs Türk liderliğinin “taksim” tezine sahip
çıkması Kıbrıs’taki olayların akışını değiştirecek ve özellikle 1958 yılı çok
önemli bir dönüm noktası olacaktı.
Kıbrıs Türk liderliği ile işbirliği halinde
çalışan Kıbrıs Türk yeraltı örgütlerinden Volkan, daha 20 Aralık 1955 gecesi
dağıttığı bir bildiride, Kıbrıslı Türklerle Rumların yüzyıllardır süren sosyal
ve ekonomik ilişkilerini kesmelerini talep ediyor ve şöyle diyordu: Bundan
böyle bütün kasabalarda hiç bir Türk kardeşimizin hatta İngilizin, Rum
semtlerinde dolaşması, onların sinema veya herhangi bir eğlence yerine devamı
KATİYEN, tekrar, KATİYEN YASAKTIR.
Bu emre aykırı hareket edenler vatan haini
sayılacak ve buralarda girişeceğimiz misilleme hareketi neticesi bu gibilerin
uğrayacakları felaketten vicdanen hiç bir surette mesul olamıyacağımızı, çok
sevdiğimiz sizlere bildirir, ulu tanrının inayeti ile ve şanlı Türk milletinin
himayesi altında hedefimize pek yakında ulaşacağımızı müjdeleriz” (Hürsöz, 21
Aralık 1955)
Dr. Fazıl Küçük, 16 Şubat 1979 tarihinde kaleme
aldığı bir makalede 1957 yılında EOKA’nın tedhiş faaliyetleri hakkında
Ankara’ya bilgi vermek ve Türkiye’nin yardımını sağlamak amacıyla sık sık
Ankara’ya gittiğini ve bu ziyaretlerden birinde Başbakan Menderes’in kendisine
Rıza Vuruşkan adlı birini tanıttığını anlatmaktadır. Küçük, daha sonra bir
Korgeneralin makamında Vuruşkan’la konuştuğunu ve onun “sivil danışman” olarak
Kıbrıs’a geldiğini ve yeraltı faaliyetlerinde kendilerine yardımcı olduğunu
yazmaktadır. Osman Örek ise, 17 Şubat 1979 tarihli ve yine Halkın Sesi
gazetesinde yayımlanmış olan bir yazısında, Vuruşkan’ın bir İş Bankası
müfettişi olarak adaya geldiğini ve Ali Bey kod adıyla bilindiğini, yardımcısı
Necdet Bey ile Türk yeraltı örgütlerinin ihtiyaç duyduğu silahların Türkiye’den
getirilip, adaya gizlice Girne sahilinden çıkarılabileceği konusunu görüştüğünü
belirtmektedir. Örek tanıştıkları tarihi 1958 Temmuzunun son Pazarı olarak
vermektedir.
Rauf Denktaş, 1957 yılı sonunda “Türk liderliğini
takviye etmek ve daha açık ve etkili görevler almak üzere” (Resimlerle Denktaş,
Şubat 1973) başsavcılık görevinden istila etmiş ve “İngilizler bizi Türk Rum
kavgasının eşiğine iteliyor” diyen (Kıbrıs Türkleri bu duruma nasıl düştü?
İstanbul 1986, s.44) Faiz Kaymak’ın yerine Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu
Başkanlığına getirilmişti.
Denktaş, 20 Ocak 1978 tarihli The Times
gazetesinde çıkan bir söyleşisinde, TMT’nin kuruluşunu şöyle anlatmaktadır:
“Çevrede dolanıp hiçbirşey yapmayan kişileri örgütlemek için birkaç arkadaşımla
birlikte TMT’yi ben kurdum. Selefi Volkan’dan görevi devralmış olan TMT ilk
bildirisini yayımladığı zaman, Dr.Küçük “Kim bu deliler?” diye sormuştu. Ona
TMT hakkında bir bilgi vermemiştik ve o Volkan’dan memnundu. Ama kendisinin
dışlanmış olduğu duygusunu asla sindirememişti. Birkaç yıl bu durumdan çok
rahatsız olmuştu... Herkes benim TMT lideri olduğumu zannetmekteydi, ama
değildim. Siyasal danışmanı idim. TMT’yi kurar kurmaz başkalarına devrettim.
İngiliz ve Amerikan entelijansları bile, herşeyi yürütüp kararları alan kişinin
ben olduğumu zannettiklerinden, bu iyi bir maskeydi. Ama lider ben değildim.
Liderler, Türkiyeli eski ordu subaylarıydı.”
Denktaş,
Küçük’ün TMT kurucularının kimliklerini sonradan öğrenip, lideriyle tanıştığını
ve “Ağrı” kod adıyla örgütteki en üst baş rolüne getirildiğini belirtmektedir.
(E.Kasımoğlu, Eski günler, eski defterler, 1. kitap, Lefkoşa 1987, s.80)
Rauf Denktaş, gazeteci Erten Kasımoğlu’na
anlattığı anılarında ayrıca şöyle demektedir:
“(TMT’nin kuruluşu) ardından Ocak 1958’de ben
Doktorla birlikte ilk kez Ankara’ya gittik. Gitmezden önce oturup anlaştık.
Doktor gazete için Türkiye’den yardım isteyecek, ben de TMT için silah ve
idareci isteyeceğim. Bu anlaşma ile Ankara’ya gittik ve görüşmeye başladık.”
Denktaş, görüştükleri TC Dışişleri Bakanı Zorlu’nun “Ya öyle mi, size silah
göndersek alabilirmisiniz” diye sorduğu zaman kendisinin “Alırız tabii. Bizim
Volkan’dan kalma insanlarımız var. Alabiliriz” dediğini, Dr. Küçük’ün ise
bundan emin olmadığını söylediğini aktarmakta ve şöyle demektedir: “İşte o
tarihten sonra 9 ay geçti. Türkiye’den TMT için lider gönderilmedi. Doktorun o
lafı işi, 9 ay geciktirdi. İşte bu nedenle Haziran-Temmuz olaylarını biz
lidersiz ve silahsız olarak, kendi becerimizle atlatabildik. O aylarda halkın
elinde av tüfeği bile yoktu.” (Eski günler, eski defterler, 1. kitap, Lefkoşa
1987, s. 79)
İngiliz yazar Nancy Crawshaw, “The Cyprus Revolt”
adlı kitabında şöyle yazmaktadır: “1957 yılının Aralık ayı sonuna doğru, TMT
(Kıbrıs Valisi) Foot’a bir adamını göndermiş ve onu Rum yanlısı olmakla
suçlayarak uyarıda bulunmuştu. TMT’nin adamı, iki taraf arasında “güven
köprüleri kurmaya” çalışmanın boşuna olduğunu vurgulamıştı. Yayımlanan TMT
bildirileri de, enosisin yeni bir şekilde sahneleneceğine işaret ederek, yeni
görüşme önerileri sunmuş olan İngiltere’nin Yunanistan’la birlikte hareket
ettiğini ve Türklerin taksimden başka herhangi bir çözümü asla kabul
etmeyeceklerini, Kıbrıs’taki rejimi değiştirme planlarını uygulamak için
İngilizlerle işbirliği yapacak olan herhangi bir Türkün yok edileceğini ve
mallarının tahrip edileceğini duyuruyordu.” (London, 1978, s.274)
Nitekim 29 Kasım 1957 tarihli ilk TMT bildirisinde
de, “TMT talimatlarına mutlaka itaat edilmesi” doğrultusunda Kıbrıslı Türklere
ilk emir verilirken, bu mücadelede, aramızda hainlerin olacağına inanmak
istemiyoruz, ama böyle kişilerin olması halinde onları ezmek kaçınılmaz bir
görev olacaktır” denilmekteydi. (30 Kasım 1957 tarihli The Times’dan aktaran
Prof. Dr. A.Suat Bilge-Le Conflit de Chypre et les Cypriot Turcs-Etude
documentaire, Ankara 1961, s.174)
“Ya taksim ya ölüm” sloganına sarılmış olan Kıbrıs
Türk liderliği, Dr. Küçük’ün 17 Temmuz 1957’de yaptığı adanın ortasından geçen
35. enlem boyunca Kıbrıs’ın taksimi” önerisiyle ortaya çıkınca, Kıbrıs Türk
toplumu içindeki demokratik bazı çevreler, taksim çalışmalarının ilerletileceği
konusundaki kuşkularının gerçekleşmekte olduğunu görmüşlerdi. Örneğin Kıbrıs
Terakkiperver Emekçi Halk Partisi -AKEL’in Türk Kolu tarafından, 19 Ocak 1957
tarihli bir mektupla, o sıralarda Türkiye’nin Kıbrıs politikasında dayanılacak
hukuki tezi hazırlamış olan Prof. Nihat Erim’e iletilen görüşlerde, Kıbrıs’ın
Türk ve Rumları bölmeden bir tek devlet olarak yönetilmesi talep edilmekteydi.
(Mektubun tam metni için Bak. N.Erim, Bildiğim, gördüğüm ölçüler içinde Kıbrıs,
Ankara 1975, s. 55-57)
1957 yılı içinde Kıbrıs Türk liderliğince
benimsenen taksim politikasına karşı çıkanlardan biri de, milliyetçi ve liberal
bir demokrat olan Baflı Dr. İhsan Ali idi ve 1960’ların başında görüştüğü bir
Alman gazeteciye şunları söylemişti: “O zamanlar (taksim planlarına karşı)
uyarıcı olarak konuşan tek Türk politikacısı bendim. Şöyle diyordum: Baylar,
görüşmeler taksime doğru gitmektedir. Bu emperyalistlerin kirli bir taktiğidir.
Taksim şeytanca bir çözüm şeklidir!...1957’de sömürge hükümetinin politikası yavaş
yavaş Kıbrıslı Türkler ile Rumlar arasında ayrılık yaratmaya doğru geliştikçe,
ben görevimden ayrıldım. Türk terörist örgütü TMT’nin başı olan Denktaş, bana
Mart 1958’de bir kez daha kendisiyle birlikte çalışmamı rica etti. Ben bu
öneriyi reddettim. Çünkü Denktaş’ın terör politikasının nereye doğru gittiğini
biliyordum. Bu korkunç kardeş katline doğru bir gidişti.” (Konrad Schmidt, Auf
der Suche nach Aphrodite, Leipzig 1966, s.246)
Sömürge hükümetinin yetkilileri tarafından dile
getirilen taksim yanlısı görüşleri de kısaca aktarmakta yarar vardır. Avam
Kamarasında 19 Temmuz 1956 günü konuşan Muhafazakar Parti milletvekili Walter
Elliot bir çözüm şekli olarak taksim üzerinde ciddl bir şekilde düşünülmesi
gerekir” derken, Sömürgeler Bakanı Lennox Boyd da 9 Aralık 1956’da yine Avam
Kamarasında konuşurken, adada yaşayan Türklerle Rumlara ayrı ayrı
self-determinasyon hakkının tanınmasının düşünülebileceğinden söz etmişti.
(E.Yüksel, Kıbrıs’ın taksimine ilişkin ilk öneriler, Söz dergisi, Sayı: 10-13,
1985) New York Times gazetesi ise, taksim fikrinin Amerika tarafından da ciddi
görüşmelere konu olduğunu ve buna göre Kıbrıs’ın Türkiye’ye bakan kuzey
kısımlarının Türklere güney kısımlarının da Rumlara verileceğini 1956 Ekim’inde
yazmıştı. (aktaran Hürriyet, 15 Ekim 1956)
1957 Baharında ise Kıbrıs Valiliği sekreterliği
tarafından hazırlanan ve eğer taksim kaçınılmaz hale gelirse nasıl
uygulanabileceğini araştıran bir raporda, adanın taksim edilmesi için herhangi
bir coğrafik veya demografik temelin bulunmadığı ve taksimin uygulanabileceği
tek yolun silah gücü kullanmakla olası olduğu ve bunun için de gerekli zor
kullanımın siyasi açıdan kabul edilemiyecek derecede olduğu belirtilmekteydi.
Mutlaka zora dayanılarak bir çizgi çekme fikrini ele alan raporcular, Kıbrıslı
Rumlarla Türklerin çizginin hangi tarafında kalmak istediklerine karar
vermeleri için, onlara uzun bir süreyi kapsayacak şekilde teşvikler sağlamak
gerekeceğini ifade etmişlerdi. Ama bunu kabul etmeyecek olan gerek Rumların,
gerekse Türklerin de onayının alınması gerekeceğinden bu fikri reddetmişlerdi.
(J.Reddaway, agy, s.102-103)
Kıbrıs Valisi Sir Hugh Foot tarafından 1957 yılı
sonunda göreve geldikten sonra hazırlanan yeni bir çözüm planına göre Kıbrıs
geçici bir süre (5 veya 7 yıl) için muhtariyetle yönetilecek ve bu süre sonunda
adanın geleceği konusunda bir karar alınacaktı. Bu ikili self-determinasyon
sonucu enosis veya taksim olabilirdi. Planı tartışmak üzere İngiltere Dışişleri
Bakanı ile birlikte Ankara’ya giden Foot’a Türkiye hükümetinin verdiği yanıt,
Türklerin adanın derhal taksimini istedikleri, aksi takdirde Türklerin
Kıbrıs’ta EOKA’ya karşı kurdukları kendi yeraltı örgütleri ile savaşa
başlayacakları şeklindeydi. Foot anılarında, TC Dışişleri Bakanı Zorlu’nun
kendisine kaba davrandığını söyleyerek, şöyle demektedir: “Bundan hiçbir şüphem
yoktu ki Zorlu, Kıbrıslı Türklerin ayaklanması için emir veren kişi olarak
bilinmekteydi ve belki de emri bizzat kendisi vermişti.” (A Start in Freedom,
London, 1964, s. 150)
Bu arada Ankara’da yapılmakta olan İngiliz Türk
görüşmelerini etkilemek isteyen Kıbrıs Türk liderliği 27 Ocak 1958 günü
Lefkoşa’da yeni blr “Ya Taksim, ya Ölüm” gösterisi düzenlemiş ve Kahrolsun Foot
yaşasın Harding” diye bağıran göstericilere karşı ilk kez İngiliz askeri
birlikleri kullanılmıştı. İngiliz askeri birlikleri ile Türklerin karşı karşıya
gelmelerini, eski Kıbrıs valilerinden Lord Winster şöyle değerlendirmişti:
“Büyük Britanya Türklerin taksim isteğini teşvik etmek gibi saçma bir
politikanın meyvalarını şimdi toplamaktadır.” (Manchester Guardian, 7 Şubat
1958)
Tarihe 27-28 Ocak 1958 olayları diye geçen ve
Lefkoşa ile Mağusa’da üçü yaşlı dördü genç 7 Kıbrıslı Türkün öldüğü ve 70
kadarının yaralandığı bu TMT eylemi ardından İngiltere Foot planını geri çekmiş
ve Ankara’dan Kıbrıs’a dönen Dr.Küçük, Lefkoşa’daki karşılama töreninde
gazetecilere adanın yarısının nasıl bir Türk eyaleti olacağına ilişkin
ayrıntılar vermişti. (K.Cankat, Emekçi halk muhalefetimizin geçmişinden, Söz
gazetesi, 31 Temmuz 1987)
27-28 Ocak 1958 olaylarında ölenler için
Denktaş’ın “Bu ölüler bize lâzımdır. Dünyaya sesimizi bu ölülerle duyuracağız”
şeklindeki sözlerini Sevim Ülfet’e atfen aktaran Arif Hasan Tahsin de, “Aynı
yolu yürüyenler, farklı yerlere varamazlar” başlıklı anılarında (Söz, 2 Aralık
1982) Rauf Denktaş’ın Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu Başkanlığına gelir
gelmez Kıbrıs’taki olayların hızla bir tırmanış kazandığını vurgulamaktadır.
27-28 Ocak 1958 olaylarıyla ilgili gerçeklere değinen bir başka yazı 28-29 Ocak
1985 tarihli Yeni Düzen gazetelerinde Ahmet An tarafından yayımlanmıştır.
Olayların Rauf Denktaş tarafından kendi bakış
açısıyla nasıl verildiğini öğrenmek için Erten Kasımoğlu ile yaptığı söyleşiye
bakılabilir. (Eski günler, eski defterler, 1. kitap, Lefkoşa, 1987, s.52-64)
TAK muhabiri Nezire Gürkan’la yaptığı söyleşide de konuya değinilmektedir.
(Vatan, 9 Ocak 1995) O dönemde kimin kime hizmet ettiğinin belli olmadığını
söyleyen Denktaş şöyle devam ediyor: “Ajan provokatörler var o zaman. Yani kim
kime hizmet eder, kim kimden yanadır pek de belli olmaz. Haber “Taksim”
olduğunu göstermiyor. Tercüman “Taksim” diye yapıyor. Gazete bunu manşet
yapıyor ve duyuluyor...Haberdeki Fatin Rüştü Zorlu ben geçmişte hatırlattım,
böyle giderse taksim olur” dedi” ifadesi, “Zorlu taksim olur dedi” diye
çevrilmiş.” Görüldüğü gibi Denktaş çeviriyi kimin yaptığına değinmeden onun
ajan provokatör olabileceğini ima etmekte ve bu karmaşa içinde kıvılcımın nasıl
tutuşturulduğu hakkında ayrıntı vermekten kaçınmaktadır.
1958 Şubat ayı başında TMT’nin çıkardığı ve pasif
mukavemet siyasetinin başlamasını ve Türk köylerinin muhtarlarının istifa
etmesini talep eden broşürler hakkında Vali’nin kaza komiserleriyle acele bir
toplantı yaptığını Rumca Ethnos gazetesinden aktaran Bozkurt gazetesi, 21 Şubat
1958 tarihli sayısında da Rauf Denktaş’ın ayrı bir Türk hastahanesi kurma
projesiyle ilgili makalesini yayımlamış, 29 Nisan 1958’de de ayrı Türk
belediyelerinin kurulması kararının Kıbrıs Türk liderliği tarafından alındığını
duyurmuştu. Zaten daha iki yıl öncesinden İngiliz sömürge yönetimi Lefkoşa’da
meydana gelen toplumlararası çatışmalar nedeniyle başkenti kuzey ve güney olmak
üzere ortasından ikiye ayırmıştı. (Halkın Sesi, 27 Nisan 1956)
O günlerdeki Rum kamuoyunun fikrini ise
Eleftheria’dan okuyalım: “Türkler, 19 Aralık 1956 tarihine kadar taksim
kelimesini bile akıllarına getirmemişlerdir. Fakat o zaman bir Radcliffe
projesi ortaya atıldı ve adaya yalnız bir bütün olarak tatbikinin mümkün
olacağı ileri sürülmüştü. Şimdi Türkler taksim istiyorlar. Bu azınlık, sabık
Vali Harding’in adaya dönmesini arzu ediyor. Türkler adadaki nüfusun %18’i,
bütçeye yapılan yardımın %5’i, adadaki ekilebilen arazinin, %13’ü ve adanın
ticaretinin ancak %1’ini ellerinde tutmaktadırlar. O halde nasıl taksim
istiyorlar, biz bile anlamıyoruz” (aktaran Bozkurt, 8 Şubat 1958)
Kıbrıs Rumları arasında 1957 sonbaharında EOKA’nın
başı Grivas tarafından başlatılan ve 1958’in Ocak ayında yoğunlaştırılan
anti-komünist kampanya çerçevesinde solcu Rum sendikacılar ile demokratlar
tedhiş ve öldürmelere maruz kalıyordu. EOKA Kıbrıslı Rum komünistleri öldürmek
için özel bir bölüm oluştururken, TMT de benzeri çalışmaları Kıbrıslı Türk
demokratları için yürütmekteydi. Milli politika olarak saptanan “taksim
çizgisinden ayrılan veya buna karşı çıkan Kıbrıslı Türkler “hain” diye ilan
ediliyor ve onlar için ölüm fermanları çıkarılıyordu. Kıbrıslı Türklere
Rumların artık birarada yaşayamayacakları telkini giderek, tehdide dayalı bir
zorlamaya dönüşüyordu.
TMT, 1958 Mayısının ilk haftası içinde yayımladığı
bir bildiride, Rum sendikası PEO’ya üye olan bütün Kıbrıslı Türk işçilerin
istifa etmelerini emrediyor ve bundan böyle Rumlarla işbirliği yapanların
cezalandırılacakları uyarısında bulunuyordu. Kıbrıslı Rum ve Türk işçilerin
birlikte kutladıkları 1 Mayıs 1958 töreninde, ortak düşman olan İngiliz
emperyalizmine karşı ortak mücadele verilmesi vurgulanmış ve bu durum gerek
sömürge yönetimini, gerekse Kıbrıs Türk liderliğini endişelendirmişti.
1 Mayıs günü Atatürk Enstitüsünü ziyaret eden Dr.
Küçük oradaki öğrencilere yaptığı bir konuşmada, komünistler ile hiçbir temasta
bulunmamalarını söylemiş, o günün gecesi ise solcu Türklerin devam ettiği
Lefkoşa Türk Eğitim-Spor Kulübü (TEK) basılarak yağma edilmişti. 3 Mayıs 1958
tarihli Haravgi gazetesi TEK’in eşyalarının yakılmasına değinen haberinde şöyle
demektedir: “Solcu sendikalarının 1 Mayıs gösterileri esnasında bazı Türk
fotoğrafçılarının durmadan resim aldıkları müşahade edilmiştir. Daha sonra Türk
semtinde “TEK’in kulübünün solcu gösterilerine bir heyet gönderdikleri
söylentileri yayılmaya başlamıştı. Bu kulübün üyelerinin de Rum solcu
sendikalarına satıldıkları iddia edilmiştir. Gece saat 9’da ise bu binaya hücum
eden 30 kadar fanatik Türk, kulüb eşyalarını sokağa fırlatarak yakmışlardır.”
(aktaran Bozkurt, 4 Mayıs 1958)
Estirilen tedhiş ve korku havası emekçi halk
üzerinde etkisini göstermeye başlamış ve günlük Türkçe gazeteler, solcu PEO
sendikasından istifa ilânları ile dolup taşmaya başlamıştı. (Bak Kutlu Adalı,
Solcular Mayıs’ta avlanabilir, Yeni Düzen 1 Mayıs 1989) TMT, yeniden
belirlenecek olan İngiliz politikasını etkilemek amacıyla, 18 Mayıs 1958’de
yayımladığı bir bildiride topluca eylem zamanının geldiğini duyurmaktaydı.
Pile’de ele geçen bildiride, İngiltere Kıbrıs’a muhtariyet verdiğini ilân
ettiği gün bu ada kan ve ateş içinde boğulacaktır” denilirken, Kıbrıs
Türklerinin hazırlıklarını tamamlamaları ve gelecek 15 gün içinde eyleme
geçecek şekilde hazırlıklı olmaları talimatı veriliyordu. 20 Mayıs 1958’de
Lefkoşa’da dağıtılan bir başka TMT bildirisinde ise, halktan silah azlığı
yüzünden morallerini bozmamaları isteniyor, Anadoludaki savaşın sopa ile
nacaklarla mücadele edilerek kazanıldığı söyleniyordu. Yerel liderler, halka,
evlerinde bıçak, nacak, balyoz, sivri uçlu aletler, büyük taşlar, kaynar sular ve
petrol biriktirmelerini tavsiye ederken, Türk evlerine helmetli Türk askeri
resmi altında, bölünmüş Kıbrıs adasını gösteren resimler asılmaktaydı.
Türkiye’nin yardımlarına geleceğine inanan Kıbrıslı Türkler, Rumların dörde bir
sayıca üstünlüğünden hiç de yılmıyorlardı. EOKA’nın fanatikliği şimdi YA
TAKSİM, YA ÖLÜM diyen TMT’ye geçmışti. (N. Crawshaw, agy, s.287)
15 Ekim 1965 tarihli “Zafer Kıbrıs Türkünündür”
gazetesinin “1958’de solcu Türklerin temizlenmesi harekâtı” olarak nitelendirdiği ilk terör dalgasının bilançosu
şöyleydi:
22 Mayıs 1958... PEO Türk Şubesi Başkanı Ahmet
Sadi Erkurt’un kurşunlanması. Yaralanan Ahmet Sadi daha sonra Londra ya göç
etti.
24 Mayıs 1958... 1955 yılı sonunda sömürge
yönetimi tarafından kapatılıncaya kadar 14 hafta yayımlanabilen İnkılapçı
gazetesinin sahip ve yazı işleri müdürü Fazıl Önder (32) vahşice öldürüldü.
29 Mayıs 1958... Berber Ahmet Yahya (26) gece
uyurken öldürüldü. TEK Yönetim Kurulu üyesiydi. Öldürüldüğü gün Bozkurt
gazetesine verdiği açıklamada “İşçi Birliğine kayıd edilmediğim gibi, solcu
temayüllü birisi de değilim. Ben daima halkımın ve liderlerimizin çizdiği
yoldan yürüdüğümü ve yürüyeceğimi beyan ve ilan ederim.”
29 Mayıs 1958 tarihli Haravgi gazetesinin şu
değerlendirmesi ilginçtir: “Türkler bir taraftan, Rumlar ise başka yönden
ellerine geçirdikleri tabancalarla milliyetçi olduklarını isbat etmeye
çalışmaktadırlar. Bu iki fanatik halk topluluklarının bir ve aynı idealleri
mevcuttur. O da ellerinden geldiği kadar solcu öldürmektir. Bir taraf Mukadderatını
Tayin Hakkını böyle yapmakla garanti edeceğini, diğer taraf da yani Türkler,
solcu, daha doğrusu kendi görüşlerine göre komünistleri öldürmekle Taksimde
muvaffak olacaklardır. Diğer taraftan, İngiltere’nin yapacağı yeni açıklama ile
vaziyetin ne olacağı belli değildir.”
Demokrat görüşlü Kıbrıslı Türklerin öldürülmesine
Mayıs ayından sonra da devam edilmiştir:
5 Haziran 1958... İnşaat İşçileri Sendikası
Yönetim Kurulu üyelerinden Hasan Ali’ye silahlı saldırı. Yara almadan kaçmayı
başarabildi.
30 Haziran 1958... Leymosunlu berber Ahmet İbrahim
(46) Türklerle Rumların birarada yaşayabileceklerini söylediği için
kurşunlanarak öldürüldü.
3 Temmuz 1958... .Arif Hulûsi Barudi, bir Rum
kuruluşunda çalıştığı için tehdit edilmiş, kurşunlanmış, ama ölmeden kurtulabilmiştir.
(Ayrıntı bilgi için Bak. K.Cankat, Emekçi halk hareketimizin geçmişinden, Söz,
14 Ağustos 1987 ve Victims of Fascist Terrorism, Nicosia 1964, s.5-8)
Emperyalizmin böl ve yönet politikasının karşısına
çıkan örgütlü demokratik hareketin kan ve kurşunla, dayakla sindirilmesi
ardından bir dizi kışkırtrna eylemiyle toplumlararası düşmanlık ve nefret
yaratılıp körüklenmek istenmişti. Bunlardan ilki 7 Haziran 1958 akşamı saat
10.30’da Lefkoşa’daki Türk Haberler Bürosu binasının verandası altına konan bir
bombanın patlamasıyla başlatılmıştı. Rauf Denktaş, Erten Kasımoğlu’na anlattığı
anılarında bu konuyla ilgili olarak şöyle demektedir: “Olayın patlak vermesiyle
o akşam bizimkiler bütün Tahtakala’yı yaktılar. Açıkçası büyük bir felâket. Ve
hâlâ daha kimse inanmaz ki, bu olay katiyen TMT tarafından planlanmış değildi.
Yıllar sonra öğrendik ki, iki arkadaşın başbaşa verip planladıkları bir işti
bu. Ama gençliğin ve halkın o günkü reaksiyonu bombayı Rumun koyduğu
noktasındaydı ve buna karşı bir direniş olarak patlatılmış olduğu imajını
haliyle yaratıyordu.” (agy, s.81)
O sıralarda İngiliz hükümeti tarafından
hazırlanmakta olan yeni Kıbrıs planından tatmin olmayan Türk hükümeti, taksim
tezine milli bir mahiyet vermek üzere bu tezi milli duygulara dayandırmak
yoluna gitmiş ve 1955’den beri ilk defa olarak Kıbrıs mitinglerine izin
vermişti. İstanbul’da yapılacak olan büyük mitingin, Lefkoşa’da 7 Haziran
akşamı patlayan bomba ardından 8 Haziran günü yapılması da ilginç bir
zamanlamaydı. Rauf Denktaş’ın bu konudaki bir başka değerlendirmesi ise
şöyledir: “1958 Haziran olaylarının Türkiye tarafından tertiplendiği iddiası
mesnetsiz bir iftiradır. Fakat bunu Kıbrıslı liderlerin emrivakilerle
Türkiye’yi harekete geçirmek istemelerinin bir misali olarak görenler, “Aman,
aynı şeyi yine yapmasınlar” korkusu ile, 1960-63 devresinde her söylediğimizi
şüphe ile karşılayacak ve bize inisiyatif adına hiçbir şey bırakmayacaklardı.
Bu yanlış teşhisin cezasını da 1963-65 yıllarında milletçe çekecektik.”
(Milliyet, 21 Aralık 1966)
Denktaş’ın burada kastettiği, Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Kıbrıs’a gelen Türkiye’nin ilk Büyükelçisi
Kıbrıs kökenli Mehmet Emin Dirvana’dır. Cemaat Meclisi’nde Milli Günler Yasası
yapılırken, 27-28 Ocak ile 7 Haziran tarihlerinin “Direniş Günü” olarak
kutlanmasına Dirvana karşı çıkmış ve “Bu kutlamayı yapamazsınız, cinayet olur”
demişti. (Eski günler, eski defterler, s.94)
Dirvana, 7 Haziran olayı ile İstanbul’daki 6/7
Eylül 1955 olayları arasında bir benzerlik olduğu ve böyle esef verici bir
hadisenin milli bir gün olarak kutlanmasının vahim bir hata olacağı
görüşündeydi. (Milliyet, 15 Mayıs 1964, “Denktaş hakikatı tahrif ediyor”
başlıklı Denktaş’a yanıt mektubundan)
Bir başka ilginç “tesadüf” de 8 Haziran 1958 günü
İstanbul’da yapılan ve Dr.Küçük’ün de konuşup “Kıbrıs’ta Türklerle Rumların
birlikte yaşaması artık imkansızdır” demesinden 4 gün sonra yer alan,
Ankara’daki büyük mitingin yapıldığı sıralarda, yani 12 Haziran’da Lefkoşa
yakınlarındaki Gönyeli köyünde yeni bir kışkırtma eyleminin düzenlenmiş
olmasıydı. Bir gece önce, İngiliz devriye askerleri tarafından tutuklanıp, 12
Haziran günü bir Türk köyü olan Gönyeli dışında serbest bırakılıp köylerine
gitmeleri söylenen Kördemenli Rumlardan 9’u vahşice öldürülmüştü. Tırmanan
toplumlararası çatışmalarda ölenlerin sayısı, Haziran 1958’de 4 Türk ile 25 Rum
iken, Temmuz’un ilk yarısında ölenlerin sayısı 35 Türk ve 55 Rum’a yükselmişti.
Temmuz 1958 sonuna kadar, Kıbrıslı Türklerin çoğunlukta olduğu Küçük
Kaymaklı’daki 970 evde yaşayan 700 Kıbrıslı Rum, tedhiş olayları yüzünden
evlerini terketmek zorunda kalmıştı. Baf kazasına bağlı Akursos köyünün Türk
sakinleri, örgütlü ilk Türk göç hareketini gerçekleştirmek üzere, millerce
uzaklıktaki Şillura köyüne taşınmışlardı. Tedhişçilik hareketlerinin Türklere
yöneltilmesinin bir nedeni de, Kıbrıslı Türklerin adanın 35. enlem derecesinin
kuzeyine göç etmeyi göz önünde tutmaya başlamaları ve bu suretle fiili bir
taksime gitmek istemeleri olmuştu. Bu amaçla Türklerin göç edebilecekleri
yerlerin saptanması için Kıbrıs Türk liderliğince çalışmalar yapılmış ve
hazırlanan bir göç planı Türkiye Dışişleri Bakanlığına gönderilmişti. (Mehmet
Yüksel, Kıbrıs’ta faşist baskılar ve faşist örgütlenmeler, İlke dergisi,
İstanbul, Kasım 1974, s. 127)
7 Haziran 1958 bomba patlatma provokasyonu ile
başlatılan toplumlararası tedhiş olaylarından iki ay sonra 56’sı Rum ve 53’ü
Türk olmak üzere 100’den fazla Kıbrıslı insan hayatını kaybetmiş, 170’den
fazlası da yaralanmıştı. Kurbanların çoğu silahsız kişiler olup, öldürme ve yaralamaların
çoğu korkunç bir vahşetle yapılmıştı. Toplumlararası ayrılık şimdiye kadar
görülmemiş şekilde artmıştı. Lefkoşa’nın Rum Belediye Başkanı Dervis ile Türk
liderlerden Rauf Denktaş, Vali Foot ile birlikte 12 Temmuz 1958 günü bir çağrı
yaparak, Rumlarla Türkler arasındaki şiddet olaylarının derhal durdurulmasını
istediler. Olaylar durmak bilmiyordu. Silahlı EOKA’cılar 17 Temmuz günü 5 Türkü
öldürdü. Vali 22 Temmuz’da ada çapında bir ateşkes yapılmasını emretti.
Sivillerin hareketleri ve haberleşmesi tamamen kısıtlanmıştı. TMT 23 Temmuz
1958’de yasadışı ilan edildi. Emperyalist anayurtlardan verilen emirlerle 4
Ağustos 1958’de EOKA, ertesi gün de TMT eylemlerini durdurduklarını
açıkladılar.
19 Haziran 1958’de açıklanan MacMillan’ın ortaklık
planı İngiltere tarafından NATO Konseyi’ne getirilip, bazı değişikliklere tabi
tutuldu ve ortaklık yerine Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ye garantörlük
verildi. 15 Ağustos’ta açıklanan bu yeni NATO planı, 9 Ekim 1958’den itibaren
İngiltere tarafından uygulanmaya başlandı. Türkiye Dışişleri Bakanı Zorlu,
“İngiliz planı Kıbrıs Türkleri için ideal bir hal çaresi olmamakla beraber,
şimdilik bu planı kabul etmiş bulunuyoruz. Zira Türk ve Rum toplumları için
ayrı meclisler öngören bu plan” diyerek, planın adeta bir taksim unsuru ihtiva
etmekte oluşuna önem vermişti. 1957 Haziran’ından beri karma belediyelerden
çekilmiş bulunan Kıbrıslı Türk üyeler, ilk ayrılıkçı kurum olan ayrı kaza
belediyelerini oluşturdular. Osman Türkay, 10 Ekim 1958 tarihli Bozkurt’ta yer
alan “Hükümranlığı paylaşırken” başlıklı makalesinde, “1 Ekim 1958 tarihinde
yürürlüğe konan İngiliz ortaklaşma planı ile Türkiye de Ada üzerinde hükümran
bir devlet sırasına girmiş bulunuyor” diye yazmaktaydı.
İngiltere’nin yeni NATO planını her ne pahasına
olursa olsun uygulama kararı alması üzerine Rum toplumu lideri Başpiskopos
Makarios ile Yunan hükümeti Kıbrıs’a bağımsızlık verilmesi önerisini kabul
ettiler. 16-18 Aralık 1958’de Paris’te yapılan NATO Bakanlar Konseyi
toplantısında görüşmeleri sürdürme kararı alan taraflar, 7 hafta sonra Zürih’te
bağımsız bir devlet olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması kararına vardılar
ve anlaşma 19 Şubat 1959’da Londra’da imzalandı. (M.Yüksel, Emperyalizmin
taksim planları ve Kıbrıs Cumhuriyeti, İlke, Nisan 1975, s.68-69)
16 Ağustos 1960’da ayrı, bağımsız bir devlet
olarak ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti devleti, ada nüfusunun %18’ini oluşturan
Kıbrıslı Türklere yönetimde %30, nüfusun %82’sini oluşturan Kıbrıslı Rumlara da
%70’lik bir temsiliyet hakkı veriyordu. Anayasa ile kurulan düzen, ada
toprakları üzerinde asker bulunduran üç NATO ülkesi olan Türkiye ile Yunanistan
ve askeri üslerine çekilmiş olan İngiltere tarafından garanti edilmekteydi,
1963 yılı sonuna kadar ağır-aksak sürdürülmeye çalışılan bu düzenden memnun olmayan
Kıbrıs Rum liderliği, enosisi hedefleyen Akritas Planını, Kıbrıs Türk liderliği
de adada taksimin gerçekleştirilmesi ve ayrı bir Türk devletinin kurulmasını
hedefleyen Geçici Merhale Planını (tam metin için Bak Glafkos Clerides, Cyprus:
My deposition Vol.1, Nicosia 1989, s.466-472, 203-207) uygulamaya koydular.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı için yayın yapıp Kıbrıs Türk toplumunu demokratik
bir çizgide örgütlemeye çalışan haftalık Cumhuriyet gazetesi yazarları Ahmet
Muzaffer Gürkan ile Ayhan Hikmet’in, 23 Nisan 1962 gecesi yeraltı örgütü
elemanlarınca öldürülmesi, bu dönemin en ilginç gelişmesiydi. Aynı günkü
gazetede çıkan ve ‘“Türk ve Rum toplumlarını birbirine düşürmek için planlar
düzenleyen tedhişçi ve tahrikçilerin elebaşısının yüzündeki maskenin indirileceğinin
yakın olduğunun belirtildiği yazıda, Bayraktar Camisine bomba koyanlar hakkında
bilgisi olanların Tahkikat Komisyonlarına hiç çekinmeden gidip bilgi vermeleri”
istenmekteydi.
Kıbrıs Türk liderliğinin politikasını
eleştirenlere karşı yöneltilen bu ikinci terör dalgası, toplum içindeki
demokratik unsurların sindirilmesiyle sonuçlanmıştı. Üçüncü terör dalgasında
ise, Türk ve Rum dostluğunun simgesi haline gelen AKEL MK üyesi Kıbrıslı Türk
sendikacı Derviş Ali Kavazoğlu ile sendikacı Rum arkadaşı Kostas Mişaulis 11
Nisan 1965 günü öldürülerek estirildi. Adları buraya yazılamamış daha onlarca
demokrat Kıbrıslı Türk, Kıbrıs Türk liderliği ve TMT’nin görüşleriyle
uyuşmadıkları gerekçesiy1e tehdit ve baskılara maruz kalmış ve ya adayı
terkederek hayatlarını kurtarmışlar veya sindirilerek etkisiz hale
getirilmişlerdir.
Fuat Veziroğlu TMT’nin 32. kuruluş yıldönümüyle
ilgili olarak yazdığı bir makalede şöyle demektedir: “TMT mücadelesinin zaferle
taçlandırıldığı 20 Temmuz’un üzerinden 16 yıl (geçmiştir)... Bugünü anlamak
için gerilere doğru 32 yıl uzanmak gerek. 1958’leri yaşamak gerek. TMTyi
tanımak ve bilmek gerek. 20 Temmuz gökten zembille ya da paraşütle inmiş
değildir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de öyle... Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti, TMT’nin 1958’lerde toprağa sürdüğü tohumdur.” (Kıbrıs, 1 Ağustos
1990)
Aynı yazar,
1990 yılı sonlarında Türkiye’deki Genel Kurmay Başkanlığı bünyesinde bir
kuruluş olan Özel Harp Dairesi’nin Kıbrıs konusunda suçlanması üzerine kaleme
aldığı bir başka yazıda, 1958 yılında, o zamanki adıyla Seferberlik Tetkik
Kurulu (STK) diye bilinen bu kuruluştan haberdar olduğunu belirterek, şunları
söylemiştir: “Bu satırların yazarı, bugünü aşamada bile, bütün bildiklerini
açıklama lüksüne sahip değildir. Şu kadarını vurgulamakla yetinelim ki, Türk
devleti ve Türk Genel Kurmayı Türk ulusunun yüce çıkarları neyi gerekli
kılıyorsa, 1958’lerden beri Kıbrıs konusunda onu yaptı... Kıbrıs tarihinde iki
“zaman” çok önemlidir. Biri 21 Aralık
1963. Diğeri 20 Temmuz 1974... STK’nın sağladığı olanaklarladır ki, Kıbrıs
Türkü direndi ve 20 Temmuz 1974’e ulaştık. 20 Temmuz ise, 21 Aralık’ın
ürünüdür...Keşke daha fazlasını yazabilseydim.” (Kıbrıs, 27 Kasım 1990)
TC Genel Kurmay Başkanlığı Harekat Başkanı
Korgeneral Doğan Beyazıt da 3 Aralık 1990 günü yaptığı bir açıklamada, “Özel
Harb’in düşman işgali altında kalan bölgede gerilla yeraltı ve
kurtarma-kaçırma” çalışmaları olduğunu belirtmiş, Özel Harp Dairesi Başkanı
Tuğgeneral Kemal Yavuz da Adnan Menderes zamanında 27 Eylül 1952’de Milli Savunma
Yüksek Kurulu kararıyla kurulduğunu açıklayarak, bugüne kadar görev aldığı
alanları sayarken 1963 ile 1974 yılları arasında Kıbrıs’taki mukavemet
hareketinin örgütlenmesini de saymıştır. (Cumhuriyet, 4 Aralık 1990)
Görüldüğü gibi Türk Mukavemet Teşkilatı’nın Kıbrıs
sorununun Türk milli politikası olan taksim doğrultusunda çözümlenmesi için
yürütülmekte olan çabalar, henüz tam anlamıyla açıklanmamış olan karmaşık ve
gizli-askeri odaklara kadar uzanmaktadır. 1964 yılında Erenköy’de bulunduğu
sırada, oradaki öğrencilere kendisinin Türkiye Genel Kurmayı’na bağlı olduğunu
söylemiş olan Kıbrıs Türk lideri Rauf Denktaş’ın Kıbrıs sorunundaki belirleyici
rolü, 1958’den beri önemini korumaktadır. “13 Şubat 1975’de KTFD’nin
kurulmasını müteakip TMT’nin temelleri üzerine 7 Ağustos 1976’da Güvenlik
Kuvvetleri Komutanlığı kurulmuş ve TMT, görevini yerine getirmenin engin huzur
ve mutluluğu içerisinde tarihe mal olmuştur” denmesine rağmen (Halkın Sesi, 1
Ağustos 1991, Toplumsal Direniş Savaşımının Öyküsü) eski TMT’cilerin etkinliği
Kıbrıs Türk Toplumu içinde egemen olmaya devam etmektedir.
(İlk defa, Türkiye’de
yüksek öğrenim gören Kıbrıslı Türk öğrencilerin oluşturduğu Üniversite Temsilciler
Konseyi (ÜTK) tarafından Lefkoşa’daki AKM’de düzenlenen TMT konulu bir
toplantıda okunan bu çalışma, daha sonra haftalık Yeni Çağ gazetesinde dizi
yazı halinde yayımlandı: 20 ve 27 Şubat, 6, 13 ve 20 Mart 1995, Sayı:
216-220. Ayrıca şu kitaplarıma da alındı: Kıbrıs nereye gidiyor?, Everest
Yayınları, İstanbul 2002, s.121-140, TMT’nin Kurbanları, Lefkoşa 2008, s.7-23,
Rumcası için bkz. To Vathi Kratos : Turkia, Ellada, Kipros, Alfadi, Lefkosia
2004, s.125-145, Almancası için bkz. Thetis, Mannheimer Beitraege zur
Klassischen Archaeologie und Geschichte Griechenlands und Zyperns, Band:5/6, Mannheim
1999, s.511-518)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder