28 Nisan 2014 Pazartesi

TMT’NİN KIBRIS SORUNUNDAKİ YERİ


Kıbrıs sorununda belirleyici ve çok önemli bir yeri olan Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT)’nin 1957’de kurulmasından önce, toplumlararası çatışmaları kışkırtan diğer Kıbrıs Türk yeraltı örgütlerinden de söz etmek istiyoruz, çünkü TMT bunların mirasçısıdır.

1950 yılında Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi’nin, İngiliz sömürge yönetimi altında bulunan Kıbrıs adasının Yunanistan’a bağlanması için bir halk oylaması yapması ardından başlayan siyasal hareketlilik, Türk basınında, adanın taksim edilerek sorunun çözümlenmesi şeklinde öneriler ortaya atılmasına yol açmıştı.

1 Nisan 1955’de EOKA adlı Rum yeraltı örgütünün adadaki İngiliz yönetimine karşı bir tedhiş hareketine başlaması ve Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını öngören enosis politikasını zora dayanarak İngiltere’ye benimsetmeye çalışması, Kıbrıs’ta yaşamakta en iki ana toplumdan ötekisi olan Kıbrıslı Türkleri tedirginliğe sürüklemişti. İngiliz yönetiminin 1878’de başlamasından bu yana enosis amacını güdmüş olan Kıbrıs Rum liderliğine karşı her zaman tepki koymuş olan Kıbrıs Türkleri, enosisin gerçekleşmemesi için İngiltere’nin yanında yerini almıştı. Rum tedhiş örgütü EOKA’ya paralel olarak, İngiliz gizli servisinin tavsiyesi ile 1955 yazında oluşturulan Volkan adlı Kıbrıs Türk yeraltı örgütü, 10 Eylül 1955’de yayımladığı bir bildiride, EOKA tarafından Kıbrıslı Türklere karşı yönelecek herhangi bir saldırıya şiddetle karşı vereceğini açıklamıştı. EOKA, önceleri Kıbrıslı Türklerle çatışmaktan kaçınmış, fakat İngiliz sömürge yöneticilerinin Rum tedhişçilere karşı Kıbrıslı Türk polis ve komandoları kullanmaları sonucu, saldırılar haliyle sömürge yönetiminin güvenlik gücünün büyük bir kısmını oluşturan Türklere de yöneltilmeye başlanmıştı. Zamanın İngiliz yöneticilerinden John Reddaway’e göre, 1958 yılına gelindiğinde Kıbrıs Polis Gücü’nde hiçbir Rum görevli yokken, 542 Kıbrıslı Türk vardı. Yardımcı polis olarak da 70 Ruma karşılık, 1700 Türk görev yapmaktaydı. (J.Reddaway, Burdened with Cyprus, London 1986, s.90)

Rauf Denktaş, TAK ajansına yaptığı bir açıklamada şöyle demekteydi: “Türk toplumu içerisinde Dr. Küçük herşeyden sorumlu durumda. Volkan grubu gençler Doktora gelip birşeyler soruyor, Doktor “durunuz” diyor, duruluyor. Çünkü İngiliz polis müdürleri Doktor’u “lider” bildiği için gelip “bu işi durdur, kafidir artık” diyorlar ve durduruluyor. Yani koordineli birşey yok. Bir gizli teşkilat, bir siyasetin bir yere götürülmesi için kullanılır ve ancak o şekilde etkili olur.” (Vatan, 9 Ocak 1995) Denktaş, bu dağınıklığı gidermek ve toplumu örgütlemek için Kasım 1957 yılında Burhan Nalbantoğlu ve Kemal Tanrısevdi ile Türk Mukavemet Teşkilatı’nı kurduklarını belirtmektedir. (agy)       O yıllarda Türkiye’nin Kıbrıs’taki konsolosluğunda ateşe olarak çalışmakta olan Kemal Tanrısevdi, Nalbantoğlu’nun ölümünün 14. yıldönümünde Mağusa’da düzenlenen bir toplantıda, TMT’yi Denktaş, Nalbantoğlu ve kendisinin 15 Kasım 1957’de birlikte kurduklarını, Kıbrıs Türkünün mukavemet ve direnişinin o tarihte başladığını açıklamış, TMT’nin kuruluş yıldönümünün 1 Ağustos’ta kutlanmasının Kıbrıs mücadele tarihinin başlangıcını inkar etmek olduğunu belirtmiştir. (Kıbrıs, 9 Şubat 1994)

 Rumlara ve İngiliz Sömürge Yönetimine karşı mücadele veren TMT’nin Türkiye tarafından kurdurulduğu iddialarının kesinlikle yalan olduğunu ifade eden Kemal Tanrısevdi, o dönemlerde Türk Konsolosluğu’nda çalışmasına rağmen, kendisine böyle bir görev verilmediğini ifade etmiştir. TMT’nin bir amacının da Kıbrıs Türkünün çektikleri karşısında Türkiye’ye ses vermek ve harekete geçirmek olduğunu söyleyen Tanrısevdi, Kıbrıs Türkünün bu hareketi olmasaydı, o dönemdeki Türkiye hükümetleri Kıbrıs Davası’nı çoktan bırakmış olacaklardı” demiştir. (agy)

Kemal Tanrısevdi, 1 Ağustos 1994 akşamı BRT-TV’de yer alan bir açık oturumda, TMT’nin Lefkoşa’nın Rum kesimindeki Eğlence semtindeki kendi evinde kurulduğunu ve ilk bildirilerin burada yazıldığını, Dr.Burhan Nalbantoğlu’nun icradan sorumlu olduğunu, kendisinin Rauf Denktaş’la birlikte Rum basınını izleyerek politika saptadıklarını ve siyasi bildirileri birlikte kaleme aldıklarını açıklamıştır.

Nisan 1956 ile Ocak 1957 tarihleri arasında Kıbrıslı Türklerle Rumlar arasında çeşitli kışkırtma eylemlerinde bulunan Volkan (Fr.Crouzet, Le ConfIit de Chypre, II, s.959) Kasım 1957’de resmen yasaklanmıştı. Volkan’ın yanında Kara Çete, Kıbrıs Türk Mukavemet Birliği, 9 Eylül Cephesi, KİTEMB gibi başka yeraltı örgütleri de vardı. (Birlik, 2 Ağustos 1991)

Ulus ÜIfet’in başkanlığındaki 9 Eylül Cephesi ile ilgili olarak aynı açık oturumda bilgiler açıklayan Kemal Tanrısevdi, üniversite öğrencisi olan Ülfet’in siyasete meraklı bir kişi olduğunu, lider olmak istediğini, ama eylemlerinin İngiliz Entelijansı tarafından bilindiğini, o nedenle deşifre olduğundan onu TMT’ye almadığını söylemiştir. 31 Ağustos 1957 gününün gecesi Küçük Kaymaklı’da arkadaşları Mustafa Ertan, Kubilay Altaylı ve İsmail Beyoğlu ile birlikte bir evde bomba yaparlarken ani bir infilak sonucu ağır surette yaralandıktan sonra dördü de ölen bu kişiler, toplumda büyük üzüntüye yol açmışlardı. Tanrısevdi, Ulus Ülfet’in kendi kendini kanıtlamak için bomba yapmaya çalıştığını, kendisinin de çağrılı olduğu halde o gün Baf’a gittiğini ve olayı gece saat 9’da öğrendiğini ifade etmiştir. Kemal Tanrısevdi, amaçlarının TMT üyelerinin Türkiye’de eğitilmesini sağlamak olduğunu ve bu amaçla Nalbantoğlu’nun Türkiye’ye giderek orada kendi arkadaşlarının yardımıyla askeri makamlarla tanıştırıldığını belirttiği konuşmasında, liderlik kavgası yüzünden kendisinin Kıbrıs’tan ayrılmak zorunda kaldığını, bir başka deyişle sürgün edildiğini de açıklamıştı. Nitekim Tanrısevdi 1958 yılının Haziran sonunda Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliğine atanmıştı.

24 Ağustos 1955 günü yaptığı bir konuşmada, Kıbrıs’ın bir kumaş parçasına benzememesi nedeniyle kesilip biçilemeyeceğini söylemiş olan TC Başbakanı Adnan Menderes, Kıbrıs’la ilgili İngiliz-Amerikan planlarının doğrultusuna girerek, 1956 yılı sonunda Kıbrıs’ın taksimini resmi Türk görüşü olarak benimsemişti. Türkiye ile Kıbrıs Türk liderliğinin “taksim” tezine sahip çıkması Kıbrıs’taki olayların akışını değiştirecek ve özellikle 1958 yılı çok önemli bir dönüm noktası olacaktı.

Kıbrıs Türk liderliği ile işbirliği halinde çalışan Kıbrıs Türk yeraltı örgütlerinden Volkan, daha 20 Aralık 1955 gecesi dağıttığı bir bildiride, Kıbrıslı Türklerle Rumların yüzyıllardır süren sosyal ve ekonomik ilişkilerini kesmelerini talep ediyor ve şöyle diyordu: Bundan böyle bütün kasabalarda hiç bir Türk kardeşimizin hatta İngilizin, Rum semtlerinde dolaşması, onların sinema veya herhangi bir eğlence yerine devamı KATİYEN, tekrar, KATİYEN YASAKTIR.

Bu emre aykırı hareket edenler vatan haini sayılacak ve buralarda girişeceğimiz misilleme hareketi neticesi bu gibilerin uğrayacakları felaketten vicdanen hiç bir surette mesul olamıyacağımızı, çok sevdiğimiz sizlere bildirir, ulu tanrının inayeti ile ve şanlı Türk milletinin himayesi altında hedefimize pek yakında ulaşacağımızı müjdeleriz” (Hürsöz, 21 Aralık 1955)

Dr. Fazıl Küçük, 16 Şubat 1979 tarihinde kaleme aldığı bir makalede 1957 yılında EOKA’nın tedhiş faaliyetleri hakkında Ankara’ya bilgi vermek ve Türkiye’nin yardımını sağlamak amacıyla sık sık Ankara’ya gittiğini ve bu ziyaretlerden birinde Başbakan Menderes’in kendisine Rıza Vuruşkan adlı birini tanıttığını anlatmaktadır. Küçük, daha sonra bir Korgeneralin makamında Vuruşkan’la konuştuğunu ve onun “sivil danışman” olarak Kıbrıs’a geldiğini ve yeraltı faaliyetlerinde kendilerine yardımcı olduğunu yazmaktadır. Osman Örek ise, 17 Şubat 1979 tarihli ve yine Halkın Sesi gazetesinde yayımlanmış olan bir yazısında, Vuruşkan’ın bir İş Bankası müfettişi olarak adaya geldiğini ve Ali Bey kod adıyla bilindiğini, yardımcısı Necdet Bey ile Türk yeraltı örgütlerinin ihtiyaç duyduğu silahların Türkiye’den getirilip, adaya gizlice Girne sahilinden çıkarılabileceği konusunu görüştüğünü belirtmektedir. Örek tanıştıkları tarihi 1958 Temmuzunun son Pazarı olarak vermektedir.

Rauf Denktaş, 1957 yılı sonunda “Türk liderliğini takviye etmek ve daha açık ve etkili görevler almak üzere” (Resimlerle Denktaş, Şubat 1973) başsavcılık görevinden istila etmiş ve “İngilizler bizi Türk Rum kavgasının eşiğine iteliyor” diyen (Kıbrıs Türkleri bu duruma nasıl düştü? İstanbul 1986, s.44) Faiz Kaymak’ın yerine Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu Başkanlığına getirilmişti.

Denktaş, 20 Ocak 1978 tarihli The Times gazetesinde çıkan bir söyleşisinde, TMT’nin kuruluşunu şöyle anlatmaktadır: “Çevrede dolanıp hiçbirşey yapmayan kişileri örgütlemek için birkaç arkadaşımla birlikte TMT’yi ben kurdum. Selefi Volkan’dan görevi devralmış olan TMT ilk bildirisini yayımladığı zaman, Dr.Küçük “Kim bu deliler?” diye sormuştu. Ona TMT hakkında bir bilgi vermemiştik ve o Volkan’dan memnundu. Ama kendisinin dışlanmış olduğu duygusunu asla sindirememişti. Birkaç yıl bu durumdan çok rahatsız olmuştu... Herkes benim TMT lideri olduğumu zannetmekteydi, ama değildim. Siyasal danışmanı idim. TMT’yi kurar kurmaz başkalarına devrettim. İngiliz ve Amerikan entelijansları bile, herşeyi yürütüp kararları alan kişinin ben olduğumu zannettiklerinden, bu iyi bir maskeydi. Ama lider ben değildim. Liderler, Türkiyeli eski ordu subaylarıydı.”

 Denktaş, Küçük’ün TMT kurucularının kimliklerini sonradan öğrenip, lideriyle tanıştığını ve “Ağrı” kod adıyla örgütteki en üst baş rolüne getirildiğini belirtmektedir. (E.Kasımoğlu, Eski günler, eski defterler, 1. kitap, Lefkoşa 1987, s.80)

Rauf Denktaş, gazeteci Erten Kasımoğlu’na anlattığı anılarında ayrıca şöyle demektedir:

“(TMT’nin kuruluşu) ardından Ocak 1958’de ben Doktorla birlikte ilk kez Ankara’ya gittik. Gitmezden önce oturup anlaştık. Doktor gazete için Türkiye’den yardım isteyecek, ben de TMT için silah ve idareci isteyeceğim. Bu anlaşma ile Ankara’ya gittik ve görüşmeye başladık.” Denktaş, görüştükleri TC Dışişleri Bakanı Zorlu’nun “Ya öyle mi, size silah göndersek alabilirmisiniz” diye sorduğu zaman kendisinin “Alırız tabii. Bizim Volkan’dan kalma insanlarımız var. Alabiliriz” dediğini, Dr. Küçük’ün ise bundan emin olmadığını söylediğini aktarmakta ve şöyle demektedir: “İşte o tarihten sonra 9 ay geçti. Türkiye’den TMT için lider gönderilmedi. Doktorun o lafı işi, 9 ay geciktirdi. İşte bu nedenle Haziran-Temmuz olaylarını biz lidersiz ve silahsız olarak, kendi becerimizle atlatabildik. O aylarda halkın elinde av tüfeği bile yoktu.” (Eski günler, eski defterler, 1. kitap, Lefkoşa 1987, s. 79)

İngiliz yazar Nancy Crawshaw, “The Cyprus Revolt” adlı kitabında şöyle yazmaktadır: “1957 yılının Aralık ayı sonuna doğru, TMT (Kıbrıs Valisi) Foot’a bir adamını göndermiş ve onu Rum yanlısı olmakla suçlayarak uyarıda bulunmuştu. TMT’nin adamı, iki taraf arasında “güven köprüleri kurmaya” çalışmanın boşuna olduğunu vurgulamıştı. Yayımlanan TMT bildirileri de, enosisin yeni bir şekilde sahneleneceğine işaret ederek, yeni görüşme önerileri sunmuş olan İngiltere’nin Yunanistan’la birlikte hareket ettiğini ve Türklerin taksimden başka herhangi bir çözümü asla kabul etmeyeceklerini, Kıbrıs’taki rejimi değiştirme planlarını uygulamak için İngilizlerle işbirliği yapacak olan herhangi bir Türkün yok edileceğini ve mallarının tahrip edileceğini duyuruyordu.” (London, 1978, s.274)

Nitekim 29 Kasım 1957 tarihli ilk TMT bildirisinde de, “TMT talimatlarına mutlaka itaat edilmesi” doğrultusunda Kıbrıslı Türklere ilk emir verilirken, bu mücadelede, aramızda hainlerin olacağına inanmak istemiyoruz, ama böyle kişilerin olması halinde onları ezmek kaçınılmaz bir görev olacaktır” denilmekteydi. (30 Kasım 1957 tarihli The Times’dan aktaran Prof. Dr. A.Suat Bilge-Le Conflit de Chypre et les Cypriot Turcs-Etude documentaire, Ankara 1961, s.174)

“Ya taksim ya ölüm” sloganına sarılmış olan Kıbrıs Türk liderliği, Dr. Küçük’ün 17 Temmuz 1957’de yaptığı adanın ortasından geçen 35. enlem boyunca Kıbrıs’ın taksimi” önerisiyle ortaya çıkınca, Kıbrıs Türk toplumu içindeki demokratik bazı çevreler, taksim çalışmalarının ilerletileceği konusundaki kuşkularının gerçekleşmekte olduğunu görmüşlerdi. Örneğin Kıbrıs Terakkiperver Emekçi Halk Partisi -AKEL’in Türk Kolu tarafından, 19 Ocak 1957 tarihli bir mektupla, o sıralarda Türkiye’nin Kıbrıs politikasında dayanılacak hukuki tezi hazırlamış olan Prof. Nihat Erim’e iletilen görüşlerde, Kıbrıs’ın Türk ve Rumları bölmeden bir tek devlet olarak yönetilmesi talep edilmekteydi. (Mektubun tam metni için Bak. N.Erim, Bildiğim, gördüğüm ölçüler içinde Kıbrıs, Ankara 1975, s. 55-57)

1957 yılı içinde Kıbrıs Türk liderliğince benimsenen taksim politikasına karşı çıkanlardan biri de, milliyetçi ve liberal bir demokrat olan Baflı Dr. İhsan Ali idi ve 1960’ların başında görüştüğü bir Alman gazeteciye şunları söylemişti: “O zamanlar (taksim planlarına karşı) uyarıcı olarak konuşan tek Türk politikacısı bendim. Şöyle diyordum: Baylar, görüşmeler taksime doğru gitmektedir. Bu emperyalistlerin kirli bir taktiğidir. Taksim şeytanca bir çözüm şeklidir!...1957’de sömürge hükümetinin politikası yavaş yavaş Kıbrıslı Türkler ile Rumlar arasında ayrılık yaratmaya doğru geliştikçe, ben görevimden ayrıldım. Türk terörist örgütü TMT’nin başı olan Denktaş, bana Mart 1958’de bir kez daha kendisiyle birlikte çalışmamı rica etti. Ben bu öneriyi reddettim. Çünkü Denktaş’ın terör politikasının nereye doğru gittiğini biliyordum. Bu korkunç kardeş katline doğru bir gidişti.” (Konrad Schmidt, Auf der Suche nach Aphrodite, Leipzig 1966, s.246)

Sömürge hükümetinin yetkilileri tarafından dile getirilen taksim yanlısı görüşleri de kısaca aktarmakta yarar vardır. Avam Kamarasında 19 Temmuz 1956 günü konuşan Muhafazakar Parti milletvekili Walter Elliot bir çözüm şekli olarak taksim üzerinde ciddl bir şekilde düşünülmesi gerekir” derken, Sömürgeler Bakanı Lennox Boyd da 9 Aralık 1956’da yine Avam Kamarasında konuşurken, adada yaşayan Türklerle Rumlara ayrı ayrı self-determinasyon hakkının tanınmasının düşünülebileceğinden söz etmişti. (E.Yüksel, Kıbrıs’ın taksimine ilişkin ilk öneriler, Söz dergisi, Sayı: 10-13, 1985) New York Times gazetesi ise, taksim fikrinin Amerika tarafından da ciddi görüşmelere konu olduğunu ve buna göre Kıbrıs’ın Türkiye’ye bakan kuzey kısımlarının Türklere güney kısımlarının da Rumlara verileceğini 1956 Ekim’inde yazmıştı. (aktaran Hürriyet, 15 Ekim 1956)

1957 Baharında ise Kıbrıs Valiliği sekreterliği tarafından hazırlanan ve eğer taksim kaçınılmaz hale gelirse nasıl uygulanabileceğini araştıran bir raporda, adanın taksim edilmesi için herhangi bir coğrafik veya demografik temelin bulunmadığı ve taksimin uygulanabileceği tek yolun silah gücü kullanmakla olası olduğu ve bunun için de gerekli zor kullanımın siyasi açıdan kabul edilemiyecek derecede olduğu belirtilmekteydi. Mutlaka zora dayanılarak bir çizgi çekme fikrini ele alan raporcular, Kıbrıslı Rumlarla Türklerin çizginin hangi tarafında kalmak istediklerine karar vermeleri için, onlara uzun bir süreyi kapsayacak şekilde teşvikler sağlamak gerekeceğini ifade etmişlerdi. Ama bunu kabul etmeyecek olan gerek Rumların, gerekse Türklerin de onayının alınması gerekeceğinden bu fikri reddetmişlerdi. (J.Reddaway, agy, s.102-103)

Kıbrıs Valisi Sir Hugh Foot tarafından 1957 yılı sonunda göreve geldikten sonra hazırlanan yeni bir çözüm planına göre Kıbrıs geçici bir süre (5 veya 7 yıl) için muhtariyetle yönetilecek ve bu süre sonunda adanın geleceği konusunda bir karar alınacaktı. Bu ikili self-determinasyon sonucu enosis veya taksim olabilirdi. Planı tartışmak üzere İngiltere Dışişleri Bakanı ile birlikte Ankara’ya giden Foot’a Türkiye hükümetinin verdiği yanıt, Türklerin adanın derhal taksimini istedikleri, aksi takdirde Türklerin Kıbrıs’ta EOKA’ya karşı kurdukları kendi yeraltı örgütleri ile savaşa başlayacakları şeklindeydi. Foot anılarında, TC Dışişleri Bakanı Zorlu’nun kendisine kaba davrandığını söyleyerek, şöyle demektedir: “Bundan hiçbir şüphem yoktu ki Zorlu, Kıbrıslı Türklerin ayaklanması için emir veren kişi olarak bilinmekteydi ve belki de emri bizzat kendisi vermişti.” (A Start in Freedom, London, 1964, s. 150)

Bu arada Ankara’da yapılmakta olan İngiliz Türk görüşmelerini etkilemek isteyen Kıbrıs Türk liderliği 27 Ocak 1958 günü Lefkoşa’da yeni blr “Ya Taksim, ya Ölüm” gösterisi düzenlemiş ve Kahrolsun Foot yaşasın Harding” diye bağıran göstericilere karşı ilk kez İngiliz askeri birlikleri kullanılmıştı. İngiliz askeri birlikleri ile Türklerin karşı karşıya gelmelerini, eski Kıbrıs valilerinden Lord Winster şöyle değerlendirmişti: “Büyük Britanya Türklerin taksim isteğini teşvik etmek gibi saçma bir politikanın meyvalarını şimdi toplamaktadır.” (Manchester Guardian, 7 Şubat 1958)

Tarihe 27-28 Ocak 1958 olayları diye geçen ve Lefkoşa ile Mağusa’da üçü yaşlı dördü genç 7 Kıbrıslı Türkün öldüğü ve 70 kadarının yaralandığı bu TMT eylemi ardından İngiltere Foot planını geri çekmiş ve Ankara’dan Kıbrıs’a dönen Dr.Küçük, Lefkoşa’daki karşılama töreninde gazetecilere adanın yarısının nasıl bir Türk eyaleti olacağına ilişkin ayrıntılar vermişti. (K.Cankat, Emekçi halk muhalefetimizin geçmişinden, Söz gazetesi, 31 Temmuz 1987)

27-28 Ocak 1958 olaylarında ölenler için Denktaş’ın “Bu ölüler bize lâzımdır. Dünyaya sesimizi bu ölülerle duyuracağız” şeklindeki sözlerini Sevim Ülfet’e atfen aktaran Arif Hasan Tahsin de, “Aynı yolu yürüyenler, farklı yerlere varamazlar” başlıklı anılarında (Söz, 2 Aralık 1982) Rauf Denktaş’ın Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu Başkanlığına gelir gelmez Kıbrıs’taki olayların hızla bir tırmanış kazandığını vurgulamaktadır. 27-28 Ocak 1958 olaylarıyla ilgili gerçeklere değinen bir başka yazı 28-29 Ocak 1985 tarihli Yeni Düzen gazetelerinde Ahmet An tarafından yayımlanmıştır.

Olayların Rauf Denktaş tarafından kendi bakış açısıyla nasıl verildiğini öğrenmek için Erten Kasımoğlu ile yaptığı söyleşiye bakılabilir. (Eski günler, eski defterler, 1. kitap, Lefkoşa, 1987, s.52-64) TAK muhabiri Nezire Gürkan’la yaptığı söyleşide de konuya değinilmektedir. (Vatan, 9 Ocak 1995) O dönemde kimin kime hizmet ettiğinin belli olmadığını söyleyen Denktaş şöyle devam ediyor: “Ajan provokatörler var o zaman. Yani kim kime hizmet eder, kim kimden yanadır pek de belli olmaz. Haber “Taksim” olduğunu göstermiyor. Tercüman “Taksim” diye yapıyor. Gazete bunu manşet yapıyor ve duyuluyor...Haberdeki Fatin Rüştü Zorlu ben geçmişte hatırlattım, böyle giderse taksim olur” dedi” ifadesi, “Zorlu taksim olur dedi” diye çevrilmiş.” Görüldüğü gibi Denktaş çeviriyi kimin yaptığına değinmeden onun ajan provokatör olabileceğini ima etmekte ve bu karmaşa içinde kıvılcımın nasıl tutuşturulduğu hakkında ayrıntı vermekten kaçınmaktadır.

1958 Şubat ayı başında TMT’nin çıkardığı ve pasif mukavemet siyasetinin başlamasını ve Türk köylerinin muhtarlarının istifa etmesini talep eden broşürler hakkında Vali’nin kaza komiserleriyle acele bir toplantı yaptığını Rumca Ethnos gazetesinden aktaran Bozkurt gazetesi, 21 Şubat 1958 tarihli sayısında da Rauf Denktaş’ın ayrı bir Türk hastahanesi kurma projesiyle ilgili makalesini yayımlamış, 29 Nisan 1958’de de ayrı Türk belediyelerinin kurulması kararının Kıbrıs Türk liderliği tarafından alındığını duyurmuştu. Zaten daha iki yıl öncesinden İngiliz sömürge yönetimi Lefkoşa’da meydana gelen toplumlararası çatışmalar nedeniyle başkenti kuzey ve güney olmak üzere ortasından ikiye ayırmıştı. (Halkın Sesi, 27 Nisan 1956)

O günlerdeki Rum kamuoyunun fikrini ise Eleftheria’dan okuyalım: “Türkler, 19 Aralık 1956 tarihine kadar taksim kelimesini bile akıllarına getirmemişlerdir. Fakat o zaman bir Radcliffe projesi ortaya atıldı ve adaya yalnız bir bütün olarak tatbikinin mümkün olacağı ileri sürülmüştü. Şimdi Türkler taksim istiyorlar. Bu azınlık, sabık Vali Harding’in adaya dönmesini arzu ediyor. Türkler adadaki nüfusun %18’i, bütçeye yapılan yardımın %5’i, adadaki ekilebilen arazinin, %13’ü ve adanın ticaretinin ancak %1’ini ellerinde tutmaktadırlar. O halde nasıl taksim istiyorlar, biz bile anlamıyoruz” (aktaran Bozkurt, 8 Şubat 1958)

Kıbrıs Rumları arasında 1957 sonbaharında EOKA’nın başı Grivas tarafından başlatılan ve 1958’in Ocak ayında yoğunlaştırılan anti-komünist kampanya çerçevesinde solcu Rum sendikacılar ile demokratlar tedhiş ve öldürmelere maruz kalıyordu. EOKA Kıbrıslı Rum komünistleri öldürmek için özel bir bölüm oluştururken, TMT de benzeri çalışmaları Kıbrıslı Türk demokratları için yürütmekteydi. Milli politika olarak saptanan “taksim çizgisinden ayrılan veya buna karşı çıkan Kıbrıslı Türkler “hain” diye ilan ediliyor ve onlar için ölüm fermanları çıkarılıyordu. Kıbrıslı Türklere Rumların artık birarada yaşayamayacakları telkini giderek, tehdide dayalı bir zorlamaya dönüşüyordu.

TMT, 1958 Mayısının ilk haftası içinde yayımladığı bir bildiride, Rum sendikası PEO’ya üye olan bütün Kıbrıslı Türk işçilerin istifa etmelerini emrediyor ve bundan böyle Rumlarla işbirliği yapanların cezalandırılacakları uyarısında bulunuyordu. Kıbrıslı Rum ve Türk işçilerin birlikte kutladıkları 1 Mayıs 1958 töreninde, ortak düşman olan İngiliz emperyalizmine karşı ortak mücadele verilmesi vurgulanmış ve bu durum gerek sömürge yönetimini, gerekse Kıbrıs Türk liderliğini endişelendirmişti.

1 Mayıs günü Atatürk Enstitüsünü ziyaret eden Dr. Küçük oradaki öğrencilere yaptığı bir konuşmada, komünistler ile hiçbir temasta bulunmamalarını söylemiş, o günün gecesi ise solcu Türklerin devam ettiği Lefkoşa Türk Eğitim-Spor Kulübü (TEK) basılarak yağma edilmişti. 3 Mayıs 1958 tarihli Haravgi gazetesi TEK’in eşyalarının yakılmasına değinen haberinde şöyle demektedir: “Solcu sendikalarının 1 Mayıs gösterileri esnasında bazı Türk fotoğrafçılarının durmadan resim aldıkları müşahade edilmiştir. Daha sonra Türk semtinde “TEK’in kulübünün solcu gösterilerine bir heyet gönderdikleri söylentileri yayılmaya başlamıştı. Bu kulübün üyelerinin de Rum solcu sendikalarına satıldıkları iddia edilmiştir. Gece saat 9’da ise bu binaya hücum eden 30 kadar fanatik Türk, kulüb eşyalarını sokağa fırlatarak yakmışlardır.” (aktaran Bozkurt, 4 Mayıs 1958)

Estirilen tedhiş ve korku havası emekçi halk üzerinde etkisini göstermeye başlamış ve günlük Türkçe gazeteler, solcu PEO sendikasından istifa ilânları ile dolup taşmaya başlamıştı. (Bak Kutlu Adalı, Solcular Mayıs’ta avlanabilir, Yeni Düzen 1 Mayıs 1989) TMT, yeniden belirlenecek olan İngiliz politikasını etkilemek amacıyla, 18 Mayıs 1958’de yayımladığı bir bildiride topluca eylem zamanının geldiğini duyurmaktaydı. Pile’de ele geçen bildiride, İngiltere Kıbrıs’a muhtariyet verdiğini ilân ettiği gün bu ada kan ve ateş içinde boğulacaktır” denilirken, Kıbrıs Türklerinin hazırlıklarını tamamlamaları ve gelecek 15 gün içinde eyleme geçecek şekilde hazırlıklı olmaları talimatı veriliyordu. 20 Mayıs 1958’de Lefkoşa’da dağıtılan bir başka TMT bildirisinde ise, halktan silah azlığı yüzünden morallerini bozmamaları isteniyor, Anadoludaki savaşın sopa ile nacaklarla mücadele edilerek kazanıldığı söyleniyordu. Yerel liderler, halka, evlerinde bıçak, nacak, balyoz, sivri uçlu aletler, büyük taşlar, kaynar sular ve petrol biriktirmelerini tavsiye ederken, Türk evlerine helmetli Türk askeri resmi altında, bölünmüş Kıbrıs adasını gösteren resimler asılmaktaydı. Türkiye’nin yardımlarına geleceğine inanan Kıbrıslı Türkler, Rumların dörde bir sayıca üstünlüğünden hiç de yılmıyorlardı. EOKA’nın fanatikliği şimdi YA TAKSİM, YA ÖLÜM diyen TMT’ye geçmışti. (N. Crawshaw, agy, s.287)

15 Ekim 1965 tarihli “Zafer Kıbrıs Türkünündür” gazetesinin “1958’de solcu Türklerin temizlenmesi harekâtı” olarak  nitelendirdiği ilk terör dalgasının bilançosu şöyleydi:

22 Mayıs 1958... PEO Türk Şubesi Başkanı Ahmet Sadi Erkurt’un kurşunlanması. Yaralanan Ahmet Sadi daha sonra Londra ya göç etti.

24 Mayıs 1958... 1955 yılı sonunda sömürge yönetimi tarafından kapatılıncaya kadar 14 hafta yayımlanabilen İnkılapçı gazetesinin sahip ve yazı işleri müdürü Fazıl Önder (32) vahşice öldürüldü.

29 Mayıs 1958... Berber Ahmet Yahya (26) gece uyurken öldürüldü. TEK Yönetim Kurulu üyesiydi. Öldürüldüğü gün Bozkurt gazetesine verdiği açıklamada “İşçi Birliğine kayıd edilmediğim gibi, solcu temayüllü birisi de değilim. Ben daima halkımın ve liderlerimizin çizdiği yoldan yürüdüğümü ve yürüyeceğimi beyan ve ilan ederim.”

29 Mayıs 1958 tarihli Haravgi gazetesinin şu değerlendirmesi ilginçtir: “Türkler bir taraftan, Rumlar ise başka yönden ellerine geçirdikleri tabancalarla milliyetçi olduklarını isbat etmeye çalışmaktadırlar. Bu iki fanatik halk topluluklarının bir ve aynı idealleri mevcuttur. O da ellerinden geldiği kadar solcu öldürmektir. Bir taraf Mukadderatını Tayin Hakkını böyle yapmakla garanti edeceğini, diğer taraf da yani Türkler, solcu, daha doğrusu kendi görüşlerine göre komünistleri öldürmekle Taksimde muvaffak olacaklardır. Diğer taraftan, İngiltere’nin yapacağı yeni açıklama ile vaziyetin ne olacağı belli değildir.”

Demokrat görüşlü Kıbrıslı Türklerin öldürülmesine Mayıs ayından sonra da devam edilmiştir:

5 Haziran 1958... İnşaat İşçileri Sendikası Yönetim Kurulu üyelerinden Hasan Ali’ye silahlı saldırı. Yara almadan kaçmayı başarabildi.

30 Haziran 1958... Leymosunlu berber Ahmet İbrahim (46) Türklerle Rumların birarada yaşayabileceklerini söylediği için kurşunlanarak öldürüldü.

3 Temmuz 1958... .Arif Hulûsi Barudi, bir Rum kuruluşunda çalıştığı için tehdit edilmiş, kurşunlanmış, ama ölmeden kurtulabilmiştir. (Ayrıntı bilgi için Bak. K.Cankat, Emekçi halk hareketimizin geçmişinden, Söz, 14 Ağustos 1987 ve Victims of Fascist Terrorism, Nicosia 1964, s.5-8)

Emperyalizmin böl ve yönet politikasının karşısına çıkan örgütlü demokratik hareketin kan ve kurşunla, dayakla sindirilmesi ardından bir dizi kışkırtrna eylemiyle toplumlararası düşmanlık ve nefret yaratılıp körüklenmek istenmişti. Bunlardan ilki 7 Haziran 1958 akşamı saat 10.30’da Lefkoşa’daki Türk Haberler Bürosu binasının verandası altına konan bir bombanın patlamasıyla başlatılmıştı. Rauf Denktaş, Erten Kasımoğlu’na anlattığı anılarında bu konuyla ilgili olarak şöyle demektedir: “Olayın patlak vermesiyle o akşam bizimkiler bütün Tahtakala’yı yaktılar. Açıkçası büyük bir felâket. Ve hâlâ daha kimse inanmaz ki, bu olay katiyen TMT tarafından planlanmış değildi. Yıllar sonra öğrendik ki, iki arkadaşın başbaşa verip planladıkları bir işti bu. Ama gençliğin ve halkın o günkü reaksiyonu bombayı Rumun koyduğu noktasındaydı ve buna karşı bir direniş olarak patlatılmış olduğu imajını haliyle yaratıyordu.” (agy, s.81)

O sıralarda İngiliz hükümeti tarafından hazırlanmakta olan yeni Kıbrıs planından tatmin olmayan Türk hükümeti, taksim tezine milli bir mahiyet vermek üzere bu tezi milli duygulara dayandırmak yoluna gitmiş ve 1955’den beri ilk defa olarak Kıbrıs mitinglerine izin vermişti. İstanbul’da yapılacak olan büyük mitingin, Lefkoşa’da 7 Haziran akşamı patlayan bomba ardından 8 Haziran günü yapılması da ilginç bir zamanlamaydı. Rauf Denktaş’ın bu konudaki bir başka değerlendirmesi ise şöyledir: “1958 Haziran olaylarının Türkiye tarafından tertiplendiği iddiası mesnetsiz bir iftiradır. Fakat bunu Kıbrıslı liderlerin emrivakilerle Türkiye’yi harekete geçirmek istemelerinin bir misali olarak görenler, “Aman, aynı şeyi yine yapmasınlar” korkusu ile, 1960-63 devresinde her söylediğimizi şüphe ile karşılayacak ve bize inisiyatif adına hiçbir şey bırakmayacaklardı. Bu yanlış teşhisin cezasını da 1963-65 yıllarında milletçe çekecektik.” (Milliyet, 21 Aralık 1966)

Denktaş’ın burada kastettiği, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Kıbrıs’a gelen Türkiye’nin ilk Büyükelçisi Kıbrıs kökenli Mehmet Emin Dirvana’dır. Cemaat Meclisi’nde Milli Günler Yasası yapılırken, 27-28 Ocak ile 7 Haziran tarihlerinin “Direniş Günü” olarak kutlanmasına Dirvana karşı çıkmış ve “Bu kutlamayı yapamazsınız, cinayet olur” demişti. (Eski günler, eski defterler, s.94)

Dirvana, 7 Haziran olayı ile İstanbul’daki 6/7 Eylül 1955 olayları arasında bir benzerlik olduğu ve böyle esef verici bir hadisenin milli bir gün olarak kutlanmasının vahim bir hata olacağı görüşündeydi. (Milliyet, 15 Mayıs 1964, “Denktaş hakikatı tahrif ediyor” başlıklı Denktaş’a yanıt mektubundan)

Bir başka ilginç “tesadüf” de 8 Haziran 1958 günü İstanbul’da yapılan ve Dr.Küçük’ün de konuşup “Kıbrıs’ta Türklerle Rumların birlikte yaşaması artık imkansızdır” demesinden 4 gün sonra yer alan, Ankara’daki büyük mitingin yapıldığı sıralarda, yani 12 Haziran’da Lefkoşa yakınlarındaki Gönyeli köyünde yeni bir kışkırtma eyleminin düzenlenmiş olmasıydı. Bir gece önce, İngiliz devriye askerleri tarafından tutuklanıp, 12 Haziran günü bir Türk köyü olan Gönyeli dışında serbest bırakılıp köylerine gitmeleri söylenen Kördemenli Rumlardan 9’u vahşice öldürülmüştü. Tırmanan toplumlararası çatışmalarda ölenlerin sayısı, Haziran 1958’de 4 Türk ile 25 Rum iken, Temmuz’un ilk yarısında ölenlerin sayısı 35 Türk ve 55 Rum’a yükselmişti. Temmuz 1958 sonuna kadar, Kıbrıslı Türklerin çoğunlukta olduğu Küçük Kaymaklı’daki 970 evde yaşayan 700 Kıbrıslı Rum, tedhiş olayları yüzünden evlerini terketmek zorunda kalmıştı. Baf kazasına bağlı Akursos köyünün Türk sakinleri, örgütlü ilk Türk göç hareketini gerçekleştirmek üzere, millerce uzaklıktaki Şillura köyüne taşınmışlardı. Tedhişçilik hareketlerinin Türklere yöneltilmesinin bir nedeni de, Kıbrıslı Türklerin adanın 35. enlem derecesinin kuzeyine göç etmeyi göz önünde tutmaya başlamaları ve bu suretle fiili bir taksime gitmek istemeleri olmuştu. Bu amaçla Türklerin göç edebilecekleri yerlerin saptanması için Kıbrıs Türk liderliğince çalışmalar yapılmış ve hazırlanan bir göç planı Türkiye Dışişleri Bakanlığına gönderilmişti. (Mehmet Yüksel, Kıbrıs’ta faşist baskılar ve faşist örgütlenmeler, İlke dergisi, İstanbul, Kasım 1974, s. 127)

7 Haziran 1958 bomba patlatma provokasyonu ile başlatılan toplumlararası tedhiş olaylarından iki ay sonra 56’sı Rum ve 53’ü Türk olmak üzere 100’den fazla Kıbrıslı insan hayatını kaybetmiş, 170’den fazlası da yaralanmıştı. Kurbanların çoğu silahsız kişiler olup, öldürme ve yaralamaların çoğu korkunç bir vahşetle yapılmıştı. Toplumlararası ayrılık şimdiye kadar görülmemiş şekilde artmıştı. Lefkoşa’nın Rum Belediye Başkanı Dervis ile Türk liderlerden Rauf Denktaş, Vali Foot ile birlikte 12 Temmuz 1958 günü bir çağrı yaparak, Rumlarla Türkler arasındaki şiddet olaylarının derhal durdurulmasını istediler. Olaylar durmak bilmiyordu. Silahlı EOKA’cılar 17 Temmuz günü 5 Türkü öldürdü. Vali 22 Temmuz’da ada çapında bir ateşkes yapılmasını emretti. Sivillerin hareketleri ve haberleşmesi tamamen kısıtlanmıştı. TMT 23 Temmuz 1958’de yasadışı ilan edildi. Emperyalist anayurtlardan verilen emirlerle 4 Ağustos 1958’de EOKA, ertesi gün de TMT eylemlerini durdurduklarını açıkladılar.

19 Haziran 1958’de açıklanan MacMillan’ın ortaklık planı İngiltere tarafından NATO Konseyi’ne getirilip, bazı değişikliklere tabi tutuldu ve ortaklık yerine Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ye garantörlük verildi. 15 Ağustos’ta açıklanan bu yeni NATO planı, 9 Ekim 1958’den itibaren İngiltere tarafından uygulanmaya başlandı. Türkiye Dışişleri Bakanı Zorlu, “İngiliz planı Kıbrıs Türkleri için ideal bir hal çaresi olmamakla beraber, şimdilik bu planı kabul etmiş bulunuyoruz. Zira Türk ve Rum toplumları için ayrı meclisler öngören bu plan” diyerek, planın adeta bir taksim unsuru ihtiva etmekte oluşuna önem vermişti. 1957 Haziran’ından beri karma belediyelerden çekilmiş bulunan Kıbrıslı Türk üyeler, ilk ayrılıkçı kurum olan ayrı kaza belediyelerini oluşturdular. Osman Türkay, 10 Ekim 1958 tarihli Bozkurt’ta yer alan “Hükümranlığı paylaşırken” başlıklı makalesinde, “1 Ekim 1958 tarihinde yürürlüğe konan İngiliz ortaklaşma planı ile Türkiye de Ada üzerinde hükümran bir devlet sırasına girmiş bulunuyor” diye yazmaktaydı.

İngiltere’nin yeni NATO planını her ne pahasına olursa olsun uygulama kararı alması üzerine Rum toplumu lideri Başpiskopos Makarios ile Yunan hükümeti Kıbrıs’a bağımsızlık verilmesi önerisini kabul ettiler. 16-18 Aralık 1958’de Paris’te yapılan NATO Bakanlar Konseyi toplantısında görüşmeleri sürdürme kararı alan taraflar, 7 hafta sonra Zürih’te bağımsız bir devlet olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması kararına vardılar ve anlaşma 19 Şubat 1959’da Londra’da imzalandı. (M.Yüksel, Emperyalizmin taksim planları ve Kıbrıs Cumhuriyeti, İlke, Nisan 1975, s.68-69)

16 Ağustos 1960’da ayrı, bağımsız bir devlet olarak ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti devleti, ada nüfusunun %18’ini oluşturan Kıbrıslı Türklere yönetimde %30, nüfusun %82’sini oluşturan Kıbrıslı Rumlara da %70’lik bir temsiliyet hakkı veriyordu. Anayasa ile kurulan düzen, ada toprakları üzerinde asker bulunduran üç NATO ülkesi olan Türkiye ile Yunanistan ve askeri üslerine çekilmiş olan İngiltere tarafından garanti edilmekteydi, 1963 yılı sonuna kadar ağır-aksak sürdürülmeye çalışılan bu düzenden memnun olmayan Kıbrıs Rum liderliği, enosisi hedefleyen Akritas Planını, Kıbrıs Türk liderliği de adada taksimin gerçekleştirilmesi ve ayrı bir Türk devletinin kurulmasını hedefleyen Geçici Merhale Planını (tam metin için Bak Glafkos Clerides, Cyprus: My deposition Vol.1, Nicosia 1989, s.466-472, 203-207) uygulamaya koydular. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı için yayın yapıp Kıbrıs Türk toplumunu demokratik bir çizgide örgütlemeye çalışan haftalık Cumhuriyet gazetesi yazarları Ahmet Muzaffer Gürkan ile Ayhan Hikmet’in, 23 Nisan 1962 gecesi yeraltı örgütü elemanlarınca öldürülmesi, bu dönemin en ilginç gelişmesiydi. Aynı günkü gazetede çıkan ve ‘“Türk ve Rum toplumlarını birbirine düşürmek için planlar düzenleyen tedhişçi ve tahrikçilerin elebaşısının yüzündeki maskenin indirileceğinin yakın olduğunun belirtildiği yazıda, Bayraktar Camisine bomba koyanlar hakkında bilgisi olanların Tahkikat Komisyonlarına hiç çekinmeden gidip bilgi vermeleri” istenmekteydi.

Kıbrıs Türk liderliğinin politikasını eleştirenlere karşı yöneltilen bu ikinci terör dalgası, toplum içindeki demokratik unsurların sindirilmesiyle sonuçlanmıştı. Üçüncü terör dalgasında ise, Türk ve Rum dostluğunun simgesi haline gelen AKEL MK üyesi Kıbrıslı Türk sendikacı Derviş Ali Kavazoğlu ile sendikacı Rum arkadaşı Kostas Mişaulis 11 Nisan 1965 günü öldürülerek estirildi. Adları buraya yazılamamış daha onlarca demokrat Kıbrıslı Türk, Kıbrıs Türk liderliği ve TMT’nin görüşleriyle uyuşmadıkları gerekçesiy1e tehdit ve baskılara maruz kalmış ve ya adayı terkederek hayatlarını kurtarmışlar veya sindirilerek etkisiz hale getirilmişlerdir.

Fuat Veziroğlu TMT’nin 32. kuruluş yıldönümüyle ilgili olarak yazdığı bir makalede şöyle demektedir: “TMT mücadelesinin zaferle taçlandırıldığı 20 Temmuz’un üzerinden 16 yıl (geçmiştir)... Bugünü anlamak için gerilere doğru 32 yıl uzanmak gerek. 1958’leri yaşamak gerek. TMTyi tanımak ve bilmek gerek. 20 Temmuz gökten zembille ya da paraşütle inmiş değildir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de öyle... Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, TMT’nin 1958’lerde toprağa sürdüğü tohumdur.” (Kıbrıs, 1 Ağustos 1990)

Aynı yazar,  1990 yılı sonlarında Türkiye’deki Genel Kurmay Başkanlığı bünyesinde bir kuruluş olan Özel Harp Dairesi’nin Kıbrıs konusunda suçlanması üzerine kaleme aldığı bir başka yazıda, 1958 yılında, o zamanki adıyla Seferberlik Tetkik Kurulu (STK) diye bilinen bu kuruluştan haberdar olduğunu belirterek, şunları söylemiştir: “Bu satırların yazarı, bugünü aşamada bile, bütün bildiklerini açıklama lüksüne sahip değildir. Şu kadarını vurgulamakla yetinelim ki, Türk devleti ve Türk Genel Kurmayı Türk ulusunun yüce çıkarları neyi gerekli kılıyorsa, 1958’lerden beri Kıbrıs konusunda onu yaptı... Kıbrıs tarihinde iki “zaman” çok önemlidir.  Biri 21 Aralık 1963. Diğeri 20 Temmuz 1974... STK’nın sağladığı olanaklarladır ki, Kıbrıs Türkü direndi ve 20 Temmuz 1974’e ulaştık. 20 Temmuz ise, 21 Aralık’ın ürünüdür...Keşke daha fazlasını yazabilseydim.” (Kıbrıs, 27 Kasım 1990)

TC Genel Kurmay Başkanlığı Harekat Başkanı Korgeneral Doğan Beyazıt da 3 Aralık 1990 günü yaptığı bir açıklamada, “Özel Harb’in düşman işgali altında kalan bölgede gerilla yeraltı ve kurtarma-kaçırma” çalışmaları olduğunu belirtmiş, Özel Harp Dairesi Başkanı Tuğgeneral Kemal Yavuz da Adnan Menderes zamanında 27 Eylül 1952’de Milli Savunma Yüksek Kurulu kararıyla kurulduğunu açıklayarak, bugüne kadar görev aldığı alanları sayarken 1963 ile 1974 yılları arasında Kıbrıs’taki mukavemet hareketinin örgütlenmesini de saymıştır. (Cumhuriyet, 4 Aralık 1990)

Görüldüğü gibi Türk Mukavemet Teşkilatı’nın Kıbrıs sorununun Türk milli politikası olan taksim doğrultusunda çözümlenmesi için yürütülmekte olan çabalar, henüz tam anlamıyla açıklanmamış olan karmaşık ve gizli-askeri odaklara kadar uzanmaktadır. 1964 yılında Erenköy’de bulunduğu sırada, oradaki öğrencilere kendisinin Türkiye Genel Kurmayı’na bağlı olduğunu söylemiş olan Kıbrıs Türk lideri Rauf Denktaş’ın Kıbrıs sorunundaki belirleyici rolü, 1958’den beri önemini korumaktadır. “13 Şubat 1975’de KTFD’nin kurulmasını müteakip TMT’nin temelleri üzerine 7 Ağustos 1976’da Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı kurulmuş ve TMT, görevini yerine getirmenin engin huzur ve mutluluğu içerisinde tarihe mal olmuştur” denmesine rağmen (Halkın Sesi, 1 Ağustos 1991, Toplumsal Direniş Savaşımının Öyküsü) eski TMT’cilerin etkinliği Kıbrıs Türk Toplumu içinde egemen olmaya devam etmektedir.

 

(İlk defa, Türkiye’de yüksek öğrenim gören Kıbrıslı Türk öğrencilerin oluşturduğu Üniversite Temsilciler Konseyi (ÜTK) tarafından Lefkoşa’daki AKM’de düzenlenen TMT konulu bir toplantıda okunan bu çalışma, daha sonra haftalık Yeni Çağ gazetesinde dizi yazı halinde yayımlandı: 20 ve 27 Şubat, 6, 13 ve 20 Mart 1995, Sayı: 216-220. Ayrıca şu kitaplarıma da alındı: Kıbrıs nereye gidiyor?, Everest Yayınları, İstanbul 2002, s.121-140, TMT’nin Kurbanları, Lefkoşa 2008, s.7-23, Rumcası için bkz. To Vathi Kratos : Turkia, Ellada, Kipros, Alfadi, Lefkosia 2004, s.125-145, Almancası için bkz. Thetis, Mannheimer Beitraege zur Klassischen Archaeologie und Geschichte Griechenlands und Zyperns, Band:5/6, Mannheim 1999, s.511-518)

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder