22 Nisan 2014 Salı

DR.AHMET CAVİT AN, STRAZBURG'TA AÇTIĞI DAVA İLE İLGİLİ OLARAK “KIBRIS’TA SOSYALİST GERÇEK” DERGİSİNİN SORULARINI YANITLADI


            İstanbul’da yayımlanan haftalık Aktüel dergisinin 13 Ağustos 1998 tarihli sayısında, Türkiye’nin Strazburg’daki Avrupa Konseyi İnsan hakları Komisyonu’nda avukatlığını yapmış olan ve bir süre önce artık Türkiye’yi savunamayacak durumda olduğunu öne sürerek bu görevinden istifa eden Prof. Bakır Çağlar ile bir söyleşi yayımlandı. Konu, Kuzey Kıbrıs’taki mülkü için Türkiye’yi 640 bin dolar tazminata mahkum ettiren Titina Loizidu idi. Ama söyleşinin bir yerinde Prof. Bakır Çağlar, Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan tarihçi Ahmet Cavit An’ın da Türkiye’ye karşı dava açtığına değinerek, Komisyonun Nisan 1998 ‘de davayı görmeyi kabul ettiğini ve büyük bir ihtimalle An’ı haklı bulacağını belirtmekteydi.

            Dr.Ahmet Cavit An, Aktüel dergisinin bu yayınından sonra, yazılarının yayımlandığı aylık “Kıbrıslı” dergisinin yönetmeni Dr.Doğan Harman’a telefon eden bir şahsın, Harman’a “Bu adamın yazılarını artık basmayınız. Zaten onun ayaklarını yakında kıracağız” şeklinde tehditler savurduğunu öğrendiğini söylemiştir. Dr.An, avukatı aracılığı ile bu tehditleri derhal Komisyona bildirdiğini sözlerine eklemiştir.

            Strazburg’taki davanın konusu ve geçmişi ile ilgili olarak Dr.Ahmet Cavit An’a yönelttiğimiz soruları ve aldığımız yanıtları aşağıda bulacaksınız:

- Strazburg'taki davanın konusu nedir?

Strazburg'taki Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonu'na iki başvurumuz olmuştur. İlk şikayetimizi "Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu" olarak 13 Mayıs 1991 tarihinde yapmıştık. Bilindiği gibi, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumların oluşturdukları bu iki toplumlu Temas Grubu, Bağımsız ve Federal bir Kıbrıs hedefine ulaşmak için, her iki toplum içinde veya ara bölgede çeşitli siyasal, kültürel, tıbbi ve sosyal toplantılar düzenlemiş ve iki toplum arasında anlayış ve işbirliği havasının geliştirilmesi için çalışmalar yürütmüştür. Ama belli bir süreden sonra, yaptığımız çalışmalardan tedirgin olan resmi makamlar, bize geçiş izni vermemeye başladılar.

Kurulduğu 24 Eylül 1989'dan ikinci şikayetin yapıldığı 8 Eylül 1992'ye kadar geçen süre içinde, gerek Temas Grubu, gerekse kişisel olarak benim yaptığım 87 geçiş izni başvurusundan ancak 15'ine olumlu yanıt verilmişti.

3 Ekim 1996 tarihine kadar yapılan toplam 124 başvurudan 102 tanesi  hiç bir yasal gerekçe gösterilmeden reddedilmişti. Öte yandan da 1993 yılından başlayarak, ABD Büyükelçiliğinin himayesinde düzenlenen Conflict Resolution gruplarının toplantılarına katılan yüzlerce Kıbrıslı Türke, sürekli geçiş izinleri sağlanmıştı. Ama onların temaslarına da Aralık 1997'den itibaren yasak konulmuş bulunuyor. 

İkinci başvuru ise, benim tarafımdan, mesleki gelişmeme engel olunması nedeniyle yapılmıştır. O sıralar  Rum kesiminde 1500'den fazla Kıbrıslı Türk çalışmaktaydı. Ben de Lefkoşa'nın Rum kesimindeki bir özel hastanede iş bulmuştum ve zamanın ABD Büyükelçisi Robert Lamb'ın da aracı olmasına rağmen, askeri ve sivil makamlar bana  çalışma ve geçiş izni vermediler.

Temas Grubu'nun gerek Lefkoşa'nın Rum kesiminde, gerekse ara bölgedeki Ledra Palas'ta düzenlediği etkinliklere katılmamız da keyfi bir şekilde engellenmekteydi. Bu arada BM Göçmenler Yüksek Komiserliği (UNHCR) tarafından düzenlenen iki toplumlu tıbbi seminerlere başvuran bütün hekimler gidebiliyorken, sadece bana izin verilmiyordu.

Siyasal görüşlerim nedeniyle ayrımcılığa tabi tutuluyordum. Bu şekilde 5 tıbbi seminere katılmam engellendi. 1500'den fazla Kıbrıslı Türkün Rum kesiminde çalışmasında bir sakınca görülmezken, benim çalışmam her nedense uygun görülmüyordu. Çalışmak bir yana, mesleki eğitimimi herkesin rahatça katılabildiği seminerlerle geliştirmem de engellendiği için, ikinci kez komisyona  şikayette bulunma kararı aldım.

Bana karşı uygulanan bu ayrımcılık, 1993 yılında yayımlanan ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Kongre Dış İşleri Komitesi'ne sunduğu yıllık raporda da yer almış bulunuyor.

- Strazburg'daki Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonuna başvurmazdan önce, neden KKTC'de dava açmadınız?

Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na şikayet etmezden önce, yerel mahkemelere başvurmak istemedik. Çünkü uluslararası tanınmamış bir ülke olan KKTC'deki hukuk sistemine güvenmemekteydik.

Basına yansımış olan şu  haberler de, bu kanımızı doğrulamaktadır:

"Cumhuriyet Meclisinin dünkü oturumunda söz alan SDP Milletvekili Ergün Vehbi, bugünkü yargı düzeninde bir çürüme gözlemlediğini, Meclis'in yargı sistemini yeniden ele alıp değerlendirmesini istedi. Vehbi, "İddia ediyorum ki, bu ülkede yargıya yurttaşın güveni kalmamıştır. Hakimleri, savcıları, dava satan avukatları izleyecek bir mekanizmaya gereksinim vardır" dedi. (Halkın Sesi, 13.12.1991)

"Lefkoşa Kaza Mahkemesinde ciddi olay: Eski Bakan ve Emekli Yüksek Mahkeme Yargıcı Orhan Zihni Bilgehan, "Zaten hukuk devleti mi mevcuttur. KKTC'de mahkemeler ve hakimler dökülüyor" şeklinde konuştu." (Kıbrıs, 14.4.1992)

"Avukat Menteş Aziz, Girne'de fırtına gibi esti ve bir mahkeme duruşmasından önce basın mensuplarına şöyle konuştu: "Tutuklular için iki gün daha tutukluluk istiyorlarmış, geçen hafta da aynısını yaptılar, son dakikada gelip böyle davranıyorlar. 25 yılda memlekette bir polis devleti kurduk. Bir karagöz perdesi kurduk, mahkeme değil." (Kıbrıs ve Halkın Sesi, 6 Eylül 1997) 

"Savunma Avukatı Menteş Aziz, üzerinde çok durduğu mahkeme çıkış saati ile ilgili itirazda bulundu ve şöyle konuştu: "Yargıç tarafından verilen tutuklama emri dosyalardan çalındı. Üç gündür canımı yedim, bulamadım...Bana göre bilinçli bir şekilde alındı. Mahkemeye çıkılan saati kesinlikle saptamak zorundayız. Saptayalım ki her şey ortaya çıksın. Aksi halde, adaleti gerçekleştirmek zorlaşacaktır." (Kıbrıs, 17.6.1998)

 - İlk başvuruyu kimin aracılığı ile yapmıştınız?

Herşeyden önce, davamızın herhangi bir kısıtlama ve korku olmadan, özgürce savunabilecek, demokratik düşünce yapısına sahip bir avukatın bulunması zordu. 13 Mayıs 1991 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na, Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu Kıbrıs Türk Komitesi adına ilk şikayetimizi yaptığımız zaman (Application No.18270/91), avukatımız Lefkoşa'da çalışan demokrat bir kişi olan Ergin Ulunay'dı.

Komisyona başvuruda bulunduğumuza ilişkin basın bildirimiz Kıbrıs Türk basınında basında yayımlandığında, Denktaş Bey'e yakınlığı ile bilinen Vatan gazetesi, 25 Mayıs 1991 günkü sayısında şu manşeti atmıştı: "Büyük Skandal" . Çünkü biz sorumluları, "KKTC  makamları" diye değil de, "Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Türk makamları" diye isimlendirmiştik. Yazıda şöyle denmekteydi: "KKTC makamlarını dış dünyaya karşı "Kıbrıs Cumhuriyetinin Türk makamı" olarak göstermek de yasalarımıza göre herhalde suçtur. Suç değilse, suç olmalıdır. Meclis harekete geçmeli, bu rezilliğin önünü alacak bir yasa derhal yapılmalıdır. ve aynı zamanda herkesin görüp anlaması için Giriş kapılarımıza "Bu Kapıdan KKTC'yi Tanımayanlar Geçemez" diyen bir levha asmalı." Konu hakkında gazetenin görüşünü sorduğu avukatımız ise şöyle demekteydi: "Yapılan müracaatın hukuki ve siyasi yönü varken, hiçbir yorum ve açıklamada bulunamayacağım."

- Bu ilk başvurunun görüşülmesinden sonra çıkan kararda ne denmekteydi?

Komisyonun 8 Ekim 1991 tarihli kararında, "İlgili iç hukuk ve uygulama" başlığı altında şu olgular özetlenmişti:

"Başvuru sahipleri, Ledra Palas Kapısındaki giriş-çıkış noktasının "Birinci Derecede Askeri Yasak Bölge" içinde olduğunu belirtmektedirler. O nedenle askeri makamlar "geçiş izni verilmesinde söz sahibidirler...Kıbrıs Türk askeri, güvenlik ve polis makamları, uygulamada Kuzey Kıbrıs'ta üslendirilmiş bulunan Türkiye'nin Kıbrıs'taki Barış Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlıdırlar.

Kuzey Kıbrıs'ta yerel tazmin edilme olasılığı belirsizdir. Çünkü Kıbrıs Türk mahkemeleri, Kuzey'den Güney'e veya Güney'den Kuzey'e seyahat özgürlüğünü, hukuk yönünden değil de, siyasal bir konu olarak değerlendirecek ve o nedenle kendi üzerine yasal sorumluluk almaktan geri duracak, kararları Türkiye askeri makamlarını bağlamayacaktır."

Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Türk makamlarına karşı şikayetimizi yaptığımız zaman, Komisyon, Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti'nin Kıbrıs'ın kuzeyindeki Türk makamları tarafından yapılan fiillerden sorumlu tutulamayacağını belirledi. Çünkü Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti'nin adanın kuzeyinde yasaları uygulaması 1974'den beri engellenmekte olup, yasaların uygulanmasına yönelik bu kısıtlama...Türk Silahlı Kuvvetlerinin oradaki varlığı nedeniyle olmaktadır. (Human Rights Law Journal, Vol.13, No.4, s.153)

- Sonra ne oldu?

Kararın öğrenilmesinden sonra, Avukat Ergin Ulunay, bana, kendisine mesleki ve psikolojik baskı yapılmakta olduğunu ve  Kıbrıs Türk Baro Konseyi'nden atılmak üzere Disiplin Kurulu'na verildiğini duyurdu. Neyse ki,  yapılan oylamada 3'e karşı 4  oyla bu öneri reddedildi.

- Yukarıda sözünü ettiğiniz ikinci başvuruyu ne zaman yaptınız?

İkinci başvuruyu yapmazdan önce, 7 Mayıs 1992'de KKTC Başbakanı Derviş Eroğlu'na ve 29 Mayıs 1992'de TC Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin'e mektup göndererek, yapılan bu haksızlığın giderilmesini rica ettim. Ne yazık ki bu iki makamdan da herhangi bir yanıt alamadım. Bana uygulanan ayrımcılık yüzünden zarar görmekte olduğumdan, 8 Eylül 1992 tarihinde Strazburg'daki Komisyona ikinci şikayetimi yaptım. (Application No. 20652/92)

- Bundan sonraki gelişmeleri de anlatırmısınız?

Kıbrıs'ta İnsan Haklarını Korumak için Uluslararası Dernek tarafından benim için görevlendirilen avukatım Leicester Üniversitesi Uluslararası Hukuk Profesörü Malcolm Shaw'un bana bildirdiğine göre, 18 Eylül 1992'de kabul edilen başvurum, ilk defa 27 Haziran 1994 tarihinde Komisyon tarafından görüşüldü ve şikayetin Türkiye'ye iletilmesine karar verildi.

Komisyon, 8 Nisan 1995'de de Türkiye'ye karşı açılmış olan Loizidu davasında alınacak kararın beklenmesine karar verdi. Bu karar 18 Aralık 1996'da açıklandı.

Komisyon 23 Ocak 1997'de Türkiye'nin benim tarafımdan yapılan şikayetle ilgili görüşünü hazırlamasını talep etti ve bu yanıt 30 Eylül 1997'de verildi.

İnsan Hakları Mahkemesi'nin Loizidu davasında verdiği 18 Aralık 1996 tarihli kararı gözönünde bulunduran Komisyon, 14 Nisan 1998 günü yaptığı oturumda, şikayet başvurumu kabul edilebilir buldu. Şimdi komisyonun vereceği kararı bekliyoruz. 

(Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı:33, Ekim 1998)


Yukarıdaki söyleşi 22 Şubat 2003 tarihli Afrika gazetesinde aşağıdaki ek ile birlikte yeniden yayımlandı:

13 Ağustos 1998 tarihli Aktüel dergisinde çıkan NECDET AÇAN’ın Prof. Bakır Çağlar ile söyleşisinden:

“Türkiye aleyhine yapılan dördüncü Rum başvurusu şunu söylüyor: “Kuzey Kıbrıs’ta sadece azınlık Rumların değil, Türklerin de hakları ihlâl ediliyor.” Ayrıca iki önemli tesbit yapılmış: Rum kesimiyle bütünleşme ya da barışçıl yaşama için kurulan derneklere üyeliğin yasak olması ve askeri mahkemelerin varlığı, ki DGM’ler gibi çalışır, Avrupa ve Türkiye’nin hukuk sistemi arasındaki çelişkiyi net bir şekilde açığa çıkarıyor.

- Bu dava kabul edildi mi?

Beklemede, ama enteresan başka bir dava var. İlk kez Kuzey Kıbrıs'ta yaşayan bir Türk, tarihçi Ahmet Cavit An Türkiye'ye karşı dava açtı. Gerekçesi şu: "Ben Kuzey Kıbrıs'ta yaşayan bir kişi olarak Güney'de üye olduğum derneğin toplantılarına katılamıyorum. Bunu engelleyen Türkiye Cumhuriyeti." Önemli yanı şu: Komisyon Nisan 1998'de davayı görmeyi kabul etti ve büyük ihtimalle An'ı haklı bulacak. Normalde An'ın KKTC yetkililerine karşı dava açması gerekirdi, ama Türkiye Cumhuriyeti'ne açtı.

- Basında ileri sürüldüğü gibi Türkiye'nin tazminatı vermeme şansı var mı?

Kesinlikle yok. "Parayı KKTC'den alın" demek de safsata. Dava zaten Türkiye aleyhine açıldı. Karar da Türkiye aleyhine verildi.

- Vermezse ne olur?

Şu an Türkiye aleyhine iki bin dava var. Bir kısmında yargılanıp mahkum oldu, dostane çözüme gidildi, para ödedi. Kıbrıs konusunu diğer konulardan ayırmak teknik olarak mümkün değil. Çünkü hepsinde mahkum olan Türkiye. Türkiye bir sözleşmenin altına imza attı. Ödemezse sözleşmeyi ihlal eden ülke durumuna girer. Basit bir yaptırımı var; 1967 Albaylar Cuntası dönemindeki Yunanistan örneğinde görüdüğü gibi Türkiye dışlanır. Avrupa Konseyi'nden ihraç edilir. Tek örnek oydu, Türkiye ikincisi olur.”

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder