22 Nisan 2014 Salı

Dr. Ahmet Cavit An, AİHM kararı açıklandıktan sonra ilk kez Yeni Düzen’e konuştu: “İnsan hakkımı kullandım.”


Röportaj: Tayfun Çağra

Avrupa Konseyi Lahey’in hemen ertesi günü “Mayıs 2004’te Türkiye bir AB ülkesinde işgalci olacak” açıklamasını yaparken bunun sadece AB nezdinde geçerli olduğu Dr. Ahmet Cavit An davasının sonuçlanmasında ortaya çıkıyor. Çünkü aslında Avrupa’nın diğer kurumlarında bu “işgalcilik” hali hazırda telaffuz ediliyor. Loizidu davası gibi davalar açılırken ve çözümsüzlük uzadıkça buna benzer davaların arkasının geleceği gözlemlenirken bu varolan kanının bu konular üzerinde oldukça etkili olduğu ortaya çıkıyor.

Dr. Ahmet An da aynı iddiada, yani “1974 yazından beri bir işgal durumunun olduğu” kanısında... Kendi başvurusu AİHM’de kabul edilirken ve bir sonuca bağlanırken varolan bu “işgalci” kanısının önemli rol oynadığı düşüncesinde...

Dr. An, “özgürlüklerinin kısıtlandığı” ve Güney’e geçişinin engellendiği gerekçesiyle AİHM’ye yaptığı başvurunun kabul edilişi ve geçtiğimiz ay da haklı bulunarak lehine karar alınması ile ilgili görüşlerini Yenidüzen’e aktardı. Şunu da eklemek gerek; Dr. An, lehine AİHM kararı açıklandıktan sonra Güney’e geçmek için yaptığı ilk başvurudan sonra bu akşam bir konferans için Güney’e geçiyor. Dr. Ahmet Cavit An’ın AİHM’de görüşülen başvurusu sonuçlanmış ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre “örgütlenme özgürlüğünün kısıtlandığı” gerekçesiyle Türkiye’nin Dr. An’a 15 bin euro manevi tazminat, 4 bin 715 euro masraflar olmak üzere toplam 19 bin 715 euro ödenmesini kararlaştırmıştı. Ahmet An’ın Yenidüzen’e yaptığı açıklamaları ilgiyle okuyacağınızı tahmin ediyoruz.     

Soru: Dr. Ahmet An, kamuoyu merak ediyor; nasıl başvuru yapıldı, nereye yapıldı, nasıl bir süreç izlendi diye... Bunların yanıtlarını sizden almak iyi olacak. Karar alındıktan sonra yayınlanan haberde de verildi ancak sizin ağzınızdan AİHM’ye neden başvurduğunuzu öğrenebilir miyiz?

Ahmet An: Başvuru nedenim Güney’de olan bazı toplantılara gerek kendim gerekse daha önce kurduğumuz Bağımsız Federal Kıbrıs İçin Temas Grubu’nun faaliyetlerine yönetimin izin vermemesiydi. Benim başvurumun öncesinde Temas Grubunun yaptığı bir başvuru vardı. O başvuru da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Türk makamları aleyhine yaptığı bir başvuruydu. Fakat Mahkeme aldığı kararda bu konudan Kıbrıs Türk makamlarının sorumlu tutulamayacağını çünkü adanın “işgal” altında tutulan kuzeyinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin otoritesinin geçerli olmadığı sonucuna varılarak o başvuru sonuçsuz kaldı. Arada geçen süre içinde yine gerek Temas Grubu’nun düzenlediği etkinlikler gerekse benim kişi olarak UNHCR (BM Göçmenlere Yardım Fonu)’ın bazı iki toplumlu projeler için düzenlenen tıbbi toplantılara yaptığım başvurulara izin verilmemesi üzerine bu işin artık siyasi bir engel olarak kalmadığı, artık tıbbi yönden de gelişmeme engel oluyor düşüncesiyle başvurumu yaptım.

Soru: Başvuruyu yaparken nereyi aradınız, telefon mu buldunuz, bir adrese mi gittiniz?

Ahmet An: Güney’deki insan hakları konusunda faaliyet gösteren bir derneğin varlığını biliyordum. Uluslararası olarak Kıbrıs’taki insan haklarının korunması için dernek diyebileceğimiz bir dernek vardı, ona başvurdum ve onların bana bulduğu avukat vasıtasıyla şikayetin komisyonda bilahare mahkemede görüşülmesi sağlandı. Ben herhangi bir oturuma katılmadım, benim adıma avukatım katıldı.

Soru: Siz avukatla o süreçte bir bağlantı kurdunuz herhalde...

Ahmet An: Tabii avukatla Londra’da görüşmem oldu. Olayı anlattım, diğer haberleşmelerle olayın nasıl cereyan ettiğini, Temas Grubunun faaliyetleri, kaç başvuru yapıldığı, kaçında “evet”, kaçında “hayır” yanıtı aldığımız, bize gösterilen zorluklar hakkında avukatımı yeterince bilgilendirdim.

Soru: Avukatınız kimdi?

Ahmet An: Leicester Üniversitesi Uluslararası Hukuk Profesörü Malcolm Shaw. Avukatım vasıtasıyla işlemleri yapabildik. Tabii başvuru yapıldıktan sonra bir süre beklemeye alındı. O dönemde komisyon vardı, Mahkeme kurulmamıştı. Önce Titina Loizidu davasının sonucu beklendi, Loizidu davasında Kuzey Kıbrıs’taki yönetimin Türkiye’nin bir alt yapı yönetimi olduğu kararına varıldıktan sonra bizim başvurumuzun daha güçlü bir şekilde kabul edileceğine inancımız arttı.

Soru: Hangi yıl başvuru yaptınız?

Ahmet An: Temas Grubu olarak da 13 Mayıs 1991’de yaptık. Bunun sonucu az önce dediğim gibi çıktı. Bilahare kişi olarak ben 24 Eylül 1989’da Türkiye aleyhine yaptım çünkü Kuzey’de alınan kararların sorumluluğunun Türkiye’ye ait olduğunu görüyordum. Daha önce zamanın dışişleri bakanı Kenan Atakol’la temasların engellenmesi konusunda Temas Grubu olarak yaptığımız bir görüşmede Atakol, bize rumlarla buluştuktan sonra basında; “işgal altındaki bölgeden gelen Kıbrıslı Türklerle görüşme yapıldı” şeklinde yazılar çıktığını ve bizim de işgal altında gelmediğimize dair açıklama yapmamızı söylemişti. Ben de demiştim ki; Bu onların 1974’ten beri kullandığı bir terimdir. Onlar kuzeyi işgal altındaki bölge diye nitelendiriyorlar. O nedenle biz Temas Grubu olarak çıkıp “Hayır biz işgal altından gelmiyoruz” diye açıklama yapmak durumunda değiliz. Kaldı ki ben kişi olarak Bağımsız ve Federal Kıbrıs İçin Temas Grubu’nun Kıbrıs Türk koordinatörü olarak ülkemizin işgal altında olduğu görüşündeyim deyince bütün olay öyle başladı ve oraya katılan dört arkadaş olarak bizim evlerimize geri dönmemiz akabinde evlerde tekrar soruşturma yapıldı Dışişleri Bakanlığı’nca... Öğrendik ki Atakol, önce Denktaş beye bir şikayet mektubu yazarak bizim Temas Grubu olarak bu görüşte olduğumuzu yazmış. Denktaş bey de Barış Kuvvetleri Komutanlığı’na bir mektup yazarak Temas Grubu üyelerinin Güney’e geçmelerinin yasaklanması talebinde bulunduğunu öğrendik. Bilahare benim Güney’e veya arabölgeye geçme konusunda yaptığım dilekçelere doğrudan doğruya yazılı bir yanıt verilmiyor, son anda “evet” veya “hayır” yanıtı veriliyor, gerekçe olarak da “uygun görülmedi” deniyor. Ve benim bir şikayetim üzerine yazılı olarak verilen cevapta; Bakanlar Kurulu’nun kararıyla Güney’e geçmemin engellendiğini öğrendim. Bunun yanında bir başka aldığım yanıtta devlet aleyhine propaganda yaptığım iddia edildi ve kamu yararına güneye geçmemin engellendiği öne sürüldü. Ben bu gerekçeleri kabul edemezdim çünkü benim yaptığım toplantılarda bu şekilde bir görüş dile getirildiğine kani değildim.

Soru: Hakkınızda size verilen yanıtlar var, Bakanlar Kurulu’nun güneye geçişinizi engelleyen kararı var ve siz AİHM’ye başvuruyorsunuz... Yani buna girişmek herhalde biraz cesaret mi gerektirir?

Ahmet An: Tabii çünkü benim doğal bir insan hakkım... Kendime güveniyordum, belki onun için... Siyasal olarak bağımsızlık ve federasyona inandığım için, bu Temas Grubu’nun görüşleri şu veya bu şekilde kamuoyunda duyurulduktan sonra Kıbrıs Türk liderliğinin bu görüşlere onay vermediğinin bilincindeydim. Çünkü bir iki kez de direkt Denktaş bey tarafından hakkımızda yorumlar yapıldı.

Soru: Sözlü  uyarılardan başka şahsınıza karşı “tehdit” gibi şeyler de oldu mu?

Ahmet An: AİHM’ye başvurduğumun açıklanması akabinde yazılı bir tehdit mektubu aldım. Bütün temaslarımın kamuoyuna açık olmasına inandığım için hep bilgi verirdim. Bildirileri, haberleri, tartışmaları gerek Yenidüzen gazetesinde gerekse diğer yayın organlarında o dönemlerde hep yayınlamıştık. Kapı altından atılan bu tehdit mektubunu da kamuoyuna duyurmuştum. İmzasız bir mektuptu; akan suları geri döndüremeyeceğim, bu konularda daha fazla ısrarlı olmamam konusunda tehditkar bir mektuptu, onu da kamuoyuna duyurmuştum. Onun dışında belki bir-iki telefonda sövme almışımdır.

Soru: Karar açıklandıktan sonra herhangi bir gelişme oldu mu?

Ahmet An: Beni seven sayan arkadaşlar beni tebrik etti, onun dışında olumsuz bir tepki almadım. Özellikle Rum basını, gazete, radyo, medyadan sözlü söyleşi yapma teklifleri geldi, onlara yanıt verdim. Türk basınından böyle bir söyleşi ilk kez oluyor. Türkiye’den pek bir şey olmadı.

Soru: Bazı şeylerin geç algılanması alışkanlığı olabilir belki...

Ahmet An: Olabilir ama ben daha çok başvurma sebeplerimden biri de örgütlenme özgürlüğü üzerineydi. Seyahat özgürlüğü anlamında bir başvuruda bulunmadım çünkü Türkiye henüz seyahat özgürlüğü ile ilgili maddeyi imzalamış değil bildiğim kadarıyla... O nedenle benim başvurum örgütlenme özgürlüğü, ikincisi de yerli hukuk yollarını sonuna kadar kullanabilme hakkına ilişkin ki bu bağlamda benim gerek Kıbrıs’taki Dışişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Başbakanlık ki o dönemde Özker Özgür Başbakan Yardımcısı’ydı... O’na yazdığım mektupta Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararla ilgili bana bilgi verilmesini talep ettiğimde hiçbir yanıt almadım. Bilahare Türkiye Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’e yazdığım mektuplar var. Bunlara da yanıt almadığım için yerli hukuk yollarının sonuna kadar kullanıldığı kararına varıldı ve doğrudan mahkemeye yapılan başvurum uygun görüldü. Bildiğiniz gibi zaten başvurunun önce haklı veya haksız olduğuna karar verilir, başvuru kabul edilir, ikinci aşamada başvurunun niteliği üzerinde görüşme yapılarak kişinin ne derecede zarar gördüğü konusunda veya özgürlüğünün ne derecede kısıtlandığı doğrultusunda karara varılır.

Soru: Biraz önce bahsettiğiniz gibi önce yerli hukuk yollarının denenmesi şartı var...

Ahmet An: Tabii, zaten Türkiye adına savunma yapan eski büyükelçi Zaim Necatigil’in yerli hukuk yollarının sonuna kadar kullanılmadığı ve neden idari mahkemeye başvuru yapmadığım doğrultusunda bir itirazı oldu fakat mahkeme tarafından uygun bulunmadı çünkü ben yeterli derecede resmi makamlara başvuruda bulunmuşum ve yanıt almamışımdı.

Soru: AİHM karar alırken, gerçi gazetelerde yayınlandı ama bir de sizin ağzınızdan duyarsak böyle bir kararın gerekçesi neydi?

Ahmet An: Avrupa Konseyi İnsan Hakları Sözleşmesi’nin üç maddesinin zedelendiğine dair başvuruda bulunmuştum. Birincisi 10. madde; toplantı özgürlüğü ile ilgili bir madde olarak öne çıkar ve 11. maddede barışçı bir şekilde toplanma özgürlüğü ile beraber görüşüldü. 10. maddeyi ayrı görüşmeye gerek duymayan mahkeme 11. maddeyi görüşürken 10. maddeyi de gözönünde bulundurdu.

11. madde olay olduktan 6 ay sonraya ilişkin olayları kapsar. Yani çok eskiye ilişkin bir olayla ilgili başvuruda bulunamazsınız. Bu süre içinde yapılan 46 başvurudan sadece 6’sına izin verilmiştir. Bazı durumlarda da izinler izni talep edenlerin bazılarına verilirken başvuru talep edene verilmediği kararda vardır. Burada “ayırımcılık” yapıldığı da belirleniyor.

13. madde için de mahkeme kararında; varolan iç hukuk çarelerinden herhangi birini kullanması halinde etkin olabileceğini gösteremediği için 13. maddenin de ihlalinin sözkonusu olduğunu gözlemlenmiştir deniliyor.

Soru: Şimdiye kadar galiba toplumda şöyle bir kanı vardı; AİHM Kıbrısla ilgili karar alırken sadece Rum kesimi lehine karar aldığı gibi... Veya diğer taraftan yapılan başvuruları görüştüğü gibi... Kuzey’den ilk örnek oldunuz siz, başvuru yapan ve lehinde karar alınan...

Ahmet An: Evet ilk örnek ama söylediğiniz kanı bana göre yanlış bir kanı... Çünkü bu Avrupa Konseyi üyesi bütün ülkeler için geçerli bir durum ve eğer Konsey üyesi Türkiye bu sözleşmeyi kendi topraklarında uygulamak üzere yükümlülük almışsa aynı şekilde işgal ettiği toprak üzerinde de aynı yükümlülüğü taşımak zorundadır. Zaten Mahkeme kararında benzer şekilde ifade edilir ve Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti  toprakları üzerinde normalden de fazla sayıda asker bulundurması ve bu topraklar üzerinde idari olarak söz sahibi olmasını uygun bulmamıştır. Türkiye genelde burada yapılan uygulamalardan “KKTC sorumludur” demektedir fakat Mahkeme bunu da kabul etmek istemiyor. Mahkeme bunu da kabul etmemiştir, bu gerekçe de yersiz bulunmuştur çünkü bu topraklarda Türkiye’nin söz hakkı var. Kaldı ki bizim sivil makamlar OK dedikten sonra bildiğim kadarıyla askeri makamlar da kırmızı mürekkeple onaylar.

Soru: AİHM davanıza, başvurunuza bakarken sizi “işgal altındaki bir ülkenin vatandaşı” olarak mı kabul etti?

Ahmet An: Bu zaten doğaldır. Avrupa Konseyi ve BM kararlarında kabul edilen, var olan birşeydir. Benim zaten bu özgürlüğümü kullanmama engel olan işgal makamlarıdır. Mahkemede tescil edilen budur, o yüzden Türkiye sorumludur.

Soru: AB açısından Mayıs 2004’de “bir AB toprağı işgal edilmiş” olacak ama şu anda da diğer kurumlar tarafından “işgal vardır” deniyor, öyle mi?

Ahmet An: Kaldı ki Kıbrıs’taki işgalin kabul edilmesi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye girmesinden sonra kabul edilecek bir durum değil ki... Bu 1974 yazından beri varolan bir durumdur. Şimdiki siyasilerin söylemi belki durum değişikliği olacak yani bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprağı işgal altında değil de AB’ye girmiş ve AB üyesi olmuş Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprağı işgal altında addedilecek ki karşı noktada Kıbrıs Cumhuriyeti değil de AB’nin makamlarını bulmuş olacak.

Soru: İlk örneksiniz dediğimiz gibi... Haksızlığa uğradığını düşünen insanlarımız için de bir yol mudur mu?

Ahmet An: Eğer gerçekten Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin herhangi bir maddesine ters bir uygulamayla karşı karşıya kalmışlarsa o maddeyle ilgili şikayetlerini rahatlıkla gerek kişisel gerek avukatları aracılığıyla mektupla, internetle yapabilir. Önemli olan şikayetin hangi maddeye dayandırılarak yapıldığının açık ve seçik olarak yazılmasıdır. Kaldı ki yerli hukuk çarelerinin aranmış olması gerekir. Orada sorulur; size yapılan bu haksızlık yüzünden hangi makamlara başvurdunuz, herhangi bir yanıt aldınız mı? Bu yanıt sizce uygun mudur değil midir? Veya yerli mahkemelere yapılan şikayete paralel olarak bir sonuç çıkmamışsa, erteleniyorsa rahatlıkla başvurulabilir.

Soru: Son olarak şunu da sorayım; böyle bir karar alındı ama bu kararın yaptırımı nedir? Yani siz “Özgürlüklerim kısıtlandı” dediniz, AİHM de size hak verdi, karar aldı, nedir bunun yaptırımı?

Ahmet An: Mahkeme kararlarının uygulanmasından Mahkeme sorumlu değildir. Ancak Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu sorumludur. Aynı şekilde Titina Loizidu davasında da Kuzey’deki malına gidemediği için bu kişi için bir tazminat talep edilmiştir. Fakat bu tazminatın ödenmesi TC hükümeti tarafından geciktiriliyor. Bu nedenle de Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu bu konuyu görüşmeyi sürdürüyor. Çeşitli defalar görüşülmüş ve Türkiye’ye bir an önce bu konuyu hallet diye tavsiyede bulunmuştur ama bugüne kadar bir yaptırım herhalde siyasi nedenlerle alınamamıştır.

Soru: Biraz da erteleniyor galiba yine siyasi nedenlerle...

Ahmet An: Tabii belli bir noktaya kadar geciktirilebilir, belli bir noktadan sonra önlem almak gerekir. Benim davamda da siyasi yanlar bulunduğu için mutlaka çok siyasi yönde hassas bir noktada bu davaya bakılıp karar verilecek diye düşünüyordum çünkü 1992’den 2003’e 11 yıl bekledim. Nitekim Annan Planı öncesinde çok hassas olan bir dönemde bu karar alındı ki anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az misali... Bakalım, bir sonuç verecek mi.

 (Yeni Düzen, 19 Mart 2003)                                    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder