Röportaj: Tayfun Çağra
Avrupa Konseyi Lahey’in hemen ertesi günü “Mayıs 2004’te
Türkiye bir AB ülkesinde işgalci olacak” açıklamasını yaparken bunun sadece AB
nezdinde geçerli olduğu Dr. Ahmet Cavit An davasının sonuçlanmasında ortaya
çıkıyor. Çünkü aslında Avrupa’nın diğer kurumlarında bu “işgalcilik” hali
hazırda telaffuz ediliyor. Loizidu davası gibi davalar açılırken ve çözümsüzlük
uzadıkça buna benzer davaların arkasının geleceği gözlemlenirken bu varolan
kanının bu konular üzerinde oldukça etkili olduğu ortaya çıkıyor.
Dr. Ahmet An da aynı iddiada, yani “1974 yazından beri bir
işgal durumunun olduğu” kanısında... Kendi başvurusu AİHM’de kabul edilirken ve
bir sonuca bağlanırken varolan bu “işgalci” kanısının önemli rol oynadığı
düşüncesinde...
Dr. An, “özgürlüklerinin kısıtlandığı” ve Güney’e geçişinin
engellendiği gerekçesiyle AİHM’ye yaptığı başvurunun kabul edilişi ve geçtiğimiz
ay da haklı bulunarak lehine karar alınması ile ilgili görüşlerini Yenidüzen’e
aktardı. Şunu da eklemek gerek; Dr. An, lehine AİHM kararı açıklandıktan sonra
Güney’e geçmek için yaptığı ilk başvurudan sonra bu akşam bir konferans için
Güney’e geçiyor. Dr. Ahmet Cavit An’ın AİHM’de görüşülen başvurusu sonuçlanmış
ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre “örgütlenme özgürlüğünün
kısıtlandığı” gerekçesiyle Türkiye’nin Dr. An’a 15 bin euro manevi tazminat, 4
bin 715 euro masraflar olmak üzere toplam 19 bin 715 euro ödenmesini
kararlaştırmıştı. Ahmet An’ın Yenidüzen’e yaptığı açıklamaları ilgiyle
okuyacağınızı tahmin ediyoruz.
Soru: Dr. Ahmet An, kamuoyu merak ediyor; nasıl başvuru yapıldı, nereye
yapıldı, nasıl bir süreç izlendi diye... Bunların yanıtlarını sizden almak iyi
olacak. Karar alındıktan sonra yayınlanan haberde de verildi ancak sizin
ağzınızdan AİHM’ye neden başvurduğunuzu öğrenebilir miyiz?
Ahmet An: Başvuru nedenim Güney’de olan bazı toplantılara
gerek kendim gerekse daha önce kurduğumuz Bağımsız Federal Kıbrıs İçin Temas
Grubu’nun faaliyetlerine yönetimin izin vermemesiydi. Benim başvurumun
öncesinde Temas Grubunun yaptığı bir başvuru vardı. O başvuru da Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Türk makamları aleyhine yaptığı bir başvuruydu. Fakat
Mahkeme aldığı kararda bu konudan Kıbrıs Türk makamlarının sorumlu
tutulamayacağını çünkü adanın “işgal” altında tutulan kuzeyinde Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin otoritesinin geçerli olmadığı sonucuna varılarak o başvuru
sonuçsuz kaldı. Arada geçen süre içinde yine gerek Temas Grubu’nun düzenlediği
etkinlikler gerekse benim kişi olarak UNHCR (BM Göçmenlere Yardım Fonu)’ın bazı
iki toplumlu projeler için düzenlenen tıbbi toplantılara yaptığım başvurulara
izin verilmemesi üzerine bu işin artık siyasi bir engel olarak kalmadığı, artık
tıbbi yönden de gelişmeme engel oluyor düşüncesiyle başvurumu yaptım.
Soru: Başvuruyu yaparken nereyi aradınız, telefon mu buldunuz, bir
adrese mi gittiniz?
Ahmet An: Güney’deki insan hakları konusunda faaliyet
gösteren bir derneğin varlığını biliyordum. Uluslararası olarak Kıbrıs’taki
insan haklarının korunması için dernek diyebileceğimiz bir dernek vardı, ona
başvurdum ve onların bana bulduğu avukat vasıtasıyla şikayetin komisyonda
bilahare mahkemede görüşülmesi sağlandı. Ben herhangi bir oturuma katılmadım,
benim adıma avukatım katıldı.
Soru: Siz avukatla o süreçte bir bağlantı kurdunuz herhalde...
Ahmet An: Tabii avukatla Londra’da görüşmem oldu. Olayı
anlattım, diğer haberleşmelerle olayın nasıl cereyan ettiğini, Temas Grubunun
faaliyetleri, kaç başvuru yapıldığı, kaçında “evet”, kaçında “hayır” yanıtı
aldığımız, bize gösterilen zorluklar hakkında avukatımı yeterince
bilgilendirdim.
Soru: Avukatınız kimdi?
Ahmet An: Leicester Üniversitesi Uluslararası Hukuk
Profesörü Malcolm Shaw. Avukatım vasıtasıyla işlemleri yapabildik. Tabii
başvuru yapıldıktan sonra bir süre beklemeye alındı. O dönemde komisyon vardı,
Mahkeme kurulmamıştı. Önce Titina Loizidu davasının sonucu beklendi, Loizidu
davasında Kuzey Kıbrıs’taki yönetimin Türkiye’nin bir alt yapı yönetimi olduğu
kararına varıldıktan sonra bizim başvurumuzun daha güçlü bir şekilde kabul
edileceğine inancımız arttı.
Soru: Hangi yıl başvuru yaptınız?
Ahmet An: Temas Grubu olarak da 13 Mayıs 1991’de yaptık.
Bunun sonucu az önce dediğim gibi çıktı. Bilahare kişi olarak ben 24 Eylül
1989’da Türkiye aleyhine yaptım çünkü Kuzey’de alınan kararların sorumluluğunun
Türkiye’ye ait olduğunu görüyordum. Daha önce zamanın dışişleri bakanı Kenan
Atakol’la temasların engellenmesi konusunda Temas Grubu olarak yaptığımız bir
görüşmede Atakol, bize rumlarla buluştuktan sonra basında; “işgal altındaki bölgeden gelen Kıbrıslı Türklerle görüşme yapıldı”
şeklinde yazılar çıktığını ve bizim de işgal altında gelmediğimize dair
açıklama yapmamızı söylemişti. Ben de demiştim ki; Bu onların 1974’ten beri
kullandığı bir terimdir. Onlar kuzeyi işgal altındaki bölge diye
nitelendiriyorlar. O nedenle biz Temas Grubu olarak çıkıp “Hayır biz işgal
altından gelmiyoruz” diye açıklama yapmak durumunda değiliz. Kaldı ki ben kişi
olarak Bağımsız ve Federal Kıbrıs İçin Temas Grubu’nun Kıbrıs Türk koordinatörü
olarak ülkemizin işgal altında olduğu görüşündeyim deyince bütün olay öyle
başladı ve oraya katılan dört arkadaş olarak bizim evlerimize geri dönmemiz
akabinde evlerde tekrar soruşturma yapıldı Dışişleri Bakanlığı’nca... Öğrendik
ki Atakol, önce Denktaş beye bir şikayet mektubu yazarak bizim Temas Grubu
olarak bu görüşte olduğumuzu yazmış. Denktaş bey de Barış Kuvvetleri
Komutanlığı’na bir mektup yazarak Temas Grubu üyelerinin Güney’e geçmelerinin
yasaklanması talebinde bulunduğunu öğrendik. Bilahare benim Güney’e veya
arabölgeye geçme konusunda yaptığım dilekçelere doğrudan doğruya yazılı bir
yanıt verilmiyor, son anda “evet” veya “hayır” yanıtı veriliyor, gerekçe olarak
da “uygun görülmedi” deniyor. Ve benim bir şikayetim üzerine yazılı olarak
verilen cevapta; Bakanlar Kurulu’nun kararıyla Güney’e geçmemin engellendiğini
öğrendim. Bunun yanında bir başka aldığım yanıtta devlet aleyhine propaganda
yaptığım iddia edildi ve kamu yararına güneye geçmemin engellendiği öne
sürüldü. Ben bu gerekçeleri kabul edemezdim çünkü benim yaptığım toplantılarda
bu şekilde bir görüş dile getirildiğine kani değildim.
Soru: Hakkınızda size verilen yanıtlar var, Bakanlar Kurulu’nun güneye
geçişinizi engelleyen kararı var ve siz AİHM’ye başvuruyorsunuz... Yani buna
girişmek herhalde biraz cesaret mi gerektirir?
Ahmet An: Tabii çünkü benim doğal bir insan hakkım...
Kendime güveniyordum, belki onun için... Siyasal olarak bağımsızlık ve
federasyona inandığım için, bu Temas Grubu’nun görüşleri şu veya bu şekilde
kamuoyunda duyurulduktan sonra Kıbrıs Türk liderliğinin bu görüşlere onay
vermediğinin bilincindeydim. Çünkü bir iki kez de direkt Denktaş bey tarafından
hakkımızda yorumlar yapıldı.
Soru: Sözlü uyarılardan başka
şahsınıza karşı “tehdit” gibi şeyler de oldu mu?
Ahmet An: AİHM’ye başvurduğumun açıklanması akabinde yazılı
bir tehdit mektubu aldım. Bütün temaslarımın kamuoyuna açık olmasına inandığım
için hep bilgi verirdim. Bildirileri, haberleri, tartışmaları gerek Yenidüzen
gazetesinde gerekse diğer yayın organlarında o dönemlerde hep yayınlamıştık.
Kapı altından atılan bu tehdit mektubunu da kamuoyuna duyurmuştum. İmzasız bir
mektuptu; akan suları geri döndüremeyeceğim, bu konularda daha fazla ısrarlı
olmamam konusunda tehditkar bir mektuptu, onu da kamuoyuna duyurmuştum. Onun
dışında belki bir-iki telefonda sövme almışımdır.
Soru: Karar açıklandıktan sonra herhangi bir gelişme oldu mu?
Ahmet An: Beni seven sayan arkadaşlar beni tebrik etti, onun
dışında olumsuz bir tepki almadım. Özellikle Rum basını, gazete, radyo,
medyadan sözlü söyleşi yapma teklifleri geldi, onlara yanıt verdim. Türk
basınından böyle bir söyleşi ilk kez oluyor. Türkiye’den pek bir şey olmadı.
Soru: Bazı şeylerin geç algılanması alışkanlığı olabilir belki...
Ahmet An: Olabilir ama ben daha çok başvurma sebeplerimden
biri de örgütlenme özgürlüğü üzerineydi. Seyahat özgürlüğü anlamında bir
başvuruda bulunmadım çünkü Türkiye henüz seyahat özgürlüğü ile ilgili maddeyi
imzalamış değil bildiğim kadarıyla... O nedenle benim başvurum örgütlenme
özgürlüğü, ikincisi de yerli hukuk yollarını sonuna kadar kullanabilme hakkına
ilişkin ki bu bağlamda benim gerek Kıbrıs’taki Dışişleri Bakanlığı, Sağlık
Bakanlığı, Başbakanlık ki o dönemde Özker Özgür Başbakan Yardımcısı’ydı... O’na
yazdığım mektupta Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararla ilgili bana bilgi
verilmesini talep ettiğimde hiçbir yanıt almadım. Bilahare Türkiye Dışişleri
Bakanı Hikmet Çetin’e yazdığım mektuplar var. Bunlara da yanıt almadığım için
yerli hukuk yollarının sonuna kadar kullanıldığı kararına varıldı ve doğrudan
mahkemeye yapılan başvurum uygun görüldü. Bildiğiniz gibi zaten başvurunun önce
haklı veya haksız olduğuna karar verilir, başvuru kabul edilir, ikinci aşamada
başvurunun niteliği üzerinde görüşme yapılarak kişinin ne derecede zarar
gördüğü konusunda veya özgürlüğünün ne derecede kısıtlandığı doğrultusunda
karara varılır.
Soru: Biraz önce bahsettiğiniz gibi önce yerli hukuk yollarının
denenmesi şartı var...
Ahmet An: Tabii, zaten Türkiye adına savunma yapan eski
büyükelçi Zaim Necatigil’in yerli hukuk yollarının sonuna kadar kullanılmadığı
ve neden idari mahkemeye başvuru yapmadığım doğrultusunda bir itirazı oldu
fakat mahkeme tarafından uygun bulunmadı çünkü ben yeterli derecede resmi
makamlara başvuruda bulunmuşum ve yanıt almamışımdı.
Soru: AİHM karar alırken, gerçi gazetelerde yayınlandı ama bir de sizin
ağzınızdan duyarsak böyle bir kararın gerekçesi neydi?
Ahmet An: Avrupa Konseyi İnsan Hakları Sözleşmesi’nin üç maddesinin
zedelendiğine dair başvuruda bulunmuştum. Birincisi 10. madde; toplantı
özgürlüğü ile ilgili bir madde olarak öne çıkar ve 11. maddede barışçı bir
şekilde toplanma özgürlüğü ile beraber görüşüldü. 10. maddeyi ayrı görüşmeye
gerek duymayan mahkeme 11. maddeyi görüşürken 10. maddeyi de gözönünde
bulundurdu.
11. madde olay olduktan 6 ay sonraya ilişkin olayları
kapsar. Yani çok eskiye ilişkin bir olayla ilgili başvuruda bulunamazsınız. Bu
süre içinde yapılan 46 başvurudan sadece 6’sına izin verilmiştir. Bazı
durumlarda da izinler izni talep edenlerin bazılarına verilirken başvuru talep
edene verilmediği kararda vardır. Burada “ayırımcılık” yapıldığı da
belirleniyor.
13. madde için de mahkeme kararında; varolan iç hukuk çarelerinden herhangi birini kullanması halinde etkin
olabileceğini gösteremediği için 13. maddenin de ihlalinin sözkonusu olduğunu
gözlemlenmiştir deniliyor.
Soru: Şimdiye kadar galiba toplumda şöyle bir kanı vardı; AİHM Kıbrısla
ilgili karar alırken sadece Rum kesimi lehine karar aldığı gibi... Veya diğer
taraftan yapılan başvuruları görüştüğü gibi... Kuzey’den ilk örnek oldunuz siz,
başvuru yapan ve lehinde karar alınan...
Ahmet An: Evet ilk örnek ama söylediğiniz kanı bana göre
yanlış bir kanı... Çünkü bu Avrupa Konseyi üyesi bütün ülkeler için geçerli bir
durum ve eğer Konsey üyesi Türkiye bu sözleşmeyi kendi topraklarında uygulamak
üzere yükümlülük almışsa aynı şekilde işgal ettiği toprak üzerinde de aynı
yükümlülüğü taşımak zorundadır. Zaten Mahkeme kararında benzer şekilde ifade edilir
ve Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti
toprakları üzerinde normalden de fazla sayıda asker bulundurması ve bu
topraklar üzerinde idari olarak söz sahibi olmasını uygun bulmamıştır. Türkiye
genelde burada yapılan uygulamalardan “KKTC sorumludur” demektedir fakat
Mahkeme bunu da kabul etmek istemiyor. Mahkeme bunu da kabul etmemiştir, bu
gerekçe de yersiz bulunmuştur çünkü bu topraklarda Türkiye’nin söz hakkı var.
Kaldı ki bizim sivil makamlar OK dedikten sonra bildiğim kadarıyla askeri
makamlar da kırmızı mürekkeple onaylar.
Soru: AİHM davanıza, başvurunuza bakarken sizi “işgal altındaki bir
ülkenin vatandaşı” olarak mı kabul etti?
Ahmet An: Bu zaten doğaldır. Avrupa Konseyi ve BM
kararlarında kabul edilen, var olan birşeydir. Benim zaten bu özgürlüğümü kullanmama
engel olan işgal makamlarıdır. Mahkemede tescil edilen budur, o yüzden Türkiye
sorumludur.
Soru: AB açısından Mayıs 2004’de “bir AB toprağı işgal edilmiş” olacak
ama şu anda da diğer kurumlar tarafından “işgal vardır” deniyor, öyle mi?
Ahmet An: Kaldı ki Kıbrıs’taki işgalin kabul edilmesi Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin AB’ye girmesinden sonra kabul edilecek bir durum değil ki... Bu
1974 yazından beri varolan bir durumdur. Şimdiki siyasilerin söylemi belki
durum değişikliği olacak yani bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprağı işgal
altında değil de AB’ye girmiş ve AB üyesi olmuş Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprağı
işgal altında addedilecek ki karşı noktada Kıbrıs Cumhuriyeti değil de AB’nin
makamlarını bulmuş olacak.
Soru: İlk örneksiniz dediğimiz gibi... Haksızlığa uğradığını düşünen
insanlarımız için de bir yol mudur mu?
Ahmet An: Eğer gerçekten Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin
herhangi bir maddesine ters bir uygulamayla karşı karşıya kalmışlarsa o
maddeyle ilgili şikayetlerini rahatlıkla gerek kişisel gerek avukatları
aracılığıyla mektupla, internetle yapabilir. Önemli olan şikayetin hangi
maddeye dayandırılarak yapıldığının açık ve seçik olarak yazılmasıdır. Kaldı ki
yerli hukuk çarelerinin aranmış olması gerekir. Orada sorulur; size yapılan bu
haksızlık yüzünden hangi makamlara başvurdunuz, herhangi bir yanıt aldınız mı?
Bu yanıt sizce uygun mudur değil midir? Veya yerli mahkemelere yapılan şikayete
paralel olarak bir sonuç çıkmamışsa, erteleniyorsa rahatlıkla başvurulabilir.
Soru: Son olarak şunu da sorayım; böyle bir karar alındı ama bu kararın
yaptırımı nedir? Yani siz “Özgürlüklerim kısıtlandı” dediniz, AİHM de size hak
verdi, karar aldı, nedir bunun yaptırımı?
Ahmet An: Mahkeme kararlarının uygulanmasından Mahkeme
sorumlu değildir. Ancak Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu sorumludur. Aynı şekilde
Titina Loizidu davasında da Kuzey’deki malına gidemediği için bu kişi için bir
tazminat talep edilmiştir. Fakat bu tazminatın ödenmesi TC hükümeti tarafından
geciktiriliyor. Bu nedenle de Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu bu konuyu
görüşmeyi sürdürüyor. Çeşitli defalar görüşülmüş ve Türkiye’ye bir an önce bu
konuyu hallet diye tavsiyede bulunmuştur ama bugüne kadar bir yaptırım herhalde
siyasi nedenlerle alınamamıştır.
Soru: Biraz da erteleniyor galiba yine siyasi nedenlerle...
Ahmet An: Tabii belli bir noktaya kadar geciktirilebilir,
belli bir noktadan sonra önlem almak gerekir. Benim davamda da siyasi yanlar
bulunduğu için mutlaka çok siyasi yönde hassas bir noktada bu davaya bakılıp
karar verilecek diye düşünüyordum çünkü 1992’den 2003’e 11 yıl bekledim.
Nitekim Annan Planı öncesinde çok hassas olan bir dönemde bu karar alındı ki
anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az misali... Bakalım, bir
sonuç verecek mi.
(Yeni Düzen, 19 Mart 2003)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder