Diana Weston Markides, uzun yıllar Kıbrıs’ta yaşamış ve halen İngiliz Uluslar Topluluğu Araştırmaları Enstitüsü’nde araştırma görevlisi olarak çalışmakta. 2001 yılında Minnesota Üniversitesi’nin “Akdeniz ve Doğu Avrupa Monografileri” dizisinde yayımlanan kitabının adı ise şöyle konmuş: “Kıbrıs 1957-1963: Sömürge Uyuşmazlığından Anayasal Bunalıma: Belediyeler Konusunun Anahtar Rolü”.
Yazar, 238 sayfalık kitabına yazdığı “Giriş” yazısında, ayrı belediyeler konusunun, daha büyük olan Kıbrıs sorununun küçük bir modelini oluşturduğunu ve bu konunun gelişmesiyle, daha büyük çatışan algılayışlardan kaynaklanan taktik ve kuşkuları yansıttığını belirtmektedir. Markides’e göre, belediyeler konusunun çözümlenemeyişindeki başarısızlık, Zürih ve Londra Andlaşmaları’nın öngördüğü rejimin yok edilemeyen tohumları içermesi yüzündendi.
Kitabın ilk bölümünde, 1957-1959 yıllarında Kıbrıs için verilen mücadele bağlamında ayrı belediyeler konusunun siyasal kökenleri incelenmektedir. İkinci bölümün konusu, Şubat 1959 ile Ağustos 1960 arasındaki geçiş dönemi ve belediyeler konusunun rafa kaldırılarak, İngiliz üsleri üzerine İngilizlerle Kıbrıslılar arasında yapılan görüşmelerin toplumlararası ilişkiler üzerine olan etkileri olarak belirlenmiş. Üçüncü bölümde, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk iki yılındaki belediyeler konusu ve siyasal gelişmeler incelenmektedir. Dördüncü bölümde ise Ocak ile Mayıs 1963 arasında belediyeler konusunu çözmek için yapılan çalışmalara yer veriliyor. Beşinci bölümün konusunu, Mayıs ile Aralık 1963 döneminde ortaya çıkan anayasal bunalım oluşturuyor. Kitap, toparlayıcı bir sonuç bölümüyle bitiyor. Sona konan eklerde ise, Zürih Andlaşması ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nda yer alan Belediyeler ile ilgili maddeler, Garanti Andlaşması ve Nüfus İstatistikleri var.
Türk tarafının günümüzdeki ayrılıkçı tutumunun kökenleri hakkında okuyucuyu çok aydınlatıcı bilgilerle donatan bu kitabı, Kıbrıs sorunu ile ilgilenen herkesin okumasını önerirken, Diana Weston Markides’in geniş bir araştırma ürünü olan eserinden bazı ilginç değerlendirmeleri aşağıya aktarıyoruz:
“Kıbrıs Türk toplumu, uzun bir süreden beri ekonomik gerileme içine çekilmişse de, siyasal alanda kaderine razı değildi. Bir Rum devletinde zayıf ve iktidarsız bir azınlık haline gelmek istemiyordu. İngilizler, önde gelen Kıbrıslı Türk aileleri ve Osmanlı tarzındaki paşaları, Türk toplumunun liderleri olarak yetiştirmişlerdi. Ama savaş sonrası Kıbrıs’ında, Londra’dan çok, Ankara tarafından etkilenen daha öfkeli tipte Kıbrıslı Türkler ortaya çıkmıştı. Bunların liderleri Ankara ile bağlantı sağladılar ve 1957’de Türk hükümeti, diplomatik kanalların ötesine geçerek, adada taksim için yolu açmaya başladığında, Kıbrıs Rum ayaklanmasını bastırmada başarısız kalan İngilizlerden gittikçe daha fazla kuşkuya kapılan Kıbrıs Türk toplumu içinde istekli ve hevesli işbirlikçiler buldu.” (s.5)
“Kıbrıs’taki Rum ve Türk liderlikleri arasında ve Ankara, Atina ile Londra arasında anayasal çıkmaz yaratan etkenlerden biri, Anayasanın 173. maddesinin uygulanması için zamanlama ve yöntemin ne olacağı konusuydu. Bu maddeye göre, Kıbrıs’ın beş ana kentinde Türk sakinler için ayrı belediyeler oluşturulacaktı. Bu madde 11 Şubat 1959 tarihli Zürih Andlaşmasında da vardı ve Anayasanın temel maddelerinden biri olarak düşünülmekteydi. Bu şekliyle, garantör güçlerin rızası olmadan değiştirilemezdi.” (s.8)
“Gerçekte, belediyeler konusunda bir anlaşmaya varmadaki başarısızlık, iki çatışan algılayışı uyuşturmadaki yeteneksizliği yansıtmaktadır. Bu da, aslında, Zürih ve Londra Andlaşmaları farklılıkları gidermemiş, ama dondurmuş olduğunun göstergesiydi.” (s.9)
“Ankara tarafından cesaretlendirilen taksim için halkın baskı yapmakta olduğu şeklindeki çerçeve içinde, Kıbrıslı Türk belediye meclisi üyeleri, beş kentteki meclislerden 3 Haziran 1957 günü kitlesel olarak istifa ettiler. Bir Türk akademisyen olan Dr.Suat Bilge, 18 Türk belediye meclisi üyesinin istifasını “Türk konularının ayrılmasında ilk adım” olarak tanımladı.... Küçük, Ankara’ya yaptığı ikinci bir geziden sonra yaptığı bir açıklamada, Kıbrıs Türk belediye üyelerinin istifasının, iki toplumun bir arada yaşayamayacağını ve daha özel olarak, “çoğunluğa dayanan bir yönetimde Türklerin haklarının korunamayacağını kanıtladığını duyurdu. 19 Temmuz 1957’ye gelindiğinde, Küçük, zafer edasıyla “taksimin etkin olarak başladığını” öne sürmekteydi.” (s.16-17)
“İngiliz Dışişleri Bakanı Selwyn Lloyd ile görüşen Birgi, hükümetinin kamuoyuna “Bütün adanın yönetiminde Rumlarla eşit paya sahip”miş gibi gösterebileceği ve toprağın taksimine “eşit ve hatta ondan daha iyi” bir şey elde edildiğine ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Birgi’ye göre, bu eşit pay, bir çeşit federasyon gibi algılanabilirdi.” (s.19)
“Ankara, Kıbrıs’taki azınlığı üzerinde siyasal denetimini pekiştirmek için Kıbrıs’ta toplumsal ayrılıkçılık programını uygulamaya başladı.” (s.19)
“Bu toplumsal ayrılıkçılık politikası bağlamında belediyelerin taksimi için Kıbrıslı Türk üyelerin istifası ile ilk adımlar atıldı. Türk üyeler geri dönmediler, ama Meclisler normal çalışmalarını sürdürdüler, Kıbrıslı Türk çalışanlarını koruyarak, bütün kente hizmet vermeyi sürdürdüler.” (s.20)
“Türkler, önce Lefkoşa’da, sonra da diğer ana kentlerde, yasadışı olarak defakto belediyeleri tek yanlı olarak kurmaya başladılar.” (s.20)
“Haziran 1958’de Kıbrıs Türk liderleri tedhişi körüklemek için Ankara’dan döndüler. Lefkoşa’daki Türk Haberler Merkezi’nin önüne TMT tarafından “sadece küçük bir bomba” kondu ve bu, Kıbrıslı Türk gençlerin Lefkoşa’da oraya buraya saldırması için gerekçe oldu. Denktaş, yıllar sonra bu bombanın Türkler tarafından konduğunu itiraf etti, çünkü “dünya bizim (Türk toplumunun) de var olduğumuzu bilmeliydi.” Aynı gece İstanbul’da 200 kişi taksim için gösteri yaptı. Zorlu, Türkiye’nin kendi güvenliğini güvence altına alacak olan tek aracın Kıbrıs’ın taksim edilmesi olduğunu vurgulayan bir açıklama yayımladı. Bu ayaklanmaların hemen arkasından defakto Türk belediyeleri oluşturuldu. Türk mahallelerinin kenarında olan ve ortaklaşa kullanılan Lefkoşa ve Leymosun’daki belediye pazarları, Kıbrıslı Türkler tarafından ele geçirildi. Pazar yerleri, hem belediyelerin gücünün bir sembolü, hem de belediyelerin önemli gelir kaynaklarıydı. Her iki kentte de aynı taktikler uygulandığından bu, açıkça örgütlü bir harekâttı. Hem Rum mahallesindeki Türk belediye çalışanlarından, hem de Türk mahallesindeki Rum belediye çalışanlarından öldürülenler oldu. Bundan sonra, Belediye Meclisi’nin Türk çalışanları –Lefkoşa’da 72 kişi kadardı- Kıbrıs Türk liderliği tarafından istifaya zorlandı ve Rum belediye çalışanları da, Türk mahallelerinde çalışmayı reddetti.
Yüzlerce Kıbrıslı Rum yurttaş, Lefkoşa’daki Kaymaklı ile Leymosun’daki Ayandoni bölgelerinde daha çok Türklerin yaşadığı mahalleleri boşalttı ve evleri, buralara göç eden Kıbrıslı Türkler tarafından ele geçirildi. Foot, Kaymaklı’daki Rum evlerinin “izinsiz gelip yerleşen” Türkler tarafından işgal edildiğine değinmekteydi. Zorlu’nun bu olayı nüfus mübadelesi oldu şeklinde gösteren iddiası, Amerikan Konsolosu Belcher tarafından gülünç olarak tanımlanmıştı. Belcher, bu olayların nüfus dağılımını hiç de etkilemediğini, bir başka deyişle bunun yüzde birin onda üçü kadar nüfusa tekabül ettiğini ve yerlerini terk edenlerin çoğunluğunu Rumların oluşturduğunu, yaşamları ile mülklerini kaybetmekten korktuklarını vurguladı.
Lefkoşa ve Leymosun’daki belediye pazarları Türkler tarafından ele geçirildiği zaman, güvenlik kuvvetleri onlara ne engel oldu, ne de duruma müdahale etme girişiminde bulundu. Aslında Lefkoşa’daki merkezi pazar yeri, toplumlararası tedhişi engelleme girişimi olarak İngilizler tarafından dikenli teller konarak çizilen “Mason-Dixon” hattının Türk tarafında bırakılmıştı. Dikenli tellerin kaldırılarak, pazar yerinin yasal belediye meclisi tarafından denetlenmesi için yapılan çağrılara kulak verilmedi. İngilizler, Rumlara pazar yerini normal olarak kullanmalarını salık verdi. Belediye Meclisi sekreteri pazar yerine gelip duruma hakim olmak isteyince, güvenlik kuvvetleri, Türklerin yaklaşıp onu tehdit etmelerine aldırış etmedi. Üzerine iki büyük Türk bayrağı asılmış olan Belediye pazarının giriş kapısı üzerindeki anahtarı törenle alan ve yasadışı olarak atanmış Kıbrıslı Türk belediye başkanına da İngilizler herhangi bir müdahalede bulunmadı.
Bu iki olay da Türklerin planlı olarak bazı yerleri ele geçirdiklerini ve İngiliz makamlarının önleyici hareketlerde bulunmaya isteksiz olduğunu açıkça göstermektedir. Belirgin bir yöntem uygulanmaktaydı: Türk bölgelerinden Rumlar zorla dışarı atılıyor ve anahtar durumundaki belediye güç odakları ele geçirilmekteydi... İngilizlerin, böl ve yönet ilkesini uygulamak için Rumlara karşı Türkleri kullandıklarına ilişkin Rum inancı yaygındı.” (s.21-23)
“Ağustos 1958’de yapılan Zorlu-Macmillan zirvesi, belediyelerin taksim edilmesine İngilizlerin onay vermesiyle sonuçlandı.” (s.26)
“Yunan hükümeti için, belediyelerin taksim edilmesine doğru atılan adımlar, Macmillan Planının sadece toprak taksimine bir hazırlık olduğunun göstergesiydi.” (s.30)
“(Belediyelerle ilgili raporu hazırlayan İngiliz yetkili) Surridge, özel olarak dile getirdiği bir görüşünde, belediyelerin taksim edilmesini, “yönetim açısından bir saçmalık, ama siyasal bir zorunluluk” olarak nitelendirmişti. Onun bu sözleri, İngilizlerin belediye konusundaki kavrayışını ortaya koymaktadır.” (s.35)
“Kıbrıslı Türklerin ayrı belediyeler konusundaki ısrarındaki amaç, Kıbrıslı Türklerin 1958’de sömürge yönetimine zorla kabul ettirdikleri ve belli bir toprak parçası üzerinde Kıbrıslı Türklerin yargı yetkisine sahip olması unsurunu yasalaştırmaktı. Böylesi bir denetim, Ankara’nın Kıbrıs Türk toplumunun homojenliğini koruması ve onun Kıbrıs Türk liderliği tarafından kontrol altında tutulması için zorunlu olarak görülmekteydi. Belediyelerin ayrılması, ayrı toprağa dayalı olarak topluma atıfta bulunulan anayasadaki tek husustu.” (s.160)
“Son çare olarak Türk belediyeleri, Kıbrıslı Türklerin, Rumların çoğunluk yönetimini zorla uygulamaya girişmeleri halinde, Kıbrıslı Türklerin o topraklar üzerine geri çekilip, denetimlerine alacakları ve ayrı bir yönetimin temellerini hazırlayacakları tek umudu oluşturmaktaydı.” (s.162)
“1962 yılının sonuna gelindiğinde, Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türkleri şu itirafta bulunmaya zorlamıştı: Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıslı Rumların yaşadığı bölgelerden ayrılarak, belediyeleri bölmesi olanaksızdır ve birleşik belediyeler tek pratik çözüm şeklidir.” (s.162)
“Ankara ve Kıbrıslı Türkler, İngilizlerin adadan geri çekilmesi durumunda, Rumların enosis için yapmakta oldukları militan kampanyaya karşı, 1957 yılında belediye konusunu, bir aşırı Türk milliyetçiliği dalgası halinde siyasal sahneye getirdiler. Ankara ve Kıbrıslı Türkler, belediyeleri, daha önceki yıllarda karşı karşıya kaldıkları enosis platformundan, ayrılıkçılığın Truva atına dönüştürmeyi başardılar... Belediyeler konusu, özü itibarıyla Kıbrıslı Rumlar ile Türkiye arasındaki bir mücadele idi.” (s.178)
(Yeni Çağ, haftalık gazete, 11 Temmuz 2003, Sayı:645)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder