Prof.Dr.Heinz Richter, bu kitaba yazdığı Önsöz’de şöyle demektedir:
“Claude Nicolet, büyük ölçüde, geçen dört yıl içinde, çoğu sadece araştırma amaçları için açılan ve büyük bir kısmı da onun isteği üzerine gizliliği kaldırılan muazzam miktardaki arşiv malzemesine dayanmaktadır. Malzemenin çoğu, belgeler, telefon konuşmalarının kayıtları ve sözlü tarih söyleşilerinden oluşmaktadır. Bu araştırmanın sonucunda, Nicolet, sadece şimdiye kadar gizemli halde kalmış ve çok az bilinen Amerikanın Kıbrıs sorunundaki rolü ile ilgili konuları aydınlatabilmekle kalmamış, ayrıca bölgedeki şu veya bu olay hakkında sıkça işitilen bazı söylentileri de inanılır bir şekilde yalanlamayı başarmıştır.” (s.16)
Nicolet’in çalışmasına yardımcı olanlara “teşekkürler”ini sunduğu bölümde de belirttiği gibi, “ABD’nin İsviçreli Dostları ve Stodola Vakfı, bu projeyi destekleme kararını nazikçe almış” olduğundan, yazarın, Doğu Akdeniz’deki bu adanın defakto taksimine yol açtığı için ABD gizli servislerini suçlamasını bekleyemeyiz. Gerçi Nicolet, “Genel Sonuçlar” bölümünde “1974 savaşı, 1970’lerin ortasından beri defakto taksime karşı ABD’nin hoşgörüsü ile sonlanmıştı, çünkü en basitinden, bu durum bölgedeki istikrarı, daha önceki durumlardan daha iyi garanti etmekteydi” (s.458) şeklinde yazmaktadır, ama ABD’nin taksimi 1956’dan beri onaylamakta olduğuna ilişkin teoriyi kabul etmemektedir. (s.445)
Nicolet’in kitabında, Kıbrıs adası üzerindeki ABD ve İngiliz stratejik çıkarlarına ilişkin kanıtları görmek isteyen gözler için, yeterli arşiv malzemesi bulunmaktadır. Hem ABD, hem de İngiltere, geçmişte ve günümüzde emperyalist “böl ve yönet” politikasını kullandılar. O nedenle, İngilizlerin “Kıbrıs’ı üs olarak” değil de, “Kıbrıs’ta egemen üsler” (s.87) bulundurmayı hâlâ daha istediklerini söyleyebiliriz ve Amerikalılar da 1949’dan beri ada üzerinde çalıştırdıkları iletişim tesislerinin kullanılmasını güvence altında tutmaya hâlâ daha isteklidirler. (s.141)
Şimdi, ABD’nin Kıbrıs’a olan ilgisi ve bu ülkenin Kıbrıslıların kaderini nasıl mahvettiğini gösteren bazı kanıtları, kitapta yer alan malzemeden alıntılarla vermek istiyoruz:
Nicolet şöyle yazıyor: “ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bölgesel dairelerinde 1952’den beri dolaşmakta olan özel bir araştırma belgesinde, Kıbrıslı milliyetçiler, sırf “hareketteki girişimi komünistlerin ele geçirmesini önlemek” için enosis için yapılan etkinlikleri artırmakta olan iyi çocuklar olarak takdim edilmekteydi.” (s.43)
Bu arada “İngilizler, 1954’de Kıbrıs’taki komünist tehdit konusunda ABD’yi uyararak, onun desteğini elde etmeye çalıştılar” (s.47). Öte yandan da İngilizler, adadaki “sömürgecilik aleyhtarı duyguların artmasını önlemek amacıyla daha güçlü bir durumda olmak için” Londra Üçlü Konferansı’na Türkiye’nin katılmasını sağlamayı başardı. (s.59)
“Türkiye, Kıbrıslıların kendi kendilerini yönetmesine karşı çıkan İngilizlerin gerekçelerini adanın “komünistlerin etkin olduğu bir nüfus”un eline geçeceği”ni tekrarlamaktaydı.(s.61)
New York’taki Sosyal Araştırmalar Yeni Okulu’nun Mezunlar Fakültesi’nde ekonomik ve siyasal coğrafya konusunda profesör yardımcısı olan Amerikalı Dr.Alexander Melamid’in 1954 yazında, Kıbrıs’ta bir alan çalışması yaptıktan sonra, “Geographical Review” dergisinde (Vol.46, No.3, New York 1956, s.355-374) “Kıbrıs’ta toplumların coğrafik dağılımı” başlıklı bir makale yayımlaması da bu dönemdedir. Yine New York Üniversitesi’nden aynı Alexander Melamid, “Journal of Geography” dergisinde (Mart 1960, Vol.59, Chicago, s.118-123), “Taksim edilmiş Kıbrıs: Uygulamalı siyasal coğrafyada bir sınıf çalışması” başlıklı makaleyi yayımlamış ve ada için iki farklı taksim çizgisinin ilkelerini tartışmıştı. Nicolet’in bu çalışmaları da okumuş olması gerek.
Nicolet şöyle yazıyor: “Kıbrıs’ı taksim etme ve nüfus aktarmayı da dahil etme fikri, Birleşik Krallık ve ABD’deki bazı çevrelerde cazibe kazandı. Hayret vericidir ki, Batı’da ilk önce taksim önerisi ile gelenlerden biri, 1956 yılı Haziran’ı başında, genel olarak Kıbrıs anlaşmazlığı hakkında bilgisi olmadığı kanıtlanan bir kişi, yani Başkan Eisenhower’dir. Başkan, Dulles ile konuşurken, kendiliğinden gelen bir fikir olarak, adanın taksim edilmesi ve Kıbrıslı Türklerin kuzeye kaydırılması ile uyuşmazlığa bir son vermenin olası olup olmadığını sormuştu. O zaman düşündüğü taksim çizgisi, adanın gelecekteki kaderini müneccim gibi bildiğini kanıtlayan bugünkü çizgi idi.” (s.92)
Amerikalılara göre, “uzun erimli olarak başarı şansı olduğu görünen tek çözüm”, “Nisan 1957’deki Amerikan planlarına göre, garantili bağımsızlık şeklindeki, taksim ile enosis arasındaki ara zemindi.” (s.132)
Zorlu, Washington’da iken Dulles’a, taksimle ilgili Türk fikrinin, adanın coğrafik olarak bölünmesini içermesinin mutlaka gerekli olmadığını söyledi. Dışişleri Bakanı Zorlu, “her iki topluma, bir diğeri tarafından yönetilmemesi fikri”nin verilmesinin yeterli olabileceğini söylemişti. Bu kavram, Kıbrıs’ın bağımsızlığı statüsü ile hayret verici bir şekilde uyuşur görünmekteydi. (s.133)
1960’da bağımsızlığını kazanan Kıbrıs Cumhuriyeti, “coğrafik olarak değilse bile, en azından yönetim olarak Kıbrıs’ı bir şekilde taksime doğru götüren” bir diplomasinin sonucudur.
GİZLİ SERVİSLERLE BAĞLANTILAR
Nicolet şöyle yazıyor: “EOKA’cıların silahlı mücadeleyi seçmesi, Amerikalılar için bir sürpriz oldu.” (s.57) Kıbrıslı Rum yazar Makarios Druşiotis’in son yayınları, EOKA’nın ABD gizli servisleri ile olan bağlantıları ile ilgili olarak bize bilgiler verirken, Nicolet, EOKA-B’nin CIA ile olan daha belirgin bağlantısını kabul etmek istememekte ve şöyle demektedir: “Şubat 1974’den sonra CIA’nin EOKA-B’ye mali destek verdiğine ilişkin olarak Stern ve Evriviades gibi yazarlar tarafından öne sürülen kanıtlanmamış iddialar ve kuşkular mantık dışıdır.” (s.412)
Nicolet, Kıbrıs’ta Temmuz 1974’de Makarios hükümetine karşı düzenlenen Yunan darbesi ile ilgili olarak şöyle yazmaktadır: “Cunta ile bir Amerikan komplosu olmamıştır.” (s.422) Onun şu değerlendirmesi ilginçtir: “ABD’nin başarısız olmasının sorumlusu, kötü inançtan çok, uygun olmayan işlem, bürokratik kesintiler, yanlış hükümler ve nihayet biraz kötü şanstı. Bütün bunların yanında, Başkan Makarios’un, cuntanın kendisinden kurtulmak istediğine karar verdiği konusunda hâlâ daha birincil olarak yanlış bir hükme varmış olması, Albayları yok yere tahrik edip, tehlikeli bir oyun oynayarak başarısız olması anımsanmalıdır. Kissinger’in daha sonra yazdığı gibi: “Makarios, yüksek cambaz ipinde oynamayı göze almıştı.” (s.423)
TÜRKLERİN COĞRAFYA İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ
ABD’deki Türk Konsolosu Feridun Erkin, 1954’de şuna dikkat çekmişti: “Egemenlik sorunlarını sadece nüfusun çoğunluğunun isteği temelinde kararlaştırmak, uluslararası bir adet değildir. Ama hesaba katılması gereken aynı derecede önemli coğrafik görüşler de vardır.” (s.48)
Türkiye hâlâ daha bu fikri desteklemektedir ve güney komşusu olarak bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’ne hoşgörü ile bakamamaktadır. Bu tutum, 1956 yılında, “Başkan Yardımcısı Richard Nixon’un Ankara’ya yaptığı bir ziyaret sırasında ‘Türklerin Kıbrıs sorununa karşı patolojik tavırları’ diye nitelendirdiği ve çok derinden etkilendiği bir tutum olarak teşhis edilmişti.” (s.87)
KIBRIS İÇİN İLK ABD PLANLARINDAN BİRİ
Bakan Dulles’in Julius C.Holmes adlı Özel Yardımcısı, Kıbrıs için 10 yıllık bir özerklik önermişti ve Vali, bazı veto yetkileri ile makamında kalacaktı. Bundan sonra bir halk oylaması yapılacak ve bu, NATO garantisi altında olacaktı. Eğer halk enosis için oy kullanırsa, bu gerçekleştirilecekti, ama oylamanın sonucuna bakılmaksızın İngilizler için geniş askeri hakların verilmesi güvence altına alınacaktı.(s.86)
ÜÇ GARANTÖR ÜLKE FİKRİ
“Bir Hint karar tasarısında, Kıbrıs’a bağımsızlık verilmesi çağrısının yapılmasından beri (1957), Yunan hükümeti, bu seçeneğe doğru yönelmeye başlamıştı. NATO girişimini kabul etmesi için Yunanistan’a yapılan Amerikan baskısına paralel olarak, Yunanlılar da Kıbrıs’ın bağımsızlığı fikri için Amerikalılarla lobi çalışması yapmaktaydı. Yine de Dışişleri Bakanı Averoff, ölümcül bir hata yaparak, bağımsızlığın ardındaki bir fikri açıkladı ve bunun enosis’in gerçekleşmesi yolunda geçici bir aşama olacağını söyledi. İngilizler bunu derhal farketti. Amerikalılar da bağımsızlık temel fikri hakkında endişelerini eklediler. Çünkü bu ekonomik açıdan zayıf bir ülkeye yol açacak ve komünist etkisinin artması için verimli bir toprak oluşturacaktı. Averoff, bu tür korkuları dağıtmak için, daha 13 Şubat’ta, Dulles ile yapılan bir toplantıda, 1955’den beri Avusturya’ya uygulanan tipte bir sözleşmenin Birleşik Krallık, Türkiye ve diğer başka NATO ülkeleriyle birlikte imzalanabileceğini ve Kıbrıs’ın Yunanistan’ın bir parçası olmayarak bağımsız kalmasının garanti edileceğini önermişti.” (s.101)
“Daha 16 Nisan 1957’de, Bakan Yardımcısı Hertel Deptel, ilgili bölgedeki elçilik ve konsolosluklara mektup yazarak şu uyarıda bulunmuştu: “ABD şimdi, İngiliz Uluslar Topluluğu içinde veya dışında bir bağımsızlığın, her halükârda enosis’i engelleyen bir anlaşma ile birlikte yapılmasını ciddi olarak düşünmeye değer bulduğuna inanmaktaydı... Belge, ilk defa olarak, bütünüyle Kıbrıs uyuşmazlığına ABD desteğinde özgül bir çözüm getirmekteydi.” (s.103)
Nicolet’in bize verdiği bilgiye göre, ABD Ulusal Güvenlik Kurulu (NSC)’nun “Kıbrıs anlaşmazlığının çözümü için ABD politikası” konulu ilk andırısı, Washington’da 18 Temmuz 1957’de kaleme alınmıştır. (s.104)
“İngiliz ve Amerikanlar arasında Kıbrıs sorununa ilişkin ilk ikili tartışmalar, 10 ile 18 Eylül 1957 tarihleri arasında yer almıştır... (Esas Amerikan katılımcı olan Walworth Barbour’un vurguladığı gibi) ABD özgül bir çözüm üzerinde ısrar etmeyecek, ama Temmuz sonunda İngilizlerin sözlü olarak ilettikleri üç parametre, yararlı hareket noktası olacaktı. Bu noktalar şunlardı: “a) önemli askeri tesislerin İngiliz egemenliği altında kalması; b) adanın komünist etkisinden korunması; ve c) bir bütün olarak adada barış ve sükûnetin kurulması.” (s.108)
Kıbrıs Türk liderliğinin kendi yer altı örgütü TMT’yi Kıbrıslı Rumların EOKA’sına paralel olarak bu dönemde kurmuş olmasının sadece bir rastlantı olmadığını düşünmekteyim. Bu örgüt, Kıbrıslı Rumlara ve ilerici Kıbrıslı Türklere karşı provokasyonlar yaparak çalışmalarını başlattı ve toplumlararası kan davasının önkoşullarını hazırladı. İşte bunu gösteren bazı alıntılar:
“CIA Başkan Yardımcısı, General Charles P.Cabell, NSC’nin 353. toplantısında, Kıbrıslı Türklerin, adanın taksimini zorla gerçekleştirmek amacıyla ilk defa olarak İngilizlere karşı saldırı başlattıklarını bildirdi. (30.1.58 tarihli not)” (s.115)
Vali Yardımcısı Sinclair’in sözleriyle “Türk Kıbrıslılar, ‘taksim için başlattıkları topyekün saldırıda’ Lefkoşa’daki Türk Basın Bürosu’nun dışına bir bomba yerleştirip patlattılar ve Türk toplumunun şiddetli bir ayaklanma başlatmasına neden oldular.” Kıbrıslı Türklerin çeteleri kentin Kıbrıs Rum mahallelerini istila edip, sakinlerine saldırıda bulundular ve Konsolos Belcher’in derhal, “neredeyse bir Filistin durumu”ndan korkmasına, yani İngilizlerin adadan ayrılmasına ve iki toplumun kendi aralarında adanın geleceği için kavga etmelerine yol açılmıştı. Bombanın patlaması ve bunu izleyen ayaklanmalar (1958 yazında), Rum tarafı için, İzmir ve İstanbul’da Rumlara saldırıldığı Eylül 1955’deki trajedinin tekrarı gibiydi. Kısa süre sonra Yunanistan, Kıbrıslı Türklerin eyleminden resmi olarak üzüntü duyduğunu açıklamadığı için Amerika’yı suçladı ve Amerika, kendi isteği dışında uyuşmazlığın içine çekildi.” (s.119)
Öyle görünüyor ki, yazar Claud Nicolet, bu tür değerlendirmeleri yaparken, Kıbrıs Türk terör örgütü TMT’nin ana destekleyicileri hakkında herhangi bir bilgi sahibi değildir.
(Kıbrıs sorununda TMT’nin rolü hakkındaki bir Kıbrıs Türkün değerlendirmesi için bkz. Ahmet An, “Kıbrıs nereye gidiyor? İstanbul 2002, s.121-171 ve Ahmet An, “Kıbrıs’ta Fırtınalı Yıllar (1942-1962), Lefkoşa 1996, s.75)
Yine Nicolet, yazar Christopher Hitchens’ın “Amerika’nın zamanında Orta Doğu bunalımı sırasında Ankara’ya önemli miktarda borç para vermesinden sonra Türklerin tutumunun aniden değiştiğine ilişkin olarak herhangi bir belge göstermediğini” öne sürmektedir. (s.123) Ama birkaç sayfa sonra şöyle yazmaktadır: “Türklerden, yazın ABD’den bu kadar cömert bir yardım paketi aldıktan sonra, bu fikri zor reddedebilirlerdi diye söz eden Dulles’in buna bir itirazı yoktu.” (s.128)
Nicolet’in değerli bir çalışma olan “Kıbrıs Komplosu: Amerika, Casusluk ve Türk İstilası” (1999) adlı kitaba yaklaşımı da buna benzer ve şöyle demektedir: “Yine de, iki İngiliz gazeteci olan O’Malley ve Craig adlı gazetecilerin sansasyonel ve hayret verici bir şekilde popüler olan kitaplarında sözü edilen, yani “Eisenhover, Harold Macmillan’ı egemenliği terketmeye zorladı, ama Kıbrıslılara gerçek bağımsızlığı vermeyi reddetti” şeklindeki çekişme konusu, gerçeklerin inanılmaz bir şekilde çarpıtılmasıdır.” (s.140)
Nicolet başka bir değerlendirmesinde de şöyle demektedir: “Kadritzke’nin, AKEL kovuşturulacaktı, çünkü her iki etnik toplumdan üyeleri örgütleyen ve İngilizlerce niyetlenilen etnik-dinsel taksime karşı mücadele eden tek parti idi, şeklindeki iddiası, çok aşırı görünmektedir. Çünkü İngilizlerin taksime doğru yönelimlerini, siyasal karmaşanın sonucu ve birçok kötülerden en iyisi olarak görmelerinden çok, başlangıçtan bir hedef ve kötü niyet olarak göstermektedirler.” (Dipnot, s.143)
Bu, İngilizlerin ve Amerikanların etnik çatışmayı kışkırtmasını ve Soğuk Savaş’ın en civcivli günlerinde komünizm aleyhtarı histerisini gizlemeye yönelik olan taksimci politikalarını aklamak demektir. (Bkz. Ahmet An’ın aynı kitapta yer alan ve İngiliz sömürgeciler ve onların işbirlikçisi Kıbrıs Türk liderliğinin taksimci politikasına karşı olan ilerici Kıbrıslı Türk sendika üyelerine karşı TMT’nin uyguladığı terörle ilgili iki makalesi ve Ahmet An, “Kıbrıs’ta Fırtınalı Yıllar (1942-1962), Lefkoşa 1996, s.75)
Nicolet, kitabında Kıbrıslı Rumların olasılık planı olan Akritas’tan söz etmektedir (s.179), ama Glafkos Klerides’in “Kıbrıs: İfadem” (Cilt:I, s.203-207 ve s.466-472) adlı anılarında yer alan, Türkçe orijinali ile birlikte tam metin olarak yayımlanmış, Kıbrıslı Türklerin olasılık planından herhangi bir şekilde söz etmekten kaçınmaktadır.
Claud Nicolet, Kıbrıs sorununun bilinmeyen yanlarına ilişkin olarak, gizliliği üzerinden kaldırılmış çok değerli ABD ve İngiliz bilgilerini bize sağlarken, esas hedefini de aşağıdaki paragrafta kendisi şöyle açıklamaktadır:
“Bu çalışmanın başında vurgulandığı üzere, Kıbrıs’a yönelik Amerikan politikası, 1964’den sonra asla adanın taksiminden yana olmamıştır. Bazı İngiliz kaynaklarına ek olarak, Yunan ve Kıbrıs Rum kökenli birçok yazarın bunun aksini vurgulayan bilinen açıklamalarının doğruluğu, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yazılı birçok belgesi kanıt gösterilerek tartışılabilir. Gerçek, belki de daha çok şu açıklamada yatmaktadır:. Haberleşme tesisleri de içinde Amerikan çıkarları için en iyi olan, barış içinde bir ada olup, anlaşmazlık konusu olarak ortadan kaldırılmasıydı. O nedenle, ABD, Kıbrıs’ı etkisizleştirecek olan herhangi bir çözüm şeklinin bulunmasına gereksinim duymaktaydı. Yine de bu çözümün tam ana hatları ve ne içereceği, ikincil bir önemdeydi ve öncelikler zamanla değişti.” (s.283)
Yazar, günübirlik politikaların ABD, Britanya, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanlıkları tarafından yapıldığını unutmamalıdır, ama Gladio gibi gizli derin devlet örgütleri, yıkıcı politikalarıyla ilgili kanıt sağlamak için arşivlerini açmamaktadır. Aksi takdirde Nicolet şunu yazmayacaktı:
“Adada meydana gelen hemen hemen kötü olan her şeyin ardında CIA’i gören bazı yazarlar tarafından öne sürülen komplo teorileri, Yunanistan’daki aşırı çevrelerin CIA görevlileri ile bazı iyi ilişkilere sahip olduğuna ilişkin çok zayıf kanıtlarla desteklenmiştir. Yazar Mayes, daha dikkatlidir. O, birçok Yunan ve Kıbrıslı Rumun CIA’nin bu işe katıldığına inanmaktaydı, ama bunun için hiçbir kanıt olmadığından söz etmektedir. (s.397)
Nicolet kitabının daha sonraki bölümlerinde şöyle yazmaktadır:
“Bazı CIA görevlileri, Başpiskoposu devirmek için cuntayı gerçekten teşvik etmişlerse, bunu, ABD’nin resmi talimatlarıyla değil de, kişisel düzeyde veya CIA’in cuntaya olan sempatileri yüzünden yapmışlardır.” (s.450)
Kıbrıslıların son 29 yılda zorla gerçekleştirilmiş taksim koşulları altında çektikleri acılar, Nicolet’in kitabındaki satırlar arasında bulunabilmektedir. Bu değerli belgeleri, tozlu arşivlerden gün ışığına çıkardığı için onu kutlamalıyız. Ama “kitabının yazımı sırasında 1970’li yıllara ait Amerikan belgelerinin çoğunun görülememiş olduğunu” yazmasına rağmen (s.399), bazı yazarları gerçek dışı iddialarda bulunmakla suçlamaktan geri durmamakta ve şöyle yazmaktadır:
“Yunanistan’ın yeni Dışişleri Bakanı Yardımcısı Hristos Ksantopulos-Palamas ve Türkiye’nin yeni Dışişleri Bakanı Osman Olcay, 1971 yılı Haziran ayı başlarında, Lizbon’daki NATO Bakanlar Toplantısında buluştular. Yazar Van Kufudakis, bu toplantının “Kıbrıs’ın bağımsızlığına, adanın taksimi ile son verme konusundaki Yunan-Türk anlaşmasını resmileştirdi”ğini pervasızca ifade etmektedir.”(s.400)
Nicolet suçlamalarına şöyle devam etmektedir:
“İşte belki de bu nedenle, Foley, Scobie, Kufudakis ve Poliviyu gibi başka birçok Yunan ve Kıbrıs Rum kökenli yazar, yaptıkları değerlendirmelerde, merkezi Kıbrıs yönetiminden sapan herhangi bir öneri, “taksim” olarak görülmelidir şeklindeki Makaryos’un değerlendirmesiyle uyuşmayı seçtiler. Yine de böylesi bir yorum, gerçekçi bir değerlendirmeden ziyade, sadece propaganda ve haklılık amaçları olarak kullanılacak görünmektedir.” (s.401)
Nicolet, yazar Van Kufudakis’i ABD’nin 1956’dan beri adanın taksimini onayladığı şeklindeki teorinin önde gelen temsilcisi olarak eleştirmesine karşın (s.445), kendisi şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Kissinger, farklı bölgelerde özerk bir yönetim kurulması için Kıbrıslı Türklere adanın %30’unun verilmesini öngören bir uzlaşma önerisi ile yeniden geldiği zaman, Türk Dışişleri Bakanı Güneş, Yunan tarafı için kabul edilemez koşullar içeren bir ültimatom vermiş bulunuyordu.
Çarpışmaların iki gün daha sürmesinden sonra, Türk askerleri, en azından 1964’den beri, belki de 1950’lerden beri var olan bir plana göre, bugüne kadar hâlâ daha elinde bulundurduğu Kıbrıs’ın yaklaşık %37’sini işgal etti.” (s.452)
Nicolet, Türk tarafının politika değişikliğini bir abartma olarak tanımlamaktadır:
“Haziran 1974’de yapılan NATO Bakanlar Toplantısı için hazırlanan bir Amerikan bilgilendirme belgesinde, Türkiye hükümeti tarafından desteklenen Kıbrıslı Türklerin 1971’den beri “üniter” devlet kavramından uzaklaştıklarının öne sürülmesi abartılmış bir ifadedir.” Ama Türk Başbakanlığındaki değişme, Türk tavrını açıkça katılaştırmıştır.” (s.412)
“Sonunda, 1974 savaşı, ABD’nin 1970’li yılları ortasından başlayarak ABD’nin defakto taksime hoşgörü ile bakması ile sonlanmıştır. Çünkü böylece, daha önceki durumlara göre, bölgedeki istikrar daha iyi güvence altına alınmış görünüyordu. Taksim, bundan önceki 20 yıl içinde öneriler arasında zaman zaman ortaya atılmışsa da, hiçbir zaman ABD tarafından beğenilen bir çözüm olarak onaylanmamıştı.
Bu 20 yıl içinde hiçbir zaman, Kıbrıslıların kendileri de, anlaşmazlıklarının çözümü için getirilen Amerikan formülasyonlarının dikkat merkezinde olmamışlardı. Kıbrıs uyuşmazlığı arttığı zamanlarda tetiklenen, adada barışı sağlamak için hazırlanan, daha aşırıcı ve faydacı Amerikan planları ile ilgili olarak, Kıbrıs’taki ABD temsilcilerinin bile fikrinin alınmadığı bir durumda bu çok belirgindi.” (s.458)
YUNANİSTAN VE TÜRKİYE’NİN ORTAK EGEMENLİĞİ
Hâlâ daha ABD’nin gündeminde olan, 11.12.1963 tarihini taşıyan bir Çalışma Belgesinde “Kıbrıs’ın ortak egemenliğinin Yunanistan ile Türkiye arasında paylaştırılması için bir sözleşme” önermiş olan (s.226), hukuk danışmanı Donald A.Wehmeyer’in planlarıdır. Aynı ABD yetkilisinin, bugünkü çözüm önerileriyle yakın ilişkisi olan “Olası Kıbrıs Çözümünün Anahatları”nı hazırlayan kişi olması da ilginçtir.
“24 Nisan (1964)de Hukuk Danışmanı Wehmeyer, çözümde Türkiye için daha cazip olan önemli bir unsuru daha ekledi. Wehmeyer’in düşüncesine göre, Kıbrıs eyaletlere ayrılmalıydı. Yukarıdaki plana ek olarak, taksim veya federasyon hayali, Kıbrıslı Türklerin özel haklara sahip olacakları bölgelerden meydana gelen ve baskın bir şekilde Türk olacak olan bazı eyaletlerin oluşturulmasıyla yaratılabilirdi. Bu eyaletlere sürekli bir Türk yöneticinin (eparch ad perpetuum) atanmasıyla da buna ulaşılacaktı.” (s.229)
“DENETİMLİ MÜDAHALE” YOLUYLA “KIBRIS’I YOK ETMEK”
“Acheson, yine de, (1964) bahar(ı) boyunca Washington’da ortaya çıkan farklı önerileri incelemeye kendini tamamen kaptırmıştı. Acheson, Brand’ın sözleriyle, “Kıbrıs sorununu, Kıbrıs’ı yok etmekle ortadan kaldıracak olan bir planı düşünüp bulmaya hazırdı.” Onun özellikle merakını uyandıran, Don Wehmeyer’in 8 Temmuz’da Ball’a telgrafla bildirilen, Kıbrıslı Türk yöneticiler tarafından yönetilecek bazı eyaletlerin kurulmasıyla Türklere taksim veya federasyon hayalini veren bir enosis’i sağlayacak olan 24 Nisan tarihli plandı. (s.257) Ve bu, daha sonra, yukarıda sözü edilen Lizbon’daki NATO toplantısı sırasında Yunanistan ve Türkiye’nin iki Dışişleri Bakanı arasında varılan anlaşmaya göre yapılan ABD’nin “denetimli müdahale” (s.213) politikası ile gerçekleşti.
Tanınmış Amerikalı gazeteci Cyrus L.Sulzberger, 12 Ağustos 1961 tarihli New York Times gazetesindeki sütununda ilginç bir makale yazdı ve “komünistlerin, dürüst ve demokratik bir seçimle Kıbrıs’ta iktidara gelebilecekleri tehlikesi”ne dikkat çekti. (s.166)
Bu makalenin yayımlanmasının hemen ardından, “ABD’nin Kıbrıs’ta geçmişte olduğundan daha aktif bir rol üstlenmesini ve bu amaçla, açık ve mümkünse kapalı önlemleri de içerecek şekilde etkin olarak ilerletilmesi ve komünist tehlikenin bastırılıp, azaltılmasını arzulayan” (25.9.1961 tarihli) Ulusal Güvenlik Eylemi Andırısı 98 başlıklı programın onaylandığını görüyoruz.” (s.166-167)
Adadaki iki toplumu ayrı tutmak için, 1974’de Kıbrıs’ın defakto taksiminden sonra, ne tür eylem programlarının kullanıldığını kim biliyor? Biz bunu sadece, “1989 Uluslararası Komünist Meseleler Yıllığı” gibi bazı kitaplardaki “Kıbrıs” bölümü altında yazılan şu satırların arasında okuyabiliriz:
“Kıbrıs’ın kuzeyi ve güneyi, gelecekteki bir “federal Kıbrıs”ta yeniden birleşirse, Rum ve Türk komünistlerin birlikteki seçim gücü, hiç alışılmamış böylesi bir hükümet yönetiminde yapılacak herhangi bir başkanlık seçiminde oyların çoğunluğunu kazanabilir.” (s.530)
Bu, Kıbrıslıların çıkarlarını değil, Kıbrıs’taki İngiliz-Amerikan çıkarlarını güvence altına alan bir politikadır. Görmek isteyenler için, yeterinden fazla kanıt vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder