28 Kasım 2013 Perşembe

DENKTAŞ'IN KİTAPLAŞTIRDIĞI ANILARINA NE DERECEDE GÜVENEBİLİRİZ?

Rauf R. Denktaş, 1997 yılı sonunda "Koloni İdaresinde Kıbrıs Türkleri" adını verdiği bir anı kitabını daha yayımladı. İstanbul'da bulunan Akdeniz Haber Ajansı Yayınları arasında çıkan 148 sayfalık bu kitapta, 136 sayfa tutan anılara ek olarak, Kıbrıslı Rumların "Akritas Planı" bilmem kaçıncı kez yeniden verildi, ama Kıbrıslı Türklerin "Geçici Merhale Planı"ndan hiç söz edilmedi. Metin içerisinde (bak. s.85) yazar, 1949 tarihli Türk İşleri Komisyonu Raporu'nu, "içeriği sosyal tarihimize ışık tutar niteliktedir. Bu nedenle bu kitaba ek olarak veriyorum" diye yazmış olmasına karşın, kitabın ekinde bu değerli ve bilgi verici rapor her nedense yer almamaktadır.
                                 "GELECEĞE BIRAKILACAK AYAK İZLERİ"
Başaran Düzgün, Rauf Denktaş'la yaptığı ve Kıbrıs gazetesinde yayımlanan bir şöyleşinin girişinde şunları yazmaktaydı:
"Cumhurbaşkanı Denktaş, bugünlerde bir yandan yoğun politik çalışmaları, diğer yandan kitap yazımıyle meşgul. Koloni İdaresinde Kıbrıs Türkleri isimli kitabı yeni yayınlanmış. Şimdi, geçmişte tartışmalı konularla ilgili tarihi belgeleri toparlıyor. Avukatlar olayı, Büyükelçi Dırvana ile ilgili olaylar ve diğerleri. O "geleceğe bırakacağı ayak izleri" olarak görüyor böylesi çalışmaları. "Keşke Dr.Küçük de yaşadıklarını yazsaydı. Tarihi kendi kaleminden gelecek nesillere doğru olarak aktarsaydı" diyor.
Yoğun bir iş gününün ardından herkesin dinlenmeye çekildiği sıralarda O, eline kalemini alıp, masa başına oturuyor. Koloni İdaresinde Kıbrıs Türkleri otuzaltıncı kitabıymış. Yeni kitaplar için hazırlık yapıyormuş." (16 Şubat 1998)
Rauf Denktaş'ın belge toparlayıp, anılarını yeniden gözden geçirirken, bazı "ayak izlerinin geleceğe kalmaması için" neler yaptığına aşağıda değinilecektir. Dr.Küçük'ün de gerek uzun yıllar boyunca gazetesi Halkın Sesi'nde yayımladığı, gerekse sonradan ailesine bıraktığı el yazısıyle kaleme alınmış ve henüz  yayımlanmamış kişisel anılarının varlığı bilinmektedir. Rauf Denktaş'ın Dr.Küçük için belirttiği "tarihi kendi kaleminden gelecek nesillere doğru olarak aktarsaydı" şeklindeki isteğini, biz de kendisi için söylemek durumundayız. Çünkü gerek "Hatıralar" başlıklı ciltlerde, gerekse burada sözü edilen kitapta, "bazı ayak izlerinin geleceğe kalmaması" için özen gösterdiğini saptamış bulunuyoruz.
                                   İLK ŞEKLİ DAHA ÖNCE  NACAK'TA YAYIMLANMIŞTI   
Rauf Denktaş'ın bu son kitabında yer alan anılarının ilk şekli, Nacak gazetesinin 14 Temmuz 1960 ile 12 Mayıs 1961 tarihleri arasındaki sayılarında, "1930-1960 Yıllarında Kıbrıs Türkleri" başlığı ile tefrika edilmişti. İstanbul'daki Boğaziçi Yayınları'nda çıkan "Hatıralar"ının ilk 6 cildinde olduğu gibi Rauf Bey, bu anılarını da sonradan değiştirmiş, ekleme ve çıkarmalar yaparak, 1997'nin Haziran-Ağustos aylarında "bu satırlara son şeklini" vererek, "güncelleştirmiş"tir.  (Kendi ifadesi için bak. s.27 ve 135)
Bu anıların daha ilk yayımlanışında, onun bugün haklarında tarihi belge topladığını söylediği "avukatlar"ın yayın organı olan haftalık Cumhuriyet gazetesi, 19 Aralık 1960 günü çıkan 19. sayısındaki "Denktaş Tarih Yazıyor" başlıklı başyazıda şöyle demekteydi:
                                                  
                                                    "DENKTAŞ TARİH YAZIYOR"
"Denktaş beyi merak sarmış, tarih yazıyor. Ama "Sayın Denktaş hukukçudur, nasıl tarih yazıyor" diye hayret etmeyiniz. Merak bu ya, yazıyor işte.
Ama Denktaş'ın yazdığı eser, tarihten fazla, Menderes'in nutuk dosyalarına benziyor. Denktaşın yazdığı bu esere göre, şu, şu vatan haini, şu, şu muhalif güruhlar da (Menderes de bu cümleyi kullanmayı çok severdi) Türk cemaatini Rumlara sattı-satacaklar. Bay Denktaşın bu meşhur tarihi eseri biraz daha uzarsa, galiba cemaatimiz arasında kendinden başka temiz ve vatansever kalmıyacaktır."
Yazı daha sonra "Yaz, Sayın Denktaş, unutma yaz" diye başlayan üç paragraf daha devam ettikten sonra, şöyle son bulmaktaydı:
"Son olarak Denktaş, o meşhur eserine ya bunları da yazarsın, ya da muğalata, iftira, kin, hırs defterini kapatır, dilini temizlersin. Aksi halde biz yazacağız. Ama yalanı değil, delilli ispatlı gerçeği yazacağız ve tam yazacağız."
                                                    1961'DE DE YAZMADIKLARI VARMIŞ
Cumhuriyet gazetesi, bu yazıdan 4-5 ay sonra,  1 Mayıs 1961 tarihli 38. sayısında ise "Temcit Pilavı" başlığı altında aynı konuyla ilgili olarak şunları yazmaktaydı:
"Parasız çalışacağı vaadı ile seçildiği Cemaat Meclisinden, muazzam bir maaşle uhdesinde bulundurduğu Cemaat Meclisi Başkanlığı vazifesinden ve iyi avukatiye ödemeye muktedir gerek Türk, gerekse Rum müekkillerinin davalarından vakit buldukça Sayın Rauf Denktaş tarih yazma hevesini, incir ipi gibi uzattığı "1930-60 yıllarında Kıbrıs Türkleri" isimli yazı serisine devamla tatmin etmiye çalışıyor. 1958 yılından bahsederken, mevzuunu değiştirerek ansızın 1961 yılına atlıyan Denktaşın, hiç şüphesiz tarihe geçecek olan yazılarındaki esas temayı, kendi tutumuna uymayanlar aleyhinde temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp, halkın önüne sürdüğü "Rumlara hızmet etmek" ithamları teşkil etmektedir.
Sayın Denktaş haklıdır. Bu memlekette ecnebi emellerine hizmet edenleri teşhir etmek milli menfaatlerimiz bakımından bir zarurettir. Yalnız Sayın Denktaşın bugüne kadar yazdığı "tarih" eksiktir. Bunun için Sayın Denktaşın bundan sonraki yazılarında İntelligence Service mensupleriyle gizli temaslar yapanları da yazacağını ümit ediyoruz. Kanaatimizce cemaat menfaatleri aleyhinde İntelligence Service'e espionajda bulunanların da teşhirinde faide vardır. Sonra cemaatı sattıkları için müstemleke hükümetinin örtülü ödeneklerinden dolgun tahsisat alanların da teşhir edilmesinde büyük faideler vardır. Ayrıca bu memlekette malum sebeplerle kardeşi kardeşe vurduran, Türkü Türke öldürtenlerin olduğunu da yazmada büyük faydalar vardır. Sayın Denktaşın bundan sonraki yazılarında bu mevzuları da ele alacağını ümit etmekteyiz."
İlginçtir, Denktaş'ın anılar dizisi bu yazıdan 11 gün sonra bitmiş, Cumhuriyet gazetesini çıkaran avukatlar da bir yıl tamamlanmadan "faili meçhul cinayet"lere kurban edilmişlerdi!
                                             İKİ METİN ARASINDA BÜYÜK FARK VAR
Bu tartışmalı tarih, ya da anılar, aradan geçen 37 yıl sonra, kitap olarak yeniden yayımlanmış bulunuyor. Fakat o zaman Nacak'ta yayımlanan metin ile kitaptaki yeni metin arasında büyük farklar vardır. Biz 16 DIN A4 sayfalık eksik metin saptamış bulunuyoruz. Ama burada hepsine değinilmeyecektir.
Genelde aradan geçen uzun süre nedeniyle, dilin sadeleştirilmesi için yapılan değişiklikler veya olayları daha ayrıntılı olarak vermek için yapılan eklemeler normal karşılansa bile, bazı bilgilerin ve olayların kitaba amaçlı olarak alınmaması affedilemez bir tutum olmuştur.
Oysa, yine yazarın kendisi, yani Rauf Denktaş, aynı kitapta şunları yazmaktadır:
"Geçmişi yazan bir kişi geçmişi (yani kendi bildiklerini, başından geçenleri, genç yaşta kendisini etkileyenleri) olduğu gibi yazacak, ya da saç kesen bir berber gibi, olayları kırpıştırarak, okuyana hoş gelecek bir şekil verecektir. Doğal olanı olayları olduğu gibi yazmaktır. Ben, bunu yapmağa çalışıyorum, fakat yer yer, hala hayatta olan kişileri veya onların yakınlarını incitmemek için bazı olayların üzerinden süratle geçtiğimin veya bazılarını atladığımın farkındayım. (s.37-38)
Ne yazık ki  Denktaş Bey "berber"lik yaparak, anılarının çok önemli bölümlerini kesip kırpmakta ve böylece büyük tarihsel bir yanlış yapmaktadır. Gerekçe olarak, "hala hayatta olan kişileri veya onların yakınlarını incitmemek" kaygusu güdüldüğünü belirtmesine karşın, özellikle Kıbrıs Türk toplumunun kaderi üzerinde büyük rol oynamış olan Sir Münir konusunda, buna her zaman da uymadığı ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki, daha önce yazılmış olan değerlendirmelerin yıllar sonra kitaba alınmaması, dürüstlükle de bağdaşmaz ve olaylar, yanlış veya eksik aktarılmış olur.
Örneğin kitabın 15. sayfasında, "Halk arasında ne konuşulduğunu hükümete vasıtalı veya doğrudan duyuran casuslar vardı..." diye başlayan cümle, Nacak gazetesinde (23.7.1960) şöyle verilmekteydi:
"Halk arasında ne konuşulduğunu hükümete Münir Bey vasıtası ile veyahut da doğrudan doğruya duyuran casuslar vardı...Babam doğru bir adamdı. Başhakimi kendisini anlamış, siyasi düşmanlarının oyunlarına kurban gitmemesi için müdafii olmuştur yoksa, çoktan işinden olacaktı."
15.7.1960 tarihli Nacak'ta yer alan, ama kitaba konmayan bir başka değerlendirme:
"Evkaf murahhası Münir Beyin, İngiliz muhbirliği (dostluğu) yüzünden içi yananlar...Türkler için (bir baskı)kara bir devir kapanıyor...Necati'nin mebusluk ömrü uzun sürmedi. Meclis kapatıldı. Fakat, zaten Meclis kapanmadan önce kendine bel bağlayanların ümidi suya düşmüştü. İlk zamanlarda sık sık Necatiyi ziyaret eden babamın yavaşça bu ziyaretleri azalttığını farkediyordum. Bir gün Remzi Beye Necati'den acı acı şikayet ettiğini işittim. Meclis kapandıktan sonra Münir Bey vasıtasiyle İngiliz istibdadı bütün zulmeti ile üzerimize çökecekti. o günleri çok iyi hatırlıyorum...1931 isyanında Kıbrıs'ta yoktum. Tahsil için ben de İstanbul'a gitmiştim. Fakat masrafın çokluğu ve İngiliz parasının düşmesiyle babam 1932'de beni geri Kıbrıs'a aldı. Kıbrıs'ta olup bitenleri kavrayacak yaşta değildim."
s.23'de ise Necati Özkan adı çıkarılmış: "Bazı Türkler (eski metinde Necati Özkan) bu sahada birşeyler başlatmıştı. Sonunu getiremedi(ler)" (Nacak, 26.7.1960)
Yazı dizisinin 9. yazısında yer alan (9.9.1960), ama s.62'de çıkarılmış bir başka bölüm:
"İngiliz idareciler bu şikayetlere kulak tıkar "Türklerde adam yok" cevabını verirdi....Cemaat liderliği yapanlar ise gaflette idiler. Müddeiumumi iken gördüğüm bir evrakta Sir Münür hükümete şunları tavsiye ediyordu: Cemaat işlerini reforme etmek isteyenler Atatürk rejimine bağlı olan anarşistlerdir. Bunlar azınlıktır. Kulak asmayınız"
Münür Bey Evkaftan çıkıncaya kadar (1949) fes giymiş ve şapka giyenlerin şikayetlerini hükümetin dinlememesi icap ettiğini savunmuştu. Allah taksiratını affetsin!"
       
                             OYSA  DOĞRUYU YAZACAĞINA SÖZ VERMİŞTİ
17. yazının yer aldığı 11.11.1960 tarihli gazetede, NACAK imzalı bir açıklamaya yer verilmişti: "Açıklama: 76. sayımızda Ateş gazetesinin Evkaf’tan tahsisat aldığını (50 lira) Rauf Denktaş hatıralarında yazmıştı. Kemal Deniz Bey bize Evkaftan böyle bir tahsisat almadığını bildiren bir açıklama göndermiş ve Denktaş’ın Kıbrıs’a 1945’te döndüğünü, halbuki gazetenin 1946’da neşredildiğini; bunun için Denktaş’ın yazdıklarının doğru olmadığını iddia etmiştir. Denktaş’ın Kıbrıs’a 1947 Mart ayında döndüğünü hatırlatırız.
Denktaş hatıralarının başında “eş-dost gücenmesin doğruyu yazacağız” demişti. Denktaş “Gördüğümüz ve hissettiğimiz gibi doğruyu yazmıya devam edeceğiz. Eşin-dostun gücenmemesini tekrar rica ederim” demektedir. (NACAK)
Görüldüğü gibi, 1960'da verilen söz, aradan geçen yıllardan sonra tutulmayıp, metinde önemli bazı değişiklikler yapılmıştır.
 
                              KİTABA ALINMAYAN BÖLÜMLERDEN ÖRNEKLER
Örneğin, kitaba alınmayan 12. yazıda (bak. Nacak, 7.10.1960), Rauf Denktaş'ın İngiliz Okulu'nda bir yıl öğretmenlik yapması, Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu'nun kuruluşu, Dr.Küçük'ün Kardeş Ocağı üyeliğine kabul edilmeyişi, İngiliz yanlısı memurlar, toplumdaki nemelazımcılık konularına değinilmekteydi.
Yazı dizisinde çok önemli bir bölümü oluşturan ve Rauf Denktaş'ın "1958'in mücadele ayları" diye nitelendirdiği dönemle ilgili anılar da, kitaba her nedense alınmamıştır. (21.-22. ve 23. yazılar)
9.12.1960 tarihli Nacak'ta çıkan 21. yazının ara başlıkları şöyleydi:
"EOKA Türklere tecavüze başlıyor- Türk polisleri öldürülüyor - Rumlar basın bürosuna bomba atıyor - Karışık günler başlıyor - Para ile tutulmuş ajanlar - Rumların asılsız iddiaları - 1958 olaylarının gerçek yüzü"
Kitaba alınmamış bölümden de şu kısımları verelim:
"Bir Türkün öldürülmesi iki toplumun bir lahzada karşı karşıya gelmesi için kafi bir sebepti. Örfi idareler, katliamlar, atılan bombalar, beynelmilel sahada Enosis veya Self-determinasyon lehine bir gelişmeye sebep olmuş, Türklerde müthiş bir asap bozukluğu yaratmıştı.
Nihayet EOKA'nın en sıkışık gününde (7 Haziran 1958) gelen bir tahrikle (TC Kıbrıs Başkonsolosluğu Basın Bürosuna bomba atılmıştı) halk birbirine giriverdi. Bir anda bütün kilise çanlarının çalmaya başlaması eli silahlı Rumların aynı anda muhtelif semptlerden sokaklara dökülmesi işin evvelden planlandığına delildi. Rumlar bu çarpışmanın Türkler tarafından kasten çıkarıldığı iddiasındadırlar. Bu, mesnetsiz bir itham ve iftiradır. 6 Haziranda ben Türkiyeden dönmüş ve mutad karşılama töreninde halka hitaben oldukça sert bir konuşma yapmıştım. İdare Sekreteri Mr.Reddaway beni arattı, polise gelen bir ihbara göre Türklerin nümayiş yapacaklarını öğrenmiş olduklarını ve nümayişin önlenmesi için Türk Konsolosluğuna hükümetçe müracaat edildiğini söyledi. Böyle bir nümayişten haberim olmadığını bildirdim. 24 saat evvelinden, "Türkler, Rumlar aleyhine harekete geçecek" diye polisi haberdar eden şahsın paralı bir ajan olduğunu da ertesi günü Vali Sir Hugh Foot teyid etmişti. Paralı ajan, küçük bir tahrikle iki toplumu birbirine düşürebileceğini biliyordu. Basın-Yayına atılan bomba bu "küçük" tahrik olacaktı.
Eğer  Rumların iddia ettiği gibi bombayı Türkler atmış olsaydı hadiseden 24 saat önce yapılan ikaz bu çılgınlığa mani olabilirdi. Akıl ve mantık bunu icap ettiriyordu."
 
                              MUHALİFLERİYLE İLGİLİ BÖLÜME DE YER VERMEMİŞ
22.yazıdan (16.12.1960) alınmış olan aşağıdaki bölüm de kitapta yoktur:
"Kıbrıs Türkü (İhsan Ali'ler hariç) Enosis'e boyun eğmektense ölmeğe hazırdı. Bu şartlar altında Kıbrıs Türkü tarihi vazifesini yaptı. Aynı şartlar ve aynı günler geri gelecek olursa Kıbrıs Türkü o günkü tutumundan şaşmayacak, Enosis yolcularının uşağı olmayacaktır.
1958 senesinin 7 Haziran tarihinde ancak bir şekil değiştiren mücadeleyi yeni bir başlangıç gibi göstermeye çalışanlar ve bu başlangıcın suçunu da Türklere yüklemek isteyenler ancak hakikatları tahrif ediyorlardı.
...Haziran 1958 olaylarını Türklere yükletmek isteyenler bu hakikatları örtbas etmek için gayretler sarfetmekte ve "muhalefet" diye ortaya atılan Dr.İhsan Ali, Muzaffer Gürkan, Ayhan Hikmet güruhundan destek görmektedirler. Kıbrıs Türk cemaatını lekelemek ve Rum davasını haklı göstermek için Rum matbuatının girişmiş olduğu mücadeleye yukarıda ismi geçen şahısların vicdansızca işbirliği yapmaları Kıbrıs Türküne ibret veren bir misal teşkil etmektedir.
Rumlar Enosis'i temin için mücadele ediyorlar, adam öldürüyorlar ve sıraya geldikçe Türklerin canına kıymaktan da çekinmiyorlardı. Silahsız, teşkilatsız bir cemaat damarlarındaki asil kana itimad ederek ve inanarak kendisini hiçe sayan Rum tedhişçilerine "Dur" demek kararını vermiş ve bu yolda tereddüt etmeksizin canını ve kanını vermeğe hazır olduğunu defatle ilan ve isbat etmişti. Bugün Doktor İhsan Aliler, Muzaffer Gürkanlar ve Ayhan Hikmetler bu mücadeleye hor bakmakta bunun luzumsuz olduğunu iddia etmekte ve Rumlarla Türklerin arasını sunİ tertiplerle açanlardan bahsederek akıllarınca Kıbrıs Türklerinin o günlerdeki idareci ve mesullerini itham altında bırakmak yoluna gitmektedirler. Eoka vurucularından Nikos Sampson da Enosis kampanyasının ölmediğini isbat için çıkarmakta olduğu MAHİ isimli gazetesinde ancak bu efendilerin iddiası kadar iddialarda ve ithamlarda bulunabilmiştir.
O günlerin muhasebesini yaparken, o günlerdeki olayları unutmamak lazımdır. Eoka her ne pahasına olursa olsun Enosis'e gitmek için mücadele ediyordu. Kıbrıs Rum halkı bir bütün olarak bu mücadeleyi destekliyordu. Kıbrıs Türkü (İhsan Aliler hariç) Enosise boyun eğmektense, ölmeğe hazırdı. Bu şartlar altında Kıbrıs Türkü tarihi vazifesini yaptı. Aynı şartlar ve aynı günler geri gelecek olursaKıbrıs Türkü o günkü tutumundan şaşmayacak, Enosis yolcularının uşağı olmayacaktır. Tarih bunu böyle bilecek ve Kıbrıs Rumlarının Enosis rüyasını hakikatlaştıramamalarına sebep olarak Kıbrıs Türklerinin realist ve milliyetperver tutumunu gösterecektir. O günlerde Dr.İhsan Ali, Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet beylerin aklı ile hareket edilmiş olsaydı, şimdiye Kıbrıs Yunanistana ilhak edilmiş bulunacaktı.
7 Haziran 1958 gecesi Türkiye Cumhuriyeti Basın Bürosuna atılan bomba ile yeni bir şekil alan  mücadeleden Eoka'nın  istifadesi mühim oldu. Çünkü, dağlarda-şehirlerde Eokacıları arayıp sıkıştırmakla meşgul olan emniyet kuvvetleri bütün enerjilerini cemaatlar arası kavganın genişlemesini önlemeğe teksif ediyorlardı. Bunun içindir ki bombayı büroya Rumların atmış olması şüphe götürmez bir gerçektir. Birkaç ne dediğini bilmez Türk ile elbirliği yaparak bu suçu da Türklere yüklemeğe çalışan Rum basınının maksatlı neşriyatı altında susmak hiç de doğru değildir."
(Oysa ki Rauf Denktaş'ın yıllar sonra açıklayacağı gibi, o bombayı bir Kıbrıslı Türk provokatör arkadaşı atmıştı!)
Yeraltı tedhiş örgütü TMT'nin liderlerinden olan Rauf Denktaş'ın anılarını genç nesillere aktarırken, bu bölümleri kitap metni dışında bırakması, bazı "ayak izlerinin silinmesini" istediğini göstermiyor mu? Kendisi, 1960'larda bu olayları kaleme alırken şöyle yazmaktaydı:
"O günkü ruhu ve o günlerin yaşanışı Kıbrıs Türkünün mukadderatından çok büyük rol oynayacaktı."(kitapta yer almayan 23.12.1960 tarihli 23. bölümden)
"Bugün rahat köşelerine çekilmiş 3-5 kişi, o günlerin olaylarını, icraatını, enine-boyuna çekiştirmekte devam ededursunlar. Unuttukları tek bir şey vardır onların: O günkü şartlar altında can ve namus müdafaası başka türlü yapılamazdı. Türk gençliği o günlerin hadiselerini iyice öğrenmeli, o günkü mücadeleye "Kurtuluş Mücadelesi" gözüyle bakmalı ve o günkü mücahitler de övünmesini bilmelidirler. O karanlık günler tekrar gelecek olursa hattı hareketimizde hiçbir değişiklik olmıyacaktır. O gün yaptığımız gibi neticesini ve akibetimizi hesaplamaksızın ve düşünmeksizin namus ve bekamızı müdafaa edeceğiz." (Kitapta yer almayan 30.12.1960 tarihli 24. bölümden)
                                          27-28 OCAK ŞEHİTLERİYLE İLGİLİ BÖLÜM DE YOK
Kitaba alınmayan bir başka önemli olay da 27-28 Ocak şehitlerinin cenaze merasimiyle ilgili bölümdür. Bu 7 şehitle ilgili olarak Rauf Denktaş, "Davanın Türklerin reyi alınmaksızın halledilemeyeceği açıkça meydana çıkmıştı" diye yazmış olmasına karşın (Bak. Nacak, 17.3.1961, 33. bölüm), bu bölüm de kitaba alınmamıştır. Kim bilir, belki de bunları yine "gözden geçirdikten sonra", ayrı bir kitap halinde yayımlayacaktır!
                            
                                                SON ÜÇ YAZI KİTABA HİÇ GİRMEDİ                    
"Koloni İdaresinde Kıbrıs Türkleri" adlı kitaba alınan anılar, 136. sayfa'da sona eriyor, ama Nacak'ta çıkmış olan ilk metinde, üç yazılık bir bölüm daha var ki onlar da kitaba hiç alınmamıştır.
Bu üç yazıdan kısa bazı alıntılarla değerlendirmemizi bitiriyoruz:
"Ayrı cemaat statümüzden zerre kadar feragatta bulunmak büyük tehlikelere intizar etmek demektir. Bu noktayı, bugünün Kıbrıs Türkü de, yarının Kıbrıs Türkü de idrak etmelidir. Renksiz ve desensiz Kıbrıs bayrağı yanında, şerefli Türk bayrağını dalgalandırmaktan çekinmeğe başladığımız gün davayı kaybettiğimiz gündür." (36. yazıdan, Nacak, 28.4.1961)
"Bizi, Rum tehditleri büyültmek, her an cemaatler arası bir çarpışma vuku bulacakmış gibi bir hava yaratmakla itham ederek, Zurih ve Londra andlaşmaları aleyhinde pozisyon almış olarak gören veya görmek istiyen Rumlar yanında Türk muhalifleri (!) de vardır. Gerçekleri olduğu gibi aksettirmek, Rumlardan gelen tahrikleri, kötü niyet emarelerini halka göstermek her Türkün vazifesidir. Cemaatı, sahte bir itimserlik havası içinde avutup uyutmak tehlikeyi kendiliğimizden davet etmekten başka bir şey değildir. Bu cemaat tarihinin hiçbir safhasında namertçe tahrik ve hareketlere tevessül etmemiştir. Ancak uyanıklığı, milli sağduyusu sayesinde kendisine yöneltilen hücumları defetmiş, kurulan tuzakları akim bırakmıştır. Bundan böyle, haklarımızın hududu dahilinde azami işbirliğine ve devleti oprtaklaşa idareye giderken, dinamik bir milli siyaset gütmemiz, kendi kendimizi sahte bir tozpembelik içinde aldatmamamız, unutmamamız gerekir. Bunu yapabilmek için de, Türk politikasını, geçmişi de gözönünde tutarak planlamak lazımdır." (37. yazıdan, Nacak 5.5.1961)
"Geçenlerde bir ticaret heyetimiz Türkiye'ye gitti; gayeleri Anavatan ile Yavruvatan arasında ticari münasebetleri geliştirmek ve Kıbrıstaki Türk ticaretini inkişaf ettirmektir. Bu sadece bir gazete haberi değildir. Kıbrıs Türk Cemaatı 83 seneden beri ilk defa olarak "ayrı cemaat" statüsünün gerektirdiği bir hamle yapıyordur. Bu heyetin başında Kıbrıs Türk Ticaret Odası'nın Başkanı bulunuyor. Bu da ayrı cemaat statümüzün gerektirdiği bir teşkilatın ödevine dört elle sarılması demektir. Bizim için üzerinde önemle durulacak bir olay bu..
...Türk Ticaret Odası, şimdiki politik durumumuz içinde, "ayrı Türk varlığının" statüsüne zemin teşkil etmektedir. Ayrı Belediyelerimiz, ayrı Kooperatif ve Maarifimiz kadar, ayrı Ticaret Odamızın yaşaması ve inkişaf edebilmesi için elden gelen fedakarlık yapılmalıdır. Türk Ticaret Odasının seneden seneye kuvvetlenip, inkişaf etmesi Kıbrıs çarşısında Türk ticaretinin barometresini teşkil (edecektir-olmalı) yönetecektir; çünkü yükselemeyen bir tüccar kitlesinin yaşatacağı Ticaret Odası ancak zayıf olur!" (38. yazıdan, Nacak 12.5.1961)
 
(Hüseyin Karlıdağ takma adıyla, Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, aylık dergi, Haziran 1998 (Sayı:29) ve Temmuz 1998 (Sayı:30)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder