Bu yılın (1983) Ağustos ayında Lefkoşa’da Özle Ofset
tarafından basımı yapılan 113 sayfalık bir kitap yayımlandı. “Kıbrıs Sorununda
İç ve Dış Etkenler” adı verilen çalışma, Niyazi Kızılyürek adlı bir Kıbrıslı
Türke ait. Kitabın arka kapağında kısa bir özgeçmişi verilen yazarın, 1977
yılından beri Federal Almanya’da bulunduğu ve Bremen Üniversitesi’nde ekonomi
tahsili yaptığı belirtiliyor. Kitabın fiyatı ise 400 TL olarak biraz yüksek
konmuş.
Yayın hayatı çok kısır olan
toplumumuzda edebi eserler yanında, az sayıda da olsa politik içerikli
kitapların yayımlanması sevinilecek bir gelişmedir. Hele bu kitabın konusu,
Kıbrıs sorununda rol oynayan iç ve dış etkenler olunca, daha bir dikkat çekici oluyor.
Çünkü bazıları, bugün Kıbrıs’ta var olan güçlükleri, işin kolayına kaçarak,
sadece sömürgeciliğin mirası veya İngiliz-Amerikan emperyalizminin
entrikalarının bir sonucu olarak açıklama eğilimindedirler. Oysa sömürgecilik
ve emperyalizmin Kıbrıs uyuşmazlığında oynadığı olumsuz rol, çok iyi
bilinmektedir ve bu konu çok işlenmiştir.
Doğu Akdeniz’de stratejik bir konuma
sahip olan Kıbrıs adası üzerinde yaşayan iki ana etnik-ulusal toplum arasında
süregelen anlaşmazlığı çözümleyebilmek için, öncelikle, emperyalizmin
müdahaleleri ile toplumlararası anlaşmazlığın kökenleri ve bunun gerçek
nedenleri arasında bir ayrım yapmak zorunludur.
Kıbrıs’ta bugün var olan milliyetler
sorunu, politik, ekonomik, ideolojik, anayasal ve halkların sosyal kurtuluş
mücadelesi esnasında ortaya çıkan diğer sorunlardan oluşan büyük bir bütündür.
Ne yazık ki, 1960’dan önceki İngiliz sömürge yönetiminin uyguladığımilliyetler
politikası, adanın politik bağımsızlığına kavuşmasından çok önce, milliyetler
sorununun alevlenmesine yol açmış ve yüz yılı aşkın bir süredir devam edegelen
iki toplum arasındaki temsiliyet mücadelesini çıkmaza sokmuştur.
Kıbrıs sorununun çözümlenmesi, bir
yandan adanın emperyalizmin ve yeni sömürgeciliğin etkilerinden arındırılmasına
bağlı iken, öte yandan da ana sorun olan içteki milliyetler sorununun nasıl
çözümleneceğine bağlıdır. Ama yine de tayin edici faktörün, her iki toplum
arasındaki ulusal farklılıklar olmayıp, ülkedeki ve uluslararasıplandaki sınıf
mücadelesi olduğunu vurgulamak gerekmektedir.
Bu açıdan baktığımız zaman sorun, hangi
toplumun hangisini yöneteceği sorunu olmayıp, ada sathında hangi sınıfın
iktidarı edilnde bulunduracağı sorunu olarak ortaya çıkar.
Konuya bu şekilde yaklaşırsak, Niyazi
Kızılyürek’in kitabının, özellikle iç etkenlerin araştırılması ve açıklanması
açısından yeterli olamadığını görmekteyiz. Sunuş yazısındaki saptamaya
katılıyoruz: “Ne ki, Kıbrıs sorununu salt İngiliz sömürgeciliği ile emperyalist
müdahalelere bağlamak, adada kendi içimizde iki toplumu birbirine düşüren, yapı
ve ilişkileri ve bu ilişkilerin doğurduğu sınıf ve şahsiyetleri görmemek
demektir.” (s.3)
Ama kanımızca Giriş’te belirtilen
“çalışmada iç ve dış nedenler birbirlerinden ayrı olarak değil, bilhassa iç içe
alınmışlardır” sözleriyle bir yöntem hatasına gidilmekte ve sistemetik bir
çalışma, daha başlangıçta dıştalanmaktadır. Nitekim daha sonraki bölümlerde, iç
etkenlerin neler olduğu belirgin bir şekilde ortaya çıkmamaktadır.
Tarihin akışı içinde izlenen olaylar ve
gelişmelerle ilgili yazarın katılmadığımız bazı görüşlerine geçmezden önce,
kitaptaki bazı ifade bozukluklarına ve özellikle bazı terimlere değinmek
gerekecektir. Bütün çalışma boyunca Kıbrıslı Rumlardan, hep
“KıbrıslıYunanlılar” diye söz edilmektedir ve yazarın neden bu kelimeyi tercih
ettiği hiçbir yerde açıklanmamaktadır. Oysa Kıbrıs’ta doğup, büyümüş her
Kıbrıslı Türk, ada üzerinde kendileriyle birlikte yaşayan diğer ana etnik
unsuru, “KıbrıslıRumlar” olarak tanımlamaktadır. Her ne kadar Kıbrıslı Rumlar,
kendilerini etnik açıdan “Elen” olarak kabul ederlerse de, bugün Yunanistan’da
yaşayan“Yunanlılar” veya “Elenler” ile aralarında büyük etnik farklılıklar
olduğu da bir gerçektir. Bu tercihin, yazarın Almanca olarak hazırladığını
tahmin ettiğimi çalışmasının çevirisindeki bir dikkatsizlik nedeniyle olduğunu
sanıyoruz. Aynı çeviri hatalarını Mikono (Miken veya Mikena), Phönis
(Fenikeli), Templorora (Templar şövalyeleri) gibi tarihi terimlerde veya
Omorphita (Küçük Kaymaklı) gibi yerleşim adlarında görebiliriz.
“Türklerin Kıbrıs’a iskânı” adlıbölümde
şu satırlar yer almaktadır: “Önemle üzerinde durulması gereken noktalardan bir
tanesi de Kıbrıs’a Türklerin yerleştirilmesidir. Ve Türklerin Kıbrıs’a
iskânının önemi, Ortodoks-Yunanlılarla Müslüman-Türklerin demografik
kaynaşmasına yol açmasıdır. Çünkü Türkler adaya yerleştirilirken, yerli halktan
soyutlanmış olarak değil, Yunanlılarla iç içe yerleştirilmişlerdir.” (s.13)
Oysa iskân bu şekilde yapılmamıştır:
“1572 sayımında tesbit edildiğine göre Masera ve Mazoto bölgesinde 76 köyde
kimse yaşamıyordu. (Bak.Halil İnalcık, Ottoman Policy and Administration in
Cyprus after the Conquest, Ankara 1969, s.7) İşte Anadolu’dan getirilen
geçmenler bu ve bunun gibi boş yerlere yerleştirilecekti.” (Bak. Cengiz
Orhonlu’nun tebliği: Osmanlı Türklerinin Kıbrıs adasına yerleşmesi
–Milletlerarası Birinci Kıbrıs Tetkikleri Kongresi, 14-19 Nisan 1969, Ankara
1971, s.93)
Daha sonraki bölümlerde “Osmanlı
İmparatorluğunda üretim ve mülkiyet ilişkileri”ne ilişkin bazı bilgiler veren
Niyazi Kızılyürek, Türkiyeli araştırmacılar tarafından bile tartışmalı olarak
kabul edilen bazı değerlendirmeleri Kıbrıs’a aktarmaya çalışmaktadır.
Osmanlı döneminde Kıbrıs’ta görülen
isyan hareketlerine çok kısa bir değinmeden sonra, “özet olarak diyebiliriz ki,
17. ve 18. yüzyıllarda Kıbrıs’ta iç gelişmeyi belirleyen iki topluluk
arasındaki dini ve lisan ayrılığı değil, sınıf çelişkileri idi” (s.21) diyerek,
çok önemli bir konuyu yeterince incelememekte; aynı şekilde Kıbrıs Rum
burjuvazisinin özellikle 19. yüzyılda hangi politik ve ekonomik koşullar altında
şekillenmeye başladığı da belirgin bir şekilde verilmeden birkaç cümle içinde
geçiştirilmektedir. (Bak. s.24-26)
s.29’da 1881 yılına ait nüfus
istatistikleri aktarılırken, toplam müslüman nüfus sayısının 45,458 olduğu ve
bunun 2,454’ünün Yunanca konuştuğu belirtilmesine rağmen, s.35’de “hemen hemen
bütün Türklerin Yunanca konuşmaları, komünikasyon sorunlarını
çözüyordu”denerek, çelişkiye düşülmektedir. Yoksa bu sayı, ana dili olarak
Yunancayıgösteren müslüman veya Türk nüfusu gösteriyorsa, durum değişir.
Aynı sayfada “Kıbrıs Komünist
Partisi’nin 1921 yılında kurulduğu ve bundan bir yıl sonra da ilk Kıbrıs
sendikasının kurulduğu” belirtilmektedir. Oysa, işçi sınıfı ideolojisini
benimseyen bazı işçi ve memurların Kıbrıs’ta ilk defa olarak sendikal örgütlenmeye
gitmeleri, 1922 yılı sonunda (Ekim-Kasım) olmuş ve KKP de kuruluşkongresini
ancak 14 Ağustos 1926’da gerçekleştirmiştir. (Bak. Elefteria, 3 Aralık 1924 ve
AKEL 50. Yıl Tezleri, 1976)
s.36’da önemli bir konu yine“özet
olarak” verilmekte ve verilen sonucun önbilgilerine değinilmemektedir:“Özet
olarak diyebiliriz ki, Kıbrıs’ta I. Dünya Savaşı’ndan sonra çeşitli çelişkiler
toplumsal yapıyı belirler. Bu çelişkilerin en önemlisi, iki halk grubunun
burjuvazisi ile sınıf temelinde örgütlenen ilerici hareket arasındadır. İkinci
önemli çelişki, Kıbrıs’ta Yunan ve Türk burjuvazisi arasındadır. Üçüncü önemli
çelişki ise, Kıbrıs Yunan burjuvazisi ile İngiliz sömürge yönetimi arasındadır.
Bundan böyle Kıbrıs’taki gelişmeler, bu üç boyutlu çelişkinin bünyesinde yatmaktadır.”
Burada da etnik-ulusal bilincin uyanış
ve gelişmesi açısından aralarında 100 yıldan fazla bir fark bulunan Kıbrıslı
Rum ve Kıbrıslı Türk burjuvazileri eşzamanlı olarak değerlendirilmekte ve
zorlama bir “çelişki”ler karmaşası sunulmaktadır.
Kıbrıs’taki Türk egemen çevrelerinin tâ
İngiliz sömürge yönetiminin ilk yıllarına uzanan enosis aleyhtarlığı, bilinmiş
bir şey olmasına rağmen, “II. Dünya Savaşına kadar, Kıbrıs’ta halk arasında
ulusal bir çatışmaysa rastlanmaz” denerek (s.37), Kıbrıs sorunundaki iç
etkenlerden en çok bilineni ve üzerinde en çok konuşulmuş olanıhakkında gereken
titizlik ve önemle durulmamaktadır. Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi’nin konuya
ilişkin politik, kültürel ve sosyal çalışmalarını aktarmada da yetersizlikler
görülmektedir.
AKEL’in 1949 yılından sonra enosis’ten
yana açık tavır koyduğunu yerinde olarak belirten Niyazi Kızılyürek, Kadritzke
ve Wagner’den aktardığı ve kendisinin de katıldığı şu görüşle, Kıbrıs sorununun
çözümsüzlüğünün temelinde yatan önemli bir gerçekliğe parmak basar:“...AKEL,
enosis istemini yeniden dile getirir ve Kıbrıs’ta sınıf temelinde örgütlenmeye
zarar verdiği gibi, Kıbrıs Türk halkının çıkarlarını gözardı etmişolur. AKEL
ile Kıbrıs Yunan burjuvazisi arasında adeta bir milliyetçilik yarışıbaşlar. Bu tabana
sahip çıkabilme kavgasıdır ve bunu Kıbrıs Yunan burjuvazisi kazanır...” (s.47)
Gerisi artık çorap söküğü gibi
gelecektir. İngiliz sömürge yönetimi, EOKA tedhiş hareketinin önüne
KıbrıslıTürklerden oluşan polis ve komando birliklerini sürer. TMT ise Kıbrıslı
Türk demokratları sindirme emrini almıştır. Emperyalizmin sunduğu taksim tezi,
artık Türk tarafının “milli dava”sı haline gelmiştir.
1960 yılı öncesi ve sonrasına ilişkin
olayların anlatımında Almanca yanında, Türkçe kaynakların da kullanılmış
olması, yazarın daha tutarlı değerlendirmelere varmasınısağlamıştır. Kıbrıs
Cumhuriyeti dönemindeki ekonomik duruma ilişkin verilerde, Almanca olarak
hazırlanmış çok değerli bir çalışma olan Nikolaus Venturis’in“Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin politik sisteminde entegrasyon süreci” adlı doktora tezi
(Göppingen, 1970) kaynak olarak alınmaktadır. Ancak biz, Niyazi Kızılyürek’in
“Kıbrıs sorununda iç ve dış etkenler”i araştırırken, bu eserden gereğince
yararlanmadığı kanısındayız. Aynı şey, Michael Attalides’in eserinden
yararlanma konusunda da geçerlidir.
Kitabın daha sonraki bölümlerinde
1974’e kadarki olaylar özetlenmekte ve şu görüşlere yer verilmektedir:
“(1964’den sonra) Ortaya çıkan yeni
ekonomik-politik şartlar altında “enosis” artık süratle KıbrıslıYunanlılar için
çekiciliğini yitirmeye başlamıştır.” (s.85)
“Kıbrıs’ı ABD’nin kontrolu ve NATO etki
alanı içine alabilmek, ada’da bunu engelleyen faktörleri ortadan kaldırmaktan
geçiyordu. Bunlar, bağımsız, bağlantısız bir politika güden ve 1964’den beri
bir türlü ABD-NATO çözüm önerisini geri çeviren Makarios ve ada’daki sol
güçlerdi. Bunları ortadan kaldırma görevi EOKA-B’nindi.” (s.93)
“Türkiye’nin müdahalesi ile ortaya
çıkan coğrafi bölünme, 200 bin Kıbrıslı Yunanlının çizilen sınırın güneyine,
EOKA-B’nin acımasız saldırılarına uğrayan Kıbrıslı Türklerin bu sınırın
kuzeyine göç etmeleriyle demografik olarak da gerçekleştirilir.” (s.101)
“NATO-Türkiye ve Kıbrıs Türk
burjuvazisi Kıbrıs sorununda çıkar birliğine sahiptirler. Diğer yandan
Sovyetler Birliği, bağlantısızlar ve Kıbrıslı Yunanlılar da kendi aralarında
uyum içindedirler.” (s.104)
“Bir tarafta Kıbrıs Türk burjuvazisinin
‘çarşı’ derdi, Türkiye’nin ‘ulusal çıkarları’, diğer yanda Yunanistan’ın
prestiji ve Kıbrıs Yunan bujuvazisinin bütün bir Kıbrıs pazarısorunu. Ve en
nihayet NATO’nun güney kanadı, ‘komünist gelişme’ ve ‘üs sorunu.”(s.106)
Sonuç olarak belirtmek gerekirse,
Niyazi Kızılyürek’in bu çalışması, Kıbrıslı Türk aydınlar arasında
tartışılmakta olan bazı temel konuları bir kez daha ortaya koymakla, yararlıbir
iş yapmakta, ama “telif” bir eserden ziyade, çoğunluğu Almanca olan Kıbrıs’la
ilgili bazı araştırmaların “tercüme” bir montajı durumunu aşamamaktadır.
Dileğimiz, Kıbrıs sorunundaki dış ve özellikle iç etkenlerin ve bunların
tarihsel süreç içinde geçirdiği evrelerin, ülkemizdeki sınıf mücadeleleri
açısından araştırılıp, tartışılmasının sürdürülmesi ve bilimsel gerçekçi
sentezlere ulaşılmasıdır.
(Hüseyin Karlıdağ imzasıyla yayımlandı, Söz
gazetesi, 8 ve 9 Ekim 1983)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder