16 Aralık 2013 Pazartesi

KIZILYÜREK’İN KİTABI ÜZERİNE


Bu yılın (1983) Ağustos ayında Lefkoşa’da Özle Ofset tarafından basımı yapılan 113 sayfalık bir kitap yayımlandı. “Kıbrıs Sorununda İç ve Dış Etkenler” adı verilen çalışma, Niyazi Kızılyürek adlı bir Kıbrıslı Türke ait. Kitabın arka kapağında kısa bir özgeçmişi verilen yazarın, 1977 yılından beri Federal Almanya’da bulunduğu ve Bremen Üniversitesi’nde ekonomi tahsili yaptığı belirtiliyor. Kitabın fiyatı ise 400 TL olarak biraz yüksek konmuş.
Yayın hayatı çok kısır olan toplumumuzda edebi eserler yanında, az sayıda da olsa politik içerikli kitapların yayımlanması sevinilecek bir gelişmedir. Hele bu kitabın konusu, Kıbrıs sorununda rol oynayan iç ve dış etkenler olunca, daha bir dikkat çekici oluyor. Çünkü bazıları, bugün Kıbrıs’ta var olan güçlükleri, işin kolayına kaçarak, sadece sömürgeciliğin mirası veya İngiliz-Amerikan emperyalizminin entrikalarının bir sonucu olarak açıklama eğilimindedirler. Oysa sömürgecilik ve emperyalizmin Kıbrıs uyuşmazlığında oynadığı olumsuz rol, çok iyi bilinmektedir ve bu konu çok işlenmiştir.
Doğu Akdeniz’de stratejik bir konuma sahip olan Kıbrıs adası üzerinde yaşayan iki ana etnik-ulusal toplum arasında süregelen anlaşmazlığı çözümleyebilmek için, öncelikle, emperyalizmin müdahaleleri ile toplumlararası anlaşmazlığın kökenleri ve bunun gerçek nedenleri arasında bir ayrım yapmak zorunludur.
Kıbrıs’ta bugün var olan milliyetler sorunu, politik, ekonomik, ideolojik, anayasal ve halkların sosyal kurtuluş mücadelesi esnasında ortaya çıkan diğer sorunlardan oluşan büyük bir bütündür. Ne yazık ki, 1960’dan önceki İngiliz sömürge yönetiminin uyguladığımilliyetler politikası, adanın politik bağımsızlığına kavuşmasından çok önce, milliyetler sorununun alevlenmesine yol açmış ve yüz yılı aşkın bir süredir devam edegelen iki toplum arasındaki temsiliyet mücadelesini çıkmaza sokmuştur.
Kıbrıs sorununun çözümlenmesi, bir yandan adanın emperyalizmin ve yeni sömürgeciliğin etkilerinden arındırılmasına bağlı iken, öte yandan da ana sorun olan içteki milliyetler sorununun nasıl çözümleneceğine bağlıdır. Ama yine de tayin edici faktörün, her iki toplum arasındaki ulusal farklılıklar olmayıp, ülkedeki ve uluslararasıplandaki sınıf mücadelesi olduğunu vurgulamak gerekmektedir.
Bu açıdan baktığımız zaman sorun, hangi toplumun hangisini yöneteceği sorunu olmayıp, ada sathında hangi sınıfın iktidarı edilnde bulunduracağı sorunu olarak ortaya çıkar.
Konuya bu şekilde yaklaşırsak, Niyazi Kızılyürek’in kitabının, özellikle iç etkenlerin araştırılması ve açıklanması açısından yeterli olamadığını görmekteyiz. Sunuş yazısındaki saptamaya katılıyoruz: “Ne ki, Kıbrıs sorununu salt İngiliz sömürgeciliği ile emperyalist müdahalelere bağlamak, adada kendi içimizde iki toplumu birbirine düşüren, yapı ve ilişkileri ve bu ilişkilerin doğurduğu sınıf ve şahsiyetleri görmemek demektir.” (s.3)
Ama kanımızca Giriş’te belirtilen “çalışmada iç ve dış nedenler birbirlerinden ayrı olarak değil, bilhassa iç içe alınmışlardır” sözleriyle bir yöntem hatasına gidilmekte ve sistemetik bir çalışma, daha başlangıçta dıştalanmaktadır. Nitekim daha sonraki bölümlerde, iç etkenlerin neler olduğu belirgin bir şekilde ortaya çıkmamaktadır.
Tarihin akışı içinde izlenen olaylar ve gelişmelerle ilgili yazarın katılmadığımız bazı görüşlerine geçmezden önce, kitaptaki bazı ifade bozukluklarına ve özellikle bazı terimlere değinmek gerekecektir. Bütün çalışma boyunca Kıbrıslı Rumlardan, hep “KıbrıslıYunanlılar” diye söz edilmektedir ve yazarın neden bu kelimeyi tercih ettiği hiçbir yerde açıklanmamaktadır. Oysa Kıbrıs’ta doğup, büyümüş her Kıbrıslı Türk, ada üzerinde kendileriyle birlikte yaşayan diğer ana etnik unsuru, “KıbrıslıRumlar” olarak tanımlamaktadır. Her ne kadar Kıbrıslı Rumlar, kendilerini etnik açıdan “Elen” olarak kabul ederlerse de, bugün Yunanistan’da yaşayan“Yunanlılar” veya “Elenler” ile aralarında büyük etnik farklılıklar olduğu da bir gerçektir. Bu tercihin, yazarın Almanca olarak hazırladığını tahmin ettiğimi çalışmasının çevirisindeki bir dikkatsizlik nedeniyle olduğunu sanıyoruz. Aynı çeviri hatalarını Mikono (Miken veya Mikena), Phönis (Fenikeli), Templorora (Templar şövalyeleri) gibi tarihi terimlerde veya Omorphita (Küçük Kaymaklı) gibi yerleşim adlarında görebiliriz.
“Türklerin Kıbrıs’a iskânı” adlıbölümde şu satırlar yer almaktadır: “Önemle üzerinde durulması gereken noktalardan bir tanesi de Kıbrıs’a Türklerin yerleştirilmesidir. Ve Türklerin Kıbrıs’a iskânının önemi, Ortodoks-Yunanlılarla Müslüman-Türklerin demografik kaynaşmasına yol açmasıdır. Çünkü Türkler adaya yerleştirilirken, yerli halktan soyutlanmış olarak değil, Yunanlılarla iç içe yerleştirilmişlerdir.” (s.13)
Oysa iskân bu şekilde yapılmamıştır: “1572 sayımında tesbit edildiğine göre Masera ve Mazoto bölgesinde 76 köyde kimse yaşamıyordu. (Bak.Halil İnalcık, Ottoman Policy and Administration in Cyprus after the Conquest, Ankara 1969, s.7) İşte Anadolu’dan getirilen geçmenler bu ve bunun gibi boş yerlere yerleştirilecekti.” (Bak. Cengiz Orhonlu’nun tebliği: Osmanlı Türklerinin Kıbrıs adasına yerleşmesi –Milletlerarası Birinci Kıbrıs Tetkikleri Kongresi, 14-19 Nisan 1969, Ankara 1971, s.93)
Daha sonraki bölümlerde “Osmanlı İmparatorluğunda üretim ve mülkiyet ilişkileri”ne ilişkin bazı bilgiler veren Niyazi Kızılyürek, Türkiyeli araştırmacılar tarafından bile tartışmalı olarak kabul edilen bazı değerlendirmeleri Kıbrıs’a aktarmaya çalışmaktadır.
Osmanlı döneminde Kıbrıs’ta görülen isyan hareketlerine çok kısa bir değinmeden sonra, “özet olarak diyebiliriz ki, 17. ve 18. yüzyıllarda Kıbrıs’ta iç gelişmeyi belirleyen iki topluluk arasındaki dini ve lisan ayrılığı değil, sınıf çelişkileri idi” (s.21) diyerek, çok önemli bir konuyu yeterince incelememekte; aynı şekilde Kıbrıs Rum burjuvazisinin özellikle 19. yüzyılda hangi politik ve ekonomik koşullar altında şekillenmeye başladığı da belirgin bir şekilde verilmeden birkaç cümle içinde geçiştirilmektedir. (Bak. s.24-26)
s.29’da 1881 yılına ait nüfus istatistikleri aktarılırken, toplam müslüman nüfus sayısının 45,458 olduğu ve bunun 2,454’ünün Yunanca konuştuğu belirtilmesine rağmen, s.35’de “hemen hemen bütün Türklerin Yunanca konuşmaları, komünikasyon sorunlarını çözüyordu”denerek, çelişkiye düşülmektedir. Yoksa bu sayı, ana dili olarak Yunancayıgösteren müslüman veya Türk nüfusu gösteriyorsa, durum değişir.
Aynı sayfada “Kıbrıs Komünist Partisi’nin 1921 yılında kurulduğu ve bundan bir yıl sonra da ilk Kıbrıs sendikasının kurulduğu” belirtilmektedir. Oysa, işçi sınıfı ideolojisini benimseyen bazı işçi ve memurların Kıbrıs’ta ilk defa olarak sendikal örgütlenmeye gitmeleri, 1922 yılı sonunda (Ekim-Kasım) olmuş ve KKP de kuruluşkongresini ancak 14 Ağustos 1926’da gerçekleştirmiştir. (Bak. Elefteria, 3 Aralık 1924 ve AKEL 50. Yıl Tezleri, 1976)
s.36’da önemli bir konu yine“özet olarak” verilmekte ve verilen sonucun önbilgilerine değinilmemektedir:“Özet olarak diyebiliriz ki, Kıbrıs’ta I. Dünya Savaşı’ndan sonra çeşitli çelişkiler toplumsal yapıyı belirler. Bu çelişkilerin en önemlisi, iki halk grubunun burjuvazisi ile sınıf temelinde örgütlenen ilerici hareket arasındadır. İkinci önemli çelişki, Kıbrıs’ta Yunan ve Türk burjuvazisi arasındadır. Üçüncü önemli çelişki ise, Kıbrıs Yunan burjuvazisi ile İngiliz sömürge yönetimi arasındadır. Bundan böyle Kıbrıs’taki gelişmeler, bu üç boyutlu çelişkinin bünyesinde yatmaktadır.”
Burada da etnik-ulusal bilincin uyanış ve gelişmesi açısından aralarında 100 yıldan fazla bir fark bulunan Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk burjuvazileri eşzamanlı olarak değerlendirilmekte ve zorlama bir “çelişki”ler karmaşası sunulmaktadır.
Kıbrıs’taki Türk egemen çevrelerinin tâ İngiliz sömürge yönetiminin ilk yıllarına uzanan enosis aleyhtarlığı, bilinmiş bir şey olmasına rağmen, “II. Dünya Savaşına kadar, Kıbrıs’ta halk arasında ulusal bir çatışmaysa rastlanmaz” denerek (s.37), Kıbrıs sorunundaki iç etkenlerden en çok bilineni ve üzerinde en çok konuşulmuş olanıhakkında gereken titizlik ve önemle durulmamaktadır. Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi’nin konuya ilişkin politik, kültürel ve sosyal çalışmalarını aktarmada da yetersizlikler görülmektedir.
AKEL’in 1949 yılından sonra enosis’ten yana açık tavır koyduğunu yerinde olarak belirten Niyazi Kızılyürek, Kadritzke ve Wagner’den aktardığı ve kendisinin de katıldığı şu görüşle, Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün temelinde yatan önemli bir gerçekliğe parmak basar:“...AKEL, enosis istemini yeniden dile getirir ve Kıbrıs’ta sınıf temelinde örgütlenmeye zarar verdiği gibi, Kıbrıs Türk halkının çıkarlarını gözardı etmişolur. AKEL ile Kıbrıs Yunan burjuvazisi arasında adeta bir milliyetçilik yarışıbaşlar. Bu tabana sahip çıkabilme kavgasıdır ve bunu Kıbrıs Yunan burjuvazisi kazanır...” (s.47)
Gerisi artık çorap söküğü gibi gelecektir. İngiliz sömürge yönetimi, EOKA tedhiş hareketinin önüne KıbrıslıTürklerden oluşan polis ve komando birliklerini sürer. TMT ise Kıbrıslı Türk demokratları sindirme emrini almıştır. Emperyalizmin sunduğu taksim tezi, artık Türk tarafının “milli dava”sı haline gelmiştir.
1960 yılı öncesi ve sonrasına ilişkin olayların anlatımında Almanca yanında, Türkçe kaynakların da kullanılmış olması, yazarın daha tutarlı değerlendirmelere varmasınısağlamıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti dönemindeki ekonomik duruma ilişkin verilerde, Almanca olarak hazırlanmış çok değerli bir çalışma olan Nikolaus Venturis’in“Kıbrıs Cumhuriyeti’nin politik sisteminde entegrasyon süreci” adlı doktora tezi (Göppingen, 1970) kaynak olarak alınmaktadır. Ancak biz, Niyazi Kızılyürek’in “Kıbrıs sorununda iç ve dış etkenler”i araştırırken, bu eserden gereğince yararlanmadığı kanısındayız. Aynı şey, Michael Attalides’in eserinden yararlanma konusunda da geçerlidir.
Kitabın daha sonraki bölümlerinde 1974’e kadarki olaylar özetlenmekte ve şu görüşlere yer verilmektedir:
“(1964’den sonra) Ortaya çıkan yeni ekonomik-politik şartlar altında “enosis” artık süratle KıbrıslıYunanlılar için çekiciliğini yitirmeye başlamıştır.” (s.85)
“Kıbrıs’ı ABD’nin kontrolu ve NATO etki alanı içine alabilmek, ada’da bunu engelleyen faktörleri ortadan kaldırmaktan geçiyordu. Bunlar, bağımsız, bağlantısız bir politika güden ve 1964’den beri bir türlü ABD-NATO çözüm önerisini geri çeviren Makarios ve ada’daki sol güçlerdi. Bunları ortadan kaldırma görevi EOKA-B’nindi.” (s.93)
“Türkiye’nin müdahalesi ile ortaya çıkan coğrafi bölünme, 200 bin Kıbrıslı Yunanlının çizilen sınırın güneyine, EOKA-B’nin acımasız saldırılarına uğrayan Kıbrıslı Türklerin bu sınırın kuzeyine göç etmeleriyle demografik olarak da gerçekleştirilir.” (s.101)
“NATO-Türkiye ve Kıbrıs Türk burjuvazisi Kıbrıs sorununda çıkar birliğine sahiptirler. Diğer yandan Sovyetler Birliği, bağlantısızlar ve Kıbrıslı Yunanlılar da kendi aralarında uyum içindedirler.” (s.104)
“Bir tarafta Kıbrıs Türk burjuvazisinin ‘çarşı’ derdi, Türkiye’nin ‘ulusal çıkarları’, diğer yanda Yunanistan’ın prestiji ve Kıbrıs Yunan bujuvazisinin bütün bir Kıbrıs pazarısorunu. Ve en nihayet NATO’nun güney kanadı, ‘komünist gelişme’ ve ‘üs sorunu.”(s.106)
Sonuç olarak belirtmek gerekirse, Niyazi Kızılyürek’in bu çalışması, Kıbrıslı Türk aydınlar arasında tartışılmakta olan bazı temel konuları bir kez daha ortaya koymakla, yararlıbir iş yapmakta, ama “telif” bir eserden ziyade, çoğunluğu Almanca olan Kıbrıs’la ilgili bazı araştırmaların “tercüme” bir montajı durumunu aşamamaktadır. Dileğimiz, Kıbrıs sorunundaki dış ve özellikle iç etkenlerin ve bunların tarihsel süreç içinde geçirdiği evrelerin, ülkemizdeki sınıf mücadeleleri açısından araştırılıp, tartışılmasının sürdürülmesi ve bilimsel gerçekçi sentezlere ulaşılmasıdır.
(Hüseyin Karlıdağ imzasıyla yayımlandı, Söz gazetesi, 8 ve 9 Ekim 1983)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder