Yurdu Kıbrıs için yüreği sevgi dolu bir yaşam süren Dr.
İhsan Ali (1904-1978), bir hekim olarak hem Kıbrıslı Türklere, hem de Kıbrıslı
Rumlara hizmet verdi. Belli bir görüş sahibi ve zeki bir politikacı olup, gerek
yerel, gerekse uluslararası politika ile her zaman yakından ilgili idi.
Bir iç hastalıkları uzmanı olarak 1934 yılında ülkesine
döndüğü zaman, Baf’a yerleşti ve oradan, İngiliz sömürge yönetimi altındaki
Kıbrıs halkının yaşam koşullarının iyileştirilmesi mücadelesine büyük
katkılarda bulundu. Kıbrıs Türklerinin siyasal, sosyal ve ekonomik sorunları
ile ilgili olarak düzenli makaleler kaleme aldı. Önce 1935’de, ilerici Kemalist
Ses gazetesinde, haftalık olarak tıbbi konular üzerine yazmaya başladı. Daha
sonra Söz gazetesinde siyasal makaleleri çıkmaya başladı ve bir yıl sonra bu gazetenin yazı
işleri müdürü oldu. KATAK çevresindeki Kıbrıs Türk liderliğini eleştirdi ve
kendisi de KATAK’ın Baf kaza sekreterliğini yapmaktaydı.
1951-53 yıllarında, Dr. Küçük’ün
politikalarına muhalif olan Necati Özkan’ın İstiklâl gazetesinde yazdı. Dr.
İhsan Ali, Baf Maarif Encümeni üyeliği yanında, Baf Türk Birliği Kulübü’nde de
sosyal yönden aktifti ve ayrıca Baf Belediye Meclisi üyeliği yaptı.
1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğu zaman, taksimci
Kıbrıs Türk liderliğinin emri ile 1962’de öldürülen iki avukat, Ahmet Gürkan ve
Ayhan Hikmet’in sahipliğindeki haftalık Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladı.
Dr. İhsan Ali, “Hatıralarım” adlı kitabında şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Zürih ve Londra Antlaşmalarıyla olağandışı bir devlet
yaratıldı. Bu devlet çerçevesinde, dünyada benzeri bulunmayan bir anayasa ile
iki toplumun uyumlu işbirliği çok zordu. Daha üç yıl geçer geçmez, 1963
olayları diye bilinen ilk kanlı olaylar yaşandı...(s.37)
Sömürge idaresi, ...adayı terk ederken, başka yerlerde de
yaptığı gibi karışıklık tohumlarını bırakmak istedi ve bu tohumları
Zürih-Londra Antlaşmalarıyla ekebileceğini düşündü...(s.37)
Anayasanın öngördüğü Türk devlet memuru ve polis oranı,
nüfus oranından fazlaydı (%30). Diğer yandan Türk askerlerinin (Türk Alayı)
oranı %40, Yunan askerlerinin ise (Yunan Alayı) %60’tı. Kıbrıslı Türk
Cumhurbaşkanı Yardımcısına veto hakkı, ayrı mahkemeler, ayrı belediyeler ve her
şeyin üzerinde Kıbrıs’ta Türk ve Yunan askeri bulundurulması hakkının
tanınması, Türk tarafına çok cazip göründü ve büyük başarı olarak sayıldı.
Ancak gerçekte başarılı olanlar sömürgecilerdi. Tüm çabaları, er ya da geç iki
toplumu çatışmaya sokacak bir anayasanın kabul edilmesi için ne gerekiyorsa
yapmaları üzerine odaklanmıştı. Kıbrıs’ta yaratacakları bir iç savaşla, Zürih
anayasasıyla elde etmeyi başardıkları askeri üslerini güvenceye alacaklarını
düşündüler.” (s.37)
Dr. İhsan Ali, taksimci Kıbrıs Türk liderliğine karşı
verdiği onurlu mücadeleyi de şöyle savunmaktadır:
“Bu insanların, Kıbrıs Türk toplumunu nasıl
korkuttuklarını anlamak kolaydır. Amaçlarının, durumun fiili bir bölünmeye
varması için iki toplumu birbirinden uzaklaştırmak olduğuna şüphe
yoktu...Okuyucularımın bu liderlikle işbirliğini niye reddettiğimi
anlayacaklarını umarım... Kıbrıs Türk liderliğinin siyasetini izlemediğim için,
kendi ihanetlerini örtmek amacıyla beni hainlikle suçladılar.
Bazı Elenler dahi, yaptığımı garip buldular. Çünkü, fanatik ve şoven yapıları,
durumu bir Kıbrıslı olarak göğüslediğimi ve Kıbrıs halkının bir bütün olarak
çıkarlarını gözettiğimi anlamalarına izin vermiyordu. Bu ruhu
değerlendiremiyorlardı. Şimdi soruyorum: Kıbrıs halkı, bilincine, her şeyden
önce Kıbrıslı olduğunu yerleştiremiyorsa, bu devlet var olmaya nasıl devam
edecek?” (s.58)
Dr. İhsan Ali, Cumhurbaşkanı Makarios’un yakın bir
dostuydu ve 1970’de onun siyasal danışmanı olarak atanmıştı. Faşist darbe ve
onu izleyen Türk istilası ardından, 1977’de temel çözüm ilkelerinin kabul
edildiği toplantıya katılanlardan biri de o idi. 1978’de, ölümünden birkaç ay
önce kaleme aldığı “Hatıralar”ında şunları yazmaktadır:
“Kıbrıs sorununun çözümünün temel ilkeleri Makarios
tarafından Waldheim ve Clifford’a anlatıldı. Bu, toprak oranı, Rum ve Türk
göçmenlerin geri dönmesi, serbest dolaşım, yerleşim ve mülkiyet hakkının
tanınmasıydı. Bu ilkeler birkaç gün sonra Kıbrıs Türk liderliği ve Türkiye
tarafından reddedildi.” (s.94)
“ Sorunun çözülmesi için, Kıbrıs devletinin bağımsızlığı,
bölünmezliği ve bağlantısızlığının güvenceye alınabilmesi için temel olan bazı
ön şartlar vardır. Bunlar, dolaşım özgürlüğü, her vatandaşın mülkiyet hakkının
tanınması ve tüm yabancı askerlerin Kıbrıs’tan uzaklaştırılmasıdır. Her iki
taraftan kitlelerin tutkusu olan bu temel ön şartları Türkiye Hükümeti ile
Kıbrıs Türk liderliği tanımıyor ve görüşmek istemiyor. Bu gerçek karşısında,
görüşmelerin sürdürülmesi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin dağılması sonucunu getirecek
olan bölünme ve belki de çifte enosise yol açacak bugünkü durumun kalıcılaşması
için Türklerin uyguladığı bir oyalama taktiğidir.” (s.100)
Dr. İhsan Ali’nin bu düşünceleri, Kıbrıslı yurttaşların
hareket noktasını ortak vatan olarak almaları fikrini çok açık bir şekilde
göstermektedir.
Kardeşinin oğlu, emekli diplomat Özdemir Özgür’e yazdığı
ve 2004’de Türkçe olarak “Dr. İhsan Ali’den Mektuplar” adı altında kitaplaşan
mektuplarında da görüleceği gibi, Kıbrıs sorunu ile ilgili değerlendirme ve
öngörülerinin haklı çıkması, onun konuya olan hakimiyetini göstermektedir.
13 Mayıs 1976 tarihli mektubunda, yakın dostu ve danışmanı olduğu
Cumhurbaşkanı Makarios’a gönderdiği mektubu ile ilgili olarak şunları
yazmaktaydı:
“Ben iki toplumun bir arada yaşayabilecekleri tezini
savundum. ‘Eğer semeresiz kalmışsa, suç benim değil. Junta ile EOKA
B’cilerindir’ dedim ve bu durumda benim durumumun pek nazikleştiğini, çünkü
Türk olduğumdan Rum tarafınca yabancı sayıldığımı, namuslu ve ciddi politikam
yüzünden Türk toplumundan da kendimi tecrit etmiş olduğumu (Türklerin, yine Rum
tarafının ihaneti neticesi olarak, kuzeye nakledilmelerile) ve bu yüzden yıllar
yılı politika yapmış bir vatandaş olarak kendimi ‘psychique’ bakımından iyi
hissetmediğimi ve diğer yandan bütün Türklerin kuzeye nakledilmesi neticesi
olarak hekimlik bakımından da kaybettiğimi,
adeta mütekait bir durumda bulunduğumu belirttim. Beni telefona alarak
‘görüştüğümüzde konuşuruz’ dedi.” (s.151)
27 Nisan 1977’de ise şunları yazmaktaydı:
“Kıbrıs meselesinin halledileceği yok. Bana öyle geliyor
ki Türkler ayrı hükümet ilan edecekler. Ve Amerika’ya kendi semtlerinde, üs
yapmalarına müsaade edecekler. Rum tarafında zaten İngilizlerin üsleri vardır
ki istedikleri zaman onlardan faydalanabilirler. Nasıl ki Arap-İsrail
harplerinde kullanmışlardı. Yani harp uçakları buradan kalkar ve Arapları
bombalarlardı. Böyle bir fırsat ellerinde bulunduğu halde, CIA’in Kıbrıs’ın
başına bu kadar büyük felaketi getirmesi alçaklıktır.” (s.180)
Dr.İhsan Ali, sorunu yaratanların getirecekleri çözüm formüllerine de kuşku
ile bakmaktaydı. İşte 1978 yılından bazı alıntılar:
“Ne yazık ki bu problemin anahtarı
akılsız Amerikalıların elindedir. Ve onun için ‘logique’ bir çözüme kolay kolay
varılamayacağından endişe ediyoruz.” (s.204)
“Rum tarafının başarılı sonuçlar elde edebileceğine ben
ihtimal vermeyorum. Amerika hükümetinin hedefi ve politikası ne ise o
olacaktır. Bu hayalperest mahluklar ümitlerini kendilerini mahveden
Anavatanlarına (!) bağlamaktadırlar. Halbuki bilmiyorlar ki Yunanistan
Amerika’nın ileri sürdüğü çifte enosisi kabul etmiştir ve fakat Türkiye
reddettiği için gerçekleştirilmedi. Bunu ben öğreneli epeyi oldu.” (s.206)
“Bu problemin, yani Kıbrıs meselesinin da kolayca
kapanacağı hususunda ümit verici hiç bir işaret yok. Orta Doğu meselesi şimdiki
durumu ile devam ettiği müddetçe Kıbrıs meselesi de askıda kalacaktır
görünüyor. Bunlar hep NATO oyunları.” (s.211)
Dr.İhsan Ali, Kıbrıslılık bilincinin gelişmesini de tek
çıkış yolu olarak görmüş ve bu doğrultudaki eleştiri ve görüşlerini de dile
getirmişti:
“Kıbrıs devleti olarak müstakil bir devletin kurulmasına
Kıbrıs Rum ve Türklerinin taşıdıkları ruh ve kafa, müdhiş bir engel teşkil
eder. Türk semtinde Türk bayrağı, Rum semtinde Yunan bayrağı sallanmaktadır.
Kıbrıs bayrağı görünmüyor. 28 Mart Ohi’yi Rumlar kendi bayramları, 29 Ekim’i da
Türkler kendi bayramları gibi kutlamaktadırlar. Doğrusu, bu gibi hareketler,
insanda gelecek için tiksinti yaratır. Başka devletlerin bayram saydıkları
günler kutlanır ve Kıbrıs’ın ‘sözde istiklâli’ günü kimseyi ilgilendirmez.
Sonra da müstakil, hakimiyetine sahip bir devlet istediklerini ilan ederler
utanmadan. Çok korkarım ki, bu durum çifte Enosis ile sonuçlanacaktır ve
felaket asıl o zaman olacaktır.” (s.194)
Dr.İhsan Ali, sağ olsaydı, eminim, bugün Avrupa
Birliği’ne katılmış olan adamızın güneyde AB’nin, kuzeyde de Türkiye eliyle
ABD’nin denetimi altına girmesinden duyduğu tedirginliği yine aynı açıklıkla
dile getirirdi.
Dr. İhsan Ali, 5 Haziran 1972 tarihli mektubunda,
Makarios’un ikinci defa olarak birisine kendisi hakkında “çok değil, bizim da
5-6 İhsan Ali’miz olsaydı” dediğini aktarırken (s.75), 1 Kasım 1977’de de şunu
yazmıştı: “Makarios ortadan kalkınca, bu memleketin tadı kalmadı dersek
mübalağa olmaz.” (s.196)
Ben de diyorum ki, Kıbrıs’ımızın şu an binlerce İhsan
Ali’lere ihtiyacı vardır. Görevimiz, onun hatırasına bağlı kalarak, ülkemizin
yeniden birleşmesini sağlayacak, yeni İhsan Ali’lerin yetişmesine katkıda
bulunmaktır.
ben umudumu yitirdim çünkü kıbrıslılığa aşılar yapıldı ve bu aşıların hepsi tuttu hepsi yabani kıbrısa aykırı bir yerleşim biriminde hırsızın saysı üçe kadarsa suçlu bulunur konu halledilir fakat beşi geçerse imkansızlaşır siz bir liste yapın eğer beşi geçmişse geçmiş ola
YanıtlaSilÜZGÜNÜM
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil