Rauf R. Denktaş, Temmuz 1997’de İstanbul’daki Boğaziçi Yayınlarında 5. cildi yayımlanan “Rauf Denktaş’ın Hatıraları” adlı kitabında, Kıbrıs sorununa ilişkin “arşiv belgeleri ve notlarla o günler”i anlatmayı sürüyor. (İlk 4 ciltle ilgili değerlendirmemiz ve alıntılar için bak. Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Sayı:20 ve 21, Eylül ve Ekim 1997)
Yayımdan
önce elden geçirilip, yeniden ekler ve yorumlar yazıldığı aşikar olan (örneğin
bak. s.159, s.263, s.360) bu “Hatıralar”da, 1963’le başlayan ve günümüze kadar
sürdürülen, ayrılıkçı ve adanın taksim edilmesine yönelik emperyalizmin
planlarına nasıl hizmet edildiği açıkça gözler önüne çıkmaktadır. Her ne kadar
Kıbrıs Türk liderliği, son zamanlara kadar bunun tersini savunur gibi görünse
de, “Hatıralar”da birçok kanıt ortaya konmaktadır.
“Nihai
hedef tam bir federal ayrılık olmayacaksa, bugünkü durumu idame ettirmemizde
faide yoktur. Fakat şimdiden nihai hal şeklinin ne olabileceğini kestirmek güç
olduğuna göre, bu konuda da rigid bir duruma girmeksizin, Rumların kabul
edemeyeceği fakat aslında makul olan ön şartlar ileri sürebiliriz.” (s.44)
“Her
halukarda müzakerelere devam edilir gibi görünmekte fayda vardır...Cemaat hem
biraz ferahlık kazanır, hem de diğer hazırlıklar yapılır...Bu durumda gönlün
arzu ettiği olamaz. Bugünkü realiteler içerisinde, taksim ve federasyona
gidemeyiz.” (s.429)
Yıllardır
sürdürülen toplumlararası görüşmelerde uygulanan strateji ve taktik de, bu
şekilde açıklanmış oluyor.
TAKSİME
GİDEN YOLDA TIRMANMA POLİTİKASI
“Kıbrıs
İstirdat (yeniden ele geçirme, kurtarma) Harekatı”nı (Bak.Özcan Ercan,
Milliyet, 10-14 Haziran 1995) baştan beri yürüten TC Özel Harp Dairesi’nin
yetkililerinden ve onun organı olarak çalışan Türk Mukavemet Teşkilatı
(TMT)’nin yöneticilerinden olan Rıza Vuruşkan’ın Rauf Denktaş’a ilettiği 2
Mayıs 1968 tarihli “Kıbrıs Politikamız Üzerine Araştırma” adlı raporda yer alan
veTürk tarafının nihai hedefi olan adanın taksim edilmesine ilişkin alıntılar
şöyledir:
“Kıbrıs
davamızın amacını elde etmenin asgari şartı olarak gördüğümüz “Cemaatin tek
veya asgari sayıdaki bölgelerde toplanması tezi” (s.212)
“Bu
konuyu şöyle mütalaa ediyoruz: halen bir devletin kuruluşu için gerekli esas
unsurlar mevcut, fakat devletin işletilmesine ilişkin imkanlar kısmen
kapalıdır...Bu işlemi haklı gösterecek hukuki, siyasi ve pratik sebepler de
imal edilebilir...Keza, tırmanmaya devlet kurma hareketiyle başlanırsa bu davranışı
taraflara, ilgili ve yetkili uluslararası kuruluşlara ve dünya kamuoyuna kabul
ettirmek çok güçleşir sanıyoruz.” (s.219)
CIA’nin,
Atina’daki faşist albaylar cuntası ve onun Kıbrıs’taki işbirlikçileri ile, 15
Temmuz 1974’de Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’a karşı düzenledikleri darbe ve
onu izleyen 20 Temmuz’daki Türk Ordusunun adaya silahlı müdahalesinin, Kıbrıs
Türk liderliğinin ayrı bir devlet ilan etmesi için gereken tırmanmayı “imal
etmeye” yeterli olduğu anımsanacaktır.
Kıbrıs
Türk tarafının 1968 yılında da benzer “imal edilmiş” olaylarla toplumlararası
çatışmayı körüklediği yine Denktaş tarafından “Hatıralar”ında anlatılmaktadır:
“Kanaatimizce
Makarios’u sulh masasına oturtacak ve adil bir anlaşma yapmaya zorlayacak
yegane faktörler bunlardır: Kriz ve müdahale!” (s.52)
“Bazı
köylerin başka yerlere nakli:...Bu türlü göçler, Türkleri adanın hangi
kesimlerinde gruplaştırmak istiyorsak imkan nisbetinde o bölgelere yöneltmek
faydalı olur
Gerekirse
söz konusu köy kesimlerinde, Türklerin artık oralarda yaşayamayacakları
kanısını tutturacak biçimde olaylar tertip olunarak göç isteğimize karşı Rum
idaresinden ve Barış Gücünden gelmesi muhtemel müdahale ve engellemeler
önlenebilir.” (s.220)
“KRİZ VE
MÜDAHALE”DEN ZARARLI ÇIKAN BİZ OLDUK
Rauf
Bey, tabii her zaman da kriz “imal ederek” kazançlı çıkmadığımızı da teslim
etmektedir. Nitekim Kıbrıs Türk lideri, bunu bir özeleştiri olarak değilse
bile, bir saptama olarak belirtmeden edemiyor:
“Böyle
bir durum yaratılırsa; ya devamlı bir şekilde mücadele edilir, kriz yaratılır
ki bunu denedik, daha zararlı çıktık; yahut da Türkiye’den yardım istenir;
yardımlar gelmeye başlayınca da Rumlar yaptıkları bu baskıdan ve çıkardıkları
müşkilatlardan vazgeçerler.” (s.535)
Toplumlararası
çatışmaların hangi gaye ile ve kimler tarafından başlatıldığı da Temsilciler
Meclisi üyesi Necdet Hüseyin’in şu veciz sözleriyle özetlenmiş:
“Taksimi
elde etmek gayesi ile mücadeleye başladık. İstediğimiz sonuç, bu kadar zamanda
elde edilemeyince halkın maneviyatını yüksek tutumak mümkün değildir.” (s.661)
RUMLARLA
KAYNAŞMAK TEHLİKESİ (!)
Günümüzde
de Kıbrıslı Türkler için kısıtlı olan ada içinde seyahat özgürlüğü ile ilgili
olarak ayrılıkçı Kıbrıs Türk liderliğinin politikası, 1963 sonrasındaki dönemde
de aynı idi: “Bu mesele iki yüzü de keskin kılıç gibidir ve bize zarar
getiriyor: Seyahat özgürlüğü olmasa insanlar bunalır, olsa Rumlarla tehlikeli
şekilde kaynaşmaları muhtemeldir. (Şüphesiz
kısmen).” (s.214)
1960’da
Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların ortaklaşa oluşturdukları Kıbrıs
Cumhuriyeti devletine sahip çıkıp, onun aksayan yönlerini düzeltmek ve adayı
Yunanistan’a bağlamak isteyen güçleri deşifre ederek, genç devlete sahip çıkmak
dururken, Türk tarafı, daha başlangıçta ayrılık politikasını benimsemişti.
“Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır” diye yola çıkan yeraltı örgütü TMT’nin ilk
liderlerinden Rıza Vuruşkan bu durumu şöyle özetlemektedir:
“Problemin
karakteristiği şudur: Adanın tümüne sahip çıkmaktan “Taksim” ve “Zürih”e
düştük.”(s.216)
GİZLENEN
HEDEF: KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ
Vuruşkan,
olayları tırmandıra tırmandıra varılacak hedefi de şöyle açıklamaktadır:
“Tırmanmada
makul bir süre içinde bir uzlaşma sağlanamadığı takdirde netice elbette,
Türkiye’nin ve dostlarının tanıyıp güvenliğini garanti edeceğidir, “Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti”nin kuruluşuna götürülmelidir.” (s.222)
Ama
bu tırmanış yolunda bazı hususların açıkça söylenmemesi ve Kıbrıslı Rumların
ürkütülmemesi gerekmekteydi, çünkü Denktaş’a göre:
“Makarios
“Ben Kıbrıs’ım, Kıbrıs benimdir” diyerek davasını yürütürken, biz bunun karşıtı
olan iddia’da bulunmuyor “Kıbrıs Rum olduğu kadar Türktür” deyip, Makarios’un
Enosis içiin attığı adımların adayı Taksim’e götüreceğini söyleyemiyorduk.
“Taksim” Rum’a ait bir ada’yı haksızca bölüp bir kısmını Türkiye’ye bağlamak
olarak algılanmaktaydı.” (s.223)
Ama
Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan Dr.Fazıl Küçük taksim hedefini
dile getirmekteydi:
“Federasyonu
temin etmiş olsak bile, aynı endişeler yine varittir. Ancak, taksim olursa bu
endişelerden kurtulabiliriz. Buna da, bugünkü şartlar içerisinde imkan
yoktur...Arzumuz taksimdir. Fakat olmuyor.” (s.542)
Kıbrıs’a
gelen İngiliz Parlamento heyetinin Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr.F.Küçük’e 27
Eylül 1968 günü yaptığı nezaket ziyaretinde, Heyet Başkanı’nın sorularını
Dr.Küçük adına yanıtlayan Denktaş Bey, “1958’de Adayı taksim etmiş olsaydık
problemleriniz büyük ölçüde giderilmiş olmayacak mıydı?” şeklindeki soruyu
şöyle yanıtlamıştı:
“O
zaman Ada taksim edilmiş olsaydı bu
devamlı ve en iyi hal çaresi olmuş olacaktı.” (s.637)
Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin Kıbrıslı Türk Savunma Bakanı olan Osman Örek de, 25 Eylül
1968’de yapılan Yürütme Kurulu toplantısında, Denktaş, “Aslında bütün bu
konuşulanlar, “gönlümüzde yatan aslan”a getiriyor konuyu” deyince şunları
ekleyecekti:
“Gönlümüzde
yatan” elbette ki taksimdir.” s.594)
GÖNLÜNDE
TAKSİM YATMAYANLAR DA VARDI
O
günlerde Kıbrıs Türk liderliğinin taksim politikasına onay vermeyen siyasiler
de vardır. Ama pek etkin değildirler. Örneğin Temsilciler Meclisi üyesi Ahmet M. Berberoğlu şöyle demektedir:
“Samimi
görüşüm: “Ortaklık şeklinde bir Cumhuriyet”tir...Bence taksim mahzurludur.”
s.655)
“Bazı
arkadaşlar, halkın yüzde yüz taksimi istediğini iddia ederler. Ben bu fikirde
değilim. Ne olursa olsun Türkler Rumlarla işbirliği yapmaya mecburdur ve bunu
yapacaktır. İki cemaatin bir arada refah içerisinde yaşayabilmesi için
birbirlerine ihtiyacı vardır.” (s. 658)
Bankacı
ve Temsilciler Meclisi üyesi İbrahim Orhan da şu gerçekçi görüşleri
savunmaktaydı:
“Bence
en uygun hal şekli, haklarımızı teminat altına almak şartıyla, müşterek
idaredir. Ne yaparsak yapalım, Rum tahakkümünden kurtulamayız. Taksim olsa,
iktisadi menfaatlerimiz ne olacak? Müşterek idareden daha kötü duruma
gireceğiz. Endüstri ne olacak? Rumların istifade ettiği haklardan biz de
istifade etmeliyiz. Bizler için en rahat hayat, selametimizin temin edildiği
bir durumda müşterek idaredir.
Göçmenler
konusuna gelince: Köylerine dönmesi uygun görülenler ve halen bulundukları
yerlerde müstahsil durumuna getirilemeyenler derhal köylerine gönderilmelidir.
Göç, bir çok köylüyü müstahsil durumdan müstehlik duruma getirmiştir. Cemaatin
iktisadiyatına bir katkıda bulunamıyorlar. Realiteleri iyi değerlendirelim.”
(s.660)
GÖRÜŞMECİNİN HAREKET NOKTASI NE İDİ?
“Hatıralar”da
aktarılan bilgiler değerlendirildiğinde, 1968 yılında başlatılan toplumlararası
görüşmelerde, Kıbrıs Türk tarafının görüşmecisi olan Rauf Denktaş’ın hep taksim
ve ayrılık fikrine bağlı kaldığı da kanıtlanmaktadır:
“Bölgesel
otonomiden kastım, 1960 Anayasasında var olan haklarımızı, özerkliğimizi, ayrı
cemaat statümüzü, bu kez coğrafi bir zemine oturtmaktır.” (s.253)
1958’lerde
Kıbrıs’ın taksimi fikrine destek veren İngiliz emperyalizmi, Aralık 1963
olaylarından sonra toplanan Londra Konferansında da yerli işbirlikçilerine bu
doğrultuda bir öneride bulunmuştu. Bu öneriyi toplumlararası görüşmelerde
yıllar sonra yeniden gündeme getiren Denktaş, şöyle yazıyor:
“Londra
Konferansında Duncan Sandys’in bir teklifi olmuştu. Bu teklifte karma köylerin
nüfus mübadelesiyle Rum ve Türk Köyleri haline getirilmesini öngörüyordu. Şimdi
idari hudutları çizerken bu şekilde bir mübadele düşünebilir misiniz?” (s.276)
İngiliz
emperyalizmine yaptıkları hizmet karşılığında %18’lik Kıbrıs Türk nüfusu için
yeni kurulan Kıbrıs ortaklık devletinde %30’luk hak ve yetki alan Kıbrıs Tüğrk
liderliği, gerçi gönlünde yatana ulaşamamıştı ama, birçok ayrıcalıklar elde
etmişti. İşte 1963’den sonra “tırmandırılan” ortamda yeni politikanın ana
hatları, Denktaş tarafından şöyle özetlenmekteydi:
“Siyasi
sorun hakkındaki görüşlerimiz 1960 hak ve yetkilerine coğrafi zemin bulmak
noktasında toplanıyordu. Türk hükümetinin bu konuda bizi desteklemesini
istiyordum.” (s.283)
ASKERİ VE MALİ DESTEK TC’DEN
Kıbrıs
Cumhuriyeti devletinin bağımsızlık, egemenlık ve toprak bütünlüğünü İngiltere
ve Yunanistan’la birlikte garanti etmiş olan Türkiye’den ayrılıkçı politikanın
hayata geçirilmesi için, askeri destek yanında mali destek de talep
edilmekteydi:
“Bizim
açımızdan belediyelerimizi mali bakımdan Anavatanın kaynaklarından devamlı
surette takviye etmek zorunluluğu mevcuttur. Esasen “ayrı” idare istediğimiz
her konuda cemaat bütçesinin açığını kapatmak mecburiyeti esas bir kaide olarak
kabul edilmeli ve otonom hak ve yetki kopardığımız konularda mali takatsızlıkla
karşılaşmamalıyız.” (s.363)
Cevizcinin
çuvalından yeme politikası daha o yıllarda, bu şekilde başlatılmış ve
uygulamaya konulmuştu. Yani taksim uğruna Kıbrıs Türk liderliği kendi kendine
yeterli olamayan birimler oluşturacak ve Türkiye de bunu devamlı surette
takviye etmek zorunluluğunda olacak! Çünkü Denktaş Bey’e göre:
“Bizim
anladığımız manada bölgesel otonomi’nin yetki hudutlarını tespit ederek böyle
bir otonomiyi yürütebilecek mali imkanların portresi herhalde pek ağır
olacaktır. Bu mali külfet karşılanamayacaksa, karşılanabilecek konulara eğilmek
ve taleplerimizi sınırlandırmak gerekecektir...Görüleceği gibi takip ettiğimiz
strateji’de esas olan garantiler ve bölgelere verilecek haklar üzerinde ısrarı
öngörmekteydi. Bu konularda anlaşma olmadığı sürece “anlaşma olabilecek bir
ortam vardır” denemezdi.” (s.366-367)
“Cemaate
ayrı polis istihdam etmek hakkını tanıyacaklarını sanmıyorum...Ayrı polis
teşkilatını idame için şimdiki kadro ile yılda asgari 500 bin sterlin
gerekmektedir. Türk bölgelerini korumak ruhu idame ettirildiği ve mukavemet
teşkilatımız silah ve malzemece takviye edilerek bir yeraltı teşkilatı halinde
devam ettirildiği takdirde polis idaresinin şeklinde de anlaşabiliriz
kanısındayım...Kleridis, Kıbrıs ordusunun lağvını istiyor. Silahsızlanmadan
bahsediyor. Bu, garanti anlaşmasına ve alayımızın Kıbrıs’ta kalmaya devamına
bağlı bir konudur.” (s.364)
“GÜÇLÜ
YERALTI ÖRGÜTÜ SÜRDÜRÜLMELİ”
Görüldüğü
gibi, Kıbrıs Türk liderliği, ayrılıkçılığını gizli yeraltı teşkilatının
devamıyla güvence altına almak istemektedir. Denktaş bu konuda şunları
yazmaktadır:
“Ankara’ya
yapmış olduğum son ziyaretimde General Akyol’a vermiş olduğum “Mukavemetçilik
ve Mukavemetçiler Hakkında Birkaç Söz” başlıklı yazının bir suretini
Bayraktar’a gönderiyorum... Kıbrıs’ta siyasi anlaşmanın şekli ne olursa olsun
Türk toplumunun adada bekası:
(a)
Kuvvetli bir mukavemet teşkilatının devamına
(b)
Türkiye ile Kıbrıs Türkleri arasındaki iman, inanç, güven ve ideal birliğinin
en iyi şekilde idamesine bağlıdır.” (Tam metni için bak.s.464-468)
Kıbrıs
Türk liderliği, emperyalizmin çıkarlarına hizmet eden ayrılık politikası
yerine, Kıbrıslıların çıkarını gözeten birlik politikasını benimsemediği
sürece, hep yeraltı teşkilatlarına umut bağlayacaktır. Söz yine Rauf’ta:
“
Rumlarla Türkler arasında devamlı bir çatışma hali olacaksa, bunun tedbirleri
ayrıdır: Kuvvetli ve mükemmel bir yeraltı teşkilatı; Türkiye’nin garantisi,
nüfus ve toprak mübadelesi yapsdak ve tamamen ayrılsak bile aynı endişeler yine
vardır. Bunun teminatı ise gene aynı şeylerdir.” (s.533)
Kıbrıs
Türk liderliği ayrılıkçı politikalarını sürdürdükçe, bunun karşıtı olan
birlikçi politikaların geliştirilememesi hep yeraltı teşkilatlarının baskı ve
tedhişi yüzünden yol alamamıştır. 1958’de, 1960-63 döneminde, 1964-68 kapalı
döneminde, 1974 sonrasında hep gizli yeraltı örgütleri, resmi politika dışında
alternatif politika üretilmesinin önkoşullarını baskı ve tedhişle ortadan
kaldırmamış mıydı?
“Mukavemetçilikte
hedef ve gaye değişmez fakat bu hedefe giden yollar ve taktikler, değişen
şartlar nisbetinde tadil edilir. Aksi halde mukavemetçilik mukavemetçilikten
çıkar ve göze batan açık bir isyan harekatı şekline girer.” (s.467)
1963’DEN BERİ “GAYE” AYNI KALDI
İşte
tam da bu nedenle, Aralık 1963’deki açık isyan harekatından beridir, değişmeyen
adanın taksim edilmesini öngören “nihai ve milli gayemiz” (s.442), gerek KTFD,
gerekse KKTC ilanında gözetilmiş, 1977 ve 1979’da imzalanan doruk anlaşmalarına
rağmen, toplumlararası görüşmelerde “Rumların kabul edemeyeceği önkoşullar
ileri sürülerek” (s.44), “müzakerelere devam edilir gibi görünmekte fayda var”
(s.429) görüşüne sadık kalınmıştır.
Zaten
1974’den sonra “kriz ve müdahale” (s.52) politikası ile uluslararası hukuk ve
BM kararlarına rağmen yaratılan fiili durumlarda da, değişmez Kıbrıs Türk
lideri Rauf Denktaş’ın hedefi aynı
kalmamış mıdır?
“Nihai
hedefimiz nedir? Türk bölgelerinin, fiilen olduğu gibi hukuken de tanınmasını
sağlamak.” (s.611)
“Kıbrıs’ta
hayatın ya coğrafi, ya da cemaat ayrılığı esdası üzerine kurulması
gerekeceğini, realitelerin buna amir olduğunu söyledim.” (s.808)
POLİSİN ASKERE BAĞLI OLMASI
Anglo-Amerikan
emperyalizminin maşaları olanların yarattığı
realitelerin, uluslararası hukuka ve insan haklarına aykırı olduğunu
söyleyenler, ne yazık ki baskı ve tedhiş altında sindirilmekte ve her çıkan
yeni filiz yok edilmektedir.
Dr.
Küçük’ün 21 Temmuz 1968 tarihli raporlarında da belirtildiği gibi, “Mahkemeler,
savcılık, sivil idareye bağlı olduğu halde polisin askeri idareye bağlanması
birçok pürüzler yaratmaktadır” (s.381 ve 389)
Ama
1985’de kabul edilen KKTC Anayasası’nın Geçici 10. Maddesinde de yıllar önce
şikayetçi olunan aynı pürüz özenle korunmuştur. Muhalif CTP bile, Denktaş’ın
DP’si ile birlikte 1994-1996 arasında iki buçuk yıl hükümete ortak yapıldığı
süre içinde, bu maddenin değiştirilebilmesi için herhangi bir sonuç
alamamıştır.
%20’DEN %50’YE
1968
yılında toplumlararası görüşmeler başlarken, Kıbrıslı Türk görüşmeci olan Rauf
Denktaş şöyle düşünmekteydi:
“Düşüncelerimiz
şudur: Hükümetin fonksiyonunu ayırmak, hudutlarını çizmek. İcrada %20 söz
sahibi olmak. Veto ve buna benzer Rumlarca menfi tanınan hakları bırakmak;
bunun karşılığında bölşge idarelerinde yani Türk bölgelerinde bölge haklarına
dayanan idare sistemleri içerisine girmek.” (s.528)
“Merkezi
Hükümeti düşünelim. Bunda %20’den fazla temsiliyet hakkı isteyemeyiz.” (s.436)
Oysa
Denktaş’ın ve destekçilerinin 1974’ün oldu-bittilerini temel alan şimdiki çözüm
planlarındaki düşünceler, siyasal eşitlik paravanası ardında, merkezi hükümette
%50 temsiliyeti ve 1974’de kan ve gözyaşı ile çizilen taksim sınırlarının küçük
düzeltmelerle kabul edilmesini öngörmektedir.
Denktaş
ve işbirlikçilerinin “Türklerin komünistlerle birleştiği takdirde” (s.271)
olabileceklerden çok korkması da, Kıbrıs sorunu denen çağdaş trajedinin püf
noktasını oluşturmaktadır. Çünkü Kıbrıs’ın ve Kıbrıslıların birliğinin
gerçekleşmesi halinde, adamız, emperyalist dış güçler tarafından artık Doğu
Akdeniz’de “batmayan bir uçak gemisi” olarak kullanılamayacaktır. Onlar,
Kıbrıslıların sosyal kurtuluşuna giden yolun da ada üzerinde yaşayan emekçi
insanların işbirliğinden geçtiğini çok iyi bilmektedirler.
Emperyalizmin
“Kıbrıs İstirdat Harekatı”nı 1958’den beri kararlılıkla uygulatanlar,
Kıbrıs’tan ellerini geri çekmedikçe ve emperyalizmin Kıbrıs Rum ve Türk
tarafındaki işbirlikçileri etkisizleştirilmedikçe, bağımsız, egemen ve toprağı
bütün Kıbrıs hedefi gerçekleştirilemeyecek, adamız emperyalizm ve onun yerli
işbirlikçilerinin komplolarından arındırılamayacaktır.
Bu
yolda verilecek zorlu mücadelede en büyük sorumluluk, tüm Kıbrıslı sosyalist
yurtseverlere düşmektedir. Rauf Denktaş’ın “Hatıralar”ından gereken dersler
çıkarılmalı ve ortak anti-emperyalist mücadele cephesi bir an önce
kurulmalıdır.
(H. Karlıdağ
takma adıyla, Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek dergisi, Sayı:24, Ocak 1998)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder