18 Aralık 2013 Çarşamba

DENKTAŞ’IN TAKSİM POLİTİKASININ YENİ KANITLARI


Rauf R. Denktaş, Temmuz 1997’de İstanbul’daki Boğaziçi Yayınlarında 5. cildi yayımlanan “Rauf Denktaş’ın Hatıraları” adlı kitabında, Kıbrıs sorununa ilişkin “arşiv belgeleri ve notlarla o günler”i anlatmayı sürüyor. (İlk 4 ciltle ilgili değerlendirmemiz ve alıntılar için bak. Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Sayı:20 ve 21, Eylül ve Ekim 1997)

Yayımdan önce elden geçirilip, yeniden ekler ve yorumlar yazıldığı aşikar olan (örneğin bak. s.159, s.263, s.360) bu “Hatıralar”da, 1963’le başlayan ve günümüze kadar sürdürülen, ayrılıkçı ve adanın taksim edilmesine yönelik emperyalizmin planlarına nasıl hizmet edildiği açıkça gözler önüne çıkmaktadır. Her ne kadar Kıbrıs Türk liderliği, son zamanlara kadar bunun tersini savunur gibi görünse de, “Hatıralar”da birçok kanıt ortaya konmaktadır.

“Nihai hedef tam bir federal ayrılık olmayacaksa, bugünkü durumu idame ettirmemizde faide yoktur. Fakat şimdiden nihai hal şeklinin ne olabileceğini kestirmek güç olduğuna göre, bu konuda da rigid bir duruma girmeksizin, Rumların kabul edemeyeceği fakat aslında makul olan ön şartlar ileri sürebiliriz.” (s.44)

“Her halukarda müzakerelere devam edilir gibi görünmekte fayda vardır...Cemaat hem biraz ferahlık kazanır, hem de diğer hazırlıklar yapılır...Bu durumda gönlün arzu ettiği olamaz. Bugünkü realiteler içerisinde, taksim ve federasyona gidemeyiz.” (s.429)

Yıllardır sürdürülen toplumlararası görüşmelerde uygulanan strateji ve taktik de, bu şekilde açıklanmış oluyor.
   

TAKSİME GİDEN YOLDA TIRMANMA POLİTİKASI

“Kıbrıs İstirdat (yeniden ele geçirme, kurtarma) Harekatı”nı (Bak.Özcan Ercan, Milliyet, 10-14 Haziran 1995) baştan beri yürüten TC Özel Harp Dairesi’nin yetkililerinden ve onun organı olarak çalışan Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT)’nin yöneticilerinden olan Rıza Vuruşkan’ın Rauf Denktaş’a ilettiği 2 Mayıs 1968 tarihli “Kıbrıs Politikamız Üzerine Araştırma” adlı raporda yer alan veTürk tarafının nihai hedefi olan adanın taksim edilmesine ilişkin alıntılar şöyledir:

“Kıbrıs davamızın amacını elde etmenin asgari şartı olarak gördüğümüz “Cemaatin tek veya asgari sayıdaki bölgelerde toplanması tezi” (s.212)

“Bu konuyu şöyle mütalaa ediyoruz: halen bir devletin kuruluşu için gerekli esas unsurlar mevcut, fakat devletin işletilmesine ilişkin imkanlar kısmen kapalıdır...Bu işlemi haklı gösterecek hukuki, siyasi ve pratik sebepler de imal edilebilir...Keza, tırmanmaya devlet kurma hareketiyle başlanırsa bu davranışı taraflara, ilgili ve yetkili uluslararası kuruluşlara ve dünya kamuoyuna kabul ettirmek çok güçleşir sanıyoruz.” (s.219)

CIA’nin, Atina’daki faşist albaylar cuntası ve onun Kıbrıs’taki işbirlikçileri ile, 15 Temmuz 1974’de Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’a karşı düzenledikleri darbe ve onu izleyen 20 Temmuz’daki Türk Ordusunun adaya silahlı müdahalesinin, Kıbrıs Türk liderliğinin ayrı bir devlet ilan etmesi için gereken tırmanmayı “imal etmeye” yeterli olduğu anımsanacaktır.

Kıbrıs Türk tarafının 1968 yılında da benzer “imal edilmiş” olaylarla toplumlararası çatışmayı körüklediği yine Denktaş tarafından “Hatıralar”ında anlatılmaktadır:

“Kanaatimizce Makarios’u sulh masasına oturtacak ve adil bir anlaşma yapmaya zorlayacak yegane faktörler bunlardır: Kriz ve müdahale!” (s.52)

“Bazı köylerin başka yerlere nakli:...Bu türlü göçler, Türkleri adanın hangi kesimlerinde gruplaştırmak istiyorsak imkan nisbetinde o bölgelere yöneltmek faydalı olur

Gerekirse söz konusu köy kesimlerinde, Türklerin artık oralarda yaşayamayacakları kanısını tutturacak biçimde olaylar tertip olunarak göç isteğimize karşı Rum idaresinden ve Barış Gücünden gelmesi muhtemel müdahale ve engellemeler önlenebilir.” (s.220)

“KRİZ VE MÜDAHALE”DEN ZARARLI ÇIKAN BİZ OLDUK

Rauf Bey, tabii her zaman da kriz “imal ederek” kazançlı çıkmadığımızı da teslim etmektedir. Nitekim Kıbrıs Türk lideri, bunu bir özeleştiri olarak değilse bile, bir saptama olarak belirtmeden edemiyor:

“Böyle bir durum yaratılırsa; ya devamlı bir şekilde mücadele edilir, kriz yaratılır ki bunu denedik, daha zararlı çıktık; yahut da Türkiye’den yardım istenir; yardımlar gelmeye başlayınca da Rumlar yaptıkları bu baskıdan ve çıkardıkları müşkilatlardan vazgeçerler.” (s.535)

Toplumlararası çatışmaların hangi gaye ile ve kimler tarafından başlatıldığı da Temsilciler Meclisi üyesi Necdet Hüseyin’in şu veciz sözleriyle özetlenmiş:

“Taksimi elde etmek gayesi ile mücadeleye başladık. İstediğimiz sonuç, bu kadar zamanda elde edilemeyince halkın maneviyatını yüksek tutumak mümkün değildir.” (s.661)

RUMLARLA KAYNAŞMAK TEHLİKESİ (!)

Günümüzde de Kıbrıslı Türkler için kısıtlı olan ada içinde seyahat özgürlüğü ile ilgili olarak ayrılıkçı Kıbrıs Türk liderliğinin politikası, 1963 sonrasındaki dönemde de aynı idi: “Bu mesele iki yüzü de keskin kılıç gibidir ve bize zarar getiriyor: Seyahat özgürlüğü olmasa insanlar bunalır, olsa Rumlarla tehlikeli şekilde  kaynaşmaları muhtemeldir. (Şüphesiz kısmen).” (s.214)

1960’da Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların ortaklaşa oluşturdukları Kıbrıs Cumhuriyeti devletine sahip çıkıp, onun aksayan yönlerini düzeltmek ve adayı Yunanistan’a bağlamak isteyen güçleri deşifre ederek, genç devlete sahip çıkmak dururken, Türk tarafı, daha başlangıçta ayrılık politikasını benimsemişti. “Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır” diye yola çıkan yeraltı örgütü TMT’nin ilk liderlerinden Rıza Vuruşkan bu durumu şöyle özetlemektedir:

“Problemin karakteristiği şudur: Adanın tümüne sahip çıkmaktan “Taksim” ve “Zürih”e düştük.”(s.216)

GİZLENEN HEDEF: KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ

Vuruşkan, olayları tırmandıra tırmandıra varılacak hedefi de şöyle açıklamaktadır:

“Tırmanmada makul bir süre içinde bir uzlaşma sağlanamadığı takdirde netice elbette, Türkiye’nin ve dostlarının tanıyıp güvenliğini garanti edeceğidir, “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin kuruluşuna götürülmelidir.” (s.222)

Ama bu tırmanış yolunda bazı hususların açıkça söylenmemesi ve Kıbrıslı Rumların ürkütülmemesi gerekmekteydi, çünkü Denktaş’a göre:

“Makarios “Ben Kıbrıs’ım, Kıbrıs benimdir” diyerek davasını yürütürken, biz bunun karşıtı olan iddia’da bulunmuyor “Kıbrıs Rum olduğu kadar Türktür” deyip, Makarios’un Enosis içiin attığı adımların adayı Taksim’e götüreceğini söyleyemiyorduk. “Taksim” Rum’a ait bir ada’yı haksızca bölüp bir kısmını Türkiye’ye bağlamak olarak algılanmaktaydı.” (s.223)

Ama Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan Dr.Fazıl Küçük taksim hedefini dile getirmekteydi:

“Federasyonu temin etmiş olsak bile, aynı endişeler yine varittir. Ancak, taksim olursa bu endişelerden kurtulabiliriz. Buna da, bugünkü şartlar içerisinde imkan yoktur...Arzumuz taksimdir. Fakat olmuyor.” (s.542)

Kıbrıs’a gelen İngiliz Parlamento heyetinin Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr.F.Küçük’e 27 Eylül 1968 günü yaptığı nezaket ziyaretinde, Heyet Başkanı’nın sorularını Dr.Küçük adına yanıtlayan Denktaş Bey, “1958’de Adayı taksim etmiş olsaydık problemleriniz büyük ölçüde giderilmiş olmayacak mıydı?” şeklindeki soruyu şöyle yanıtlamıştı:

“O zaman  Ada taksim edilmiş olsaydı bu devamlı ve en iyi hal çaresi olmuş olacaktı.” (s.637)

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kıbrıslı Türk Savunma Bakanı olan Osman Örek de, 25 Eylül 1968’de yapılan Yürütme Kurulu toplantısında, Denktaş, “Aslında bütün bu konuşulanlar, “gönlümüzde yatan aslan”a getiriyor konuyu” deyince şunları ekleyecekti:

“Gönlümüzde yatan” elbette ki taksimdir.” s.594)

GÖNLÜNDE TAKSİM YATMAYANLAR DA VARDI

O günlerde Kıbrıs Türk liderliğinin taksim politikasına onay vermeyen siyasiler de vardır. Ama pek etkin değildirler. Örneğin Temsilciler Meclisi üyesi  Ahmet M. Berberoğlu şöyle demektedir:

“Samimi görüşüm: “Ortaklık şeklinde bir Cumhuriyet”tir...Bence taksim mahzurludur.” s.655)

“Bazı arkadaşlar, halkın yüzde yüz taksimi istediğini iddia ederler. Ben bu fikirde değilim. Ne olursa olsun Türkler Rumlarla işbirliği yapmaya mecburdur ve bunu yapacaktır. İki cemaatin bir arada refah içerisinde yaşayabilmesi için birbirlerine ihtiyacı vardır.” (s. 658)

Bankacı ve Temsilciler Meclisi üyesi İbrahim Orhan da şu gerçekçi görüşleri savunmaktaydı:

“Bence en uygun hal şekli, haklarımızı teminat altına almak şartıyla, müşterek idaredir. Ne yaparsak yapalım, Rum tahakkümünden kurtulamayız. Taksim olsa, iktisadi menfaatlerimiz ne olacak? Müşterek idareden daha kötü duruma gireceğiz. Endüstri ne olacak? Rumların istifade ettiği haklardan biz de istifade etmeliyiz. Bizler için en rahat hayat, selametimizin temin edildiği bir durumda müşterek idaredir.

Göçmenler konusuna gelince: Köylerine dönmesi uygun görülenler ve halen bulundukları yerlerde müstahsil durumuna getirilemeyenler derhal köylerine gönderilmelidir. Göç, bir çok köylüyü müstahsil durumdan müstehlik duruma getirmiştir. Cemaatin iktisadiyatına bir katkıda bulunamıyorlar. Realiteleri iyi değerlendirelim.” (s.660)

GÖRÜŞMECİNİN HAREKET NOKTASI NE İDİ?

“Hatıralar”da aktarılan bilgiler değerlendirildiğinde, 1968 yılında başlatılan toplumlararası görüşmelerde, Kıbrıs Türk tarafının görüşmecisi olan Rauf Denktaş’ın hep taksim ve ayrılık fikrine bağlı kaldığı da kanıtlanmaktadır:

“Bölgesel otonomiden kastım, 1960 Anayasasında var olan haklarımızı, özerkliğimizi, ayrı cemaat statümüzü, bu kez coğrafi bir zemine oturtmaktır.” (s.253)

1958’lerde Kıbrıs’ın taksimi fikrine destek veren İngiliz emperyalizmi, Aralık 1963 olaylarından sonra toplanan Londra Konferansında da yerli işbirlikçilerine bu doğrultuda bir öneride bulunmuştu. Bu öneriyi toplumlararası görüşmelerde yıllar sonra yeniden gündeme getiren Denktaş, şöyle yazıyor:

“Londra Konferansında Duncan Sandys’in bir teklifi olmuştu. Bu teklifte karma köylerin nüfus mübadelesiyle Rum ve Türk Köyleri haline getirilmesini öngörüyordu. Şimdi idari hudutları çizerken bu şekilde bir mübadele düşünebilir misiniz?” (s.276)

İngiliz emperyalizmine yaptıkları hizmet karşılığında %18’lik Kıbrıs Türk nüfusu için yeni kurulan Kıbrıs ortaklık devletinde %30’luk hak ve yetki alan Kıbrıs Tüğrk liderliği, gerçi gönlünde yatana ulaşamamıştı ama, birçok ayrıcalıklar elde etmişti. İşte 1963’den sonra “tırmandırılan” ortamda yeni politikanın ana hatları, Denktaş tarafından şöyle özetlenmekteydi:

“Siyasi sorun hakkındaki görüşlerimiz 1960 hak ve yetkilerine coğrafi zemin bulmak noktasında toplanıyordu. Türk hükümetinin bu konuda bizi desteklemesini istiyordum.” (s.283)

ASKERİ VE MALİ DESTEK TC’DEN

Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin bağımsızlık, egemenlık ve toprak bütünlüğünü İngiltere ve Yunanistan’la birlikte garanti etmiş olan Türkiye’den ayrılıkçı politikanın hayata geçirilmesi için, askeri destek yanında mali destek de talep edilmekteydi:

“Bizim açımızdan belediyelerimizi mali bakımdan Anavatanın kaynaklarından devamlı surette takviye etmek zorunluluğu mevcuttur. Esasen “ayrı” idare istediğimiz her konuda cemaat bütçesinin açığını kapatmak mecburiyeti esas bir kaide olarak kabul edilmeli ve otonom hak ve yetki kopardığımız konularda mali takatsızlıkla karşılaşmamalıyız.” (s.363)

Cevizcinin çuvalından yeme politikası daha o yıllarda, bu şekilde başlatılmış ve uygulamaya konulmuştu. Yani taksim uğruna Kıbrıs Türk liderliği kendi kendine yeterli olamayan birimler oluşturacak ve Türkiye de bunu devamlı surette takviye etmek zorunluluğunda olacak! Çünkü Denktaş Bey’e göre:

“Bizim anladığımız manada bölgesel otonomi’nin yetki hudutlarını tespit ederek böyle bir otonomiyi yürütebilecek mali imkanların portresi herhalde pek ağır olacaktır. Bu mali külfet karşılanamayacaksa, karşılanabilecek konulara eğilmek ve taleplerimizi sınırlandırmak gerekecektir...Görüleceği gibi takip ettiğimiz strateji’de esas olan garantiler ve bölgelere verilecek haklar üzerinde ısrarı öngörmekteydi. Bu konularda anlaşma olmadığı sürece “anlaşma olabilecek bir ortam vardır” denemezdi.” (s.366-367)

“Cemaate ayrı polis istihdam etmek hakkını tanıyacaklarını sanmıyorum...Ayrı polis teşkilatını idame için şimdiki kadro ile yılda asgari 500 bin sterlin gerekmektedir. Türk bölgelerini korumak ruhu idame ettirildiği ve mukavemet teşkilatımız silah ve malzemece takviye edilerek bir yeraltı teşkilatı halinde devam ettirildiği takdirde polis idaresinin şeklinde de anlaşabiliriz kanısındayım...Kleridis, Kıbrıs ordusunun lağvını istiyor. Silahsızlanmadan bahsediyor. Bu, garanti anlaşmasına ve alayımızın Kıbrıs’ta kalmaya devamına bağlı bir konudur.” (s.364)

“GÜÇLÜ YERALTI ÖRGÜTÜ SÜRDÜRÜLMELİ”

Görüldüğü gibi, Kıbrıs Türk liderliği, ayrılıkçılığını gizli yeraltı teşkilatının devamıyla güvence altına almak istemektedir. Denktaş bu konuda şunları yazmaktadır:

“Ankara’ya yapmış olduğum son ziyaretimde General Akyol’a vermiş olduğum “Mukavemetçilik ve Mukavemetçiler Hakkında Birkaç Söz” başlıklı yazının bir suretini Bayraktar’a gönderiyorum... Kıbrıs’ta siyasi anlaşmanın şekli ne olursa olsun Türk toplumunun adada bekası:

(a) Kuvvetli bir mukavemet teşkilatının devamına

(b) Türkiye ile Kıbrıs Türkleri arasındaki iman, inanç, güven ve ideal birliğinin en iyi şekilde idamesine bağlıdır.” (Tam metni için bak.s.464-468)

Kıbrıs Türk liderliği, emperyalizmin çıkarlarına hizmet eden ayrılık politikası yerine, Kıbrıslıların çıkarını gözeten birlik politikasını benimsemediği sürece, hep yeraltı teşkilatlarına umut bağlayacaktır. Söz yine Rauf’ta:

“ Rumlarla Türkler arasında devamlı bir çatışma hali olacaksa, bunun tedbirleri ayrıdır: Kuvvetli ve mükemmel bir yeraltı teşkilatı; Türkiye’nin garantisi, nüfus ve toprak mübadelesi yapsdak ve tamamen ayrılsak bile aynı endişeler yine vardır. Bunun teminatı ise gene aynı şeylerdir.” (s.533)

Kıbrıs Türk liderliği ayrılıkçı politikalarını sürdürdükçe, bunun karşıtı olan birlikçi politikaların geliştirilememesi hep yeraltı teşkilatlarının baskı ve tedhişi yüzünden yol alamamıştır. 1958’de, 1960-63 döneminde, 1964-68 kapalı döneminde, 1974 sonrasında hep gizli yeraltı örgütleri, resmi politika dışında alternatif politika üretilmesinin önkoşullarını baskı ve tedhişle ortadan kaldırmamış mıydı?

“Mukavemetçilikte hedef ve gaye değişmez fakat bu hedefe giden yollar ve taktikler, değişen şartlar nisbetinde tadil edilir. Aksi halde mukavemetçilik mukavemetçilikten çıkar ve göze batan açık bir isyan harekatı şekline girer.” (s.467)

1963’DEN BERİ “GAYE” AYNI KALDI

İşte tam da bu nedenle, Aralık 1963’deki açık isyan harekatından beridir, değişmeyen adanın taksim edilmesini öngören “nihai ve milli gayemiz” (s.442), gerek KTFD, gerekse KKTC ilanında gözetilmiş, 1977 ve 1979’da imzalanan doruk anlaşmalarına rağmen, toplumlararası görüşmelerde “Rumların kabul edemeyeceği önkoşullar ileri sürülerek” (s.44), “müzakerelere devam edilir gibi görünmekte fayda var” (s.429) görüşüne sadık kalınmıştır.

Zaten 1974’den sonra “kriz ve müdahale” (s.52) politikası ile uluslararası hukuk ve BM kararlarına rağmen yaratılan fiili durumlarda da, değişmez Kıbrıs Türk lideri Rauf Denktaş’ın  hedefi aynı kalmamış mıdır?

“Nihai hedefimiz nedir? Türk bölgelerinin, fiilen olduğu gibi hukuken de tanınmasını sağlamak.” (s.611)

“Kıbrıs’ta hayatın ya coğrafi, ya da cemaat ayrılığı esdası üzerine kurulması gerekeceğini, realitelerin buna amir olduğunu söyledim.” (s.808)

POLİSİN ASKERE BAĞLI OLMASI                  

Anglo-Amerikan emperyalizminin maşaları olanların yarattığı  realitelerin, uluslararası hukuka ve insan haklarına aykırı olduğunu söyleyenler, ne yazık ki baskı ve tedhiş altında sindirilmekte ve her çıkan yeni filiz yok edilmektedir.

Dr. Küçük’ün 21 Temmuz 1968 tarihli raporlarında da belirtildiği gibi, “Mahkemeler, savcılık, sivil idareye bağlı olduğu halde polisin askeri idareye bağlanması birçok pürüzler yaratmaktadır” (s.381 ve 389)

Ama 1985’de kabul edilen KKTC Anayasası’nın Geçici 10. Maddesinde de yıllar önce şikayetçi olunan aynı pürüz özenle korunmuştur. Muhalif CTP bile, Denktaş’ın DP’si ile birlikte 1994-1996 arasında iki buçuk yıl hükümete ortak yapıldığı süre içinde, bu maddenin değiştirilebilmesi için herhangi bir sonuç alamamıştır.

%20’DEN %50’YE

1968 yılında toplumlararası görüşmeler başlarken, Kıbrıslı Türk görüşmeci olan Rauf Denktaş şöyle düşünmekteydi:

“Düşüncelerimiz şudur: Hükümetin fonksiyonunu ayırmak, hudutlarını çizmek. İcrada %20 söz sahibi olmak. Veto ve buna benzer Rumlarca menfi tanınan hakları bırakmak; bunun karşılığında bölşge idarelerinde yani Türk bölgelerinde bölge haklarına dayanan idare sistemleri içerisine girmek.” (s.528)

“Merkezi Hükümeti düşünelim. Bunda %20’den fazla temsiliyet hakkı isteyemeyiz.” (s.436)

Oysa Denktaş’ın ve destekçilerinin 1974’ün oldu-bittilerini temel alan şimdiki çözüm planlarındaki düşünceler, siyasal eşitlik paravanası ardında, merkezi hükümette %50 temsiliyeti ve 1974’de kan ve gözyaşı ile çizilen taksim sınırlarının küçük düzeltmelerle kabul edilmesini öngörmektedir.

Denktaş ve işbirlikçilerinin “Türklerin komünistlerle birleştiği takdirde” (s.271) olabileceklerden çok korkması da, Kıbrıs sorunu denen çağdaş trajedinin püf noktasını oluşturmaktadır. Çünkü Kıbrıs’ın ve Kıbrıslıların birliğinin gerçekleşmesi halinde, adamız, emperyalist dış güçler tarafından artık Doğu Akdeniz’de “batmayan bir uçak gemisi” olarak kullanılamayacaktır. Onlar, Kıbrıslıların sosyal kurtuluşuna giden yolun da ada üzerinde yaşayan emekçi insanların işbirliğinden geçtiğini çok iyi bilmektedirler.
 
“HATIRALAR”DAN DERSLER ÇIKARILMALI                     

Emperyalizmin “Kıbrıs İstirdat Harekatı”nı 1958’den beri kararlılıkla uygulatanlar, Kıbrıs’tan ellerini geri çekmedikçe ve emperyalizmin Kıbrıs Rum ve Türk tarafındaki işbirlikçileri etkisizleştirilmedikçe, bağımsız, egemen ve toprağı bütün Kıbrıs hedefi gerçekleştirilemeyecek, adamız emperyalizm ve onun yerli işbirlikçilerinin komplolarından arındırılamayacaktır.

Bu yolda verilecek zorlu mücadelede en büyük sorumluluk, tüm Kıbrıslı sosyalist yurtseverlere düşmektedir. Rauf Denktaş’ın “Hatıralar”ından gereken dersler çıkarılmalı ve ortak anti-emperyalist mücadele cephesi bir an önce kurulmalıdır.

(H. Karlıdağ takma adıyla, Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek dergisi, Sayı:24, Ocak 1998)

 

 

 

 

                                          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder