Tarih, genel anlamıyla geçmişteki bütün olanların ve olayların toplamı olup, bugünün anlaşılması için öğrenilmesi gereken bir bilim dalıdır. Günümüz gerçeğinin de bir parçası olan tarih, bugünkü davranışlarımızı, tercihlerimizi etkiler ve yönlendirir. Fransız yazar Marguerita Yourcebar şöyle demektedir: "Tarih bir özgürlük okuludur; bizi önyargılardan kurtarır ve sorunlarımıza başka bir açıdan bakmayı öğretir."
Tarih bilinci, tarih yazımı ve tarih öğretimi
konuları da bu bağlamda önem kazanmaktadır. Kıbrıslılar olarak ülkemizin
tarihsel geçmişini, toplumlararası ilişkilerin tarihini acaba ne kadar
biliyoruz? Tarihsel bilince sahip olabilmek ve tarihten günümüze ve geleceğe
dönük yararlı dersler çıkarabilmek için, tarihimizi iyi bilmek ve geçmişimize
önyargısız yaklaşmamız gerekmektedir. Bu amaçla, iyi yetişmiş tarihçiler,
herkese açık ve zengin arşivler, her şeyin örgürce tartışılabileceği
platformlar ve tabulardan arınmışdemokratik bir ortam gerekmektedir. Bunlar
olmaksızın tarihsel gerçekleri günışığına çıkarmak çok güçtür. Kıbrıs
toplumlarının bu konularda rahat olduğu pek söylenemez.
TARİH KİTAPLARININ YENİDEN YAZILMASI
Ünlü Alman düşünürü Goethe, "Tarih belirli
aralıklarla yeniden yazılmalı" derken, bunu şöyle gerekçelendirmektedir:
"Bu yalnızca yeni olgular ortaya çıktığı için değil, fakat aynı zamanla
bakış açıları değiştiği için de bir zorunluluktur." (1)
O nedenle tarihçilik mesleği, esas itibarıyla bir
yeniden inşa faaliyeti olup, fotoğraf çekmekten farklı bir iştir. Ne kadar
somut kanıtlardan yola çıkılırsa çıkılsın, sonuçta başka beyinler tarafından
oluşturulmuş bir malzeme ile yola çıkılmaktadır. Tarih yazan kimse, sürekli
olarak "Kimden yanayım?" ve "Gerçek neydi?" soruları
yeniden sorulmalıdır. Geçmişte olanlar bu açıdan sorgulanarak, günümüze ışık
tutacak şekilde yazılmalı ve okunmalıdır. Tarihi hümanist bir bilinçle ve
adalet terazisine vuran bir sorgulamayla okumayanlar, gerçekte içine düşürüldükleri
yabancılaşmadan kurtulamazlar ve modern tebalar olurlar. Zaten resmi tarihlerin
asli görevin de bu değil mi?
Kişinin günlük yaşamında çok önemli yeri olan
tarih, gerek politikacılar, gerekse ideologlar tarafından tahrif edilmekte ve
kitle iletişim araçlarında istenildiği gibi kullanılmakta ve toplumlararası
dostluk yerine, düşmanlık duyguları körüklenmektedir.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki uluslararası
ilişkilerde veya Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler arasındaki toplumlararası
ilişkilerde yumuşama yaratabilmek amacıyla, bazı siyaset adamlarının üzerinde
durduklarıve basın haberlerinde sadece sözü edilen tarih kitaplarının yeniden
yazılmasıkonusu da önem kazanmaktadır. Burada tarih anlayışı öne geçmekte ve
tarihsel olaylar öğrencilere ve kamuoyuna aktarılırken, çağdaş değerlerden
hareket edilmesini zorunlu kılmaktadır.
Ayrıca devlet de, tarihi güdümlememeli,ısmarlama
tarih yazımından vazgeçilmelidir. Tarih yazıcısı ve öğreticisi, tarihi, çağının
sorunlarını yakalayamadan yazar ve öğretirse, geçmiş bize ancak kuru bir
serüven olarak gösterilmeye devam edilecektir.
GENÇLER TARİH DERSİNİ SEVMİYOR
Ortaöğretimdeki tarih dersleri, kitapların
yazılış şekli yanında, öğretim yöntemleri yüzünden de çoğunlukla öğrencilere
sıkıcı gelmektedir. Öğretim sistemi ezbere dayalı olduğundan, öğrencilerden
belli gün, ay ve yılların hatırlanması istenmektedir. Oysa öğrencilerin
olayların içine çekilerek, neyin, nasıl ve neden olduğunu keşfetmeleri ve bilgi
edinmekteki hazzı paylaşmaları daha yararlı olur. Bu da dersi anlamanın
yanısıra, karşılıklı tartışma veya araştırmaya yönelmekle gerçekleştirilebilir.
Öğrenci değişik kitap ve incelemelerden yararlandırılmalı, kendi görüşlerinin
de önemli sayılabileceği bir ortam yaratılmalıdır. Ezberletme sonucu değil,
onun yeteneği ve isteği doğrultusunda ufkunun açılabileceği unutulmamalıdır.
Tarih kitaplarının yararı, geçmişi yargılarken
öğrencinin önüne çağdaş bir yol açabilirse vardır. Tarih öğretim ve öğrenimi,
eğitimde, iletişimde ve toplumda beliren son gelişmelerle uyum içinde
yürütülmelidir. Öğretmenin temel eğitimi, hizmet içi eğitimi, öğretim zamanı ve
öğretim araçları üstünde durulmalı, geliştirilmelidir. Bu yaklaşım sayesinde,
tarihin, lise yıllarında sıkıcı ve anlamsız bir ders olmaktan
çıkarılmasısağlanmış olur.
TARİH ÖĞRETİMİNİN SORGULANMASI
Türkiye'deki uygulamaya bakacak olursak, 1975
yılında Türkiye Felsefe Kurumu'nun düzenlediği "Türkiye'de Tarih Öğretimi
Semineri'nden 19 yıl sonra, 29 Eylül-1 Ekim 1994 tarihleri arasında
Türkiye'deki tarih öğretiminin ilk kez ciddi bir şekilde
sorgulandığı"Tarih Öğretimi ve Ders Kitapları Sempozyumu"nun
yapıldığını görürüz. Bunu, Boğaziçi Üniversitesi'nde 1994 yılında başlattığı
Uluslararası Tarih Kongreleri izler.
Merkezi Lahey'de bulunan EUROCLIO (Avrupa Tarih
Öğretmenleri Dernekleri Daimi Konferansı) ile Körber Vakfı'nın düzenlediği
"Gençlik ve tarih" konulu proje çerçevesinde, Türkiye'nin de dahil
olduğu 27 Avrupa ülkesinde bu konuda 1991 yılında ilginç bir araştırma
başlatıldı. 14 ve 15 yaşlarındaki toplam 32 bin öğrenciye yöneltilen soruların
yanıtlarını içeren tarih öğretimi konulu bu araştırma, 1997 yılında iki cilt
halinde yayımlandı ve tarih dersinin gençler tarafından sevilmediğini ortaya
çıkardı. Araştırmanın bir diğer önemli bulgusu da, Avrupa ülkelerinde tarih
öğretiminde öğrencilere "milliyetçilik" duygusunun aşılandığı oldu.
Yapılan değerlendirme toplantısında konuşan
EUROCLIO Başkanı Joke van der Leeuw-Rood, tarih öğretmenlerinden bazılarının
Avrupa'da kol gezen önyargılardan sorumlu olduklarına dikkat çekti. Toplantıya
Türkiye'den katılan Prof.Dr.Salih Özbaran da, araştırmanın sonuçlarına ilişkin
olarak konuşurken, Avrupa ülkelerinde tarih öğretiminde milliyetçi görüşün her
zaman baskın olduğuna dikkat çekerek, şöyle demiştir:
"Avrupa'da milliyetçi akımların genelde pek
geçerli olduğunu söylemek zordur. Ancak projede saptandığıkadarıyla kimi Avrupa
ülkelerinde milliyetçi yaklaşımlar canlanmış, ya da varlıklarını korumuştur.
Yunanistan, Türkiye, Filistin gibi ülkelerde yansıyan milliyetçi görüşler bir
yana, insan hakları sorunlarının ısrarlı takipçisi sayılan İskandinav
ülkelerinde, yabancılara karşı oluşan milliyetçi yaklaşımlar, gençliğe
uygulanan anket sonuçlarında şaşırtıcı bir durum ortaya koymuştur."
Avrupa'daki bu olumsuzlukların Türkiye'de de
geçerli olduğunu belirten Özbaran, şu hususa da dikkat çekmiştir:
"Ne yazık ki, pek çok ülkede tarih
öğretmenleri, uygun ve gerekli konuları öğretme özgürlüğüne sahip değillerdir
ve ders programları ve politik baskılar bunu engellemektedir." (2)
KIBRISLI BİR TARİH BİLİNCİNİN YARATILMASI SORUNU
Tarih eğitiminin amaç ve hedefleri, öğrencilere
açıklıkla anlatılmalıdır. Okulda tarih öğretiminin önemli bir hedefi bir
"tarihsel bilinç" oluşturmak ve onu geliştirmek olmalıdır. Bu bilinç,
geçmişin yorumunu, günümüzün algılanmasını ve gelecekten beklenti aralarında
kurulabilecek bir ilişkiyle tanımlanabilir. Günümüz değerlerini yani toplumsal,
moral ve kültürel anlayışları geliştirme, tarih eğitiminin önemli bir amacı
olmalıdır. Tarih öğretim ve öğrenimindeki önemli bir unsur da, öğrencilere,
geçmişteki değerlerin çağdaşlaştırılmasına yardımcı olmaktır. (3)
Adamızın bağımsızlık, egemenlik ve toprak
bütünlüğünü savunacak olan Kıbrıslı bir kimlik, Kıbrıs'ta yaşamakta olan
etnik-ulusal toplumların kimliği zedelenmeden de oluşturulabilir. Ama bu
Kıbrıslı kimlik, yeni bir tarih bilincinin geliştirilmesi ve uygulamaya
geçirilmesi, eğitime yansıtılması ile kazanılabilir. (4)
Kıbrıslı Rum veya Türklerin tarihsel geçmişi, yek
diğerinin geçmişinden tecrit edilemez. Salt arı bir kültür olamayacağı gibi,
arı bir tarih de olamaz. Kıbrıslı Rumlar ile KıbrıslıTürkler, kendi toplumsal
tarihleri yanında, köklerinin geldiği ana etnik yapıların tarihlerine de
"kültürlerarası bir tarih" olarak yaklaşmak zorundadırlar. Çünkü o
ana etnik yapıların ulusal tarihleri de, yek diğerinin ulusal tarihinin farklı
renklerini taşımaktadır. Ayırımcı ve tek sesli toplumsal bir tarih ise, öteki
topluma karşı düşmanlığı körükleyebilir.
Eğer Kıbrıs'ın tarihi, farklı iplik ve çeşitli
renklerden oluşan bir dokuma halıya benzetilecek olursa, Kıbrıs'ta yaşamış olan
bütün etnik-ulusal toplumların birlikte oluşturdukları bu tarih sürecinde, tek
bir toplumun insancıl olmayan bir davranışı, renk veren tek bir ipliğin bütün
halıyı boyadığı gibi, tüm tarihi de alt üst edebilir.
Ulusal tarih olduğu gibi, ulusal kimlik de tek
renkli olamaz. Bu kimlik de ancak bir ulusun öbürleriyle olan tarihsel ve
güncel bağıntıları içinde tanımlanabilen "açık" bir kimliktir. Böyle
bir kimliği ise, kültürlerin çok katmanlı yapısını, kültürlerin çelişkilerle
beslenen dinamizmini kavrayabilecek bir düşünce biçimi gerçekleştirebilir
ancak. "Kapalı" bir ulusçuluk anlayışının belirlediği, tek bir dilin,
tek bir kültürün sınırları içinde kapalı kalan değil de, kültürlerarası,
uluslararası, dillerarası ilişkileri kavrayabilen ve bunları uygulamaya
geçirebilen düşünce biçimi farklı kültürlere saygıyı, farklı toplumlarla
birlikte var olmayı sağlayabilir.
Öteki topluma düşmanlığı önleyebilecek böyle bir
düşünce biçimi, ancak eğitim aracılığıyla, tüm eğitim kurumlarında eğitime
kültürlerarası ve uluslararası bir boyut kazandırarak değiştirilebilir. Örneğin
tarih, kültürlerarası bir tarih, bir anlamda tüm toplumların ortak yazdıkları
bir tarih olarak tanımlandığında ve okutulduğunda, toplumlar kendi toplumlarına
ve o toplumdaki olaylara karşı duydukları sorumluluğu, yabancıtoplumlara karşı
da duyacaklar, bu konuda ben ve yabancı ayırımı yapmayacaktır.
Kendisini, ulusunu, kültürünü, öbür kültürlerden
kesin çizgilerle ayıran, dünyayı "ben" ve "ötekiler", ya da
"ben" ve "yabancılar" gibi iki cepheye ayıran ve eninde
sonunda benin var olabilmesi için ötekilerin yok olmasınıtek yol olarak gören
düşünce biçimi tehlikelidir. Oysa, kendini farklırenklerden oluşan bir bütünün
vazgeçilmez bir parçası olarak duyumsayan insan ve toplumlar, öbür renkleri,
ırkları, dinleri, ya kendine benzeterek, ya da dışlayarak "yabancı"yı
ortadan kaldırmayı düşünmeyecektir. Bu hümanist düşünce biçimi, ulusal kültür
mirasının içerdiği evrenselliği ve kültürlerarasıboyutu vurgulamakta, yabancıya
ve yabancı kültürlere geçit tanımak istemeyen içine kapalı kültür anlayışını da
sorgulamaktadır. (5)
MİLLİYETÇİTARİH YAZIMI
Tarih, ulus ve toplumlar arasında ayırıcı değil,
birleştirici bir rol oynamalıdır. Yurtseverlikten farklı olarak, milliyetçi
tarih yazımında, yazar tarihin her aşamasında kendine bir "biz"
seçmekte ve "ötekiler"i düşman olarak görmektedir. Bütün
milliyetçilerde durum aynıdır. Kendi milliyetinden olanı başkalarından farklı
ve onlara üstün görmek, milliyetçi tarihçilerin asgari özelliğidir. Bunu daha
sert ve daha yumuşak bir biçimde yapanlar vardır. Ama bütün milliyetçilerde
görülen, kendi ulus devletini üstün görme ve gerektiğinde başkalarının
çıkarları pahasına kendi ulusunun çıkarlarını üstün tutmaktır. Tarihe bu
şekilde bakış ve yorumlama, her ulus devletin gelişmesinin en azından bazı
aşamalarında resmi tarih yazımında egemen bir unsur olmaktadır.
Tarihte herşey sonuç olarak zıddını da doğuruyor
ve hep kendi haklılığının öyküsünü yazmaya yönelenler olduğu gibi, aynı zamanda
mikro-milliyetçiliğin yarattığı felaketleri görüp de, insanlık açısından soruna
bakan ve bunun dışına nasıl çıkılabilir diye düşünenlerin sayısı da
artmaktadır.(6)
Ders kitaplarının, tarih eğitiminin çok yönlü ve
çok uluslu çabalarla sistematik bir şekilde gözden geçirilmesi, çok uzun ve çok
zahmetli bir süreçtir. Herhangi bir şekilde hükümetlere taraf olmayan, hükümet
dışı tarihçiler ve sosyal bilimciler tarafından Türk, Yunan ve Balkan ders
kitapları için yeni modeller üretilme çabaları yürütülmektedir.
TARİH DERS KİTAPLARI İNCELEME ALTINDA
Konumuzla ilgili olarak "İstiklâl" adlı
ve 16 Ocak 1951 tarihli bir Kıbrıs Türk gazetesinde rastladığım bazı bilgileri
buraya aktarmak istiyorum:
"Unesco haberleri: Tarih kitaplarının
Milletlerarası Anlayış Zihniyetine göre yazılması" başlığıaltında verilen
haberde, Latin Amerika'da okul kitaplarının karşılıklıincelenmesinin 1921
yılında başladığı, bu konuyla ilgili ilk uluslararasıanlaşmanın 1933'de
Arjantin ile Brezilya arasında imzalandığı belirtilmekteydi. Bundan önce
Danimarkalılar, Norveç tarih kitaplarını okumuşlar ve bütün Danimarka
krallarının kötü ve iktidarsız kimseler olarak gösterildiğini saptamışlar.
Bunun üzerine, Norveç, Danimarka, İsveç ve İzlanda bir komisyon
kurmuşlar.İsveç'in incelemeyi kendisinin değil de başka ülkelere verip
yaptırdığıvurgulanırken, tarih öğretimi alanındaki bu ortak çalışmanın 1. Dünya
Savaşısonunda başladığı ve durmadan genişlediği anlatılmaktaydı.
İstiklâl gazetesi, 18 Ocak 1951 tarihli
nüshasında da yine "Unesco haberleri" başlığı altında verdiği bir
haberde, 24-26 Ekim 1951 tarihlerinde yapılan toplantıda alınan kararlara göre,
"Okul kitaplarında (tarih) dikkat edilecek hususlar"ı şöyle sıralamaktaydı:
"1. Siyasi ve askeri vakalardan çok,
medeniyet tarihi üzerinde durmak,
2. Çocukların seviyesini aşmamak ve daima onların
anlayacağı bir dil kullanmak,3. Müellif, kendi milli kahramanlarının yaptıklarını ve hareketlerini başka milletlerin kahramanları zararına fazla tafsil etmemelidir. Bütün kahramanlar insanlığın müşterek malıdır. Askeri şefler kadar mucitleri, sosyologları kutlamak lazımdır.
4. Şarkı ve Afrikayı ihmal etmemem lazımdır. Tarih gerçekten milletlerarası olmalıdır.
5. Her memleket kendi kitaplarını başka memleketlerin tarihçilerinin tenkidine arzetmelidir." (7)
SON TOPLANTILAR
Almanya'nın Braunschweig kentinde,
"Georg-Eckert Uluslararası Ders Kitapları Araştırmaları Enstitüsü"
tarafından 27-30 Nisan 1994 tarihlerinde düzenlenen "Ders kitaplarında
Kıbrıs-Kıbrıs'ta ders kitapları" konulu uluslararası konferansta, ilk defa
ülkemizdeki durum değerlendirilmiştir. Kıbrıs'ın Rum ve Türk okullarında
okutulan genel tarih kitaplarının Yunanistan ve Türkiye'den gelmekte olmasının
yarattığı sorunlar ve Kıbrıs tarih kitaplarının yazımında göz önünde
bulundurulması gereken noktalar ilk defa ayrıntılı bir şekilde tartışılmıştır.
(8)
Aynı Enstitünün 1998 yılı Ekim ayında Selanik'te
düzenlediği ve Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya ve Türkiye'deki
tarih ders kitaplarının incelendiği konferansta da, komşu ülkelere yapılan
atıfların %23'ünün olumsuz, %73'ünün tarafsız ve sadece %3'ünün olumlu olduğu
ortaya çıkmıştır. Yunan ders kitaplarındaki Türkiye ile ilgili atıfların
%56.6'sı olumsuz iken, Türk kitaplarında Yunanistan'a yapılan atıfların %55.5'i
"düşman" kategorisine girmekteydi. (9)
1994 yılında Dayton Anlaşması ile kurulan
Bosna-Hersek Federasyonu'nda ise, Avrupa demokrasisinin azınlıklarıkoruduğu
ilkesinden hareket eden resmi makamlar, her etnik gruba kendi kültürünü kendi
dilinde öğrenme hakkının verilmesini ve ayrı okullara gidilmesini öngörmektedirler.
Oysa ayrı okullarda eğitim yapılmasıyla Müslüman Boşnaklar ile Hıristiyan
Hırvatlar arasında benzerliklerin değil de, farklılıkların öne çıkartılmasında
milliyetçilere koz verileceği uyarısıyapılmıştır. Bir okul öğretmeni olan
Vildana Selimoviç, "Etnik kökeni yaşamda bir etken olarak tanımayan yeni
bir kuşak yetiştirmemiz düşünülmekteydi. Ama bu ayrı okul önerisiyle tam
tersini yapacağız" diye konuşmuştur.
Müslüman-Hırvat Federasyonu'nun %11'ini oluşturan
Hırvatlar'ın, tarih ve kültüre çok az farkla yaklaşan ve çok az farkıolan bir
dialektte okutulan ayrı okul programı ve ders kitaplarının olup olmaması
tartışmalıdır. Çünkü iki kesim arasındaki dil farkı, ABD'nin kuzey ve güney
eyaletleri arasındaki gibidir.
Sırp çocuklarının çoğu, zaten ayrı bir eğitim
görmekte ve Sırbistan'dan gelen ders kitaplarını okumaktadırlar. Sırplar, savaş
ardından geri dönebilen bazı Müslüman Boşnak veya Hırvatların da bulunduğu,
Bosna-Hersek'in %49'luk diğer bölümünde yaşamaktadırlar. Federasyonun Eğitim
Bakanı Müslüman Boşnaklar ve Hırvatlara üç seçenek sunmaktadırlar: Ayrı
okullar, aynı okulda farklı sınıflar veya en azından dil, tarih ve sanat gibi
"ulusal konular"da ayrı sınıflar. Federasyon, karma evliliklerden
doğan çocuklar veya Sırp çocuklar için herhangi bir model geliştirilmemiştir ve
bütün yerel yönetimlerin de bu politikayı uygulayıp uygulamayacakları da
belirginleşmemiştir.
Bosna'daki Hırvat milliyetçilerinin ayrılıkçı
hareketi, Hırvatistan'la birleşmeyi amaçlamaktaydı, ama başarıya ulaşamamıştır.
Etnik Hırvatlara, anavatanlarının komşu ülke Hırvatistan olduğunu öğreten bazı
Hırvat kitapları halen kullanılmaktadır, ama Federal Eğitim Bakanı
Bosna-Hersek'in etnik Hırvatlar için kendi ders kitaplarını ve müfredatını
hazırlayacağını söylemiştir.
Müslüman yorumcu Atıf Purivatra ise, ayrılma
politikasının gereksiz olduğunu, çünkü Bosna-Herseklilerin aynı kültüre sahip
olduklarını, Bosna-Hersek içinde ayrı Sırp, Hırvat veya Müslüman-Boşnak
tarihinden söz edilemeyeceğini söylemiştir. (10)
Kıbrıs'ta kurulması öngörülen federal düzende,
İngilizce dilinde eğitim verecek karma okullar ile Rumca ve Türkçe ders
verilecek okullardaki ders müfredatlarının durumu ile tarih ders kitaplarının
içeriğinin belirlenmesi, üzerinde önemle durulması gereken bir konu olmalıdır.
(1) Tarih ve Toplum dergisi, İstanbul, Mart 1990,
s.62
(2) Prof.Dr.Salih Özbaran, Tarih dersini seven yok, Cumhuriyet, 21 Ocak 1998(3) Prof.Dr.Salih Özbaran, Gençlik ve tarih-II, Cumhuriyet, 11 Ocak 1998
(4) Ahmet An, Kıbrıslılık bilincinin geliştirilmesi üzerine notlar, Lefkoşa 1998
(5) Prof.Dr.Şara Sayın, Yabancı düşmanlığı ve kültürlerarası eğitim, Cumhuriyet, 26 Temmuz 1993
(6) Doç.Dr.Halil Berktay, Tarihçiler arasında diyalog her şeyden önemli, Milliyet, 16 Ağustos 1995
(7)İstiklâl, 16 ve 18 Ocak 1951
(8) Almanya'da yapılan konferansta Kıbrıs'taki tarih kitapları tartışıldı, Yeni Çağ, 9 Mayıs 1994. Konferansa sunulan Ahmet Cavit An ve Pavlos Tzermias'ın bildirilerinin metni için bkz. The Cyprus Review, Vol.6, Spring 1994, No.1
(9) School textbooks 'at root of hatred', Cyprus Weekly, 23 October 1998
(10) Schools may separate Muslim and Croat children, Cyprus Weekly, 7 November 1997
(Bu bildiri, ilk defa İngilizce olarak, 20 Mayıs 2000 tarihinde Lefkoşa’da “İki Toplumlu Öğretmen Eğitim Merkezi” tarafından düzenlenen “Tarih: Nasıl öğretiyoruz? Nasıl öğretilmeli?” konulu seminerde sunulmuştur. Daha sonra Türkçe olarak yayımlanmıştır: Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Sayı:53, Temmuz 2000)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder