Kıbrıs
adasında yaşayan iki ana etnik-ulusal toplum olan Rumlar ile Türkler, Rusya’da
1917 devriminin başarıya ulaştığı günlerde, İngiliz sömürge yönetimini
yaşamakta idiler. Sosyalist Ekim devriminin doğrudan etkileri altında adada hız
kazanmaya başlayan sol düşünceler, daha çok Yunanistan’daki fikir akımlarından
etkilenmekteydi. 1915-17 yıllarında Leymosun’da üç Rum tarafından oluşturulan
siyasal hareket, Aralık 1922’de, iki ayda bir çıkan Pirsos (Meşale) adlı bir
gazeteyi yayımlamaya başlamıştı.
1924 yılı
başında fakir köylülerin borç ödemelerinin durdurulmasını talep eden komünist
hareket, bir Ziraat Bankasının kurulmasını ve ilerici bir çalışma yasasının
çıkarılmasıyla işçilerin yaşam koşullarının iyişeltirilmesini, çalışma
saatlerinin 14-12 saatten 8 saate indirilmesini istedi.
Pirsos
gazetesi Ocak 1924’de kendi kendini, kuruluş hazırlıklarını sürdürmekte olan
Kıbrıs Komünist Partisi (KKK)’nin resmi yayın organı olarak ilan etti. 1 Ocak
1925’den itibaren 15 günde bir çıkan “Neos Anthropos” (Yeni İnsan) gazetesini
yayımlamaya başlayan komünistler, 14 Ağustos 1926’da gizli olarak yaptıkları
bir toplantı sonunda KKP’nin resmen kurulduğunu açıkladılar.
İlk parti
programında Kıbrıslı Türklerden de söz eden KKP, Kıbrıslı Rum, Türk , Ermeni,
bütün ada halkının ortak düşmanı olarak nitelendirdiği emperyalizme karşı eylem
ve işbirliğini güçlendirme ve etnik şovenizmi geriletme talebini
yükseltmekteydi.
Bilinen
bilgilere göre, KKP’nin Kıbrıslı Türklerle olan ilişkileri çok sınırlı
kalmıştı. Önce bağımsızlık, sonra da özerklik isteyen KKP ile adanın
Yunanistan’a bağlanmasını (enosisi) savunan Rum milliyetçileri arasındaki görüş
ayrılıkları, Partinin savunduğu “anti-emperyalist birlik cephesi”nin oluşmasını
engellerken, Kıbrıslı Türk emekçilerle olan ilişkiler de çeşitli nedenler
yüzünden geliştirilememişti. Bu nedenlerden belki de en önde geleni, bilimsel
sosyalist fikirlerin Türkler tarafından Türkçe olarak öğrenilmesini sağlayacak
yayınların yok denecek kadar az olmasıydı. Dil ve kültür ilişkileri nedeniyle
Türkiye’den olan etkilenme, Türkiye Komünist Partisi’nin 1923’den beri
yasaklanmış olması ve Kemalizmin tek geçerli görüş kabul edilmesi yüzünden
sınırlıydı.
Kıbrıslı Türk
emekçilerin politik ve daha çok ekonomik açıdan bilinçlenmeleri, daha sonraki
yıllarda, Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri ile Tüm-Kıbrıs İşçi Sendikaları
Federasyonu (PEO)’nun Türk Şubesi’nin çalışmaları sonunda gerçekleşecekti.
(Kemal Cankat, Ekim Devriminin Kıbrıs İşçi Sınıfının Politik Örgütlenmesi Üzerindeki
Etkileri, Söz gazetesi, 6-13 Kasım 1987)
Kıbrıs’ta
kuraklığın ve fakirliğin, kapitalist dünyada ise ekonomik bunalımın doruğa
çıktığı bir sırada, halk yığınları sosyalizm fikirlerine yönelmekte iken,
İngiliz sömürge yönetimi de kitap yasaklama ve ceza yasasındaki
değişikliklerle, sol hareketin gelişmesine engel olmaya çalışmaktaydı. Kıbrıslı
Rum milliyetçilerin Ekim 1931’deki ayaklanması ardından, ülkedeki siyasi
faaliyetlerin yasaklanması ve anayasal düzenin Kavanin Meclisi’nin
kapatılmasıyla birlikte ortadan kaldırılması geldi. İşte bu yıl içinde, Kıbrıs
Türk basın organlarından Söz gazetesinde yer alan “Sürüden Ayrılanı Kurt Yer!”
başlıklı bir makalede yer alan şu satırlar, bazı sol görüşlü Kıbrıslı Türklerin
de siyasal çalışma yaptıklarını göstermektedir:
“Son birkaç
haftadır Lefkoşada olduğu gibi diğer kaza merkezlerinde de komonistler
beyannameler çıkarıyorlar ve asnafı Bolşevikliğe davet ediyorlar. Biz,
Komonistlerin neşrettikleri beyannameleri tahlil ve terviç edecek değiliz;
yalnız bunları imza edenler arasında bir kaç ta Türk ismi gördüğümüz için en
ziyade bunlarla meşgul olacak ve buna dair fikir ve kanaatımızı izaha
çalışacağız...Bolşeviklere yanaşan ve karışan Türklerin kimler olduklarını
bilmiyoruz. Fakat kimler olursa olsun, bu hareketleri ile bizi gücendirdiler ve
pek tehlükeli bir vaziyete soktular...Kendini bilmeyen cahil bir iki Türk,
Komonistlerin propagandasına kapılmış ve bizden ayrılmışlarsa, bunda
Cemaatımızın bir kusuru ve hatası yoktur. Hata varsa bizden ayrılan ve karanlık
yollara sapanlardadır ki bunları da sürüden ayrıldıkları için hiç şüphe etmeyiz
ki kurtlar yiyecektir.” (13 Ağustos 1931)
1941 yılında
siyasal partilerin yeniden kurulmasına İngiliz sömürge yönetimi yeniden izin
verdiği zaman, çalışmalarını yasadışı olarak sürdürmekte olan KKP’nin, 14 Nisan
1941’de AKEL (Emekçi Halkın İlerici Partisi kelimelerinin Rumca ilk harfleri)
adı ile yasal planda çalışmalarını sürdürdüğü görülür.
1943 yılı
başında yapılan AKEL’in 2. Kongresinde Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesi
(enosis) politikası benimsenince, gerek sendikal harekette, gerekse siyasal
çalışmalarda Kıbrıslı Türklerle işbirliğinde zorluklar başlar. İşte bu nedenle,
zaten 27 Aralık 1942’de ilk Türk Amele Birliği oluşturulmuş bulunuyordu. Niyazi
Dağlı başkanlığındaki 12 Kıbrıslı Türk dülgerin Rum işçi sendikasından
ayrılmasıyla başlayan etnik temele dayalı ilk sendikal örgütlenme, 13 Ağustos
1944’de Hasan Şaşmaz’ın başkanlığındaki yüzlerce Türk işçisinin PEO’dan kopmasıyla
daha da genişler. 1945 yılına gelindiğinde, Türk İşçi Birlikleri’nde örgütlü
Kıbrıslı Türk işçi sayısı 843’e yükselmişti.
Ekim 1947’de
“İşçinin Yolu ŞAŞMAZ” adlı ilk Kıbrıslı Türk solcuların yayın organı
çıkartılır. “Kol ve kafa işçisinin siyasal ve sosyal davalarını güden dergidir”
alt başlıklı bu yayın organı, 2. sayısından sonra “fazla ideolojiktir”
gerekçesiyle yayımını durdurur.
13 Ocak ile
17 Mayıs 1948 tarihleri arasında 125 gün süren tarihi Maden Grevi, Kıbrıslı Rum
ve Türk işçi sendikalarının sınıf dayanışmasının güzel bir örneğini oluşturur.
Kıbrıs Türk liderliğine yakın Halkın Sesi ve Hürsöz gazetelerinin başlangıçta
bu grevi desteklemiş olmalarına rağmen, daha sonra bu desteği geri çekmeleri
üzerine, işçilerin sesini duyuracak günlük bir yayın organı oluşturma çabaları,
ancak 19 Mayıs 1948’de ilk sayısını yayımlayabilen “Emekçi” gazetesi ile sonuç
verir. Grevin bitmesinden iki gün sonra yayımlanan bu ilk Kıbrıs Türk işçi
gazetesi, 1949 yılı içinde bir ara günlük yayımını durdurur ve sonradan
haftalık olarak yayımlanmaya başlar. Kıbrıs Türk liderliğine yönelttiği
eleştiriler yüzünden başı derde giren “Emekçi”, kısa bir süre sonra kapanmak
zorunda kalır.
Aralık
1951’de yapılan 7. AKEL Kongresinde, “hâlâ daha şovenist Kıbrıs Türk burjuvazisi
ile toprak ağalarının etkisi altında olan Kıbrıs Türk azınlığına daha fazla
ilgi gösterilmesi” onaylanır.
1948 yazından
beri Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri ile işbirliği yapmaya başlayan PEO, Kasım
1952’de Türk üyeleri için bir merkez bürosu açma kararı alır ve Mart 1954’de,
daha önce sözü edilen “Emekçi” gazetesinin sahip ve yazarlığını yapmış olan
Ahmet Sadi Erkurt’u (ki 1952’den beri PEO Merkez Konseyi üyeliği yapmaktaydı)
bu büronun maaşlı sekreterliğine getirilir.
Bu arada
“AKEL’ci Türkler olarak size ilk defa konuşuyoruz” diye başlayan ve “AKEL Türk
Kolu İdaresi” imzalı ilk Türkçe bildiriler, Galatya köyüne kadar Türk
emekçilerine ulaştırılır. (Köylü gazetesi, 8 Kasım 1954)
1954 yılı
sonuna gelindiğinde, PEO’da 1500 kadar Kıbrıs Türk işçisinin örgütlendiğini
görüyoruz. Bu arada PEO, Türk üyeleri için sık sık Türkçe bildiriler ve aylık
bir “İşçi Bülteni” çıkarmaya başlar. Hatta “İşçinin Sesi” adlı haftalık bir
sendika gazetesinin yayımlanması planlanır. 13 Eylül 1955’de “İnkılapçı” adlı
haftalık bir gazetenin yayımlanmaya başlaması ile bu plandan vazgeçilir.
14 hafta
yayımlanabilen “İnkılapçı” gazetesi, o günlerde önem arzeden bütün toplumsal ve
ekonomik konularda makaleler ve haberler vererek, emekçilerin sesi haline
gelir. Ama İngiliz sömürge yönetiminin 14 Aralık 1955’de olağanüstü durum ilan
etmesi ardından, AKEL’in günlük yayın organı Neos Demokratis ‘le birlikte
kapatılır. Başta AKEL olmak üzere solcu köylü, gençlik ve kadın örgütleri
yasadışı ilan edilir, birçok solcu tutuklanıp hapse atılır. “İnkılapçı”nın 12
Aralık 1955 tarihli son sayısında yer alan “Tehdit” başlıklı yazıdan
anlaşıldığı üzere, zamanın Kıbrıs Türk liderliği ve ona bağlı yeraltı örgütleri
“İnkılapçı”yı çıkaran ekibe “İnkılapçı gazetesini durdurunuz, öldürüleceksiniz,
kafanız ezilecektir” vb sözler içeren tehdit mektupları göndermişti.
1 Mayıs
1958’de Türk ve Rum işçilerin birlikte
yürüyerek, emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı ortak bir mücadele vermeye
kararlı olduklarını açıklamaları ardından, Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT)
yayımladığı bir bildiride, Rum PEO sendikasına üye olan Türk işçilerden istifa
etmelerini ve bundan böyle Rumlarla işbirliği yapanların cezalandırılacağını
açıklar. Zamanın günlük Türkçe gazeteleri, PEO’dan istifa ilanlarıyla dolup
taşar. Ama ilk teşhiş eylemi 22 Mayıs 1958’de PEO’nun Türk Şubesi Başkanı Ahmet
Sadi’yi öldürme teşebbüsü ile başlar. Ardından 24 Mayıs günü “İnkılapçı”nın
yazı işleri müdürü Fazıl Önder öldürülür. Lefkoşa ve Leymosun’da başka ilerici
Kıbrıslı Türkler öldürülür veya yaralanır.
Bu sırada,
Türkiye ve Kıbrıs Türk liderliği Kıbrıs sorununun yegâne hâl çaresinin taksim
olduğu şeklindeki politikalarını sürdürürken, adanın taksim edilmesine karşı
çıkan Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıs Türk solu seslerini yükseltmekte ve muhalefet
yapmaktaydılar. Örneğin AKEL’in Türk kolu, o sıralarda Kıbrıs’ta bulunan
Prof.Nihat Erim’e ilettiği 19 Ocak 1957 tarihli bir mektupta, “ayrılmaz bir
bütün olan Kıbrıs halkı, Türkler ve Rumlar, bu topraklarda yüzyıllarca birlikte
yaşamışlar ve yaşamaktadırlar” diyerek, “ortaya atılan adayı taksim etme fikri,
Kıbrıs meselesinin nihai hâl şekli olmayacağı gibi, kabili tatbik de değildir.
Çünkü Kıbrıs Türk ve Rum halkı ayrı ayrı iki mıntakada yaşamamaktadır. Böylece
ortaya bir muhaceret işi çıkacaktır. Böyle hadiselerin hangi menfaatlere hizmet
ettiğini tarih hepimize göstermiştir” şeklindeki görüşlerini aktarmışlardı.
(Nihat Erim, Bildiğim, Gördüğüm Ölçüler İçinde Kıbrıs, Ankara 1975, s.55-57)
1960’da
Kıbrıslı Rum milliyetçilerin enosis ve Kıbrıslı Türk milliyetçilerin taksim
taleplerinin dışında bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin kurulması, yeni bir
dönemin başlangıcı olur. Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sahip çıkan ve onun kurulduğu 16
Ağustos 1960 günü ilk sayısını çıkaran “Cumhuriyet” adlı haftalık Kıbrıs Türk
gazetesi çevresinde, taksimci Kıbrıs Türk liderliğine karşı demokrasi
mücadelesini sürdüren demokratlar, 27 Eylül 1960’da da Kıbrıs Türk Halk
Partisi’ni kurarlar.
Kıbrıs Türk
toplumunu uyarıcı yayınlardan tedirgin olan çevreler, “Cumhuriyet”in 23 Nisan
1962 tarihli 89. sayısında çıkan ve Lefkoşa’nın Rum kesimindeki iki caminin
bombalanmasının sorumlularını ima eden yazı üzerine telaşa kapılıp, o günün
gecesi, “Cumhuriyet”in sahip ve yazarları olan Ahmet M.Gürkan (35) ile Ayhan
M.Hikmet’i (33) öldürtürler.
Kıbrıs Türk
liderliğinin taksim politikasına muhalefet eden demokratlara karşı girişilmiş
olan bu ikinci tedhiş eylemi, toplumu, 1963 Aralık’ındaki toplumlararası
çatışmaların başlamasından sonra daha da artacak olan yeni bir baskı ve korku
dönemine sokacaktı. “Cumhuriyet” gazetesi yazarlarından Dr.İhsan Ali, Rumca
Fileleftheros gazetesine verdiği bir demeçte, gazetenin yayınının devamı için
çaba göstereceklerini belirtmişse de, bu gerçekleştirilemedi.
1965 yılı
Nisan ayında AKEL Merkez Komitesi’nin Kıbrıslı Türk üyelerinden Derviş Ali
Kavazoğlu’nun sendikacı Rum arkadaşı Kostas Mişaulis ile birlikte katledilmesi,
üçüncü tedhiş dalgasını oluşturur. Artık siyasal ortam, ayrılıkçı Kıbrıs Türk liderliğinin
kesin tekelindeydi.
1968 yılının
ilk yarısından itibaren, toplumlararası ilişkilerin yumuşamaya başlaması ve
görüşme sürecine girilmesi ardından, Kıbrıs Türk muhalefet güçleri yeniden
mücadelelerini yükseltmeye başlarlar. Eylül 1968’de Kıbrıs Türk İlkokul
Öğretmenleri Sendikası’nın (sonradan KTÖS adını alacak) ve Aralık 1970’de
Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP)’nin kurulması, sendikal ve siyasal hakların
yeniden tesisi konusunda önemli kilometre taşları olur.
Adanın, 1974
Temmuz’undaki olaylar ardından taksim edilmesi ile, kuzeyde toplanan Kıbrıslı
Türkler, çeşitli siyasal partiler, sendikalar ve birlikler oluştururlar.
Bunların sol kesimde anılanlarının verdikleri mücadeleler, başarıları ve
hataları ile bilinmektedir.
Son dönemdeki
duruma kısaca bakacak olursak tablo şöyledir: Her yıl ABD’de yayımlanmakta olan
“Uluslararası Komünist Meseleler Yıllığı” adlı kitabın 1991 Yıllığı’na göre,
“AKEL’in Kıbrıs Türk toplumu içinde yasaklanmış olmamasına karşın, parti,
“yeşil hat” üzerinden temas sağlamanın zorluğu yüzünden, kuzeyde aktif olmamayı
seçmiş bulunuyor.
Kıbrıslı
Türkler arasında üç tane sol kanat partisi vardır: CTP, TKP ve YKP...Üç sol
kanat partisi de, Kıbrıs sorunu için federal çözümü savunmakta ve buna ulaşmada
toplumlararası yakınlaşmanın bir araç olduğuna inanmaktadır. CTP liderine göre,
“üç sol kanat partisi de, kendi kendilerine özgüdürler ve hiç biri de Kıbrıs’ın
güneyinde veya dünyanın herhangi bir yerindeki her hangi bir partiyi kopya
etmemektedirler.” (6 Kasım 1990’da Özker Özgür ile yazar Thomas W.Adams’ın
yaptığı kişisel iletişimden öğrenilmiştir.”
1990
Yıllığı’nda ise Kıbrıs Türk soluna ilişkin şu değerlendirme yer almaktadır:
“Eğer
Kıbrıs’ın kuzeyi ile güneyi bir gün “Federal Cumhuriyet”te yeniden birleşecek
olursa, her iki toplumdaki sol kanat partilerinin birleşik oy gücünün, bir
Cumhurbaşkanlığı seçiminde oyların çoğunluğunu sağlayabileceği tahmin
edilebilir.”
İlk defa 1989
Yıllığı’nda dile getirilen ve burada daha açık bir şekilde formüle edilen
Amerikan emperyalizminin korkusu, bu ülkenin neden iki devletli ve adanın
taksimine dayanan bir konfederal çözüm peşinde koştuğunu açıklarken, İngiliz ve
Amerikan emperyalizminin işbirlikçisi olagelmiş olan Kıbrıs Türk liderliğinin
de “Rum düşmanlığı” ve “toplumların temas ettirilmemesi” politikasının nedenini
ortaya çıkarmaktadır. (A.An, ABD’nin Kıbrıs Türk Soluna Bakışı, Sosyalist
Gözlem, Ekim 1993, Sayı:5)
Bugünkü
Kıbrıs Türk solunu siyasal planda temsil etmekte olan ve hep birlikte %30’luk
oy potansiyelini aşan Cumhuriyetçi Türk
Partisi (CTP), Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) ve Yurtsever Birlik Hareketi
(YBH)’nin -ki 10 yıl önce TKP’den kopanların oluşturduğu YKP ile Özgür
başkanlığında CTP’den kopanların 1998’de birleşmesinden oluşmuştur-, yukarıda
sözü edilen ve ölümle, baskıyla susturulmuş olan sol birikime sahip çıkmaması,
dikkate değer bir husustur. Bugünkü politikalarını, eski sol geleneğin hata ve
sevabıyla savunduğu ilkelere dayandırmayan bu partiler, Kıbrıs Türk toplumuna,
içine düşürüldüğü siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel çıkmazdan çıkış yolunu
da açıkça gösterememekte, son çözümlemede onu, çaresiz bırakıp erimeye
terketmektedirler.
25 yıllık
süreç içinde, sol sosyal demokrat bir çizgiden hareket edip, bugün liberal bir
yapıyı benimseyen CTP’nin eski çizgisini, bir ölçüde YBH devralırken, sağ
sosyal demokrat görüşteki TKP, kendini yeniden üretemediğinden
gelişememektedir. Bu üç siyasal partinin üye ve yandaşlarının bir kısmı, işçi
ve memur sendikalarında o görüşlerin izdüşümlerini oluşturmaktadırlar. Bu
yapılanmalardan bağımsız bir siyasal görüş sahibi olan Kıbrıs Türk solunun
diğer unsurları, dönem dönem bazı yayın organlarında veya kendi dergi veya
gazetelerinde düşüncelerini aktarabilmekte, ya da belli dar arkadaş grupları
şeklinde varlıklarını sürdürmektedirler.
Kıbrıs Rum
kesimindeki siyasal partilerin hepsi de, adanın taksimine karşı olup, Kıbrıs
sorununun iki toplumlu, iki kesimli federal bir devlet yapısıyla çözümlenmesini
ve adada 25 yıldan fazla bir süredir askeri güçle dayatılan oldu-bittilere bir
son verilmesini talep etmektedirler. Kıbrıs Komünist Partisi AKEL ile Kıbrıs
sosyalist partisi EDEK, %40’dan fazla oy potansiyeline sahiptirler.
Kıbrıs Türk
liderliğinin taksimci ve ayrılıkçı politikalarına karşı, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
yeniden federal bir çatı altında örgütlenmesi ve adamız üzerinde yaşayan iki
ana etnik-ulusal toplum olan Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkler arasında
dostluk ve işbirliğinin yeniden kurulması için güçlerini birleştirmesi gereken
Kıbrıs Türk solu, bir an önce yeni bir durum değerlendirmesi yapmalıdır.
Bağımsız ve federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti’ne giden yoldaki zorlukların
aşılması için, sahte solculardan arınmak ve mücadeleyi yeni baştan örgütlemek
artık kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir.
(Kıbrıs’ta Sosyalist
Gerçek, Temmuz 1996, Sayı:6 ve kitap içinde: Ahmet An, Kıbrıs Nereye Gidiyor?
İstanbul 2002, s.223-231)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder