20 Mart 2014 Perşembe

KIBRIS NEREYE GİDECEK?


            1974 yazında Kıbrıs’a yapılan Türk askeri müdahalesinin Dışişleri Bakanı olan Turan Güneş, şu değerlendirmeyi yapmıştı:

            “Hele biz Ada’nın yarısını alalım, oldu-bittiyi yapalım. Yirmi yılda sökemezler bizi oradan... Ondan sonrası da Allah kerim. Birbirini tanımayan, birbirinden farklı, Türk ve Rum nesilleri artık bir arada kimse yaşatamaz.” 

            Kıbrıs’taki kurulan Türk işgal rejimi, 23 Nisan 2003 tarihinden başlayarak, “yeşil hat”tın her iki tarafına yapılan seyahatleri kısıtlı da olsa serbest bıraktıktan sonra, Güneş’in 1974 yılında Cenevre’de Türk gazetecilere söylediği ve Güneri Civaoğlu’nun 19 Temmuz 1994 tarihli Sabah gazetesinde kayda geçirdiği bu sözleri anımsadım. Geçişlerin serbest bırakıldığı ilk hafta içinde, 130 binden fazla Kıbrıslı Rum ve Türk, adanın öteki tarafını ziyaret etti ve özellikle genç nesillerin, birbirini tanımak için aşırı bir ilgi göstermesi dikkati çekti.

            Birçok Kıbrıslı Türkün, Rumcayı hâlâ daha, çok iyi konuşmakta olduğu ve zorla yaratılan 29 yıllık ayrılıktan sonra Rum yurttaşlarıyla birarada olmaktan memnun olması hayretle izlendi. Birçok duygulu karşılaşmanın görüntüleri, çeşitli TV kanallarından verilirken, her iki tarafın basını da bunları yazdı. Kaydedilmesi gereken daha birçok olay yaşandı. 

            Birçok kişi, Kıbrıs Türk liderliğinin ve Türk askeri makamlarının geçişleri serbest bırakmalarına ilişkin gelecekteki tutumları hakkında kuşku duyarken, onbinlerce Kıbrıslı, Kıbrıs Türk liderliği kapıları belki bir süre sonra kapayabilir endişesiyle, 1974’den önce her iki toplumun yaşamakta olduğu eski köy ve kasabalarını ziyaret edip görmek için geçiş noktalarına koştular. Adadaki herkes, Kıbrıs Türk liderliğinin, Kıbrıs sorununun geçmişinde düzenlediği kışkırtma olaylarında ne kadar usta olduğunu bilmekte olup, bu olayları henüz unutmadı. 

            Kıbrıslı Türk ve Rum emekçilerinin 1 Mayıs İşçi Bayramını sabahleyin Lefkoşa’nın Rum kesiminde, geceleyin de Türk kesimindeki Sarayönü Meydanında kutlamalarının anlamı büyüktü. Bu olay 45 yıl sonra ilk defa gerçekleşmekteydi. 1958 yılında, adanın taksim edilmesi politikası güden ve Kıbrıs’taki iki toplum arasında düşmanlık yaratmaya çalışan İngiliz sömürge yönetimine ve onun Kıbrıslı Türk işbirlikçilerine karşı ortak bir gösteri düzenledikten sonra, Kıbrıslı Türk işçiler, Kıbrıs Türk liderliği ve onun yer altı örgütü TMT tarafından, ortak solcu sendikal örgüt olan PEO’dan istifa etmeleri için tehdit edilmişlerdi. 1958’in Mayıs ve Haziran aylarında Kıbrıs Türk gazeteleri, Kıbrıslı Türk işçilerin Kıbrıs Türk liderliğinin politikasını desteklemekte oldukları ve artık PEO ile ilişkilerinin kalmadığını duyuran ilanlarla dolup taşmıştı. İlerici Kıbrıslı Türklerin önde gelenleri olarak bilinen kişilere karşı bir tedhiş dalgası başlatılmıştı. TMT tarafından 4 Kıbrıslı Türk katledilirken, bazıları da yaralanıp ölümden kurtulmuştu. (Bkz. A.An, Kıbrıs’ta Fırtınalı Yıllar 1942-1962, Lefkoşa 1996) 

            6 Haziran 1958 akşamı da, Lefkoşa’daki TC Konsolosluğu’na bağlı Türk Haberler Merkezi’nin kapısı önünde, kışkırtma amacıyla patlatılan bomba olayını yaşandı. Kıbrıs Türk lideri Denktaş, yıllar sonra, bombayı koyanın bir Rum değil de, kendi arkadaşı bir Kıbrıslı Türk olduğunu itiraf etti. Bu, 6/7 Eylül 1955’de İstanbul’daki Rum mallarına karşı düzenlenen kışkırtma olayının bir benzeriydi. Kıbrıslı Türkler, Lefkoşa’daki Tahtakale ve Ayluka mahallelerindeki Rum mallarını yağmalayıp yakarken, buna paralel olarak İstanbul’da da binlerce milliyetçi Türk, gösteri yapmakta ve “Ya taksim, ya ölüm” diye haykırmaktaydı. Dr.Küçük şöyle diyordu: “Kıbrıs’ta Türkler ile Rumların birlikte yaşaması artık imkansızdır.” 12 Haziran 1958 günü Gönyeli köyü yakınındaki ovalarda 9 Kıbrıslı Rumum katledilmesi de, bu dönemin başka bir kışkırtma olayı idi. (agy)  

            Daha sonra Ahmet Gürkan ve Ayhan Hikmet’in TMT tarafından öldürülmesi olayı yaşandı. Her ikisi de avukat olan bu kişiler, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki ana toplumu arasında işbirliği ve dostluğu desteklemekte olan haftalık “Cumhuriyet” gazetesini yayımlamakta ve Kıbrıs Türk liderliğinin taksimci politikalarını yoğun bir şekilde eleştirmekteydiler. (Bkz. A.An, Kıbrıslılık bilincinin geliştirilmesi, Lefkoşa 1998) Nisan 1965’de, AKEL Merkez Komitesi’nin Kıbrıslı Türk üyesi olan Derviş Ali Kavazoğlu, sadece Kıbrıslı Türk ve Rumlar arasındaki dostluğu artırmak istediği için, Kıbrıslı Rum sendikacı arkadaşı Kostas Mişaulis ile birlikte öldürüldü.

            Ardından Aralık 1963 ve 1974 yazı yaşandı; 45 yıl geçip gitti. Kıbrıs Türk liderliği, Kıbrıslı Türkler ile Rumların birlikte yaşayamayacakları şeklindeki masalını tekrarlayıp durdu. Ama utanç duvarlarının serbest geçişlere izin vermesinden sonra, binlerce Kıbrıslı Türk ve Rumun karşılıklı olarak birbirlerini ziyaret etmeleriyle bu iddia da tuzla buz oldu.  

            Türk tarafının yeşil hat boyunca seyahat özgürlüğüne koyduğu yasağın kaldırılması için karar almasında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki Titina Loizidu ve Ahmet An davalarında verilen kararların da önemli katkısı oldu. Basında belirtildiğine göre, Türkiye, AİHM’nin bu kararlarının bir an önce uygulanması için baskı altındaydı. Türkiye’deki makamlar, taksim çizgisinin her iki yanını ziyaret etmek isteyen kişilere izin vermesi için Kıbrıs Türk liderliğine emir vermek zorunda kaldı.

            Öteki tarafın son 29 yılda nasıl değiştiğini görmek isteyen on binlerce Kıbrıslının yollara düşmesi, hem Kıbrıslı Rum, hem de Kıbrıslı Türk politikacılar için bir şok etkisi yarattı. Doğaldır ki, insanlar, 29 yıl önce terk ettikleri ve ziyaret etmelerine izin verilmeyen eski ev ve mülklerine gitmeyi tercih etmişlerdi. Özellikle Kıbrıslı Rumlar, uzun paskalya tatili günlerinde, Türk işgali altındaki bölgeye arabalarıyla ve kitleler halinde akın ettiler.   

            Bazı Kıbrıslı Türk solcu politikacılar, yeşil hattın açılmasını yorumlarken, “Bu Memleket Bizim Platformu” ve “Ortak Vizyon” tarafından düzenlenen Kıbrıslı Türklerin dört büyük gösterisine atıfta bulundular. Gerçi bu gösterilerle, Kıbrıs Türk liderliğinin inatçı politikalarına karşıt olarak Kıbrıslı Türklerin bir çözüm beklentisini dile getirmiş olması, adadaki Kıbrıs Türk liderliği ile Türkiye hükümetini endişeye sevketmişti, ama kitlelerin bu gösterilerinde, bölücü hat boyunca seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasına son verilmesi doğrultusunda herhangi bir talep olmamıştı. Hatta CTP yöneticileri, bir genç tarafından gösteri alanına getirilen Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağının taşınmasına bile izin vermemişti! Daha sonra, Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinin Kıbrıslı Türkler için aldığı gecikmiş önlemler açıklandığı zaman, CTP yine bunları eleştirerek, “azınlık hakları” şeklinde nitelendirdi. CTP’nin, Kıbrıs’ı ziyaret eden AB dönem başkanı Simitis’in Kıbrıs Türk siyasal partileriyle yaptığı toplantıda, Kıbrıs’ın Türk işgali altındaki kuzey kısmının AB’ye resmen katılmasından önce, Türkçenin AB tarafından, AB’nin resmi dillerinden biri olarak kabul edilmesi gerektiği şeklinde bir çağrıda bulunduğu da ayrıca anımsanmalıdır.  

            Denktaş, CTP lideri Talat’ın Kıbrıslı Rumlara muhalif olan politikasının, kendisinin onyıllardır savunduğu milliyetçi politikasıyla uyum göstermesini takdir etmekte gecikmedi. Kuşkusuz CTP yöneticileri de, Annan Planı’nın sunulmasından bu yana, her gün ve gece, kitle iletişim araçlarında yer almakta ve işgal altındaki kuzeyde hüküm süren  ağır ekonomik durumdan memnun olmayan Kıbrıslı Türk kitlenin dikkatini çekmeye çalışmakta ve bunu Aralık 2003’de yapılacak olan genel seçimlerde kendi partisi adına oya çevirmeye çalışmaktadır. CTP’nin aynı liderliği, Türkiye’den adaya gelen yerleşiklerin, eşit KKTC yurttaşları olarak yeşil hattın güneyine geçme “hakkı”nı savunmak için de öne atılmıştır. CTP’nin Rum mallarında oturmakta olan yerleşiklerin sözümona “mülkiyet hakkı”nı da desteklediği unutulmamalıdır. 

            CTP liderliği, Türk işgal ordusunun adadaki varlığı ile Cenevre Sözleşmesi’ne aykırı olarak adaya getirilen ve 1974’den beri yapılan bütün seçimlerde Kıbrıs Türk liderliğini destekleyen nüfus konusunda da herhangi bir eleştiri getirmekten kaçınarak, populist politikasının rantını toplamak istemektedir. Oysa uluslararası kuruluşların gözetiminde yapılacak güvenilir bir nüfus sayımından sonra, sadece yerli halk olan Kıbrıslı Türklerin oy kullanması gerekmektedir. 

            CTP, genç işadamlarının desteğini sağlamış olup, son belediye seçimlerde üç büyük kentte başarılı olmuştur. Bir grup Amerikan yanlısı “Conflict Resolution” (uyuşmazlıkların çözümü) eğitmeni ve onların barış aktivistleri, bölgemizdeki ABD emperyalizminin çıkarlarına hizmet edecek olan kapsamlı bir Kıbrıs çözümü çerçevesinde, kuzeyde ayrı bir Kıbrıs Türk varlığının devamını desteklemektedirler. Bu “barış aktivistleri”, çeşitli sivil toplum kuruluşlarında çok iyi örgütlenmiş olup, hatta yeni çevreye uyum sağlayacak olan kendi siyasal partilerini bile oluşturmaya çabalamaktadırlar.  

            Her iki taraf arasında temasların başlamasından sonra, meydana gelen yeni durumu değerlendirirken, çok dikkatli olunmalıdır. Türkiye’den gelmiş ve sayıları 100 binden fazla olan sömürgeciler ve 35 bin kişilik Türk işgal ordusu, hâlâ daha Kıbrıs’tadır. KKTC adlı kukla devlet de orada durmaktadır. Yolsuzluk ve mafya tipi ekonomik yapı hâlâ daha egemenliğini sürdürmektedir. BM ilkeleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uymayan ve adadaki taksimi yasalaştıran herhangi bir çözüm formülü, kategorik olarak derhal reddedilmelidir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık, toprak bütünlüğü ve egemenliği, en erken bir zamanda yeniden sağlanmalıdır. Görüşmeler, dış karışma olmadan, barış içinde bir yaşam sürmeyi hak eden bu ülkenin bütün yurttaşları için, federal ve demokratik bir yapıyı amaçlamalıdır. Adanın tamamen askerden arındırılması, bölge barışına da hizmet edecektir. Yukarıdaki hedeflere ulaşmak için şimdi gündemde olan, ortak siyasal bir partiyi oluşturmaktır.

 
(Conflict Resolution'cuları eleştirdiği için, haftalık Yeni Çağ gazetesi tarafından yayımlanmadı ve Afrika gazetesinin 8 Ağustos 2003 tarihli nüshasında çıktı.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder