1974 yazında Kıbrıs’a
yapılan Türk askeri müdahalesinin Dışişleri Bakanı olan Turan Güneş, şu
değerlendirmeyi yapmıştı:
“Hele biz Ada’nın yarısını
alalım, oldu-bittiyi yapalım. Yirmi yılda sökemezler bizi oradan... Ondan sonrası
da Allah kerim. Birbirini tanımayan, birbirinden farklı, Türk ve Rum nesilleri
artık bir arada kimse yaşatamaz.”
Kıbrıs’taki kurulan Türk
işgal rejimi, 23 Nisan 2003 tarihinden başlayarak, “yeşil hat”tın her iki
tarafına yapılan seyahatleri kısıtlı da olsa serbest bıraktıktan sonra,
Güneş’in 1974 yılında Cenevre’de Türk gazetecilere söylediği ve Güneri
Civaoğlu’nun 19 Temmuz 1994 tarihli Sabah gazetesinde kayda geçirdiği bu
sözleri anımsadım. Geçişlerin serbest bırakıldığı ilk hafta içinde, 130 binden
fazla Kıbrıslı Rum ve Türk, adanın öteki tarafını ziyaret etti ve özellikle
genç nesillerin, birbirini tanımak için aşırı bir ilgi göstermesi dikkati
çekti.
Birçok Kıbrıslı Türkün,
Rumcayı hâlâ daha, çok iyi konuşmakta olduğu ve zorla yaratılan 29 yıllık
ayrılıktan sonra Rum yurttaşlarıyla birarada olmaktan memnun olması hayretle
izlendi. Birçok duygulu karşılaşmanın görüntüleri, çeşitli TV kanallarından
verilirken, her iki tarafın basını da bunları yazdı. Kaydedilmesi gereken daha
birçok olay yaşandı.
Birçok kişi, Kıbrıs Türk
liderliğinin ve Türk askeri makamlarının geçişleri serbest bırakmalarına
ilişkin gelecekteki tutumları hakkında kuşku duyarken, onbinlerce Kıbrıslı,
Kıbrıs Türk liderliği kapıları belki bir süre sonra kapayabilir endişesiyle,
1974’den önce her iki toplumun yaşamakta olduğu eski köy ve kasabalarını
ziyaret edip görmek için geçiş noktalarına koştular. Adadaki herkes, Kıbrıs
Türk liderliğinin, Kıbrıs sorununun geçmişinde düzenlediği kışkırtma
olaylarında ne kadar usta olduğunu bilmekte olup, bu olayları henüz
unutmadı.
Kıbrıslı Türk ve Rum
emekçilerinin 1 Mayıs İşçi Bayramını sabahleyin Lefkoşa’nın Rum kesiminde,
geceleyin de Türk kesimindeki Sarayönü Meydanında kutlamalarının anlamı
büyüktü. Bu olay 45 yıl sonra ilk defa gerçekleşmekteydi. 1958 yılında, adanın
taksim edilmesi politikası güden ve Kıbrıs’taki iki toplum arasında düşmanlık
yaratmaya çalışan İngiliz sömürge yönetimine ve onun Kıbrıslı Türk
işbirlikçilerine karşı ortak bir gösteri düzenledikten sonra, Kıbrıslı Türk işçiler,
Kıbrıs Türk liderliği ve onun yer altı örgütü TMT tarafından, ortak solcu
sendikal örgüt olan PEO’dan istifa etmeleri için tehdit edilmişlerdi. 1958’in
Mayıs ve Haziran aylarında Kıbrıs Türk gazeteleri, Kıbrıslı Türk işçilerin
Kıbrıs Türk liderliğinin politikasını desteklemekte oldukları ve artık PEO ile
ilişkilerinin kalmadığını duyuran ilanlarla dolup taşmıştı. İlerici Kıbrıslı
Türklerin önde gelenleri olarak bilinen kişilere karşı bir tedhiş dalgası
başlatılmıştı. TMT tarafından 4 Kıbrıslı Türk katledilirken, bazıları da
yaralanıp ölümden kurtulmuştu. (Bkz. A.An, Kıbrıs’ta Fırtınalı Yıllar
1942-1962, Lefkoşa 1996)
6 Haziran 1958 akşamı da,
Lefkoşa’daki TC Konsolosluğu’na bağlı Türk Haberler Merkezi’nin kapısı önünde,
kışkırtma amacıyla patlatılan bomba olayını yaşandı. Kıbrıs Türk lideri
Denktaş, yıllar sonra, bombayı koyanın bir Rum değil de, kendi arkadaşı bir
Kıbrıslı Türk olduğunu itiraf etti. Bu, 6/7 Eylül 1955’de İstanbul’daki Rum
mallarına karşı düzenlenen kışkırtma olayının bir benzeriydi. Kıbrıslı Türkler,
Lefkoşa’daki Tahtakale ve Ayluka mahallelerindeki Rum mallarını yağmalayıp
yakarken, buna paralel olarak İstanbul’da da binlerce milliyetçi Türk, gösteri
yapmakta ve “Ya taksim, ya ölüm” diye haykırmaktaydı. Dr.Küçük şöyle diyordu: “Kıbrıs’ta
Türkler ile Rumların birlikte yaşaması artık imkansızdır.” 12 Haziran 1958 günü
Gönyeli köyü yakınındaki ovalarda 9 Kıbrıslı Rumum katledilmesi de, bu dönemin
başka bir kışkırtma olayı idi. (agy)
Daha
sonra Ahmet Gürkan ve Ayhan Hikmet’in TMT tarafından öldürülmesi olayı yaşandı.
Her ikisi de avukat olan bu kişiler, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki ana toplumu
arasında işbirliği ve dostluğu desteklemekte olan haftalık “Cumhuriyet”
gazetesini yayımlamakta ve Kıbrıs Türk liderliğinin taksimci politikalarını
yoğun bir şekilde eleştirmekteydiler. (Bkz. A.An, Kıbrıslılık bilincinin
geliştirilmesi, Lefkoşa 1998) Nisan 1965’de, AKEL Merkez Komitesi’nin Kıbrıslı
Türk üyesi olan Derviş Ali Kavazoğlu, sadece Kıbrıslı Türk ve Rumlar arasındaki
dostluğu artırmak istediği için, Kıbrıslı Rum sendikacı arkadaşı Kostas
Mişaulis ile birlikte öldürüldü.
Ardından Aralık 1963 ve
1974 yazı yaşandı; 45 yıl geçip gitti. Kıbrıs Türk liderliği, Kıbrıslı Türkler
ile Rumların birlikte yaşayamayacakları şeklindeki masalını tekrarlayıp durdu.
Ama utanç duvarlarının serbest geçişlere izin vermesinden sonra, binlerce
Kıbrıslı Türk ve Rumun karşılıklı olarak birbirlerini ziyaret etmeleriyle bu
iddia da tuzla buz oldu.
Türk tarafının yeşil hat
boyunca seyahat özgürlüğüne koyduğu yasağın kaldırılması için karar almasında,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki Titina Loizidu ve Ahmet An davalarında
verilen kararların da önemli katkısı oldu. Basında belirtildiğine göre,
Türkiye, AİHM’nin bu kararlarının bir an önce uygulanması için baskı
altındaydı. Türkiye’deki makamlar, taksim çizgisinin her iki yanını ziyaret
etmek isteyen kişilere izin vermesi için Kıbrıs Türk liderliğine emir vermek
zorunda kaldı.
Öteki tarafın son 29 yılda
nasıl değiştiğini görmek isteyen on binlerce Kıbrıslının yollara düşmesi, hem
Kıbrıslı Rum, hem de Kıbrıslı Türk politikacılar için bir şok etkisi yarattı.
Doğaldır ki, insanlar, 29 yıl önce terk ettikleri ve ziyaret etmelerine izin
verilmeyen eski ev ve mülklerine gitmeyi tercih etmişlerdi. Özellikle Kıbrıslı
Rumlar, uzun paskalya tatili günlerinde, Türk işgali altındaki bölgeye
arabalarıyla ve kitleler halinde akın ettiler.
Bazı Kıbrıslı Türk solcu
politikacılar, yeşil hattın açılmasını yorumlarken, “Bu Memleket Bizim
Platformu” ve “Ortak Vizyon” tarafından düzenlenen Kıbrıslı Türklerin dört
büyük gösterisine atıfta bulundular. Gerçi bu gösterilerle, Kıbrıs Türk
liderliğinin inatçı politikalarına karşıt olarak Kıbrıslı Türklerin bir çözüm
beklentisini dile getirmiş olması, adadaki Kıbrıs Türk liderliği ile Türkiye
hükümetini endişeye sevketmişti, ama kitlelerin bu gösterilerinde, bölücü hat
boyunca seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasına son verilmesi doğrultusunda
herhangi bir talep olmamıştı. Hatta CTP yöneticileri, bir genç tarafından
gösteri alanına getirilen Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağının taşınmasına bile izin
vermemişti! Daha sonra, Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinin Kıbrıslı Türkler için
aldığı gecikmiş önlemler açıklandığı zaman, CTP yine bunları eleştirerek,
“azınlık hakları” şeklinde nitelendirdi. CTP’nin, Kıbrıs’ı ziyaret eden AB
dönem başkanı Simitis’in Kıbrıs Türk siyasal partileriyle yaptığı toplantıda,
Kıbrıs’ın Türk işgali altındaki kuzey kısmının AB’ye resmen katılmasından önce,
Türkçenin AB tarafından, AB’nin resmi dillerinden biri olarak kabul edilmesi
gerektiği şeklinde bir çağrıda bulunduğu da ayrıca anımsanmalıdır.
Denktaş, CTP lideri
Talat’ın Kıbrıslı Rumlara muhalif olan politikasının, kendisinin onyıllardır
savunduğu milliyetçi politikasıyla uyum göstermesini takdir etmekte gecikmedi.
Kuşkusuz CTP yöneticileri de, Annan Planı’nın sunulmasından bu yana, her gün ve
gece, kitle iletişim araçlarında yer almakta ve işgal altındaki kuzeyde hüküm
süren ağır ekonomik durumdan memnun
olmayan Kıbrıslı Türk kitlenin dikkatini çekmeye çalışmakta ve bunu Aralık
2003’de yapılacak olan genel seçimlerde kendi partisi adına oya çevirmeye
çalışmaktadır. CTP’nin aynı liderliği, Türkiye’den adaya gelen yerleşiklerin,
eşit KKTC yurttaşları olarak yeşil hattın güneyine geçme “hakkı”nı savunmak
için de öne atılmıştır. CTP’nin Rum mallarında oturmakta olan yerleşiklerin
sözümona “mülkiyet hakkı”nı da desteklediği unutulmamalıdır.
CTP liderliği, Türk işgal
ordusunun adadaki varlığı ile Cenevre Sözleşmesi’ne aykırı olarak adaya
getirilen ve 1974’den beri yapılan bütün seçimlerde Kıbrıs Türk liderliğini
destekleyen nüfus konusunda da herhangi bir eleştiri getirmekten kaçınarak,
populist politikasının rantını toplamak istemektedir. Oysa uluslararası
kuruluşların gözetiminde yapılacak güvenilir bir nüfus sayımından sonra, sadece
yerli halk olan Kıbrıslı Türklerin oy kullanması gerekmektedir.
CTP, genç işadamlarının
desteğini sağlamış olup, son belediye seçimlerde üç büyük kentte başarılı
olmuştur. Bir grup Amerikan yanlısı “Conflict Resolution” (uyuşmazlıkların çözümü)
eğitmeni ve onların barış aktivistleri, bölgemizdeki ABD emperyalizminin
çıkarlarına hizmet edecek olan kapsamlı bir Kıbrıs çözümü çerçevesinde, kuzeyde
ayrı bir Kıbrıs Türk varlığının devamını desteklemektedirler. Bu “barış
aktivistleri”, çeşitli sivil toplum kuruluşlarında çok iyi örgütlenmiş olup,
hatta yeni çevreye uyum sağlayacak olan kendi siyasal partilerini bile
oluşturmaya çabalamaktadırlar.
Her iki taraf arasında
temasların başlamasından sonra, meydana gelen yeni durumu değerlendirirken, çok
dikkatli olunmalıdır. Türkiye’den gelmiş ve sayıları 100 binden fazla olan
sömürgeciler ve 35 bin kişilik Türk işgal ordusu, hâlâ daha Kıbrıs’tadır. KKTC
adlı kukla devlet de orada durmaktadır. Yolsuzluk ve mafya tipi ekonomik yapı
hâlâ daha egemenliğini sürdürmektedir. BM ilkeleri ile Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’ne uymayan ve adadaki taksimi yasalaştıran herhangi bir çözüm
formülü, kategorik olarak derhal reddedilmelidir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
bağımsızlık, toprak bütünlüğü ve egemenliği, en erken bir zamanda yeniden
sağlanmalıdır. Görüşmeler, dış karışma olmadan, barış içinde bir yaşam sürmeyi
hak eden bu ülkenin bütün yurttaşları için, federal ve demokratik bir yapıyı
amaçlamalıdır. Adanın tamamen askerden arındırılması, bölge barışına da hizmet edecektir.
Yukarıdaki hedeflere ulaşmak için şimdi gündemde olan, ortak siyasal bir
partiyi oluşturmaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder