20 Mart 2014 Perşembe

“NGO” VEYA “SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ” DEYİP DE GEÇME


 
1980’li yılların başında, neoliberal görüşteki yönetici sınıfların uyanık kesimleri, politikalarının toplumda kutuplaşmalara ve geniş ölçüde sosyal huzursuzluklara yol açmakta olduğunu görerek, “en altta” ve “tabanda” bulunan kesimlerden hareketle, neoliberalizme paralel bir stratejiyi finanse edip teşvik etmeye başladılar. 1990’lı yıllara gelindiğinde “NGO” denen (İngilizce “Hükümet Dışı Örgüt” anlamına gelen “Non-Governmental Organisation” kelimelerinin ilk harflerinden oluşan kısaltma)  bu örgütlerin sayısı, binlere ulaşmış durumdaydı.

NGO’lar güya toplum içinden kendiliğinden ortaya çıkıyor gibi görünürler. O nedenle önceleri “gönüllü kuruluşlar” diye adlandırılmaktaydılar. Ama şimdilerde çok sevilen bir terim olan “sivil toplum örgütleri” olarak anılmaktadırlar. Aslında, çeşitli Üçüncü Dünya ülkelerindeki daha küçük NGO’lara fon sağlayan uluslararası finansman kuruluşları, büyük ölçüde hükümet, tekel ve bazı kurumsal kaynaklara dayanmaktadırlar.

Amerikalıların “Sivil Toplum Örgütü” (STÖ) diye nitelendirdikleri bu kuruluşlar, aslında mali yönden çeşitli hükümetlere ve büyük tekellere bağımlıdırlar, ama onların siyasal organları olduklarını gizlemektedirler. Hükümet Dışı Örgütler (NGO) terimi, para aldıkları hükümet ve büyük tekellerin politika araçları olan bu örgütlerin bir çoğunun oynamakta olduğu rolü gizlemek için seçilmiş uygun yanıltıcı bir addır.

 
DÜNYA BANKASI’NIN KATKISI

Dünya Bankası’nın “2000-2001 Kalkınma Raporu” adlı bir belgesine dayanan Paul Treanor’a göre, 1999 yılı içinde Dünya Bankası tarafından onaylanmış projelerin %70’den fazlasında, NGO’ların ve “sivil toplum” temsilcilerinin katılımı söz konusudur. Örneğin yediden fazla ülkede NGO’ları teşvik etmeyi amaçlayan tek bir projenin maliyeti, 900 milyon dolardı. Dünya Bankası, NGO’lar ve “sivil toplum” temsilcileri ile olan ilişkilerini düzenlemek amacıyla önceleri iki memurunu görevlendirmişken, bugün bu iş için 80 görevlisini çalıştırmaktadır.

Treanor’un atıfta bulunduğu bir başka rapora göre, ABD dışındaki başka gelişmiş sanayi ülkelerinden NGO’lara verilen hükümet desteği, 1995 yılında 2.3 milyar dolardı. ABD’nin sağladığı finansman da buna eklenirse, bu rakam dünya çapında 4 milyar dolara yaklaşmaktadır. Muazzam miktardaki bu para, NGO’ların hızla artmasının “sosyal bir olgu” olarak takdim edilmesinin nasıl bir aldatmaca olduğunu göstermektedir. (The World Bank, Alternative Forums, NGOs and ‘Civil Society’“, Frederic Thuillier, The Organizer)

 
SOSYAL FORUMLAR’I PARASAL OLARAK DESTEKLEYENLER

Paul Treanor, “Avrupa Sosyal Forumu’nu kim denetliyor?” başlıklı makalesinde Dünya Sosyal Forumu’nun sponsorları arasında dolaylı veya dolaysız olarak bazı büyük burjuva kurumlarının olduğunu belirtmektedir. Bunlar arasında Avrupa Komisyonu ve Birleşmiş Milletler yanında Ford Vakfı, Droits et Démocratie (Kanada Dış İşleri Bakanlığı’nın bir vakfı), (Alman Yeşil Partisi ile bağlantılı) Heinrich Böll Vakfı, ICCO (Hollanda ve AB tarafından finanse edilen kiliselerarası bir kuruluş), Le Monde Diplomatique, Oxfam, Kanada, Danimarka, Almanya, İtalya, Norveç ve İsveç hükümetleri tarafından yönetilen kuruluşlar, gelişmemiş ülkelerin 77’ler Grubu, Uluslararası Çalışma Örgütü, Avrupa Konseyi ve daha birçokları vardır.    

2002 Avrupa Sosyal Forumu, büyük ölçüde İtalyan Stalinizmi’nin iki kanadı olan Demokratik Sol ile PRC tarafından yüz binlerce euro eşliğinde finanse edilmişti. Dünya Sosyal Forumu’nun 2003 yılında NGO’lardan aldığı katkının ise  %60 civarında olduğu tahmin edilmektedir.

“Dünya Sosyal Forumu 2004 Projesi” ise, Hindistan’daki toplantı için yapılan toplam harcamanın 29.7 milyon dolar olduğunu tahmin etmektedir. Bunun büyük bir kısmını oluşturan 26.2 milyon doları, delegelerin katılım masrafları olup çoğu NGO’lardan gelmektedir. 

Üçüncüsü yapılan Dünya Sosyal Forumu, Hindistan Komünist Partisi (Marksist), Hindistan Komünist Partisi-Maoist ve eskiden Rusya yanlısı olan partilerin egemenliğinde geçti. 2.5 milyon dolardan fazla para toplandı ve bu foruma katılanlar arasında, CIA’nin sendikacılık alanındaki kuruluşu olan Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU)’nun Genel Sekreteri de vardı.

 
AVRUPA SOSYAL FORUMU

Dünya ve Avrupa Sosyal Forumu’nun, burjuvazinin siyasal ajanları olarak karakter kazandıklarını vurgulamak için şu da eklenmelidir ki, geçen yıl Kasım ayında Paris’ye yapılan Avrupa Sosyal Forumu’na kent belediyesi ve Sosyalist Partili eski ekonomi bakanı ve 2007’deki olası başkanlık adayı Laurent Fabius tarafından bedava kolaylıklar sağlanmıştır. Fabius, açılış gününde çiftçilerin lideri Jose Bove ile kahvaltı yemiştir. Etkinlik ayrıca Fransa’nın Gaullist Cumhurbaşkanı Jacques Chirac tarafından, Avrupa Sosyal Forumu fonuna yapılan 500 bin euro’luk bağışla finanse edilmiştir. Chirac, ayrıca özel temsilcisi Jerome Bonnafont’u tartışmaları izlemek üzere oraya göndermiştir.

2004 yılında Londra’da yapılan Avrupa Sosyal Forumu’nun örgütlenmesinde Sosyalist İşçi Partisi (SWP) önde gelen rolü oynamıştır. Bir süre önce İşçi Partisine dönen Londra Belediye Başkanı Ken Livingstone, banka finansörleri ile İşçi Sendikaları Kongresi’nin favorisi haline gelmiş olup, etkinlik için gerekli olan milyonlarca sterlinin sağlayıcıları arasındaydı.  

Dünya ve Avrupa Sosyal Forumu’nun oynamakta olduğu siyasal rolün bir başka kanıtı da, örgüt tüzüğünde yer almaktadır. Dünya Ticaret Örgütü (WTO)’ne karşı 1999’da Seattle’da başlayan protestolar, doğaldır ki, kapitalizme karşı daha geniş sosyal ve siyasal muhalefetin gelişmesine yol açmıştı. Ama DSF ve ASF liderlerinin buna tepkisi, bu tür bütün sosyal hareketlerin denetim altına alınmaya çalışılması ve eski parti ve hükümetlere siyasal bir meydan okuma haline gelmelerini önleme şeklinde olmuştur. Nitekim DSF liderleri, az sayıdaki bazı hükümetlerin baskıcı ve diktatör olmalarının kınanmasına yol açacak olan muhalif sesleri siyasal olarak bir tür sansürlenmeye yönelmişlerdir.  

2001’de Brezilya’nın Porto Alegre adlı güney kentinde yapılan DSF, seçilmemiş bir liderlik tarafından dayatılan bir “ilkeler tüzüğü”nü kabul etmiştir. Burada, siyasal düzenlerin eski partilerine karşı oluşan öfkenin ve muhalefetin azaltılmasına çalışılıştır. Örneğin tüzüğün 9. maddesinde “DSF, sadece sivil toplumdan örgüt ve hareketleri bir araya getirmekte ve ilişkilerini sağlamaktadır” denmektedir. Burada “Forum’a parti veya askeri örgüt temsilcileri katılmayacaktır” denerek, aslında kimlerin dışlandığı açıklanmamaktadır.    

 
ABD’YE HİZMET

NGO diye bilinen kuruluşlar, aslında fikir üreten ve insancıl konularla ilgilenen gruplar olarak bilinmektedir. Ama gerçekte ABD’nin yeryüzündeki üstünlüğünü pekiştirme stratejisiyle açık olarak bütünleşmişlerdir.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın belgelerine göre, Ekim 2003’de Gürcistan’da gerçekleştirilen darbe ile ilgili olaylarda, zararsız gibi görünen NGO’ların, ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi gereği ABD tarafından tezgahlanan “rejim değişikliği” politikasında rol oynadığı ortaya çıkmıştır.

24 Kasım 2003 tarihli Wall Street Journal gazetesi, Edvard Şevardnadze rejiminin devrilmesinde “Amerikan ve diğer batılı vakıfların desteklediği NGO’ların ana rol oynadığına değinmekteydi. Gazeteye göre bu NGO’lar, kansız darbenin temelini atmada esas rolü oynayan  “genç, İngilizce konuşan ve batı yanlısı reformların açlığını çeken aydınlardan oluşan bir sınıf”ı oluşturmuştu. 

Bazı yorumcular, bu provokatör NGO’lar ile büyük filantropist George Soros arasındaki bağlantılara doğru bir şekilde dikkati çekmişlerdi. Gürcistan’ın sözümona “kadife devrim”ini, ABD hükümetinin dikkatlice planladığı ve merkezi olarak eşgüdümlediği, gizli rejim değişikliği için bir ders kitabı vakası olduğu anlaşılmaktadır.

Toronto Globe and Mail gazetesinde Mark McKinnon’ın aktardığı ve Moskova’da hazırlanan “The Exile” adlı internet dergisinde Mark Ames’in birinci sınıf gazeteciliği sayesinde ortaya çıkarıldığı gibi, Gürcistan’daki darbenin, Yugoslavya’da Slobodan Miloseviç’in devrilmesinde kullanılan senaryonun sahne sahne -ABD Büyükelçisinin rolüne kadar- aynen tekrarı olduğu anlaşılmıştır. Her iki vakada da meslekten gelme korkunç diplomat Richard Miles’ın rolü olmuştur.  

 
USAID’İN ÖNCELİKLERİ

Dıştan mali kaynak alan NGO’lar Yunanistan’da küçük de olsa önemli bir rol oynamışken, Gürcistan’da çok ön plandaydılar. NGO’ların ABD emperyalizminin hizmetinde bu cesurca ve açık bir şekilde kullanılışı, rejim değişikliğinde yeni bir dönemeç oluşturmakta olup, ABD’nin devlet ve Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) olarak 11 Eylül’den sonraki önceliklerinin ne olduğunu yansıtmaktadır. 

Perde gerisini aydınlatan bilgiler, Ocak 2003’de yayımlanan “Ulusal Çıkar için Dış Yardım: Özgürlük, Güvenlik ve Olanakların Teşviki” adlı USAID raporunda yeralmaktadır. Rapora göre, kalkınma programları, artık birincil olarak insan sefaletini kaldırmaya yönelik olarak değil de, “demokratik (yani ABD dostu) reformlar”ı teşvik etmede kullanılacaktır. Bu politika değişikliği, ABD emperyalizminin yeni ve açıkça saldırgan bir aşamaya geçtiği, 2002 Beyaz Saray Planı ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi ile belirgin şekilde ilişkilidir.  O nedenle, Raporda belirtildiğine göre, kalkınma amaçlı para yardımları, sadece dost rejimlere verilecek ve düşman (veya sadece bağımsız davranan) devletler, NGO’larla gerçekleştirilen “reform” programlarıyla cezalandırılacaktır ki, bu programlar, eski istikrar bozucu operasyonlar gibi şüphe uyandırmaktadır. Bu rapor, dünya çapında NGO’ların sayısında büyük bir patlama olmasını onaylamakta ve dolarların stratejik dağılımı için cezbedici bir kanal olarak NGO ağına dikkati çekmektedir.

 
İSTİSNALAR DA VAR

Tabii ki, her NGO, ABD dış politika kurumlarının denetimi altında değildir ve birçok yardım görevlisi, kapitalizm ve savaşın böldüğü ülkelerde gerekli olan rahatlatma çalışmalarını yürütmeye devam etmektedirler. Ama kalkınmakta olan ülkelerde esen rüzgarların hangi yönde estiğinde bir yanlışlık yoktur. USAID raporu bakın mağrur bir biçimde ne diyor: “NGO’lar, bağışları yapmakta olan hükümetlerin hemen yanında yer almaktadır. Ama zamanla bu ilişkiler daha yakın bir hal almıştır.”

Özel kuruluşlar tarafından finanse edilen kuruluşlar ve NGO’lardan oluşan geniş küresel ağ, son 20 yıl içinde büyük bir zarara yol açmıştır. ABD’nin doğrudan desteği olsun veya olmasın, NGO’lar yoksullaştırıcı yeni liberal reformlara destek olmaya, ulusötesi parasal ve tarımsal programlara yardımcı olmaya devam etmekte ve Üçüncü Dünya insanlarının bir hak olarak daha iyi yaşam talep etmeleri mücadelesine engel olmaktadırlar. USAID’in insancıl amaçlı gruplarla “stratejik ortaklık inşa etme” konusuna yaptığı yeni vurgulama, durumun daha da kötüleşeceğini haber vermektedir.

 
“REFORMCULAR”DAN GELEN YARDIM

“Dış Yardımda Ulusal Çıkar” adlı raporda kullanılan dil, NGO ve diğer özel bağışçıların, hükümet darbeleri için ortam hazırlamaları yeteneğini artırmaktadır: “Anahtar roldeki kazananlar ve kaybedenleri belirlemelerinde, koalisyon kurma ve hareketlenme stratejileri geliştirmelerine ve reklam kampanyalarını tasarlamalarında yardımcı olmak üzere reformculara yardım sağlanabilir... Böylesi yardım, siyasal değişim, reformculara gerçek gücü sağladığı zaman, gelecek için yapılmış bir yatırımı temsil edebilir.”

Bu rapora katkıda bulunan ve kendisini “demokratik kalkınma ve rejim değişikliği uzmanı” olarak tanımlayan, Hoover Enstitüsü’nden Larry Diamond durumu özetlerken, şu öneriyi yapmaktadır: “Hükümetlerin gerçekten çürüdüğü yerlerde, yardım, öncelikle hükümet dışı kaynaklara kanalize edilmeli, diğer iki yanlı yardım sağlayıcılar ve çok yanlı yardım ajansları ile çalışılmalıdır. Kötü ve itaatsiz hükümetler üzerine baskılar eşgüdümlü olarak yapılabilir.”

 
GÜRCİSTAN DENEYİMİ

Uzun yıllar ABD’nin güvendiği bir adam olan Şevardnadze’nin Rusya’ya doğru yöneldiği bir zamanda, artık gerçekten çürüdüğü görülmekteydi. Bu gelişme, ABD’nin bölgeyi askeri olarak kullanmasını ve 2.7 milyar dolarlık Bakü-Ceyhan petrol hattını denetlemesini tehdit etme potansiyelini taşımaktaydı. Plana göre, eşgüdümlü baskılar derhal başlatıldı. Kalkınma amaçlı vakıflar, düşünce kuruluşları ve NGO’lardan oluşan karmaşık bir örgütler ağı harekete geçirilerek, propaganda yaymak, muhalif liderler devşirmek ve Yugoslavya’daki CIA bağlantılı OTPOR modeli üzerine kurulmuş tarafsız (ex nihilo) bir “öğrenci direniş hareketi” finanse edilmeye başlandı. Bu arada, USAID’in projelerini yürüten ve Gürcistan liderliği tarafından ABD onaylı aday Mikhail Saakaşvili tarafından yönetilen Özgürlük Enstitüsü gibi NGO’lar, sivil toplumu istikrarsızlığa sürüklemek için ABD Büyükelçiliği (ve belki de CIA) ile elele çalışmalar yürüttü.  

Darbenin ilk gerekçesi olarak gösterilen seçimlerde sahtekarlık yapıldığı iddiaları da, Soros ile bağlantılı bir NGO olan Gürcistan Açık Toplum Vakfı ile uyumlu çalışan  USAID tarafından yürütülmüş olan “seçim desteği” operasyonundan ortaya çıkmıştı. TV’lerde yer alan sokak gösterileri ve yönlendirilmiş uluslararası şamata da bunu izledi. Şevardnadze inanılmaz olanı kabul etti ve sessizce görevden ayrılmakta anlaştı. Donald Rumsfeld,  iki hafta içinde  darbeci liderlerin konuğu olarak Tiflis’e giderek, Rus askeri birliklerinin geri çekilme takvimini görüştü.

 
CIA, FORD VAKFI VE DİĞERLERİ

ABD, bu arada, dünya çapında insancıl girişimleri kendi emperyalist emelleri için eritmeye devam etmiştir. 1970’li yılların sonundan bu yana, dünyada finansman sağlayan kuruluşların politikasında bazı değişiklikler olmuştur. Sosyal ve siyasal etkinliklerde bulunan yeni tür “aktivist” NGO’lar, sistematik olarak teşvik görmeye başlamıştır. 

CIA’nin ABD kuruluşlarına gizlice girişi ise çok yaygın bir hal almıştır. 1976’da oluşturulan bir ABD Senato Komitesinin ortaya çıkardığına göre, 1963-66 yılları arasında 164 kuruluş tarafından verilen ve her biri 10 bin doların üzerinde olan 700 bağıştan en azından 108 tanesi, kısmen veya tamamen CIA tarafından sağlanmıştı. James Petras’a göre, CIA, kendi finansmanını gizlemek amacıyla kullanılabilecek olan en iyi ve en akla yakın örgütün Ford Vakfı olduğu görüşündedir. Ford Vakfi’nın üst düzey yöneticileri ile ABD hükümeti arasındaki bağlar belirgin olup, devam etmektedir. Son yıllarda finanse edilmiş olan projeler incelenirse, Ford Vakfi’nın ABD politikasına ters düşen hiçbir esaslı projeyi asla finanse etmediği görülecektir.

Ford Vakfının “barış ve sosyal adalet” hedefleri şöyle belirtilmiştir: “İnsan  ve özellikle kadın haklarının teşviki, açık ve hesap verebilir hükümet kuruluşlarının güvence altına alınması, geleceği planlamada kişilerin ve sivil kuruluşların geniş katılımı yoluyla sivil toplumun güçlendirilmesi, bölgesel ve uluslararası işbirliğinin desteklenmesi.” Örneğin, 1952-2002 arasındaki dönemde Ford Vakfı’nın Yeni Delhi’deki ofisi, ki Ford Vakfinin 13 denizaşırı ofisinden ilki ve en eskisidir, bu amaçlar için bağış olarak 450 milyon dolar dağıtmıştır.(James Petras, Imperialism and NGO’s in Latin America, Monthly Review, December 1997)

 
NED DENEN ÖRGÜT

ABD’nin “National Endowment for Democracy (NED)” (Demokrasi için Ulusal Kazanım) adlı sivil toplum örgütü, Başkan Reagan döneminde, 1970’li yılların ikinci yarısında, CIA hakkında yapılan ifşaatlardan sonra, 1980’li yılların başında kurulmuş bir yapıdır. Watergate skandalının patlak verdiği önemli bir dönemde kurulmuştur. Senato’nun Kilise Komitesi, Temsilciler Meclisi’nin Pike Komitesi, Başkan tarafından oluşturulan Rockfeller Komisyonu, hepsi de CIA’nin yaptıklarını araştırmaktaydı.

Emperyalistler, her zaman kapalı kapılar ardında yapılmış olanlar hakkında böylesi açık konuşmaların tehlikeli olduğunu anlamışlardı ve birşey yapılmalıydı. Tabii ki bu suçların işlenmesini durdurma gibi bir niyetleri yoktu. Bu suçlar, emperyalizmin siyasal doğasının bir parçasıdır ve dünya egemenliği için de gereklidir.

Bu ifşaatların kamuoyu üzerindeki etkilerinden endişelendiler ve bunları gizlemek için birşey yapmaya karar verdiler. Yaptıkları “yeni” bir örgüt kurmaktı ve ona güzel bir isim olan “Demokrasi için Ulusal Kazanım” (İngilizce ilk harfleriyle NED) adını verdiler. Böylece 1983’de, “özel ve hükümet dışı çabalarla dünya çapında demokratik kuruluşları desteklemek” için NED kuruldu.

Aslında NED kendisini bir NGO olarak takdim etmektedir. Ama yine de bir hükümet örgütüdür. Gelirlerinin çoğu, ABD federal hükümetinden sağlanmaktadır. Bu durum, her yılki raporlarında, parasal duruma ilişkin bölümde açıkça belirtilmektedir. ABD Kongresi, 2004 yılı için NED’ye 40 milyon dolara yakın bir meblağ ayırmıştır. Bush, bu miktarın 2005 yılı için iki katına çıkarılmasını istemiştir.

 NED, bir dizi büyük petrol şirketinden ve savunma işleri yapan mütaahhitlerden parasal katkılar almaktadır ki, bu da gerçekte kimin çıkarlarını savunduğunu göstermektedir. 2001 yılında NED’ye para bağışında bulunan şirketler arasında Chevron, Exxon- Mobil, Enron ve Texaco gibi tekellerin bulunması herhangi bir hayret uyandırmamaktadır.

Adının anlamına rağmen, NED, aslında CIA’nin bir uzantısıdır. NED’nin kuruluşunda yasalarının hazırlanmasında yardımcı olan Allen Weinstein’in 1991 yılında dile getirdiği gibi, “Bugün yaptıklarımız, 25 yıl önce CIA tarafından kapalı bir biçimde yapılmaktaydı. NED’nin fonlarından yararlanan dört ana kuruluş vardır: Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü, Uluslararası Konular için Ulusal Demokrasi Enstitüsü, AFL-CIO’nun sağ kanat bürokrasisinin bir yan kuruluşu (Amerikan Uluslararası İşçi Dayanışması Merkezi gibi) ve Ticaret Odası’nın bir yan kuruluşu (Uluslararası Özel Girişim Merkezi gibi).

NED, seçilmiş siyasal gruplara, “sivil toplum kuruluşlarına”, işçi sendikalarına, muhalif hareketlere, öğrenci gruplarına, kitap yayıncılarına, gazetelere ve diğer kitle iletişim organlarına mali fon, teknik know-how, eğitim, öğretim malzemeleri, bilgisayarlar, faks makineleri, kopya makineleri, araçlar vb sağlayarak, yabancı ülkelerin içişlerine karışmış olup, bu karışmalarını da sürdürmektedir.

NED kendisini demokratik hakları teşvik eden bir örgüt olarak takdim etmektedir, ama aslında esas amacı ABD egemenliğini pekiştirmektir. NED, sponsörlüğünü yaptığı örgütler aracılığı ile, genelde işçi sınıfı ve nüfusun diğer tabakalarının çıkarlarının en iyi şekilde hür teşebbüs, sınıf işbirliği, toplu pazarlık, ekonomiye hükümetin en az oranda müdahale etmesi ve her türlü şekildeki sosyalizm fikrine muhalefet politikası ile olacağını öne sürmektedir. NED, demokrasi, reform ve büyümenin güvencesinin sadece  “serbest piyasa ekonomisi” ile olası olduğu fikrini teşvik etmektedir. Özellikle yabancı sermaye yatırımlarının yararları üzerinde durulmaktadır. Böylece NED’nin eli, her zaman açıkça görülebilir durumda olmamaktadır.

 
ÖTEKİ ÜLKELER DE DESTEKLİYOR

Geçtiğimiz on yıllar içinde NGO’culuk, çok büyük bir ölçüde gelişmiştir. Tabii ki bütün NGO’lar ABD destekli değildir. Alman, İsveç ve benzeri ülkelerin destekledikleri NGO’lar da vardır. Ama hepsinin de tek bir ortak yanı vardır: Başlangıçta samimi olan işçi hareketi veya öğrenci aktivistlerini, zararsız NGO etkinliklerine yönlendirmek. Bu birçok parasal fonun sağlanması ile çok daha kolay bir hale getirilmektedir. O nedenle, daha önce militan sendikacılık veya siyasal etkinliklerde bulunabilecek olan  kişilerin, ortalıkta mantar gibi biten NGO bürolarında görev aldıklarını görmekteyiz. NGO, onların daha önceki militanlıklarını yavaş yavaş terketme ve yaptıklarında bir “anlam görme”lerine yardımcı olmaktadır.

Böylece, geçmişte, askeri diktatörlüklerin vahşi eliyle sona erdirilen militan gençlik ve işçi etkinliklerinin yerini, şimdi daha kurnaz yaklaşımlar almıştır. Önde gelen militanlar, ezilen, fakir ve işçi sınıfından insanlar için hâlâ daha birşeyler yapmakta olduklarına inandırılmakta ve yavaş yavaş yolsuzluğa itilmektedir.

Ortak çizgi, kapitalizmin dar sınırları içerisinde herşeyin yapıldığı şeklindedir. Gerçek sosyalistlere “çağı geçmiş Marksist görüşlerini neden hâlâ daha korudukları”nı soran NGO’cuları ne kadar da sık duymaktayız. Yöntem farklıdır, ama amaç aynıdır: İşçi sınıfını ideolojik olarak silahsızlandırmak ve protestoyu, zararsız muhtaç kişiler için bağış toplama tipi etkinliklere kanalize etmek. Bir önemli ayrıntı da, NED’nin doğrudan CIA’ nin uzantısı olduğudur.


NGO’LAR NE YAPIYOR?

NGO’lar görünüşte “sol” bakış açısından, sivil toplumu savunur gibi görülmekte ve devleti eleştirmektedir. Ama aslında NGO’ları, Dünya Bankası, batılı tekeller ve neoliberal rejimler desteklemektedir. NGO’lar ise, çok uluslu tekellerin kurbanı olanlara sosyal hizmetler sağlayarak, ulusal refah devletinin altını oymaktadır. Birçok  eski Marksistin NGO’larda çalışmaya başlaması da, bazı gerçeklerin gözden kaçmasına neden olmaktadır. Sınıf siyasetinden “toplumsal kalkınma”ya, Marksizmden NGO’lara dönüş için ideolojik dönüşüm aracı, devlet aleyhtarlığı olmaktadır.

NGO ideologları, merkezi “devlet” gücüne karşı, “yerel” yönetim güçlerini öne çıkarmaktadır. Aslında bu NGO’lar, hükümet dışı örgüt değildirler ve denizaşırı hükümetlerden para alırlar ve yerel yönetimlerin özel alt müteahhitleri gibi çalışırlar. Halkın dikkatini ve mücadelelerini, ulusal bütçeden daha fazla pay alma ve kişilerin sömürüsünden uzaklaştırırlar, yerel sosyal hizmetlere ağırlık verirler. Öte yandan da neoliberal politikacılar, sosyal harcamaları kısarak, devlet fonlarının özel bankaların batık borçlarını sübvansiye etmeye ve ihracatçılara özel kredi vermeye yardımcı olurlar.

 
NGO’LARA NEDEN RAĞBET VAR?

Şimdi şu sorunun yanıtını bulmaya çalışalım: Çok uluslu tekeller, emperyalist hükümetler ile Dünya Bankası ve BM gibi kuruluşlar neden fonlarını NGO’lara kanalize etmektedirler?

Aslında NGO’ların olağanüstü çoğalması, emperyalizme birçok yönde hizmet etmektedir:

1. Özellikle çeşitli hizmetler sağlamak için çalışan NGO’lar -sağlık, eğitim, beslenme, kırsal kalkınma gibi- devlet ile halk arasında bir tampon görevi görmektedir. Birçok devlet, bütçelerinden halkın en temel gereksinim duydukları kalemleri silip atarken, demokrasinin süslerini korumayı yararlı görmektedir. NGO’lar devletin özel müteahhitleri gibi davranarak kurtarıcı rolüne girmekte ve devleti sorumluluklarından kurtarmaktadır. Oysa ki halk, bir NGO’dan herşeyi bir hak ister gibi talep edemez. NGO’ların verdiği sadece bir ‘bağış’tır.

2. İnsan gücünü devşirme sürecinde de NGO’lar, bazı yerel kişilere, pastadan küçük bir pay ve iş sağlamaktadır. Bu kişiler, yerel olarak etkili kişiler olup, onların etki ve eylemleriyle NGO yarar sağlamaktadır. Ya da bu kişiler, ses çıkaran, huzuru bozan ve yetkililerin potansiyel muhalifleri olabilmektedir ve bu yolla aslında satın alınırlar. Her iki durumda da NGO’da görevlendirilenler, Üçüncü Dünya ülkelerindeki işsizlik düzeyine bakıldığı zaman çok küçük bir oranda olsa da, yerel siyasal etki ağına hizmet etmekte ve var olan düzenin istikrarda kalmasına yardımcı olmaktadırlar. 

3. Halk hareketlerinin olduğu alanlardaki ‘aktivist’ ve ‘savunucu’ NGO’lar, halkın basit değişiklikler için yürütmekte olduğu mücadeleleri, cepheleşme yolundan alıp, var olan siyasi çerçevenin içinde kalmasına doğru yönlendirirler.

Yukarıda sözü edilen Dünya Bankası’nın “Kalkınma Raporu”nda, NGO’ların teşvik edilmesinin siyasal nedenleri şöyle açıklanmaktadır: “Sosyal gerginlikler ve ayrılıklar, siyasal muhalifleri resmi ve gayriresmi forumlar çerçevesinde bir araya getirilerek, enerjilerinin açığa çıkmasının tek şekli olan cepheleşme yerine, siyasal süreçler yoluna kanalize edilmesi ile giderilebilir.” (Thuillier, agy) Örneğin Hindistan’daki devrimci hareketlere ilişkin güçlü bir geleneği olan Andhra Pradesh eyaletinde, 1970’lerin başından bu yana, NGO’ların sayısında büyük bir artış görüldü ve bugün ülkenin en çok NGO yardımı alan eyaletleri arasındadır.  

NGO’lar, halk hareketlerini bürokratlaştırmaktadır. Oysa halk hareketleri, geleneksel olarak kendi kendilerine dayanırlar, kendi kaynaklarını oluştururlar, halk arasından gelen kişilerce yönetilirler ve bu temsilciler, şu veya bu şekilde halka karşı sorumludurlar. NGO’ların yönettiği hareketler ise, halkı temsil ettiklerini iddia ederken, faaliyetlerini sürdürmeleri için kendilerini finanse eden kuruluşlar tarafından ödenen NGO yöneticilerince yönlendirilirler. Doğaldır ki, ne halka karşı hesap verirler, ne de halk tarafından yerlerinden alınabilirler. O nedenle halkın görüşünü göz önünde bulundurmadan, istedikleri gibi davranırlar. Öte yandan NGO’lar, kendilerini finanse edenlere karşı hesap vermekle yükümlüdürler ve belli sınırların dışına çıkmayı göze alamazlar. Siyasal yaşam gittikçe NGO’ların eline geçmekte, yani bürokratlaşmakta ve halkın varlığı ve temsilciliğinden uzaklaşmaktadır. Örneğin bugün dıştan ve hükümetten gelen finansman olmazsa, Hindistan’daki bütün NGO sektörü bir günde çöker.

 
NGO’LAR SEKTÖRÜ

Şüphesiz ki NGO’larda çalışan veya onlarla ilgilenen samimi bazı kişiler vardır. Bunların çoğu, muhtaç kişilere bazı acil yardımların yapılması için çaba gösteren kişiler olup, halkın bir kısmına ulaşarak onlara yardım sağlamaktadırlar. Bu kişilerin konuya gösterdikleri bağlılık ve gerçek ilgilerini sorgulamadan, burada NGO kurumsal olgusunun daha geniş siyasal önemi üzerinde durmak istiyoruz. Örneğin NGO’ların sayısı Hindistan’da 1980’ler ve 1990’larda yabancı parasıyla aşırı derecede artış göstermiştir. İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, 2000 yılında yaklaşık 20 bin örgüt kayıtlı olup, Dış Yardımları Düzenleme Yasası uyarınca, bunlardan sadece 13,800 tanesi hesaplarını hükümete iletmekteydi. (Outlook 21/1/01; Hindu 24/2/02) 1998-99 yıllarında bu örgütlerin aldığı toplam yabancı fonlar, 3,403 Rupi iken, 1999-2000’de 4,535 Rupi’ye ve 1.2.2000’de 4,535 Rupiye (993 milyon dolar) fırlamıştır. Görüldüğü gibi bu kendiliğinden olan bir sosyal fenomen değildir.

 
İDEOLOJİK YOL

Yabancı parası ile desteklenen NGO sektörü, dikkati çeken bir birlik halinde belli siyasal kavramların propagandasını yapmaktadırlar. Bunların başında, sınıf kavramından daha üstün tuttukları cinsiyet (gender), etnisite, milliyet gibi “kimlik” ile ilgili kavramlardır.

İdeolojik olarak da, şimdilerde sosyal bilimlerle uğraşan akademik çevrelerde etkin olan “post-modernizm” diye bilinen uluslararası entellektüel bir akımdan yararlanmaktadırlar. Sistematik olmayan bu düşünce akımı, zengin fonlar ve akademik ilgi sayesinde kurumsal bir etki sağlamıştır. Sınıf tahlili ile post-modernizm, sosyal olgularla ilgili çok farklı sonuçlara ulaşmakta ve bu da sosyal hareketlerin pratiğine farklı etkiler yapmaktadır.

Post-modernizm, cinsiyet, etnisite, milliyet gibi mücadeleleri, sınıf mücadelesi ile eşdeğerde göstermekte ve çeşitli sosyal grupların ortak objektif çıkar temelinde birlikte eylem yapma olasılığını dışlamaktadır. Bunun yerine sadece belli amaçlar için şu veya bu şekilde bir araya gelen çeşitli koalisyonlar/ittifaklardan söz edilmektedir. Örneğin erkek ve kadın işçiler belli bir dava için bir araya gelebilirken, cinsiyet konularında zıtlıklarını koruyabiliyorlar. Yani bir grup halk ile halkın sömürü ve baskısından sorumlu olanlar arasında kesin bir çizgi çizilmemektedir. Böylelikle, herhangi bir siyasal gücün, bir ülkedeki halkın bütün kesimlerinin uzun erimli ortak çıkarlarını temsil edemeyeceği öne sürülmekte ve “hiçbir partinin katılmadığı siyasal süreçler” kavramı öne sürülmektedir. Özellikle sol görüşteki siyasal partilerin mücadeleleri akamete uğratılmaktadır.

Bütün gönüllü kuruluşlar/eylem grupları ağının batılı kapitalist ülkeler tarafından sağlanan fonlarla ayakta tutulup, beslendiğini söylemek bir abartı olmayacaktır. Fonların büyüklüğü ve kullanılan fazla miktardaki paralar, o kadar etkileyici olmasına karşın, nedendir bilinmez , örneğin Hindistan’da bu konunun acil olarak kamuoyunda tartışılmaması hayret vericidir. Hindistan Hükümeti tarafından izin verilen bu yabancı fonların açıkça kullanılması, ülkeye emperyalizmin parasal olarak sızmasının ana kaynaklarından biri  haline gelmiştir.

 
NGO’LARIN PROJELERİ

NGO’lar projelere ağırlık verirler, hareketlere değil. Halkı, üretim ve refahın temel araçlarını denetlemek için mücadele etmeye değil, bir kenarda üretim yapmak için “harekete geçirirler”. Halkın günlük yaşamını şekillendiren yapısal koşullara değil de, yaptıkları projelere teknik ve mali yardım sağlanmasına odaklanırlar. NGO’lar “halkın gücü”, “güçlenme”, “cinsiyet eşitliği”, “sürdürebilir kalkınma”, “tabandan gelen liderlik” gibi, solcuların kullandıkları terimleri kullanırlar.

NGO’larda, örneğin emperyalizmin doğası, neoliberalizmin sınıf temeli, ihracatçılar ile geçici işçiler arasındaki sınıf savaşı konusunda siyasal eğitim verilmez. NGO’ların etkin olduğu ülkelerde, bağımsız sınıf politikasının inişe geçtiği ve neoliberalizmin rakipsiz olarak ilerlemesi bir rastlantı değildir. NGO’ların sayıca artması, neoliberalizmin artan parasal yardımı ve fakirliğin artması ile birlikte gitmektedir.

NGO’ların büyük bir çoğunluğu, neoliberalizmin aracı haline gelmektedir. Çok azı ise antiemperyalist ve sınıf politikasına destek olacak alternatif bir politika geliştirmeye çalışmaktadır. Bu tür NGO’ların hiç biri Dünya Bankası, Avrupa veya ABD hükümet kuruluşlarından fon almamaktadır ve yerel iktidar ile devlet iktidarı arasında bağ kurma çabalarını desteklerler.  

NGO çalışmaları, halkın dikkatini sınıf mücadelesinden uzaklaştırıp, ezenlerle işbirliği yollarına yönlendirmektedir. NGO ideologları, bunu haklı göstermek için de, daima “faydacılık” veya “gerçekçilik”ten söz etmekte ve devrimci solun gücünün azalmakta olduğundan, kapitalizmin Doğu’da zafer kazandığından, “Marksizmin bunalımı”ndan, alternatiflerin yok olduğundan, ABD’nin gücünden ve  darbelerden, askeri baskılardan söz etmektedirler. Neoliberallerin seçim başarılarını göklere çıkarırken, parlamento dışı etkinlikler olarak geniş kitleleri hareketlendiren ve seçim sonrasında görülen kitlesel protestolardan söz etmemektedirler.

Oysa Marksizm, NGO’culuğa karşı tek gerçek alternatiftir. Aslında olması gereken, dış yardımın hiyerarşik “dayanışma”sı ve neoliberalizmin işbirliği değil, emekçi sınıfların dayanışması ve sınıf içinde ezilen grupların (kadınların ve ırk ayrımına uğrayan ezilenlerin) dış ve iç sömürücülere karşı dayanışmasıdır. Sınırlı bir zaman içinde sınıfları bölen ve küçük grupları pasifize eden para yardımları değil, emekçi sınıfların ortak eylemi ile, ortak ekonomik zorlukları paylaşmak, ortak iyileştirme için mücadele etmek, esas olmalıdır.

 
(Not: Ülkemizdeki NGO çalışmaları, daha çok “Conflict Resolution” yöntemiyle eğitilmiş kişi ve örgütlerce yürütülmektedir. Konuyla ilgili ayrıntılar için şu yazılara bakılabilir:

  1. Sosyalist Gözlem, Sayı:7, Ocak 1994, Uyuşmazlıkların çözümü mü? Sürdürülmesi mi?
  2. Sosyalist Gözlem, Sayı:7, Ocak 1994, Kıbrıs’ta İngiliz-Amerikan barışı getirmek isteyenlere tepki
  3. Kıbrıslı, Sayı: 9 (Nisan 1996) İçimizdeki Amerikancılar                              
  4. Kıbrıslı, Sayı:12 (Temmuz 1996) CIA altımızı oyuyor
  5. Kıbrıslı, Sayı:15 (Ekim 1996) ABD yardımları
  6. Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Sayı: 17, Haziran 1997 Conflict Resolution’cular neye hizmet ediyor? 
  7. Kıbrıslı, Sayı: 22 (Haziran 1997) Conflict Resolution’cuların kapalı kutudaki çalışmaları sürüyor
  8. Kıbrıslı, Sayı: 26 (Ekim 1997) ABD’nin yolladığı 200 bin dolar kapış kapış dağıtılıyor. İşte Belgeler: Barış için teknoloji adı altında CIA ile sürekli temas hattı
  9. Kıbrıslı, Sayı:27 (Kasım 1997) Conflict Resolution’cular 4 yıl sonra ilk defa halka açıldılar!
  10. Kıbrıslı, Sayı: 28 (Aralık 1997) ABD daha fazla Conflict Resolution'cu istiyor, ya da bir durum muhasebesi
  11. Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı:23, Aralık 1997. Barış Şenliği ve düşündürdükleri
  12. Kıbrıslı, Sayı:29 (Ocak 1998) 16 gencin Brüksel ziyareti-ABD, Sivil Toplum Örgütlerini eğitti
  13. Kıbrıslı, Sayı:31 (Mart 1998) ABD Büyükelçisi Kenneth Brill’in demeci
  14. Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı:25/26, Şubat/Mart 1998, ABD tarafından yönlendirilen ve kamuoyundan gizlenen iki toplumlu projeleri açıklıyoruz: "İki toplumlu temaslara katılanlar, geleceğin kahramanları olacak."
  15. Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı:27, Nisan 1998, İki Amerikalıdan iki farklı görüş
  16. Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı:38, Mart 1999 KKTC’de şimdi yükselen değer: Conflict Resolution'cu olmak
  17. Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı:39, Nisan 1999, Yasağa rağmen CR etkinlikleri sürüyor
  18. Kıbrıslı, Sayı:50, Ekim 1999, Neşe ve şürekasının İsveç maceraları
  19. Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Sayı:70, Ocak 2002, Uyuşmazlık mı çözümlenecek, taksim mi benimsetilecek?
  20. Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Sayı:71, Mart, ABD,  Kıbrıs Birleş(me)miş Devletleri’ni programlıyor
  21. Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Sayı:75 Temmuz 2002, Oliver Wolleh: “Amerikalıların hedefi siyasal bir parti oluşturmaktı.”
  22. Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Sayı:76, Ağustos 2002, Amerikancı  “Conflict Resolution” grupları, ticaret burjuvazisini yönlendirmeye başladı)
(Bu araştırma yazısı, 5-10 Ekim 2004 tarihlerinde Afrika gazetesinde dizi halinde yayımlanmıştır.)

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder