NGO’lar güya toplum içinden kendiliğinden
ortaya çıkıyor gibi görünürler. O nedenle önceleri “gönüllü kuruluşlar” diye
adlandırılmaktaydılar. Ama şimdilerde çok sevilen bir terim olan “sivil toplum
örgütleri” olarak anılmaktadırlar. Aslında, çeşitli Üçüncü Dünya ülkelerindeki
daha küçük NGO’lara fon sağlayan uluslararası finansman kuruluşları, büyük
ölçüde hükümet, tekel ve bazı kurumsal kaynaklara dayanmaktadırlar.
Amerikalıların “Sivil Toplum Örgütü” (STÖ)
diye nitelendirdikleri bu kuruluşlar, aslında mali yönden çeşitli hükümetlere
ve büyük tekellere bağımlıdırlar, ama onların siyasal organları olduklarını
gizlemektedirler. Hükümet Dışı Örgütler (NGO) terimi, para aldıkları hükümet ve
büyük tekellerin politika araçları olan bu örgütlerin bir çoğunun oynamakta
olduğu rolü gizlemek için seçilmiş uygun yanıltıcı bir addır.
Dünya Bankası’nın “2000-2001 Kalkınma
Raporu” adlı bir belgesine dayanan Paul Treanor’a göre, 1999 yılı içinde Dünya
Bankası tarafından onaylanmış projelerin %70’den fazlasında, NGO’ların ve
“sivil toplum” temsilcilerinin katılımı söz konusudur. Örneğin yediden fazla
ülkede NGO’ları teşvik etmeyi amaçlayan tek bir projenin maliyeti, 900 milyon
dolardı. Dünya Bankası, NGO’lar ve “sivil toplum” temsilcileri ile olan
ilişkilerini düzenlemek amacıyla önceleri iki memurunu görevlendirmişken, bugün
bu iş için 80 görevlisini çalıştırmaktadır.
Treanor’un atıfta bulunduğu bir başka
rapora göre, ABD dışındaki başka gelişmiş sanayi ülkelerinden NGO’lara verilen
hükümet desteği, 1995 yılında 2.3 milyar dolardı. ABD’nin sağladığı finansman da
buna eklenirse, bu rakam dünya çapında 4 milyar dolara yaklaşmaktadır. Muazzam
miktardaki bu para, NGO’ların hızla artmasının “sosyal bir olgu” olarak takdim
edilmesinin nasıl bir aldatmaca olduğunu göstermektedir. (The World Bank,
Alternative Forums, NGOs and ‘Civil Society’“, Frederic Thuillier, The
Organizer)
Paul Treanor, “Avrupa Sosyal Forumu’nu kim
denetliyor?” başlıklı makalesinde Dünya Sosyal Forumu’nun sponsorları arasında
dolaylı veya dolaysız olarak bazı büyük burjuva kurumlarının olduğunu
belirtmektedir. Bunlar arasında Avrupa Komisyonu ve Birleşmiş Milletler yanında
Ford Vakfı, Droits et Démocratie (Kanada Dış İşleri Bakanlığı’nın bir vakfı),
(Alman Yeşil Partisi ile bağlantılı) Heinrich Böll Vakfı, ICCO (Hollanda ve AB
tarafından finanse edilen kiliselerarası bir kuruluş), Le Monde Diplomatique,
Oxfam, Kanada, Danimarka, Almanya, İtalya, Norveç ve İsveç hükümetleri
tarafından yönetilen kuruluşlar, gelişmemiş ülkelerin 77’ler Grubu, Uluslararası
Çalışma Örgütü, Avrupa Konseyi ve daha birçokları vardır.
2002 Avrupa Sosyal Forumu, büyük ölçüde
İtalyan Stalinizmi’nin iki kanadı olan Demokratik Sol ile PRC tarafından yüz
binlerce euro eşliğinde finanse edilmişti. Dünya Sosyal Forumu’nun 2003 yılında
NGO’lardan aldığı katkının ise %60
civarında olduğu tahmin edilmektedir.
“Dünya Sosyal Forumu 2004 Projesi” ise,
Hindistan’daki toplantı için yapılan toplam harcamanın 29.7 milyon dolar
olduğunu tahmin etmektedir. Bunun büyük bir kısmını oluşturan 26.2 milyon
doları, delegelerin katılım masrafları olup çoğu NGO’lardan gelmektedir.
Üçüncüsü yapılan Dünya Sosyal Forumu,
Hindistan Komünist Partisi (Marksist), Hindistan Komünist Partisi-Maoist ve
eskiden Rusya yanlısı olan partilerin egemenliğinde geçti. 2.5 milyon dolardan
fazla para toplandı ve bu foruma katılanlar arasında, CIA’nin sendikacılık
alanındaki kuruluşu olan Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu
(ICFTU)’nun Genel Sekreteri de vardı.
Dünya ve Avrupa Sosyal Forumu’nun,
burjuvazinin siyasal ajanları olarak karakter kazandıklarını vurgulamak için şu
da eklenmelidir ki, geçen yıl Kasım ayında Paris’ye yapılan Avrupa Sosyal
Forumu’na kent belediyesi ve Sosyalist Partili eski ekonomi bakanı ve 2007’deki
olası başkanlık adayı Laurent Fabius tarafından bedava kolaylıklar
sağlanmıştır. Fabius, açılış gününde çiftçilerin lideri Jose Bove ile kahvaltı
yemiştir. Etkinlik ayrıca Fransa’nın Gaullist Cumhurbaşkanı Jacques Chirac
tarafından, Avrupa Sosyal Forumu fonuna yapılan 500 bin euro’luk bağışla
finanse edilmiştir. Chirac, ayrıca özel temsilcisi Jerome Bonnafont’u
tartışmaları izlemek üzere oraya göndermiştir.
2004 yılında Londra’da yapılan Avrupa
Sosyal Forumu’nun örgütlenmesinde Sosyalist İşçi Partisi (SWP) önde gelen rolü
oynamıştır. Bir süre önce İşçi Partisine dönen Londra Belediye Başkanı Ken
Livingstone, banka finansörleri ile İşçi Sendikaları Kongresi’nin favorisi
haline gelmiş olup, etkinlik için gerekli olan milyonlarca sterlinin
sağlayıcıları arasındaydı.
Dünya ve Avrupa Sosyal Forumu’nun oynamakta
olduğu siyasal rolün bir başka kanıtı da, örgüt tüzüğünde yer almaktadır. Dünya
Ticaret Örgütü (WTO)’ne karşı 1999’da Seattle’da başlayan protestolar, doğaldır
ki, kapitalizme karşı daha geniş sosyal ve siyasal muhalefetin gelişmesine yol
açmıştı. Ama DSF ve ASF liderlerinin buna tepkisi, bu tür bütün sosyal
hareketlerin denetim altına alınmaya çalışılması ve eski parti ve hükümetlere
siyasal bir meydan okuma haline gelmelerini önleme şeklinde olmuştur. Nitekim DSF
liderleri, az sayıdaki bazı hükümetlerin baskıcı ve diktatör olmalarının
kınanmasına yol açacak olan muhalif sesleri siyasal olarak bir tür
sansürlenmeye yönelmişlerdir.
2001’de Brezilya’nın Porto Alegre adlı
güney kentinde yapılan DSF, seçilmemiş bir liderlik tarafından dayatılan bir
“ilkeler tüzüğü”nü kabul etmiştir. Burada, siyasal düzenlerin eski partilerine
karşı oluşan öfkenin ve muhalefetin azaltılmasına çalışılıştır. Örneğin tüzüğün
9. maddesinde “DSF, sadece sivil toplumdan örgüt ve hareketleri bir araya
getirmekte ve ilişkilerini sağlamaktadır” denmektedir. Burada “Forum’a parti
veya askeri örgüt temsilcileri katılmayacaktır” denerek, aslında kimlerin
dışlandığı açıklanmamaktadır.
NGO diye bilinen kuruluşlar, aslında fikir
üreten ve insancıl konularla ilgilenen gruplar olarak bilinmektedir. Ama
gerçekte ABD’nin yeryüzündeki üstünlüğünü pekiştirme stratejisiyle açık olarak
bütünleşmişlerdir.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın belgelerine
göre, Ekim 2003’de Gürcistan’da gerçekleştirilen darbe ile ilgili olaylarda,
zararsız gibi görünen NGO’ların, ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi gereği ABD
tarafından tezgahlanan “rejim değişikliği” politikasında rol oynadığı ortaya
çıkmıştır.
24 Kasım 2003 tarihli Wall Street Journal
gazetesi, Edvard Şevardnadze rejiminin devrilmesinde “Amerikan ve diğer batılı
vakıfların desteklediği NGO’ların ana rol oynadığına değinmekteydi. Gazeteye
göre bu NGO’lar, kansız darbenin temelini atmada esas rolü oynayan “genç, İngilizce konuşan ve batı yanlısı
reformların açlığını çeken aydınlardan oluşan bir sınıf”ı oluşturmuştu.
Bazı yorumcular, bu provokatör NGO’lar ile
büyük filantropist George Soros arasındaki bağlantılara doğru bir şekilde
dikkati çekmişlerdi. Gürcistan’ın sözümona “kadife devrim”ini, ABD hükümetinin
dikkatlice planladığı ve merkezi olarak eşgüdümlediği, gizli rejim değişikliği
için bir ders kitabı vakası olduğu anlaşılmaktadır.
Toronto Globe and Mail gazetesinde Mark
McKinnon’ın aktardığı ve Moskova’da hazırlanan “The Exile” adlı internet dergisinde
Mark Ames’in birinci sınıf gazeteciliği sayesinde ortaya çıkarıldığı gibi,
Gürcistan’daki darbenin, Yugoslavya’da Slobodan Miloseviç’in devrilmesinde
kullanılan senaryonun sahne sahne -ABD Büyükelçisinin rolüne kadar- aynen
tekrarı olduğu anlaşılmıştır. Her iki vakada da meslekten gelme korkunç diplomat Richard Miles’ın rolü
olmuştur.
Dıştan mali
kaynak alan NGO’lar Yunanistan’da küçük de olsa önemli bir rol oynamışken,
Gürcistan’da çok ön plandaydılar. NGO’ların ABD emperyalizminin hizmetinde bu
cesurca ve açık bir şekilde kullanılışı, rejim değişikliğinde yeni bir dönemeç
oluşturmakta olup, ABD’nin devlet ve Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID)
olarak 11 Eylül’den sonraki önceliklerinin ne olduğunu yansıtmaktadır.
Perde gerisini
aydınlatan bilgiler, Ocak 2003’de yayımlanan “Ulusal Çıkar için Dış Yardım:
Özgürlük, Güvenlik ve Olanakların Teşviki” adlı USAID raporunda yeralmaktadır.
Rapora göre, kalkınma programları, artık birincil olarak insan sefaletini
kaldırmaya yönelik olarak değil de, “demokratik (yani ABD dostu) reformlar”ı
teşvik etmede kullanılacaktır. Bu politika değişikliği, ABD emperyalizminin
yeni ve açıkça saldırgan bir aşamaya geçtiği, 2002 Beyaz Saray Planı ABD Ulusal
Güvenlik Stratejisi ile belirgin şekilde ilişkilidir. O nedenle, Raporda belirtildiğine göre,
kalkınma amaçlı para yardımları, sadece dost rejimlere verilecek ve düşman
(veya sadece bağımsız davranan) devletler, NGO’larla gerçekleştirilen “reform”
programlarıyla cezalandırılacaktır ki, bu programlar, eski istikrar bozucu
operasyonlar gibi şüphe uyandırmaktadır. Bu rapor, dünya çapında NGO’ların
sayısında büyük bir patlama olmasını onaylamakta ve dolarların stratejik
dağılımı için cezbedici bir kanal olarak NGO ağına dikkati çekmektedir.
Tabii ki, her
NGO, ABD dış politika kurumlarının denetimi altında değildir ve birçok yardım
görevlisi, kapitalizm ve savaşın böldüğü ülkelerde gerekli olan rahatlatma
çalışmalarını yürütmeye devam etmektedirler. Ama kalkınmakta olan ülkelerde esen
rüzgarların hangi yönde estiğinde bir yanlışlık yoktur. USAID raporu bakın
mağrur bir biçimde ne diyor: “NGO’lar, bağışları yapmakta olan hükümetlerin
hemen yanında yer almaktadır. Ama zamanla bu ilişkiler daha yakın bir hal
almıştır.”
Özel kuruluşlar tarafından
finanse edilen kuruluşlar ve NGO’lardan oluşan geniş küresel ağ, son 20 yıl
içinde büyük bir zarara yol açmıştır. ABD’nin doğrudan desteği olsun veya
olmasın, NGO’lar yoksullaştırıcı yeni liberal reformlara destek olmaya,
ulusötesi parasal ve tarımsal programlara yardımcı olmaya devam etmekte ve
Üçüncü Dünya insanlarının bir hak olarak daha iyi yaşam talep etmeleri
mücadelesine engel olmaktadırlar. USAID’in insancıl amaçlı gruplarla “stratejik
ortaklık inşa etme” konusuna yaptığı yeni vurgulama, durumun daha da
kötüleşeceğini haber vermektedir.
“Dış Yardımda
Ulusal Çıkar” adlı raporda kullanılan dil, NGO ve diğer özel bağışçıların,
hükümet darbeleri için ortam hazırlamaları yeteneğini artırmaktadır: “Anahtar
roldeki kazananlar ve kaybedenleri belirlemelerinde, koalisyon kurma ve
hareketlenme stratejileri geliştirmelerine ve reklam kampanyalarını
tasarlamalarında yardımcı olmak üzere reformculara yardım sağlanabilir...
Böylesi yardım, siyasal değişim, reformculara gerçek gücü sağladığı zaman,
gelecek için yapılmış bir yatırımı temsil edebilir.”
Bu rapora katkıda
bulunan ve kendisini “demokratik kalkınma ve rejim değişikliği uzmanı” olarak
tanımlayan, Hoover Enstitüsü’nden Larry Diamond durumu özetlerken, şu öneriyi
yapmaktadır: “Hükümetlerin gerçekten çürüdüğü yerlerde, yardım, öncelikle
hükümet dışı kaynaklara kanalize edilmeli, diğer iki yanlı yardım sağlayıcılar
ve çok yanlı yardım ajansları ile çalışılmalıdır. Kötü ve itaatsiz hükümetler
üzerine baskılar eşgüdümlü olarak yapılabilir.”
Uzun yıllar
ABD’nin güvendiği bir adam olan Şevardnadze’nin Rusya’ya doğru yöneldiği bir
zamanda, artık gerçekten çürüdüğü görülmekteydi. Bu gelişme, ABD’nin bölgeyi
askeri olarak kullanmasını ve 2.7 milyar dolarlık Bakü-Ceyhan petrol hattını
denetlemesini tehdit etme potansiyelini taşımaktaydı. Plana göre, eşgüdümlü
baskılar derhal başlatıldı. Kalkınma amaçlı vakıflar, düşünce kuruluşları ve
NGO’lardan oluşan karmaşık bir örgütler ağı harekete geçirilerek, propaganda
yaymak, muhalif liderler devşirmek ve Yugoslavya’daki CIA bağlantılı OTPOR
modeli üzerine kurulmuş tarafsız (ex nihilo) bir “öğrenci direniş hareketi”
finanse edilmeye başlandı. Bu arada, USAID’in projelerini yürüten ve Gürcistan
liderliği tarafından ABD onaylı aday Mikhail Saakaşvili tarafından yönetilen
Özgürlük Enstitüsü gibi NGO’lar, sivil toplumu istikrarsızlığa sürüklemek için
ABD Büyükelçiliği (ve belki de CIA) ile elele çalışmalar yürüttü.
Darbenin ilk
gerekçesi olarak gösterilen seçimlerde sahtekarlık yapıldığı iddiaları da,
Soros ile bağlantılı bir NGO olan Gürcistan Açık Toplum Vakfı ile uyumlu
çalışan USAID tarafından yürütülmüş olan
“seçim desteği” operasyonundan ortaya çıkmıştı. TV’lerde yer alan sokak
gösterileri ve yönlendirilmiş uluslararası şamata da bunu izledi. Şevardnadze
inanılmaz olanı kabul etti ve sessizce görevden ayrılmakta anlaştı. Donald
Rumsfeld, iki hafta içinde darbeci liderlerin konuğu olarak Tiflis’e
giderek, Rus askeri birliklerinin geri çekilme takvimini görüştü.
ABD, bu arada,
dünya çapında insancıl girişimleri kendi emperyalist emelleri için eritmeye
devam etmiştir. 1970’li yılların sonundan bu yana, dünyada finansman sağlayan
kuruluşların politikasında bazı değişiklikler olmuştur. Sosyal ve siyasal
etkinliklerde bulunan yeni tür “aktivist” NGO’lar, sistematik olarak teşvik
görmeye başlamıştır.
CIA’nin ABD
kuruluşlarına gizlice girişi ise çok yaygın bir hal almıştır. 1976’da
oluşturulan bir ABD Senato Komitesinin ortaya çıkardığına göre, 1963-66 yılları
arasında 164 kuruluş tarafından verilen ve her biri 10 bin doların üzerinde
olan 700 bağıştan en azından 108 tanesi, kısmen veya tamamen CIA tarafından
sağlanmıştı. James Petras’a göre, CIA, kendi finansmanını gizlemek amacıyla
kullanılabilecek olan en iyi ve en akla yakın örgütün Ford Vakfı olduğu
görüşündedir. Ford Vakfi’nın üst düzey yöneticileri ile ABD hükümeti arasındaki
bağlar belirgin olup, devam etmektedir. Son yıllarda finanse edilmiş olan
projeler incelenirse, Ford Vakfi’nın ABD politikasına ters düşen hiçbir esaslı
projeyi asla finanse etmediği görülecektir.
Ford Vakfının
“barış ve sosyal adalet” hedefleri şöyle belirtilmiştir: “İnsan ve özellikle kadın haklarının teşviki, açık
ve hesap verebilir hükümet kuruluşlarının güvence altına alınması, geleceği
planlamada kişilerin ve sivil kuruluşların geniş katılımı yoluyla sivil
toplumun güçlendirilmesi, bölgesel ve uluslararası işbirliğinin desteklenmesi.”
Örneğin, 1952-2002 arasındaki dönemde Ford Vakfı’nın Yeni Delhi’deki ofisi, ki
Ford Vakfinin 13 denizaşırı ofisinden ilki ve en eskisidir, bu amaçlar için
bağış olarak 450 milyon dolar dağıtmıştır.(James Petras, Imperialism and NGO’s
in Latin America, Monthly Review, December 1997)
ABD’nin “National
Endowment for Democracy (NED)” (Demokrasi için Ulusal Kazanım) adlı sivil
toplum örgütü, Başkan Reagan döneminde, 1970’li yılların ikinci yarısında, CIA
hakkında yapılan ifşaatlardan sonra, 1980’li yılların başında kurulmuş bir
yapıdır. Watergate skandalının patlak verdiği önemli bir dönemde kurulmuştur.
Senato’nun Kilise Komitesi, Temsilciler Meclisi’nin Pike Komitesi, Başkan
tarafından oluşturulan Rockfeller Komisyonu, hepsi de CIA’nin yaptıklarını
araştırmaktaydı.
Emperyalistler,
her zaman kapalı kapılar ardında yapılmış olanlar hakkında böylesi açık
konuşmaların tehlikeli olduğunu anlamışlardı ve birşey yapılmalıydı. Tabii ki
bu suçların işlenmesini durdurma gibi bir niyetleri yoktu. Bu suçlar,
emperyalizmin siyasal doğasının bir parçasıdır ve dünya egemenliği için de
gereklidir.
Bu ifşaatların
kamuoyu üzerindeki etkilerinden endişelendiler ve bunları gizlemek için birşey
yapmaya karar verdiler. Yaptıkları “yeni” bir örgüt kurmaktı ve ona güzel bir
isim olan “Demokrasi için Ulusal Kazanım” (İngilizce ilk harfleriyle NED) adını
verdiler. Böylece 1983’de, “özel ve hükümet dışı çabalarla dünya çapında
demokratik kuruluşları desteklemek” için NED kuruldu.
Aslında NED
kendisini bir NGO olarak takdim etmektedir. Ama yine de bir hükümet örgütüdür.
Gelirlerinin çoğu, ABD federal hükümetinden sağlanmaktadır. Bu durum, her yılki
raporlarında, parasal duruma ilişkin bölümde açıkça belirtilmektedir. ABD
Kongresi, 2004 yılı için NED’ye 40 milyon dolara yakın bir meblağ ayırmıştır.
Bush, bu miktarın 2005 yılı için iki katına çıkarılmasını istemiştir.
NED, bir dizi büyük petrol şirketinden ve
savunma işleri yapan mütaahhitlerden parasal katkılar almaktadır ki, bu da
gerçekte kimin çıkarlarını savunduğunu göstermektedir. 2001 yılında NED’ye para
bağışında bulunan şirketler arasında Chevron, Exxon- Mobil, Enron ve Texaco
gibi tekellerin bulunması herhangi bir hayret uyandırmamaktadır.
Adının anlamına
rağmen, NED, aslında CIA’nin bir uzantısıdır. NED’nin kuruluşunda yasalarının
hazırlanmasında yardımcı olan Allen Weinstein’in 1991 yılında dile getirdiği
gibi, “Bugün yaptıklarımız, 25 yıl önce CIA tarafından kapalı bir biçimde
yapılmaktaydı. NED’nin fonlarından yararlanan dört ana kuruluş vardır:
Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü, Uluslararası Konular için Ulusal
Demokrasi Enstitüsü, AFL-CIO’nun sağ kanat bürokrasisinin bir yan kuruluşu
(Amerikan Uluslararası İşçi Dayanışması Merkezi gibi) ve Ticaret Odası’nın bir
yan kuruluşu (Uluslararası Özel Girişim Merkezi gibi).
NED, seçilmiş
siyasal gruplara, “sivil toplum kuruluşlarına”, işçi sendikalarına, muhalif
hareketlere, öğrenci gruplarına, kitap yayıncılarına, gazetelere ve diğer kitle
iletişim organlarına mali fon, teknik know-how, eğitim, öğretim malzemeleri,
bilgisayarlar, faks makineleri, kopya makineleri, araçlar vb sağlayarak, yabancı
ülkelerin içişlerine karışmış olup, bu karışmalarını da sürdürmektedir.
NED kendisini
demokratik hakları teşvik eden bir örgüt olarak takdim etmektedir, ama aslında
esas amacı ABD egemenliğini pekiştirmektir. NED, sponsörlüğünü yaptığı örgütler
aracılığı ile, genelde işçi sınıfı ve nüfusun diğer tabakalarının çıkarlarının
en iyi şekilde hür teşebbüs, sınıf işbirliği, toplu pazarlık, ekonomiye
hükümetin en az oranda müdahale etmesi ve her türlü şekildeki sosyalizm fikrine
muhalefet politikası ile olacağını öne sürmektedir. NED, demokrasi, reform ve
büyümenin güvencesinin sadece “serbest
piyasa ekonomisi” ile olası olduğu fikrini teşvik etmektedir. Özellikle yabancı
sermaye yatırımlarının yararları üzerinde durulmaktadır. Böylece NED’nin eli,
her zaman açıkça görülebilir durumda olmamaktadır.
Geçtiğimiz on
yıllar içinde NGO’culuk, çok büyük bir ölçüde gelişmiştir. Tabii ki bütün
NGO’lar ABD destekli değildir. Alman, İsveç ve benzeri ülkelerin
destekledikleri NGO’lar da vardır. Ama hepsinin de tek bir ortak yanı vardır:
Başlangıçta samimi olan işçi hareketi veya öğrenci aktivistlerini, zararsız NGO
etkinliklerine yönlendirmek. Bu birçok parasal fonun sağlanması ile çok daha
kolay bir hale getirilmektedir. O nedenle, daha önce militan sendikacılık veya
siyasal etkinliklerde bulunabilecek olan
kişilerin, ortalıkta mantar gibi biten NGO bürolarında görev aldıklarını
görmekteyiz. NGO, onların daha önceki militanlıklarını yavaş yavaş terketme ve
yaptıklarında bir “anlam görme”lerine yardımcı olmaktadır.
Böylece,
geçmişte, askeri diktatörlüklerin vahşi eliyle sona erdirilen militan gençlik
ve işçi etkinliklerinin yerini, şimdi daha kurnaz yaklaşımlar almıştır. Önde
gelen militanlar, ezilen, fakir ve işçi sınıfından insanlar için hâlâ daha
birşeyler yapmakta olduklarına inandırılmakta ve yavaş yavaş yolsuzluğa
itilmektedir.
Ortak çizgi,
kapitalizmin dar sınırları içerisinde herşeyin yapıldığı şeklindedir. Gerçek
sosyalistlere “çağı geçmiş Marksist görüşlerini neden hâlâ daha korudukları”nı
soran NGO’cuları ne kadar da sık duymaktayız. Yöntem farklıdır, ama amaç
aynıdır: İşçi sınıfını ideolojik olarak silahsızlandırmak ve protestoyu,
zararsız muhtaç kişiler için bağış toplama tipi etkinliklere kanalize etmek.
Bir önemli ayrıntı da, NED’nin doğrudan CIA’ nin uzantısı olduğudur.
NGO’lar görünüşte
“sol” bakış açısından, sivil toplumu savunur gibi görülmekte ve devleti
eleştirmektedir. Ama aslında NGO’ları, Dünya Bankası, batılı tekeller ve
neoliberal rejimler desteklemektedir. NGO’lar ise, çok uluslu tekellerin
kurbanı olanlara sosyal hizmetler sağlayarak, ulusal refah devletinin altını
oymaktadır. Birçok eski Marksistin
NGO’larda çalışmaya başlaması da, bazı gerçeklerin gözden kaçmasına neden
olmaktadır. Sınıf siyasetinden “toplumsal kalkınma”ya, Marksizmden NGO’lara
dönüş için ideolojik dönüşüm aracı, devlet aleyhtarlığı olmaktadır.
NGO ideologları,
merkezi “devlet” gücüne karşı, “yerel” yönetim güçlerini öne çıkarmaktadır.
Aslında bu NGO’lar, hükümet dışı örgüt değildirler ve denizaşırı hükümetlerden
para alırlar ve yerel yönetimlerin özel alt müteahhitleri gibi çalışırlar.
Halkın dikkatini ve mücadelelerini, ulusal bütçeden daha fazla pay alma ve
kişilerin sömürüsünden uzaklaştırırlar, yerel sosyal hizmetlere ağırlık
verirler. Öte yandan da neoliberal politikacılar, sosyal harcamaları kısarak,
devlet fonlarının özel bankaların batık borçlarını sübvansiye etmeye ve
ihracatçılara özel kredi vermeye yardımcı olurlar.
Şimdi şu sorunun
yanıtını bulmaya çalışalım: Çok uluslu tekeller, emperyalist hükümetler ile
Dünya Bankası ve BM gibi kuruluşlar neden fonlarını NGO’lara kanalize
etmektedirler?
Aslında NGO’ların
olağanüstü çoğalması, emperyalizme birçok yönde hizmet etmektedir:
1. Özellikle çeşitli
hizmetler sağlamak için çalışan NGO’lar -sağlık, eğitim, beslenme, kırsal
kalkınma gibi- devlet ile halk arasında bir tampon görevi görmektedir. Birçok
devlet, bütçelerinden halkın en temel gereksinim duydukları kalemleri silip
atarken, demokrasinin süslerini korumayı yararlı görmektedir. NGO’lar devletin
özel müteahhitleri gibi davranarak kurtarıcı rolüne girmekte ve devleti
sorumluluklarından kurtarmaktadır. Oysa ki halk, bir NGO’dan herşeyi bir hak
ister gibi talep edemez. NGO’ların verdiği sadece bir ‘bağış’tır.
2. İnsan gücünü
devşirme sürecinde de NGO’lar, bazı yerel kişilere, pastadan küçük bir pay ve
iş sağlamaktadır. Bu kişiler, yerel olarak etkili kişiler olup, onların etki ve
eylemleriyle NGO yarar sağlamaktadır. Ya da bu kişiler, ses çıkaran, huzuru
bozan ve yetkililerin potansiyel muhalifleri olabilmektedir ve bu yolla aslında
satın alınırlar. Her iki durumda da NGO’da görevlendirilenler, Üçüncü Dünya
ülkelerindeki işsizlik düzeyine bakıldığı zaman çok küçük bir oranda olsa da,
yerel siyasal etki ağına hizmet etmekte ve var olan düzenin istikrarda
kalmasına yardımcı olmaktadırlar.
3. Halk
hareketlerinin olduğu alanlardaki ‘aktivist’ ve ‘savunucu’ NGO’lar, halkın
basit değişiklikler için yürütmekte olduğu mücadeleleri, cepheleşme yolundan
alıp, var olan siyasi çerçevenin içinde kalmasına doğru yönlendirirler.
Yukarıda sözü
edilen Dünya Bankası’nın “Kalkınma Raporu”nda, NGO’ların teşvik edilmesinin
siyasal nedenleri şöyle açıklanmaktadır: “Sosyal gerginlikler ve ayrılıklar,
siyasal muhalifleri resmi ve gayriresmi forumlar çerçevesinde bir araya
getirilerek, enerjilerinin açığa çıkmasının tek şekli olan cepheleşme yerine,
siyasal süreçler yoluna kanalize edilmesi ile giderilebilir.” (Thuillier, agy)
Örneğin Hindistan’daki devrimci hareketlere ilişkin güçlü bir geleneği olan
Andhra Pradesh eyaletinde, 1970’lerin başından bu yana, NGO’ların sayısında
büyük bir artış görüldü ve bugün ülkenin en çok NGO yardımı alan eyaletleri
arasındadır.
NGO’lar, halk
hareketlerini bürokratlaştırmaktadır. Oysa halk hareketleri, geleneksel olarak
kendi kendilerine dayanırlar, kendi kaynaklarını oluştururlar, halk arasından
gelen kişilerce yönetilirler ve bu temsilciler, şu veya bu şekilde halka karşı
sorumludurlar. NGO’ların yönettiği hareketler ise, halkı temsil ettiklerini
iddia ederken, faaliyetlerini sürdürmeleri için kendilerini finanse eden
kuruluşlar tarafından ödenen NGO yöneticilerince yönlendirilirler. Doğaldır ki,
ne halka karşı hesap verirler, ne de halk tarafından yerlerinden alınabilirler.
O nedenle halkın görüşünü göz önünde bulundurmadan, istedikleri gibi
davranırlar. Öte yandan NGO’lar, kendilerini finanse edenlere karşı hesap
vermekle yükümlüdürler ve belli sınırların dışına çıkmayı göze alamazlar.
Siyasal yaşam gittikçe NGO’ların eline geçmekte, yani bürokratlaşmakta ve
halkın varlığı ve temsilciliğinden uzaklaşmaktadır. Örneğin bugün dıştan ve
hükümetten gelen finansman olmazsa, Hindistan’daki bütün NGO sektörü bir günde
çöker.
Şüphesiz ki
NGO’larda çalışan veya onlarla ilgilenen samimi bazı kişiler vardır. Bunların
çoğu, muhtaç kişilere bazı acil yardımların yapılması için çaba gösteren
kişiler olup, halkın bir kısmına ulaşarak onlara yardım sağlamaktadırlar. Bu
kişilerin konuya gösterdikleri bağlılık ve gerçek ilgilerini sorgulamadan,
burada NGO kurumsal olgusunun daha geniş siyasal önemi üzerinde durmak
istiyoruz. Örneğin NGO’ların sayısı Hindistan’da 1980’ler ve 1990’larda yabancı
parasıyla aşırı derecede artış göstermiştir. İçişleri Bakanlığı’nın verilerine
göre, 2000 yılında yaklaşık 20 bin örgüt kayıtlı olup, Dış Yardımları Düzenleme
Yasası uyarınca, bunlardan sadece 13,800 tanesi hesaplarını hükümete
iletmekteydi. (Outlook 21/1/01; Hindu 24/2/02) 1998-99 yıllarında bu örgütlerin
aldığı toplam yabancı fonlar, 3,403 Rupi iken, 1999-2000’de 4,535 Rupi’ye ve
1.2.2000’de 4,535 Rupiye (993 milyon dolar) fırlamıştır. Görüldüğü gibi bu
kendiliğinden olan bir sosyal fenomen değildir.
Yabancı parası
ile desteklenen NGO sektörü, dikkati çeken bir birlik halinde belli siyasal
kavramların propagandasını yapmaktadırlar. Bunların başında, sınıf kavramından
daha üstün tuttukları cinsiyet (gender), etnisite, milliyet gibi “kimlik” ile
ilgili kavramlardır.
İdeolojik olarak
da, şimdilerde sosyal bilimlerle uğraşan akademik çevrelerde etkin olan
“post-modernizm” diye bilinen uluslararası entellektüel bir akımdan
yararlanmaktadırlar. Sistematik olmayan bu düşünce akımı, zengin fonlar ve
akademik ilgi sayesinde kurumsal bir etki sağlamıştır. Sınıf tahlili ile
post-modernizm, sosyal olgularla ilgili çok farklı sonuçlara ulaşmakta ve bu da
sosyal hareketlerin pratiğine farklı etkiler yapmaktadır.
Post-modernizm,
cinsiyet, etnisite, milliyet gibi mücadeleleri, sınıf mücadelesi ile eşdeğerde
göstermekte ve çeşitli sosyal grupların ortak objektif çıkar temelinde birlikte
eylem yapma olasılığını dışlamaktadır. Bunun yerine sadece belli amaçlar için
şu veya bu şekilde bir araya gelen çeşitli koalisyonlar/ittifaklardan söz
edilmektedir. Örneğin erkek ve kadın işçiler belli bir dava için bir araya
gelebilirken, cinsiyet konularında zıtlıklarını koruyabiliyorlar. Yani bir grup
halk ile halkın sömürü ve baskısından sorumlu olanlar arasında kesin bir çizgi
çizilmemektedir. Böylelikle, herhangi bir siyasal gücün, bir ülkedeki halkın
bütün kesimlerinin uzun erimli ortak çıkarlarını temsil edemeyeceği öne
sürülmekte ve “hiçbir partinin katılmadığı siyasal süreçler” kavramı öne
sürülmektedir. Özellikle sol görüşteki siyasal partilerin mücadeleleri akamete
uğratılmaktadır.
Bütün gönüllü
kuruluşlar/eylem grupları ağının batılı kapitalist ülkeler tarafından sağlanan
fonlarla ayakta tutulup, beslendiğini söylemek bir abartı olmayacaktır.
Fonların büyüklüğü ve kullanılan fazla miktardaki paralar, o kadar etkileyici
olmasına karşın, nedendir bilinmez , örneğin Hindistan’da bu konunun acil
olarak kamuoyunda tartışılmaması hayret vericidir. Hindistan Hükümeti
tarafından izin verilen bu yabancı fonların açıkça kullanılması, ülkeye
emperyalizmin parasal olarak sızmasının ana kaynaklarından biri haline gelmiştir.
NGO’lar projelere
ağırlık verirler, hareketlere değil. Halkı, üretim ve refahın temel araçlarını
denetlemek için mücadele etmeye değil, bir kenarda üretim yapmak için “harekete
geçirirler”. Halkın günlük yaşamını şekillendiren yapısal koşullara değil de,
yaptıkları projelere teknik ve mali yardım sağlanmasına odaklanırlar. NGO’lar
“halkın gücü”, “güçlenme”, “cinsiyet eşitliği”, “sürdürebilir kalkınma”,
“tabandan gelen liderlik” gibi, solcuların kullandıkları terimleri kullanırlar.
NGO’larda,
örneğin emperyalizmin doğası, neoliberalizmin sınıf temeli, ihracatçılar ile
geçici işçiler arasındaki sınıf savaşı konusunda siyasal eğitim verilmez.
NGO’ların etkin olduğu ülkelerde, bağımsız sınıf politikasının inişe geçtiği ve
neoliberalizmin rakipsiz olarak ilerlemesi bir rastlantı değildir. NGO’ların
sayıca artması, neoliberalizmin artan parasal yardımı ve fakirliğin artması ile
birlikte gitmektedir.
NGO’ların büyük
bir çoğunluğu, neoliberalizmin aracı haline gelmektedir. Çok azı ise antiemperyalist
ve sınıf politikasına destek olacak alternatif bir politika geliştirmeye
çalışmaktadır. Bu tür NGO’ların hiç biri Dünya Bankası, Avrupa veya ABD hükümet
kuruluşlarından fon almamaktadır ve yerel iktidar ile devlet iktidarı arasında
bağ kurma çabalarını desteklerler.
NGO çalışmaları,
halkın dikkatini sınıf mücadelesinden uzaklaştırıp, ezenlerle işbirliği
yollarına yönlendirmektedir. NGO ideologları, bunu haklı göstermek için de,
daima “faydacılık” veya “gerçekçilik”ten söz etmekte ve devrimci solun gücünün
azalmakta olduğundan, kapitalizmin Doğu’da zafer kazandığından, “Marksizmin
bunalımı”ndan, alternatiflerin yok olduğundan, ABD’nin gücünden ve darbelerden, askeri baskılardan söz
etmektedirler. Neoliberallerin seçim başarılarını göklere çıkarırken,
parlamento dışı etkinlikler olarak geniş kitleleri hareketlendiren ve seçim
sonrasında görülen kitlesel protestolardan söz etmemektedirler.
Oysa Marksizm,
NGO’culuğa karşı tek gerçek alternatiftir. Aslında olması gereken, dış yardımın
hiyerarşik “dayanışma”sı ve neoliberalizmin işbirliği değil, emekçi sınıfların
dayanışması ve sınıf içinde ezilen grupların (kadınların ve ırk ayrımına
uğrayan ezilenlerin) dış ve iç sömürücülere karşı dayanışmasıdır. Sınırlı bir
zaman içinde sınıfları bölen ve küçük grupları pasifize eden para yardımları
değil, emekçi sınıfların ortak eylemi ile, ortak ekonomik zorlukları paylaşmak,
ortak iyileştirme için mücadele etmek, esas olmalıdır.
- Sosyalist Gözlem, Sayı:7, Ocak 1994, Uyuşmazlıkların çözümü mü? Sürdürülmesi mi?
- Sosyalist Gözlem, Sayı:7, Ocak 1994, Kıbrıs’ta İngiliz-Amerikan barışı getirmek isteyenlere tepki
- Kıbrıslı, Sayı: 9 (Nisan 1996) İçimizdeki Amerikancılar
- Kıbrıslı, Sayı:12 (Temmuz 1996) CIA altımızı oyuyor
- Kıbrıslı, Sayı:15 (Ekim 1996) ABD yardımları
- Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Sayı: 17, Haziran 1997 Conflict Resolution’cular neye hizmet ediyor?
- Kıbrıslı, Sayı: 22 (Haziran 1997) Conflict Resolution’cuların kapalı kutudaki çalışmaları sürüyor
- Kıbrıslı, Sayı: 26 (Ekim 1997) ABD’nin yolladığı 200 bin dolar kapış kapış dağıtılıyor. İşte Belgeler: Barış için teknoloji adı altında CIA ile sürekli temas hattı
- Kıbrıslı, Sayı:27 (Kasım 1997) Conflict Resolution’cular 4 yıl sonra ilk defa halka açıldılar!
- Kıbrıslı, Sayı: 28 (Aralık 1997) ABD daha fazla Conflict Resolution'cu istiyor, ya da bir durum muhasebesi
- Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı:23, Aralık 1997. Barış Şenliği ve düşündürdükleri
- Kıbrıslı, Sayı:29 (Ocak 1998) 16 gencin Brüksel ziyareti-ABD, Sivil Toplum Örgütlerini eğitti
- Kıbrıslı, Sayı:31 (Mart 1998) ABD Büyükelçisi Kenneth Brill’in demeci
- Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı:25/26, Şubat/Mart 1998, ABD tarafından yönlendirilen ve kamuoyundan gizlenen iki toplumlu projeleri açıklıyoruz: "İki toplumlu temaslara katılanlar, geleceğin kahramanları olacak."
- Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı:27, Nisan 1998, İki Amerikalıdan iki farklı görüş
- Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı:38, Mart 1999 KKTC’de şimdi yükselen değer: Conflict Resolution'cu olmak
- Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı:39, Nisan 1999, Yasağa rağmen CR etkinlikleri sürüyor
- Kıbrıslı, Sayı:50, Ekim 1999, Neşe ve şürekasının İsveç maceraları
- Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Sayı:70, Ocak 2002, Uyuşmazlık mı çözümlenecek, taksim mi benimsetilecek?
- Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Sayı:71, Mart, ABD, Kıbrıs Birleş(me)miş Devletleri’ni programlıyor
- Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Sayı:75 Temmuz 2002, Oliver Wolleh: “Amerikalıların hedefi siyasal bir parti oluşturmaktı.”
- Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Sayı:76, Ağustos 2002, Amerikancı “Conflict Resolution” grupları, ticaret burjuvazisini yönlendirmeye başladı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder