Necla Matyatlı'yı 1980'li yılların sonunda bana
tanıştıran, meslektaşım Dr.Erol Kûfi'dir. Ortak dostumuz rahmetli Haşmet
M.Gürkan'ın kızkardeşi olan Necla Hanım, Erol Bey'in deyişiyle Ayşe Necla,
Türkiye'ye yerleşmiş olduğundan, Kıbrıs'a arada bir gelir ve atadan kalma bazı
mal-mülke ilişkin sorunlarla ilgilenirdi. Haşmet Bey'in evliliği ve bazı miras
sorunları yüzünden, birbirlerine dargındılar, ama seyrek de olsa temasları
kesilmemişti.
Haşmet Bey'in 1992 yılında zamansız ölümünden sonra da,
Necla Hanım'la görüşmüş ve son olarak Kutlu Adalı arkadaşımızın öldürülmesinin
4. yıldönümünde, İstanbul'daki KIBES lokalinde 8 Temmuz 2000 günü yapılan anma
toplantısında buluşmuştuk.
23 Eylül 2000 tarihli gazetelerde, Necla Matyatlı'nın
Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı'nın "2000 Yılında KKTC'de
Buluşalım" sloganı çerçevesinde düzenlediği etkinliklerde bir sergi ile
yer alacağını okuduk. 25 Eylül Pazartesi akşamı Lefkoşa'daki Atatürk Kültür Merkezi'ne
giderek, Milli Eğitim ve Kültür Bakanı Mehmet Altınay tarafından açılan Necla
Hanım'ın Kıbrıs'taki ilk kişisel resim sergisinde, yine onunla birlikte
olduk.
Ne yazık ki, ne serginin açılacağına ilişkin haberlerde,
ne de açılışta yapılan konuşmalarda Necla Matyatlı'nın Haşmet M.Gürkan'ın
kızkardeşi olduğu belirtilmemişti. Açılışın hemen ardından hem kendisine, hem
de Kültür Bakanı'na bu konuda serzenişte bulundum ve onu tanımayanlara da bu
bilgiyi vermeyi bir görev bildim.
28 Eylül akşamı bir rastlantı sonucu dinlediğim 22.30
radyo haberlerinde, Necla Matyatlı'nın Karaoğlanoğlu'nda saat 19.30'da meydana
gelen bir trafik kazasında yaşamını yitirdiğini duyunca çok üzüldüm ve hayrete
düştüm. Necla Hanım, ata toprağı üzerine "Muzaffer Bey Sitesi"ni yaptırmıştı
ve tatilllerde buradaki evinde kalıyordu. Bir gün önce, Lefkoşa'daki ilk resim
sergisini açan Necla Hanım, yolun bir tarafından ötekine geçerken, bir arabanın çarpması sonucu, kaldırıldığı
hastahanede ölmüştü. Böylece köklü bir Lefkoşa ailesinin son ferdi de yok
oluyordu. Oysa buluşmak üzere sözleşmiştik ve bana aile ağacıyla ilgili ek
bilgiler verecekti. Sergi izlenim defterine yazdığım notta, aramıza bir sergi
ile katılmasından duyduğum sevinci dile getirerek, "yaseminlerimizin
çoğalması"nı dilemiştim. Ne yazık ki, araba sürüş belgesi bile olmayan bir
kendigelenin dikkatsizliği, bir yürekli insanımızı daha aramızdan alıp götürdü.
MUZAFFER BEY VE EVLATLARI
Baba Mehmet Muzaffer Bey, 25 Ocak 1882 doğumlu olup,
Alyanaklı Tüccar Şükrü Efendi'nin torunlarındandı. 1908'de Posta Dairesinde
memur olarak göreve başlamış, daha sonra Larnaka Komiserliği (1909), Leymosun
Komiserliği (1910), Polis Dairesi (1916), Lefkoşa Komiserliği (1917) ve en
sonunda da Maarif Dairesi'nde çalışmaya başlamış (1925) ve oradan emekliye
ayrılmıştı. Kıbrıslı Türkler arasında İngilizceyi iyi derecede bilenlerden
olup, memuriyeti sırasında tercümanlık da yapmıştı.
Maarif Dairesinde Sandık Emini olan Muzaffer Bey, Şaziye
Hanım ile evlenmiş ve ondan ikisi kız ve üçü erkek olan beş evlat sahibi
olmuştu. Bunlar, çocuk yaşta menenjitten ölen Özen, sonradan gazeteci ve avukat
olan Ahmet Muzaffer Gürkan, diş doktoru ve yazar Haşmet Muzaffer Gürkan, ressam
Necla (Matyatlı) ve onunla birlikte İstanbul'da yaşayan, ama birkaç yıl önce
ölen Emel idi.
Necla Hanım, liseyi Lefkoşa Erkek Lisesi'nde okuyan ender
kızlardan biriydi. Hürsöz gazetesinin 20 Eylül 1946 tarihli nüshasında
(Sayı:34) onunla ilgili şu haber vardı:
"Maarif Dairesi sabuk memurlarından Bay Muzaffer'in
kerimesi Necla, Safranbolu'da Sulh Ceza Hakimi bulunan Kıbrıslı Bay Tevfik
Erksel ile nişanlandı."
Tevfik Erksel, Ankara'da Danıştay üyeliğine kadar
yükselmişti. Ankara'ya yerleşmiş olan aile, beş yaşındaki İnci adlı bir kız
çocuğunu evlatlık olarak almıştı. Necla Hanım, 1980'li yıllarda İstanbul'a
yerleşmiş ve 1993'de Beyoğlu'nda, "Galeri Matyatlı Kültür ve Sanat
Evi" adıyla kendi özel resim galerisini açmıştı.
"CUMHURİYET" YAZARLARININ KATLİ
Daha önce de gazetecilik ve yazarlık deneyimi bulunan
Ahmet Muzaffer Gürkan, 1950'li yılların sonunda Londra'da avukatlık eğitimi
yaptıktan sonra adaya dönmüş ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ilan edildiği tarih olan
16 Ağustos 1960'da, meslektaşı Ayhan Hikmet ile birlikte "Cumhuriyet"
adlı haftalık bir gazete çıkarmaya başlamıştı. Kıbrıs Cumhuriyetini savunan ve
Kıbrıs Türk liderliğinin ayrılıkçı politikalarına karşı yoğun eleştiriler
yönelten bu gazetede, kardeşi Haşmet M.Gürkan da gerek kendi adı, gerekse
"İlhan Gündüz" takma adı ile haftalık haber özetleri ve dış politika
yorumları kaleme alıyor, ayrıca gazetenin düzeltmenliğini yürütüyordu.
Gazetenin sahip ve yazarları olan Ahmet Muzaffer Gürkan ile Ayhan Hikmet'in
imzalı veya imzasız yazıları, halk tarafından büyük bir ilgiyle okunmaktaydı.
Cumhuriyet'in 23 Nisan 1962 günü çıkan 89. sayısında, kısa
bir süre önce Bayraktar Camiine atılan bombalarla ilgili olarak, "Nacak'a
hatırlatırız ki" başlıklı yazıda şöyle denmekteydi:
"Evet tekrar ediyoruz: Bomba hadiselerinin sorumlusu
alçak, adi ve satılmış herifin kim olduğunu aklıselim sahibi herkes tahmin
etmiştir. Bu alçağın, bu satılmışın yüzündeki maskenin indirileceği gün
yakındır. Ve o gün geldiğinde bu alçakla bomba hadiselerinden dolayı Türk
toplumunun sorumlu tutulamıyacağını katiyetle ifade edebilecek olan yine biz
olacağız."
Bu yazının gazetede çıktığı günün gecesi, Ahmet M.Gürkan
ile Ayhan Hikmet canice öldürülmüş ve Cumhuriyet gazetesinin sesi
susturulmuştu.
HAŞMET GÜRKAN'IN AÇIKLAMASI
Bu vahşi cinayetlerle kardeşini ve yakın bir çalışma
arkadaşını yitiren Haşmet Gürkan, olaydan müthiş etkilenmiş ve kısa süre sonra
adadan ayrılarak İngiltere'ye gitmişti.
Aşağıda 5 Mayıs 1962 tarihli Mahi gazetesinde Türkçe
fotokopileriyle birlikte yayımlanmış olan Haşmet Gürkan'ın açıklamalarını
veriyoruz:
Lefkoşa,
3 Mayıs 1962
Sayın Bay Samson,
Adadan ayrılmazdan önce, Kıbrıs basınına sizin gazeteniz
aracılığıyla bir açıklama yapmak istiyorum. Açıklamam ayrı sayfada yazılmıştır.
Türkçedir. Sanırım bunu Rumcaya çevirme nezaketini göstereceksiniz.
Saygılarımla,
Haşmet M.Gürkan
(Diş hekimi)
"KIBRIS BASININA
İnanılmaz bir vahşet ile susturulan kara bahtlı
"CUMHURİYET" gazetesinin hayatta kalan bir mensubu, maktül
Avukat-Gazeteci Ahmet Muzaffer Gürkan'ın kardeşi ve maktül Avukat-Gazeteci
Ayhan M.Hikmet'in yakın bir fikir arkadaşı olarak Kıbrıs'tan ayrıldığım bu
günde bilinen bazı gerçekleri tekrarlamakta fayda görmekteyim.
A) Gürkan ile Hikmet, Türkiye'nin Kıbrıs politkasına
uygun olarak Kıbrıs'ta Türk ve Rum Cemaatlerinin barış içinde yaşayıp Anayasa
çerçevesi dahilinde işbirliği yapmaları idealini yılmadan müdafaa ettikleri
için, iki Cemaatin yakınlaşmasını arzulamayan, aksine buna engel olmak
isteyenler tarafından öldürtülmüşlerdir. Korkunç cinayetin ana sebebi budur. Bu
yüzden bu menfur cinayet TAMAMİYLE SİYASİ sebeplerle işlenmiştir.
B) Gürkan ile Hikmet, Türk toplumu içinde demokratik
nizamın kurulması, söz ve vicdan hürriyetlerinin gerçekleşmesi için de
uğraşıyorlardı. Demokrasiden ürken tekelci çevreler, Cemaatimiz içinde
muhalefetin doğmasını istemiyorlardı. Bu husus menfur cinayetin diğer bir sebebidir.
C) Cinayeti işleyenler de, bu cinayetten mesul olanlar da
maalesef bazı Türklerdir. Bununla beraber masum Türk cemaatini geçmişte olduğu
gibi şimdi de her türlü tedhiş hareketini gönülden takbih etmektedir.
Diş hekimi Haşmet Muzaffer Gürkan"
(Haşmet Bey, Nisan 1963'de memleket sevgisi yüzünden
yeniden Kıbrıs'a dönecek, ama Savaş gazetesinin yayımlanacağı Ekim 1968'e kadar
kalemini eline almayacaktı. 1980'li yıllarda önce Söz, daha sonra Yeni Düzen,
Yeni Kıbrıs ve diğer bazı yayın organlarında yayımlanan tarih ve çevre konulu
makaleleri ile geniş bir okuyucu kitlesine ulaşacak, ama zamansız bir kalp
durması sonucu 21 Mart 1992 günü aramızdan ayrılacaktı.)
NECLA GÜRKAN'IN BASIN TOPLANTISI
Ahmet M.Gürkan'ın kızkardeşi Necla Muzaffer Gürkan da, 28
Nisan 1962 tarihinde Ankara'da bir basın toplantısı düzenlemiş ve cinayetler
hakkında bazı bilgiler açıklamıştı. 29 Nisan 1962 tarihli Cumhuriyet
gazetesinde belirtildiğine göre, gazetenin Ankara Bürosu'nu ziyaret eden Necla
Muzaffer Gürkan, olaydan zamanın Kıbrıs Türk liderleri olan Dr.Küçük ile Rauf
Denktaş'ı sorumlu göstererek şöyle konuşmuştu:
"Ağabeyim ve arkadaşının yıllarca evvel çıkardıkları
"Türk Sözü" gazetesi kolleksiyonları ile "İnkılap"tan sonra
çıkarmağa başladıkları "Cumhuriyet" gazetesinin geçmiş sayıları ile
muarızlarının neşrettiği Halkın Sesi ve Nacak gazetelerinin tetkiki, kimlerle
ve ne uğurda mücadele etmekte olduklarını göstermeğe kafidir."
Çifte cinayeti AP ajansına dayanarak veren 25 Nisan 1962
tarihli Milliyet gazetesi de şöyle yazmıştı:
"Maktüllerden Ayhan Hikmet'in ağabeyi Hizber Hikmet,
cinayetin aşırı müfrit Kıbrıs Türkleri tarafından işlendiğini iddia etmiş ve iki gazetecinin ötedenberi
telefonla tehdit edildiklerini de söylemiştir.
FORUM DERGİSİNİN HABERİ
15 Mayıs 1962 tarihli (Sayı:195) Forum dergisinde
"Kıbrıs'taki Cinayetler" başlığı altında çıkan aşağıdaki yazı da,
cinayetlerle ilgili olarak TC basınının ilgisiz kalmasını sorgulamaktaydı:
"Bundan iki hafta kadar önce, Kıbrıs'ta
"Cumhuriyet" adında haftalık gazeteyi çıkaran iki genç Türk avukatı,
5 saat ara ile, barbarca öldürülmeleri hadisesi hepimizin hatırındadır.
Cumhuriyet gazetesinin arasıra Kıbrıs idaresini ve bilhassa Kıbrıs'ın halihazır
Türk idarecilerini tenkit ettiği anlaşılmaktadır. Hatta katil hadisesinden
evvel çıkan nüshada, gazete sahipleri bundan bir müddet evvel Lefkoşe'de
camilere yerleştirilip patlıyan bomba hadisesi hakkında açıklamalarda
bulunacaklarını yazmışlardı. Hadisenin ilk anda zannedildiği gibi EOKA
tarafından değil de, Türk teroristleri tarafından tertip edilmiş olduğu
mealinde bir şüphe uyanmıştı. Bu bakımdan gazetenin yapmak üzere olduğu
açıklamanın ehemmiyeti aşikardır. Cinayetlerin bu açıklama ilanını takiben
yapılmış olması fevkalade şayanı dikkattir...Basınımız da bu olaya gereği kadar
ehemmiyet vermemiştir. Bazı gazetelerde ve bu arada Cumhuriyet'te maktüllerin
yakınlarının ifadeleri çıktı ise de, olay etrafında gereken yorum ve
araştırmalar yapılmamıştır. Kıbrıs ile ilgilenmemizin asıl zamanı şimdidir.
Basının ilgisizliği şayanı teessüftür. Kıbrıs Büyükelçimiz Emin Dırvana'nın yaptığı ve Kıbrıs
gazetelerinde intişar eden beyanatı da gerektiği gibi Türk basınına aksetmemiş
veya aksettirilmemiş. Emin Dırvana, çok doğru olarak bu cinayeti takbih ederek
şunları söylemiştir: Türk milleti tethişçiliği daima nefretle karşılamış ve
böyle alçakça usullerin bünyesine sokulup yerleşmesine meydan vermemiş ve
vermeyecektir."
(Avrupa gazetesi, 8 Ekim 2000)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder