20 Mart 2014 Perşembe

KIBRIS’A TAŞINAN TÜRKİYELİ NÜFUSUN DURUMU


1974 yazında Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının %37’lik kuzey kısmını askeri işgal altına alması ardından “mevsimlik işçi” adıyla adaya taşınan Türkiyeli nüfus, son dönemlerde Kıbrıs Türk kamuoyunda tartışma konusu olmaya başlamıştır. Kendilerine KKTC yurttaşlığı verilerek, yıllardır işgal rejimine siyasi destek vermek üzere oy deposu olarak kullanıldıklarını ifşa etmiş olan TC’li nüfusun uluslararası hukuktaki yeri de, artık haklı olarak sorgulanmaktadır. 

Bu durum, İsrail’in 1967 yılında işgal ettiği Ürdün nehrinin batı yakası ve Gaza kıyı şeridinde uyguladığı nüfus yerleştirme politikasına çok benzemektedir. Türkiye’nin Filistin Arap topraklarının İsrail tarafından işgalini ve buraya nüfus taşımasını, diğer dünya devletleri gibi kınamış olmasına rağmen, aynı yasadışı uygulamayı, 1974 yılından beri bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünün garantörü olduğu Kıbrıs’ta sürdürmesi, ilginç bir çelişki olarak ortada durmaktadır. Her iki olay da, uluslararası hukukta, “uzun süren askeri işgal” kategorisine girmektedir.

ULUSLARARASI SAVAŞ HUKUKU NE DİYOR?
Bilindiği gibi 1949 tarihli “Savaş Zamanlarında Sivil Kişilerin Korunmasına İlişkin Dördüncü Cenevre Sözleşmesi”nin 49(6). maddesi, yabancı bir ülkenin düşmanca işgali durumuyla ilgili olarak  şöyle demektedir:

“İşgalci güç, işgal ettiği bölgeye, kendisine ait sivil nüfusun bir kısmını aktaramayacak veya sürgün yoluyla göndermeyecektir.”

Ne yazık ki, Türkiye, 1974’den başlayarak, 100 binden fazla Türkiye kökenli sivil nüfusu Kuzey Kıbrıs’a yerleştirerek, bu uygulamayı günümüze kadar da sürdürmüş ve Cenevre Sözleşmesini çiğnemiştir.

Avrupa Topluluğu Devletlerinin 12 Dışişleri Bakanları adına Eylül 1987 tarihinde yayımlanan bildiride, İsrail’deki benzeri durum için şöyle denmekteydi:

“Dışişleri Bakanları, her yeni ve her var olan yerleşim birimini, uluslararası hukukun çiğnenmesi olarak değerlendirmekte ve İsrail hükümetini, işgal ettiği bölgelerdeki yerleşim birimlerinde yasadışı politika uygulamasına bir son vermeye çağırmaktadır.”

Benzeri ifadeler Birleşmiş Milletler Örgütü’nün yıllardır almakta olduğu kararlarda da vardır. BM Güvenlik Konseyi, 28 Kasım 1990 tarihinde oybirliği ile aldığı 677 numaralı kararında, Irak’ın Kuveyt’i işgali sırasında işgal topraklarındaki nüfus yapısını değiştirme çabalarını kınamış ve işgal edilmiş topraklardaki demografik yapının değiştirilmesi için atılan adımların uzun erimli etkileri konusunda işgal güçlerini engellemenin önemini vurgulamıştı.

Uluslararası Kızılhaç Örgütü’nün, 49(6). madde ile ilgili yorumu ise şöyledir:

“Bu madde ile amaçlanan, İkinci Dünya Savaşı sırasında benimsenen bir uygulamayı önlemektir. Buna göre, bazı devletler, siyasal ve ırksal nedenlerle işgal ettikleri bölgeye kendi nüfuslarından bölümleri bu işgal bölgelerine aktararak, kendi iddialarına göre, bu toprakları sömürgeleştirmeyi amaçlamaktaydılar.”

Türkiye’nin kuzey Kıbrıs’ta yaptıkları da aynen buna uymaktadır. Nitekim Birleşmiş Milletler örgütünün Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak aldığı çeşitli karar ve açıklamalarda, Kıbrıs’taki demografik yapının değiştirilmesinden duyulan üzüntü dile getirilmiştir. Örneğin BM Genel Kurulu’nun 20 Kasım 1975 tarihli ve 3395 numaralı kararında, “bütün taraflar, Kıbrıs’ın demografik yapısında değişiklikler yapma da içinde, 3212 numaralı karara ters düşecek tek yanlı eylemlerden kaçınmaya” çağrılmaktadır.  9 Kasım 1978 tarihli ve 33/15 numaralı BM Genel Kurulu kararında da, “Kıbrıs’ın demografik yapısını değiştirmiş olan bütün tek yanlı eylemlerle ilgili olarak da” üzüntü duyulduğu ifade edilmektedir. BM Genel Kurulu, 20 Kasım 1979 tarihli (No.34/30) ve 13 Mayıs 1983 tarihli (No.37/253) kararlarında da bu durumu yeniden teyit etmiştir.

“Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması ile ilgili Alt Komisyon”un 2 Eylül 1987 tarihli kararında ise şöyle denmektedir:

“Bir çeşit sömürgecilik oluşturan ve Kıbrıs’ın demografik yapısını yasadışı olarak değiştirme girişimi olan, Kıbrıs’taki işgal altındaki bölgelere yerleşimcilerin getirilmesi politikası ve uygulamasından da endişe duyulmaktadır.”

Zaman zaman görüşme masasında da konuşulan ve Türkiye’den Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgelerine aktarılmış olan bu nüfustan bütün BM belgelerde hep dolaylı olarak söz edilmektedir. Ama Kıbrıs sorununun çözümlenmesi aşamasında mutlaka halledilmesi gereken ana konulardan birisini oluşturmaktadır.

  
AKTARILAN NÜFUSA DAĞITILAN MALLAR
İşgal altındaki Kıbrıs Cumhuriyeti toprakları üzerinde uluslararası hukuka ters olarak kurulan ve varlığı işgal gücü TC dışında hiçbir BM üyesi devlet tarafından tanınmayan “Kıbrıs Türk Federe Devleti” tarafından çıkarılan 4/1977 sayılı “İskan, Topraklandırma ve Eşdeğer Mal Yasası” ve  daha sonra da, yine yasadışı olarak kabul edilen “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin “Anayasa”sına konan 159. maddeye göre, Kıbrıs’ın 1974’den sonra işgal edilmiş kuzey bölgesinde kalan Kıbrıslı Rumlara ait “terkedilmiş” topraklar, Kıbrıslı Türklere ve TC kökenli nüfusa uluslararası hukuka ters bir biçimde dağıtılarak, tapulandırılmış bulunmaktadır. 

Oysa daha 1907 tarihinde kabul edilmiş olan La Hey Düzenlemeleri’nin 46. maddesine göre, işgal altındaki özel mülkiyeti düzenleyen temel kural şöyle demektedir:

“Aile onuru ve hakları, kişilerin yaşamları ve özel mülkiyeti yanında dinsel inanışları ve uygulamaları saygı görmelidir. Özel mülkiyet müsadere edilemez.”

Özel mülkiyete saygı gösterilmesiyle ilgili aynı genel kural, Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin 53. maddesinde de vardır ve şöyledir:

“İşgalci güç tarafından tek tek kişilere veya toplu halde özel kişilere veya devlete veya başka kamu makamlarına veya sosyal, ya da kooperatif örgütlerine ait olan gayri menkul veya kişisel mülkiyetin herhangi bir tahribi, askeri harekât sırasında mutlaka gereklilik gösterdiği durumlar dışında, yasaklanmıştır.”

İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarında yerleşim bölgeleri kurma gerekçesini “işgal ordusunun askeri ihtiyaçları” olarak öne sürmüş olmasına karşın, Türkiye, Kıbrıs’ta böyle bir gerekçe kullanmamıştır. Türkiye’nin işgal ettiği topraklara aktarıp yerleştirdiği nüfusa dağıtılan topraklar, işgal ordusunun ihtiyaçlarına hizmet etmemektedir. Adaya getirilen taşıma nüfus, sadece adanın demografik yapısını değiştirerek, işgal gücünün etnik bakımdan homojen bölgeler yaratması için siyasal destek kazanmasına hizmet etmektedir.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi adına İspanyol milletvekili Alfons Cuco tarafından hazırlanan 27 Nisan 1992 tarihli (Doc.6589) ve “Kıbrıslı Toplumların Demografik Yapısı Üzerine Rapor”da belirtildiğine göre, 1974’daki nüfusu 120 binden fazla olmayan Kıbrıslı Türkler yanında, adanın işgal altındaki bölgesine taşınan göçmen nüfusu da araştıran iki Alman profesör Brey ve Heinritz, yaptıkları geniş bir araştırmada, taşıma nüfusun sayısının 80 bini aşmış olduğunu ve bunların Kıbrıslı Rumlara ait ev ve mülkleri işgal etmekte olduklarını kaydetmişlerdir. (s.19, para.77) 

AKTARILAN NÜFUSA VERİLEN YURTTAŞLIK VE OY HAKLARI
Yukarıda görüldüğü gibi, Kıbrıs’ın 1974 yılındaki savaş sonrasında Türk ordusu tarafından işgal edilen kısmına TC uyruklu nüfus aktarılması ve bu kişilere mal ve mülk dağıtılması, uluslararası hukuk kurallarına ters düşmektedir. BM belgelerinden olan Gali Fikirler Dizisi’nde bu konuya değinilmekte ve BM Genel Sekreterinin Kasım 1992 tarihli raporunda da “göçmenler” olarak nitelendirilmektedirler. BM Güvenlik Konseyi’nin 789 (1992) tarihli kararında sözü edilen “güven artırıcı önlemler” arasında, her iki tarafın da derhal “BM gözetimi altında Kıbrıs çapında bir nüfus sayımı yapması için karar vermeleri” istenmektedir. Nitekim Cuco Raporu’nda da aynı talep yer almaktadır.

Bu belgelerde sözü edilen “göçmen” terimi doğru bir terim olmamakla beraber, bu tanımlama, bu kişilerin bir kısmı veya hepsinin Kıbrıs’ta kalacakları veya terkettikleri topraklara dönme hakkı olanların haklarını etkileyecekleri anlamına gelmemektedir. BM tarafından önerilen anayasa taslağına göre, muhaceret ve yurttaşlık işleri, ortak federal hükümete ait olacaktır. Eğer iki eyalet, Türkiye’den getirilip adaya yerleştirilen nüfusun durumu hakkında fikir birliği içinde olamazsa, ileriki aşamalarda bu anayasa  maddeleri çalıştırılamayacaktır. O nedenle, “yerleşik”lerin durumu ve Türkiye’ye geri dönüşlerinin finansmanı konuları da açıklık kazanmalıdır.

Çok daha önemli olan bir husus da, üzerinde varılacak olan çözüm anlaşmasının taraflarca oylanması sırasında, bu TC kökenli aktarma nüfusun, Kıbrıs Türk toplumunun bir kısmı olarak kabul edilip, oylamaya katılıp katılmayacağıdır. Eğer oylamaya katılacaklarsa, gelecekteki federal devlet yurttaşlığına da kabul edilecekler mi? Bu bağlamda, Yurtsever Birlik Hareketi ile Barış ve Demokrasi Hareketi’nin Avrupa Konseyi organları nezdindeki son girişimleri de hayati öneme haizdir.     

Bilindiği gibi, TC kökenli “yerleşik”ler, 1976 yılından beridir işgal altındaki bölgede yapılmakta olan “başkanlık”, “milletvekilliği” ve “yerel seçimler”de oy kullanmakta ve Kıbrıs Türk liderliği tarafından Kıbrıs Türk toplumunun yerli fertleri gibi “yurttaş” olarak kabul edilmektedirler. Sayıları konusunda herhangi resmi bir rakam bulunmamakla beraber, yaklaşık bazı tahminlerde bulunmak olasıdır. 

KKTC’YE GİRİŞ-ÇIKIŞ İSTATİSTİKLERİ
Aşağıda, “Kıbrıs nereye gidiyor?” başlıklı kitabımızda yer alan “25 yıldır çözülemeyen bir bulmaca: Kıbrıs Türklerinin sayısı ne kadar?” başlıklı inceleme yazımızda (İstanbul 2002, s.318-327) kullanılan ve 1974-1997 yıllarını kapsayan verileri, son istatistikler ışığında güncelleştirirsek, 1974 ile 2001 yılları arasında KKTC hava ve deniz limanlarından giriş-çıkış yapanların yıllara ve uyruklara göre dökümü şöyledir:

                            GİRİŞ                                                              ÇIKIŞ


Yıl      KKTC           TC          Diğer      Toplam     KKTC           TC           Diğer      Toplam 

         

1974       5,098         5,573       1,022        11,693      6,093        4,193          804       11,090

1975     13,635       73,831       6,577        94,043     29,842      51,465       5,943      87,250

1976    30,764        83,440       4,552      118,756     31,454      80,347       4,985     116,786

1977    33,570      108,016       5,113      146,699     34,540      97,142       5,377     137,059

1978    35,449      104,738       8,177      148,364     36,410    103,108       7,802    147,320  

1979    47,839        95,095      13,286     156,220     46,858      92,956      12,619    152,433

1980    51,204        69,810      14,793     135,807     53,135      68,727      14,082    135,944

1981    52,933        62,812      15,471     131,216     52,371      44,912      15,512    112,795

1982    49,870        62,058      22,811     134,739     51,764      66,172      22,631    140,567

1983    58,908        78,467      20,467     157,842     60,660      76,386      20,300    157,346

1984    57,929        93,913      18,925     170,767     56,763      90,403      19,511    166,677

1985    53,860       103,791     21,284     178,935     54,599    102,754      21,049    178,402

1986    55,076       105,729     25,763     186,568     55,788    105,492      25,603    186,883

1987    59,602       149,394     36,448     245,444     60,954    149,980      36,995    247,929

1988    60,178       173,351     56,050     289,579     62,243    169,501      53,966    285,710

1989    68,583       214,566     59,507     342,656     68,212    209,837      58,562    336,611

1990    74,681       243,269     57,541     375,491     73,771    241,764      57,615    373,150

1991    66,012       179,379     40,858     286,249     66,627    178,770      40,502    285,899

1992    78,466       210,178     57,440     346,084     80,304    209,045      57,380    346,729

1993    93,669       281,370     77,943     452,982     97,702    281,160      78,876    457,738

1994   109,787      256,549     95,079     461,415   113,012    252,813      94,514    460,339

1995   134,374      298,026     87,733     520,133   136,803    291,058      87,214    515,075

1996   133,072      289,131     75,985     498,188   135,079    286,691      75,337    497,107 

1997   138,109      326,364     73,000     537,473   138,884    321,208      71,853    531,945

1998   134,274      315,797     77,230     527,301   134,283              385,466 (*)     519,749       

1999   136,210      334,400     79,615     550,225   136,022              407,886           543,908

2000   140,302      347,712     85,241     573,255   141,156              433,408           574,564

2001   127,738      277,718     87,346     492,802   129,585              359,557           489,142

_______________________________________________________________________

          2,101,392           6,169,734        8,271,126 2,144,914          6,051,233        8,196,147

                            
(*) 1998 yılından itibaren çıkış istatistiklerinde, TC ve 3. ülke uyrukluların sayısı birlikte hesaplanarak yazıldığından bu toplam rakamları almak zorunda kaldık.

Özet:

Kümülatif tablo sonuçlarından da görüleceği gibi, 2002 yılı başı itibarıyle

KKTC’de dışında kalan KKTC uyrukluların sayısı             43,522                              

KKTC’de kalan TC ve diğer 3.ülke uyrukluların sayısı    118,501’dir.

En son rakamların alındığı ve Şubat 2003’de yayımlanan “DPÖ İstatistik Yıllığı 2001”de belirtildiğine göre, KKTC üniversitelerinde kayıtlı gösterilen 14,830 TC ve 1,952 3. ülke uyruklu, toplam 16,782 öğrenci ile o yıl adada bulunan sınırlı sayıdaki turistler dışta tutulacak olursa, işgal altındaki kuzey Kıbrıs’ta yaklaşık 100 bin kişilik bir nüfus fazlası söz konusudur.

Aynı dönem içinde, ada dışında kaldığı gösterilen KKTC uyrukluların sayısı ise 43,522 kişidir. Bunların bir kısmı turistik amaçlı KKTC uyruklular olarak kabul edilirse, 1,787 kişisi de ülke dışında öğrenim gördüğü kaydedilmiş olan KKTC uyruklulardır. Bu durumda, sözü edilen 1974-2001 arasında, 40 binden fazla Kıbrıslı Türkün adadan göç etmiş olduğu ortaya çıkmaktadır.                

DPÖ, 1996 yılında KKTC sınırları içinde yapılan nüfus sayımında 188,662 olarak ilan edilmiş olan de jure nüfusu, 2001 yılına ait İstatistik Yıllığında 211,191 kişi olarak tahmin etmektedir. 30-35 bin kişilik TC askeri varlığı ve subay aileleri ile 30 bin kişi kadar olduğu tahmin edilen Türkiyeli kaçak işçilerin, bu nüfusa bu rakama dahil edilmediğini sanmaktayız.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin “Göç, Göçmen ve Nüfus Komitesi” adına Finlandiyalı parlamenter Jaakko Laakso tarafından hazırlanan, 2 Mayıs 2003 tarihli (Doc.9799) ve “Kıbrıs’ın işgal altındaki kısmının Türkiyeli yerleşikler tarafından sömürgeleştirilmesi” başlıklı raporun 5 numaralı ekinde ise, işgal bölgesindeki toplam nüfus, 2001 yılı için 212.500 kişi olarak verilmektedir. Kıbrıslı Türklerin sayısı 87,600 olarak tahmin edilirken, geriye kalan 124,900 kişi içindeki Türkiyeli nüfus 115,000 olarak verilmektedir. 

DR.KÜÇÜK’ÜN İTİRAZLARINDAN ÖRNEKLER
1974 savaşından sonra TC tarafından işgal edilen kuzey Kıbrıs topraklarına TC’den aktarılan nüfus ile ilgili olarak Kıbrıs Türk yönetiminin eski liderlerinden Dr.Fazıl Küçük, kendi gazetesi olan Halkın Sesi’nde çeşitli tarihlerde kaleme alıp yayımladığı makalelerinde, o günlerde Türkiye’den aktarılan nüfus ile ilgili olarak şu değerlendirmelerde bulunmaktaydı:

Gelen kardeşlerimize azami dikkatin gösterildiği, yerli Türklere verilmeyen imkanların sağlandığı da bir başka hakikattir. Avantajlı duruma getirilenler, çalışıyor, kısır toprakları verimli hale getiriyor da, Kıbrıslılar ellerinde bulunanları çöle çeviriyor demek kadar insafsızlık olamaz.” (“Hürriyetin bir yazısı” başlıklı makaleden, 10.9.1976)

***

“Neler oluyor? Şimdiye kadar görmediğimiz, alışmadığımız korku, dehşet saçan olaylar birbirini kovalıyor. Herkesin ağzında dolaşan bu. Bıçaklanmalar, adam vurmalar, motor hırsızlıkları, birbirinin malına tecavüzler, her ferdin baş olması, kanun benim diyenlerin günden güne çoğalması, güya Teksas’da yaşadığımız inancını vermiyor değil de nedir? Toplumun endişesi yerindedir.”  (“Nereye gidiyoruz?” başlıklı makaleden, 14.9.1976)

***

“(Hürriyet gazetesi yazarı) Neden sözde buraya görevli gelenlerin, ambarlardaki hazine mallarını, yine hazineye ait parasız oturdukları evlere taşımalarına mani olmuyor? Neden sandıktan çıkan arabaları yok pahasına satın alarak, caka yapmanın ayıp olduğunu söyleyemiyor?” ( “Kıbrıs Türklerine hakaret ve kanunlara saygısızlık” adlı makaleden, 21.11.1976)

***

“Acı ve üzüntü ile belirtmek isteriz ki, mevcut kanunlar bu gün için çok zayıf duruma düşmüş, Ada adeta kendini bilmezlerin hakimiyeti altına girmiş bulunuyor. Her gün Adanın muhtelif yerlerinden gelen haberler medeni bir toplum için yüz kızartıcıdır. Soyulan evler, tehdit edilen vatandaşlar, çalınan arabalar, gayrı meşru satışlar, Kıbrısı, adeta yolu olmayan, zabıta kuvveti bulunmayan, mahkemenin ne olduğunu bilmeyen medeniyetten uzak dağ başına çevirmiştir..

Madem ki yer değiştirmelerin meydana getirdiği anormal bir durum doğmuştur, bugün, bunun üzerine eğilmek, Kıbrıs’ı tekrar eski emniyet günlerine getirmek mecburiyeti karşımıza çıkıyor. Kıbrıs Türkü yıllardır kapısına kilit vurmayı unutmuştu. Yolda, sokakta bıraktığı arabasına el sürecek tek bir kişi düşünemezdi. Günün 24 saatinde caddelerde değil, dar mahallelerde serbestçe dolaşabiliyor, kimsenin hücumuna uğramak aklından geçmiyordu.” (“Ortaya çıkan hakikat” başlıklı makaleden, 9.4.1977)

***

“Ne yazık ki, idarecilerin düşünmeden aldıkları çok yanlış hatalı kararlar, kazandığımız cenneti tekrar cehenneme çevirmiş, yüzlerdeki neşe saçan çizgiler, katılaşmaya başlamış, abus suratlar sokaklarda, meydanlarda, köylerde kendini gösteriyordu. Evet, boşalan köyler doldurulacak, tarlalar yeni baştan hayat kazanacaktı. Kötü bir parti politikası sonucu gelenlerin kimliklerine, hayat seviyelerine, ne de başarı sağlayabilip bilmeyeceklerine bakmadan yığmaya başladılar. İlk günden hafiften sürtüşmeler başladı.

Hayatları boyunca görmedikleri ‘yeni bir alem” içine girenler, kendilerinde ‘bir cevher’ görerek, birer kabadayı kesildiler. ‘Ulan gâvur piçleri, sizleri biz kurtardık, buraları bizim, cehenneme gidiniz’ naralarıyle ‘bağdakileri’ kovmaya başladılar.

Tehlikenin daha da büyüyeceğini görenler, her ne kadar idarecileri uyarmaya çalışmışsa da, yarın toplayacakları oyların hesabı içine hapsolanlar, kulaklarını tıkamış, gözlerini kapamış, masa başında rakam toplamında devam edip, günlerini geçiriyorlardı.

Haktan, hukuktan, kanundan habersiz kişiler, huzuru ve güveni ayaklar altında çiğniyor, karşılarında dur diyecek kimseyi bulamıyorlardı. Bu boşluktan daha da şımaranlar, hükümetin giremediği yerlerde, hareket tarzı ne ise onu yaptılar. Kapılar açılmıştı. En mükemmel muhaceret kanunları bir tarafa itilmişti. Emniyet kuvvetleri aciz duruma düşürüldü. Yıllar boyu savaşanlar, kendi mukadderatlarıyla başbaşa boşluğa bırakıldı. Şirretlikler arttıkça artıyordu, köyler, sokaklar, yollar hepsi bunların insafı içine girmişti. Kıbrıs Türkünün sesi kesilmiş, diğer tarafın ise daha da yükselmiş ve idareciler ancak ‘tiz’ sesleri duyabiliyorlardı.

Hapishaneler insan alamayacak kadar dolmaya başladı. Yine gören olmadı. Öldürmeler birbirini kovaladı, hapishanelerde gardiyanların suratları usturalarla parçalandı, yüzlerine tükürüldü, dayak atıldı. Bu defa da ‘TC vatandaşına dokunamazsınız’ sesleri çıktı ayyuka. Bütün bu facialar devam edip giderken, Federe Devlet ellerini kollarını bağlamıştı. Maalesef diğer partiler de aynını yaptı. “Ne bir ses, ne bir seda.’ Bu acizliğin içine düşen idarenin üstüne çıkan kanun dinlemezlerin sayısı günden güne çoğalmakta, güven namına birşey kalmamaktadır.

TC vatandaşına dokunamazsınız diye emirler yağdıranlara soruyoruz: Acaba bu gibi başıboş kimseler, Kıbrıs Türkünün anasını belleme hakkını nereden buluyor? Yoksa kendileri mi bahşetti bu imtiyazı? Nejat Konuk hükümetinin hükümet olduğunu isbat etmesi zamanı gelmiştir.” (“Yaşlı karı-kocayı bağlayıp döven eşkiyaların büyük vurgunu” başlıklı makaleden,  Ağustos 1977)

***

“Her gün adaya girenlerin hiç olmazsa yüzde 10’unun kötü ve kanunsuz hareketlerde bulunabilecek karakterde kimseler olduğu göz önünden uzak tutulmamalı, bunlara mani olmaya çalışılmalıdır ki, bu da ancak sıkı ve ciddi yoklamalarla mümkün olabilir.

Hükümetin bugünkü silah bolluğundan bizim kadar endişeli olduğuna inanıyoruz. Ve yine harekete geçen faşist kuvvetlerin yapmaya hazırlandıkları eylemlerin de yaratabileceği faciaları endişe ile izlediğine inananlardanız.

958-60’larda birtakım kişilerin keyfi uğruna sebebsiz yere akıtılan kanlar, belki toprak üzerinde kurumuş ama, arkada kalanların ‘ah-u zarları’ sönmüş, kaybolmuş değildir. O günlerin doğmasına fırsat vermemek, bulandıracakları sularda balık avlamak sevdasında olanların oltaları önceden ellerinden alınabilirse, güven devam edebilir. Yoksa oltalarına takılanlar iştahalarını daha da kabartacak, gece ve gündüzlerini karanlık göl kenarlarında geçirmek alışkanlığı, hükümetin başına gaileler açabilir.” (“Sıkı tedbirler” başlıklı makaleden, 10.8.1977)

(Afrika gazetesi, 3-4-5 Eylül 2003)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder