Bu durum, İsrail’in 1967 yılında işgal ettiği Ürdün
nehrinin batı yakası ve Gaza kıyı şeridinde uyguladığı nüfus yerleştirme
politikasına çok benzemektedir. Türkiye’nin Filistin Arap topraklarının İsrail
tarafından işgalini ve buraya nüfus taşımasını, diğer dünya devletleri gibi
kınamış olmasına rağmen, aynı yasadışı uygulamayı, 1974 yılından beri
bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünün garantörü olduğu Kıbrıs’ta
sürdürmesi, ilginç bir çelişki olarak ortada durmaktadır. Her iki olay da, uluslararası
hukukta, “uzun süren askeri işgal” kategorisine girmektedir.
Bilindiği gibi 1949 tarihli “Savaş Zamanlarında Sivil Kişilerin Korunmasına İlişkin Dördüncü Cenevre Sözleşmesi”nin 49(6). maddesi, yabancı bir ülkenin düşmanca işgali durumuyla ilgili olarak şöyle demektedir:
“İşgalci güç, işgal ettiği bölgeye, kendisine ait sivil nüfusun bir kısmını
aktaramayacak veya sürgün yoluyla göndermeyecektir.”
Ne yazık ki, Türkiye, 1974’den başlayarak, 100 binden fazla Türkiye kökenli
sivil nüfusu Kuzey Kıbrıs’a yerleştirerek, bu uygulamayı günümüze kadar da
sürdürmüş ve Cenevre Sözleşmesini çiğnemiştir.
Avrupa Topluluğu Devletlerinin 12 Dışişleri Bakanları adına Eylül 1987
tarihinde yayımlanan bildiride, İsrail’deki benzeri durum için şöyle
denmekteydi:
“Dışişleri Bakanları, her yeni ve her var olan yerleşim birimini,
uluslararası hukukun çiğnenmesi olarak değerlendirmekte ve İsrail hükümetini,
işgal ettiği bölgelerdeki yerleşim birimlerinde yasadışı politika uygulamasına
bir son vermeye çağırmaktadır.”
Benzeri ifadeler Birleşmiş Milletler Örgütü’nün yıllardır almakta olduğu
kararlarda da vardır. BM Güvenlik Konseyi, 28 Kasım 1990 tarihinde oybirliği
ile aldığı 677 numaralı kararında, Irak’ın Kuveyt’i işgali sırasında işgal
topraklarındaki nüfus yapısını değiştirme çabalarını kınamış ve işgal edilmiş
topraklardaki demografik yapının değiştirilmesi için atılan adımların uzun
erimli etkileri konusunda işgal güçlerini engellemenin önemini vurgulamıştı.
Uluslararası Kızılhaç Örgütü’nün, 49(6). madde ile ilgili yorumu ise
şöyledir:
“Bu madde ile amaçlanan, İkinci Dünya Savaşı sırasında
benimsenen bir uygulamayı önlemektir. Buna göre, bazı devletler, siyasal ve
ırksal nedenlerle işgal ettikleri bölgeye kendi nüfuslarından bölümleri bu
işgal bölgelerine aktararak, kendi iddialarına göre, bu toprakları
sömürgeleştirmeyi amaçlamaktaydılar.”
Türkiye’nin kuzey Kıbrıs’ta yaptıkları da aynen buna uymaktadır. Nitekim
Birleşmiş Milletler örgütünün Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak aldığı çeşitli
karar ve açıklamalarda, Kıbrıs’taki demografik yapının değiştirilmesinden
duyulan üzüntü dile getirilmiştir. Örneğin BM Genel Kurulu’nun 20 Kasım 1975
tarihli ve 3395 numaralı kararında, “bütün taraflar, Kıbrıs’ın demografik
yapısında değişiklikler yapma da içinde, 3212 numaralı karara ters düşecek tek
yanlı eylemlerden kaçınmaya” çağrılmaktadır. 9 Kasım 1978 tarihli ve 33/15 numaralı BM
Genel Kurulu kararında da, “Kıbrıs’ın demografik yapısını değiştirmiş olan
bütün tek yanlı eylemlerle ilgili olarak da” üzüntü duyulduğu ifade
edilmektedir. BM Genel Kurulu, 20 Kasım 1979 tarihli (No.34/30) ve 13 Mayıs
1983 tarihli (No.37/253) kararlarında da bu durumu yeniden teyit etmiştir.
“Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması ile ilgili Alt
Komisyon”un 2 Eylül 1987 tarihli kararında ise şöyle denmektedir:
“Bir çeşit sömürgecilik oluşturan ve Kıbrıs’ın demografik yapısını yasadışı
olarak değiştirme girişimi olan, Kıbrıs’taki işgal altındaki bölgelere
yerleşimcilerin getirilmesi politikası ve uygulamasından da endişe
duyulmaktadır.”
Zaman zaman görüşme masasında da konuşulan ve Türkiye’den Kıbrıs’ın işgal
altındaki bölgelerine aktarılmış olan bu nüfustan bütün BM belgelerde hep
dolaylı olarak söz edilmektedir. Ama Kıbrıs sorununun çözümlenmesi aşamasında mutlaka
halledilmesi gereken ana konulardan birisini oluşturmaktadır.
İşgal altındaki Kıbrıs Cumhuriyeti toprakları üzerinde uluslararası hukuka ters olarak kurulan ve varlığı işgal gücü TC dışında hiçbir BM üyesi devlet tarafından tanınmayan “Kıbrıs Türk Federe Devleti” tarafından çıkarılan 4/1977 sayılı “İskan, Topraklandırma ve Eşdeğer Mal Yasası” ve daha sonra da, yine yasadışı olarak kabul edilen “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin “Anayasa”sına konan 159. maddeye göre, Kıbrıs’ın 1974’den sonra işgal edilmiş kuzey bölgesinde kalan Kıbrıslı Rumlara ait “terkedilmiş” topraklar, Kıbrıslı Türklere ve TC kökenli nüfusa uluslararası hukuka ters bir biçimde dağıtılarak, tapulandırılmış bulunmaktadır.
Oysa daha 1907 tarihinde kabul edilmiş olan La Hey Düzenlemeleri’nin 46.
maddesine göre, işgal altındaki özel mülkiyeti düzenleyen temel kural şöyle
demektedir:
“Aile onuru ve hakları, kişilerin yaşamları ve özel
mülkiyeti yanında dinsel inanışları ve uygulamaları saygı görmelidir. Özel
mülkiyet müsadere edilemez.”
Özel mülkiyete saygı gösterilmesiyle ilgili aynı genel kural, Dördüncü
Cenevre Sözleşmesi’nin 53. maddesinde de vardır ve şöyledir:
“İşgalci güç tarafından tek tek kişilere veya toplu halde
özel kişilere veya devlete veya başka kamu makamlarına veya sosyal, ya da
kooperatif örgütlerine ait olan gayri menkul veya kişisel mülkiyetin herhangi
bir tahribi, askeri harekât sırasında mutlaka gereklilik gösterdiği durumlar
dışında, yasaklanmıştır.”
İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarında yerleşim bölgeleri kurma
gerekçesini “işgal ordusunun askeri ihtiyaçları” olarak öne sürmüş olmasına
karşın, Türkiye, Kıbrıs’ta böyle bir gerekçe kullanmamıştır. Türkiye’nin işgal
ettiği topraklara aktarıp yerleştirdiği nüfusa dağıtılan topraklar, işgal
ordusunun ihtiyaçlarına hizmet etmemektedir. Adaya getirilen taşıma nüfus,
sadece adanın demografik yapısını değiştirerek, işgal gücünün etnik bakımdan
homojen bölgeler yaratması için siyasal destek kazanmasına hizmet etmektedir.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi adına İspanyol
milletvekili Alfons Cuco tarafından hazırlanan 27 Nisan 1992 tarihli (Doc.6589)
ve “Kıbrıslı Toplumların Demografik Yapısı Üzerine Rapor”da belirtildiğine
göre, 1974’daki nüfusu 120 binden fazla olmayan Kıbrıslı Türkler yanında,
adanın işgal altındaki bölgesine taşınan göçmen nüfusu da araştıran iki Alman
profesör Brey ve Heinritz, yaptıkları geniş bir araştırmada, taşıma nüfusun
sayısının 80 bini aşmış olduğunu ve bunların Kıbrıslı Rumlara ait ev ve
mülkleri işgal etmekte olduklarını kaydetmişlerdir. (s.19, para.77)
Yukarıda görüldüğü gibi, Kıbrıs’ın 1974 yılındaki savaş sonrasında Türk ordusu tarafından işgal edilen kısmına TC uyruklu nüfus aktarılması ve bu kişilere mal ve mülk dağıtılması, uluslararası hukuk kurallarına ters düşmektedir. BM belgelerinden olan Gali Fikirler Dizisi’nde bu konuya değinilmekte ve BM Genel Sekreterinin Kasım 1992 tarihli raporunda da “göçmenler” olarak nitelendirilmektedirler. BM Güvenlik Konseyi’nin 789 (1992) tarihli kararında sözü edilen “güven artırıcı önlemler” arasında, her iki tarafın da derhal “BM gözetimi altında Kıbrıs çapında bir nüfus sayımı yapması için karar vermeleri” istenmektedir. Nitekim Cuco Raporu’nda da aynı talep yer almaktadır.
Bu belgelerde sözü edilen “göçmen” terimi doğru bir terim olmamakla
beraber, bu tanımlama, bu kişilerin bir kısmı veya hepsinin Kıbrıs’ta
kalacakları veya terkettikleri topraklara dönme hakkı olanların haklarını
etkileyecekleri anlamına gelmemektedir. BM tarafından önerilen anayasa
taslağına göre, muhaceret ve yurttaşlık işleri, ortak federal hükümete ait
olacaktır. Eğer iki eyalet, Türkiye’den getirilip adaya yerleştirilen nüfusun
durumu hakkında fikir birliği içinde olamazsa, ileriki aşamalarda bu
anayasa maddeleri çalıştırılamayacaktır.
O nedenle, “yerleşik”lerin durumu ve Türkiye’ye geri dönüşlerinin finansmanı
konuları da açıklık kazanmalıdır.
Çok daha önemli olan bir husus da, üzerinde varılacak olan çözüm
anlaşmasının taraflarca oylanması sırasında, bu TC kökenli aktarma nüfusun,
Kıbrıs Türk toplumunun bir kısmı olarak kabul edilip, oylamaya katılıp
katılmayacağıdır. Eğer oylamaya katılacaklarsa, gelecekteki federal devlet
yurttaşlığına da kabul edilecekler mi? Bu bağlamda, Yurtsever Birlik Hareketi
ile Barış ve Demokrasi Hareketi’nin Avrupa Konseyi organları nezdindeki son
girişimleri de hayati öneme haizdir.
Bilindiği gibi, TC kökenli “yerleşik”ler, 1976 yılından beridir işgal
altındaki bölgede yapılmakta olan “başkanlık”, “milletvekilliği” ve “yerel
seçimler”de oy kullanmakta ve Kıbrıs Türk liderliği tarafından Kıbrıs Türk
toplumunun yerli fertleri gibi “yurttaş” olarak kabul edilmektedirler. Sayıları
konusunda herhangi resmi bir rakam bulunmamakla beraber, yaklaşık bazı tahminlerde
bulunmak olasıdır.
Aşağıda, “Kıbrıs nereye gidiyor?” başlıklı kitabımızda yer alan “25 yıldır çözülemeyen bir bulmaca: Kıbrıs Türklerinin sayısı ne kadar?” başlıklı inceleme yazımızda (İstanbul 2002, s.318-327) kullanılan ve 1974-1997 yıllarını kapsayan verileri, son istatistikler ışığında güncelleştirirsek, 1974 ile 2001 yılları arasında KKTC hava ve deniz limanlarından giriş-çıkış yapanların yıllara ve uyruklara göre dökümü şöyledir:
GİRİŞ ÇIKIŞ
Yıl KKTC TC Diğer Toplam KKTC TC Diğer Toplam
1974 5,098 5,573 1,022 11,693 6,093 4,193 804 11,090
1975 13,635 73,831 6,577 94,043 29,842 51,465 5,943
87,250
1976 30,764 83,440 4,552 118,756 31,454 80,347 4,985 116,786
1977 33,570 108,016 5,113 146,699 34,540 97,142 5,377 137,059
1978 35,449 104,738 8,177 148,364 36,410 103,108 7,802 147,320
1979 47,839 95,095 13,286 156,220 46,858 92,956 12,619 152,433
1980 51,204 69,810 14,793 135,807 53,135 68,727 14,082 135,944
1981 52,933 62,812 15,471 131,216 52,371 44,912 15,512 112,795
1982 49,870 62,058 22,811 134,739 51,764 66,172 22,631 140,567
1983 58,908 78,467 20,467 157,842 60,660 76,386 20,300 157,346
1984 57,929 93,913 18,925 170,767 56,763 90,403 19,511 166,677
1985 53,860 103,791 21,284 178,935 54,599 102,754 21,049 178,402
1986 55,076 105,729 25,763 186,568 55,788 105,492 25,603 186,883
1987 59,602 149,394 36,448 245,444 60,954 149,980 36,995 247,929
1988 60,178 173,351 56,050 289,579 62,243 169,501 53,966 285,710
1989 68,583 214,566 59,507 342,656 68,212 209,837 58,562 336,611
1990 74,681 243,269 57,541 375,491 73,771 241,764 57,615 373,150
1991 66,012 179,379 40,858 286,249 66,627 178,770 40,502 285,899
1992 78,466 210,178 57,440 346,084 80,304 209,045 57,380 346,729
1993 93,669 281,370 77,943 452,982 97,702 281,160 78,876 457,738
1994 109,787 256,549 95,079 461,415 113,012 252,813 94,514 460,339
1995 134,374 298,026 87,733 520,133 136,803 291,058 87,214 515,075
1996 133,072 289,131 75,985 498,188 135,079 286,691 75,337 497,107
1997 138,109 326,364 73,000 537,473 138,884 321,208 71,853 531,945
1998 134,274 315,797 77,230 527,301 134,283 385,466 (*) 519,749
1999 136,210 334,400 79,615 550,225 136,022 407,886 543,908
2000 140,302 347,712 85,241 573,255 141,156 433,408 574,564
2001 127,738 277,718 87,346 492,802 129,585 359,557 489,142
_______________________________________________________________________
2,101,392 6,169,734 8,271,126
2,144,914 6,051,233 8,196,147
(*) 1998 yılından itibaren çıkış istatistiklerinde,
TC ve 3. ülke uyrukluların sayısı birlikte hesaplanarak yazıldığından bu toplam
rakamları almak zorunda kaldık.
Özet:
Kümülatif tablo sonuçlarından da görüleceği gibi, 2002
yılı başı itibarıyle
KKTC’de dışında kalan KKTC
uyrukluların sayısı
43,522
KKTC’de kalan TC ve diğer
3.ülke uyrukluların sayısı 118,501’dir.
Aynı dönem içinde, ada
dışında kaldığı gösterilen KKTC uyrukluların sayısı ise 43,522 kişidir.
Bunların bir kısmı turistik amaçlı KKTC uyruklular olarak kabul edilirse, 1,787
kişisi de ülke dışında öğrenim gördüğü kaydedilmiş olan KKTC uyruklulardır. Bu
durumda, sözü edilen 1974-2001 arasında, 40 binden fazla Kıbrıslı Türkün adadan
göç etmiş olduğu ortaya çıkmaktadır.
DPÖ, 1996 yılında KKTC sınırları içinde yapılan
nüfus sayımında 188,662 olarak ilan edilmiş olan de jure nüfusu, 2001 yılına
ait İstatistik Yıllığında 211,191 kişi olarak tahmin etmektedir. 30-35 bin
kişilik TC askeri varlığı ve subay aileleri ile 30 bin kişi kadar olduğu tahmin
edilen Türkiyeli kaçak işçilerin, bu nüfusa bu rakama dahil edilmediğini
sanmaktayız.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin “Göç,
Göçmen ve Nüfus Komitesi” adına Finlandiyalı parlamenter Jaakko Laakso
tarafından hazırlanan, 2 Mayıs 2003 tarihli (Doc.9799) ve “Kıbrıs’ın işgal
altındaki kısmının Türkiyeli yerleşikler tarafından sömürgeleştirilmesi”
başlıklı raporun 5 numaralı ekinde ise, işgal bölgesindeki toplam nüfus, 2001
yılı için 212.500 kişi olarak verilmektedir. Kıbrıslı Türklerin sayısı 87,600
olarak tahmin edilirken, geriye kalan 124,900 kişi içindeki Türkiyeli nüfus
115,000 olarak verilmektedir.
1974 savaşından sonra TC tarafından işgal edilen kuzey Kıbrıs topraklarına TC’den aktarılan nüfus ile ilgili olarak Kıbrıs Türk yönetiminin eski liderlerinden Dr.Fazıl Küçük, kendi gazetesi olan Halkın Sesi’nde çeşitli tarihlerde kaleme alıp yayımladığı makalelerinde, o günlerde Türkiye’den aktarılan nüfus ile ilgili olarak şu değerlendirmelerde bulunmaktaydı:
“Gelen kardeşlerimize azami dikkatin gösterildiği, yerli Türklere
verilmeyen imkanların sağlandığı da bir başka hakikattir. Avantajlı duruma
getirilenler, çalışıyor, kısır toprakları verimli hale getiriyor da,
Kıbrıslılar ellerinde bulunanları çöle çeviriyor demek kadar insafsızlık
olamaz.” (“Hürriyetin bir yazısı” başlıklı makaleden, 10.9.1976)
***
“Neler oluyor? Şimdiye kadar görmediğimiz, alışmadığımız
korku, dehşet saçan olaylar birbirini kovalıyor. Herkesin ağzında dolaşan bu.
Bıçaklanmalar, adam vurmalar, motor hırsızlıkları, birbirinin malına
tecavüzler, her ferdin baş olması, kanun benim diyenlerin günden güne
çoğalması, güya Teksas’da yaşadığımız inancını vermiyor değil de nedir?
Toplumun endişesi yerindedir.” (“Nereye
gidiyoruz?” başlıklı makaleden, 14.9.1976)
***
“(Hürriyet gazetesi yazarı) Neden sözde buraya görevli gelenlerin,
ambarlardaki hazine mallarını, yine hazineye ait parasız oturdukları evlere
taşımalarına mani olmuyor? Neden sandıktan çıkan arabaları yok pahasına satın
alarak, caka yapmanın ayıp olduğunu söyleyemiyor?” ( “Kıbrıs Türklerine hakaret
ve kanunlara saygısızlık” adlı makaleden, 21.11.1976)
***
“Acı ve üzüntü ile belirtmek isteriz ki, mevcut kanunlar bu gün için çok
zayıf duruma düşmüş, Ada adeta kendini bilmezlerin hakimiyeti altına girmiş
bulunuyor. Her gün Adanın
muhtelif yerlerinden gelen haberler medeni bir toplum için yüz kızartıcıdır.
Soyulan evler, tehdit edilen vatandaşlar, çalınan arabalar, gayrı meşru
satışlar, Kıbrısı, adeta yolu olmayan, zabıta kuvveti bulunmayan, mahkemenin ne
olduğunu bilmeyen medeniyetten uzak dağ başına çevirmiştir..
Madem ki yer değiştirmelerin meydana getirdiği anormal bir durum doğmuştur,
bugün, bunun üzerine eğilmek, Kıbrıs’ı tekrar eski emniyet günlerine getirmek mecburiyeti
karşımıza çıkıyor. Kıbrıs Türkü yıllardır kapısına kilit vurmayı unutmuştu.
Yolda, sokakta bıraktığı arabasına el sürecek tek bir kişi düşünemezdi. Günün
24 saatinde caddelerde değil, dar mahallelerde serbestçe dolaşabiliyor,
kimsenin hücumuna uğramak aklından geçmiyordu.” (“Ortaya çıkan hakikat”
başlıklı makaleden, 9.4.1977)
***
“Ne yazık ki, idarecilerin düşünmeden aldıkları çok
yanlış hatalı kararlar, kazandığımız cenneti tekrar cehenneme çevirmiş,
yüzlerdeki neşe saçan çizgiler, katılaşmaya başlamış, abus suratlar sokaklarda,
meydanlarda, köylerde kendini gösteriyordu. Evet, boşalan köyler doldurulacak,
tarlalar yeni baştan hayat kazanacaktı. Kötü bir parti politikası sonucu
gelenlerin kimliklerine, hayat seviyelerine, ne de başarı sağlayabilip
bilmeyeceklerine bakmadan yığmaya başladılar. İlk günden hafiften sürtüşmeler
başladı.
Hayatları boyunca görmedikleri ‘yeni bir alem” içine girenler, kendilerinde
‘bir cevher’ görerek, birer kabadayı kesildiler. ‘Ulan gâvur piçleri, sizleri
biz kurtardık, buraları bizim, cehenneme gidiniz’ naralarıyle ‘bağdakileri’
kovmaya başladılar.
Tehlikenin daha da büyüyeceğini görenler, her ne kadar
idarecileri uyarmaya çalışmışsa da, yarın toplayacakları oyların hesabı içine
hapsolanlar, kulaklarını tıkamış, gözlerini kapamış, masa başında rakam
toplamında devam edip, günlerini geçiriyorlardı.
Haktan, hukuktan, kanundan habersiz kişiler, huzuru ve güveni ayaklar
altında çiğniyor, karşılarında dur diyecek kimseyi bulamıyorlardı. Bu boşluktan
daha da şımaranlar, hükümetin giremediği yerlerde, hareket tarzı ne ise onu
yaptılar. Kapılar açılmıştı. En mükemmel muhaceret kanunları bir tarafa
itilmişti. Emniyet kuvvetleri aciz duruma düşürüldü. Yıllar boyu savaşanlar,
kendi mukadderatlarıyla başbaşa boşluğa bırakıldı. Şirretlikler arttıkça
artıyordu, köyler, sokaklar, yollar hepsi bunların insafı içine girmişti.
Kıbrıs Türkünün sesi kesilmiş, diğer tarafın ise daha da yükselmiş ve
idareciler ancak ‘tiz’ sesleri duyabiliyorlardı.
Hapishaneler insan alamayacak kadar dolmaya başladı. Yine gören olmadı.
Öldürmeler birbirini kovaladı, hapishanelerde gardiyanların suratları
usturalarla parçalandı, yüzlerine tükürüldü, dayak atıldı. Bu defa da ‘TC
vatandaşına dokunamazsınız’ sesleri çıktı ayyuka. Bütün bu facialar devam edip
giderken, Federe Devlet ellerini kollarını bağlamıştı. Maalesef diğer partiler
de aynını yaptı. “Ne bir ses, ne bir seda.’ Bu acizliğin içine düşen idarenin
üstüne çıkan kanun dinlemezlerin sayısı günden güne çoğalmakta, güven namına
birşey kalmamaktadır.
TC vatandaşına dokunamazsınız diye emirler yağdıranlara soruyoruz: Acaba bu
gibi başıboş kimseler, Kıbrıs Türkünün anasını belleme hakkını nereden buluyor?
Yoksa kendileri mi bahşetti bu imtiyazı? Nejat Konuk hükümetinin hükümet olduğunu isbat etmesi zamanı gelmiştir.”
(“Yaşlı karı-kocayı bağlayıp döven eşkiyaların büyük vurgunu” başlıklı
makaleden, Ağustos 1977)
***
“Her gün adaya girenlerin hiç olmazsa yüzde 10’unun kötü ve kanunsuz
hareketlerde bulunabilecek karakterde kimseler olduğu göz önünden uzak tutulmamalı,
bunlara mani olmaya çalışılmalıdır ki, bu da ancak sıkı ve ciddi yoklamalarla
mümkün olabilir.
Hükümetin bugünkü silah bolluğundan bizim kadar endişeli olduğuna
inanıyoruz. Ve yine harekete geçen faşist kuvvetlerin yapmaya hazırlandıkları
eylemlerin de yaratabileceği faciaları endişe ile izlediğine inananlardanız.
958-60’larda birtakım kişilerin keyfi uğruna sebebsiz yere akıtılan kanlar,
belki toprak üzerinde kurumuş ama, arkada kalanların ‘ah-u zarları’ sönmüş,
kaybolmuş değildir. O günlerin doğmasına fırsat vermemek, bulandıracakları
sularda balık avlamak sevdasında olanların oltaları önceden ellerinden
alınabilirse, güven devam edebilir. Yoksa oltalarına takılanlar iştahalarını
daha da kabartacak, gece ve gündüzlerini karanlık göl kenarlarında geçirmek
alışkanlığı, hükümetin başına gaileler açabilir.” (“Sıkı tedbirler” başlıklı makaleden, 10.8.1977)
(Afrika gazetesi, 3-4-5 Eylül 2003)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder