Lefkoşa’da yayımlanmakta
olan Rumca Mahi gazetesinde, 40 yıldan fazla bir süre önce, Kıbrıslı Türklere
yönelik öldürme ve baskı olayları üzerine bazı mektuplar yayımlanmıştı. 1991
yılında haftalık Yeniçağ gazetesinde ilk kez Türkçelerini yayımladığımız bu
mektuplar, Mahi gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürü olan Nikos Samson’a
hitaben kaleme alınmıştı. Bu mektupların Rumca çevirileri ile birlikte, Türkçe
asıllarının fotokopileri de yayımlanmıştı. Konunun yeniden tartışılmaya
başlanması üzerine, bu mektupları yeniden kamuoyunun bilgisine getirirken, o
dönemde Kıbrıs Türk liderliğinin ayrılıkçı siyasal görüşlerine karşı olan
demokrat insanlarımıza karşı estirilen tedhiş, tehdit ve korku havası hakkında
Afrika gazetesi okuyucularına bir fikir vereceğimize inanmaktayız. İnsan bu
mektupları bir daha okurken, düşünmeden edemiyor: Emperyalizmin adamız
üzerindeki emelleri uğruna, toplumumuzun demokratik gelişmesini ve çağdaş
dünyanın bir parçası olmasını yarım yüzyıldır engelleyenler, acaba hiç mi hicap
duymuyorlar?
1. Mektup (Mahi, 5
Mayıs 1962)
Lefkoşa,
3 Mayıs 1962
Sayın Bay Samson,
Adadan ayrılmazdan önce, Kıbrıs basınına sizin gazeteniz
aracılığıyla bir açıklama yapmak istiyorum. Açıklamam ayrı sayfada yazılmıştır.
Türkçedir. Sanırım bunu Rumcaya çevirme nezaketini göstereceksiniz.
Saygılarımla,
Haşmet
M.Gürkan
(Diş
hekimi)
KIBRIS BASININA
İnanılmaz bir vahşet ile susturulan kara bahtlı
“CUMHURİYET” gazetesinin hayatta kalan bir mensubu, maktül Avukat-Gazeteci
Ahmet Muzaffer Gürkan’ın kardeşi ve maktül Avukat-Gazeteci Ayhan M.Hikmet’in
yakın bir fikir arkadaşı olarak Kıbrıs’tan ayrıldığım bu günde bilinen bazı
gerçekleri tekrarlamakta fayda görmekteyim:
A) Gürkan ile Hikmet Türkiye’nin Kıbrıs politikasına
uygun olarak Kıbrıs’ta Türk ve Rum Cemaatlerinin barış içinde yaşayıp Anayasa
çerçevesi dahilinde işbirliği yapmaları idealini yılmadan müdafaa ettikleri
için, iki Cemaatin yakınlaşmasını arzulamayan, aksine buna engel olmak isteyenler
tarafından öldürtülmüşlerdir. Korkunç cinayetin ana sebebi budur. Bu yüzden bu
menfur cinayet TAMAMİYLE SİYASİ sebeblerle işlenmiştir.
B) Gürkan ve Hikmet Türk toplumu içinde demokratik
nizamın kurulması, söz ve vicdan hürriyetlerinin gerçekleşmesi için de
uğraşıyorlardı. Demokrasiden ürken tekelci çevreler Cemaatımız içinde
muhalefetin doğmasını istemiyorlardı. Bu husus menfur cinayetin diğer bir
sebebidir.
C) Cinayeti işleyenler de, bu cinayetten mesul olanlar da
maalesef bazı Türklerdir. Bununla beraber masum Türk Cemaatini geçmişte olduğu
gibi şimdi de her türlü tedhiş hareketini gönülden takbih etmektedir.
Diş hekimi Haşmet Muzaffer GÜRKAN”
2. Mektup (Mahi, 19
Mayıs 1962):
11
Mayıs 1962
Sayın Bay Nikos Samson,
Hür fikirli ve her türlü insan haklarına hürmet gösteren bir vatandaş
olarak size bu satırları yazmağa içimdeki vicdan beni mecbur ediyor.
İki büyük fikir adamının –ikisi de Gazeteci ve Avukat olan Ayhan M.Hikmet
ile Muzaffer M.Gürkan’ın en canavarca bir şekilde öldürülmelerinden yana aradan
bir aylık bir zaman geçmiştir. İlk günlerin faaliyetlerinden sonra bu hadisenin
yavaş yavaş unutulmağa başladığı zehabına katılarak müteessir oluyorum. Buna da
sebeb bir aylık bir zaman geçmesine rağmen hiçbir ipucunun ele geçirilmemesidir.
Birçok vatandaşların bu hususta malumat sahibi olduklarını duydum. Bu
bildiklerini bir sır olarak içlerinde saklayarak faydalı hale getirmekten
korkmalarında ben şahsen bir sebeb mütalaa edemiyorum. Bu mektubumla
vatandaşlarıma cesaret vermek istiyorum. Şöyle ki bu mevzuda en küçük bir
malumata sahip olsaydım hiç çekinmeden bunları alakadar makamlara bildirmekte
mahzur görmeyecektim. Çünkü böyle bir hareket memleketimizin meselelerinin
hallolmasına ve cemaat ve memleket şerefinin ağır bir ithamdan ve lekeden
temizlenmesine hizmet edecektir.
Bütün memleket ahalisinin ve bizim de bildiğimiz gibi
tamamen siyasi sebeblerle ve ne yazık ki bazı Türkler tarafından işlenen bu
cinayetlerin de ötekiler gibi örtbas edilmesine hiçbir namuslu vicdan razı olamaz.
En büyük kabahat ve denaet bu cinayetleri yapanlarla yaptıranlardadır. Tali
olarak itham altında kalarak vicdan azabını ilelebet çekecek olanlar da,
malumat sahibi oldukları halde konuşmayanlardır. Hakikatlar muhakkak bir gün
tebellür edecek ve iyilerle kötüler belli olacaktır. Fakat, beni ve benim gibi
düşünen her vatandaşı rahatsız eden yegane şey, canilerin bugün aramızda
korkusuzca ve serbestçe ellerini kollarını korkusuzca sallayarak
dolaşmalarıdır. Onlar bu şekilde yaşadıkça ve aramızda dolaştıkça, masum
vatandaşların yüzü hiç gülmeyecek ve serbestçe konuşmıyacaktır. Bu haklı
endişelerimi size arzederim.
Alakadar Makamlara
sesimizi duyurmanızı ve erken bir zamanda her hususda adaletin tecelli etmesini
arzu ettiğimi tebarüz ettirmenizi istirham ederim.
Saygılarımla,
-Serbest Meslek sahibi-
(lütfen ismimi mahfuz
tutunuz)
H: Alaka gösterirseniz bu
kabil mektuplarımla sizi yine rahatsız edeceğim. Bu mektubumun eğer mümkünse
neşrini rica ederim. Hiç olmazsa Türk kardeşlerim de okuyabilsinler.
3. Mektup (Mahi
gazetesi, 29 Mayıs 1962):
Mahi vasıtası ile bütün umumi efkâra TMT hakkında beyanımdır.
TMT rümuzu Türk Mukavemet Teşkilatı demektir. En adilane
bir hükümle idam edilen Menderes ve Zorlu’nun Türkiyedeki diktatörlükleri
zamanında verdikleri direktifle Kıbrıs’ta kurulan bu teşkilat, neye ve kime
karşı mukavemet edecekti? Kıbrıs Rumlarına karşı mı? EOKA faaliyetleri
esnasında bütün Elenler, aman Türklere bir zarar gelmesin diye sakınırken,
üçbeş kuruş almak için İngilizlere ajanlık yapanlar, onların silahlarıyle kendi
vatandaşlarını vuranlar kimlerdir?
Selanik’te Atatürk’ün evine bomba Menderes’in emriyle
konmuştu. İstanbul’da Rumlara karşı hareket onun emriyle olmuştu. Tarihi
Mabedler onun emriyle yakılmıştı. Ve en nihayet Kıbrısta da 7 Haziran gecesi
Türk Haberler Bürosunda bombalar onun emriyle patlatılmıştı. (Bayraktar ve
Ömergeye gelince... malûm)
Bütün bu hakikatler Yassıada Mahkemeleri esnasında isbat
olunmuş vakalardır. Fakat işin (sakıtların bu denî fiillerin Türk milletini
lekeliyecek kadar) feci olduğu anlaşılınca, üzerinde fazla yazılmadı ve hemen
örtbas edildi. Amma acı hakikat budur ve bunda Türk milletini lekeliyecek bir
vaziyet yoktur. Çünkü en bayağı fırsatlardan istifade etmek istiyen sütübozuklar her cemiyette vardır. İşte, idam
fermanı Menderes ve Zorlununku ile birlikte imzalanan TMT, sanki halka rahat
bir nefes aldıracaktı, Kıbrıs’ta. Fakat olmadı... Onlar idam oldu, fakat
Kıbrıstaki kuyruklarına bir şey olmadı. Kanun dışı ilan edilen bu teşkilat ne
dağıldı, ne de silahlarını teslim etti. Sık sık gittiğim kahvelerde halk
ağzından duyduklarım ve selahiyetsiz kimselerin bellerinde gördüğüm tabancalar
ve kamalar bu iddiamı isbat edecek mahiyettedir. Bu teşkilat bugün Türk
cemaatını ve düşündüklerini serbest olarak söylemekten menetmekte
vazifelendirilmiştir. Bu emirlere riayet etmiyenlerin cezası hepimizin de
malumudur...
Bir zamanlar ben de silah taşıdım. Fakat etrafa dehşet salmadım ve yapılan
yanlış hareketleri tasvip etmedim. Bugün Bay R.R.Denktaş TMT’nin dağıldığını
söylüyorsa bunu vesikalarla isbat etmelidir. Halk niçin birbirinden korkuyor?
Serbest hareket edemiyor? Fikrini açık olarak beyan edemiyor? Rumların Türklere
hücum edeceğini, onları keseceğini halka telkin eden TMT değilse, KİMLERDİR?
...Niçin bu cemaat bir korku, dehşet ve endişe içinde yaşıyor? Kimseden hesap
soramıyor? Masum Cemaatımın içinde bu zorbalar kalabalığı olmasa (TMT), halk da
ferah olacak değil mi? Rahatça nefes alacak değil mi? Fakat istemiyorlar... Ve
bunu ihanet sayıyorlar... Evet, ihanet... Lakin Cemaata ve Millete değil, kendi
menfur ve melun emel ve menfaatlarına ihanet.
Şu halde ve maalesef TMT hayattadır ve bütün cinayetler ve kötülükler ve
zararlar ondan sadır olmaktadır. O hayatta oldukça da ölüm tehdidi her an
başımızda gezecektir. Bu kadar...
-Kıbrıslı Meslek Sahibi Bir Türk-
4. Mektup (Mahi, 26
Temmuz 1962):
İÇİMİZDEKİ KORKU
(Mevcudiyeti-Sebebi-Tesirleri)
Son günlerde Kıbrıs Türk Cemaatı arasında tehdit ve
korkunun arttığı artık aşikâr olmuştur. Tehditler, yıldırmalar ve yapılan gizli
şikayetler bunun bariz bir misalidir. Basiret sahibi olanlar, içimizde
yaratılan korkunun mevcudiyetini kabul etmektedirler. TMT diye bilinen zorbalar
teşkilatının, bazı şahısların menfaatlarının haleldar olmaması için, nasıl
faaliyet gösterdiğini, halkı nasıl sindirdiğini haksızlığa ve tehdide maruz
kalanlar gayet iyi bilirler.
Türk Mukavemet Teşkilatının elan hayatta oluşunun ve
yaşamak için direnmesinin sebebini, onu ayakta tutmağa çalışanlardan
sormalıyız. Türk Matbuatı istediği kadar, böyle bir teşkilatın mevcut
olmadığını yazsın. Buna ağzını açamıyanlar içlerinden ne diyorlar? Evet.
İçimizde büyük bir korku vardır. Doğruyu söylediğimiz zaman tehdit edilmekten,
hakkı aradığımız zaman dövülmekten, hesap sorduğumuz zaman da öldürülmekten
korkuyoruz.
İşte bütün bu korkuların üzerimizdeki tesirinin bir
neticesi olarak da hareketlerimizi ve konuşmalarımızı kontrola tabi tutuyoruz.
İstediğimizi yapamıyor, düşündüğümüzü söyleyemiyoruz. Çünkü TMT’nin her yerde
casusları vardır. Bir Elen Vatandaşımızla dostluk kuramaz olduk. Bir Rum
Gazinosuna oturamaz olduk. Hem tehdit, hem dayak. Peki, bütün bunlar niçin
böyle oluyor ve bunun sonu ne olacak? İçimizde korku yok, tehdit yok, diyecek
olanlara ise cevabım şudur: TMT’nin mevcudiyetine inanmasam, buna dair içimde
bir korku olmasa ismimi gizli tutmaktan, kendimi tanıtmağa çekinmekten niçin
endişe edecektim? Velhasıl cemaat fertleri olarak hepimizin de içinde bir korku
ve yılma vardır. Lanetlenmiş TMT dağılmadıkça da bu (Tehdit ve korku) devam
edecektir.
(Hakikat
Aşıkı Aynı Türk)
5. Mektup (Mahi, 1
Mart 1963):
MAZİDEN İBRET ALMAMIZ
LAZIMDIR (Soruyor ve cevap istiyoruz)
Kıbrıs Türk Cemaatı bir zamanlar çok yanlış yollara
sürüklendi. Bu suretle de boş yere birçok zararlara duçar oldu. Birçok masum
vatandaşların canına kıyıldı. Bir hiç uğruna öldürülen veya vatanını terke
mecbur edilen vatandaşların günahını, bütün bunlara sebep olan Menderes ve
Zorlu’nun ellerinde tuttukları Kıbrıs’taki kuklalarına hiçbir şey olmadı.
Bunlar halkı “taksim... taksim...” diye tahrik edip, coşturdular. Şuursuz
kitleler birçok kiliseleri yaktılar, Rum mallarını yağma ettiler, Türk ve Elen
birçok vatandaşları dövdüler, vurdular, öldürdüler. Bütün bunlar “mukaddes bir
gaye!” için yapılıyordu: Kıbrıs’ın taksimi için... Bu tez asla tahakkuk etmeyecek
boş ve kuru bir iddia idi. Bunun içindir ki “taksim lafı, Menderes’in dar
görüşlü kafasından çıktığı halde, sonunda o da bu iddiasından vazgeçmiş ve
Kıbrıs için Cumhuriyeti kabul etmişti.
Fakat bugünlerde Kıbrıs’ta yine Taksim fikrinin hortlatılmak istendiğini
görüyor ve üzülüyoruz. Çünkü mazide bu gaye uğruna cemaatımız çok zararlara
duçar oldu, medeni ve demokratik birçok hakları susturucu zorbalar tarafından
elinden alındı. İktisaden de iflasa sürüklendi. Buna bazı misaller vermek için
aşağıdaki sualleri sıralıyoruz. Alakadarlar bu suallere doğru cevap verdikleri
takdirde vaziyet ortaya çıkacaktır:
1) EOKA Mücadelesinde Elen vatandaşlarımıza müdahale
etmeseydik, bütün bu mücadele esnasında, bir tek Türkün burnu kanayacak mıydı?
2) Türkleri Rumlara karşı İngilizler niçin
kışkırtıyorlardı, bunun bize ne kötü sonuçları oldu? O zaman bize bitaraf
kalmamızı söyleyecek ileri görüşlü adamlarımız yok muydu?
3) Evleri tahrip, mağazaları yağma etmekle, mukaddes
sayılan kiliseleri yıkmakla Türk Cemaatına ne gibi faydalar temin edildi?
4)
Kurulan TMT, Türk Cemaatına terör ve tedhiş yaratmaktan, hür fikri
susturmaktan, milli muhalefet şuurunun canına kıymaktan ve bütün cemaat
fertlerini nemelazımcı yapmaktan başka, herhangi faydalı işe yaradı mı?
(Yaramışsa, gösterilsin, alkışlayalım.)
5) Türkten Türke kampanyasında, Çarşı Murakabe Komisyonu,
birkaç zengin tüccarın daha da zenginleşmesine yardım ederken, öte yanda fakir
esnafa, işçiye ve halka en büyük darbeyi indirmedi mi?
6) Şuursuzca ve boşuna başlatılan Türkten Türke
kampanyası sonunda Elen ve Ermeni vatandaşlarımız aramızdan çekilince Türk
çarşıları felce uğramadı mı? (Bu vaziyet siyasi bir zafer mi sayılmaktadır?)
7) Celal Hordan denen bir Türkiyeli vardı. Onu Kıbrıs
Türklerine kim ve ne için empoze etmişti? Kıbrıs Türk Gençlik Teşkilatı Başkanı
olan bu zat Kıbrıs’a gelir gelmez cemaat fertlerini birbirine düşürüp, aramızda
şüphe ve tedhişi artırmamış mıydı? Yıldırım Ekipleri bütün köylerde şubeler
kurarken, bir yandan da para ve eşya yardımları toplamaktaydılar. (Bu yardımlar
ne maksat için toplanmakta idi?) Bu Teşkilatın bize zararından başka ne hayırı
olmuştur? Ve K.T.G.Teşkilatı için toplanan on bin liradan fazla para ne
olmuştur? Fakir cemaat mensuplarımızın şilininden, tavuğundan buğdayına, yüzüğüne
varıncaya kadar elinden alınarak biriken çok büyük bir meblağın kimler
tarafından yendiğini öğrenmek hakkımız değil midir?
8) Tedhişle ve zorla susturulan Kıbrıs Türkleri el’an
bugün dahi ağzını açamamaktadır. Bu sualleri soracak, bu yazıyı neşredecek cesaret
sahibi Türkçe bir gazetemiz var mıdır? (Olsa idi, bu yazıyı Mahi’ye değil, ona
gönderirdim.)
Hülâsa-ı kelâm şudur: Bütün bu suallerin cevapları ve
umumi vaziyetimiz nazarı itibara alınarak, fert fert ve cemaat olarak boş
hayallerden vazgeçmeli, taksim rüyasını gördüğümüz uykulardan uyanmalı ve
böylece yeni “şuursuzca” maceralara sürüklenmekten sakınmalıyız. Çünkü böyle
boş maceraların sonu daima zarar ve mahviyettir. Bizi selâmete ve huzura
götürecek olan yegâne yol, eskisi gibi Elen vatandaşlarımızla samimi işbirliği
tesis etmek ve onlarla bir arada insanca ve kardeşçe yaşamamız gerektiğini
aklımıza yatırmamızdadır. Buna gayret etmeliyiz. Çünkü milli menfaatlerimiz,
hakikatte, bunu icap ettirmektedir. Şahsi menfaatların yarattığı boş
gürültülere ise kulak vererek rahatımızı kaçırmamalıyız.
(Hakikat
Aşıkı Bir Türk Vatandaşı)
6. Mektup: (Mahi,
15 Mart 1963)
KIBRIS TÜRK SİYASETİNDEKİ
AKSAKLIKLAR VE BUNDAN KURTULUŞ YOLU
Kıbrıs Türk cemaatının bugünkü siyaseti –memleketimizin
esas problemlerine göre ayarlanmadığı ve belli gaye etrafında teessüs etmediği
için- çok büyük bir çıkmaza girmiş bulunmaktadır. Türk halkının hakiki arzusu
hilafına meydana gelen bu vaziyetten kurtulmak için cemaat idarecilerinin
şuurlu bir siyasi programı hazırlamaları ve ona göre hareket etmeleri elzemdir.
Atatürk İnkılaplarını tam manasıyla bellemiş ve milli menfaatları kavramış
müstakil bir münevver olarak hemen şunu arzetmek isterim: Modern Türkiye’nin
banisi Atatürk, iki komşu milletin menfaatlarının ancak dostça ve kardeşçe
yaşayarak temin edilebileceğini daha o zamandan takdir ettiği içindir ki, Türk
ve Yunan milletleri arasında sağlam temeller üzerinde bir dostluk kurmuştu.
Şimdi bizim de –Türk Cemaatını- içinde bulunduğumuz keşmekeşten kurtaracak olan
ancak bu nurlu yol, Kıbrıs’ın Türk ve Elen Cemaatları arasında kurulacak olan
dostane münasebetlerdir. Böyle bir dostluğun ve kardeşçe yaşayışın yeniden
kurulmasına itiraz edecek olanlara vereceğimiz cevap şudur: Biz sizden daha
fazla milli hislere ve şuura sahip ve milli menfaatların üstüne titreyen
insanlarız. Samimi, anlayışlı bir dostluk ve işbirliği kurulduktan sonra
cemaatımızın milli menfaatları gasbedildiği takdirde bunları iade etmek için
mücadele etmeği gayet iyi biliriz. Ama nasıl? Akl-ı selimle ve milletimize yakışır
bir vakar ve programla. Bugün yapıldığı gibi yaygaralarla ve hiçbir netice
vermiyen şuursuz hareketlerle değil...
Eğer hakikaten cemaat olarak bu adada rahat ve emin
yaşamak istiyorsak, Büyük Atatürkle Venizelos’un çizdikleri siyasete göre
hareket etmeli ve milli programımızı ancak ona göre ayarlamalıyız. Bizim için
tek kurtuluş yolu ancak budur...
(Hakikat
Aşığı Bir Türk Vatandaşı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder