Kıbrıs’ta barış ve
toplumlararası dostluk için çeşitli günlük gazetelerimizde yıllarca sütun
yazarlığı yapmış demokrat bir arkadaşımız olan Kutlu Adalı’yı, 7 yıl önce
menfur bir cinayet sonucu yitirmiştik. Aradan geçen süre içinde, onun ve
mücadele arkadaşlarının fikirleri, Kutlu’yu öldürme emrini verenlere inat, daha
geniş kesimlere yayılmış ve toplumumuzun önemli bir kesimine mal olmuştur.
Bağımsız ve federal Kıbrıs hedefi doğrultusunda, Rum ve Türk Kıbrıslılar
arasında anlayış ve işbirliğinin gelişmesi için şimdilerde daha uygun koşullara
sahibiz. 23 Nisan 2003’den bu yana, kısıtlı da olsa, toplumlar arasındaki temas
yasağı kaldırılmış, yüz binlerce Kıbrıslı, yeşil hattın iki yakasına karşılıklı
ziyaretler yapmış ve her milliyetten Kıbrıslılar arasında yeni tür ilişki ve
dostluklar kurulmuş, var olanlar da ilerletilmiştir.
6 Temmuz 1996 gecesi
yitirdiğimiz Kutlu Adalı’yı, 7. ölüm yıldönümünde, yine onun kaleme aldığı
“Söyleşi: 9 Mart Diyaloğu” başlıklı kitabından yapacağımız alıntılarla anmak
istiyoruz. 1968 yılında Adalı’nın kurduğu
Beşparmak Yayınları’nın 4. kitabı olarak Lefkoşa’daki Zafer Basımevi’nde
basılan 79 sayfalık bu kitabın Mart 1968 tarihli önsözünde, Kutlu Adalı şöyle
yazmaktaydı:
“İşte bu diyalogla, Kıbrıs Türk toplumunun bu devredeki
yaşayışının Panoramasını, en keskin ve çıplak çizgilerle gözler önüne
serilmekte, temsili bir Başkanla, temsili bir Aydın dostla tartışmaktadır...”
Aralık 1963’deki toplumlararası
çatışmaların başlaması ardından, Kıbrıs Türk liderliği, Kıbrıs Cumhuriyeti
devletinden ayrılarak, “taksim”i gerçekleştirmek üzere, Kıbrıslı Türkleri belli
cepler içinde yaşamaya zorlarken, bu ayrılıkçı eylemin gelişmesinde, enosisçi
Rum liderliğinin de önemli katkıları olmuştu.
Kıbrıs Cumhurbaşkanı
Makarios’un “özlenen” değil de, “mümkün olan” çözüme yönelmesi ardından,
Kıbrıslı Türklerin yaşadığı bölgelere uygulanmakta olan kısıtlamalar
kaldırılmış ve toplumlararası görüşmeleri başlatacak olan normalizasyona dönüş
süreci başlatılmıştı. Kutlu Adalı, adı geçen kitabının girişinde bu kapalı
dönem ile ilgili olarak şunları yazmaktaydı:
“Bu hal; tam dört yıl üç ay, bütün eziciliği ile sürdü!
Sonunda Rumlar pes etti. Ablukayı her yerden kaldırdılar. Türkleri kırmak için
yaptıkları barikatları açtılar. Zorla elden alınmak istenen anlaşmalar ve
Anayasa altındaki en tabii yurttaşlık hakları Türklere, bir lütuf ve ihsan gibi
verilmek istendi...Ve Türklerin kafesteki kuş gibi fırladığı görüldü. Takvimler
9 Mart 1968 tarihini gösteriyordu.” (s.8)
Kitabın devamında yer alan diyaloglardan bazı ilginç
bölümleri aşağıda veriyoruz. Günümüz ile olan benzerlik ve aldığımız arpa boyu
yol kayda değer.
*** ***
AYDIN- Rumların bunca yaptığına
rağmen bir günde her şeyi unutmaları için çok çekmiş olmaları gerek. Daha
şehitlerimiz kırklanmadan kucaklarına düşmek çok korkunç. Ama ben kendilerine
hak veriyorum. Az çekmediler. Bunda siz yöneticilerin de büyük payı var!
BAŞKAN- Biz halka daima
yardımcı olmaya çalıştık. Onlarla birlikte biz de çektik. Savaş içinde
bulunduğumuzu unutma.
AYDIN- Daha çok çektirdiniz.
Dört yıl üç ay içinde, yıllar dolusu olaylara tanık olduk. Halk iyi bile
dayandı. Halkın Rum kesimine, bütün geçmişi unutarak akın etmesine daha çok
sizlerin tutumu sebep oldu! (s.11)
AYDIN- Rumlar zaten bizi kafese
sokmuştu. Fakat sizler, kabul edin ki bu kafesi halka zindan ettiniz! Halk,
bunun için bugün Rum kesimine akın ediyor. Rumlarla alış veriş ediyor, koşulara
gidiyor, barlarda eğleniyor. Dört yıldır Rum tarafına geçmiyen Türkler, Rum tüccarın
kârını bir nisbet dahilinde düşürmüştü. Fakat bugünden itibaren Rum çarşısı,
Rum sokakları, Rum dükkanları gene Türkçe konuşan insanlarla dolmağa başladı!
Dört yıldır Rum tarafında duyulmayan Türkçe, yeniden günlük hayata girdi. Rum
tüccarlar, unutulmaya yüz tutan Türkçelerile, gene çat pat konuşarak, Türkü
soymaya başladı. Türk kesimi bir anda Rum kesimine taşınmış gibi! Bu akın hem
zararlı, hem de manalıdır. Gavur tatlı dili, aldatıcı siyasetiyle yüzümüze
gülünce noldum delisi olduk. (s.12)
AYDIN- ... Dört yıl içinde
yeme içme için, yirmi bin sterlin gitti. Oysa bu para ile en az 15-20 göçmen
evi yapılır, çadırda yaşayan insanlar hayvan gibi yaşamaktan kurtarılırdı.
(s.17)
AYDIN- Mesela, bu dört yıl üç ay içinde Rumlar, birçok
maddelerin ve malzemenin Türk kesimine girmesini yasaklamıştı. Siz ne yaptınız?
Hiç. Bir taraftan çarşıdaki birkaç kişiye monopol kurarak, yüzde yüzelli kârla
halkı soymak imkanını verdiniz. Bundan toplumun kârı ne oldu? Bir sürü harp
zengini! Kaçakçılığa yüz verdiniz. Karaborsacıları bağrınıza bastınız. Halkın
soyulmasına göz yummakla kalmadınız, yardımcı da oldunuz. Destek oldunuz!
(s.19)
AYDIN: Menfaatım olmadığına göre
bu sıkıcı Yönetimin nesini beğeneyim. Halkın ıstırabını göremiyecek kadar da
kör değilim. Bir adamı caddenin ortasında dran dran vurup öldürecekler.
Polis olaya el koyacak. Sonra da mahkemeler birşey yapamıyacak ve halk bu
Yönetimden bıkmayacak. Adamın kafasını odunla baltayla ezeceksin. Birkaç
kuruşunu alıp kaçacaksın. Sonra da Polis katili arayıp bulacak, fakat mahkeme
gereken cezayı veremiyecek. Adam ruhsatsız araba sürecek, çocuğu çoluğu basıp
öldürecek ve ölenin yanına kalacak. Yollarda delice araba sürülecek. Polis
müdahale etmeye kalkarsa, bir de hakarete maruz kalacak. Her araba süren,
istediği yere park yapacak. Polis ihtar edince, bir de müdürüne şikayet
edilecek. Herkesin güpegündüz evine girilecek ve ses çıkaran olmayacak. Bunlar
yalnız polislik olaylar. Ya öteki olaylar? Saymakla biter mi sanıyorsun...
(s.50)
AYDIN- Her vatandaştan çıkış
izni istenmesi, yurt dışına çıkanlardan para alınması Yönetimin başka bir
sevimsiz tasarrufu oldu.
Yaş kağıdı sorunu vatandaşı
çatlattı. Sonunda yaş kağıdı konusunda Rumlarla anlaşamadık! Biz
defterleri vermedik, onlar da kağıtları. Arada vatandaş gidip geldi. Ezildi.
Sonra bir yaş kağıdından hem Rumlar, hem de biz para alır olduk!
Adam göçmen durumuna düştü. Mal ve mülkü Rum tarafında
kaldı. Evine dönmesi söz konusu değil. Bir müşteri buluyor, satma istiyor.
Alacağı para ile Türk kesiminde başka bir ev alacak. “Olmaz” deniyor. Rum’a mal
satma yasak.” Adam “Peki” diyor. “Ama paraya ihtiyacım var. Aç kaldım. Siz
satın alınız. Ya da borç para veriniz.” para veren olmuyor. Malların Rumlara
satılmasını önlemek için Anavatandan para gelsin, bu para ile mallar Türklerden
satın alınsın, Rum eline geçmesin isteniyor. Dilde kalıyor!” (s.56-57)
AYDIN- Halk serbest olmak,
istediği yere gitmek istiyor. Keyfince davranmak istiyor. Düşündüğünü yapmak,
düşündüğünü söylemek istiyor. İzlenmek istemiyor, sınırlanmak istemiyor, baskı
istemiyor, küçümsenmek istemiyor, parsellenmek istemiyor, hesap vermek
istemiyor. Bir zümre var ki, devamlı takip altında olduğu sanısı içinde, konuşmaktan
korkuyor. Bir başka zümre, ezildiği sanısında. Bir başka grup, ihmal edildiği,
unutulup bir köşeye atıldığı inancında. Bir grup da, sömürülüp soyulduğu
düşüncesinde. Başka bir grup, bütün umutlarını yitirmiş ölümü beklemekte.
Kimisi ölmektense, Rumlarla kardeş gibi geçinelim demekte. Menfaatçı,
çıkarcı, sömürücü, komprador bir grup da bütün bu grupları altın altın idare
edip dürtmekte, yöneticilere karşı kışkırtmakta, yönetimin ve başındakilerin
daima zayıf kalmasını sağlıyarak, rahatça soygununa devam etmeği planlamakta.
Bir grup, öteki grupları rahatça istediği gibi kullanmayı beceriyor. İşlemesini
biliyor. Neticede baştakiler yıpranıyor. Yönetime güven kalmıyor. Menfaatını
düşünen halk da, soluğu Rum kesiminde alarak intikam alıyor.” (s.64-65)
AYDIN: ...Halk bu şekilde
yaşamağa ve idare edilmeğe tahammül edemiyeceğine göre, artık son sözünü
söylemeğe mecburdu. İşte tam bu sırada; Türk toplumunun içinde bulunduğu
durumu, Amerikan Elçiliğinin Türk kesiminde fink atan adamları sayesinde
gayet iyi bilen Rumlar, onların tavsiyelerine de uyarak, barikatları açıp,
ablukayı kaldırınca, serbest seyahata izin verince son sözü söylemeğe
gereksinme duyulmadı! Bunun yerine usancı ifade etmek için Rum kesimine akın
etti. Bence bu, bir patlamadan daha kârlı oldu. Hem toplum olarak, hem de
milli dava bakımından telafisi imkansız büyük kayıplara uğrayabilirdik!”
(s.67)
BAŞKAN- Kısacası, özet olarak;
halk milli davaya gene eskisi gibi bağlı kalacak, fakat idareden ve
idarecilerden usandı demek istiyorsunuz. Halk sıkılmasaydı, usanmasaydı,
haksızlıklar olmasaydı, hayat seviyesi yüksek olsaydı Rum tarafına bugün akın
olmayacaktı.
AYDIN- Gayet tabii bu derece
olmayacaktı.
BAŞKAN- Fakat ben o kanaattayım
ki Türklerin Rum tarafına akın etmesi endişe edilecek bir durum değildir. Nasıl
bir kümesin kapısı açılınca, kümesteki tavuklar önce tereddüt edip; sağa sola
ürkek ürkek baktıktan sonra; hürriyete kavuşmanın sevinci ile pırrr deyip
dışarı fırlıyor ve sonra gezip tozması bitince gelip kümese dönüyor, şimdi biz
de böyleyiz. Gideceğiz, gezeceğiz, göreceğiz, eğleneceğiz, fakat gene Türk
kesimine döneceğiz.
AYDIN- Tavuklar istifadeleri
için kümesten çıkıyorlar. Kursakları şiştiği
ve güneş battığı için de kümeslerine dönüyorlar. Fakat ne de olsa
dönüşte kümese bir de yumurta getiriyorlar. Bizim kanatsız tavuklar ise, Türk
kesimine ne getirecekler? Rum çarşısından aldıkları eşyaları, incikleri,
boncukları mı? Yoksa eğlence yerlerinde bıraktıkları paraları mı? Kümesten
çıkan tavuk, gene kümese dönebilir, ama uçan kanarya kafesine dönmez!
BAŞKAN- Önemli olan altımızdaki halının birden çekilmesine
ve ayaklarımızın havaya dikilmesine fırsat vermemektir. Milli dava etrafında
dimdik ayakta durmalıyız. Paniğe kapılırsak, kaybederiz. Varsın birkaç yüz kişi
yeni menfaat yolları arasın. Toplum olarak önemli bir kayıpta bulunacağımızı
sanmıyoruz.
AYDIN- Olacak Sayın Başkan.
Böylesine iyimser olmayınız. Birkaç yüz kişi dediğin menfaatçı bu toplumu
sarsacak güçtedir. Hele temeli zayıf Türk çarşısını kolayca çökertecek güç bu
adamlarda vardır! Sinek küçük, ama mide bulandırır. Yarın belli olmaz; işi
bozulan bütün tüccarlar, iş adamları, esnaf, sanaatkâr toplantılar yapıp,
yürüyüşler düzenleyebilirler. Yönetime karşı ayaklanabilirler. Geçim derdine
düşen halktan herşey beklenir. Tablo gerçekten çirkin, ama herşey olabilir. Bir
noktada da, ben de sizinle hemfikirim. Bazıları, halkın Rum kesimine akınını,
Türklerin Rumlarla bir arada ve birlikte yaşayabilecekleri şeklinde
yorumluyorlar. Bu sakat bir görüştür. Türk toplumu Rumlarla bir arada asla yaşayamaz.
Yaşamağa da niyeti yoktur. Dostluk başka, alış veriş başkadır. Rum tarafına
gidilecek, fakat milli dava yine yürütülecektir. Eğer biz iyi bir Yönetim
kursaydık bugün halkın, Rum kesimine gitmesine gereksinme duyulmaz ve biz de
hep iyi tablolar çizerdik. İddiam odur ki halk, daha çok kendini idare
edenlerden usanmıştır. Her bölge bildiğini okumuştur. Merkezi bir Yönetim
kurulamayınca da; başı kesilip salınmış tavuğa döndük!” (69-70)
AYDIN- Geçen dört yıl içinde
Rum bölgeleri tanınmaz hale geldi. Kişi kendini bir Avrupa merkezinde sanıyor.
Oysa biz her geçen gün eriyoruz, çöküyoruz. Bölgemiz ise bir köyden farksız
hale geliyor. Hayat seviyesi ve düşüklüğü, yaşama şartlarının ağırlığı,
toplumun kaymak tabakasını teşkil eden aydınları göçe zorluyor. Her geçen gün
sayısı azalan değerleri Kıbrıs’ta tutamıyoruz. İzin vermemek olmuyor. “Üç
yıl, dört yıl bekledik, değişen birşey yok. Milli görevimizi de yaptık”
diyorlar, izin verilmese dahi kaçıyorlar. Ve kimse kendilerini kınamıyor. Kimse
kendilerine mücadeleyi bıraktı kaçtı diyemiyor. Çözüm yolu uzadıkça da binlerce
kişi kurtuluşu göç etmekte bulacak. Kısaca artık iç göç bitti. Dış göç başlıyor
ki bu da Rumların arayıp bulamadığı bir nimettir. Zaten körün de istediği iki
göz değil mi?
BAŞKAN- Netice olarak sevgili
dostum...
AYDIN- Netice olarak Sayın
Başkan, bu toplum baştakileri ve idarelerini görmüş, denemiştir. Şimdi yeni bir
düzene gidiş olduğuna muhakkak gözü ile bakılıyor. Bu yeni düzene, yeni bir
ruhla, yeni başlarla, yeni elemanlarla girmek toplumun daha yararına olacaktır.
Esasen herkes böyle düşünüyor. Eskiler, denenmişler, posası, foyası ve boyası
çıkmışlar, artık aradan ayıklanmalıdır. Denenmiş kişiler toplumu ancak bu
noktaya getirebilmişlerdir. Onlardan, bundan ötesini beklemek haksızlık olur. Yeni
düzeni eskilerin üzerine bina etmeğe kalkışırsak kısa zamanda hepimiz altında
kalacağız.
BAŞKAN- Yani istifa edilmiş
olunsaydı, durumda bir değişiklik olur muydu?
AYDIN- Yapamazdınız! O
saraylar, o hizmetçiler, o partiler, o arabalar, o yağcıları, o dalkavukları o
müzevirleri o koltuklar, o menfaatler, o saltanat bırakmazdı. Artık geçmiş ola!
Halk serbest seçimle son sözü söyleyecek, oyları ile başta görmek
istediklerini belli edecektir!” (s.77-78).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder