21 Şubat 2016 Pazar

KIBRIS’TA TOPLUMLAR NEDEN TEMAS ETTİRİLMİYOR?

Kıbrıs sorununun İngiliz-Amerikan emperyalizmi tarafından kışkırtılıp, yıllarca adanın taksim edilmesi için fırsat kollanması planlarının ardın­da yatan ana neden, ada halkını oluşturan Rum ve Türk toplumlarının bir ara­ya gelerek, anti-emperyalist ve ilerici bir cephenin oluşmasını önlemektir.
Zamanın sömürge yönetimi tarafından Kıbrıs Türk liderliği, onun yeraltı örgütü “Türk Mukavemet Teşkilatı” ve çalışmaları koordine eden Türkiye’deki askeri-sivil yetkililere benimsetilen tez “Ya taksim, ya ölüm”dü. Bu bölücü politikaya karşı duranlar, en acımasız biçimde ya öldürülmüşler, ya da ada­yı terke zorlanmışlardı. TMT’nin yaym organı durumundaki Zafer gaze­tesinin 15 Ekim 1965 tarihli başyazısında açıkça “1958’de solcu Türklerin temizlenmesi harekat”ından söz edilmesi, bu tedhiş dalgasının kimler tara­fından yürütüldüğünü kanıtlamaktadır.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra da  Türk-Rum dostluk ve işbirliğinin savunuculuğunu yaparak, şöven Kıbrıs Türk liderlisinin komploları­nı ortaya seren, haftalık Cumhuriyet gazetesi’nin iki seçkin avukat yazarı da aynı planlara karşı çıktıkları için 23 Nisan 1962 akşamı vahşice öldürüldüler. Türk-Rum dostluğunun simgesi haline gelen iki sendikacı Derviş Ali Kavazoğlu ile Kostas Mişaulis de, 11 Nisan 1965’de aynı işbirlikçi çevreler tarafından katledileceklerdi.
Her üç tedhiş, korkutma ve sindirme eyleminde de amaç, adanın taksim edilmesi planlarının önünde duran demokrat Kıbrıslı Türklerin safdışı bırakılmasıydı. Ne yazık ki bu amaç gerçekleştirilmiştir.

TAKSİM PLANI 1964’DE AÇIKLANMIŞTI.
18 Nisan 1964 tarihinde zamanın TC Başbakanı İsmet İnönü tarafından açıklanan gizli belgede, Türkiye’nin taksimci planları açıkça ortaya konmakta ve bu plan İnönü tarafından Attila Planı olarak nitelendirilmekteydi. (Stavros Panteli, The New History of Cyprus. London 1984, s.376) 1965 yılında BM Arabulucusu Galo Plaza’ya Dr.Küçük tarafından önerilen de aynı plandı. (Bak. Plaza Raporu, Paragraf 70-75) Zaten bu taksim planı,1964 yılından beri NATO tarafından tartışılmakta olup, Türk ordusunun öngördüğü ile uyuşmaktaydı. (N. Kadritzke / W.Wagner, Im Fadenkreuz der NATO, Berlin 1976, s.107)
Kasım 1967’de yapılan Pipinellis-Cyrus Vance görüşmelerinde adanın taksimi yeniden önerilmişti. Haziran 1971’de Lizbon’da yapılan NATO Dışişleri Bakanları Toplantısında da Yunanistan ile ABD, Kıbrıs’ı taksim etme kararı­nı almışlardı. (S.Panteli, agy, s.379)
1973 yılı sonunda Roma’da yapılan ve Yunanistan’dan Averof ile Bitsios’un, Kıbrıs’tan da Kliridis ile Denktaş’ın katıldığı bir toplantıda konuşan ABD temsilcisi Cyrus Vance, Kıbrıs’ta yeni bir bunalım çıkması halinde ABD’nin, 1964 ve 1967’de olduğu gibi davranmayıp, bu kez Türkiye’yi durdurmayacağını söy­lemişti. (S.Panteli, agy, s.386) Nitekim 1974 yazında yaşananlarla adanın taksimi gerçekleştirilmiştir. Eski bir CIA ajanı olan Hefner, Kıbrıs’taki destabilizasyon çalışmaları için 1973’de 20 milyon, 1974’de de 40 milyon do­ların CIA tarafından harcandığını açıklamıştır.(S.Panteli, agy, s.388)

CIA YILLIĞI NE YAZIYOR?
            CIA tarafından her yıl, Stanford/California’daki Roover Institute adına yayımlanan “Uluslararası Komünist Meseleler Yıllığı” adlı.kitaplarda, dün­yadaki komünist faaliyetleri ülke ülke incelenmektedir. Kıbrıs’la ilgili bölüm, bu konuda uzman olan Thomas W. Adams tarafından hazırlanmaktadır. Kıbrıs’taki komünist faaliyetleri hakkında birçok makale ve kitap hazırlamış olan, Thomas W. Adams, bakınız 1990 Yıllığı’nda ne yazıyor:
“Eğer Kıbrıs’ın kuzeyi ile güneyi bir gün “Federal Cumhuriyet”te yeniden birleşecek olursa, her iki toplumdaki sol kanat partilerin birleşik oy gücü­nün, bir cumhurbaşkanlığı seçiminde oyların çoğunluğunu sağlayabileceği tah­min edilebilir.”
1991 Yıllığı’nda da şöyle deniyor: “Kıbrıslı Türkler arasında üç tane sol kanat partisi vardır: CTP, TKP ve YKP... Üç sol kanat partisi de, Kıbrıs so­runu için federal bir çözümü savunmakta ve buna ulaşmada, toplumlararası yakınlaşmanın bir araç olduğuna inanmaktadır.

YA KOMÜNİSTLER BİRLEŞİRSE
Türkiye’deki faşist 12 Eylül Cuntasının lideri Kenan Evren’in, 18 Kasım 1983 günü kendisini ziyaret eden ABD Başkanı Reagan’ın özel temsilcisi Rumsfeld’e söyledikleri konuyu iyice açıklamaktadır:              
“Denktaş bir kere bu çıkışı yaptıktan sonra (KKTC’nin ilanı-A.An), bun­dan dönmesi çok zordur. Siz  acaba Kıbrıs Türkleri arasındaki iç durumu bili­yor musunuz? Her gün komünistler kuvvet kazanıyor. Bugün, Meclis’te çoğun­luğa Denktaş, ancak bir farkla sahip bulunuyor. Bu durum devam ettiği tak­dirde, bundan sonra yapılacak ilk seçimde tahminim sol grup, iktidarı ele alacaktır. Rum tarafında zaten komünistler var. Türk tarafında da komünist bir grup var. Bunlar birleştiği takdirde, işte o zaman Akdeniz’de tam Sovyetlerin arzuladığı gibi bir durum meydana gelmiş olur. Acaba Amerikalı dostlarımız bunu mu arzu ediyorlar? Denktaş bağımsızlığını ilan ettikten sonra, Anayasa’nın değiştirilmesi için harekete geçti.” (Milliyet gazetesinde ya­yımlanmış olan Kenan Evren’in anılarının 13. bölümünden aktaran Yeni Düzen, 24 ve 25 Mayıs 1991)                    
               
TAKSİM, ORTAK CEPHEYİ ENGELLİYOR
Görüldüğü gibi, ABD emperyalizmi ile ona bağlı işbirlikçilerinin en büyük korkusu, Rum ve Türk toplumlarına mensup, ilerici görüşe sahip partilerin biraraya gelip, ortak bir cephe oluşturmalarıdır. Yunan ve Türk milliyetçiliklerinin ayrımcı etkilerinden arınmış geniş halk yığınlarının ada sathında hiçbir kısıtlama olmaksızın temas etmesi, ortak düşman olan emperyalizme karşı or­tak eylemlere girişmesi, bir bütün olarak ada halkının ortak refahı için dostluk ve işbirliğini geliştirmesi, işte bu nedenle dış güçlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin kesinlikle karşı çıktıkları bir konu olmaktadır.
1974’de gerçekleştirilen taksim’in sonuçlarını, iki ayrı devlet esasına dayanan bir formülle kalıcılaştırmak isteyen çevrelerin izlemekte olduğu stratejinin ana hedefi, toplumlararası serbest teması önlemektir. Temel insan haklarının herhangi bir kısıtlama olmaksızın, bütün ada sathında ve herkes için uygulanmasını talep eden ve bu uğurda mücadele eden güçler, taksim­ci politikalara kararlı bir şekilde karşı çıktıkları sürece, birleşik, egemen, bağımsız ve toprağı bütün bir Kıbrıs’a giden federal yola daha erken çıka­bileceklerdir.

“İŞBİRLİĞİ YAPARSAK DAVAYI KAYBEDERİZ”
                ABD ve TC Gizli Servisleri ile uyum içinde çalışan Kıbrıs Türk liderliği, 1958’deki kanlı provokasyonlarla başlattıkları Türk-Rum çatışmasını, 1963 Aralık ayında yeniden alevlendirmiş ve Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyeti devletinden kopup ayrılmalarını gerçekleştirmiştir.
Dr.Fazıl Küçük, 10 Mart 1964 tarihinde TC Başbakanı İsmet İnönü’ye gön­derdiği bir mesajda şöyle demekteydi:
“Bilindiği gibi memurlarımız, kendile­rine verilen direktife uyarak, emeklilik hakları dahil maaş, tahsisat ve diğer ücretlerini feda etmiş ve meslekten ihraç durumuna kendilerini bilatereddüt sokmuşlardır... Geri işbirliğine dönme -geçici bir süre için bile olsa- davamızın gaip edilmesine müncer olacağına inanmaktayız. Şimdiye kadar bizi öldürenler, malımızı yakıp yağma edenler ile bir arada yaşayamayız te­zini savunduğumuz malumdur. Bu böyle iken, Rumlarla gene bir arada ve hatta bir dam altında beraberce yaşamağa ve işbirliği yapmağa başladığımız an, te­zimizi temelinden yıkmış olacağımız kanaatindeyiz. Bir araya gelindikten sonra, bilhassa Güvenlik Konseyi’nin kararı muvacehesinde tekrar federasyon şekline bile gidilmesi ihtimal haricinde olacağı bedihidir.”(Rauf R.Denktaş, Arşiv Belgeleri ve Notlarla İlk Altı Ay, Lefkoşa 1992, s.44)

EOKA-B VE CIA İLİŞKİSİ
1967-74 döneminde Yunanistan’daki faşist cuntanın yöneticilerinden Papadopulos ve Yuannidis, CIA ile doğrudan ilişki halinde çalışmaktaydılar ve Kıbrıs’taki adamları ve EOKA-B örgütünün yardımıyla anti-komünizm, enosisçilik ve Makaryos’un ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmaları koordine et­mekteydiler. Kıbrıs’ın bağımsızlığına karşı yürütülmekte olan çeşitli tedhiş hareketlerinin başladığı 1969 ile 1971 yılları arasında, Kıbrıs’taki CIA so­rumlusu olan Eric Neff’in 1974 yılı başında, 15 Temmuz darbecilerinin Cumhur­başkanlığına getirdikleri Nikos Samson ile temas etmiş olması ilginç bir gelişmeydi. Kıbrıs’ta ele geçirilen EOKA-B belgelerine göre, darbeden hemen önce Atina’dan Kıbrıs’a gönderilen CIA paraları günde 6 bin dolardı. ABD’nin Atina’daki Büyükelçisi Tasca ile Yuannidis’in ilişkisini CIA sağlıyordu. Makaryos, darbeden sonra Le Monde gazetesine verdiği bir demeçte, EOKA-B’nin önde gelen bir üyesi adına ABD’de kesilmiş olan 33 bin dolarlık bir çekten söz etmiş ve çek sahibinin bu para transferi hakkında herhangi bir açıklama yapamadığını belirtmişti.(Le Monde’dan aktaran Nea Ellas, 18 Eylül 1974)
22 Haziran 1975 tarihli To Vima gazetesine bir demeç veren Darbeci Albay Yuannidis. “Makar.yos’u ne Amerikalılar, ne de Türkler istiyorlardı” şeklin­de konuşurken, Oriana Falaci ile yaptığı bir söyleşide de “Afrodit Harekatı’nı yaparak, Makaryos’u alaşağı etmesi halinde Türk askeri yetkililerinin herhangi bir tepki göstermeyeceklerine dair onlardan gü­vence aldığını” söylemişti. (aktaran Fileleftheros, 7 Kasım 1974-)

NATO’CU GARANTÖRLER
Amerikan Merkezi İstihbarat Örgütü CIA’ nin Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs’taki yerli işbirlikçileri eliyle planlayıp, uyguladığı 15 Temmuz Darbesi ile onu izleyen 20 Temmuz Türk Müdahalesi ve adanın  %37’lik kuzey toprakla­rının işgali, Amerikan Emperyalizminin Kıbrıs üzerindeki kötü emellerinin birer sonucudur. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünün garantörü olan üç NATO ülkesinden biri olan Yunanistan, Kıbrıs’ın yasal hükümetine karşı faşist bir darbe düzenlerken, ikinci garantör ülke olan Türkiye, Kıbrıs’ın topraklarını işgal ederek, ikiye bölmüş ve kuze­yinde kendine bağımlı bir devletçik oluşturmuş, ada üzerinde 1960’dan beri iki egemen askeri üs bulunduran üçüncü garantör ülke ve eski sömürgecisi İngiltere ise tüm bu olanlara seyirci kalmış, kılını kıpırdatmamıştır.

BM,  KIBRIS CUMHURİYETİ’Nİ ESAS ALIYOR
1968 yılından beri BM gözetiminde sürdürülmekte olan toplumlararası görüşmelerin 1993 yılında vardırıldığı aşamayı, görüşmecilik görevinden is­tifa ettiğini açıklayan Türk görüşmeci Rauf Denktaş şöyle özetlemiştir:
“BM Genel Sekreterliği’nin anlaşmaya 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin esas alma­sı, sıkıntı yaratmıştır. ABD’nin Lefkoşa Büyükelçisi Robert Lamb, “egemen­lik esasına dayanan bir anlaşma yapamazsınız” şeklinde yaklaşımlar getirmiştir. 1960 Cumhuriyetinin varlığını kabul ettiğimiz anda bütün girişimleri­miz, haklarımız, tapularımız (savaş sonucu ele geçirilip, eşe-dosta dağıtı­lan Rum malları için verilen yasadışı tahsis belgeleri, A.An) ortadan kal­kar ve büyük bir siyasi kaos meydana gelir. Bunu kabul edemeyiz... Türk ta­rafı açısından Kıbrıs sorunu çözümlenmiştir. Ancak dünya adada uzlaşma istemektedir. Bunun federasyondan tek yanlı olarak vazgeçmekle yapılmaması gerekir.” (Halkın Sesi, 7 Temmuz 1993)
Denktaş’ın görüşmecilikten çekilme manevrası, BM görüşmelerinde sıkışmasından kaynaklanmaktadır ve geçicidir. 1974’de Türk ordusunun gerçekleştirdiği taksim çözümünü, konfederal bir yapı içinde hukukileştirme çabaları sürdürülmek­tedir. Ne hazindir ki, “nevi şahsına münhasır” Kıbrıs Türk solu, taksime ve onun sonuçlarına karşı, hedefleri belirli, politikası açık bir alterna­tifi henüz sunamamıştır. Çoğu kez de, gerek Denktaş’m, gerekse onun ağababalarının kurdukları tuzaklara düşmektedir. Toplumlararası gerçek temaslara konan yasakları kaldırmak yönünde mücadele vermekte de isteksiz görünmektedir.
Sabah yazarı Çetin Altan bile şöyle yazmaktadır: “Kıbrıs’ta artık dünya bütünleşmesinden kopuk bir Türk inadı, ters durmaktadır. Kıbrıs’ın Rum Komünist Partisi aracılığıyla Sovyet nüfuzu altına girme olasılığı kalmamıştır. O yüzden Türk barikatına da gerek kalmamıştır.” (aktaran Kıbrıs, 1 Ekim 1992)
Çetin Altan, Türk barikatına gerek kalıp kalmadığını bir de Rauf Denktaş’a ve CIA’nin Kıbrıs uzmanlarına sormalıdır. Sosyalist Kıbrıs’a giden yola barikatı koyan onlardır.


(İki bölüm halinde, Yeni Çağ gazetesi, 13 ve 20 Eylül 1993)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder