Kıbrıs sorununun İngiliz-Amerikan emperyalizmi tarafından kışkırtılıp,
yıllarca adanın taksim edilmesi için fırsat kollanması planlarının ardında
yatan ana neden, ada halkını oluşturan Rum ve Türk toplumlarının bir araya gelerek, anti-emperyalist ve ilerici bir cephenin
oluşmasını önlemektir.
Zamanın sömürge yönetimi tarafından Kıbrıs Türk liderliği, onun yeraltı
örgütü “Türk Mukavemet Teşkilatı” ve çalışmaları koordine eden Türkiye’deki
askeri-sivil yetkililere benimsetilen tez “Ya taksim, ya ölüm”dü. Bu bölücü
politikaya karşı duranlar, en acımasız biçimde ya öldürülmüşler, ya da adayı
terke zorlanmışlardı. TMT’nin yaym organı durumundaki Zafer gazetesinin 15 Ekim
1965 tarihli başyazısında açıkça “1958’de solcu Türklerin temizlenmesi harekat”ından
söz edilmesi, bu tedhiş dalgasının kimler tarafından yürütüldüğünü
kanıtlamaktadır.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra da Türk-Rum dostluk ve işbirliğinin
savunuculuğunu yaparak, şöven Kıbrıs Türk liderlisinin komplolarını ortaya
seren, haftalık Cumhuriyet gazetesi’nin iki seçkin avukat yazarı da aynı
planlara karşı çıktıkları için 23 Nisan 1962 akşamı vahşice öldürüldüler.
Türk-Rum dostluğunun simgesi haline gelen iki sendikacı Derviş Ali Kavazoğlu
ile Kostas Mişaulis de, 11 Nisan 1965’de aynı işbirlikçi çevreler tarafından
katledileceklerdi.
Her üç tedhiş, korkutma ve sindirme eyleminde de amaç, adanın taksim edilmesi
planlarının önünde duran demokrat Kıbrıslı Türklerin safdışı
bırakılmasıydı. Ne yazık ki bu amaç gerçekleştirilmiştir.
TAKSİM PLANI
1964’DE AÇIKLANMIŞTI.
18 Nisan 1964 tarihinde zamanın TC Başbakanı İsmet İnönü tarafından açıklanan
gizli belgede, Türkiye’nin taksimci planları açıkça ortaya konmakta ve bu plan
İnönü tarafından Attila Planı olarak nitelendirilmekteydi. (Stavros Panteli, The New History
of Cyprus. London 1984, s.376) 1965 yılında BM
Arabulucusu Galo
Plaza’ya Dr.Küçük tarafından önerilen de
aynı plandı. (Bak. Plaza Raporu, Paragraf 70-75) Zaten bu taksim planı,1964
yılından beri NATO tarafından tartışılmakta olup, Türk ordusunun öngördüğü ile
uyuşmaktaydı. (N. Kadritzke / W.Wagner, Im Fadenkreuz der NATO, Berlin 1976,
s.107)
Kasım 1967’de yapılan Pipinellis-Cyrus Vance görüşmelerinde adanın taksimi
yeniden önerilmişti. Haziran 1971’de Lizbon’da yapılan NATO Dışişleri Bakanları
Toplantısında da Yunanistan ile ABD, Kıbrıs’ı taksim etme kararını almışlardı.
(S.Panteli, agy, s.379)
1973 yılı sonunda Roma’da yapılan ve Yunanistan’dan Averof ile Bitsios’un,
Kıbrıs’tan da Kliridis ile Denktaş’ın katıldığı bir toplantıda konuşan ABD
temsilcisi Cyrus
Vance, Kıbrıs’ta yeni bir bunalım çıkması halinde ABD’nin,
1964 ve 1967’de olduğu gibi davranmayıp, bu kez Türkiye’yi durdurmayacağını söylemişti.
(S.Panteli, agy, s.386) Nitekim 1974 yazında yaşananlarla adanın taksimi
gerçekleştirilmiştir. Eski bir CIA ajanı olan Hefner, Kıbrıs’taki destabilizasyon
çalışmaları için 1973’de 20 milyon, 1974’de de 40 milyon doların CIA
tarafından harcandığını açıklamıştır.(S.Panteli, agy, s.388)
CIA YILLIĞI NE YAZIYOR?
CIA tarafından her yıl, Stanford/California’daki
Roover Institute adına yayımlanan “Uluslararası Komünist Meseleler Yıllığı”
adlı.kitaplarda, dünyadaki komünist faaliyetleri ülke ülke incelenmektedir. Kıbrıs’la
ilgili bölüm, bu konuda uzman olan Thomas W. Adams tarafından hazırlanmaktadır.
Kıbrıs’taki komünist faaliyetleri hakkında birçok makale ve kitap hazırlamış
olan, Thomas W. Adams, bakınız 1990 Yıllığı’nda ne yazıyor:
“Eğer Kıbrıs’ın kuzeyi ile güneyi bir gün “Federal
Cumhuriyet”te yeniden birleşecek olursa, her iki toplumdaki sol kanat
partilerin birleşik oy gücünün, bir cumhurbaşkanlığı seçiminde oyların
çoğunluğunu sağlayabileceği tahmin edilebilir.”
1991 Yıllığı’nda da şöyle deniyor: “Kıbrıslı Türkler
arasında üç tane sol kanat partisi vardır: CTP, TKP ve YKP... Üç sol kanat
partisi de, Kıbrıs sorunu için federal bir çözümü savunmakta ve buna ulaşmada,
toplumlararası yakınlaşmanın bir araç olduğuna inanmaktadır.
YA KOMÜNİSTLER BİRLEŞİRSE
Türkiye’deki faşist 12 Eylül Cuntasının lideri Kenan Evren’in, 18 Kasım 1983 günü kendisini ziyaret
eden ABD Başkanı Reagan’ın özel temsilcisi Rumsfeld’e söyledikleri konuyu iyice
açıklamaktadır:
“Denktaş bir kere bu çıkışı yaptıktan sonra
(KKTC’nin ilanı-A.An), bundan dönmesi çok zordur. Siz acaba Kıbrıs Türkleri arasındaki iç durumu
biliyor musunuz? Her gün komünistler kuvvet kazanıyor. Bugün, Meclis’te çoğunluğa
Denktaş, ancak bir farkla sahip bulunuyor. Bu durum devam ettiği takdirde,
bundan sonra yapılacak ilk seçimde tahminim sol grup, iktidarı ele alacaktır.
Rum tarafında zaten komünistler var. Türk tarafında da komünist bir grup var.
Bunlar birleştiği takdirde, işte o zaman Akdeniz’de tam Sovyetlerin arzuladığı
gibi bir durum meydana gelmiş olur. Acaba Amerikalı dostlarımız bunu mu arzu
ediyorlar? Denktaş bağımsızlığını ilan ettikten sonra, Anayasa’nın
değiştirilmesi için harekete geçti.” (Milliyet gazetesinde yayımlanmış olan
Kenan Evren’in anılarının 13. bölümünden aktaran Yeni Düzen, 24 ve 25 Mayıs 1991)
TAKSİM, ORTAK CEPHEYİ ENGELLİYOR
Görüldüğü gibi, ABD emperyalizmi ile ona bağlı
işbirlikçilerinin en büyük korkusu, Rum ve Türk toplumlarına mensup, ilerici
görüşe sahip partilerin biraraya gelip,
ortak bir cephe oluşturmalarıdır. Yunan ve Türk milliyetçiliklerinin ayrımcı
etkilerinden arınmış geniş halk yığınlarının ada sathında hiçbir kısıtlama
olmaksızın temas etmesi, ortak düşman olan emperyalizme karşı ortak eylemlere
girişmesi, bir bütün olarak ada halkının ortak refahı için dostluk ve işbirliğini
geliştirmesi, işte bu nedenle dış güçlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin
kesinlikle karşı çıktıkları bir konu olmaktadır.
1974’de gerçekleştirilen taksim’in sonuçlarını,
iki ayrı devlet esasına dayanan bir formülle kalıcılaştırmak isteyen çevrelerin
izlemekte olduğu stratejinin ana hedefi, toplumlararası serbest teması
önlemektir. Temel insan haklarının herhangi bir kısıtlama olmaksızın, bütün ada
sathında ve herkes için uygulanmasını talep eden ve bu uğurda mücadele eden
güçler, taksimci politikalara kararlı bir şekilde karşı çıktıkları sürece,
birleşik, egemen, bağımsız ve toprağı bütün bir Kıbrıs’a giden federal yola
daha erken çıkabileceklerdir.
“İŞBİRLİĞİ YAPARSAK DAVAYI KAYBEDERİZ”
ABD ve TC Gizli Servisleri
ile uyum içinde çalışan Kıbrıs Türk liderliği, 1958’deki kanlı provokasyonlarla
başlattıkları Türk-Rum çatışmasını, 1963 Aralık ayında yeniden alevlendirmiş ve
Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyeti devletinden kopup ayrılmalarını
gerçekleştirmiştir.
Dr.Fazıl Küçük, 10 Mart 1964 tarihinde TC Başbakanı İsmet İnönü’ye gönderdiği bir mesajda şöyle
demekteydi:
“Bilindiği gibi memurlarımız, kendilerine verilen direktife uyarak, emeklilik hakları dahil maaş, tahsisat ve diğer ücretlerini feda etmiş ve meslekten ihraç durumuna kendilerini bilatereddüt sokmuşlardır... Geri işbirliğine dönme -geçici bir süre için bile olsa- davamızın gaip edilmesine müncer olacağına
inanmaktayız. Şimdiye kadar bizi öldürenler, malımızı yakıp yağma
edenler ile bir arada yaşayamayız tezini savunduğumuz malumdur. Bu böyle iken, Rumlarla gene bir
arada ve hatta bir dam altında beraberce
yaşamağa ve işbirliği yapmağa başladığımız an, tezimizi temelinden yıkmış olacağımız
kanaatindeyiz. Bir araya gelindikten sonra, bilhassa Güvenlik Konseyi’nin kararı muvacehesinde tekrar federasyon şekline bile gidilmesi ihtimal haricinde olacağı
bedihidir.”(Rauf R.Denktaş, Arşiv Belgeleri ve Notlarla İlk Altı Ay, Lefkoşa 1992, s.44)
EOKA-B VE CIA İLİŞKİSİ
1967-74 döneminde Yunanistan’daki faşist cuntanın yöneticilerinden Papadopulos ve
Yuannidis, CIA ile doğrudan ilişki halinde çalışmaktaydılar ve Kıbrıs’taki adamları ve EOKA-B örgütünün yardımıyla anti-komünizm,
enosisçilik ve Makaryos’un ortadan
kaldırılmasına yönelik çalışmaları koordine
etmekteydiler. Kıbrıs’ın
bağımsızlığına karşı yürütülmekte olan çeşitli tedhiş hareketlerinin başladığı 1969 ile 1971 yılları
arasında, Kıbrıs’taki CIA sorumlusu olan Eric Neff’in 1974 yılı başında,
15 Temmuz darbecilerinin Cumhurbaşkanlığına getirdikleri Nikos Samson
ile temas etmiş olması ilginç bir gelişmeydi. Kıbrıs’ta ele geçirilen EOKA-B belgelerine göre, darbeden hemen önce Atina’dan Kıbrıs’a gönderilen CIA paraları günde 6 bin dolardı. ABD’nin Atina’daki Büyükelçisi Tasca ile Yuannidis’in
ilişkisini CIA sağlıyordu. Makaryos, darbeden sonra Le Monde gazetesine
verdiği bir demeçte, EOKA-B’nin önde gelen bir üyesi adına ABD’de kesilmiş olan 33 bin dolarlık bir çekten söz etmiş ve çek sahibinin bu para transferi
hakkında herhangi bir açıklama yapamadığını belirtmişti.(Le Monde’dan aktaran
Nea Ellas, 18 Eylül 1974)
22 Haziran 1975 tarihli To Vima gazetesine bir
demeç veren Darbeci Albay Yuannidis. “Makar.yos’u ne Amerikalılar, ne de
Türkler istiyorlardı” şeklinde konuşurken, Oriana Falaci ile yaptığı bir
söyleşide de “Afrodit Harekatı’nı yaparak, Makaryos’u alaşağı etmesi halinde Türk askeri yetkililerinin herhangi bir tepki göstermeyeceklerine dair onlardan
güvence aldığını” söylemişti. (aktaran Fileleftheros, 7 Kasım 1974-)
NATO’CU GARANTÖRLER
Amerikan Merkezi İstihbarat Örgütü CIA’ nin
Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs’taki yerli işbirlikçileri eliyle planlayıp,
uyguladığı 15 Temmuz Darbesi ile onu izleyen 20 Temmuz Türk Müdahalesi ve
adanın %37’lik kuzey topraklarının
işgali, Amerikan Emperyalizminin Kıbrıs üzerindeki kötü emellerinin birer
sonucudur. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünün
garantörü olan üç NATO ülkesinden biri olan Yunanistan, Kıbrıs’ın yasal hükümetine
karşı faşist bir darbe düzenlerken, ikinci garantör ülke olan Türkiye, Kıbrıs’ın
topraklarını işgal ederek, ikiye bölmüş ve kuzeyinde kendine bağımlı bir
devletçik oluşturmuş, ada üzerinde 1960’dan beri iki egemen askeri üs
bulunduran üçüncü garantör ülke ve eski sömürgecisi İngiltere ise tüm bu olanlara
seyirci kalmış, kılını kıpırdatmamıştır.
BM, KIBRIS CUMHURİYETİ’Nİ ESAS
ALIYOR
1968 yılından beri BM gözetiminde sürdürülmekte
olan toplumlararası görüşmelerin 1993 yılında vardırıldığı aşamayı, görüşmecilik
görevinden istifa ettiğini açıklayan Türk görüşmeci Rauf Denktaş şöyle
özetlemiştir:
“BM Genel Sekreterliği’nin anlaşmaya 1960 Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin esas alması, sıkıntı yaratmıştır. ABD’nin Lefkoşa Büyükelçisi
Robert Lamb, “egemenlik esasına dayanan bir anlaşma yapamazsınız” şeklinde yaklaşımlar
getirmiştir. 1960 Cumhuriyetinin varlığını kabul ettiğimiz anda bütün
girişimlerimiz, haklarımız, tapularımız (savaş sonucu ele geçirilip, eşe-dosta
dağıtılan Rum malları için verilen
yasadışı tahsis belgeleri, A.An) ortadan kalkar
ve büyük bir siyasi kaos meydana gelir. Bunu kabul edemeyiz... Türk tarafı
açısından Kıbrıs sorunu çözümlenmiştir. Ancak dünya adada uzlaşma istemektedir.
Bunun federasyondan tek yanlı olarak vazgeçmekle yapılmaması gerekir.” (Halkın
Sesi, 7 Temmuz 1993)
Denktaş’ın görüşmecilikten çekilme manevrası, BM
görüşmelerinde sıkışmasından kaynaklanmaktadır ve geçicidir. 1974’de Türk
ordusunun gerçekleştirdiği taksim çözümünü, konfederal bir yapı içinde
hukukileştirme çabaları sürdürülmektedir. Ne hazindir ki, “nevi şahsına
münhasır” Kıbrıs Türk solu, taksime ve onun sonuçlarına karşı, hedefleri
belirli, politikası açık bir alternatifi henüz sunamamıştır. Çoğu kez de,
gerek Denktaş’m, gerekse onun ağababalarının kurdukları tuzaklara düşmektedir. Toplumlararası
gerçek temaslara konan yasakları kaldırmak yönünde mücadele vermekte de
isteksiz görünmektedir.
Sabah yazarı Çetin Altan bile şöyle yazmaktadır: “Kıbrıs’ta
artık dünya bütünleşmesinden kopuk bir Türk inadı, ters durmaktadır. Kıbrıs’ın
Rum Komünist Partisi aracılığıyla Sovyet nüfuzu altına girme olasılığı
kalmamıştır. O yüzden Türk barikatına da gerek kalmamıştır.” (aktaran Kıbrıs, 1
Ekim 1992)
Çetin Altan, Türk barikatına gerek kalıp
kalmadığını bir de Rauf Denktaş’a ve CIA’nin Kıbrıs uzmanlarına sormalıdır.
Sosyalist Kıbrıs’a giden yola barikatı koyan onlardır.
(İki bölüm halinde, Yeni Çağ gazetesi, 13 ve 20 Eylül 1993)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder