27 Şubat 2016 Cumartesi

YENİ KIBRIS DERNEĞİ’NİN “KIBRISLILIK” KONULU TOPLANTISI BÜYÜK İLGİ GÖRDÜ

Yeni Kıbrıs Derneği’nin 8 Nisan 1994 günü akşamı Lefkoşa’nın Rum kesimindeki Mağusa Kapısı Kültür Merkezi’nde düzenlediği ve üç Kıbrıslı Türkün konuşmacı olarak katıldığı toplantının büyük ilgi gördüğü belirtildi.
“Kıbrıslı Türkler açısından Kıbrıslılık” konusunda Ahmet Cavit, Hüseyin Hürdoğanoğlu ve Arif Hasan Tahsin’ in konuşmacı olarak çağrılı olduğu toplantıya rahatsızlığı nedeniyle katılamayan Arif Hasan Tahsin’in yerine Mehmet Kızıldere konuştu.
11 Kıbrıslı Türkün de aralarında bulunduğu 200 kadar kişinin izlediği toplantıyı bir açış konuşmasıyla açan Yeni Kıbrıs Derneği Başkanı Vasos Hacıyorgi, bu tür toplantıları daha sık düzen­lemek için çabalarını artıracaklarını belirtti.

AHMET CAVİT’İN SÖYLEDİKLERİ
İlk konuşmacı olarak söz alan Ahmet Cavit, konuşmasına “Kıbrıslı” teriminin 1927 yılı başında zamanın Kıbrıs Valisi Storrs’un, itibar kırıcı olarak gör­dügü “native” (yerli) kelimesi yerine “Cypriot” (Kıbrıslı) kelimesinin hükümet dairelerindeki resmi işlemlerde kullanılmasını istemesi üzerine Kıbrıs siyaset sahnesine çıktığını söyleyerek başladı. İngiliz valinin esas amacının, o sıralarda Kıbrıs’ta yükselmekte olan Yunan milliyetçiliğini depolitize etmek olduğunu, zamanın İngiltere Sömürgeler Bakanı Amery’nin de Kıbrıs’taki Rum okullarında milliyetçiliğin yayılmasını önlemek için “Kıbrıslı yurtseverlik” konusunun daha çok öğretilmesini istediğini be­lirten Cavit, o yıllarda Yunan bayrağının Kıbrıslı Rumlar tarafından kulla­nılmaması için iki aslanlı sömürge armasından oluşacak bir Kıbrıs bayrağının hazırlanmasının bile önerildiğini söyledi.

KIŞKIRTILAN TÜRK VE YUNAN MİLLİYETÇİLİKLERİ
Ahmet Cavit sözlerini daha sonra şöyle sürdürdü: “1926 yılında kurulmuş olan Kıbrıs Komünist Partisi, bu “Kıbrıs yurtseverliği”ne sahip çıkmış ve siyasal çalışmalarını bu doğrultuda yürütmeye başlamıştı. Ne var ki, Kıbrıs Rum milliyetçilerinin enosis taleplerini bastırmak için Kıbrıslılık” kavramını öne çıkartmak isteyen İngiliz sömürgecileri, bunun güçlenmekte olan KKP’nin de desteğini kazanarak, adanın emperyalizmin ve sömürgeciliğin boyunduruğun­dan kurtarılarak, bir bağımsızlık hareketine dönüşebileceği endişesine kapılmış   ve Kıbrıslılık görüşünü teşvik etmekten derhal vazgeçmişlerdir. Bunun yerine Kıbrıs’ta Yunan ve Türk milliyetçiliklerinin, Yunan ve Türk konsolos­lar aracılığıyla körüklenip, boy atmasına güya seyirci kalan İngiliz yöneti­ciler, bir yandan KKP üzerine 1933 yılında yasak koyarken, öte yandan da olası bir Türk-Rum ortak cephesinin milliyetçiliklerin çatıştığı bir ortamda yeşermemesi için ellerinden gelen çabayı göstermişlerdir.

İLK ÖNCÜLER: CUMHURİYET GAZETESİ YAZARLARI
Cavit, 1959’de EOKA’nın tedhişe başlaması ardından 1958’de çeşitli provo­kasyonlarla İngilizlerin Türk-Rum çatışmasını başlattıklarına değinerek, Kıb­rıs Türk toplumu içinde Kıbrıslılık düşüncesinin ilk defa siyasal olarak Cumhuriyet gazetesi tarafından gündeme getirildiğini belirtti ve şu alıntıyı verdi: “Kıbrıs’ın istiklâliyeti, herhangi bir millete veya devlete ilhak edilmesi değil, Kıbrıs’ın Kıbrıslılar tarafından idare edilmesi demektir.”
Ahmet Cavit konuşmasının son bölümünde de, 1974 sonrası Kıbrıs Türk toplumundaki kimlik arayışı, Kıbrıslılık bilincinin Yeni Kıbrıs Derneği’nin çalışmalarıyla gelişen boyutları ve günümüzdeki gerekliligi üzerinde durdu.

HÜRDOĞANOĞLU: “KIBRISLI KİMLİĞİ ORTAKTIR”
İkinci konuşmacı olarak Hüseyin Hürdoğanoğlu özetle şu görüşleri dile ge­tirdi: “Kıbrıs’ta yaşayan Türklerle Rumların “Kıbrıslı” kimliği ortaktır. Her iki toplum da aynı toprakları paylaştıkları bu anavatanda, yaşam tarzı, yeyip içtikleri, davranışları açısından birbirlerine benzemektedirler. Kıb­rıs dışında olduklarında, örneğin İngiltere’de yine birbirlerini bulup, bir araya gelirler, kimliklerini birlikte korumaya çalışırlar. Ama Kıbrıs’ta, kendi ülkemizde biraraya gelemiyoruz. Nedeni yine bizleriz. Susturulduk, yok edil­meye çalışılıyoruz, sesimizi dünyaya duyuramıyoruz, ya da bu ses çok cılız kalıyor. Anavatanlarımızdan kurtulup, sesimizi özgür insanlar olarak duyurmalıyız. Güven artırıcı önlemlerin uygulanması ilk adımı oluşturacaktır. Sade­ce dış dinamiklere bağlı olmayalım. Birlikte daha çok etkinlikler, eylemler düzenleyelim.” 

KIZILDERE: “GELİN KIBRISLI OLALIM”
            Son olarak söz alan Mehmet Kızıldere,”Kıbrıs’taki sorunların yaşanmaya başladığı bir dönemin çocuklarıyız” diye sözlerine başlayarak, yaşlılardan öğrenilen Kıbrıslıların ortak yaşamının bugün hayâl olduğunu, Kıbrıslıların birbirlerine karşı sürekli olarak kışkırtıldıklarını, kendi Kıbrıslılıklarını unutup, emperyalizmin aracı haline geldiklerini ve 1950’lerde başlayan ay­rılıkların bugünkü kan ve gözyaşıyla anılan durumu oluşturduğunu söyledi. Kızıldere sözlerini şöyle sürdürdü:
“Neyi paylaşamıyoruz? Bu ülkede her iki toplum da yaşamak zorundadır ve hepimize yetmektedir. Ortak yaşamlarımızı, ortak kültür değerlerimizi yeniden birleştirmeliyiz. Bu ise egemen güçler arasındaki görüşmelerle olamaz. Sıradan insanlar, ortak zeminlerde buluşmalıdır. Gelin hep birlikte bu zincirleri kıralım. Gelin Kıbrıslı olalım. Ulusal değerlerimizi koruyarak, Kıbrıs kültürünü ön planda tutalım. Ben, böyle yaparsak başaracağımıza inanıyorsun.” 

GONİS: “İZLEYENLERİN KATKISI İÇİN ZEMİN HAZIR”
Üç konuğun konuşmasından sonra, toplantıyı yöneten Takis Gonis şu değerlendirmeyi yaptı: “Tarihsel sürece ve 1960 sonrasına değinen ilk konuşmadan sonra Kıbrıslılık üzerinde odaklaşan yurtsever çağrılar dinledik. Kıbrıslıların ortak savaşımının belirlenmesinde ve hatta bizi bağlayan zincirlerin ne olduğunun belirlenip kırılmasında, bu gibi etkinlikler yardımcı olacaktır. Geçmişteki hatalar ve tanklarla gelen duruma karşı neler yapabileceğimiz böylece belki ortaya çıkacaktır. Tartışma zemini ortaya konmuştur, özellikle Yeni Kıbrıs Derneği ve konuşmacıların fikirleriyle uyuşmayanların sorularını bekliyoruz.”
İlk soru “İşçi Demokrasisi” adlı dergiden geldi: Kıbrıslı bir Türk olsaydım, ben de konuşmacılar gibi düşünecektim. Ancak Kıbrıs’taki işgal olayı hakkında onlardan hiçbir şey dinlemedim. Biz Kıbrıslılar işgal nedeniy le birbirimize “günaydın” bile diyemiyoruz. Niçin işgalden söz edilmedi?”
Ahmet Cavit’in bu soruya verdiği yanıt özetle şöyleydi: “Toplantının ana konusu bu olmadığı için bu konuya değinilmemiştir. Kaldı ki buna “işgal” diyenler olduğu gibi, “müdahale” diyenler de vardır. Farklı değerlendirmelere rağmen, bu esas durumu değiştirmez. Bu tür buluşmalarda ortak hareket nokta­larının saptanması önde gelmelidir. İstenirse o konuda da konuşabiliriz.”

JARTİDİS’İN SORUSU
Andreas Jartidis’in “Kıbrıslı Rumlar arasında Kıbrıslı Türklere karşı güvensizlik var ve buna karşı mücadele etmek gerekiyor. Aynı güvensizlik Kıbrıslı Türkler için de geçerli mi? Güven artırıcı önlemler bu güvensizliği gidermeye yöneliktir. Acaba Kıbrıslı Türkler arasında Rumlara karşı güvensizliğin yaygınlık derecesi ne kadardır?” şeklindeki soru­suna Hürdoğanoğlu şu yanıtı verdi:
“Evet güvensizlik vardır ve bunun nedeni Kıbrıslı Rumların yaptıkları şovenist etkinliklerdir, örneğin Yunan bayrağı yerine Kıbrıs bayrağı kullanılmadığı sürece bu güvensizlik sürecektir.”

SOFRONİYU: “KIBRISLILARI BİRLEŞTİREN UNSURLARI BULMALIYIZ”
            Sofronis Sofroniyu söz alarak şu değerlendirmeyi yaptı: “Bu akşam ilginç konuşmalar işittik. Konuşmacıların içtenlik ve cesaretlerini takdirle karşı­lıyorum. Konu, zor bir konudur. Burada milliyetçilikten ziyade şovenizm söz konusudur. Devlet ile ulus arasında ayrım yapılmalıdır. Kıbrıs’ta bir devlet, ama iki ulus vardır. Kıbrıslı Türk ve Rumlar kendi kültürlerini bırakamazlar, bunu zaten söylediler. Bu kültürleri birleştirerek, Kıbrıs devletini destek­lemeliyiz. Kıbrıslıları birleştiren unsurları bulmalıyız. Ancak Kıbrıs’ta ulusal bir kimlik yaratmak zordur. Kıbrıs devletinin sembollerini yaratarak onları sevmeliyiz. Ama bunlar, ulusal sembollerin yerini alamazlar, Kıbrıslılık, bir ulusal kimlik oluşturmak anlamında değil de, ortak noktalar bulma olarak anlaşılmalıdır. Kıbrıs’ta ve dünyada milliyetçilikler oldukça güçlü olduğundan, karşılıklı saygı esasına göre, uygar bir düzeyde ortak noktalarımızı ön plana çıkarmalıyız.”
Bir başka soru şu şekilde soruldu: “Kıbrıs bayrağını biz sınırlı da olsa kullanıyoruz, hükümet dairelerinde, bazı etkinliklerde vb. Siz niçin kullan­mıyorsunuz? 1974’deki darbede biz 70’den fazla şehit verdik. Siz ne yaptınız işgale karşı? Bu noktada uyuşmazsak, nasıl çıkış yolu bulabiliriz? Ben yakınlaşmadan yana biriyim.”

“ŞEHİT SAYISINI KIYASLAMAYA GEREK YOK”
A.Cavit, verdiği yanıtta Kıbrıslı Türklerin 1958’de, 1962’de ve 1965’de Türklerle Rumların birlikte mücadelesi yolunda şehitler verdiğinin unutulmaması gerektiğini vurgulayarak, Kıbrıs Türk liderliğinin politikalarına muhalif olan binlerce kişinin haksızlığa uğrayıp acı çektiğini, burada şehit sayısı kıyaslanmasına gerek olmadığını vurguladı. Bayrakla ilgili olarak da, Olimpiyad’larda bir Kıbrıslı Türkün kazanması halinde Kıbrıs karmasının Yunan marş ve bayra­ğı kullanacağının belli olduğu ve bunun kabul edilemez olduğunu ifade etti.

ŞOVENİZMİN ETKİSİNDE KALMIŞ GENCİN GÖRÜŞLERİ
Genç kuşaktan birinin sorduğu soru söyleydi: “Kıbrıs’ı işgal edenler, yerleşiklerle birlikte ev ve tarlalarımızı kullanıyorlar, çalıntı malları satı­yorlar. Elen olduğumu söylemem milliyetçilik mi? Okullarda ortak tarihin öğ­retilmesinden söz edildi. Hangi tarihi öğreteceksiniz? Ben Yunan ve dünya tarihini öğrendim. Yeni Kıbrıslıların tarihini öğrenmedim. Evet işbirliği yapalım, ama %18’lik azınlık, çoğunluğa uymalıdır. Kıbrıslı Türkler sayılarına göre fazla haklar aldılar. Sorum şudur: Türk askerlerinin gitmesini istiyor musunuz? İşgal altında bir Kıbrıs’ta nasıl işbirliğinden söz edilebilir? İstediğiniz haklar nedir? Denktaş ve TMT’den söz edildi. Kıbrıslı Rumlar bunlara mı hak tanımalı?”

BİRLİKTE MÜCADELE ZORUNLU
Verilen yanıtta da, Kıbrıs’ta 300 yıldan fazla süren Osmanlı döneminde Rumlarla Türklerin birlikte mücadele verdikleri zaman başarıya ulaştıkları, onlarca isyan olayının unutulmaması gerektiği, son 30 yılın Kıbrıs tarihinde küçük bir kesit olduğu ve Kıbrıslı Türklerin dışlanmasıyla verilecek bir kavgadan sonuç alınmasının hayal olduğu vurgulandı.
Themos Dimitriu ise aynı konuda şunları söyledi:
“Toplantı yerinin dışında bu akşam şovenistlerin sessiz gösteri yapmış olmaları üzerine bir açıklama yapmak istiyorum. Son dönemde Yunan bayraklarının sayısı çoğalmaktadır. Bu milliyetçilik akımı, gelişmekte olup, bizi kan dökülecek bir çatışmaya götürmektedir. Bu akşamki etkinliğin, tekrar kan dökülmesine fırsat vermek istemeyen­lerin birleşmesine yardımcı olmasını diliyorum. Kıbrıs tarihinde sayısı az olan bu tür grupların bize engel olmasına karsı çıkalım. Sağın iktidara gelme­si ardından girilen bu ortamdan çıkış, bütün solun birleşip mücadele vermesi ile mümkündür. Yoksa eski noktaya, taksimin süreklileşip, ikili enosise vara­cağı bir yere gideceğiz.”  
        
“SESSİZ ÇOĞUNLUK BASKI ALTINDADIR”
Maria Mihailidu’nun sorusu şöyleydi: “Bu tür etkinlikleri daha sık yapma­lısınız. Poli Hırsofu’daki Türkler ayrılmak istemiyorlar, ağlıyorlardı. Sizin gibi cesareti olanlar, aynı düşünenler, ortak mücadele için yaşamak isteyen­lerin oranı kaçtır?”
Mehmet Kızıldere, daha önce de söz edildiği gibi Kıbrıs Türk toplumu için­deki demokratik oluşumların çok geç başladığını ve liderliğin Kıbrıs sorununu gerekçe göstererek, halkı baskı altında tuttuğunu söyledi. 1974’den sonra da resmi görüş dışında olanların baskı altında tutulduklarını, devlet aygıtının bütün iletişim aygıtlarıyla kitleleri depolitize ettiğini ve her yönden bağımlı bir toplum oluştuğunu hatırlatarak, bu şartlar altında kendisi gibi düşünenlerin ne kadar olabileceğinin tahmin edilebileceğini belirtti.
Ahmet Cavit de, her iki tarafta da sayıları %5 olan fanatik bir azınlığın etkili olduğunu ve onların sessiz çoğunluğu etkileyebilmesinin Kıbrıs’ın bir trajedisi olduğunu, bunun değiştirilmesi gerektiğini vurgulayarak, bunun da bir Kıbrıslılık özelliği olduğunu söyledi.  Kızıldere, büyük çoğunluğun desteklese bile geri planda kalmayı yeğlediğini ekledi.

SORUMLULUK YANLIŞ EĞİTİMDE
Genç kuşaktan olan soru sahibine yanıt vermek üzere söz alan Hristina Valanidu, herkesin ulusal kökenini savunma hakkı olduğunu, ama Kıbrıslı Rumla­rın ortak siyasal değerler oluşturmamasından sorumlu olanın, yanlış bir eğitim görül­mesinden kaynaklandığını vurguladı. Kıbrıs Türkleri ile geçmişte birlikte ya­şandığı, onların da kültür-sanatta yaratıcı oldukları, bizden daha çok mücadeleci oldukları ne yazık ki bilinmez, çünkü kitle iletişim araçları ve ki­taplar bunlardan hiç söz etmemektedir. Dışarıda gösteri yapanlar, araştırır­larsa, kendi benzerlerinin Türk tarafında da olduğunu göreceklerdir.”
Hristos İlyadis’in değerlendirmesinde ise şu hususlar vardı: “Bugün bir Kıbrıs ulusu yaratmak imkansızdır. Türkler ve Rumlar bu adada eskiden olduğu gibi yine birlikte yaşamak istiyorlar mı, asker ve süngü olmadan? Genç arka­daş gibi ben de Türklerle birlikte yaşamadım. Ama Kıbrıs sorununun tarihin­den habersizdir. İstila ve işgal, 1971’de Lizbon’da yapılan NATO toplantısın­da Yunan ve Türk hükümetleri tarafından onaylanmıştı. Bunu size okullarda söylemeyeceklerdir. O nedenle geçmiş tarihimizi derinliğine araştırıp bize yüzeysel olarak söylenenlerin gerisinde olanları bulmalı, öğrenmeliyiz.”
İkinci kez ve bu defa görüş belirtmek üzere söz alan A. Jartidis şöyle de­di:
“Yeni Kıbrıs Derneği’ne bu güzel ve cesaretli etkinlikten dolayı teşekkür ederim. Üye olmadığım halde, program ve ilkeleriyle uyuşmaktayım, beni üye kabul etmelerini rica ederim. Konusmacı Kıbrıslı Türkleri de yaptıkları ko­nuşmalar ve cesaretleri için teşekkür ederim. Gene arkadaşa tarih tam olarak öğretilmemiştir. Kıbrıslı Türklerin de Kıbrıslı Rumlara karşı güvensizlikleri vardır.  Bu, sadece Kıbrıslı Rumlardan nefret etmeyi öğrendiklerinden değildir. Son 30 yıl içinde çok sayıda Kıbrıslı Türk, Rum canavarlarca öldürülmüştür. Mehmet Kızıldere, yüzlerce Kıbrıslı Türkün 1950’li, 1960’lı yıllarda evlerinden götürülüp kaybolduklarından söz etti. Kıbrıslı Rumlarda da güvensizlik vardır Türklere karşı. Neden? Çünkü okullarda sadece Türklerden nefret edil­mesi öğretilmiyor. Yüzlerce Kıbrıslı Rum da Türk canavarlığının kurbanı olmuştur. Yeni Kıbrıs Derneği’nin yaptığı bu toplantı, bunların tekrarlanmaması için yapılmaktadır. Ahmet arkadaş, tarihsel sürece değinen konuşmasında, Rum­ların milliyetçiliğinin sömürge yönetimi tarafından körüklendiğinden söz etti. Doğrusu şöyledir: İngilizlerin bize baskı yapması sonucu, bir tepki olarak milliyetçilik yükselmiştir. Enosis isteyelim diye bizi kışkırtmamışlardır. Kıbrıs Türk milliyetçiliğinin kaynaklandığı birinci etken, Rumların Türk nü­fusa karşı davranışlarıydı. 1930’li, 30’lu yıllarda Kıbrıslı Türklere 2. sı­nıf vatandaş olarak bakıyorduk. Sizlerden çoğu bu dönemleri belki de yaşamamıştır. Kıbrıslı Türkler, yorgancı, şamişici ve kuyuculardı. Lefkoşa Belediye Meclisi zabıtlarına bakılırsa, Kıbrıslı Rum üyelerin Türk üyelere hakaret ettiği durumlar görülecektir. Örneğin zamanın Lefkoşa Belediye Başkanı Dervis, Kıbrıslı Türklere “bello turko” deyip onları küçümsemekteydi. Bu şartlarda Kıbrıs Türk milliyetçiliği gelişmiştir. 2. etken, Ahmet’in de söylediği gibi, Kıbrıslı Tiirklerin milliyetçiliğinin İngiliz yönetimi tarafından Rum milliyetçilerine karşı kışkırtılmasıdır.   
Genç Rum arkadaşın buraya gelip görüşlerini söyleme cesareti olumludur. Ama olumsuz olan yan, genç olması ve yanlış bilgilenmiş olması nedeniyle yanlış yola sürüklenebilmesidir. Ona, doğruları öğrenmesini öneriyorum.”

“GEÇMİŞ TARİHİMİZİ ÖĞRENMELİYİZ”
“İşçi Demokrasisi” grubundan bir kişi söz alarak, toplantı yeri önünde gös­teri yapanları eleştirdi ve şöyle dedi:
“Bunların sloganı ‘iyi Türk, ölü Tü­rktür’ şeklindedir. Bunların aşırı sağ terör eğilimleri, faşizm sınırlarına varmaktadır. Bu insanlarla paylaşacağımız hiçbir demokrasi yoktur. Amaçları eskiden yaptıkları gibi, demokrasiyi yok etmektir. Şovenizme karşı olan Rumlar, bunlara karşı harekete geçmelidir. Geçmiş tarihimizi öğrenmeliyiz ki şovenizme karşı mücadelede bize ışık tutsun.

BASININ ROLÜ
Son olarak söz alan öğretmen Kleopatra Bayada, genç öğrencinin söyledikle­rinden bir eğitimci olarak kendisini sorumlu hissettiğini söyledi ve ders ki­taplarındaki eksikliklerin giderilmesini istedi. Örnek olarak da Rum Eğitim Bakanlığı’nın dağıttığı takvimde ödül almış Kıbrıslı bir Türk sanatçının da yer aldığını, ama isminden söz edilmediğini, basında bile bu ödülü alan sanatçıdan pek söz edilmediğini belirtti.
Ahmet Cavit, Kıbrıs’ta kitle iletişim araçlarının rolünün çok belirleyici olduğunu belirterek, bu toplantıdan ertesi gün söz edecek olan basının, sade­ce kapıdaki eylemi öne çıkaracağını ve içeride dile getirilen görüşlerden pek söz etmeyeceğini vurguladı. Bu tür toplantıların daha sık yapılması dileğini de belirten Cavit, ortak yayın çıkarılmasını da önerdi.
Kapanış konuşmasını yapan Takis Gonis ise özetle şunları söyledi:
“Konuşma­cıların da bizim gibi ülkelerini sevdiklerini gördük. Bu gibi etkinlikleri daha çok sayıda ve daha büyük katılımlarla gerçekleştirebilirsek, Kıbrıs hal­kını ortak bir mücadele hedefinde, dış etken ve müdahalelere karşı birleştirebilirsek, refah, ilerleme ve barış yolunda mesafe katedebileceğiz.”


(imzasız olarak haftalık Yeni Çağ gazetesinin 18 ve 25 Nisan 1994 tarihli sayılarında yayımlandı.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder