Yeni Kıbrıs Derneği’nin 8 Nisan 1994 günü akşamı Lefkoşa’nın Rum
kesimindeki Mağusa Kapısı Kültür Merkezi’nde düzenlediği ve üç Kıbrıslı Türkün
konuşmacı olarak katıldığı toplantının büyük ilgi gördüğü belirtildi.
“Kıbrıslı Türkler açısından Kıbrıslılık” konusunda Ahmet Cavit, Hüseyin
Hürdoğanoğlu ve Arif Hasan Tahsin’ in konuşmacı olarak çağrılı olduğu
toplantıya rahatsızlığı nedeniyle katılamayan Arif Hasan Tahsin’in yerine
Mehmet Kızıldere konuştu.
11 Kıbrıslı Türkün de aralarında bulunduğu 200 kadar kişinin izlediği
toplantıyı bir açış konuşmasıyla açan Yeni Kıbrıs Derneği Başkanı Vasos
Hacıyorgi, bu tür toplantıları daha sık düzenlemek için çabalarını
artıracaklarını belirtti.
AHMET CAVİT’İN
SÖYLEDİKLERİ
İlk konuşmacı olarak söz alan Ahmet Cavit, konuşmasına “Kıbrıslı” teriminin
1927 yılı başında zamanın Kıbrıs Valisi Storrs’un, itibar kırıcı olarak gördügü
“native” (yerli) kelimesi yerine “Cypriot” (Kıbrıslı) kelimesinin hükümet dairelerindeki
resmi işlemlerde kullanılmasını istemesi üzerine Kıbrıs siyaset sahnesine
çıktığını söyleyerek başladı. İngiliz valinin esas amacının, o sıralarda Kıbrıs’ta
yükselmekte olan Yunan milliyetçiliğini depolitize etmek olduğunu, zamanın
İngiltere Sömürgeler Bakanı Amery’nin de Kıbrıs’taki Rum okullarında
milliyetçiliğin yayılmasını önlemek için “Kıbrıslı yurtseverlik” konusunun daha
çok öğretilmesini istediğini belirten Cavit, o yıllarda Yunan bayrağının
Kıbrıslı Rumlar tarafından kullanılmaması için iki aslanlı sömürge armasından
oluşacak bir Kıbrıs bayrağının hazırlanmasının bile önerildiğini söyledi.
KIŞKIRTILAN TÜRK
VE YUNAN MİLLİYETÇİLİKLERİ
Ahmet Cavit sözlerini daha sonra şöyle sürdürdü: “1926 yılında kurulmuş
olan Kıbrıs Komünist Partisi, bu “Kıbrıs yurtseverliği”ne sahip çıkmış ve siyasal
çalışmalarını bu doğrultuda yürütmeye başlamıştı. Ne var ki, Kıbrıs Rum
milliyetçilerinin enosis taleplerini bastırmak için “Kıbrıslılık” kavramını
öne çıkartmak isteyen İngiliz sömürgecileri, bunun güçlenmekte olan KKP’nin de
desteğini kazanarak, adanın emperyalizmin ve sömürgeciliğin boyunduruğundan
kurtarılarak, bir bağımsızlık hareketine dönüşebileceği endişesine kapılmış ve Kıbrıslılık görüşünü teşvik etmekten
derhal vazgeçmişlerdir. Bunun yerine Kıbrıs’ta Yunan ve Türk
milliyetçiliklerinin, Yunan ve Türk konsoloslar aracılığıyla körüklenip, boy
atmasına güya seyirci kalan İngiliz yöneticiler, bir yandan KKP üzerine 1933
yılında yasak koyarken, öte yandan da olası bir Türk-Rum ortak cephesinin
milliyetçiliklerin çatıştığı bir ortamda yeşermemesi için ellerinden gelen
çabayı göstermişlerdir.
İLK ÖNCÜLER:
CUMHURİYET GAZETESİ YAZARLARI
Cavit, 1959’de EOKA’nın tedhişe başlaması ardından 1958’de çeşitli provokasyonlarla
İngilizlerin Türk-Rum çatışmasını başlattıklarına değinerek, Kıbrıs Türk
toplumu içinde Kıbrıslılık düşüncesinin ilk defa siyasal olarak Cumhuriyet
gazetesi tarafından gündeme getirildiğini belirtti ve şu alıntıyı verdi: “Kıbrıs’ın
istiklâliyeti, herhangi bir millete veya devlete ilhak edilmesi değil, Kıbrıs’ın
Kıbrıslılar tarafından idare edilmesi demektir.”
Ahmet Cavit konuşmasının son bölümünde de, 1974 sonrası Kıbrıs Türk
toplumundaki kimlik arayışı, Kıbrıslılık bilincinin Yeni Kıbrıs Derneği’nin
çalışmalarıyla gelişen boyutları ve günümüzdeki gerekliligi üzerinde durdu.
HÜRDOĞANOĞLU: “KIBRISLI
KİMLİĞİ ORTAKTIR”
İkinci konuşmacı olarak Hüseyin Hürdoğanoğlu özetle şu görüşleri dile getirdi:
“Kıbrıs’ta yaşayan Türklerle Rumların “Kıbrıslı” kimliği ortaktır. Her iki
toplum da aynı toprakları paylaştıkları bu anavatanda, yaşam tarzı, yeyip
içtikleri, davranışları açısından birbirlerine benzemektedirler. Kıbrıs
dışında olduklarında, örneğin İngiltere’de yine birbirlerini bulup, bir araya
gelirler, kimliklerini birlikte korumaya çalışırlar. Ama Kıbrıs’ta, kendi
ülkemizde biraraya gelemiyoruz. Nedeni yine bizleriz. Susturulduk, yok edilmeye
çalışılıyoruz, sesimizi dünyaya duyuramıyoruz, ya da bu ses çok cılız kalıyor.
Anavatanlarımızdan kurtulup, sesimizi özgür insanlar olarak duyurmalıyız. Güven
artırıcı önlemlerin uygulanması ilk adımı oluşturacaktır. Sadece dış
dinamiklere bağlı olmayalım. Birlikte daha çok etkinlikler, eylemler
düzenleyelim.”
KIZILDERE: “GELİN
KIBRISLI OLALIM”
Son olarak söz alan Mehmet
Kızıldere,”Kıbrıs’taki sorunların yaşanmaya başladığı bir dönemin çocuklarıyız”
diye sözlerine başlayarak, yaşlılardan öğrenilen Kıbrıslıların ortak yaşamının
bugün hayâl olduğunu, Kıbrıslıların birbirlerine karşı sürekli olarak kışkırtıldıklarını,
kendi Kıbrıslılıklarını unutup, emperyalizmin aracı haline geldiklerini ve 1950’lerde
başlayan ayrılıkların bugünkü kan ve gözyaşıyla anılan durumu oluşturduğunu
söyledi. Kızıldere sözlerini şöyle sürdürdü:
“Neyi paylaşamıyoruz? Bu ülkede her iki toplum da yaşamak zorundadır ve
hepimize yetmektedir. Ortak yaşamlarımızı, ortak kültür değerlerimizi yeniden
birleştirmeliyiz. Bu ise egemen güçler arasındaki görüşmelerle olamaz. Sıradan
insanlar, ortak zeminlerde buluşmalıdır. Gelin hep birlikte bu zincirleri
kıralım. Gelin Kıbrıslı olalım. Ulusal değerlerimizi koruyarak, Kıbrıs
kültürünü ön planda tutalım. Ben, böyle yaparsak başaracağımıza inanıyorsun.”
GONİS: “İZLEYENLERİN
KATKISI İÇİN ZEMİN HAZIR”
Üç konuğun konuşmasından sonra, toplantıyı yöneten Takis Gonis şu değerlendirmeyi
yaptı: “Tarihsel sürece ve 1960 sonrasına değinen ilk konuşmadan sonra
Kıbrıslılık üzerinde odaklaşan yurtsever çağrılar dinledik. Kıbrıslıların ortak
savaşımının belirlenmesinde ve hatta bizi bağlayan zincirlerin ne olduğunun belirlenip
kırılmasında, bu gibi etkinlikler yardımcı olacaktır. Geçmişteki hatalar ve
tanklarla gelen duruma karşı neler yapabileceğimiz böylece belki ortaya çıkacaktır.
Tartışma zemini ortaya konmuştur, özellikle Yeni Kıbrıs Derneği ve
konuşmacıların fikirleriyle uyuşmayanların sorularını bekliyoruz.”
İlk soru “İşçi Demokrasisi” adlı dergiden geldi: Kıbrıslı bir Türk
olsaydım, ben de konuşmacılar gibi düşünecektim. Ancak Kıbrıs’taki işgal olayı
hakkında onlardan hiçbir şey dinlemedim. Biz Kıbrıslılar işgal nedeniy le
birbirimize “günaydın” bile diyemiyoruz. Niçin işgalden söz edilmedi?”
Ahmet Cavit’in bu soruya verdiği yanıt özetle şöyleydi: “Toplantının ana
konusu bu olmadığı için bu konuya değinilmemiştir. Kaldı ki buna “işgal” diyenler
olduğu gibi, “müdahale” diyenler de vardır. Farklı değerlendirmelere rağmen, bu
esas durumu değiştirmez. Bu tür buluşmalarda ortak hareket noktalarının
saptanması önde gelmelidir. İstenirse o konuda da konuşabiliriz.”
JARTİDİS’İN
SORUSU
Andreas Jartidis’in “Kıbrıslı Rumlar arasında Kıbrıslı Türklere karşı güvensizlik
var ve buna karşı mücadele etmek gerekiyor. Aynı güvensizlik Kıbrıslı Türkler
için de geçerli mi? Güven artırıcı önlemler bu güvensizliği gidermeye
yöneliktir. Acaba Kıbrıslı Türkler arasında Rumlara karşı güvensizliğin
yaygınlık derecesi ne kadardır?” şeklindeki sorusuna Hürdoğanoğlu şu yanıtı
verdi:
“Evet güvensizlik vardır ve bunun nedeni Kıbrıslı Rumların yaptıkları
şovenist etkinliklerdir, örneğin Yunan bayrağı yerine Kıbrıs bayrağı
kullanılmadığı sürece bu güvensizlik sürecektir.”
SOFRONİYU: “KIBRISLILARI
BİRLEŞTİREN UNSURLARI BULMALIYIZ”
Sofronis Sofroniyu söz alarak şu
değerlendirmeyi yaptı: “Bu akşam ilginç konuşmalar işittik. Konuşmacıların
içtenlik ve cesaretlerini takdirle karşılıyorum. Konu, zor bir konudur. Burada
milliyetçilikten ziyade şovenizm söz konusudur. Devlet ile ulus arasında ayrım
yapılmalıdır. Kıbrıs’ta bir devlet, ama iki ulus vardır. Kıbrıslı Türk ve
Rumlar kendi kültürlerini bırakamazlar, bunu zaten söylediler. Bu kültürleri
birleştirerek, Kıbrıs devletini desteklemeliyiz. Kıbrıslıları birleştiren
unsurları bulmalıyız. Ancak Kıbrıs’ta ulusal bir kimlik yaratmak zordur. Kıbrıs
devletinin sembollerini yaratarak onları sevmeliyiz. Ama bunlar, ulusal sembollerin
yerini alamazlar, Kıbrıslılık, bir ulusal kimlik oluşturmak anlamında değil de,
ortak noktalar bulma olarak anlaşılmalıdır. Kıbrıs’ta ve dünyada
milliyetçilikler oldukça güçlü olduğundan, karşılıklı saygı esasına göre, uygar
bir düzeyde ortak noktalarımızı ön plana çıkarmalıyız.”
Bir başka soru şu şekilde soruldu: “Kıbrıs bayrağını biz sınırlı da olsa
kullanıyoruz, hükümet dairelerinde, bazı etkinliklerde vb. Siz niçin kullanmıyorsunuz?
1974’deki darbede biz 70’den fazla şehit verdik. Siz ne yaptınız işgale karşı?
Bu noktada uyuşmazsak, nasıl çıkış yolu bulabiliriz? Ben yakınlaşmadan yana
biriyim.”
“ŞEHİT SAYISINI
KIYASLAMAYA GEREK YOK”
A.Cavit, verdiği yanıtta Kıbrıslı Türklerin 1958’de, 1962’de ve 1965’de
Türklerle Rumların birlikte mücadelesi yolunda şehitler verdiğinin unutulmaması
gerektiğini vurgulayarak, Kıbrıs Türk liderliğinin politikalarına muhalif olan binlerce
kişinin haksızlığa uğrayıp acı çektiğini, burada şehit sayısı kıyaslanmasına
gerek olmadığını vurguladı. Bayrakla ilgili olarak da, Olimpiyad’larda bir
Kıbrıslı Türkün kazanması halinde Kıbrıs karmasının Yunan marş ve bayrağı
kullanacağının belli olduğu ve bunun kabul edilemez olduğunu ifade etti.
ŞOVENİZMİN
ETKİSİNDE KALMIŞ GENCİN GÖRÜŞLERİ
Genç kuşaktan birinin sorduğu soru söyleydi: “Kıbrıs’ı işgal edenler,
yerleşiklerle birlikte ev ve tarlalarımızı kullanıyorlar, çalıntı malları satıyorlar.
Elen olduğumu söylemem milliyetçilik mi? Okullarda ortak tarihin öğretilmesinden
söz edildi. Hangi tarihi öğreteceksiniz? Ben Yunan ve dünya tarihini öğrendim.
Yeni Kıbrıslıların tarihini öğrenmedim. Evet işbirliği yapalım, ama %18’lik
azınlık, çoğunluğa uymalıdır. Kıbrıslı Türkler sayılarına göre fazla haklar
aldılar. Sorum şudur: Türk askerlerinin gitmesini istiyor musunuz? İşgal
altında bir Kıbrıs’ta nasıl işbirliğinden söz edilebilir? İstediğiniz haklar
nedir? Denktaş ve TMT’den söz edildi. Kıbrıslı Rumlar bunlara mı hak tanımalı?”
BİRLİKTE
MÜCADELE ZORUNLU
Verilen yanıtta da, Kıbrıs’ta 300 yıldan fazla süren Osmanlı döneminde
Rumlarla Türklerin birlikte mücadele verdikleri zaman başarıya ulaştıkları,
onlarca isyan olayının unutulmaması gerektiği, son 30 yılın Kıbrıs tarihinde küçük bir kesit
olduğu ve Kıbrıslı Türklerin dışlanmasıyla verilecek bir kavgadan sonuç
alınmasının hayal olduğu vurgulandı.
Themos Dimitriu ise aynı konuda şunları
söyledi:
“Toplantı
yerinin dışında bu akşam şovenistlerin sessiz gösteri yapmış olmaları üzerine
bir açıklama yapmak istiyorum. Son dönemde Yunan bayraklarının sayısı
çoğalmaktadır. Bu milliyetçilik akımı, gelişmekte olup, bizi kan dökülecek bir
çatışmaya götürmektedir. Bu akşamki etkinliğin, tekrar kan dökülmesine fırsat
vermek istemeyenlerin birleşmesine yardımcı olmasını diliyorum. Kıbrıs
tarihinde sayısı az olan bu tür grupların bize engel olmasına karsı çıkalım.
Sağın iktidara gelmesi ardından girilen bu ortamdan çıkış, bütün solun birleşip
mücadele vermesi ile mümkündür. Yoksa eski noktaya, taksimin süreklileşip,
ikili enosise varacağı bir yere gideceğiz.”
“SESSİZ ÇOĞUNLUK BASKI ALTINDADIR”
Maria Mihailidu’nun
sorusu şöyleydi: “Bu tür etkinlikleri daha sık yapmalısınız. Poli Hırsofu’daki
Türkler ayrılmak istemiyorlar, ağlıyorlardı. Sizin gibi cesareti olanlar, aynı
düşünenler, ortak mücadele için yaşamak isteyenlerin oranı kaçtır?”
Mehmet Kızıldere,
daha önce de söz edildiği gibi Kıbrıs Türk toplumu içindeki demokratik
oluşumların çok geç başladığını ve liderliğin Kıbrıs sorununu gerekçe
göstererek, halkı baskı altında tuttuğunu söyledi. 1974’den sonra da resmi
görüş dışında olanların baskı altında tutulduklarını, devlet aygıtının bütün
iletişim aygıtlarıyla kitleleri depolitize ettiğini ve her yönden bağımlı bir
toplum oluştuğunu hatırlatarak, bu şartlar altında kendisi gibi düşünenlerin ne
kadar olabileceğinin tahmin edilebileceğini belirtti.
Ahmet Cavit de,
her iki tarafta da sayıları %5 olan fanatik bir azınlığın etkili olduğunu ve
onların sessiz çoğunluğu etkileyebilmesinin Kıbrıs’ın bir trajedisi olduğunu,
bunun değiştirilmesi gerektiğini vurgulayarak, bunun da bir Kıbrıslılık
özelliği olduğunu söyledi. Kızıldere,
büyük çoğunluğun desteklese bile geri planda kalmayı yeğlediğini ekledi.
SORUMLULUK YANLIŞ EĞİTİMDE
Genç kuşaktan
olan soru sahibine yanıt vermek üzere söz alan Hristina Valanidu, herkesin
ulusal kökenini savunma hakkı olduğunu, ama Kıbrıslı Rumların ortak siyasal
değerler oluşturmamasından sorumlu olanın, yanlış bir eğitim görülmesinden
kaynaklandığını vurguladı. Kıbrıs Türkleri ile geçmişte birlikte yaşandığı,
onların da kültür-sanatta yaratıcı oldukları, bizden daha çok mücadeleci oldukları
ne yazık ki bilinmez, çünkü kitle iletişim araçları ve kitaplar bunlardan hiç
söz etmemektedir. Dışarıda gösteri yapanlar, araştırırlarsa, kendi
benzerlerinin Türk tarafında da olduğunu göreceklerdir.”
Hristos İlyadis’in
değerlendirmesinde ise şu hususlar vardı: “Bugün bir Kıbrıs ulusu yaratmak
imkansızdır. Türkler ve Rumlar bu adada eskiden olduğu gibi yine birlikte
yaşamak istiyorlar mı, asker ve süngü olmadan? Genç arkadaş gibi ben de
Türklerle birlikte yaşamadım. Ama Kıbrıs sorununun tarihinden habersizdir.
İstila ve işgal, 1971’de Lizbon’da yapılan NATO toplantısında Yunan ve Türk
hükümetleri tarafından onaylanmıştı. Bunu size okullarda söylemeyeceklerdir. O
nedenle geçmiş tarihimizi derinliğine araştırıp bize yüzeysel olarak
söylenenlerin gerisinde olanları bulmalı, öğrenmeliyiz.”
İkinci kez ve bu
defa görüş belirtmek üzere söz alan A. Jartidis şöyle dedi:
“Yeni Kıbrıs
Derneği’ne bu güzel ve cesaretli etkinlikten dolayı teşekkür ederim. Üye
olmadığım halde, program ve ilkeleriyle uyuşmaktayım, beni üye kabul etmelerini
rica ederim. Konusmacı Kıbrıslı Türkleri de yaptıkları konuşmalar ve
cesaretleri için teşekkür ederim. Gene arkadaşa tarih tam olarak
öğretilmemiştir. Kıbrıslı Türklerin de Kıbrıslı Rumlara karşı güvensizlikleri
vardır. Bu, sadece Kıbrıslı
Rumlardan nefret etmeyi öğrendiklerinden değildir. Son 30 yıl içinde çok sayıda
Kıbrıslı Türk, Rum canavarlarca öldürülmüştür. Mehmet Kızıldere, yüzlerce
Kıbrıslı Türkün 1950’li, 1960’lı yıllarda evlerinden götürülüp
kaybolduklarından söz etti. Kıbrıslı Rumlarda da güvensizlik vardır Türklere
karşı. Neden? Çünkü okullarda sadece Türklerden nefret edilmesi öğretilmiyor.
Yüzlerce Kıbrıslı Rum da Türk canavarlığının kurbanı olmuştur. Yeni Kıbrıs
Derneği’nin yaptığı bu toplantı, bunların tekrarlanmaması için yapılmaktadır.
Ahmet arkadaş, tarihsel sürece değinen konuşmasında, Rumların
milliyetçiliğinin sömürge yönetimi tarafından körüklendiğinden söz etti.
Doğrusu şöyledir: İngilizlerin bize baskı yapması sonucu, bir tepki olarak
milliyetçilik yükselmiştir. Enosis isteyelim diye bizi kışkırtmamışlardır.
Kıbrıs Türk milliyetçiliğinin kaynaklandığı birinci etken, Rumların Türk nüfusa
karşı davranışlarıydı. 1930’li, 30’lu yıllarda Kıbrıslı Türklere 2. sınıf
vatandaş olarak bakıyorduk. Sizlerden çoğu bu dönemleri belki de yaşamamıştır.
Kıbrıslı Türkler, yorgancı, şamişici ve kuyuculardı. Lefkoşa Belediye Meclisi
zabıtlarına bakılırsa, Kıbrıslı Rum üyelerin Türk üyelere hakaret ettiği
durumlar görülecektir. Örneğin zamanın Lefkoşa Belediye Başkanı Dervis,
Kıbrıslı Türklere “bello turko” deyip onları küçümsemekteydi. Bu şartlarda
Kıbrıs Türk milliyetçiliği gelişmiştir. 2. etken, Ahmet’in de söylediği gibi,
Kıbrıslı Tiirklerin milliyetçiliğinin İngiliz yönetimi tarafından Rum
milliyetçilerine karşı kışkırtılmasıdır.
Genç Rum arkadaşın buraya gelip görüşlerini söyleme cesareti olumludur.
Ama olumsuz olan yan, genç olması ve yanlış bilgilenmiş olması nedeniyle yanlış
yola sürüklenebilmesidir. Ona, doğruları öğrenmesini öneriyorum.”
“GEÇMİŞ
TARİHİMİZİ ÖĞRENMELİYİZ”
“İşçi Demokrasisi” grubundan bir kişi söz alarak, toplantı yeri önünde gösteri
yapanları eleştirdi ve şöyle dedi:
“Bunların sloganı ‘iyi Türk, ölü Türktür’ şeklindedir. Bunların aşırı sağ
terör eğilimleri, faşizm sınırlarına varmaktadır. Bu insanlarla paylaşacağımız
hiçbir demokrasi yoktur. Amaçları eskiden yaptıkları gibi, demokrasiyi yok
etmektir. Şovenizme karşı olan Rumlar, bunlara karşı harekete geçmelidir.
Geçmiş tarihimizi öğrenmeliyiz ki şovenizme karşı mücadelede bize ışık tutsun.
BASININ ROLÜ
Son olarak söz alan öğretmen Kleopatra Bayada, genç öğrencinin söylediklerinden
bir eğitimci olarak kendisini sorumlu hissettiğini söyledi ve ders kitaplarındaki
eksikliklerin giderilmesini istedi. Örnek olarak da Rum Eğitim Bakanlığı’nın
dağıttığı takvimde ödül almış Kıbrıslı bir Türk sanatçının da yer aldığını, ama
isminden söz edilmediğini, basında bile bu ödülü alan sanatçıdan pek söz
edilmediğini belirtti.
Ahmet Cavit, Kıbrıs’ta kitle iletişim araçlarının rolünün çok belirleyici
olduğunu belirterek, bu toplantıdan ertesi gün söz edecek olan basının, sadece
kapıdaki eylemi öne çıkaracağını ve içeride dile getirilen görüşlerden pek söz
etmeyeceğini vurguladı. Bu tür toplantıların daha sık yapılması dileğini de
belirten Cavit, ortak yayın çıkarılmasını da önerdi.
Kapanış konuşmasını yapan Takis Gonis ise özetle şunları söyledi:
“Konuşmacıların da bizim gibi ülkelerini sevdiklerini gördük. Bu gibi
etkinlikleri daha çok sayıda ve daha büyük katılımlarla gerçekleştirebilirsek,
Kıbrıs halkını ortak bir mücadele hedefinde, dış etken ve müdahalelere karşı
birleştirebilirsek, refah, ilerleme ve barış yolunda mesafe katedebileceğiz.”
(imzasız olarak
haftalık Yeni Çağ gazetesinin 18 ve 25 Nisan 1994 tarihli sayılarında
yayımlandı.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder