12 Şubat 2016 Cuma

YANLIŞ YÜRÜTÜLEN BİR VİCDANİ RED KAMPANYASININ İÇYÜZÜ


29 Haziran 1993 günü telefonum çaldı. İzmir'den arayan ve kendisini Selim Uyurkulak olarak tanıtan kişi, ICOM (Uluslararası Vicdani Redciler Toplantısı)'un İzmir şubesi olarak bir toplantı düzenleyeceklerini ve benim de bu toplantıya katılarak, Kıbrıs konusunda resmi Kıbrıs politikası'nın bir muhalifi olarak bir konuşma yapıp yapmayacağımı sordu. Adımı CTP Genel Başkanı Özker Özgür'den aldığını söyleyen Uyurkulak, beni tekrar arayacağını ve daha kesin bilgiler verebileceğini söyledi. CTP'nin resmi Kıbrıs görüşüne yaklaştığı için beni önermiş olmalarını normal karşıladım. O nedenle Özker Bey'i arayıp, herhangi bir şey sormadım.
İzmir'den bir yanıt gelmemesi üzerine verilen numarayı aradım ve bana kesin kararın o gün, yani 5 Temmuz'da verileceği söylendi. 8 Temmuz günü beni yeniden arayan Uyurkulak, sözü edilen toplantıya Özker Özgür ile Hürrem Tulga'nın davet edilmesi kararının alındığını bildirdi. Bu işin içinde bir bit yeniği olduğunu anlamıştım, ama olay öyle kaldı.
14 Temmuz ve 21 Temmuz 1993 tarihli Yeni Düzen gazetelerinde Özker Özgür, kendi köşesinde yazdığı yazılarda, 11-17 Temmuz 1993 tarihlerinde Ören'de yer alan ICOM-1993 toplantısıyla ilgili izlenimlerini aktardı. Ocak 1990'dan bu yana yayımını durdurmuş olan Özgürlük dergisinin editörü olarak kendini takdim eden Hürrem Tulga ile CTP Genel Başkanı Özgür'ün bu toplantıda sundukları bildirilerin metinleri de, 23 Temmuz 1993 tarihli Yeni Düzen'de yayımlandı. Tulga, birlikte çalışmalarına katıldığımız "Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu"nun "Temel Görüşler" başlıklı bildirgesini oradaki katılımcılara dağıttığından söz ettiği yazısında, ne yazık ki üzerimize konan yasaklardan hiç söz etmiyordu. Bir buluşmamızda kendisine bundan söz etmişsem de, bana ICOM yetkililerinin Kıbrıs'a geleceklerini ve benimle görüşmelerini sağlayacağını söyledi.

KILIF HAZIRLANIYOR
Bu arada Hürrem Tulga'nın Temas Grubu'nda çalışmış arkadaşların bilgisi dışında,
5-6 kişiyle birlikte, ilki 5 Temmuz 1993'de olmak üzere bir dizi "aydınlar toplantısı" düzenlemekte olduğunu öğrendim Dar ve belirli bir gruba yönelik olarak yapılan toplantıların Ağustos ayı sonlarında yapılanında, Hürrem Tulga'nın "vicdani red" konusunu ortaya attığını ve katılımcıların konuya pek de sıcak bakmadıklarını işittim. Bir insan hakları derneği oluşturmak için toplantılara devam edileceğini bize aktaran arkadaşlar, bu konuda geçmişte bir çalışma yapıp ve Strazburg'daki Avrupa İnsan Hakları Komitesi'ne başvuruda bulunmuş olan Temas Grubu'nun bu toplantılardan haberdar edilmemiş olmasını ve dışlanmaya çalışıldığını eleştirdiler. Ama konuya dar grupçu çıkar ilişkileri açısından bakan Tulga, tutumunu düzeltmeyince, toplantılara baştan beri katılmış olan bazı sosyalist arkadaşlar artık katılmamaya karar verdiler ve konuyla ilgili herkese hitap etmeyen bu tür çalışmaların başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkum olduğunu belirttiler. Benim Hürrem'e yönelik sorularıma ise, açık herhangi bir yanıt alamadım.
Bu arada Viyana’daki ICOM merkezinden Andreas Rabl'ın Lefkoşa'ya geldiğini ve sadece Hürrem Tulga ve yakın çevresi ile görüştürüldüğünü öğrendik. Şair Neşe Yaşın'ın evinde misafir ettiği Rabl'ın, görüştüğü kişilere "eğer bir örgüt çalışması yapılmamışsa, ben vicdani red olayına girilmemesini öneriyorum" dediği duyuldu. Sanırım, Rabl, temaslarından sonra bu konuda toplum içinde herhangi bir çalışmanın yapılmadığını görmüş ve haklı olarak girişimcileri uyarmıştı.

"SEVGİLİLER MÜCADELESİ"
Eylül ayı başında, Andreas Rabl tarafından İngilizce olarak hazırlanmış ve 20 Ağustos 1993 tarihini taşıyan "Bölünmüş bir ülke olan Kıbrıs’ta şovenizm ve militarizme karşı sevgililerin mücadelesi" başlıklı 4 sayfalık bir metin dağıtıldığını öğrendik ve Mağusa'dan bir kopyasını elde ettik. Rabl tarafından yazılan metin, bazı kısımlarının çıkarılmasından sonra, aynen bu kez de Neşe Yaşın imzasıyla 23 ve 24 Eylül 1993 tarihli Yeni Düzen gazetesinde resimli olarak yayımlandı. Metne Neşe Yaşın tarafından konan başlık ise şöyleydi: "Şovenizme karşı sevginin direnişi -Salih, Yoda ve Melissa- onlar birbirlerini sevdiler ve aşk sınır tanımazdı."
"20. yüzyılın düşman milliyetçiliğin karşısında direnen aşkın hikayesi" diye bir pembe dizi havasında anlatılan ve "başkalarına anlatınız ki bu masal dilden dile yayılsın. Baskının ve kötülüğün yarattığı destanı herkes öğrensin" önermesiyle sunulan olay şudur:
            1990 yılı ortalarında "Rum pasaportu" almak amacıyla İngiltere üzerinden Güney Kıbrıs'a giden 1965 doğumlu Kıbrıslı bir Türk olan Salih Askeroğlu, orada nişanlandığı Yoda Nikalau Theodoru adlı Rum kızıyla, kendilerine Rum kesiminde insanlık dışı muamele yapıldığını öne  sürerek, 21 Şubat 1992 tarihinde insanca yaşamak için KKTC'ye kaçmıştı. B&yarmudu bölgesinden geçip KKTC makamlarına sığınan çiftin 22 Şubat günü Derviş Paşa Konağı'nda düzenledikleri basın toplantısında "Rum'un baskı ve zulmü"ne ilişkin olarak söyledikleri 23 Şubat 1993 tarihli Kıbrıs gazetesinde yer almıştı.
           İfadeleri alındıktan sonra serbest bırakılan Salih ile Yoda, Mağusa’da yaşamaya başlamışlar ve hamile olan Yoda, Melissa adı verilen bir kız çocuğu dünyaya getirmişti. İnşaat işçiliği yapan Salih'in askerlik görevi için 24 Eylül 1993'de çağrısı çıkmıştı.

SALİH İLE YODA İKNA EDİLİYOR ^
Sonradan öğrendiğimize göre, askerlik hizmetini yapmak istemeyen Salih, Yoda'nın tedavi için Londra'ya gitmesi gerektiği şeklinde doktor raporu alarak, askerliğini tecil ettirmek üzereydi ve bu konuda Yeni Kıbrıs Partisi Genel Başkanı Alpay Durduran'dan yardım görmüştü. Fakat Hürrem Tulga'nın ICOM'a dayanarak başlatmak istediği "vicdani redde dayalı- askerliğe hayır kampanyası” öncesinde toplum içinde herhangi bir aydınlatıcı çalışma yapmadan ve daha da önemlisi, başka ülkelerdeki gibi gerçekten vicdani veya dinsel bir nedene dayanmadan, sadece askerlik yapmama isteği ve Kıbrıs'taki durumdan yararlanmaya yönelik olarak girişilen bu olayın fiyaskoyla sonuçlanacağı daha işin başından anlaşılmıştı. Zaten dar bir grubun siyasal gösterisi şeklinde hazırlanmış olan bu kampanya, sempatiden çok tepkilere neden oldu. Salih, gerçekten vicdani nedenlerle askerlik hizmeti yapmak istemiyorsaydı, göreve çağrıldığı gün gider ve sivil görev yapmak istediğini bir dilekçeyle ilgili makamlara iletebilirdi. Oyunu kurallarına göre oynamayı bilmeyen Salih'in akıl hocaları, onun göreve çağrıldığı gün olan 24 Eylül 1993'de kampa gitmesine engel olarak, KTÖS lokalinde bir basın toplantısı düzenlemesini sağladılar.
Basın toplantısında "ne kadar zorlarlarsa zorlasınlar, askere gitmeyeceğim. Hapise girmeyi göze aldım" diye konuşan Salih "hangi koşullarda olursa olsun bir orduya hizmet etmeyi reddediyorum. Ordudan tamamıyla bağımsız olarak tasarlanacak farklı bir sosyal hizmeti kabul etmeye hazırım" diyordu. "Asker elbiseleriyle kızımı, eşimi nasıl kucaklayacağım? Bana insan öldürmeyi öğretecekler. Hangi düşmanı öldüreceğim. Eşim Yoda'yı mı? Kızım Melissa'yı mı? Yoksa onların akrabalarını mı?" sorularını da soran Salih, Türk kesimine geçtiği zaman yayımladığı basın bildirisinin kendisine zorla imzalattırıldığını da öne sürdü. (Yeni Düzen, 25 Eylül 1993) Aynı gün Askeroğlu ve onun gibi düşünen herkese askerliği red hakkının verilmesi amacıyla Cumhurbaşkanı Rauf Denkta’a mektup gönderme kampanyası başlatıldı.

DOST GAZETECİLER KULLANILIYOR
Hürrem-Neşe ikilisinin Türkiye'deki bazı dostları da kampanyaya dahil edilmişti. 27 Eylül 1993 tarihli Aydınlık gazetesinde yazan Cezmi Ersöz, şöyle diyordu: "Yoda (21) ile Salih (28), aşklarını korurken aynı zamanda Kıbrıs'ta barışın tarihini yazmaya başladılar... Salih'in askere alınacağı gün ben Lefkoşa'daydım... Ama hiç de yalnız değillerdi, iki halkı birbirlerinden ayıran savaşın, şovenizmin yarattığı tüm acıları yaşamış bir grup Kuzey Kıbrıslı Türk, barışın tarihini onlarla birlikte yazmaya kararlıydılar."
Tarih yazan Ersöz, evinde kaldığı arkadaşı Neşe'nin nabzına göre şerbet vermeyi de ihmal etmiyordu: "Kuzey Kıbrıslı şair Neşe Yaşın, o acımasız savaşta bütün mutluluğunu, çocukluğunu, çekilen sınırın öbür tarafında kalan evinde bırakmaya mecbur bırakılan sevgili Neşe, bu barış için her şeyini feda etmeye kararlı görünüyordu, Salih'in reddini dünyaya duyururken."
Anlaşıldığına göre Ersöz, bu kampanyanın aksak başlatıldığı konusunda bazı eleştileri duymuş ve "içlerinde sol görüşlü insanların da bulunduğu birçok Kuzey Kıbrıslı, Salih'in görüşlerine katılmayabilir" diyerek, yine de bildiğini okumuştu: "Bugünlerde Kuzey Kıbrıs'ta barış kışkırtıcıları barışın tarihini yazıyorlar."
Ne yazık ki, Ersöz ve Kıbrıslı arkadaşları barış mücadelesinin kışkırtmayla yarar değil, zarar göreceğinin henüz bilincine varamamışlar, işin sadece propaganda ve gösteri yönüyle ilgilenmişlerdi. Nitekim, tarihe yazılanın ne olduğu ileride ortaya çıkacaktı.
Yanlış bir şekilde başlatılan ve pili bitmiş bir siyasetin temsilcisi olan Hürren Tulga ile kendinin reklamını yapmaktan başka bir hedefi olmayan Neşe Yaşın'ın yürüttükleri bu kampanya için kullanılan Yeni Düzen gazetesi, 27 Eylül 1993 günü yayımladığı "Semih Akay" imzalı bir mektupta şunları yazdı:
"Salih Askeroğlu ismindeki kardeşimiz, askerliği reddederek ülkemizdeki muhalif hantallığa ciddi bir darbe vurmuştur... Ben, Salih Askeroğlu'nun mücadelesini desteklerken, onun bu anlamlı tavrı etrafında birleşilmesi için tüm örgütlere ve bireylere çağrıda bulunuyorum. Aydın tavrı taşıyan ve insan haklarını önemseyen insanlar için bu olay mihenk taşı olacaktır. Yürekten inanıyorum ki, bu çıkışın genişlemesiyle askersizleştirilmiş bir toplum olma yolunda önemli adımlar atacağız. Tüm ilerici, demokratik düzen savunucusu örgütler ve bireyler, sanatçılar vs bu olay gerçek yaşamın yeni gündemidir. İnsanlığa ısrarla sahip çıkmalıyız."

ARABA ATIN ÖNÜNE KOYULDU
Yanlış bir biçimde ve dar grupçu bir zihniyetle başlatılan bu kampanyaya ilgi gösterilmemesinin nedeni, sanırım yukarıdaki "iddialı" sözlerden de anlaşılabilmektedir. Arabayı atın önüne koymak deyimi tam da yerinde söylenebilir.
Toplum içinde yer etmemiş ve yeterince çalışma yapılmamış konularda kampanya açmak veya çalışmak, bizde daha çok Türkiye'deki benzeri hareketleri kopya etmek şeklinde olmaktadır. Bilindiği gibi, Türkiye'de ilk defa 1990 yılında Tayfun Gönül ve Vedat Zincir adlı iki genç, Sokak adlı haftalık derginin desteğinde "askerlik yapmayı reddetme" kampanyasını başlatmışlar, ama bu hareket herhangi bir sonuç alamadan, derginin kapanması ve Tayfun'un para cezasına çevirttiği üç aylık hapis cezasıyla bitmişti.

ÖRNEK TÜRKİYE'DEN
ICOM'un 1992 yazında Fransa'da yaptığı toplantıda, 1993 yılındaki buluşmanın Türkiye'de yapılması kararı alınmış ve 6 aylık bir hazırlık-tartışma çalışması ardından Aralık 1992'de İzmir'de "Savaş Karşıtları Derneği" kurulmuştu. Yeni seçilen hükümet, askerlik görevini 18 aydan 15 aya indirmiş ve gerek basında, gerekse siyasetçiler arasında sivil askerlik hizmeti yapılabilmesi olanakları tartışılmaktaydı. İzmir'deki Savaş Karşıtları Derneği'nde bir araya gelen, biri Almanya'da yaşamakta olan 6 dernek üyesi askerliğe gitmeyeceklerini açıklamışlar ve Belçika, Yunanistan ve Avusturya'dan gelen redcilerden destek görmüşlerdi. (Cumhuriyet, 18 Ocak 1993)
Derneğin yayın organı olan "Bakaya"nın Ocak 1993'de çıkan ilk sayısında şöyle denmekteydi: "Hiçbir ideolojinin yol göstericiliğini kabul etmiyoruz. Hiçbir görüşün tekelinde değiliz. Hiç kimsenin yan kuruluşu, destekçisi değiliz. Böyle de kalacağız... İsyancı bir dernek. Otoriteye karşı itaatsizliği, her türlü baskıya karşı isyanı savunan, haksızlıklara karşı çıkan bir dernek. Anlayışımız bu, yaklaşımımız bu."
Mart 1993'de Türk-Kürt çatışmasının barışçı yollardan çözümlenmesini isteyen bazı dernek ve sendikaların Barış Platformu oluşturmalarına öncülük eden Savaş Karşıtları Derneği, 11- 17 Temmuz 1993'de de Milas-Ören’deki ICOM-1993 toplantısını örgütlemişti. Yukarıda sözü edilen bu toplantıda tartışılan konular arasında "Rum-Türk Kıbrıslılararası dostluk" konusunun da tartışıldığını öğrendik (KDV International, Zivilcourage dergisi, 6/93), ama ne yazık ki Yeni Düzen’de bu konuya hiç değinilmemiştir. Salih Askeroğlu olayına da değinilen Zivilcourage dergisindeki makalede, Salih'in Eylül 1992'den beridir hapiste olduğu ve mahkemede gözlemci olarak bulunan KDV Derneği Başkanının şu bilgiyi verdiği yazılmaktadır:
"Oturuma her 10 dakikada bir ara verilerek, Türkiye'deki yetkililerle danışmalarda bulunuluyordu ve yargıçlar kurulunda iki yargıç Türkiyeliydi. Adalet tarihi için yazılabilecek bir saçmalık." Makalede devamla halen Türkiye'de 250 bin asker kaçağının bulunduğu ve Savunma Bakanlığı'nın teslim olma süresini 1994 yılı başına kadar uzattığı belirtilmekte, 14 vicdani redciden 11'inin herhangi bir yasal korumadan mahrum oldukları vurgulanmaktadır. Türkiye'deki Savaş Karşıtları Derneği'nin 8 Kasım 1993 günü İzmir 13. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından kapatıldığı basına yansımıştı. (Cumhuriyet, 11 Kasım 1993)

RUM KESİMİNDE DE VAR
Kıbrıs'ın Rum kesiminde de vicdani gerekçelerle Rum Milli Muhafiz Ordusu'nda askerlik yapmayı reddedenler olmuş ve verilen mücadele sonucunda yasal düzenleme yapılmıştır. 9 Ocak 1992'de kabul edilen yasaya göre, 26 ay zorunlu askerlik yerine, iki seçenek sunulmaktadır: 1) 34 ay silahsız olarak bir askeri kampta hizmet, veya 2) 42 ay sivil hizmet. Temsilciler Meclisi'ne bağlı Savunma Komitesi, yasaya eklediği bir maddede, halen işgal altında bulunan Kıbrıs'ta savaş tehdidi bulunduğu gerekçesiyle, olağanüstü durum veya genel seferberlik halinde, kitlesel başvurulara bu seçeneklerin uygulanmamasını karara bağladı. (Cyprus Mail ve Cyprus Weekly, 10 Ocak 1992)
Konuyla yakından ilgilenen Amnesty International, yeni yasada red gerekçesi olarak sadece dinsel nedenin kabul edilmesini, ama ahlaki, insancıl, felsefik ve siyasal nedenlerin kabul edilmemiş olmasını yeniden eleştirmiştir. (Cyprus Mail, 20 Mart 1992) Rum kesiminde zorunlu askerliğin başladığı 1964'den bu yana, hemen hepsi de Yehova şahidi olan 200 kadar kişi askerlik yapmayı reddettiklerinden, 2 ile 6 ay arasında hapis cezasına çarptırılmışlardır. Kıbrıslı Türklere karşı savaşmak istemediği gerekçesiyle askerlik yapmak istemeyen Yannis Parpas adlı bir inşaat işçisi, ilk defa Nisan 1988'de iki ay hapse mahkum olmuş ve 1989 yılında da yeniden cezalandırılmıştı.

SONUÇ FİYASKO
Kıbrıs'ın Türk kesiminde ise herhangi bir yasal seçenek bulunmadığından, gençler ya askerlik hizmetini yapmakta, ya da yapmamak için adayı terketmektedirler. İlk vicdani red olayı olarak Salih Askeroğlu'nun 24 Eylül 1993 günü ortaya çıkması ile konu tartışılmaya başlanmış, ama kampanya hakkında kamuoyu yeterince aydınlatılıp, destek sağlanamadığı için fiyaskoyla sonuçlanmıştır.
28 Eylül 1993 tarihli Yeni Düzen, Askeroğlu'nun asker kaçağı olarak arandığının polis tarafından avukatına bildirilmesi üzerine, 27 Eylül günü ö.s. kendisini savunmayı üstlenen avukatlarla birlikte, Lefkoşa'daki Polis Karakolu'na giderek teslim olduğunu yazdı. Gazete ayrıca, Salih için uluslararası düzeyde bir kampanya başlatıldığı ve Kuzey Kıbrıs'ta ise bir destek komitesi oluşturulduğunu bildirdi. Çeşitli Avrupa ülkelerinden gelmeye başlayan , dayanışma mesajlarını yayımlamaya başlayan Yeni Düzen, nedense Kıbrıslı Türkler’den oluşan destek komitesine katılanların adlarını, ancak 30 Eylül tarihli gazetede açıklayabildi. Alper Baydar, Hürrem Tulga, Neşe Yaşın, Serdar Gazioğlu ve Salih Taşkın'dan oluşan Vicdani Red Destek Komitesi yaptığı açıklamada, halkı, vicdani red hakkını kullanan Salih Askeroğlu ile Yoda ve Melisa'ya karşı duyarlı davranmaya ve dayanışmaya çağırmaktaydı. Yoda, KKTC polisi tarafından 29 Eylül günü BM Barış Gücü aracılığıyla iki aylık bebeği Melissa ile birlikte Güney Kıbrıs'a gönderilirken, 28 Eylül akşamı tutuklanarak, aleyhine "asker kaçağına yataklık yapma" suçlaması getirilen Neşe Yaşın ise, 29 Eylül günü öğleye yakın 10 milyon TL'lik teminat karşılığı serbest bırakılmıştı.

SAPTIRILAN TUTUKLANMA GEREKÇESİ
Askeroğlu olayının militarist çevrelerce istismar edilmesi ve karşı kampanyanın başlatılması sürerken, Neşe Yaşın'ı sevenler topluluğu da Salih'i üç gün evinde misafir eden Neşe'nin "Salih'e destek verdiği gerekçesiyle" tutuklandığını yazdılar. (Cumhuriyet, 30 Eylül 1993) Kıbrıs Türk Sanatçı ve Yazarlar Birliği de yayımladığı bildiride, Neşe'nin imza kampanyasına öncülük ettiği gerekçesiyle göz altına alındığından söz etmekteydi. (Ortam, 1 Ekim 1993) Oysa ki Polis Genel Müdürlüğü'nün basın açıklamasında Neşe'nin tutuklama nedeni "24-27 Eylül 1993 tarihleri arasında Gönyeli'de Atatürk Caddesi, Pehlivan Apartmanı Daire 2'deki evinde, asker kaçağı olduğunu bildiği, Gazimağusa'da sakin Salih Askeroğlu isimli şahsı saklamak suretiyle ona yataklık yapan ve ilgili makamlara ihbar etmeyen Neşe Yaşın, mahkeme kararı ile tutuklanmış olup, aleyhine dosya tanzim edilerek Mahkemeye sevkedilecektir" şeklinde belirtilmekteydi. (Ortam, 30 Eylül 1993) 11 Ekim 1993 tarihli Yeni Çağ gazetesi de, esas tutuklama nedenini benzer şekilde saptırarak, Yaşın'ı savundu.

TEPKİLER
Kendi reklamını yapmaktan başka bir çabası olmayan Neşe Yaşın birkaç saatliğine tutuklanması haberini tüm dünyaya duyurduğunu, yine Yeni Düzen'de haber yapıp yayımlattırdı. (1 Ekim 1993) Rum basını ve yayın organlarında da olay "Kıbrıslı Türk şair Neşe Yaşın da tutuklandı, şimdi nerede olduğu bilinmiyor" şeklinde yansıtıldı. (Aktaran Birlik, 1 Ekim 1993)
Olayın boyutları genişleyince, Neşe'nin yakın arkadaşlarından Fatma Azgın, Yeni Düzen'deki köşesinde şunları yazdı: "Parti başkanımız Özker Özgür'ün açıkladığı gibi CTP, ne askerliği reddetmekte, ne de Türk askerinin varlığını tartışmaktadır." (1 Ekim 1993)
Rum kesiminde İngilizce olarak yayımlanmakta olan Cyprus Weekly gazetesi ise 1 Ekim 1993 tarihli sayısında, Türk makamlarınca Rum kesimine gönderilen Yoda'nın 16 yaşında evlendiği Kıbrıslı Rum kocasından ayrı yaşadığını belirtti. Radio Proto'ya bir demeç veren Yoda'nın babası ise, kızının Salih'le olan ilişkisine, sırf Kıbrıslı Türk olduğu için karşı çıkmadığını, Yoda'nın evli ve ayrı yaşadığı kocasından, biri özürlü olan 5 ve 2 yaşında iki çocuğu daha bulunduğunu söyledi.
4 Ekim 1993 tarihli Yeni Düzen, bir gün önce sabaha karşı, vicdani red kampanyasının yürütüldüğü Işık Kitabevi'ne kimliği meçhul kişilerin girerek tahribatta bulunduğunu duyurdu.
6 Ekim 1993 günü Kıbrıs gazetesinde ise, Cumhurbaşkanı Denktaş'ın İslam dininde askerliğin mukaddes olduğu ve askerliğe karşı vicdani itiraz müesesesinin bulunmadığını vurguladığı açıklandı. Askeroğlu olayını kınayan üniversite gençliğine ait 150'yi aşkın protesto mektubunun kendisine ulaştığını belirten Denktaş, "Asil Türk gençliğinin bu konudaki düşüncelerini iftiharla okumaktayım. Gerçek budur" diyerek, "bu çirkin olay"a kendisinin müdahale etmesi istendiğini duyurdu. Kışkırtılan karşı kampanya, görevini yerine getirmekteydi. (Bak. Okuyucu mektubu, Kıbrıs, 10 Ekim 1993)
15 Ekim günü Lefkoşa'da askeri mahkeme önüne çıkarılan Salih'in duruşmasını izlemek üzere Alman gazeteci ve vicdani redci Martin Hantke, Avusturyalı Andreas Rabl ve Uluslararası Af Örgütü'nden Jonathan Sablinger hazır bulundular. 18 Ekim günü ise Hankte ve Rabl, Kıbrıslı Türk Ahmet Gökaşan ile birlikte Salih'in derhal serbest bırakılmasını talep eden bildiriler dağıttıkları gerekçesiyle, görüşmeye gittikleri Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda polis tarafından göz altına alındılar. Askeri mahkeme 19 Ekim günü aldığı bir kararla bu kişilerin, "askerlikten halkı soğutucu çalışma yapma" suçundan üç gün tutuklu kalmasına karar verdi. Ama tutuklular, suçsuz olduklarını belirtmelerine rağmen, tutukluluk kararına karşı çıkmadılar. (Kıbrıs, 20 Ekim 1993) Yeni Düzen gazetesi ise, üç tutuklunun açlık grevine başladıklarını ve polisin 19 Ekim akşamı Neşe Yaşın’ın evini aradığını duyurdu. (20 Ekim 1993)
Hantke ile Rabl'ın tutuklanmasına dış basının geniş ölçüde yer verdiğini ve Denktaş'a çok sayıda protesto mesajı gönderildiğini yazan 23 Ekim tarihli Yeni Düzen, üç kişinin tutukluluk süresinin 5 gün daha uzatıldığını yazdı. 24 Ekim günü ise, tutuklu olarak yargılanan Salih Askeroğlu'na ziyaret yapılmasının yasaklandığı yakınlarına duyuruldu.

 SALİH GERİLİYOR!
Duruşmasına devam edilen Askeroğlu, 26 Ekim günü yer alan yargılanma sırasında ilk kez mahkemeye beyanda bulunarak, aleyhinde dava konusu yapılan 24 Eylül tarihli basın toplantısında söylediklerinin iddia edildiği gibi, Güvenlik Kuvvetleri'ne hareket içermediğini, kimseyi de askerlikten soğutmadığını savundu. (Kıbrıs, 27 Ekim 1993)
Savunma tarafından uzman tanık olarak "gazeteci-yazar" sıfatıyla ifade veren YKP Genel Başkanı Alpay Durduran'ın söyledikleri, ne Kıbrıs'ta, ne de Yeni Düzen'de yer almadı. İstanbul'da yayımlanan "Gerçek" dergisinde belirtildiğine göre, Durduran'a yöneltilen "Türkiye'nin Ada'ya çıkartma yapması haklı mıdır? Askerlik yapmak bu ülkede bir gereklilik midir?" şeklindeki soruya "Evet" şeklinde yanıt vermiştir. (Gerçek, Sayı:36, 4 Aralık 1993, s.36) Aynı dergide Fatih Polat, konuyla ilgili olarak şunları yazmaktaydı: "Siyasi otoriteye yönelen, sınıfsal özden yoksun her tavır, bir süre sonra asimile oluyor. Bu, aydınlar için de geçerli. Kuzey Kıbrıs'ta vicdani red hakkını kullanarak askere gitmeyi reddettiğini açıklayan Salih Askeroğlu'na verdiği destekle dikkatleri üzerine çeken şair Neşe Yaşın da, "biat" edenler arasında yerini aldı. Yaşın, Cumhurbaşkanı Denktaş'a bir mektup göndererek, "insani amaçlarla yola çıktığını, çocuğa ve kadına acıdığını, başka da bir niyeti bulunmadığını" ifade etti."

YAŞIN'IN MEKTUBU
Neşe Yaşın'ın Salih'in 10. hapislik gününde kaleme aldığı ve "Size Cumhurbaşkanı Denktaş, olarak değil, çok sevdiğim bir sınıf arkadaşımın babası olarak yazıyorum" diye hitap ettiği, "Sayın R. R. Denktaş, yüreğinizin kapısını çalıyorum. Onların mutluluğu için yardımcı olun" diye yalvardığı makam, Salih için bir şey yapamadı, ama tutuklu bulunan iki yabancı vicdani redci ile onların fotoğrafını çektiği için tutuklanan Ahmet Gökşan adlı Işık Kitabevi çalışanı, 27 Ekim günü 20'şer milyon TL kefaletle serbest bırakıldılar. Bu üç kişinin, ileriki bir tarihte KKTC halkında askerlikten nefret ettirici duygular uyandırmaya çalışma suçlamasıyla yargılanacakları ve o zamana kadar pasaportlarına el konarak KKTC dışına çıkışlarının yasaklandığı duyuruldu. (Yeni Düzen, 29 Ekim 1993).
2 Kasım 1993 tarihli Yeni Düzen, Avrupa Parlamentosu'nun 33 üyesinin KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş'a yolladıkları bir mektupta gerek Askeroğlu, gerekse ona destek veren tutuklu üç kişi hakkında takipsizlik kararı verilmesini talep ettiklerini haber verdi.
5 Kasım 1993 günü Yeni Düzen gazetesi, Uluslararası Vicdani Red Hareketi üyelerinden Andreas Rabl ile Martin Hantke aleyhine getirilen davanın düştüğünü yazdı. Gazetenin muhabirine bu konuda bilgi veren redciler, YKP'nin kuruluş yıldönümü resepsiyonunda karşılaştıkları Cumhurbaşkanı Denktaş'tan yardım istediklerini, Denktaş'ın da kendilerine bu konuda söz verdiğini belirterek, onun gayretlerinin sonuç vermesi sayesinde 5 Kasım günü pasaportlarını geri alacaklarını söylediler. Nitekim pasaportları iade edilen Rabl ve Hantke, 5 Kasım'da Askeri Mahkemede kendilerine takipsizlik kararının okunmasının akabinde, özel eşyalarını almalarına bile fırsat verilmeden feribotla sınır dışı edildiler. (Yeni Düzen, 6 Kasım 1993).

BARIŞ KIŞKIRTICILARINDAN MUMLU GÖSTERİ
Öte yandan Neşe Yaşın, 4 Kasım günü bir basın toplantısı düzenleyerek bir aydan beri izlediğini, evinin arandığını ve özel eşyalarıyla evraklarının kaybolduğunu, telefonunun ise dinlendiğini kaydederek, kendisine bir terörist gibi davranıldığını öne sürdü. (Yeni Düzen, 5 Kasım 1993)
29 Ekim tarihli Cyprus Weekly'de Rum kesiminde protesto eylemi yapan Yeşil Barış üyelerine de "terörist gibi davranıldığı"nın belirtilmesi, Neşe'ye ilham vermiş olsa gerek. Çünkü "barış kışkırtıcıları" ne de olsa Salih'i kullanarak Kıbrıs'ta barışın tarihini yazmaktaydılar ve gösteri tıkırında gidiyordu! Dahası mumlu bir gösteri de düzenlenmiş, ama katılım 5-6 kişiyle sınırlı kalmıştı.
İşte Yeni Düzen'de çıkan duyuru: "Bu akşam (11.11.1993) saat 19'da K.T. Sanatçı ve Yazarlar Birliği'nin organizasyonuyla "Düşünce özgürlüğü için sanat etkinliği” ismiyle Dervişpaşa Konağı’nda şiir-sanat gecesi gerçekleştirilecek. Başta Neşe yaşın olmak üzere, salt düşüncelerinden ötürü sanatçı ve aydınlara son dönemde artarak sürdürülen baskıları protesto niteliğindeki gece herkese açık. “Sanatçılar özgürlükten yana” belgisi ile şair, ressam, müzisyen, karikatürist, yazar, aydın ve sanatseverlere yapılan açık çağrıda:,; geceye katılacak olanların, düşünce özgürlüğünün sembolü olan mumlarıyla birlikte gelmelerinin de vurgulanması dikkat çekici bir unsur.
“13 Kasım günü “Sanatçı ve yazarlardan mumlu protesto” başlığı altında verilen haberde de “Yönetim Kurulu üyemiz Neşe yaşın’a salt düşüncelerinden ötürü yöneltilen ve ısrarla sürdürülen baskıları da kınıyoruz” denmekteydi. Ama aynı birliğin, “bağımsız ve federal Kıbrıs için temas Grubu”nun Rum kesimiyle olan temaslarına Türk liderliğinin koyduğu yasakla ilgili olarak herhangi bir kınama bulunmadığı, Avrupa Konseyi İnsan hakları mahkemesi’ne yaptığı iki şikayette de sessiz kaldığı, grup üyesi Neşe yaşın’ın ara bölgede yapılabilen ilk iki tı-oplumlu siyasi toplantılar sırasında “evlilişkte sadakatsizlik konusunda fısıldaşarak tartıştığı” (Yeni Düzen’deki makalesinden, 10 Mart 1990) ve “şu tekrarlana tekrarlana sıkıntı veren federal çözüm beklentisi”nden sıkıldığı (Yeni Düzen’deki makalesinden, 14 Nisan 1992) Lefkoşa’nın Rum kesimindeki yeni ABD Büyükelçiliği binasının açılışını şiirleriyle yaptıktan sonra ABD Büyükelçiliği ve Kıbrıs Türk liderliğinin yönetiminde yürütülen “conflict resolution” toplantılarına da katılan N. Yaşın’ın çevresine “biz geleceğin yöneticileri olacağız” diye konuştuğu ve Amerikan emperyalizmine karşı tavrını gözden geçirdiği (Yeni Düzen, 16 Ağustos 1993) burada sadece değinilmekle geçilecek konulardır.

ÜÇ YIL HAPİSLİK CEZASI
            Sonunda Kıbrıs gazetesi 13 kasım 1993 günü yayımladığı haberinde, bir gün önce son duruşmada, Salih Askeroğku’nun aleyhine getirilen 4 davada toplam üç yıl hapse mahkum olduğunu ve “tüm dava boyunca belirli çevrelerden destek gören Askeroğlu’nun, polis arabasında hapse giderken yapayalnız” olduğu vurgulanmaktaydı. Haber şöyle devam etmekteydi: “Avukat Hüseyin Celal, Askeroğlu üç yıl sonra askerlik hizmetini yerine getirecek mi” sorusuna ise şu yanıtı verdi: “Biz kendisine yasaların bu niyetine olanak vermediğini daha önce söylemiştik. Ancak kendisi bu niyetinde bilinçliydi. Ama üç yıl sonra fikir değiştirir mi, değiştirmez mi bilemem.”
            10 Aralık 1993 günü yayımlanan Cyprus Weekly gazetesi ise, Rum kesimşnde oluşturulmuş bulunan Yoda ve Salih’le Dayanışma Komitesi’nin Rumca ve Türkçe şarkıların çalındığı bir müzik gecesi düzenleyeceğini ve elde edilecek gelirin, Askeroğlu’nun cezaevinden kurtarılması yolunda harcanacağını duyurdu. Rum Dayanışma Komistesi’nin Türk kesimindeki Komite ile temas kurmaya çalıştığı da belirtilmekteydi. Oysa söz konusu komite, daha kurulduğu günden çıkmaza saplanmıştı. Nitekim, Yoda 25 Ocak 1993 akşamı Rum TV’siyle yaptığı bir söyleşide, Askeroğlu’nun kendisine destek için kurulan bu komitelerin bir hiç olduğundan dolayı büyük bir hayal kırıklığı içinde cezaevinde bulunduğunu, askere gitmeye karar verdiğini ve Şubat ayının 25’inde durumunun açıklığa kavuşacağını söyledi (aktaran Kıbrıs, 27 Ocak 1994). Yoda’nın Rum kesiminde iken yaptığı konuşmalarda, Salih Askeroğlu’nun askerliği reddetme telkininin Neşe Yaşın ve Hürrem Tulga ikilisi tarafından yapılıp, ikna edildiğini açıkladığı kulağımıza gelmişti.

ASKEROĞLU PİŞMAN, ÖZÜR DİLİYOR
            Kıbrıs gazetesi muhabirinin Merkezi Cezaevi’nde cezasını çekmekte olan Salih’le yaptığı söyleşide ise Salih şöyle konuştu: “Yanlış anlaşıldığım inancındayım. Aleyhime getirilen suçlamalar oldukça üzücü. Hak etmediğim bir suçlamayla karşı karşıya kaldım. Hakkımda Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nın manevi şahsiyetini küçük düşürmek, halkı askerden soğutmak gibi suçlamalar getirdiler. Ben bunu hak etmedim.” Askeroğlu, “Hala daha askerliğe karşı mısın? Yoksa yaptıklarından pişmanlık duyuyor musun?” şeklindeki soruya “Hayır, artık askerliğe karşı değilim. Yaptıklarımdan pişmanım” dedi. Salih Askeroğlu, cezasını tamamladıktan sonra vatani görevini yerine getirip getiremeyeceği yönündeki soruya, “Evet, askerliğimi yapacağım” şeklinde konuştu, şunları ekledi: “Özel ailevi, ahlaki durumumu öne sürerek böyle bir görevi yapamayacağımı söylemiştim. Yanlış anlaşıldım... Ama yine de tüm ilgililerden ve yetkili makamlardan özür diliyorum... Yasalar ne emrederse onu yapmaya hazırım.” (Kıbrıs, 12 Aralık 1993)
            12 Aralık 1993 erken genel seçimlerinden sonra iktidara gelen DP-CTP koalisyonu hükümetinin Bakanlar Kurulu’nun ilk icraatlarından biri de, Salih Askeroğlu’nun Rum nişanlısı Yoda ile kızları Melissa’nın, 28 Eylül’de sınırdışı edildiği KKTC’ye geri gelmesini sağlamak oldu ve 6 Ocak 1994’de Yoda ile kızı BM Barış Gücü yardımıyla Mağusa’ya, Askeroğlu’nun ailesinin yanına gitti. Birlik gazetesi, Yoda ve Melissa'nın geri dönmesiyle ilgili önerinin Cumhurbaşkanlığı Sarayı'ndan geldiğini açıkladı. (8 Ocak 1994)
Yoda ile kızını Ledra Palas kapısında karşılayan Salih'in kardeşi Hasan Askeroğlu'nun ise, "para kazanmak için” Beyarmudu yöresinde askeri yasak bölge içerisinden Güney Kıbrıs'a geçmek isterken yakalandığı basında yer aldı. (Kıbrıs, 20 Ocak 1994)

GERÇEK DERGİSİNE SÖYLENENLER
Kıbrısla ilgili gerçekleri Türkiye basınında vurgulayan ender yayın organlarından Gerçek dergisi, KKTC'deki genel seçim öncesinde Fatih Polat imzasıyla yayımladığı bir makalede, Neşe-Hürrem ikilisinin sahnelediği "Yoda-Askeroğlu Aşk Masalı" ve sözümona "sivil itaatsizlik" olayıyla ilgili olarak şu doğru saptamayı yaptı:
"Siyasi otoriteye yönelen, sınıfsal özden yoksun her tavır; bir süre sonra asimile oluyor. Bu, aydınlar için de geçerli. Kuzey Kıbrıs'ta vicdani red hakkını kullanarak askere gitmeyi reddettiğini açıklayan Salih Askeroğlu'na verdiği destekle dikkatleri üzerine çeken Şair Neşe Yaşın da, "biat" edenler arasında yerini aldı. Yaşın, Cumhurbaşkanı Denktaş'a bir mektup göndererek, "insani amaçlarla yola çıktığını, çocuğa ve kadına acıdığını, başkaca bir niyeti bulunmadığını" ifade etti." (4 Aralık 1993, Sayı: 36)
Derginin bir sonraki sayısında bir okuyucu mektubu yayımlanan Hürrem Tulga ise, şunları yazma ihtiyacı hissetmiş: "Amacım Neşe Yaşın'ı aklamak değildir. Onun yaşamındaki duruşu, bütün ilişki ve çelişkileriyle gözler önündedir. Amacım toplum kesitlerini altüst eden çarpıklığa dur demeye çalışmak. Son birkaç aylık pratik süreçte, otoritenin K. Kıbrıs’ta birinci derecede "tehlikeli" saydığı düşmanlar arasında, birinci sıraya Yaşın oturtulmuştur. Buna mukabil "sosyalistler" Askeroğlu olayının ta başlarında yayımlanan (Kıbrıs Türk basınında yayımlandığını görmedik. A. An) bir mektuba dayanarak Yaşın'ın özür dilediğini duyuruyorlar. Oldu mu ya şimdi?
Bir insanın yaşamının genel çizgisi içinde "az" veya "çok" çelişkiler mutlaka vardır. Bu da örgütlenme, mücadele ve sınıfsal konumuna bağlıdır. Siz kalkar da genel çizgiyi (ne kadarsa), otoriteye karşı mücadelenin en sıcak anlarındaki duruşunu görmezlikten gelir ve özür dilediğini ilan ederseniz, bunun ne biçim sosyalistlik! olduğunu siz takdir edin." (11 Aralık 1993, Sayı 37)

"YAŞAMDAKİ DURUŞ"
Tulga'nın savunduğu gösteri arkadaşı Yaşın'ın "yaşamdaki duruşu"nun "birinci derecede tehlikeli" eylemleri arasında neler varmış? 1993 Şubat'ında, Kıbrıs Türk ticaret burjuvazisinin en köklü kuruluşu olan Türk Bankası'nın Kültür-Sanat Ödülü'nü bu burjuvazinin otoriter sözcüsü Rauf Denktaş'ın elinden aldıktan sonra konuşan Neşe Yaşın, "şiirini yazdığı insanların ödülünü almaktan mutluluk duyduğunu" ifade etmiş ve "benim için bir yaramazlık aracıdır" dediği şiirle, aykırı çocuklar olarak nitelediği şairler olarak, otoritelerin başını ağrıtmaya devam edeceklerini" dile getirmişti. (Kıbrıs, 20 Şubat 1993)
"Otorite"nin toplumlararası temaslara yasak koyması üzerine, "Temas yok diye üzüleceğimize, duvarların üzerine çiçekler çizelim" (Yeni Düzen, 29 Ağustos 1991) önerisinde bulunan yaramaz şair, Amerikalıların ilgisini çekmiş ve başlarını ağrıtmış olacak ki (!), Rum kesimindeki ABD Büyükelçiliğinin yeni binasının açılış töreninde şiir okumak için çağrı almış. İşte gerek Rum, gerekse Türk kesiminde tepkilere neden olan "Büyük Söz” şiirinden bir bölüm: "Yarım vatana ihanet / ulaşmaksa bütün vatana / şahane boynuzların olacak milliyetçilik / ihanet edeceğim sana / bütün düşmanlarla sevişip / peşime kanlı ordular koysan da / ihanet edeceğim sana / yeryüzünün bütün kıtalarında. (Yeni Düzen, 8 Temmuz 1993)

KIVILCIM BOŞA GİTTİ
Sınıf mücadelesi verenlere değil de "uğur böceğinin gücüne" inandığını söyleyen Neşe Yaşın ve ona destek vermeye çalışan Hürrem Tulga gibi pili bitmiş siyaset mensupları, kişisel gösteri ve çıkışlar yerine, ön çalışması yeterince yapılmış ve geniş kitleleri kucaklayan kampanyalar, çalışmalar içinde olmalıdırlar.
"Ordu, sistemin bir parçası, salt askere gitmeme temelinde yürütülen bir mücadele eksik değil mi?" diye soran Gerçek dergisine Yaşın şöyle demiş:
"Bu kampanya bir kıvılcımdır, ama sonu neye varır bilmiyorum. Ama en azından bir araya getirilebilir insanları ve neler yapılabileceği tartışılabilirdi. Çünkü o kadar büyük bir sessizlik var ki; bu bile önemli... Bu kampanya insanları biraraya getirmenin aracıydı bizim için. Birleşik örgütlenmeye gitmek için bir adımdı. Kesinlikle burada kalmayacak yeni bir şeyler yapılacak. Kampanyada edinilen deneyimi bir yere aktaracağız. En azından böyle bir amacımız var.
Türkiye'ye geliş nedenlerimin arasında orada sürekli baskı altında olmamız da vardı. Sürekli takip altındayım. Önce, bu bana eğlenceli geliyordu, dalga geçiyordum, ama sonra sinir bozucu bir hale geldi. Bir de roman çalışması yapıyordum; dedim ki ben gideyim romanımı yazayım. Bu yüzden Türkiye'deyim. Bu demek değil ki o ateş hattına tekrar girmeyeceğim. Şairlerde bir delilik vardır. Böyle bir şey olursa en önce ben koşarım." (1 Ocak 1994, Sayı 40)

KİŞİSEL GÖSTERİ YERİNE, MÜCADELE ÖRGÜTÜ
Daha başlangıçta sonu nereye varacağı belli olan "Yoda ile Salih’in aşk öyküsünden mülhem" kıvılcım harekâtı, belki de Neşe Yaşın'ın romanına konu olmasından öte herhangi bir kalıcı etki yaratmadan, daha Salih’in hapse girdiği gün sona erdi. Rum TV programında konuşan Yoda, Salih'in tutuklanmasının hemen ardından kimseciklerin ortada kalmadığını, herkesin yok olduğunu açıkladı. Zaten "Vicdani Red Destek Komitesi", daha kurulduğu gün ortalıkta yoktu, sadece adı vardı. Sıkıya girince, çareyi biat edip, savaş alanından kaçmakta bulan ve Rum TV'sine İstanbul'dan telefonla demeç vererek, Yoda ile Salih'e ancak sevgilerini iletebilen şairimiz, şu sıralar romanına yeni malzeme toplamak üzere tekrar ateş hattına dönmüş bulunuyorlar! Ama "son derece uyuşuk, sessiz, çok zayıf ve çok hantal bir muhalefeti olan" Kıbrıs Türk toplumunda, Yaşın'ın sözünü ettiği bu yapının nedenlerini araştırmak, başka aydınların görevi olmalı.
Her yıl, sayıları bini aşkın genç Kıbrıslı Türkün, 30 yıldır çözümlenemeyen Kıbrıs sorunu yüzünden ve bir yerde de askerlik yapmamak için terkettikleri bu ülkenin sorunlarını, yine bu ülkenin insanlarıyla birlikte tartışıp, çözüm yollarını birlikte saptamak gerekmektedir.
1974'den beri sürekli olarak değiştirilen demografik yapı ve sayıları yerli nüfusu aşmış bulunan Türkiyeli yerleşiklerin neden olduğu çeşitli sorunlar, Denktaş'ın kurduğu "KKTC" denen kukla devletçiğe destek veren 35 bini aşkın Türk askeri varlığının geri çekilmesi, Rum ve Türk toplumlarının özgür iradesiyle bir anlaşmaya varmaları için gerekli demokratik ortamın oluşturulması, gerek Türkiye, gerekse Kıbrıs'taki basın-yayın organlarında egemen olan şövenist politikaların içyüzünü açığa çıkarmak için güçlü kampanyaların hazırlanıp yürütülmesi, Kıbrıs adası üzerinde oynanmakta olan emperyalist planların ve oyunların sergilenmesi mücadelesi, ancak işçi sınıfı biliminin temel ilkelerine göre örgütlenirse, sonuç verebilir. Yoksa bireysel reklama yönelik çıkışlar ve yanlış yürütülen kampanyalar, olsa olsa sabun köpüğü ömürlü pembe dizilere veya romanlara konu sağlayabilir.

(Sosyalist Gözlem dergisi, Sayı:8, Nisan 1994)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder