29 Haziran 1993 günü telefonum çaldı. İzmir'den arayan ve kendisini Selim
Uyurkulak olarak tanıtan kişi, ICOM (Uluslararası Vicdani Redciler
Toplantısı)'un İzmir şubesi olarak bir toplantı düzenleyeceklerini ve benim de
bu toplantıya katılarak, Kıbrıs konusunda resmi Kıbrıs politikası'nın bir
muhalifi olarak bir konuşma yapıp yapmayacağımı sordu. Adımı CTP Genel Başkanı
Özker Özgür'den aldığını söyleyen Uyurkulak, beni tekrar arayacağını ve daha
kesin bilgiler verebileceğini söyledi. CTP'nin resmi Kıbrıs görüşüne yaklaştığı
için beni önermiş olmalarını normal karşıladım. O nedenle Özker Bey'i arayıp,
herhangi bir şey sormadım.
İzmir'den bir yanıt gelmemesi üzerine verilen numarayı aradım ve bana kesin
kararın o gün, yani 5 Temmuz'da verileceği söylendi. 8 Temmuz günü beni yeniden
arayan Uyurkulak, sözü edilen toplantıya Özker Özgür ile Hürrem Tulga'nın davet
edilmesi kararının alındığını bildirdi. Bu işin içinde bir bit yeniği olduğunu
anlamıştım, ama olay öyle kaldı.
14 Temmuz ve 21 Temmuz 1993 tarihli Yeni Düzen gazetelerinde Özker Özgür,
kendi köşesinde yazdığı yazılarda, 11-17 Temmuz 1993 tarihlerinde Ören'de yer
alan ICOM-1993 toplantısıyla ilgili izlenimlerini aktardı. Ocak 1990'dan bu yana
yayımını durdurmuş olan Özgürlük dergisinin editörü olarak kendini takdim eden
Hürrem Tulga ile CTP Genel Başkanı Özgür'ün bu toplantıda sundukları
bildirilerin metinleri de, 23 Temmuz 1993 tarihli Yeni Düzen'de yayımlandı.
Tulga, birlikte çalışmalarına katıldığımız "Bağımsız ve Federal Kıbrıs
için Temas Grubu"nun "Temel Görüşler" başlıklı bildirgesini
oradaki katılımcılara dağıttığından söz ettiği yazısında, ne yazık ki üzerimize
konan yasaklardan hiç söz etmiyordu. Bir buluşmamızda kendisine bundan söz
etmişsem de, bana ICOM yetkililerinin Kıbrıs'a geleceklerini ve benimle
görüşmelerini sağlayacağını söyledi.
KILIF
HAZIRLANIYOR
Bu arada Hürrem Tulga'nın Temas Grubu'nda çalışmış arkadaşların bilgisi
dışında,
5-6 kişiyle
birlikte, ilki 5 Temmuz 1993'de olmak üzere bir dizi "aydınlar
toplantısı" düzenlemekte olduğunu öğrendim Dar ve belirli bir gruba
yönelik olarak yapılan toplantıların Ağustos ayı sonlarında yapılanında, Hürrem
Tulga'nın "vicdani red" konusunu ortaya attığını ve katılımcıların
konuya pek de sıcak bakmadıklarını işittim. Bir insan hakları derneği
oluşturmak için toplantılara devam edileceğini bize aktaran arkadaşlar, bu
konuda geçmişte bir çalışma yapıp ve Strazburg'daki Avrupa İnsan Hakları
Komitesi'ne başvuruda bulunmuş olan Temas Grubu'nun bu toplantılardan haberdar
edilmemiş olmasını ve dışlanmaya çalışıldığını eleştirdiler. Ama konuya dar
grupçu çıkar ilişkileri açısından bakan Tulga, tutumunu düzeltmeyince,
toplantılara baştan beri katılmış olan bazı sosyalist arkadaşlar artık katılmamaya
karar verdiler ve konuyla ilgili herkese hitap etmeyen bu tür çalışmaların
başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkum olduğunu belirttiler. Benim Hürrem'e yönelik
sorularıma ise, açık herhangi bir yanıt alamadım.
Bu arada Viyana’daki ICOM merkezinden Andreas Rabl'ın Lefkoşa'ya geldiğini
ve sadece Hürrem Tulga ve yakın çevresi ile görüştürüldüğünü öğrendik. Şair
Neşe Yaşın'ın evinde misafir ettiği Rabl'ın, görüştüğü kişilere "eğer bir
örgüt çalışması yapılmamışsa, ben vicdani red olayına girilmemesini öneriyorum"
dediği duyuldu. Sanırım, Rabl, temaslarından sonra bu konuda toplum içinde
herhangi bir çalışmanın yapılmadığını görmüş ve haklı olarak girişimcileri
uyarmıştı.
"SEVGİLİLER
MÜCADELESİ"
Eylül ayı
başında, Andreas Rabl tarafından İngilizce olarak hazırlanmış ve 20 Ağustos
1993 tarihini taşıyan "Bölünmüş bir ülke olan Kıbrıs’ta şovenizm ve
militarizme karşı sevgililerin mücadelesi" başlıklı 4 sayfalık bir metin
dağıtıldığını öğrendik ve Mağusa'dan bir kopyasını elde ettik. Rabl tarafından
yazılan metin, bazı kısımlarının çıkarılmasından sonra, aynen bu kez de Neşe
Yaşın imzasıyla 23 ve 24 Eylül 1993 tarihli Yeni Düzen gazetesinde resimli
olarak yayımlandı. Metne Neşe Yaşın tarafından konan başlık ise şöyleydi:
"Şovenizme karşı sevginin direnişi -Salih, Yoda ve Melissa- onlar
birbirlerini sevdiler ve aşk sınır tanımazdı."
"20. yüzyılın düşman milliyetçiliğin karşısında direnen aşkın
hikayesi" diye bir pembe dizi havasında anlatılan ve "başkalarına
anlatınız ki bu masal dilden dile yayılsın. Baskının ve kötülüğün yarattığı
destanı herkes öğrensin" önermesiyle sunulan olay şudur:
1990
yılı ortalarında "Rum pasaportu" almak amacıyla İngiltere üzerinden
Güney Kıbrıs'a giden 1965 doğumlu Kıbrıslı bir Türk olan Salih Askeroğlu, orada
nişanlandığı Yoda Nikalau Theodoru adlı Rum kızıyla, kendilerine Rum kesiminde
insanlık dışı muamele yapıldığını öne sürerek,
21 Şubat 1992 tarihinde insanca yaşamak için KKTC'ye kaçmıştı. B&yarmudu
bölgesinden geçip KKTC makamlarına sığınan çiftin 22 Şubat günü Derviş Paşa
Konağı'nda düzenledikleri basın toplantısında "Rum'un baskı ve
zulmü"ne ilişkin olarak söyledikleri 23 Şubat 1993 tarihli Kıbrıs
gazetesinde yer almıştı.
İfadeleri
alındıktan sonra serbest bırakılan Salih ile Yoda, Mağusa’da yaşamaya
başlamışlar ve hamile olan Yoda, Melissa adı verilen bir kız çocuğu dünyaya
getirmişti. İnşaat işçiliği yapan Salih'in askerlik görevi için 24 Eylül
1993'de çağrısı çıkmıştı.
SALİH İLE YODA
İKNA EDİLİYOR ^
Sonradan öğrendiğimize göre, askerlik hizmetini yapmak istemeyen Salih, Yoda'nın
tedavi için Londra'ya gitmesi gerektiği şeklinde doktor raporu alarak,
askerliğini tecil ettirmek üzereydi ve bu konuda Yeni Kıbrıs Partisi Genel
Başkanı Alpay Durduran'dan yardım görmüştü. Fakat Hürrem Tulga'nın ICOM'a
dayanarak başlatmak istediği "vicdani redde dayalı- askerliğe hayır
kampanyası” öncesinde toplum içinde herhangi bir aydınlatıcı çalışma yapmadan
ve daha da önemlisi, başka ülkelerdeki gibi gerçekten vicdani veya dinsel bir
nedene dayanmadan, sadece askerlik yapmama isteği ve Kıbrıs'taki durumdan
yararlanmaya yönelik olarak girişilen bu olayın fiyaskoyla sonuçlanacağı daha
işin başından anlaşılmıştı. Zaten dar bir grubun siyasal gösterisi şeklinde
hazırlanmış olan bu kampanya, sempatiden çok tepkilere neden oldu. Salih,
gerçekten vicdani nedenlerle askerlik hizmeti yapmak istemiyorsaydı, göreve
çağrıldığı gün gider ve sivil görev yapmak istediğini bir dilekçeyle ilgili
makamlara iletebilirdi. Oyunu kurallarına göre oynamayı bilmeyen Salih'in akıl
hocaları, onun göreve çağrıldığı gün olan 24 Eylül 1993'de kampa gitmesine
engel olarak, KTÖS lokalinde bir basın toplantısı düzenlemesini sağladılar.
Basın toplantısında "ne kadar zorlarlarsa zorlasınlar, askere
gitmeyeceğim. Hapise girmeyi göze aldım" diye konuşan Salih "hangi
koşullarda olursa olsun bir orduya hizmet etmeyi reddediyorum. Ordudan
tamamıyla bağımsız olarak tasarlanacak farklı bir sosyal hizmeti kabul etmeye
hazırım" diyordu. "Asker elbiseleriyle kızımı, eşimi nasıl
kucaklayacağım? Bana insan öldürmeyi öğretecekler. Hangi düşmanı öldüreceğim.
Eşim Yoda'yı mı? Kızım Melissa'yı mı? Yoksa onların akrabalarını mı?"
sorularını da soran Salih, Türk kesimine geçtiği zaman yayımladığı basın
bildirisinin kendisine zorla imzalattırıldığını da öne sürdü. (Yeni Düzen, 25
Eylül 1993) Aynı gün Askeroğlu ve onun gibi düşünen herkese askerliği red
hakkının verilmesi amacıyla Cumhurbaşkanı Rauf Denkta’a mektup gönderme
kampanyası başlatıldı.
DOST GAZETECİLER
KULLANILIYOR
Hürrem-Neşe ikilisinin Türkiye'deki bazı dostları da kampanyaya dahil edilmişti.
27 Eylül 1993 tarihli Aydınlık gazetesinde yazan Cezmi Ersöz, şöyle diyordu:
"Yoda (21) ile Salih (28), aşklarını korurken aynı zamanda Kıbrıs'ta
barışın tarihini yazmaya başladılar... Salih'in askere alınacağı gün ben
Lefkoşa'daydım... Ama hiç de yalnız değillerdi, iki halkı birbirlerinden ayıran
savaşın, şovenizmin yarattığı tüm acıları yaşamış bir grup Kuzey Kıbrıslı Türk,
barışın tarihini onlarla birlikte yazmaya kararlıydılar."
Tarih yazan Ersöz, evinde kaldığı arkadaşı Neşe'nin nabzına göre şerbet
vermeyi de ihmal etmiyordu: "Kuzey Kıbrıslı şair Neşe Yaşın, o acımasız
savaşta bütün mutluluğunu, çocukluğunu, çekilen sınırın öbür tarafında kalan
evinde bırakmaya mecbur bırakılan sevgili Neşe, bu barış için her şeyini feda
etmeye kararlı görünüyordu, Salih'in reddini dünyaya duyururken."
Anlaşıldığına göre Ersöz, bu kampanyanın aksak başlatıldığı konusunda bazı
eleştileri duymuş ve "içlerinde sol görüşlü insanların da bulunduğu birçok
Kuzey Kıbrıslı, Salih'in görüşlerine katılmayabilir" diyerek, yine de
bildiğini okumuştu: "Bugünlerde Kuzey Kıbrıs'ta barış kışkırtıcıları
barışın tarihini yazıyorlar."
Ne yazık ki, Ersöz ve Kıbrıslı arkadaşları barış mücadelesinin kışkırtmayla
yarar değil, zarar göreceğinin henüz bilincine varamamışlar, işin sadece propaganda
ve gösteri yönüyle ilgilenmişlerdi. Nitekim, tarihe yazılanın ne olduğu ileride
ortaya çıkacaktı.
Yanlış bir şekilde başlatılan ve pili bitmiş bir siyasetin temsilcisi olan
Hürren Tulga ile kendinin reklamını yapmaktan başka bir hedefi olmayan Neşe
Yaşın'ın yürüttükleri bu kampanya için kullanılan Yeni Düzen gazetesi, 27 Eylül
1993 günü yayımladığı "Semih Akay" imzalı bir mektupta şunları yazdı:
"Salih Askeroğlu ismindeki kardeşimiz, askerliği reddederek
ülkemizdeki muhalif hantallığa ciddi bir darbe vurmuştur... Ben, Salih
Askeroğlu'nun mücadelesini desteklerken, onun bu anlamlı tavrı etrafında
birleşilmesi için tüm örgütlere ve bireylere çağrıda bulunuyorum. Aydın tavrı
taşıyan ve insan haklarını önemseyen insanlar için bu olay mihenk taşı olacaktır.
Yürekten inanıyorum ki, bu çıkışın genişlemesiyle askersizleştirilmiş bir
toplum olma yolunda önemli adımlar atacağız. Tüm ilerici, demokratik düzen
savunucusu örgütler ve bireyler, sanatçılar vs bu olay gerçek yaşamın yeni
gündemidir. İnsanlığa ısrarla sahip çıkmalıyız."
ARABA ATIN ÖNÜNE
KOYULDU
Yanlış bir biçimde ve dar grupçu bir zihniyetle başlatılan bu kampanyaya
ilgi gösterilmemesinin nedeni, sanırım yukarıdaki "iddialı" sözlerden
de anlaşılabilmektedir. Arabayı atın önüne koymak deyimi tam da yerinde
söylenebilir.
Toplum içinde yer etmemiş ve yeterince çalışma yapılmamış konularda
kampanya açmak veya çalışmak, bizde daha çok Türkiye'deki benzeri hareketleri
kopya etmek şeklinde olmaktadır. Bilindiği gibi, Türkiye'de ilk defa 1990
yılında Tayfun Gönül ve Vedat Zincir adlı iki genç, Sokak adlı haftalık
derginin desteğinde "askerlik yapmayı reddetme" kampanyasını
başlatmışlar, ama bu hareket herhangi bir sonuç alamadan, derginin kapanması ve
Tayfun'un para cezasına çevirttiği üç aylık hapis cezasıyla bitmişti.
ÖRNEK
TÜRKİYE'DEN
ICOM'un 1992 yazında Fransa'da yaptığı toplantıda, 1993 yılındaki
buluşmanın Türkiye'de yapılması kararı alınmış ve 6 aylık bir hazırlık-tartışma
çalışması ardından Aralık 1992'de İzmir'de "Savaş Karşıtları Derneği"
kurulmuştu. Yeni seçilen hükümet, askerlik görevini 18 aydan 15 aya indirmiş ve
gerek basında, gerekse siyasetçiler arasında sivil askerlik hizmeti
yapılabilmesi olanakları tartışılmaktaydı. İzmir'deki Savaş Karşıtları
Derneği'nde bir araya gelen, biri Almanya'da yaşamakta olan 6 dernek üyesi askerliğe
gitmeyeceklerini açıklamışlar ve Belçika, Yunanistan ve Avusturya'dan gelen
redcilerden destek görmüşlerdi. (Cumhuriyet, 18 Ocak 1993)
Derneğin yayın organı olan "Bakaya"nın Ocak 1993'de çıkan ilk
sayısında şöyle denmekteydi: "Hiçbir ideolojinin yol göstericiliğini kabul
etmiyoruz. Hiçbir görüşün tekelinde değiliz. Hiç kimsenin yan kuruluşu,
destekçisi değiliz. Böyle de kalacağız... İsyancı bir dernek. Otoriteye karşı
itaatsizliği, her türlü baskıya karşı isyanı savunan, haksızlıklara karşı çıkan
bir dernek. Anlayışımız bu, yaklaşımımız bu."
Mart 1993'de Türk-Kürt çatışmasının barışçı yollardan çözümlenmesini
isteyen bazı dernek ve sendikaların Barış Platformu oluşturmalarına öncülük
eden Savaş Karşıtları Derneği, 11- 17 Temmuz 1993'de de Milas-Ören’deki
ICOM-1993 toplantısını örgütlemişti. Yukarıda sözü edilen bu toplantıda
tartışılan konular arasında "Rum-Türk Kıbrıslılararası dostluk"
konusunun da tartışıldığını öğrendik (KDV International, Zivilcourage dergisi,
6/93), ama ne yazık ki Yeni Düzen’de bu konuya hiç değinilmemiştir. Salih
Askeroğlu olayına da değinilen Zivilcourage dergisindeki makalede, Salih'in
Eylül 1992'den beridir hapiste olduğu ve mahkemede gözlemci olarak bulunan KDV
Derneği Başkanının şu bilgiyi verdiği yazılmaktadır:
"Oturuma her 10 dakikada bir ara verilerek, Türkiye'deki yetkililerle
danışmalarda bulunuluyordu ve yargıçlar kurulunda iki yargıç Türkiyeliydi.
Adalet tarihi için yazılabilecek bir saçmalık." Makalede devamla halen
Türkiye'de 250 bin asker kaçağının bulunduğu ve Savunma Bakanlığı'nın teslim olma
süresini 1994 yılı başına kadar uzattığı belirtilmekte, 14 vicdani redciden
11'inin herhangi bir yasal korumadan mahrum oldukları vurgulanmaktadır.
Türkiye'deki Savaş Karşıtları Derneği'nin 8 Kasım 1993 günü İzmir 13. Asliye
Hukuk Mahkemesi tarafından kapatıldığı basına yansımıştı. (Cumhuriyet, 11 Kasım
1993)
RUM KESİMİNDE DE
VAR
Kıbrıs'ın Rum kesiminde de vicdani gerekçelerle Rum Milli Muhafiz
Ordusu'nda askerlik yapmayı reddedenler olmuş ve verilen mücadele sonucunda
yasal düzenleme yapılmıştır. 9 Ocak 1992'de kabul edilen yasaya göre, 26 ay
zorunlu askerlik yerine, iki seçenek sunulmaktadır: 1) 34 ay silahsız olarak
bir askeri kampta hizmet, veya 2) 42 ay sivil hizmet. Temsilciler Meclisi'ne
bağlı Savunma Komitesi, yasaya eklediği bir maddede, halen işgal altında
bulunan Kıbrıs'ta savaş tehdidi bulunduğu gerekçesiyle, olağanüstü durum veya
genel seferberlik halinde, kitlesel başvurulara bu seçeneklerin uygulanmamasını
karara bağladı. (Cyprus Mail ve Cyprus Weekly, 10 Ocak 1992)
Konuyla yakından ilgilenen Amnesty International, yeni yasada red gerekçesi
olarak sadece dinsel nedenin kabul edilmesini, ama ahlaki, insancıl, felsefik
ve siyasal nedenlerin kabul edilmemiş olmasını yeniden eleştirmiştir. (Cyprus
Mail, 20 Mart 1992) Rum kesiminde zorunlu askerliğin başladığı 1964'den bu
yana, hemen hepsi de Yehova şahidi olan 200 kadar kişi askerlik yapmayı
reddettiklerinden, 2 ile 6 ay arasında hapis cezasına çarptırılmışlardır.
Kıbrıslı Türklere karşı savaşmak istemediği gerekçesiyle askerlik yapmak
istemeyen Yannis Parpas adlı bir inşaat işçisi, ilk defa Nisan 1988'de iki ay
hapse mahkum olmuş ve 1989 yılında da yeniden cezalandırılmıştı.
SONUÇ FİYASKO
Kıbrıs'ın Türk kesiminde ise herhangi bir yasal seçenek bulunmadığından,
gençler ya askerlik hizmetini yapmakta, ya da yapmamak için adayı
terketmektedirler. İlk vicdani red olayı olarak Salih Askeroğlu'nun 24 Eylül
1993 günü ortaya çıkması ile konu tartışılmaya başlanmış, ama kampanya hakkında
kamuoyu yeterince aydınlatılıp, destek sağlanamadığı için fiyaskoyla
sonuçlanmıştır.
28 Eylül 1993 tarihli Yeni Düzen, Askeroğlu'nun asker kaçağı olarak
arandığının polis tarafından avukatına bildirilmesi üzerine, 27 Eylül günü ö.s.
kendisini savunmayı üstlenen avukatlarla birlikte, Lefkoşa'daki Polis
Karakolu'na giderek teslim olduğunu yazdı. Gazete ayrıca, Salih için
uluslararası düzeyde bir kampanya başlatıldığı ve Kuzey Kıbrıs'ta ise bir
destek komitesi oluşturulduğunu bildirdi. Çeşitli Avrupa ülkelerinden gelmeye
başlayan , dayanışma mesajlarını yayımlamaya başlayan Yeni Düzen, nedense
Kıbrıslı Türkler’den oluşan destek komitesine katılanların adlarını, ancak 30
Eylül tarihli gazetede açıklayabildi. Alper Baydar, Hürrem Tulga, Neşe Yaşın,
Serdar Gazioğlu ve Salih Taşkın'dan oluşan Vicdani Red Destek Komitesi yaptığı
açıklamada, halkı, vicdani red hakkını kullanan Salih Askeroğlu ile Yoda ve
Melisa'ya karşı duyarlı davranmaya ve dayanışmaya çağırmaktaydı. Yoda, KKTC
polisi tarafından 29 Eylül günü BM Barış Gücü aracılığıyla iki aylık bebeği
Melissa ile birlikte Güney Kıbrıs'a gönderilirken, 28 Eylül akşamı
tutuklanarak, aleyhine "asker kaçağına yataklık yapma" suçlaması
getirilen Neşe Yaşın ise, 29 Eylül günü öğleye yakın 10 milyon TL'lik teminat
karşılığı serbest bırakılmıştı.
SAPTIRILAN
TUTUKLANMA GEREKÇESİ
Askeroğlu olayının militarist çevrelerce istismar edilmesi ve karşı
kampanyanın başlatılması sürerken, Neşe Yaşın'ı sevenler topluluğu da Salih'i
üç gün evinde misafir eden Neşe'nin "Salih'e destek verdiği
gerekçesiyle" tutuklandığını yazdılar. (Cumhuriyet, 30 Eylül 1993) Kıbrıs
Türk Sanatçı ve Yazarlar Birliği de yayımladığı bildiride, Neşe'nin imza
kampanyasına öncülük ettiği gerekçesiyle göz altına alındığından söz
etmekteydi. (Ortam, 1 Ekim 1993)
Oysa ki Polis Genel Müdürlüğü'nün basın açıklamasında Neşe'nin tutuklama nedeni
"24-27 Eylül 1993 tarihleri arasında Gönyeli'de Atatürk Caddesi, Pehlivan
Apartmanı Daire 2'deki evinde, asker kaçağı olduğunu bildiği, Gazimağusa'da
sakin Salih Askeroğlu isimli şahsı saklamak suretiyle ona yataklık yapan ve
ilgili makamlara ihbar etmeyen Neşe Yaşın, mahkeme kararı ile tutuklanmış olup,
aleyhine dosya tanzim edilerek Mahkemeye sevkedilecektir" şeklinde
belirtilmekteydi. (Ortam, 30 Eylül 1993) 11 Ekim 1993 tarihli Yeni Çağ gazetesi
de, esas tutuklama nedenini benzer şekilde saptırarak, Yaşın'ı savundu.
TEPKİLER
Kendi reklamını yapmaktan başka bir çabası olmayan Neşe Yaşın birkaç
saatliğine tutuklanması haberini tüm dünyaya duyurduğunu, yine Yeni Düzen'de
haber yapıp yayımlattırdı. (1 Ekim 1993) Rum basını ve yayın organlarında da
olay "Kıbrıslı Türk şair Neşe Yaşın da tutuklandı, şimdi nerede olduğu
bilinmiyor" şeklinde yansıtıldı. (Aktaran Birlik, 1 Ekim 1993)
Olayın boyutları genişleyince, Neşe'nin yakın arkadaşlarından Fatma Azgın,
Yeni Düzen'deki köşesinde şunları yazdı: "Parti başkanımız Özker Özgür'ün
açıkladığı gibi CTP, ne askerliği reddetmekte, ne de Türk askerinin varlığını
tartışmaktadır." (1 Ekim 1993)
Rum kesiminde İngilizce olarak yayımlanmakta olan Cyprus Weekly gazetesi
ise 1 Ekim 1993 tarihli sayısında, Türk makamlarınca Rum kesimine gönderilen
Yoda'nın 16 yaşında evlendiği Kıbrıslı Rum kocasından ayrı yaşadığını belirtti.
Radio Proto'ya bir demeç veren Yoda'nın babası ise, kızının Salih'le olan
ilişkisine, sırf Kıbrıslı Türk olduğu için karşı çıkmadığını, Yoda'nın evli ve
ayrı yaşadığı kocasından, biri özürlü olan 5 ve 2 yaşında iki çocuğu daha
bulunduğunu söyledi.
4 Ekim 1993 tarihli Yeni Düzen, bir gün önce sabaha karşı, vicdani red
kampanyasının yürütüldüğü Işık Kitabevi'ne kimliği meçhul kişilerin girerek
tahribatta bulunduğunu duyurdu.
6 Ekim 1993 günü Kıbrıs gazetesinde ise, Cumhurbaşkanı Denktaş'ın İslam
dininde askerliğin mukaddes olduğu ve askerliğe karşı vicdani itiraz
müesesesinin bulunmadığını vurguladığı açıklandı. Askeroğlu olayını kınayan
üniversite gençliğine ait 150'yi aşkın protesto mektubunun kendisine ulaştığını
belirten Denktaş, "Asil Türk gençliğinin bu konudaki düşüncelerini
iftiharla okumaktayım. Gerçek budur" diyerek, "bu çirkin olay"a
kendisinin müdahale etmesi istendiğini duyurdu. Kışkırtılan karşı kampanya,
görevini yerine getirmekteydi. (Bak. Okuyucu mektubu, Kıbrıs, 10 Ekim 1993)
15 Ekim günü Lefkoşa'da askeri mahkeme önüne çıkarılan Salih'in duruşmasını
izlemek üzere Alman gazeteci ve vicdani redci Martin Hantke, Avusturyalı
Andreas Rabl ve Uluslararası Af Örgütü'nden Jonathan Sablinger hazır
bulundular. 18 Ekim günü ise Hankte ve Rabl, Kıbrıslı Türk Ahmet Gökaşan ile
birlikte Salih'in derhal serbest bırakılmasını talep eden bildiriler
dağıttıkları gerekçesiyle, görüşmeye gittikleri Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda
polis tarafından göz altına alındılar. Askeri mahkeme 19 Ekim günü aldığı bir
kararla bu kişilerin, "askerlikten halkı soğutucu çalışma yapma"
suçundan üç gün tutuklu kalmasına karar verdi. Ama tutuklular, suçsuz
olduklarını belirtmelerine rağmen, tutukluluk kararına karşı çıkmadılar.
(Kıbrıs, 20 Ekim 1993) Yeni Düzen gazetesi ise, üç tutuklunun açlık grevine
başladıklarını ve polisin 19 Ekim akşamı Neşe Yaşın’ın evini aradığını duyurdu.
(20 Ekim 1993)
Hantke ile Rabl'ın tutuklanmasına dış basının geniş ölçüde yer verdiğini ve
Denktaş'a çok sayıda protesto mesajı gönderildiğini yazan 23 Ekim tarihli Yeni
Düzen, üç kişinin tutukluluk süresinin 5 gün daha uzatıldığını yazdı. 24 Ekim
günü ise, tutuklu olarak yargılanan Salih Askeroğlu'na ziyaret yapılmasının
yasaklandığı yakınlarına duyuruldu.
SALİH GERİLİYOR!
Duruşmasına devam edilen Askeroğlu, 26 Ekim günü yer alan yargılanma
sırasında ilk kez mahkemeye beyanda bulunarak, aleyhinde dava konusu yapılan 24
Eylül tarihli basın toplantısında söylediklerinin iddia edildiği gibi, Güvenlik
Kuvvetleri'ne hareket içermediğini, kimseyi de askerlikten soğutmadığını
savundu. (Kıbrıs, 27 Ekim 1993)
Savunma tarafından uzman tanık olarak "gazeteci-yazar" sıfatıyla
ifade veren YKP Genel Başkanı Alpay Durduran'ın söyledikleri, ne Kıbrıs'ta, ne
de Yeni Düzen'de yer almadı. İstanbul'da yayımlanan "Gerçek" dergisinde
belirtildiğine göre, Durduran'a yöneltilen "Türkiye'nin Ada'ya çıkartma
yapması haklı mıdır? Askerlik yapmak bu ülkede bir gereklilik midir?"
şeklindeki soruya "Evet" şeklinde yanıt vermiştir. (Gerçek, Sayı:36,
4 Aralık 1993, s.36) Aynı dergide Fatih Polat, konuyla ilgili olarak şunları
yazmaktaydı: "Siyasi otoriteye yönelen, sınıfsal özden yoksun her tavır,
bir süre sonra asimile oluyor. Bu, aydınlar için de geçerli. Kuzey Kıbrıs'ta
vicdani red hakkını kullanarak askere gitmeyi reddettiğini açıklayan Salih
Askeroğlu'na verdiği destekle dikkatleri üzerine çeken şair Neşe Yaşın da,
"biat" edenler arasında yerini aldı. Yaşın, Cumhurbaşkanı Denktaş'a
bir mektup göndererek, "insani amaçlarla yola çıktığını, çocuğa ve kadına
acıdığını, başka da bir niyeti bulunmadığını" ifade etti."
YAŞIN'IN MEKTUBU
Neşe Yaşın'ın Salih'in 10. hapislik gününde kaleme aldığı ve "Size
Cumhurbaşkanı Denktaş, olarak değil, çok sevdiğim bir sınıf arkadaşımın babası
olarak yazıyorum" diye hitap ettiği, "Sayın R. R. Denktaş, yüreğinizin
kapısını çalıyorum. Onların mutluluğu için yardımcı olun" diye yalvardığı
makam, Salih için bir şey yapamadı, ama tutuklu bulunan iki yabancı vicdani
redci ile onların fotoğrafını çektiği için tutuklanan Ahmet Gökşan adlı Işık Kitabevi
çalışanı, 27 Ekim günü 20'şer milyon TL kefaletle serbest bırakıldılar. Bu üç
kişinin, ileriki bir tarihte KKTC halkında askerlikten nefret ettirici duygular
uyandırmaya çalışma suçlamasıyla yargılanacakları ve o zamana kadar
pasaportlarına el konarak KKTC dışına çıkışlarının yasaklandığı duyuruldu.
(Yeni Düzen, 29 Ekim 1993).
2 Kasım 1993 tarihli Yeni Düzen, Avrupa Parlamentosu'nun 33 üyesinin KKTC
Cumhurbaşkanı Denktaş'a yolladıkları bir mektupta gerek Askeroğlu, gerekse ona
destek veren tutuklu üç kişi hakkında takipsizlik kararı verilmesini talep
ettiklerini haber verdi.
5 Kasım 1993 günü Yeni Düzen gazetesi, Uluslararası Vicdani Red Hareketi
üyelerinden Andreas Rabl ile Martin Hantke aleyhine getirilen davanın düştüğünü
yazdı. Gazetenin muhabirine bu konuda bilgi veren redciler, YKP'nin kuruluş
yıldönümü resepsiyonunda karşılaştıkları Cumhurbaşkanı Denktaş'tan yardım
istediklerini, Denktaş'ın da kendilerine bu konuda söz verdiğini belirterek,
onun gayretlerinin sonuç vermesi sayesinde 5 Kasım günü pasaportlarını geri
alacaklarını söylediler. Nitekim pasaportları iade edilen Rabl ve Hantke, 5
Kasım'da Askeri Mahkemede kendilerine takipsizlik kararının okunmasının
akabinde, özel eşyalarını almalarına bile fırsat verilmeden feribotla sınır
dışı edildiler. (Yeni Düzen, 6 Kasım 1993).
BARIŞ
KIŞKIRTICILARINDAN MUMLU GÖSTERİ
Öte yandan Neşe Yaşın, 4 Kasım günü bir basın toplantısı düzenleyerek bir
aydan beri izlediğini, evinin arandığını ve özel eşyalarıyla evraklarının
kaybolduğunu, telefonunun ise dinlendiğini kaydederek, kendisine bir terörist
gibi davranıldığını öne sürdü. (Yeni Düzen, 5 Kasım 1993)
29 Ekim tarihli Cyprus Weekly'de Rum kesiminde protesto eylemi yapan Yeşil
Barış üyelerine de "terörist gibi davranıldığı"nın belirtilmesi,
Neşe'ye ilham vermiş olsa gerek. Çünkü "barış kışkırtıcıları" ne de
olsa Salih'i kullanarak Kıbrıs'ta barışın tarihini yazmaktaydılar ve gösteri
tıkırında gidiyordu! Dahası mumlu bir gösteri de düzenlenmiş, ama katılım 5-6
kişiyle sınırlı kalmıştı.
İşte Yeni Düzen'de çıkan duyuru: "Bu akşam (11.11.1993) saat 19'da
K.T. Sanatçı ve Yazarlar Birliği'nin organizasyonuyla "Düşünce özgürlüğü
için sanat etkinliği” ismiyle Dervişpaşa Konağı’nda şiir-sanat gecesi
gerçekleştirilecek. Başta Neşe yaşın olmak üzere, salt düşüncelerinden ötürü
sanatçı ve aydınlara son dönemde artarak sürdürülen baskıları protesto
niteliğindeki gece herkese açık. “Sanatçılar özgürlükten yana” belgisi ile
şair, ressam, müzisyen, karikatürist, yazar, aydın ve sanatseverlere yapılan
açık çağrıda:,; geceye katılacak olanların, düşünce özgürlüğünün sembolü olan
mumlarıyla birlikte gelmelerinin de vurgulanması dikkat çekici bir unsur.
“13 Kasım günü “Sanatçı ve yazarlardan mumlu protesto” başlığı altında
verilen haberde de “Yönetim Kurulu üyemiz Neşe yaşın’a salt düşüncelerinden
ötürü yöneltilen ve ısrarla sürdürülen baskıları da kınıyoruz” denmekteydi. Ama
aynı birliğin, “bağımsız ve federal Kıbrıs için temas Grubu”nun Rum kesimiyle
olan temaslarına Türk liderliğinin koyduğu yasakla ilgili olarak herhangi bir
kınama bulunmadığı, Avrupa Konseyi İnsan hakları mahkemesi’ne yaptığı iki
şikayette de sessiz kaldığı, grup üyesi Neşe yaşın’ın ara bölgede yapılabilen
ilk iki tı-oplumlu siyasi toplantılar sırasında “evlilişkte sadakatsizlik
konusunda fısıldaşarak tartıştığı” (Yeni Düzen’deki makalesinden, 10 Mart 1990)
ve “şu tekrarlana tekrarlana sıkıntı veren federal çözüm beklentisi”nden
sıkıldığı (Yeni Düzen’deki makalesinden, 14 Nisan 1992) Lefkoşa’nın Rum
kesimindeki yeni ABD Büyükelçiliği binasının açılışını şiirleriyle yaptıktan
sonra ABD Büyükelçiliği ve Kıbrıs Türk liderliğinin yönetiminde yürütülen
“conflict resolution” toplantılarına da katılan N. Yaşın’ın çevresine “biz
geleceğin yöneticileri olacağız” diye konuştuğu ve Amerikan emperyalizmine
karşı tavrını gözden geçirdiği (Yeni Düzen, 16 Ağustos 1993) burada sadece
değinilmekle geçilecek konulardır.
ÜÇ YIL HAPİSLİK
CEZASI
Sonunda Kıbrıs gazetesi 13 kasım
1993 günü yayımladığı haberinde, bir gün önce son duruşmada, Salih
Askeroğku’nun aleyhine getirilen 4 davada toplam üç yıl hapse mahkum olduğunu
ve “tüm dava boyunca belirli çevrelerden destek gören Askeroğlu’nun, polis
arabasında hapse giderken yapayalnız” olduğu vurgulanmaktaydı. Haber şöyle
devam etmekteydi: “Avukat Hüseyin Celal, Askeroğlu üç yıl sonra askerlik hizmetini
yerine getirecek mi” sorusuna ise şu yanıtı verdi: “Biz kendisine yasaların bu
niyetine olanak vermediğini daha önce söylemiştik. Ancak kendisi bu niyetinde
bilinçliydi. Ama üç yıl sonra fikir değiştirir mi, değiştirmez mi bilemem.”
10 Aralık 1993 günü yayımlanan
Cyprus Weekly gazetesi ise, Rum kesimşnde oluşturulmuş bulunan Yoda ve Salih’le
Dayanışma Komitesi’nin Rumca ve Türkçe şarkıların çalındığı bir müzik gecesi
düzenleyeceğini ve elde edilecek gelirin, Askeroğlu’nun cezaevinden
kurtarılması yolunda harcanacağını duyurdu. Rum Dayanışma Komistesi’nin Türk
kesimindeki Komite ile temas kurmaya çalıştığı da belirtilmekteydi. Oysa söz
konusu komite, daha kurulduğu günden çıkmaza saplanmıştı. Nitekim, Yoda 25 Ocak
1993 akşamı Rum TV’siyle yaptığı bir söyleşide, Askeroğlu’nun kendisine destek
için kurulan bu komitelerin bir hiç olduğundan dolayı büyük bir hayal kırıklığı
içinde cezaevinde bulunduğunu, askere gitmeye karar verdiğini ve Şubat ayının
25’inde durumunun açıklığa kavuşacağını söyledi (aktaran Kıbrıs, 27 Ocak 1994).
Yoda’nın Rum kesiminde iken yaptığı konuşmalarda, Salih Askeroğlu’nun askerliği
reddetme telkininin Neşe Yaşın ve Hürrem Tulga ikilisi tarafından yapılıp, ikna
edildiğini açıkladığı kulağımıza gelmişti.
ASKEROĞLU
PİŞMAN, ÖZÜR DİLİYOR
Kıbrıs gazetesi muhabirinin Merkezi
Cezaevi’nde cezasını çekmekte olan Salih’le yaptığı söyleşide ise Salih şöyle
konuştu: “Yanlış anlaşıldığım inancındayım. Aleyhime getirilen suçlamalar
oldukça üzücü. Hak etmediğim bir suçlamayla karşı karşıya kaldım. Hakkımda
Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nın manevi şahsiyetini küçük düşürmek, halkı
askerden soğutmak gibi suçlamalar getirdiler. Ben bunu hak etmedim.” Askeroğlu,
“Hala daha askerliğe karşı mısın? Yoksa yaptıklarından pişmanlık duyuyor
musun?” şeklindeki soruya “Hayır, artık askerliğe karşı değilim. Yaptıklarımdan
pişmanım” dedi. Salih Askeroğlu, cezasını tamamladıktan sonra vatani görevini
yerine getirip getiremeyeceği yönündeki soruya, “Evet, askerliğimi yapacağım”
şeklinde konuştu, şunları ekledi: “Özel ailevi, ahlaki durumumu öne sürerek
böyle bir görevi yapamayacağımı söylemiştim. Yanlış anlaşıldım... Ama yine de
tüm ilgililerden ve yetkili makamlardan özür diliyorum... Yasalar ne emrederse
onu yapmaya hazırım.” (Kıbrıs, 12 Aralık 1993)
12 Aralık 1993 erken genel
seçimlerinden sonra iktidara gelen DP-CTP koalisyonu hükümetinin Bakanlar
Kurulu’nun ilk icraatlarından biri de, Salih Askeroğlu’nun Rum nişanlısı Yoda
ile kızları Melissa’nın, 28 Eylül’de sınırdışı edildiği KKTC’ye geri gelmesini
sağlamak oldu ve 6 Ocak 1994’de Yoda ile kızı BM Barış Gücü yardımıyla
Mağusa’ya, Askeroğlu’nun ailesinin yanına gitti. Birlik gazetesi, Yoda ve
Melissa'nın geri dönmesiyle ilgili önerinin Cumhurbaşkanlığı Sarayı'ndan
geldiğini açıkladı. (8 Ocak 1994)
Yoda ile kızını Ledra Palas kapısında karşılayan Salih'in kardeşi Hasan
Askeroğlu'nun ise, "para kazanmak için” Beyarmudu yöresinde askeri yasak
bölge içerisinden Güney Kıbrıs'a geçmek isterken yakalandığı basında yer aldı.
(Kıbrıs, 20 Ocak 1994)
GERÇEK DERGİSİNE
SÖYLENENLER
Kıbrısla ilgili gerçekleri Türkiye basınında vurgulayan ender yayın
organlarından Gerçek dergisi, KKTC'deki genel seçim öncesinde Fatih Polat
imzasıyla yayımladığı bir makalede, Neşe-Hürrem ikilisinin sahnelediği "Yoda-Askeroğlu
Aşk Masalı" ve sözümona "sivil itaatsizlik" olayıyla ilgili
olarak şu doğru saptamayı yaptı:
"Siyasi otoriteye yönelen, sınıfsal özden yoksun her tavır; bir süre
sonra asimile oluyor. Bu, aydınlar için de geçerli. Kuzey Kıbrıs'ta vicdani red
hakkını kullanarak askere gitmeyi reddettiğini açıklayan Salih Askeroğlu'na
verdiği destekle dikkatleri üzerine çeken Şair Neşe Yaşın da, "biat"
edenler arasında yerini aldı. Yaşın, Cumhurbaşkanı Denktaş'a bir mektup
göndererek, "insani amaçlarla yola çıktığını, çocuğa ve kadına acıdığını,
başkaca bir niyeti bulunmadığını" ifade etti." (4 Aralık 1993, Sayı:
36)
Derginin bir sonraki sayısında bir okuyucu mektubu yayımlanan Hürrem Tulga
ise, şunları yazma ihtiyacı hissetmiş: "Amacım Neşe Yaşın'ı aklamak
değildir. Onun yaşamındaki duruşu, bütün ilişki ve çelişkileriyle gözler
önündedir. Amacım toplum kesitlerini altüst eden çarpıklığa dur demeye
çalışmak. Son birkaç aylık pratik süreçte, otoritenin K. Kıbrıs’ta birinci
derecede "tehlikeli" saydığı düşmanlar arasında, birinci sıraya Yaşın
oturtulmuştur. Buna mukabil "sosyalistler" Askeroğlu olayının ta
başlarında yayımlanan (Kıbrıs Türk basınında yayımlandığını görmedik. A. An)
bir mektuba dayanarak Yaşın'ın özür dilediğini duyuruyorlar. Oldu mu ya şimdi?
Bir insanın yaşamının genel çizgisi içinde "az" veya
"çok" çelişkiler mutlaka vardır. Bu da örgütlenme, mücadele ve
sınıfsal konumuna bağlıdır. Siz kalkar da genel çizgiyi (ne kadarsa), otoriteye
karşı mücadelenin en sıcak anlarındaki duruşunu görmezlikten gelir ve özür
dilediğini ilan ederseniz, bunun ne biçim sosyalistlik! olduğunu siz takdir
edin." (11 Aralık 1993, Sayı 37)
"YAŞAMDAKİ
DURUŞ"
Tulga'nın savunduğu gösteri arkadaşı Yaşın'ın "yaşamdaki
duruşu"nun "birinci derecede tehlikeli" eylemleri arasında neler
varmış? 1993 Şubat'ında, Kıbrıs Türk ticaret burjuvazisinin en köklü kuruluşu
olan Türk Bankası'nın Kültür-Sanat Ödülü'nü bu burjuvazinin otoriter sözcüsü
Rauf Denktaş'ın elinden aldıktan sonra konuşan Neşe Yaşın, "şiirini
yazdığı insanların ödülünü almaktan mutluluk duyduğunu" ifade etmiş ve
"benim için bir yaramazlık aracıdır" dediği şiirle, aykırı çocuklar
olarak nitelediği şairler olarak, otoritelerin başını ağrıtmaya devam
edeceklerini" dile getirmişti. (Kıbrıs, 20 Şubat 1993)
"Otorite"nin toplumlararası temaslara yasak koyması üzerine,
"Temas yok diye üzüleceğimize, duvarların üzerine çiçekler çizelim"
(Yeni Düzen, 29 Ağustos 1991) önerisinde bulunan yaramaz şair, Amerikalıların
ilgisini çekmiş ve başlarını ağrıtmış olacak ki (!), Rum kesimindeki ABD Büyükelçiliğinin
yeni binasının açılış töreninde şiir okumak için çağrı almış. İşte gerek Rum,
gerekse Türk kesiminde tepkilere neden olan "Büyük Söz” şiirinden bir bölüm: "Yarım vatana
ihanet / ulaşmaksa bütün vatana / şahane boynuzların olacak milliyetçilik /
ihanet edeceğim sana / bütün düşmanlarla sevişip / peşime kanlı ordular koysan
da / ihanet edeceğim sana / yeryüzünün bütün kıtalarında. (Yeni Düzen, 8 Temmuz
1993)
KIVILCIM BOŞA
GİTTİ
Sınıf mücadelesi verenlere değil de "uğur böceğinin gücüne"
inandığını söyleyen Neşe Yaşın ve ona destek vermeye çalışan Hürrem Tulga gibi
pili bitmiş siyaset mensupları, kişisel gösteri ve çıkışlar yerine, ön
çalışması yeterince yapılmış ve geniş kitleleri kucaklayan kampanyalar,
çalışmalar içinde olmalıdırlar.
"Ordu, sistemin bir parçası, salt askere gitmeme temelinde yürütülen
bir mücadele eksik değil mi?" diye soran Gerçek dergisine Yaşın şöyle
demiş:
"Bu kampanya bir kıvılcımdır, ama sonu neye varır bilmiyorum. Ama en
azından bir araya getirilebilir insanları ve neler yapılabileceği
tartışılabilirdi. Çünkü o kadar büyük bir sessizlik var ki; bu bile önemli...
Bu kampanya insanları biraraya getirmenin aracıydı bizim için. Birleşik
örgütlenmeye gitmek için bir adımdı. Kesinlikle burada kalmayacak yeni bir
şeyler yapılacak. Kampanyada edinilen deneyimi bir yere aktaracağız. En azından
böyle bir amacımız var.
Türkiye'ye geliş nedenlerimin arasında orada sürekli baskı altında olmamız
da vardı. Sürekli takip altındayım. Önce, bu bana eğlenceli geliyordu, dalga
geçiyordum, ama sonra sinir bozucu bir hale geldi. Bir de roman çalışması
yapıyordum; dedim ki ben gideyim romanımı yazayım. Bu yüzden Türkiye'deyim. Bu
demek değil ki o ateş hattına tekrar girmeyeceğim. Şairlerde bir delilik
vardır. Böyle bir şey olursa en önce ben koşarım." (1 Ocak 1994, Sayı 40)
KİŞİSEL GÖSTERİ
YERİNE, MÜCADELE ÖRGÜTÜ
Daha başlangıçta sonu nereye varacağı belli olan "Yoda ile Salih’in
aşk öyküsünden mülhem" kıvılcım harekâtı, belki de Neşe Yaşın'ın romanına
konu olmasından öte herhangi bir kalıcı etki yaratmadan, daha Salih’in hapse
girdiği gün sona erdi. Rum TV programında konuşan Yoda, Salih'in
tutuklanmasının hemen ardından kimseciklerin ortada kalmadığını, herkesin yok
olduğunu açıkladı. Zaten "Vicdani Red Destek Komitesi", daha
kurulduğu gün ortalıkta yoktu, sadece adı vardı. Sıkıya girince, çareyi biat
edip, savaş alanından kaçmakta bulan ve Rum TV'sine İstanbul'dan telefonla
demeç vererek, Yoda ile Salih'e ancak sevgilerini iletebilen şairimiz, şu
sıralar romanına yeni malzeme toplamak üzere tekrar ateş hattına dönmüş
bulunuyorlar! Ama "son derece uyuşuk, sessiz, çok zayıf ve çok hantal bir
muhalefeti olan" Kıbrıs Türk toplumunda, Yaşın'ın sözünü ettiği bu yapının
nedenlerini araştırmak, başka aydınların görevi olmalı.
Her yıl, sayıları bini aşkın genç Kıbrıslı Türkün, 30 yıldır çözümlenemeyen
Kıbrıs sorunu yüzünden ve bir yerde de askerlik yapmamak için terkettikleri bu
ülkenin sorunlarını, yine bu ülkenin insanlarıyla birlikte tartışıp, çözüm
yollarını birlikte saptamak gerekmektedir.
1974'den beri sürekli olarak değiştirilen demografik yapı ve sayıları yerli
nüfusu aşmış bulunan Türkiyeli yerleşiklerin neden olduğu çeşitli sorunlar,
Denktaş'ın kurduğu "KKTC" denen kukla devletçiğe destek veren 35 bini
aşkın Türk askeri varlığının geri çekilmesi, Rum ve Türk toplumlarının özgür
iradesiyle bir anlaşmaya varmaları için gerekli demokratik ortamın
oluşturulması, gerek Türkiye, gerekse Kıbrıs'taki basın-yayın organlarında
egemen olan şövenist politikaların içyüzünü açığa çıkarmak için güçlü
kampanyaların hazırlanıp yürütülmesi, Kıbrıs adası üzerinde oynanmakta olan
emperyalist planların ve oyunların sergilenmesi mücadelesi, ancak işçi sınıfı
biliminin temel ilkelerine göre örgütlenirse, sonuç verebilir. Yoksa bireysel
reklama yönelik çıkışlar ve yanlış yürütülen kampanyalar, olsa olsa sabun
köpüğü ömürlü pembe dizilere veya romanlara konu sağlayabilir.
(Sosyalist
Gözlem dergisi, Sayı:8, Nisan 1994)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder