Bugün 1 Mayıs: İşçi
sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü. Geçen yıl 100.
Yıldönümünü kutladığımız bu günde, acaba Kıbrıslı Türk emekçilerin durumu nasıl
görünmektedir? Kıbrıs’ın Kuzeyinde egemen olanlar, toplumu hangi noktaya
getirmişlerdir?
Bilindiği gibi 1974
Temmuz’uyla başlayan süreç, Kıbrıslı Türkleri adanın genel ekonomik
bütünlüğünden koparmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin denetimi altındaki
bölgede Türk lirasına bağımlı ekonomik bir yapı oluşturmuştur. İktisatçı Özalp
Sarıca, 23 Şubat 1987 akşamı Kıbrıs Türk İktisatçılar Birliği tarafından
düzenlenen bir toplantıda, 1985 yılı verilerine dayanarak, adanın Kuzey ve
Güney’indeki ekonomik durumu şu şekilde değerlendirmiştir:
“…
Tarım sektörünün GSMH’ya katkı oranı, Kuzeyde yüzde 20.9, Güneyde yüzde 7.5;
Sanayi sektörünün kuzeyde yüzde 9.3, Güneyde yüzde 18.9 olduğu görülür; kuzeyde
GSMH’nın yüzde 90.1’i, Güneyde yüzde 77.7’si tüketime harcanmakta; fert başına
GSMH’nın Kuzeyde 791.544 TL; Güneyde 2.462 KL (tahminen 2.5 milyon TL), yani
Kuzeyin üç misli olduğu görülmektedir. Bilgilerden
çıkan sonuç, Kuzeyin iptidai ekonomik faaliyet olan Tarım sektörüne ağırlık
verdiği, sanayisini geliştiremediği, bu nedenle fert başına GSMH’nın düşük
olduğu, Güneyde ise sanayi sektörünün (Güneyde sanayi sektörü genelde emek
yoğundur) geliştiği, bu nedenle de Güneyde fert başına GSMH’nın yüksek,
dolayısıyla tasarrufun da yüksek bir oranda olduğu, binaenaleyh Güney
Kıbrıs’ın, daha yüksek kalkınma aşamasına eriştiği anlaşılmaktadır. Diğer bir
deyişle, Güney sınai faaliyetlere ağırlık vermekte, Kuzey ise emek-yoğun
(tarım) iptidai ekonomik faaliyetlerle yetinmektedir… Güneyin bu başarısına
karşın KKTC’nin ciddi ve başarılı bir ekonomik mücadele verdiği veya
vatandaşlarının hayat standardlarını, dolayısıyle refah düzeylerini yükselttiği
söylenemez.” (Ö. Sarıca tarafından sunulan bildiri, s.14 ve 15)
Yine K.T. İktisatçılar
Birliği’nin 30 Mart 1987 akşamı düzenlediği bir başka toplantıda ise iktisatçı
Mehmet Birinci, şu saptamayı yapmıştır:
“1963
yılından 1986’ya kadar “Kıbrıs Cumhuriyeti” sıfatıyla Güney’deki hükümetin
aldığı (dış) yardımlar, bir buçuk milyar dolara yaklaşmaktadır… Kuzeydeki
hükümetlerin 1963’ten 1986’ya kadar aldıkları dış yardım miktarı da 700 milyon
doları bulmaktadır. Dikkatinizi çekmek isterim ki, bu rakam nüfus (ya da kişi
başına) göre hesaplandığında, Rumların aldığı yardımdan fazladır (yaklaşık
yarısı kadar). (M. Birinci tarafından sunulan bildiri, s.9)
Görüldüğü gibi,
1974’den 1987’ye geçen 13 yıllık süre içinde Kıbrıs Türk emekçilerin durumunda
üretimden kopuk, dış yardımla yaşama şeklinde bir gerileme olurken, Kıbrıs Türk
ticaret burjuvazisi de, kendisi için çizilmiş olan bölge içinde birikmiş
sermaye ve kaynakları önemli ölçüde ve cömertçe israf etmiştir. İktisatçı Caner
Barın’ın KKTC ekonomisiyle ilgili gözlemleri şöyledir:
“Yurtiçi
GSMH’nın reel artışları istikrarsızdır. (1984:10.7, 1985:28.6; 1986: -2.8) Özel
kesimde sağlıklı bir tüketim, tasarruf, yatırım ilişkisi bulunmamaktadır.
Kaynak israfı kamuda milli gelir kaybına neden olmaktadır. Yüzde 40 ile 50
arasında seyreden enflasyona karşı etkili tedbir alındığını söylemek mümkün
değildir. Cari giderlerini dahi karşılayamayan kamu talebi, enflasyonun en
önemli nedenidir. Cari giderlerini dahi karşılayamayan kamu kesiminin kaynak
açığı, TC’den temin edilen yardım ve borçlarla kapatılmaktadır. Ödemeler
dengesindeki cari işlemler, yolcu beraberi ihracatın görünmemesi nedeniyle
büyük miktarda açık vermekte, bu nedenle de aslında var olmayan bir sermaye
ihracı ile dengelenmektedir. Yolcu beraberi ihracat dikkate alındığı takdirde,
TC ile ticari ilişkilerde, özel kesimin ticaret fazlası, kamunun da TC
yardımlarıyla kapatılan bir ticaret açığı bulunmaktadır. Dövizli ihracatta ise
devletin döviz fazlası, özel sektörün ticaretine tahsis edilmekte, bir kısım
dövizli ithalat ise TC ile yapılan ticaretten elde edilen ticaret fazlalığı
dövize çevrilmek suretiyle dövizli ithalata kaydırılmaktadır. Ülkede geçerli
para birimi olan TL’nin değerinde sürekli kayıplar gözlenmektedir. Faiz
oranları enflasyonun gerisinde seyrederek, uzun yıllar yırt içinde tasarruf
kaynaklarının bir kesimden diğer bir kesime transferine neden olmuş, tasarruf
eğilimlerini de menfi yönde etkilemiştir. Yurt dışına kaçan mevduatların ekonomimizin
büyümesine menfi etkileri olduğunu da unutmamak gerekir. İş gücünün yüzde 30’u
milli gelirin yüzde 15’ini üretmektedir. (C. Barın’ın 30 Mart 1987
toplantısında sunduğu bildiriden – Ek 3)
Rakamlar, Kıbrıs Türk
burjuvazisinin içine düştüğü çıkmazı, yorum gerektirmeyecek bir şekilde açıkça
ortaya koymaktadır. Kıbrıs Türk emekçilerinin üretim sürecinden bilinçlice
uzaklaştırılması ve “devlet kapısı”na bağımlı kılınması gerçekleştirilmiştir.
Nitekim 1977’de hizmet sektöründe 18.854 kişi istihdam edilmişken, bu sayı
1986’da 31.854’e çıkmıştır. Çalışanların yüzde 19.1’i “devlet kapısı”nda maaşlı
ve ücretlidir. Devletten maaş çekenler 1977’de 7.088 kişi iken, bu sayı Mayıs
1986’da 12.104’e yükselmiştir. Bunun dışında 5.429 kişilik bir “genç emekliler
ordusu” yaratılmıştır ki onlar bu rakama dahil değildir.
İşçi statüsüyle sanayi,
inşaat ve otel-lokanta sektörlerinde 1986 yılında çalışan 12.159 kişiye
karşılık, memur statüsüyle kamu sektörü, KİT ve Belediyelerde 14.881 ve
Bankalarda 1.564 kişi olmak üzere, toplam 16.445 kişi çalışmaktadır.
Tarım sektöründe
çalıştığı gösterilen 20.320 kişinin büyük bir bölümü, hem köyde tarımla
uğraşmakta, hem de kentte memuriyet yapmaktadır. Bu nedenle klasik anlamda
proletaryanın şekillenme süreci engellenmekte, var olan emekçi sınıflarda sınıf
bilincinin oluşması gecikmektedir. Bir başka deyişle, “kendiliğinden sınıf”
yerine, “kendisi için sınıf” olma yoluna girememektedir. Sendikal
örgütlenmeler, daha çok ekonomik mücadele alanında yoğunlaşmış olup, ideolojik
alanda pek yol kat edilememiştir. Solcu politik mücadele içinde sivrilip öne
geçmiş olan gerek sendika liderleri, gerekse politik parti yöneticileri, emekçi
halkın oylarıyla Meclis’te elde ettikleri sandalyeye oturduktan sonra, düzenle
bütünleşip, uyum içine girmektedirler. Bu nedenle emekçi halk muhalefeti bir
noktada Meclis içine hapsedilerek, örgütlerin meclis dışı
ideolojik-politik-ekonomik bilinçlendirme görevi ihmal edilmektedir. Sadece
Meclis’teki “muhalif” milletvekili sayısını artırmaya yönelik politik mücadele,
işçi sınıfı ve diğer emekçi katmanların politik-ekonomik beklentilerine yanıt
vermemekte ve resmi ideolojiye bir alternatif yaratamamaktadır.
İçine düşülen ekonomik
yıkım ve politik çıkmazdan, ticaret burjuvazisi ile bürokrasi yarar sağlarken,
işçi sınıfı ve emekçilerin büyük bir bölümü (hele eve bir tek maaş giriyorsa)
zarar görmektedir. 1981 genel seçimlerinde iktidarın eşiğine gelen muhalefet
partileri, emekçi halkın istemlerine uygun politik tavırlar içine
giremediklerinden, 1985’deki genel seçimlerde toplam olarak oy kaybına
uğramışlarsa da geçen yılki yerel seçimlerde yeniden yüzde 48’lık bir oranı
elde edebilmişlerdir. Ancak sol partiler, Meclis’i araç olarak değil de, amaç
olarak gördüklerinden, genel emekçi halk muhalefetinin tercümanı olamamaktadırlar.
Solcu partiler, yıllardır karşı çıktıkları siyasi tercihlere bir gecede onay
verebilirken, ideolojik bilinç kazandırılamamış işçiler de bir günde sendika
değiştirebilmektedir. Kıbrıs Türklerinin egemenlik haklarına yöneltilen iç ve
dış kaynaklı saldırılara karşı siyasi partilerden ve diğer örgütlerden güçlü
bir ses yükseltilememektedir. Bu konuda kararlı muhalefeti 1968 yılından beri
tek başına yürüten, Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası ve çevresi olmaktadır.
İki yüzlü burjuva
politikaları solda geçerli kılınmak istenirken, geniş halk yığınları
politikadan soğutulmakta, “kendi kendini kurtarma” yoluna itilmektedir.
Meclis’teki sandalyeyi korumak ve kurulu düzenin devamı için egemenlerle her
türlü işbirliğine girenlerden artık halk ümidini kesmiştir. Londra’da Türk
Kıbrıs’ın Dostları Derneği’nin kuruluşuna katılıp, bardak tokuşturacaksın,
Strazburg-Paris-Ankara seyahatlerinin müdavimi olacaksın, ondan sonra da önüne
konan bildiriye imza atmayacaksın. Burjuvazi oyunu kuralına göre oynamaktadır.
Elini verenin, önce kolunun ve ardından vücudunun gittiğini görmesi çok
doğaldır.
Hatırlanacaktır:
1948’lere çıkan ilk solcu gazetemiz “Emekçi”, toplum ileri gelenlerinden
Dr.Küçük’e atfedilen “Bir küçük köpek aranıyor” başlıklı bir duyuru yayımladığı
için hakaret davasıyla karşı karşıya kalmış ve kesilen para cezasını
ödeyemediğinden yayımını durdurmak zorunda kalmıştı. Günümüzde ise, muhalefet
partilerinden CTP’nin Genel Başkanı Özker Özgür, “Yeni Düzen” gazetesinde
yazdığı bir makalede, Devlet Başkanı Denktaş’a “Mafya Babası” olarak ima
yoluyla hakaret ettiği gerekçesiyle dava edilmek istenmekte, bu amaçla
milletvekilliği dokunulmazlığının kaldırılması istemi Meclis’te
tartışılmaktadır. Olay başlangıçta söz konusu gazetede “iyi olur, mahkemede her
şey ortaya konur, dokunulmazlığın kaldırılmasından yanayız” şeklinde
değerlendirilmişse de, bugün bir “devlet ve rejim sorunu” haline getirilmiştir.
İnsan kendi kendine sormadan edemiyor: Acaba 40 yıla yakın bir süre içinde
Kıbrıs Türk sol muhalefeti ne kadar yol kat etmiştir? Burjuvazi, halkımızın
azınlık olarak nitelendirildiği KATAK’tan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu
ortaklığına, “ya taksim, ya ölüm”den
KKTC’ye uzanırken, acaba Kıbrıs Türk solu “mecliste milletvekili sayısını artırmak”tan
başka ne elde etmiştir?
İngiliz-Amerikan
emperyalizminin böl-yönet politikası, geçen 30-40 yılda Kıbrıs işçi sınıfı ve
emekçilerini bölmede başarılı olurken, bu başarının gerçekleşmesinde acaba
Kıbrıs işçi sınıfı hareketinin ne gibi hataları ve eksiklikleri olmuştur? İşçi
sınıfının bağımsız politikasından ödün verme ve milliyetçi burjuvazilerin
peşinden gitme, Kıbrıs emekçilerine nelere mal olmuştur? İşte 1 Mayıs 1987
günü, taksim çizgisinin kuzey ve güneyinde, barış, demokrasi ve sosyal
ilerlemeden yana olan güçlerin üzerinde düşünmesi gereken sorular
bunlardır.
(“Salâhi Kemal” imzasıyla, “Okuyucu Mektubu” köşesinde, Söz gazetesinde, 1 Mayıs 1987’de yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder