12 Şubat (1988) akşamı,
Türkiyeli profesör ve sütun yazarı Mümtaz Soysal’ın bir konferansını izledik.
Artık gelenek haline getirildi. Kıbrıs sorununda herhangi bir gelişme mi
bekleniyor; derhal TC’den bir “akıl hocası” Kıbrıs’a çağrılarak, burada kamuoyu
oluşturulmak isteniyor. KKTC’nin ilanı öncesinde hatırlarsınız, 18 Temmuz
1983’de, yine aynı profesör getirtilip, bize telkinler yapılmıştı. “KKTC’nin
ilanı Kıbrıs Türkleri’nin moralini yükseltmek için gereklidir” fetvasını veren
Mümtaz profesör, 15 Kasım’a giden yolu aydınlatmamış mıydı? Şimdi de Davos zirvesi ardından,
Kıbrıs Rum Başkanlık seçimi öncesinde, aynı akıl hocası buraya getirildi.
Halkımıza konferans verdirildi, radyodan naklen, TV’den de Rum tarafına yönelik
İngilizce konuşmalar yapması sağlandı.
Neydi bir taşla
vurulmak istenen iki kuş? Türk-Yunan yumuşamasından endişelenen Kıbrıs Türk
liderliği, olası bir Kıbrıs Türk-Kıbrıs Rum yumuşaması karşısında arabayı
yokuşa sürmek gerektiğine inanıyordu. O nedenle “KKTC olgusunun Kıbrıs
sorununun çözümüne etkisi” konusunu bu işin uzmanına anlattıracaktı. Bu işi en
iyi yapabilecek kişi kim olabilirdi? Türk tarafının Nisan 1978’de sunduğu öneri
paketini hazırlayan ve federal yerine konfederal bir yapı öneren anayasa profesörü
Mümtaz Soysal, biçilmiş kaftandı. Toplumlararası görüşmelerin 13 ay durmasına
yol açan ve ardından da çözüm ilkesinde değişiklik getiren konfederal devlet
isteminin teorik fikir babası o değil miydi?
Ayrıca Kıbrıs Rum kesiminde
Başkanlık seçimlerinin yapılmasından iki gün önce BRT TV’sinden Rum tarafına
mesaj da uçurulacaktı. Kiprianu, zaten inatçıydı. 1974’de yaratılan
“oldu-bitti”mizi kabul etmeyip, bizim konfederasyon önerilerimize yıllardır
yanaşmıyordu. Diğer güçlü adaylardan Vasiliyu, profesörün İngiliz
diplomatlarından edindiği bilgilere göre, Rumların karşı olduğu konfederasyon
çözümüne razıydı ve İngiliz üslerinin kalkmasından yana değildi. Kleridis ise
bilindiği gibi EOKA-B’cilerle içli-dışlıydı. Mümtaz profesöre göre, Rum
tarafının tek seçeneği vardı. O da, KKTC’nin Rum tarafınca tanınması. “Bizimle
ticaret yapan 75 ülke bizi gayrı-resmi olarak tanıyor” demek bir anlam ifade
etmiyordu. Önemli olan Kıbrıslı Rumların KKTC’yi tanımaları gerektiğiydi. KKTC
artık bir olay değil, bir olguydu. Dört buçuk yıl bağımsız (!) yaşamış bir
devlet, tarihe şaka olsun diye ilan edilmemişti. Gerçi KKTC’nin ilan edilmiş
olması, Profesör’e göre, bir çözümdü, ama bu “bizim için” bir çözümdü. Başka
bir çözüm şekli isteniyorsa, KKTC’nin varlığının, ya da bir başka deyişle
“Kıbrıs’ta iki devletliliğin” kabulü zorunluydu. İşin ilginç yanı, bu KKTC’nin
varlığına karşı bizde de bir inançsızlık vardı! KKTC’nin bağımsız bir devlet
olarak var olduğunu, dışa karşı inandırıcı bir şekilde gösterebilmenin en başta
gelen koşulu, önce bizim bu KKTC’ye inanmamızdan geçiyordu. Mümtaz profesörün
önerdikleri arasında şunlar da vardı: KKTC ile TC, komplekse kapılmadan savunma
anlaşması da içinde bir dizi anlaşma yapabilirdi. Böylece Kuzey Kıbrıs’ta 14
yıldır üslenmiş bulunan 30 bin TC askerinin, Batı Avrupa ve Rum tarafının
gözüne batan durumu giderilmiş ve soruna bir kılıf bulunmuş olurdu. (Bu
asker-turistler ile bavulcuların alış-verişleri yetmiyormuş gibi), KKTC’nin
turizm ve ticaretini daha da canlandırmak için TC’den geliş-gidişlerde pasaport
yerine, seyahat belgesi verilmesi de içinde birçok kolaylıklar yapılmalıydı.
Dahası Kıbrıs Türk
toplumu, “çözümsüzlük psikozu”ndan kurtarılmalıydı. Örneğin eşdeğer mal
konusunda, muhalif partilerin de katılacağı bir partilerüstü komisyonun, kesin
tapu belgeleri vermesi sağlanmalıydı. 50 bin’den fazla TC’li göçmene yapıldığı
gibi, Kıbrıslı Türklere de bir “Kuzey Kıbrıs’ı vatanlaştırma” işlemi
başlatılmalı, topluma “yeni bir vatan” kavramı benimsetilmeliydi. Yok mu ya,
1964’den beri askıda duran Türkiye’deki Rum malları sorunu Davos’la çözüme
kavuşma yoluna girerken, Kıbrıslı Türkler Güney’de kalmış mal ve mülkleri
konusunda niçin ümitlensinlerdi? “Tarihsel zorunluluk” nedeniyle Rumlar
Kuzey’i, Türkler de Güney’i terk etmek zorunda kalmışlar ve toplandıkları
bölgeleri kendilerine vatan yapmışlardı. Kıbrıslı Rumlar veya Türkiye, Avrupa
Topluluğu’na girebilirdi, hatta Rumlar üç temel özgürlüğü TC’de bile
kullanabilirlerdi. Ama KKTC’mizi tanımadıkları sürece, bu özgürlükleri bu
tarafta kullanamayacaklardı.
Bu ne hız Mümtaz Bey?
Barutunuzu kimden alıyorsunuz? Güney’de mal-mülk bırakanların önemli bir bölümü
14 yıldır hakkını kabul ettirememişse, Güney’de üç kuruşluk malı ya var, ya yok
olanlar, Kuzey’de villalar, apartmanlar edinebilmişse, nerede bunun adaleti?
Üç-beş kişi hediyelik eşyası ticaretinden milyarder olsun diye ülkemizin
sorma-gir hanı yapıldığı yeter. 1974 sonrasının başı bozuk ortamında, genç
nesiller ekonomik ve sosyal bunalım içinde harcanıyor, bir kısmı ülkemizi terk
ediyor; etraf kaçak işçi, göçmen doldu, toplumsal yapımız bozuldu. Devlet
kurmak diye diye daha kaç insanımızı üretici hayattan kopartıp, maaşlı köleler
durumuna sokacaksınız? Avuç içi kadar bölgemize niçin bu kadar çok hava ve
deniz limanı yapılıp, yedeğe alınıyor? Bütünleşme edebiyatına son verilsin.
Bırakınız toplumumuz kendi iç dinamiklerini çalıştırsın Kıbrıslılar kendi
sorunlarını dış karışma olmadan çözebilirler. Yeter ki siz gölge etmeyesiniz.
Kıbrıs Türk halkının akıl hocalarına ihtiyacı yoktur.
(“Mehmet Sonuç” imzasıyla,
Söz gazetesi, Sayı: 1461, 26 Şubat 1988)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder