19 Ağustos 2015 Çarşamba

MÜMTAZ PROFESÖR GÖLGE ETMESİN


12 Şubat (1988) akşamı, Türkiyeli profesör ve sütun yazarı Mümtaz Soysal’ın bir konferansını izledik. Artık gelenek haline getirildi. Kıbrıs sorununda herhangi bir gelişme mi bekleniyor; derhal TC’den bir “akıl hocası” Kıbrıs’a çağrılarak, burada kamuoyu oluşturulmak isteniyor. KKTC’nin ilanı öncesinde hatırlarsınız, 18 Temmuz 1983’de, yine aynı profesör getirtilip, bize telkinler yapılmıştı. “KKTC’nin ilanı Kıbrıs Türkleri’nin moralini yükseltmek için gereklidir” fetvasını veren Mümtaz profesör, 15 Kasım’a giden yolu aydınlatmamış  mıydı? Şimdi de Davos zirvesi ardından, Kıbrıs Rum Başkanlık seçimi öncesinde, aynı akıl hocası buraya getirildi. Halkımıza konferans verdirildi, radyodan naklen, TV’den de Rum tarafına yönelik İngilizce konuşmalar yapması sağlandı.

Neydi bir taşla vurulmak istenen iki kuş? Türk-Yunan yumuşamasından endişelenen Kıbrıs Türk liderliği, olası bir Kıbrıs Türk-Kıbrıs Rum yumuşaması karşısında arabayı yokuşa sürmek gerektiğine inanıyordu. O nedenle “KKTC olgusunun Kıbrıs sorununun çözümüne etkisi” konusunu bu işin uzmanına anlattıracaktı. Bu işi en iyi yapabilecek kişi kim olabilirdi? Türk tarafının Nisan 1978’de sunduğu öneri paketini hazırlayan ve federal yerine konfederal bir yapı öneren anayasa profesörü Mümtaz Soysal, biçilmiş kaftandı. Toplumlararası görüşmelerin 13 ay durmasına yol açan ve ardından da çözüm ilkesinde değişiklik getiren konfederal devlet isteminin teorik fikir babası o değil miydi?

Ayrıca Kıbrıs Rum kesiminde Başkanlık seçimlerinin yapılmasından iki gün önce BRT TV’sinden Rum tarafına mesaj da uçurulacaktı. Kiprianu, zaten inatçıydı. 1974’de yaratılan “oldu-bitti”mizi kabul etmeyip, bizim konfederasyon önerilerimize yıllardır yanaşmıyordu. Diğer güçlü adaylardan Vasiliyu, profesörün İngiliz diplomatlarından edindiği bilgilere göre, Rumların karşı olduğu konfederasyon çözümüne razıydı ve İngiliz üslerinin kalkmasından yana değildi. Kleridis ise bilindiği gibi EOKA-B’cilerle içli-dışlıydı. Mümtaz profesöre göre, Rum tarafının tek seçeneği vardı. O da, KKTC’nin Rum tarafınca tanınması. “Bizimle ticaret yapan 75 ülke bizi gayrı-resmi olarak tanıyor” demek bir anlam ifade etmiyordu. Önemli olan Kıbrıslı Rumların KKTC’yi tanımaları gerektiğiydi. KKTC artık bir olay değil, bir olguydu. Dört buçuk yıl bağımsız (!) yaşamış bir devlet, tarihe şaka olsun diye ilan edilmemişti. Gerçi KKTC’nin ilan edilmiş olması, Profesör’e göre, bir çözümdü, ama bu “bizim için” bir çözümdü. Başka bir çözüm şekli isteniyorsa, KKTC’nin varlığının, ya da bir başka deyişle “Kıbrıs’ta iki devletliliğin” kabulü zorunluydu. İşin ilginç yanı, bu KKTC’nin varlığına karşı bizde de bir inançsızlık vardı! KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak var olduğunu, dışa karşı inandırıcı bir şekilde gösterebilmenin en başta gelen koşulu, önce bizim bu KKTC’ye inanmamızdan geçiyordu. Mümtaz profesörün önerdikleri arasında şunlar da vardı: KKTC ile TC, komplekse kapılmadan savunma anlaşması da içinde bir dizi anlaşma yapabilirdi. Böylece Kuzey Kıbrıs’ta 14 yıldır üslenmiş bulunan 30 bin TC askerinin, Batı Avrupa ve Rum tarafının gözüne batan durumu giderilmiş ve soruna bir kılıf bulunmuş olurdu. (Bu asker-turistler ile bavulcuların alış-verişleri yetmiyormuş gibi), KKTC’nin turizm ve ticaretini daha da canlandırmak için TC’den geliş-gidişlerde pasaport yerine, seyahat belgesi verilmesi de içinde birçok kolaylıklar yapılmalıydı.

Dahası Kıbrıs Türk toplumu, “çözümsüzlük psikozu”ndan kurtarılmalıydı. Örneğin eşdeğer mal konusunda, muhalif partilerin de katılacağı bir partilerüstü komisyonun, kesin tapu belgeleri vermesi sağlanmalıydı. 50 bin’den fazla TC’li göçmene yapıldığı gibi, Kıbrıslı Türklere de bir “Kuzey Kıbrıs’ı vatanlaştırma” işlemi başlatılmalı, topluma “yeni bir vatan” kavramı benimsetilmeliydi. Yok mu ya, 1964’den beri askıda duran Türkiye’deki Rum malları sorunu Davos’la çözüme kavuşma yoluna girerken, Kıbrıslı Türkler Güney’de kalmış mal ve mülkleri konusunda niçin ümitlensinlerdi? “Tarihsel zorunluluk” nedeniyle Rumlar Kuzey’i, Türkler de Güney’i terk etmek zorunda kalmışlar ve toplandıkları bölgeleri kendilerine vatan yapmışlardı. Kıbrıslı Rumlar veya Türkiye, Avrupa Topluluğu’na girebilirdi, hatta Rumlar üç temel özgürlüğü TC’de bile kullanabilirlerdi. Ama KKTC’mizi tanımadıkları sürece, bu özgürlükleri bu tarafta kullanamayacaklardı.

Bu ne hız Mümtaz Bey? Barutunuzu kimden alıyorsunuz? Güney’de mal-mülk bırakanların önemli bir bölümü 14 yıldır hakkını kabul ettirememişse, Güney’de üç kuruşluk malı ya var, ya yok olanlar, Kuzey’de villalar, apartmanlar edinebilmişse, nerede bunun adaleti? Üç-beş kişi hediyelik eşyası ticaretinden milyarder olsun diye ülkemizin sorma-gir hanı yapıldığı yeter. 1974 sonrasının başı bozuk ortamında, genç nesiller ekonomik ve sosyal bunalım içinde harcanıyor, bir kısmı ülkemizi terk ediyor; etraf kaçak işçi, göçmen doldu, toplumsal yapımız bozuldu. Devlet kurmak diye diye daha kaç insanımızı üretici hayattan kopartıp, maaşlı köleler durumuna sokacaksınız? Avuç içi kadar bölgemize niçin bu kadar çok hava ve deniz limanı yapılıp, yedeğe alınıyor? Bütünleşme edebiyatına son verilsin. Bırakınız toplumumuz kendi iç dinamiklerini çalıştırsın Kıbrıslılar kendi sorunlarını dış karışma olmadan çözebilirler. Yeter ki siz gölge etmeyesiniz. Kıbrıs Türk halkının akıl hocalarına ihtiyacı yoktur.


(“Mehmet Sonuç” imzasıyla, Söz gazetesi, Sayı: 1461, 26 Şubat 1988)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder