Kıbrıs
sorununa demokratik bir çözüm bulunabilmesi için gerekli olan önkoşul hakkında
Kıbrıs Türk muhalefet partilerinin açık ve kesin bir politikasının bulunmadığı
bilinmektedir. Kıbrıs Türk liderliğinin izleyegeldiği iç ve dış politikada
tayin edici güç, daima Denktaş ve onun hükümetleri olmuş, muhalefet partileri
ne yazık ki ciddi alternatif politikalar üretememişlerdir. Nitekim Kıbrıs
sorununun çözümüne ilişkin olarak resmen benimsenen federal Kıbrıs tezinden
tarafların anladıkları, farklı şeyler olmakla beraber, muhalefet son
çözümlemede Denktaş’ın belirttiği politikayı onaylamaktadır. Arada bir
Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP)’nin emperyalizme karşı çıkılmadı, İngiliz
üslerinin varlığına değinilmedi gibisinden tepkileri ise, sol muhalefet
yapmanın gereği olmalı. Aslında CTP Genel Sekreteri bir açık oturumda,
Kıbrıs’taki İngiliz üslerinin kaldırılması için güçler dengesinin uygun
olmadığını ve bunun bulunacak çözümden sonraya ertelenmesinden yana olduğunu açıklamış
bulunuyor.
İlk önkoşul
olarak belirlenen Ada’daki Türk askeri varlığına son verilmesi ve TC
göçmenlerinin tamamen geriye dönmeleri konusunda sağ sosyal demokrat Toplumcu
Kurtuluş Partisi (TKP)’nin politikası, liderliğin politikasıyla çakışmaktadır.
Sol sosyal demokrat CTP ise, her konuda olduğu gibi, burada da çelişkili
tavırlar ortaya koymuştur. Kaçak işçilere karşı çıkarken, adadaki nüfus
yapısını değiştirmek için getirilenlere karşı çıkmamakta, sadece onların oy
gücü olarak kullanıldığından yakınmaktadır. Dahası, bu partinin genel Başkanı,
KKTC’nin başkanlığına aday olduğu günlerde yaptığı bir basın toplantısında, TC
göçmenlerinin Cumhuriyet’in yurttaşları haline geldiğini ve Kıbrıs Türk toplumu
tarafından geçen süre içinde hızla özümsendiklerini öne sürerek, Kıbrıs
sorununun çözümü yolunda bir engel olmaması gerektiğine inandığını belirtmişti.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs’taki varlığı konusunda sorulan bir soruya da
şu yanıtı vermişti: “Bu ülkede Türkiye ve Yunanistan’ın birer küçük askeri
birliği bulunmasının bir çözüme uygun düşeceği kanısındayım ve bu tür
garantörlüğün Cumhuriyet’in bağlantısızlık statüsüne ters düşmeyeceğine
inanıyorum!”
CTP’nin
şanındandır, gayrı resmi olarak savunur göründüğü bazı politikalar, liderliğin
tepkisine yol açarsa, hemen ardından gerilemekte ve resmi çizgiye bağlılığını
yinelemek ihtiyacını hissetmektedir. Münih’te yapılan bir seminerde
söyledikleri konusunda yerel basında çıkan bir tartışmayla ilgili olarak
Meclis’te söz alan parti Başkanı Özgür şöyle konuşmuştur: “Gelen göçmenler ve
Kıbrıs Türkleri kaynaşmalıdır. (Hani aradan geçen süre içinde özümsenmişlerdi?
M.S.) Kaynaşmalıdırlar, kendilerini bizden ayrı görmemelidirler, ayrı bir
partide toplanmaları olumsuzdur.” (CTP’de toplanırlarsa herhalde olumlu olur!
M.S.)
İkinci önkoşul
olan üç temel özgürlüğün (mülkiyet, dolaşım ve yerleşme) kullanılması konusunda
TKP ile CTP, resmi politikanın paralelindedir. Hatta CTP Genel Sekreteri, KKTC
ilanı öncesinde yapılan bir açık oturumda “Kıbrıs Rum burjuvazisinin tüm Kıbrıs
üzerinde egemenlik kurma iddiasında olduğunu” belirtmiş ve bunun Türk ve
Rumların anti-emperyalist ortak cephesinin kurulmasını olanaksızlaştırdığını
söylemişti. Oysa ki kuzeydeki bağımlı Kıbrıs Türk burjuvazisinin sözde
egemenliğine soldan destek veren parlamentarist CTP’nin bizzat bu politikası,
sözü edilen cephenin oluşmasını engellemektedir. Kendilerine yöneltilen bazı
suçlamaları “AKEL çamuru atma” diye nitelendirenlerin ideolojik düzeyi belli
olmuyor mu?
Üçüncü önkoşul
olan “tek yanlı dış müdahale hakkını dışlayacak, sonuç alıcı uluslararası
garantilerin sağlanması”nda da durum yukarıdaki gibidir, yani liderlikle
çakışmaktadır. CTP de “Türkiye’nin etkin garantisinden yana”dır. Bir başka
deyişle, Türkiye istediği anda bağımsız Kıbrıs devletinin içişlerine
karışabilmeli, hem de adada üslendireceği askerleri aracılığıyla. CTP Genel
Sekreteri, bu bağlamdaki Sovyet çözüm ilkelerini Kıbrıs Türklerinin güvenliği
açısından yetersiz bulduğunu açıklamıştır.
Özetle, Kıbrıs
sorununa bakışta TKP (bu partinin bir milletvekili olan Durduran’ın kişisel
bazı çıkışları dışında) resmi çizgiyi savunmakta, CTP ise kendisinin en samimi
federasyon savunucusu olduğunu belirtmesine rağmen, bu konuda liderlikle olan
ayrımlarını kesin çizgilerle ortaya koymakta yetersiz kalmaktadır. Zaten
CTP’nin ideolojik zafiyeti kendisini iç politikada da göstermektedir. Mecliste
sandalyesi olmayan Atılımcı Halk Partisi’nin eski bakanlardan olan Başkanı
Kotak, tek başına politika üretip öne geçerken, ana muhalefet partisi olduğunu
öne süren CTP, “öğretmenler grevinde KTÖS kazanırsa, demokrasi kazanacaktır.
KTÖS kaybederse halk kaybedecektir” diyerek, aczini dile getirmiştir. Kıbrıs’ın
işgal altındaki kuzeyinde yer alan sosyal demokrat muhalefet, gerek iç, gerekse
dış politikada açık ve alternatif politikalar üretmelidir. Son 1985 genel
seçimlerinde halkın yüzde 54.47’sinin, oylarını sosyal demokratlara verdiği de
unutulmamalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder