19 Ağustos 2015 Çarşamba

RUMLARI GÖRMEK İSTEMİYORLARMIŞ!


Geçen hafta içinde Kıbrıslı basın-yayın mensuplarının kuzeyi ziyaret edip, izlenimlerini Kıbrıs Rum tarafına yansıtmaları ardından, bizdeki şoven çevreler, her zaman olduğu gibi ellerindeki kitle iletişim araçlarını kullanarak yine psikolojik savaş yöntemlerine başvurdular. TAK’a atfen duyurulan haberde, “çok sayıda kuruluş ve yurttaşın Cumhurbaşkanlığına mesaj ve telgraflar göndererek, bu gidişe dur denilmesini istedikleri” belirtildi.

İşin traji-komik yanı, adları verilmeyen “kuruluş ve yurttaşlar”ın kendi kendilerini değerlendirirken kullandıkları benzetme. Şöyle diyorlar: Burası  hayvanat bahçesi mi? Yoksa teşhir salonu mu?” “Türklüğe hakareti ve küfrü görev bilen Rumları” aralarında istemediklerini ve “Rumların gelişlerinden rahatsızlık duyduklarını” belirten bu malûm çevreler, üzerinde yaşadıkları toprakları “hayvanat bahçesi veya teşhir salonu”na benzeterek, kendilerini de seyredilen hayvanlara benzetmekle, acaba “Türklüğe hakaret” etmiş olmuyorlar mı? Bu adada şu veya bu şekilde 400 yıldır yanyana yaşadığımız bir halka, Kıbrıs Rum toplumuna, o toplumdan gelen basın-yayın mensuplarına, çağdışı bir dille hitap etmek; sonra da bu hitapları içeren haberleri kamuoyumuz ve dünyaya duyurmakla ne amaçlanmaktadır? Karşı propaganda yapıldığı sanılıyorsa, bu en hafifinden ilkel bir tutumdur, bayağılıktır. Yok eğer, 1974 savaşı sonrasında ele geçirdikleri ganimetlerin elden gideceği korkusundan kaynaklanan bir saldırganlık söz konusuysa, unutulmasın ki korkunun ecele faydası yoktur.

Güneyde kerpiçten ev bırakıp, kuzeyde villa ve fabrika sahibi olanlar, 1974’den bu yana kurulan yağma-vurgun-haksızlık-yasadışılık düzeninden yararlanarak, yüz milyonlarca servet biriktirenler, elbette ki kendilerine bahşedilen bu düzenin yok olmasını istememektedirler. Son zamanlarda köşeye sıkıştırılan suçluları telaşı bundandır. Ama uluslararası hukukun ve insan haklarının ayaklar altına alınması sonsuza dek süremez. Hak ve adalet yerini bir gün bulur ve temeli olmayan binalar iskambil kağıdından şatolar gibi yıkılır.

Kıbrıs’ta Türk-Rum düşmanlığını körükleyerek, adamızı 1958’den beridir bir gerginlik ocağına çevirenler, “teşhir salonu”nun dünyanın gözü önünde olduğunu unutmasınlar. Demir perdelerin kaldırıldığı günümüzde, insanların küçük bir adada, gazetecilik için bile olsa, serbestçe dolaşmasından tedirgin olanlar, ilkelliklerinden utanmalıdırlar. Halklar arasında düşmanlık ve güvensizlik duygularını körüklemek yerine, dostluk ve yakınlaşma için çaba lara hız verilmelidir. Toplumlararası görüşmelerin yeniden başlatılması çalışmalarının sürdürülmekte olduğu bu günlerde, ille de “ayrılma hakkı isteriz” , “aramızda Rum görmek istemiyoruz” diyenlere sormak gerek: “Gelin hanımla zifaf gecesini yaşadıktan sonra, evliliği sürdürmekten ziyade, ayrılmak istediğini önceden ona duyurursan, gelin hanım sana nasıl güven duyacak?” Hele bir de geline sorunuz. Evlilik isteğinde samimi olduğuna güvenemediği güveyi ile zifaf gecesini niye yaşasın?

Ortalığı toz-dumana katan sözüm ona “çok sayıda kuruluş ve yurttaş”, önce ikili oynamaktan vaz geçsin. Bu evliliği istemiyorlarsa, açıkça söylesinler. Kimse bakireliğini yitirip de terkedilmek istemez. İnsan ilişkilerinde olduğu gibi, toplum ilişkilerinde de geçerli bazı kurallar vardır. Hele evlilik gibi kutsal bir kurum için bir araya gelinmek isteniyorsa, karşılıklı saygı ve güven kaçınılmazdır. Bu bağlamda Kıbrıs Türk toplumu ile ilgili değerlendirmelerinde düşmanca ve şovenist bir yaklaşım içinde olan bazı Kıbrıslı Rumların da bu tavırlarını terk ederek, bir an önce yapıcı ve güven verici bir politikayı benimsemeleri gerektiğini tekrarlamak isteriz.


(Haftalık Demokrat gazetesi, Sayı: 187, 29 Kasım 1989)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder