Geçen hafta içinde
Kıbrıslı basın-yayın mensuplarının kuzeyi ziyaret edip, izlenimlerini Kıbrıs
Rum tarafına yansıtmaları ardından, bizdeki şoven çevreler, her zaman olduğu
gibi ellerindeki kitle iletişim araçlarını kullanarak yine psikolojik savaş
yöntemlerine başvurdular. TAK’a atfen duyurulan haberde, “çok sayıda kuruluş ve
yurttaşın Cumhurbaşkanlığına mesaj ve telgraflar göndererek, bu gidişe dur
denilmesini istedikleri” belirtildi.
İşin traji-komik yanı,
adları verilmeyen “kuruluş ve yurttaşlar”ın kendi kendilerini değerlendirirken
kullandıkları benzetme. Şöyle diyorlar: Burası
hayvanat bahçesi mi? Yoksa teşhir salonu mu?” “Türklüğe hakareti ve
küfrü görev bilen Rumları” aralarında istemediklerini ve “Rumların gelişlerinden
rahatsızlık duyduklarını” belirten bu malûm çevreler, üzerinde yaşadıkları
toprakları “hayvanat bahçesi veya teşhir salonu”na benzeterek, kendilerini de
seyredilen hayvanlara benzetmekle, acaba “Türklüğe hakaret” etmiş olmuyorlar
mı? Bu adada şu veya bu şekilde 400 yıldır yanyana yaşadığımız bir halka,
Kıbrıs Rum toplumuna, o toplumdan gelen basın-yayın mensuplarına, çağdışı bir
dille hitap etmek; sonra da bu hitapları içeren haberleri kamuoyumuz ve dünyaya
duyurmakla ne amaçlanmaktadır? Karşı propaganda yapıldığı sanılıyorsa, bu en hafifinden
ilkel bir tutumdur, bayağılıktır. Yok eğer, 1974 savaşı sonrasında ele
geçirdikleri ganimetlerin elden gideceği korkusundan kaynaklanan bir
saldırganlık söz konusuysa, unutulmasın ki korkunun ecele faydası yoktur.
Güneyde kerpiçten ev
bırakıp, kuzeyde villa ve fabrika sahibi olanlar, 1974’den bu yana kurulan
yağma-vurgun-haksızlık-yasadışılık düzeninden yararlanarak, yüz milyonlarca
servet biriktirenler, elbette ki kendilerine bahşedilen bu düzenin yok olmasını
istememektedirler. Son zamanlarda köşeye sıkıştırılan suçluları telaşı
bundandır. Ama uluslararası hukukun ve insan haklarının ayaklar altına alınması
sonsuza dek süremez. Hak ve adalet yerini bir gün bulur ve temeli olmayan
binalar iskambil kağıdından şatolar gibi yıkılır.
Kıbrıs’ta Türk-Rum
düşmanlığını körükleyerek, adamızı 1958’den beridir bir gerginlik ocağına
çevirenler, “teşhir salonu”nun dünyanın gözü önünde olduğunu unutmasınlar.
Demir perdelerin kaldırıldığı günümüzde, insanların küçük bir adada,
gazetecilik için bile olsa, serbestçe dolaşmasından tedirgin olanlar,
ilkelliklerinden utanmalıdırlar. Halklar arasında düşmanlık ve güvensizlik
duygularını körüklemek yerine, dostluk ve yakınlaşma için çaba lara hız
verilmelidir. Toplumlararası görüşmelerin yeniden başlatılması çalışmalarının
sürdürülmekte olduğu bu günlerde, ille de “ayrılma hakkı isteriz” , “aramızda
Rum görmek istemiyoruz” diyenlere sormak gerek: “Gelin hanımla zifaf gecesini
yaşadıktan sonra, evliliği sürdürmekten ziyade, ayrılmak istediğini önceden ona
duyurursan, gelin hanım sana nasıl güven duyacak?” Hele bir de geline sorunuz.
Evlilik isteğinde samimi olduğuna güvenemediği güveyi ile zifaf gecesini niye
yaşasın?
Ortalığı toz-dumana
katan sözüm ona “çok sayıda kuruluş ve yurttaş”, önce ikili oynamaktan vaz
geçsin. Bu evliliği istemiyorlarsa, açıkça söylesinler. Kimse bakireliğini
yitirip de terkedilmek istemez. İnsan ilişkilerinde olduğu gibi, toplum
ilişkilerinde de geçerli bazı kurallar vardır. Hele evlilik gibi kutsal bir
kurum için bir araya gelinmek isteniyorsa, karşılıklı saygı ve güven
kaçınılmazdır. Bu bağlamda Kıbrıs Türk
toplumu ile ilgili değerlendirmelerinde düşmanca ve şovenist bir yaklaşım
içinde olan bazı Kıbrıslı Rumların da bu tavırlarını terk ederek, bir an önce
yapıcı ve güven verici bir politikayı benimsemeleri gerektiğini tekrarlamak
isteriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder