Kıbrıs’ta
“Federe Türk Devleti”nin ilan edilmesiyle, emperyalizmin uzun yıllardan beri
Kıbrıs’ta gerçekleştirilmek istediği amaca oldukça yaklaşılmıştır. Bu, adanın
Türkiye ve Yunanistan arasında taksimidir. Böylece, faşist Sampson darbesi ve
Türkiye savaş harekâtı öncesinde bağımsızlıkçı bir tavır koyan ve üçüncü dünya
ülkelerinin yanında yer alan ve emperyalizmin kolaylıkla at oynatamadığı bir
alan olan Kıbrıs Cumhuriyeti artık tamamen ortadan kalkmış ve ada, her ikisi de
gerici NATO’nun üyesi olan ve Amerikancı iktidarlar tarafından yönetilen
Türkiye ve Yunanistan arasında taksim edilmiş olacaktır. ABD emperyalizminin
yıllardır istediği budur.
Bu
amaçla yıllardır adada bunca kan dökülmüş, kardeş kardeşe düşman edilmiş, Türk
ve Rum halkları arasına suni düşmanlıklar sokulmuş, ilerici ve demokratlara,
SOSYALİSTLERE en korkunç baskılar yapılmıştır. Emperyalizm, geleneksel “böl ve
yönet” politikasını uygulamış, bir yandan faşist Denktaş’ı, bir yandan da
faşist Grivas’ı desteklemiş, her ikisini de Kıbrıs işçi sınıfının desteklediği
bağımsızlıkçı eski yönetime karşı kışkırtmıştır.
Kıbrıs’taki
Türk kesimindeki faşist iktidar kliği, yıllardır bu halk düşmanı politikaya
karşı çıkan, gerçekleri savunan yurtseverlere ve sosyalistlere, gene faşist
yeraltı örgütü TMT’nin yardımıyla, büyük baskı ve zulüm uygulamış, birçok
demokratı el altından yok ettirmiştir. Kıbrıs’ta Türk kesiminde bugün de faşist
bir yönetim vardır.
Faşist
Denktaş kliği, hiçbir zaman adanın bağımsızlığından yana olmamıştır. Başından
beri iki toplumun kardeşçe bir arada yaşamasına karşı çıkmış, her zaman
ayrılıktan yana olmuştur. Kıbrıs anayasasında yer alan iki halkın
yakınlaşmasını öngören ve sağlayacak –az da olsa- mevcut tedbirlerin
uygulanmasını hep engellemiştir.
Denktaş
kliği başından beri emperyalizmin Kıbrıs’ı bölme politikasına hizmet
etmektedir. Kıbrıs 1960 anayasasına göre idare edilirken, önceden adadan kaçmak
zorunda kalmış olan Denktaş, Ekim 1967’de gizlice adaya gelmiş ve daha sonra
Türkiye’deki gerici iktidarın da onayı alınarak, 29 Aralık 1967’de tek taraflı
bir kararla “Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi”nin kurulduğu açıklanmış, anayasa
çiğnenmişti. Kısa bir süre sonra bu “geçici” sıfatı da kaldırılarak, adanın
bölünmesinde ilk adım atılmıştı. İngiliz entelijans servisi yetiştirmesi
Denktaş, o zamandan beri gücünü artırmış, son “seçimlerde” Fazıl Küçük’ü
tasfiye ederek, Kıbrıs Türk kesiminde iktidarı ele geçirmiştir.
Olayların
tarihsel gelişmesi göstermektedir ki, son “devlet” ilanı yıllardır sürdürülen
emperyalist bir politikanın doğal bir sonucudur. Adanın, emperyalizmin ve yerli
hâkim sınıfların doğrultusunda bölünmesi sürecinin özel bir aşamasıdır. Adanın
bağımsızlığını yok etmede Makarios, gericiler için ciddi bir engeldi. Faşist
Sampson darbesi ve bunu izleyen Türk işgali bilinen değişiklikleri yaratarak,
Adanın fiilen bölünmesini sağlamıştır.
13
Şubat’ta ilan edilen “Türk Devleti” bu yüzden emperyalizmin bilinen
politikasının sürdürülmesinden, emperyalizmin çıkarların genel olarak
kollanmasından başka bir şey değildir. Adanın fiilen bölünmesine ve NATO’nun
kontrolü altına geçmesine bir adım daha yaklaşılmıştır. Bu durum, bu yüzden
genel olarak emperyalizmin lehine olmuştur.
Fakat
meselenin bir de başka yanı vardır. Bu da, emperyalizmin çıkmazı ile ilgilidir.
Genel gelişme gericilerin çıkarına olmuştur, ama bunun yarattığı birçok özel
durumlar, gericileri oldukça zor durumda bırakmaktadır.
Kıbrıs
meselesinin önce gelen aktörleri Amerikan, Türk, Yunan egemen sınıfları ile
Kıbrıs’taki egemen sınıflar ve NATO üyesi ülkelerin egemen sınıflarıdır.
Politik gelişmeler, bu sınıf ve zümrelerin kendi çıkarlarını gerçekleştirmeye
çalışırken, önce devrimci güçlerin muhalefeti ve mücadelesiyle
karşılaşmaktadırlar. Dışta sosyalist sistem ve ezilen halkların muhalefeti,
içte işçi sınıfı ve emekçi halk muhalefeti, gericilerin politikalarını
kolaylıkla uygulanmaya sokulmasından sonra, tamamen ters sonuçlar doğurmasında
ve derhal yeni gerici taktiklerin aranmasında en önemli unsurdur. Emperyalizmin
somut bir anda kendi çıkarları için giriştiği operasyon, kısa zamanda kendi
aleyhine işler olabilmektedir.
Hesapları
şaşırtan ikinci unsur, birinciden hiç de bağımsız olmadan gelişen, meseleyle
doğrudan ilgili ülkelerin egemen sınıfların arasındaki çıkar ilişki ve
çelişkileridir. Söz konusu çıkarların, bu somut dönemde, her durumda uyuştuğu
kesinlikle söylenemez.
Karşılıklı
şovenist birikimler, Ege denizinin ve Kıbrıs’ın paylaşılması, AET içinde daha
fazla yer kapma çabaları gibi çelişkiler, Türk ve Yunan egemen sınıfları
arasında gerginlikler doğurmaktadır. Her ikisi de ABD emperyalizmine ve NATO’ya
bağlı olan bu iki ülkenin, ABD emperyalizmine yönelttiği talepler bu yüzden
farklı olmaktadır. Gene Kıbrıs içindeki Türk ve Rum sömürücü sınıfların
çıkarları her zaman uyuşmamaktadır. Bütün bu gerici sınıf ve zümreler ancak
halkların mücadelesine karşı birleşebilmektedir. Bu konuda birbirlerini el
altından desteklemekte, fakat iş, ganimetin paylaşılmasına geldi mi pekâlâ
takışmaktadırlar.
ABD
emperyalizmi güçlü dönemlerinde bu sürtüşmeleri emperyalizmin genel çıkarlarını
zedelemeyecek biçimde kontrol edebiliyordu. Fakat şimdi hızla gerilemekte,
sosyalist sistemin, uluslararası işçi sınıfı hareketinin ve ulusal kurtuluş
hareketlerinin karşısında adım adım geri çekilmekte olan ABD emperyalizmi,
dizginleri eskisi kadar kolaylıkla sahip olmamakta, kendine bağımlı ülkelerde
uyumlu bir politika uygulayamamaktadır. Kendi içindeki çıkar çatışmaları,
çeşitli finans grupları arasındaki sömürüden en fazla payı alma mücadelesi de
buna eklenince, durum emperyalizm için, içinden çıkılması zor karmaşık bir
nitelik kazanmaktadır. Kıbrıs olayları, Amerika-Türkiye ve Amerika-Yunanistan
ilişkilerinin durumu bunun en açık örneğidir.
Olayların
genel gelişimi emperyalizmin genel çıkarları doğrultusunda olmuşsa da,
emperyalizm tarafından planlanıp yürürlüğe konmuşsa da, olayların diyalektik
bütünlüğü içinde oluşan yan faktörler, genel gidişin özel konakları, bunların
karşılıklı etkileşimleri ortaya öylesine değişik ve yeni gelişmeler çıkarmıştır
ki, ikincil ürünler olan bu gelişmeler -kapitalizmin genel buhranının unsurları
tarafından etki güçleri birkaç katına çıkarılarak- temeldeki genel çıkarları
zedeleyen ve belki de ters tepmesine yol açabilecek, birincil önemdeki
gelişmeyi (yani Kıbrıs’ın bölünmesini) başka yollara sokabilecek, genel krizi
daha da derinleştiren unsurlar niteliğine bürünmüşlerdir. Şimdi bu noktayı
açalım.
Emperyalizmin
amacı Kıbrıs’ın bağımsızlığına son verilerek, adanın NATO kontrolüne
girmesiydi. Bu süreç genel olarak tamamlanmaktadır. Peki ne pahasına?
Yunanistan’da faşizm devrilmiştir. Yunanistan NATO’nun askeri kanadından çekilmiştir.
Türkiye’ye askeri malzeme sevkiyatı kesilmiştir. Her iki ülke anti-emperyalist
ve NATO aleyhtarı akımlar gelişmiştir. Türkiye ve Yunanistan arasındaki
gerginlikler oldukça artmıştır. Amerika’da iki finans grubunun politik
temsilcileri birbirlerine girmişler, bütün Amerikan kamuoyunun bu
politikacılara olan güveni son derece sarsılmıştır. ABD’ye bağımlı iki ülke
takışmaktadır. Son gelişmelerde Türkiye egemen sınıfları fazlaca desteklemiş,
Yunan egemen sınıfları “mağdur” duruma düşmüştür. ABD emperyalizmi kendi
elleriyle durumu içinden çıkamayacağı bir hale sokmaya devam etmektedir ve
edecektir. Denge tamamen bozulmuştur. Türkiye ve Yunanistan’ın arasının
bulunması zorlaşmaktadır. ABD emperyalizmi bu alanda tercih yapamayacağı için,
kendi bindiği dalları kesme durumundadır. 20. Yüzyılın son çeyreğinde emperyalist kapitalist kampta bir vidanın
düşmesi, bütün cihazı felç eder. ABD Türkiye ile Yunanistan arasında tercih
yapamaz, ikisinden birini feda edemez. Bir pazarın lehine diğer pazarı feda
edemez. İkisini birden idare edememektedir. Bu, emperyalizm için tam bir
açmazdır ve emperyalizmi sürekli içten kemirecektir.
Türkiye’nin
Kıbrıs’ta yeni devleti ilan etmesinin bu somut anda olması doğrudan Amerikan
yardımının kesilmesiyle ilgilidir. Bu adım er-geç atılacaktı. Ama bu somut
adımın, iki bağımlı ülkenin arası düzelmeden atılmış olması, bu özel durum,
genel planlamayı daha da bozmuştur. Tıpkı kapitalist ekonomi de ekonomik
birimler çapında mükemmel planlamanın mümkün olması, ama bütün ekonomi çapında
planlamanın imkânsız olması ve bu iki çelişmenin kapitalizmin yıkılmasına
götürmesi gibi, Kıbrıs konusunda planlama yapılmış ve yürütülmüş, fakat iş
genel, uluslararası politika alanına gelince fiyasko ile karşılaşılmıştır.
Keşmekeş almış yürümüştür.
Yerli
hâkim sınıflar Kıbrıs’ta sözde federe devlet ilan etmekle ne amaçlamışlardır?
Önce emperyalizmin ve kendi çıkarlarının doğrultusunda adanın bağımsızlığının
yok edilmesi. Sonra askeri yardımın kesilmesine karşı bir “tepki” gösterisi.
Yardım kesilmesin diye nasıl Kıbrıs’tan iki tugay asker göstermelik olarak çekildiyse,
bu bir fayda vermeyince, şimdi gene temelde emperyalizmin politikasına karşı
olmayan, ama görünüşte ABD’ye karşı bir tavır havası vermeye yönelik bu hareket
tezgâhlanmıştır. Ama hesaplar bu sefer de tutmamıştır.
Hareket
anti-emperyalist bir tavır olmaktan çok uzaktır. İkili anlaşmalara, NATO’ya,
genel olarak Türkiye’deki emperyalizme karşı çıkılamayacağı için Kıbrıs’ta bu
özel girişim yapılmıştır. Hareketin bir diğer amacı da halkta artan
anti-emperyalist tavırların bastırılmasıdır. Kıbrıs’ta ABD planları
uygulanırken, Amerika’ya karşı çıkılıyormuş havası verilerek, bu muhalefet
uyutulmak istenmiştir.
Fakat
genel olarak emperyalizmin planlarına uygun olan söz konusu adım, bu somut anda
emperyalizmin işlerini daha da karıştırmıştır. Yunanistan’a ne cevap
verileceği, ABD’yi derin derin düşündürmektedir.
Yerli
egemen sınıfların attıkları son adım, öte yandan, tam bir şaşkınlığın
ifadesidir. Aylardır süren hükümet bunalımı, ülke içinde güçlenen sosyal
muhalefet, bütün yalvarmalara rağmen kesilen askeri yardım, yeni bir maceradan
başka yere götüremezdi. Hesaplar gene tutmamıştır. Güney Kore’den başka
-Pakistan ve İran dâhil- hiçbir ülke yeni “Türk Devleti”ni tanımamıştır. Herkes
Makarios yönetimini meşru yönetim olarak tanımaya devam ettiğini açıklamaktadır.
Türkiye dış politikasının, uluslararası planda, yerli yönetimi dünyada yalnız
bırakmış. Dıştaki yalnızlık, etkisini ülke içinde de göstermiştir. “17. Türk
Devleti” etrafında ilk günlerde estirilen şoven hava bir balon gibi sönmüştür.
Burjuva politikacıları ne yapacaklarını iyice şaşırmışlardır. Kaş yapalım
derken, göz çıkarılmak üzeredir. ABD’den bile destek gelmemiştir.
Özetlersek,
emperyalizm ve yerli egemen sınıflar tarafından girişilen operasyonlar sahibini
vuran tüfekler niteliğini kazanmaktadır. Bu, kapitalizmin genel bunalımının
derinleşen üçüncü döneminin doğrudan bir sonucudur. Bütün, kendi parçaları
arasındaki birliği kesinlikle sağlayamamaktadır. Ve buna yol açan neden,
öncelikle dünya sosyalist sisteminin, uluslararası işçi sınıfı hareketinin ve
ulusal kurtuluş hareketinin her geçen gün emperyalizme yeni darbeler vuran
güçlü mücadelesidir. Masa başı pazarlıkları, kapalı kapı ardında tezgâhlanan
komplolar, halkın mücadelesi sonucu kısa zamanda deşifre olmakta, ters
tepmektedir. Bu, emperyalizmin ve yerli ortaklarının açmazının ifadesinden
başka bir şey değildir.
Kıbrıs’ın
bağımsızlığını yok etme uğruna girişilen genel operasyon, özel olarak,
emperyalizmin ve ortaklarının aleyhine olmuştur. Ülkemizde
egemen sınıflar yeni pazarlar fethetmek için yola çıkmışlardır, kan
dökmüşlerdir, halkların kendi kaderini tayin ilkesini çiğnemişlerdir. Ama
çarşıdaki pirince giderken, evdeki bulgurdan olmuşlardır, olacaklardır. Askeri
harcamalar, hayat pahalılığını, işsizliği ve enflasyonu daha da artıracaktır.
Sosyal muhalefet daha da güçlenecektir. Kıbrıs olayları başladığından beri,
bütün şoven şartlamalara, “milli beraberlik” edebiyatına rağmen, demokratik,
ekonomik ve sosyalist mücadele hızla gelişmiştir.
Kıbrıs’ta
şimdiki şartlar altında adil ve kalıcı bir çözüm bulunamaz, Bunun için
öncelikle adadaki bütün yabancı askerlerin çekilmesi, ABD emperyalizminin ve
Türk ve Yunan egemen sınıflarının adanın içişlerine karışmasına son verilmesi,
Kıbrıs halkına kendi kaderini tayin etmesi imkânı tanınması gerekmektedir. Bu
da, bizce Yunanistan ve Türkiye’de gerici iktidarlar olduğu sürece imkânsızdır.
Sosyalistler
olarak yerli hâkim sınıfların halkımızın zararına olan Kıbrıs macerasından
vazgeçmesini ve şovenizmin etkilerinin yıkılması için mücadele etmeliyiz.
Burjuva politikacılarının Kıbrıs politikalarını halkımıza açıklamalıyız. Kıbrıs
emekçi sınıfları ile dostluk ve dayanışma içinde olmalıyız.
(“A.
Alpınar” imzasıyla, İlke dergisi, İstanbul, Mart, 1975, Sayı:15)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder