21 Ocak 2018 Pazar

EMPERYALİZMİN TAKSİM PLANLARI VE KIBRIS CUMHURİYETİ

İngiliz sömürge yönetimine karşı verilen anti-kolonyalist mücadele sonunda 1959 yılında imzalanan Zürih ve Londra Antlaşmaları ile bağımsızlığına kavuşan Kıbrıs Cumhuriyeti, 16 Ağustos 1960 günü ilan edilmişti. Fakat Kıbrıs halkına dıştan zorla kabul ettirilen bu antlaşmalar ve bunlara dayanılarak hazırlanan Kıbrıs Anayasası, emperyalizmin yerli faşist örgütleri tarafından birbirine kırdırılan Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumları birleştirip kaynaştırmaktan çok, yeni ayrılık ve düşmanlık tohumlarını da birlikte getirmekteydi. Özellikle Türk tarafı, “Bağımsız Kıbrıs devletinin varlığını uzun süre devam ettirebileceğine inanmıyoruz. Çünkü bu varlığın temeli zayıftır. Kıbrıs Antlaşmaları, iki topluluğun birleştirilmesi değil, birbirinden ayrılması esasına dayandırılmıştır. Bunun böyle olması da zorunluydu. Kıbrıs sorunu için tek çözüm taksimdir” görüşünde ısrar ediyordu.

Gerçekten de Zürih ve Londra Antlaşmaları Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile Kıbrıs’ta yaşayan Türk ve Rum toplumlarının isteklerinin bir uzlaşması şeklinde hazırlanmıştı. Fakat herkes, bir şeyler alıyor görünmesine rağmen, bu işten en fazla yararlanan İngiltere oluyordu. Ada üzerinde bulunan ve emperyalizmin Ortadoğu’daki çıkarlarını korumada önemli rol oynayan askeri üslerdeki İngiliz egemenliği devam edecekti. Bunun yanında Kıbrıslı Türkler de merkezi devlet yetkilerinin dağıtılması pahasına elde ettikleri geniş haklarla, karlı çıkan bir kesimdi. Kıbrıs anayasası ile, ada nüfusunun %18’ini oluşturan Türk azınlığına verilen hakların, dünya üzerindeki azınlıklara verilen en geniş haklar olduğu siyasi gözlemciler tarafından itiraf edilmekteydi. Bu haklara dokunulması, ya da anayasal düzenin ihlali halinde, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere hükümetleri gerek ortaklaşa, gerekse tek tek adanın iç işlerine müdahale etme yetkisini alıyorlardı.

Kıbrıslı Türklere tanınan bu geniş haklar, Türkiye hükümetinin ve Kıbrıs Türk liderliğinin İngiltere’ye yaptığı hizmetin bir karşılığı idi. Adanın taksim edilmesi için çalışan İngiliz Entellijans Servisinin yetiştirmesi Rauf Denktaş, “Kıbrıs Cumhuriyeti nasıl kuruldu?” başlıklı anılarında, “Zürih Antlaşmasına giden o günler ve Zürih Antlaşmalarından sonra Londra Konferansı ile başlayıp, onsekiz aylık bir faaliyetten sonra Cumhuriyetin doğuşu ile sonuçlanan o dönem bizim için çok civcivli ve hareketli günlerdi” diye yazmaktadır.

İngiltere hükümetinin, Türkiye’yi Kıbrıs sorununa taraf yapmak üzere tertiplediği Birinci Londra Konferansından sonra, Kıbrıs’ta yerel bir yönetimin kurulması için 1956 yılı başından itibaren, başta Rum toplumu liderleri olmak üzere, her iki toplumun temsilcileri Türkiye ve Yunanistan ile temaslara başlamıştı. İlk temaslar Kıbrıs’taki İngiliz valisi Mareşal Harding ile Başpiskopos Makarios arasında olmuş; Makarios’un adadaki tedhiş hareketlerini kınamaması ve tam özerklik istemekte ısrar etmesi nedeniyle bir sonuca ulaşamamıştı. Makarios’un reddine ve Türkiye’nin itirazlarına rağmen İngiltere, Kıbrıs’a yerel özerklik verilmesi yolundaki hazırlık çalışmaları devam etmiş ve bu amaçla Lord Radcliffe’e bir anayasa tasarısı hazırlama görevi verilmişti.

Radcliff’in hazırladığı anayasa tasarısı Aralık 1956’da Londra’da açıklandı. Yunanistan ve Kıbrıs Rumları “Kıbrıs halkına kendi kaderini tayin hakkı tanınmadığı ve ada valisine geniş yetki verilmesini öngördüğü” gerekçesiyle Radcliffe anayasasını reddettiler.

Radcliffe anayasası ile self-determinasyon hakkının her iki topluma da ayrı ve eşit olarak uygulanacağı ve taksime de gidilebileceğini İngiltere’nin belirtmesi üzerine, Türkiye hükümeti, bir yandan bu anayasa tasarısını bir görüşme konusu olarak kabul ederken, öte yandan da 1954’den beri benimsediği “İngilizler Kıbrıs’tan ayrılırsa ada Türkiye’ye verilmelidir” tezini terkederek, taksim tezini benimsemişti.

İngiliz emperyalizmi Ortadoğu’daki Arap halklarının uyanışı karşısında yeni tedbirler alma gereğini duyarken, Kıbrıs’ta Rumların başlattığı anti-kolonyalist terör hareketi ve halkın güçlenen bağımsızlık isteği karşısında gerilemek zorunda kalıyordu. İngiltere Savunma Bakanının adayı ziyareti sonunda, Ortadoğu’da değişmekte olan politik durum nedeniyle stratejik ihtiyaçlar için adanın tümünün değil, yalnız askeri üslerin korunması gerektiği kararı alınmıştı.

1956 yılının son günlerinde, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Washington’da verdiği bir demeçte şöyle diyordu: “Kıbrıs’ta özerk bir yönetim kurulmasını öngören İngiliz önerileri, Kıbrıs sorununun barışçı bir şekilde çözümlenmesi yolunda atılmış bir adım olabilir. ABD, üç müttefikin Kıbrıs halkıyla birlikte, gerek kendileri ve gerekse hür dünya için büyük bir önemi olan bu soruna bir hal çaresi bulmak için çaba harcamaya devam edeceğini ümit etmektedir”. New York Times gazetesi de aynı günlerde Amerika’nın adanın taksiminden yana bir tutum içinde olduğunu ve Kıbrıs’ın Türkiye’ye bakan kuzey kısımlarının Türklere, güney kısımlarının da Rumlara verileceğini yazmaktaydı.

ABD’nin Türkiye ve Yunanistan’a birer nota vererek, Kıbrıs sorununun bir an önce bir sonuca ulaştırılmasını istediğini belirten haberler, gazetelerde yayınlanırken, Türk hükümeti Radcliffe tasarısına cevabını hazırlamak üzere eski bakanlardan Prof. Nihat Erim ile Dışişleri Bakanlığı hukuk danışmanlarından Doç. Dr. Suat Bilge’yi görevlendirmişti. Ankara’ya çağrılan Kıbrıs Türk liderleri ile yapılan görüşmeleri, Ocak 1957’de Kıbrıs’ta İngiliz valisi ile yapılan görüşmeler izlemişti.

Prof. Erim, 2 Şubat’ta Londra’da verdiği bir demeçte, Yunanistan’ı anayasa konusunu incelemek üzere üçlü bir konferansa çağırarak, “Yunanistan, bunun aksine, tedhiş faaliyetine devamında ısrar ederse, İngiltere, Türkiye ve NATO’ya dâhil diğer ülkeler toplanarak, alınacak tedbirleri kararlaştırmalıdır” şeklinde konuşmaktaydı.

Kıbrıs Türk devletinin ilan edilmesi fikrinin daha o günlerde ortaya atıldığını gösteren, Prof. Erim’in 12 Ocak 1958 günü Ankara’da yaptığı bir basın toplantısındaki görüşleri şöyleydi. Prof. Erim’in taksim esasına dayanan yeni formülüne göre, Kıbrıs Türkleri adada ayrı bir bağımsız devlet meydana getirmeliydiler. Bu kadar küçük bir devletin olup olmayacağı konusunda ileri sürülebilecek itirazlara karşılık olarak, İzlanda devletini gösteren Erim, bu devletin nüfusunun Kıbrıs Türklerinden daha fazla olmadığını söylüyordu.

27 Ocak 1958’de Kıbrıs Türk liderliği, aynı gün Ankara’da başlayan Bağdat paktı görüşmelerini etkilemek üzere Lefkoşa’da “Ya taksim, ya ölüm” gösterileri düzenlerken, İngiliz gazeteleri de Ankara görüşmelerine İngiltere’nin Türkiye’ye Kıbrıs’ta bazı askeri üsler kurma önerisinde bulunduğunu açıklıyordu. Buna göre Kıbrıs’a verilecek özerklik rejimi içinde Türkiye, Kıbrıs’ta asker bulundurabilecekti. Sonradan Zürih ve Londra Antlaşmalarına da konan hükümler, bu haberleri doğrulayacaktı.

19 Haziran 1958’de açıklanan yeni ortaklık planına göre, İngiltere üç tarafı da uzlaştırdığını müjdeliyordu. Planın açıklanmasından önce, İngiltere başbakanı MacMillan’ın ABD’yi ziyaret ederek yeni planın Türkiye ve Yunanistan tarafından kabulü için Amerika’nın baskısını kullanmak istemesi yanında, yeni MacMillan Planını taraflarla birlikte NATO Konseyine de sunmuş olması dikkate değerdi. Konsey toplantısında NATO Genel Sekreteri Spaak, Kıbrıs sorununun NATO aracılığı ve üçlü görüşmeler yoluyla çözümlenmesi üzerinde durmuştu. Bugün de adayı bölme planlarını uygulayan emperyalist NATO çevrelerinin Kıbrıs sorununu NATO’nun dar sınırları içinde ve üçlü görüşmelerde çözümlemeye çalışmalarındaki ısrarı ilginçtir.

Türk ve Yunanistan hükümetlerince reddedilen MacMillan Planı, İngilizler tarafından NATO Konseyine getirilerek, Genel Sekreter Spaak tarafından bazı değişikliklere tabi tutuldu. Sonradan açıklanacak bu değişikliklere göre ortaklık yerine, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ye garantörlük veriliyordu. İngiltere 15 Ağustos 1958’de açıklanan yeni NATO planını, 1 Ekim 1958’den itibaren Kıbrıs’ta uygulamaya karar verdiğini açıkladı. Türkiye Dışişleri Bakanı Zorlu, “İngiliz planı Kıbrıs Türkleri için ideal bir hal çaresi olmamakla beraber, şimdilik bu planı kabul etmiş bulunuyoruz. Zira Türk ve Rum toplumları için ayrı meclisler öngören bir plan” diyerek, planın adeta bir taksim unsuru ihtiva etmekte bulunmasına önem vermişti. Türkiye derhal Burhan Işın’ı Türkiye’nin Kıbrıs’taki temsilcisi olarak tayin ederek, 6 Ekim’den itibaren bazı şehirlerde ayrı ayrı Türk ve Rum belediyelerinin kurulması için gerekli çalışmalara başladı. İngiliz emperyalistlerinin “böl ve yönet” taktiği gereğince, olağanüstü dönemde Türklere beş büyük şehirde ayrı belediyeler kurma yetkisi vermeleri, “Rum çoğunluğu Türk mahallelerinin kalkınmasını ikinci plana ittikleri” gerekçesiyle, 1957 Haziran’ından beri belediye üyeliklerinden çekilmiş bulunan Türklerin ilk ayrılıkçı kurumu oluşturmalarına yol açtı. Oysa ortak belediyeler 1882 yılından beri aksaksız olarak görevlerini sürdürmekteydi. Kıbrıs Türk liderliğinin organı durumundaki Halkın Sesi gazetesinin 30 Eylül 1958 günkü sayısında şöyle denilmekteydi: Şimdi Lozan’dan bu yana ilk defa olarak yarından itibaren Türkiye ada idaresine bilfiil iştirak edecektir. Bu olay Kıbrıs tarihinin bir dönüm noktasıdır.”

Türkiye’nin Kıbrıs’ın yönetiminde söz sahibi olması, her iki toplum için ayrı meclislerin kurulmasının kabulü ve ayrı belediyeler kurulmasına karşı çıkan Yunanistan, değişiklik önerilerinin kabul edilmemesi ile bu planı da reddetmiştir. Türkiye ile işbirliği sağlayan İngiltere hükümetinin, yeni NATO planını her ne pahasına olursa olsun uygulama kararı alması üzerine Makarios ve Yunan hükümeti, Kıbrıs’a bağımsızlık verilmesi fikri üzerinde durmaya başladılar.

Öte yandan 1924’lerden beri Türk-Rum ayrımı gözetmeden Kıbrıs halkının İngiliz sömürge yönetiminden ayrılarak bağımsızlığa kavuşmasını savunan Kıbrıslı sosyalistler, 1950’den sonra hızlanan mücadelede de “Tam Bağımsız Kıbrıs”ın gerçekleşmesi için emperyalizme karşı mücadele veriyor ve İngiltere’nin Ortadoğu’daki kara ve hava kuvvetleri karargâhını Kıbrıs’a taşımasını şiddetle kınayarak, emperyalizmin Kıbrıs’ta sosyalist ülkelere karşı bir saldırı üssü kurmasına çeşitli direniş hareketleriyle tepki gösteriyorlardı. İngiliz sömürge yönetimine karşı Enosis mücadelesini yürüten Kıbrıs Ortodoks Kilisesi başkanlığına yapılan milli cephe önerisinin reddedilmesine rağmen AKEL, EOKA’nın İngilizlere yönelttiği silahlı mücadeleye taktik görüş farkları yüzünden fiilen katılmamış, fakat yığınsal grev ve protesto gösterileriyle sömürge yönetimine karşı yürütülen mücadelede yerini almıştı.

Ada halkının bağımsızlık isteğinin Kıbrıs görüşmelerinde Makarios tarafından ilk defa resmen öne sürülmesi, 1958 Eylül’ü sonlarında Atina’yı ziyaret etmiş olan İngiliz İşçi Partisi milletvekili Barbara Castle’la yaptığı görüşmede gerçekleşmişti. Buna göre ilk önce İngiltere ile adadaki toplum temsilcileri arasında yapılacak görüşmelerde bir özerklik statüsü saptanmalı, bu statüde Kıbrıs Türk toplumunun hakları garanti altına alınarak, geçici bir özerklik devresinden sonra adaya bağımsızlık verilmeliydi.

Makarios’un bağımsız Kıbrıs önerisine karşı ilk tepki Dr. Küçük’ten geldi. Bunu bir süre sonra Türkiye hükümetinin “bağımsızlığın ancak taksim esası üzerinden kabul edilebileceği”ni belirten görüşü izledi.

Emperyalizmin Kıbrıs halkını bölme ve birbirine düşman etme yolundaki tertiplerinin adadaki uygulayıcıları olan faşist nitelikteki Rum EOKA ve Türk TMT yeraltı örgütleri, ada halkının anti-emperyalist ve anti-faşist güçbirliğini parçalamak ve toplumlararası şovenizmi ve düşmanlığı körüklemek için Enosis ve Taksim tezlerinde ısrar ediyor ve karşılıklı saldırılarla halkı korku ve terörle tedirgin etmeye devam ediyorlardı. Adadaki bu kanlı olaylar, bir yandan Türkiye’yi, öte yandan da İngiltere’yle ABD’ni Kıbrıs sorununa bir an önce çözüm yolu bulmaya sevketmiş ve sonunda 1959 Şubat’ında bağımsızlık formülü ile sorunu kapatmaya zorlamıştır. Kuşkusuz bu sonuçta, gerek Ortadoğu’daki, gerekse genel olarak uluslararası plandaki gelişmeler de belirli derecelerde rol oynamıştır.

16-18 Aralık 1958 tarihleri arasında Paris’te yapılan NATO Bakanlar Konseyi toplantısında Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları Zorlu ve Averof, anlaşmaya doğru giden görüşmelerin devamına karar verdiler. Altı gün sonra emperyalist anayurtlardan verilen emirlerle, EOKA ve TMT eylemlerini durdurdular. Yedi hafta sonra da Zürih’teki Zorlu-Averof görüşmelerinde uzlaşmaya varıldığı açıklandı. Sonradan Londra’da düzenlenen bir konferansta antlaşmanın ayrıntıları saptanarak, taraflarca imzalandı.

Kıbrıs halkına NATO ülkeleri tarafından zorla kabul ettirilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş antlaşmalarına göre hazırlanan Anayasa, her ne kadar çalışama, toplumlararası işbirliğini engelleyici ve normal devlet fonksiyonları ile kalkınmayı aksatıcı olursa olsun, Kıbrıslılar tarafından değiştirilemeyeceğini 182/1 maddesinde belirtiyor, bu da onun niteliğini ortaya koyuyordu. Antlaşmalarla Yunanistan adada 950, Türkiye de 650 kişilik askeri bir birlik bulundurma hakkını kazanırken, İngiltere, Ağrotur ve Dikelya’daki üsleri üzerinde egemenliğini korumaya devam ediyordu. Her üç NATO ülkesi ayrıca adanın bağımsızlık, toprak bütünlüğü ve anayasasını garanti altına almaktaydı.

İşte 16 Ağustos 1960da zedelenmiş egemenlik ve bağımsızlık hakkı ile toprak bütünlüğü bozulmuş olarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasası, federal bir devlet düzenini getirmeyi amaçlıyordu. Getirilen uzun ve karmaşık tedbirlerle, tarafların yetkilerini kötüye kullanmaları önlenmek istenirken, öte yandan da etkin bir devlet örgütlenmesi gerçekleştirilemiyordu.

Rum Cumhurbaşkanı ve Türk yardımcısı ayrı ayrı kendi toplumlarınca seçilirken, devletin iki tane resmi dili olduğu kabul ediliyor ve milli bayramlarda Kıbrıs bayrağının yanında milli bayrağın da kullanılması öngörülüyordu. Başkanlık yetkilerinin iki kişiye dağıtılmış olmasının getirdiği aksaklıklar, devletin alt kademelerinde de tekrarlanıyordu. Bakanlar Kurulu 7 Rum ve 3 Türk’ten oluşmakta ve ayrı ayrı olarak Rum Cumhurbaşkanı ve Türk Yardımcısı tarafından atanmaktaydı. Yargı yetkisi yanında, tüm yürütme organlarında da %70 Rum ve %30 Türk oranının sağlanması şartı istenmekteydi. Kurulacak Temsilciler Meclisi’nde 35 Rum ve 15 Türk üye bulunacaktı. Ayrı Cemaat meclisleri de kendi toplumları tarafından seçilmekte ve bir anlamda klasik federal sistemdeki bölgesel yönetimdeki yürütmeyi temsil etmekteydi. Fakat açıkça belirlenen yürütme yetkilerine sahip olmaması yanında, ikili yapı, kamu hizmetlerindeki ayrılıkçı eğilimlerin güçlenmesine yardım ediyordu. Bu durumda toplumlararası işbirliği için gerekli olan kuruluş güvenlikleri ihmal edilmiş ve federal ilişkiler ortadan kalkmıştı. Anayasa mahkemesi ve Yüksek Mahkemelerde aynı ikili yapı getirilerek, Türk ve Rum hâkimlere ek olarak yabancı bir başkanın bulunması öngörülmüştü. (“İkiliğin Tehlikeleri: Kıbrıs” bölümü, Carl J. Friedrich, Trends of Federalism in Theory and Practice, Praeger Publishers, New York, 1968)

Cumhuriyetin kurulmasından sonra Kıbrıslıların barış ve işbirliği içinde yaşamasından yana olan ilerici Türk ve Rumların yılmaz çabalarına rağmen, adayı taksim ederek emperyalizmin savaş örgütü NATO’ya bağlamak isteyen faşist yeraltı örgütleri, eylemlerini sürdürmeye devam ettiler. Antlaşmalarla NATO’ya bağlı Türk ve Yunan alaylarının adaya girmelerine ve İngilizlerin egemenliğinde kalan askeri üslere karşı çıkarak, Kıbrıs’ın tam bağımsızlığından, egemenliğinden ve toprak bütünlüğünden yana olduğunu açıklamış olan Kıbrıs Emekçilerinin İlerici Partisi (AKEL)’in bu barış politikası, Kıbrıs halkının %40’ından fazlası tarafından desteklenmekteydi. Parti genel Sekreteri Papaioannu, 19 Nisan 1962 günü verdiği demeçte ada halkına şöyle sesleniyordu: “Kıbrıs için tek ve gerçek tehlike emperyalizmdir. Türk-Rum, Sağcı-Solcu bütün Kıbrıslılar bu tehlikeye karşı birleşmelidir. Bugün Kıbrıs’ın mücadelesi esas itibariyle emperyalizme karşı bir mücadeledir ve adanın bağımsızlığını tamamlamak amacına sahiptir. Bugün batılı emperyalistler, Kıbrıs’ı NATO’ya ve Avrupa Ortak Pazarına sokmaya ve kendisini mahvederek emperyalist emelleri ile tekelci çıkarlarına alet etmeye çalışmaktadırlar. Kıbrıs halkı bu tuzağa düşmemelidir.”

Kıbrıs Türk liderliğinin ayrılıkçı ve uzlaşmaz tutumunu sürdürerek, emperyalizmin planı olan taksim fikrinde ısrar etmesine karşı çıkan ve Rumlarla aynı topraklar üzerinde, barış içinde birarada yaşamak isteyen ilerici Kıbrıs Türkleri, cumhuriyetin ilan edildiği gün “Cumhuriyet” adlı bir gazete çıkararak, bu yolda yayın yapmaya başlamışlardı. Bir buçuk ay sonra Kıbrıs Türk Halk Partisi’ni kurarak Baflı bir doktor olan İ. Ali’yi Genel Sekreterliğe, gazetenin kurucuları M. Gürkan ve A. Hikmet adındaki avukatları da Parti Yönetim Kuruluna seçmişlerdi. Yeni partinin organı haline gelen ve Türkler tarafından yaygın olarak okunan Cumhuriyet gazetesi, bir yandan “ordu kurulmamalıdır, askeri üsler kaldırılmalıdır, tarafsızlık politikası izlenmelidir” görüşlerini savunurken, öte yandan da yeni kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşaması için Kıbrıslı Türklerle Rumların anlayış ve iyi niyet içinde olmaları gerektiğini yazılarında vurguluyordu. Emperyalizmin ada halkı arasında kin ve nefret tohumları saçarak, Kıbrıs’ı bölme ve NATO’nun dolaysız denetimi altına sokma politikasına hizmet eden Kıbrıs Türk liderliği ve çevresindeki faşist unsurlar, Türkler arasında geniş destek bulan barıştan yana bu ilerici hareketi sindirmek için ilerici gazetecilere karşı tehdit ve teröre başladılar. Gazeteci avukatların 23 Nisan 1962 gecesi faşist yeraltı örgütü TMT tarafından hunharca katledilmesi, tüm Kıbrıs halkı arasında büyük bir infial yarattı. 1958 yılı Mayıs ayında Türk ve Rum işçilerin omuz omuza emperyalizm ve yerli ajanlarına karşı sürdürdükleri mücadelede ön sıralarda yer alan Fazıl Önder Saraç (32), Ahmet İbrahim (46), Ahmet Yahya (26) da aynı şekilde katledilmiş, Türk sendikacılardan Ahmet Sadi, Hasan Ali ve Arif Hulusi Barudi ise kurşun yağmuruna tutulmalarına rağmen, öldürülememişlerdi. Bu yiğit yurtseverlerin hepsi de Kıbrıs’ta Türk ve Rumların barış içinde birarada yaşamaları için halk düşmanlarına karşı savaş vermekteydiler. Amerikan, İngiliz ve NATO emperyalizmine, Grivaslara, Denktaşlara karşı Kıbrıs halkının birliği ve kardeşliği için mücadele eden Türk Sendikacı Derviş Kavazoğlu’nu 1965’te Rum arkadaşı ile birlikte öldürecek olan da yine aynı eli kanlı Denktaş-Grivas çetesiydi.

Bugünkü Kıbrıs dramının ilk halkalarını Zürih ve Londra antlaşmalarının teşkil ettiğini, daha antlaşmanın imzalanacağı günlerde Klerides ve Denktaş “çatışmaya açık” sözleriyle itiraf etmişlerdi. Nitekim Kıbrıs anayasasının uygulanması, yorumlanması konusunda Türklerle Rumlar arasında ciddi sorunlar ortaya çıktı. Kıbrıslı Türklerle Rumlar arasında, antlaşmalara göre kurulması gereken Kıbrıs Ordusu üzerinde (2 bin kişilik ordu %60 Rum ve %40 Türklerden oluşacaktı) tartışmalar başladı. 20 Ekim 1961’de Türk yardımcı Dr. Küçük, Cumhurbaşkanı Makarios’un, silahlı kuvvetlerin tüm kademelerinde ayrılığın kaldırılarak, bir bütünlük sağlanması yolundaki kararını veto yetkisini kullanarak reddetti.

Kamu hizmetlerinde %70 Rum - %30 Türk oranlarının sağlanmasında da güçlükler çıktı. Öte yandan Temsilciler Meclisinde mali sorunlar, örneğin gümrük vergileri ve gelir vergisi kanunlarında da sürtüşmeler oluyordu. 1962 yılı boyunca İngilizler tarafından ortaya atılan beş büyük şehirde ayrı Türk ve Rum belediyeleri kurulması üzerindeki anlaşmazlıklar, büyümeye devam etti. 29 Aralık 1962’de Türk Cemaat Meclisi, 1 Ocak 1963’ten itibaren beş şehirdeki ayrı Türk belediyelerinin faaliyetlerine devam etmesi ve Türklerin çoğunlukta bulundukları Lefke’de yeni bir Türk belediyesi kurulması hakkında bir kanun çıkardı. Başkan Makarios da 1 Ocak 1963’ten itibaren hükümetin atayacağı organların tüm adadaki belediye örgütlerini denetlemesini öngören bir karar aldı. Türk liderliği bunu “anayasaya tecavüz” olarak nitelendirdi.

Kıbrıs Anayasa Mahkemesi mali anlaşmazlıkları çözümlemek üzere Şubat 1963’te toplanarak, 1961’den beri Temsilciler Meclisi Türk üyeleri tarafından kullanılan veto hakkının tüm ada halkına uygulanabileceğini bildirdi. Fakat bu veto yetkisinin, ada halkından vergi toplanmasında kullanılabilecek yasal bir mekanizma olmadığını da açıkladı. Nisan ayında aynı mahkeme, hükümetin kendi seçeceği organlar aracılığı ile belediyeyi denetlemeye yetkili olmadığını ve Türk Cemaat Meclisi’nin Kıbrıs hükümetine meydan okuyarak, ayrı belediyelerde ısrarının geçersiz olduğuna karar verdi.

Küçük ve Makarios arasında yapılan görüşmeler, Mayıs 1963’te kesildi. Aynı yılın Kasım ayında Başpiskopos Makarios, Kıbrıs anayasasında bazı değişiklikler yapılması yolundaki 13 maddelik önerilerini getirdi. Bir yıl önce de Ankara’yı ziyaret ederek, antlaşmalarda Kıbrıs anayasasının Türkler lehine olup da bir türlü uygulanamayan hükümlerinin uygulanması için Türk hükümeti ile temasa geçmişti. Değişiklik önerilerine göre, devlet başkanı ve yardımcısının veto kullanma yetkileri alınıyor. Temsilciler Meclisinde mali yasaların çıkarılmasında ayrı ayrı Türk ve Rum çoğunluğun sağlanması koşulu kaldırılıyordu. Türk ve Rum üyelerden oluşacak tek belediye meclisleri ayrı belediyelerin yerini alacaktı. 16 Aralık 1963 günü Türkiye hükümeti, Kıbrıs anayasasının bir tek noktasının değiştirilemeyeceğini açıkladı.

Öte yandan toplumlararası silahlı çatışmayı ve şiddet olaylarını başlatmak için fırsat kollayan ve emperyalizmin yerli ajanlarınca desteklenen faşist EOKA ve TMT yeraltı örgütleri, Aralık ayı sonlarında karşılıklı olarak kanlı saldırıları başlattılar.

25 Aralık günü İngiltere, Kıbrıs’taki Türk, Yunan ve İngiliz askerlerinden oluşacak ortak bir birliğin anayasal düzeni sağlamak içim kurulmasını önerdi. Ankara, Atina ve Lefkoşa hükümetleri, bunu kabul ettikleri Bu sırada adadaki Türk alayı, Lefkoşa’nın kuzey bölgesini işgal ederek, adanın kuzey sahilindeki Girne’ye giden önemli karayolunu denetimi altına aldı. 28 Aralık günü Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin artık var olmadığını söylerken, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük de 5 Ocak’ta anayasaya aykırı olarak, adanın taksiminim gerçekleştirilmesinden yana olduğunu ve Türk memur ve işçilerin hükümetteki görevlerine dönmeyeceklerini açıkladı. Beş gün sonra da “Kıbrıs’ın taksimi için 35. Enlem ideal çizgi olacaktır” dedi. 10 Ocak 1964 tarihli Le Monde’a verdiği demeçte Dr. Küçük, “Ayrı bir devlet oluşturmak istiyoruz. Şimdiden ayrı bir yönetimi kurma yolundayız. Kendi polis ve haberleşme örgütümüze sahibiz. Londra Konferansından sonra özerk bölgemizi genişleteceğiz. Bizim açımızdan Başpiskopos Makarios hükümeti artık yoktur” diyordu.

15 Şubat’ta Londra’da toplanan konferansta, Kıbrıs Rumları devletin tek ve birleşik yapıya kavuşturulması yanında, garanti ve ittifak antlaşmalarının kaldırılarak, tam bağımsızlığa kavuşmak istediklerini bildirdiler. Yasama yetkisi ortak seçimle oluşturulacak Temsilciler Meclisine verilmeli, yürütme yetkisi bu meclise karşı sorumlu olacak bakanlar kurulunda toplanmalıydı. Türk toplumuna din, eğitim ve kültür konularında özerklik verilecek, anayasanın ortak noktaları ile sağlanan uluslararası insan haklarının ihlali halinde uluslararası bir kuruluşa başvurma hakkı mahfuz tutulacaktı.

1964 yılı ortalarında Amerika’nın arabuluculuğu ile “Enosis karşılığında Türkiye’ye Kıbrıs’ta bir üs verilmesi”ni öngören Acheson Planı, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Türk liderliği tarafından kabul edilmesine rağmen, Makarios tarafından reddedildi.

Taraflar arasında uzlaşmayı sağlamak üzere Birleşmiş Milletler örgütünün atadığı arabulucu Dr. Galo Plaza’nın 26 Mart 1965’te Genel Sekretere sunduğu raporda da belirtildiği gibi, Türkiye hükümeti ve Kıbrıs Türk liderliği adanın iki bölgeye taksim edilmesini ve her bölgenin federal sorunlar dışında ayrı olarak kendi kendini yönetmesi fikrinde ısrar etmekteydiler.

Türklerin hükümetteki görevlerinden çekilmelerinden sonra Türk üyelerin katılmadığı Kıbrıs Temsilciler Meclisi, 1 Haziran 1964’de önemli bazı kararlar aldı:
1.      Yüksek Mahkeme ile Yüksek Anayasa Mahkemesinin birleştirilmesi,
2.      Rum Cemaat Meclisinin kaldırılarak yerine Eğitim Bakanlığının kurulması
3.      Ayrı belediyelerin birleştirilmesi
4.      Polis ve jandarma birliklerinin birleştirilmesi
5.      18-50 yaş arasındakilerin askere alınması sağlanarak, Milli Muhafız ordusunun kurulması
6.      Cumhurbaşkanı ve Temsilciler Meclisi üyelerinin görev sürelerinin, 1965 yılından itibaren 1968 Şubat’ındaki Başkanlık ve 1970 Ağustos’undaki genel seçimlere kadar birer yıllık sürelerle uzatılması
7.      Yeni seçim tedbirleri getirilerek, Türk ve Rumların ayrı ayrı seçim yapmalarının kaldırılması

Temsilciler Meclisinin Rum Milli Muhafız Ordusu kurulmasıyla ilgili yasanın çıkarılmasındaki amaçlardan biri de, kurulu rejimin kontrolundan çıkmaya yönelmiş Rum faşist birlikleri ile düzensiz çetelerin dağıtılması idi. Atina’dan Kıbrıs’a gönderilen General Grivas’ın, Kıbrıslı Rumlar arasında oluşan özel ordular ve dağınık birliklerin Kıbrıs hükümetinin denetimine sokmada yararlı olabileceği düşünülmüştü. Kıbrıs’ın toprak bütünlüğü, egemenliği ve bağımsızlığına karşı içten veya dıştan gelebilecek saldırılara karşı koymak gerekçesiyle kurulan Rum MMO’unda görevlendirilen Yunanlı subayların, Kıbrıslı Rumlar arasındaki anti-emperyalist ve anti-faşist ilerici unsurlara karşı başlattıkları faşist baskıları ve askerlik hizmetini 6 aydan 12 aya çıkaran kanunu protesto etmek üzere, 28 Mayıs 1965’te AKEL tarafından Leymosun’da büyük bir gösteri düzenlendi. 1963 sonunda başlayan toplumlararası çatışmalarda AKEL, çatışmaların dışında kalmış ve olayları tasvip etmediğini açıklamıştı. Kıbrıs Emekçilerinin İlerici Partisi, ada halkının esas düşmanının emperyalizm olduğu bilimsel gerçeğinden hareketle, çatışmaların emperyalizmin eskiden beri yürüttüğü “böl ve yönet” taktiğinin bir sonucu olduğunu belirtiyordu.

1966 Mart’ında Başkan Makarios, emirlerini Atina’dan alan ve RMMO ile gönüllü Rum birliklerini yöneten General Grivas’ın yetkilerini ve faaliyetlerini sınırlandırma girişiminde bulundu. Başpiskopos, RMMO’nun Kıbrıs Savunma Bakanlığına bağlanmasını, oradan denetlenmesini istiyordu. Atina ile Grivas’ın bunu kabul etmemeleri üzerine, Makarios ile Grivas arasında güvensizlik ve ayrılık meydana gelmiş, Cumhurbaşkanının amaçları hakkında Atina kuşkulanmaya başlamıştı.

Bu arada Haziran 1966’da Atina ile Ankara arasında gizli görüşmelere başlandı ve temaslar yıl boyunca devam etti. Kasım 1966’da İngiltere, Kıbrıs’taki askeri birliklerinde azaltmaya gitmek istediğini açıkladı. 1967 yazına kadar 2 bin kadar asker geri çekilecek, Lefkoşa’daki RAF istasyonunda sadece uçak bakım işlemleri yapılacak, esas görevler Ağrotur’daki ordu karargâhına bırakılacaktı.

Başkan Makarios’un Kıbrıs polis örgütü içinde ayrı silahlı birlikler oluşturmak istemesi ve Çekoslovakya’dan alınan silahlarla ilgili olarak başlayan gerginlik üzerine, Grivas Atina’ya, “adada kendi denetimi dışında silahlı birlikler olursa, Kıbrıs’taki düzenin bozulmasından kendisinin sorumlu tutulamayacağını” bildirdi. Aralık 1966’da Atina, Kıbrıs’a giden silahların Yunan birliklerinin denetimde tutulacağını açıklarken, 1967 Şubat’ında Ankara, Çek silahlarının Kıbrıs’taki BM askerlerine tesliminde ısrar ediyordu. Aynı yıl içinde Kıbrıs sorununun çözümlenmesi yolundaki temaslar, Yunan cuntası ile Demirel hükümeti arasında sürdürüldü. Eylül 1967’de Keşan-Dedeağaç görüşmelerinde, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması ve Türkiye’ye Kıbrıs Türklerinin haklarını koruyacak bir üs verilmesi, tartışılan NATO planları arasındaydı. 31 Ekim 1967’de, 1964 yılından beri Kıbrıs dışında bulunan Türk toplum lideri Denktaş’ın gizlice Kıbrıs’a girmeye teşebbüsünün ardından, Grivas’ın Kasım ayında Makarios’un onayı olmadan Geçitkale saldırısını düzenlemesi gerçekleştirildi. Baskılar sonucu bir kısım Yunan askeri ile birlikte adadan çekilmek zorunda bırakılan Grivas, RMMO komutanlığından uzaklaştırıldı.

29 Aralık 1967’de Kıbrıs Türk liderliği, “1960 Anayasası hükümleri tam olarak uygulanıncaya kadar” ada üzerinde dağılmış Türk bölgelerinin yönetimi için “Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi”nin kurulduğunu açıkladı. 9 kişilik yönetimin başkanı Dr. Küçük, yardımcısı da (Nisan 1968’de adaya dönmesine izin verilecek olan) Denktaş olmuştu. Temsilciler Meclisi Türk üyeleri ile Türk Cemaat Meclisi üyeleri yasama meclisi oluşturuyordu.

Kıbrıs hükümetinin tepki ile karşıladığı bu tek taraflı kararın alınmasına kadar, 1964 yılından bu yana Türk toplumu arasında geçen politik mücadeleye göz atmakta yarar var.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Küçük, bir süre suskunluktan sonra 1964 yılı içinde, sivil kadrolar üzerinde etkinlik ve baskısını artıran askeri yöneticilere karşı başlattığı kavgasını kazanmıştı. Türkiye Dışişleri bakanlığına gönderdiği raporlarla Genel Kurmay Başkanlığı’nı etkilemiş ve “Bozkurt” diye anılan TMT’nin başkanı Kemal Coşkun’un Türkiye’ye geri çağrılmasını sağlamıştı. Dr. Küçük ve arkadaşları tarafından yürütülen “sivil yönetime dönüş” kampanyasının amacı, Küçük başkanlığında Türk bakanlarla Temsilciler Meclisi ve Cemaat Meclisinin bazı üyelerinden oluşturulan “Genel Komite”nin yetkilerini sivillerin eline geçirmekti. Genel Komite, toplum yönetimiyle ilgili bütün işlerde söz sahibi olacak, Cemaat Meclisi ise eskiden olduğu gibi yalnız eğitim, din ve evkaf isleriyle uğraşacaktı. Fazıl Küçük ve üç bakanı, önce Ekim 1962’den beri Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği Askeri Ateşesi olan K. Coşkun’un kurduğu bu komitenin toplantılarını boykot etmeye başladılar, sonra da Ankara’ya istifa ettiklerini bildirdiler. Ankara hükümetine kendi görüşlerini kabul ettirmeyi başaran Dr. Küçük, ayrıca askeri liderliğin muhalefetine rağmen, lise mezunlarının yüksek öğrenim için Türkiye’ye gelmelerini de sağlamıştı.

1958 yılında kurduğu TMT’nin komutanından yana olan Rauf Denktaş kliği, onun yerine Türk Cemaat Meclisi Başkanlığı görevinde bulunan Şemsi Kazım ve Dr. Fazıl Küçük klikleri arasında başlayan çıkar kavgası, giderek Türkiye basınına “gazoz savaşı” şeklinde yansımıştı. Birbirine düşen Kıbrıslı Türk liderleri uzlaştırmak için 28 Aralık günü Lefkoşa’ya giden Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Zeki Kuneralp ile Hukuk danışmanı Suat Bilge, 29 Aralık 1967 günü “Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi”ni açıklamışlardı. Böylelikle Kıbrıslı Türk liderler arasında iyiden iyiye açığa çıkan çekişme ve suçlama kampanyasına sözde bir formül getirilmişti. Yetkiler Dr. Küçük’e teslim edilirken, ayağını kaydırması mümkün olan Denktaş ise ikinci plana itiliyor, Şemsi Kazım ise kızağa çekiliyordu. Makarios hükümetinin, serüvenci lider Denktaş’ın Kıbrıs’a yasal yollardan girmesine izin vermesi ile 4 yıllık aradan sonra görevi başına dönen emperyalizmin bu sadık adamı, sonradan toplumlararası ikili görüşmelere Kıbrıs Türklerinin temsilcisi olarak katılacaktı.

Kıbrıs Türk halkına dayatılan Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi’nin Temel Kuralları (Anayasa)’na göre Dr. Küçük, otomatikman Yönetim Kurulu Başkanlığına, Denktaş da yardımcılığına getirilmişti. Bütün temel görevlere yapılacak atamalar, ikisinden birinin önermesi ve diğerinin de onaylaması ile olacaktı. Yürütme Kurulu üyeleri (bakanlar) ise toplumun iradesi dışında atanmış, örneğin 9 kişiden 6’sı hiçbir seçimden geçmemişti. Yasama Meclisi, Yönetim Kurulu’nun denetleme yetkisinden yoksun olup, bütçenin onaylanmasına yer verilmemişti. Yürütmenin, Yasama Meclisi’nden güvenoyu alması sözkonusu bile değildi. Yürütme Kurulu Başkanı, yardımcısı ve diğer üyelerinin yaptıkları eylem ve işlemleri denetleyecek hiçbir organ yoktu.

Bunlar sadece Küçük-Denktaş yönetiminin ilk göze batan anti-demokratik yanlarıydı. Bunların altında, yönetimin hukuka bağlı olmaması, mevcut anayasa ve kanunların halka tanıdığı en basit insan haklarından olan düşünce ve kanaatlerini açıklama, dernek ve siyasal parti kurma vb gibi vazgeçilmez özgürlüklerin fiilen önlenmesi de yatmaktaydı.

Sonradan “geçici”lik sıfatı kaldırılacak olan bu faşist yönetim, yıllarca baskı ve terör altında tutulmuş yoksul emekçi Türk halkını amansızca vergilendirirken, büyük işletme sahipleri ile aracıları denetlememekte, onlardan vergi almak bir yana, devlet eliyle kişi zengin etme mekanizması ile büyük vurgunlar vurmalarına yardım etmekteydi. Gene bu yönetim sorumluları, bankalarına olan borçlarını ödemeleri için yapılan baskıların altında ezilen yoksul halkın yaşamak için tek alternatifi olan “toprağını en çok verene -ki bunlar Rumlardır- satmasını” terörist yollarla önleyerek, söz konusu toprakları kendi şebekeleriyle ucuza kapatıp, astronomik rakamlarla Rumlara satma imkânlarını yaratmaktaydılar. 

1968 yılı başında Makarios, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin Şubat ayında yapılacağını açıkladı. Makarios’un amacı, Türk ve Rum toplumları arasındaki ayrılıkları ortadan kaldırmaya yönelik politikasının halk tarafından onaylanmasını sağlamaktı. Rum toplumu arasında Enosis isteyenler kendi adaylarını çıkardılar ve seçim, Enosis ile Kıbrıs’ın bağımsızlığını isteyenler arasında oldu. 25 Şubat 1968’de Makarios’un politikasının ezici bir çoğunlukla (%90) Kıbrıs halkı tarafından desteklendiği kanıtlandı. Aynı ay içinde Kıbrıs Türkleri de Rumlara uyarak, yalnız Cumhurbaşkanı Yardımcılığı için seçim yapmak durumunda kaldıklarını açıkladılar. Dr. Küçük, Şemsi Kazım kliğinin adayını çekilmeye zorlayarak, yine seçim yapmadan sandalyesinde oturmaya devam etti.

Toplumlararası barıştan yana, anti-emperyalist ve anti-faşist bir politika izleyen Başkan Makarios, Kıbrıs Türklerine üniter Kıbrıs devleti içinde özel hak ve imtiyazlar tanıyacak yeni anayasal reform önerileri hazırlıyordu. Bu amaçla iki toplum arasında anlaşma zemini yaratmak üzere 1964 yılından beri Kıbrıs Türklerine uygulanan sınırlamaları kaldırdı. 1968’in ilk aylarında alınan bir dizi tedbirlerle, seyahat özgürlüğü genişletildi. Türk bölgelerine çimento, kereste ve demir gibi ihtiyaç maddelerinin girmesine izin verildi.

1968 ve 1969 yıllarında toplumlararası görüşmelere devam edilmesine rağmen, çok az bir ilerleme kaydedilmişti. Grivas’ın tekrar adaya dönerek, Rum toplumu içinde tedhiş eylemlerini başlatması, yeni siyasi partilerin kurulması ve 8 Mart 1970’de Makarios’a karşı düzenlenen başarısız suikast teşebbüsüne rağmen, 1970’de, 1960’dan beri ilk defa genel seçimler yapıldı. Türk liderliği de kendi bölgelerinde Temsilciler Meclisi ve Cemaat Meclisi üyelikleri için göstermelik bir seçim yaptırdı. TMT’nin desteklediği “Ulusal Dayanışma Programı” şemsiyesi altında milli bütünlüğümüzün bozulmaması gerekçesi ile tek liste olarak seçimlere giren Küçük-Denktaş Yönetimi, kendi adamlarını Yasama Meclisine doldurdu. Rum toplumu ile işbirliği ve barıştan yana olan sosyal demokrat Türklerin kurduğu “Cumhuriyetçi Türk Partisi”ne karşı yapılan anti-demokratik baskılar, 1973 Cumhurbaşkanı Yardımcılığı seçimlerinde de tekrarlandı. 12 Mart olağanüstü yönetimleri döneminde, yıllanmış lider Dr. Küçük’ün, Denktaş’a karşı adaylığını koyması engellenirken, diğer aday olan CTP Başkanı Berberoğlu da susturulmuştu. Türk toplumunun başına, emperyalizmin ortaklarının yardımıyla, faşist yöntemlerle, zorla, silah tehdidi ile lider kesilenler, halkın, gerçek arzularını, emperyalizme ve faşizme karşı olan nefretini, barış isteklerini ifade etmesine izin vermiyorlardı.

Kıbrıs Cumhuriyetinin seçimle işbaşına gelmiş Cumhurbaşkanı Makarios ile onun hükümetine karşı, faşist Yunan cuntası eliyle girişilen darbe hareketi ve onu izleyen günlerde Kıbrıs’ın bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü garanti etmiş olan Türkiye’nin adaya askeri müdahalesi sonunda uygulamaya konan NATO’nun TAKSİM PLANI, 13 Şubat 1975’de özerk Kıbrıs Türk Devletinin ilanı ile bir adım daha ileriye götürülmüştür. Kıbrıs sorununa barışçı bir çözüm bulmak üzere yeniden başlatılan toplumlararası görüşmeleri baltalamayı amaçlayan Kıbrıs Türk liderliğinin bu girişimi, demokratik ülkeler ve dünya kamuoyu tarafından yapılan şikâyet üzerine toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de üç haftalık görüşmelerden sonra aldığı 12 Mart 1975 tarihli kararda, Kıbrıs Türk liderliğinin tek yanlı kararını esefle karşılamış ve tarafların, BM örgütünün ısrarlı kararlarının uygulanmasını tehlikeye sokabilecek tek yanlı tüm girişimleri karşısında endişelerini belirtmiştir. Bu arada ABD Dışişleri Bakanı Kissinger’in Ankara’ya yaptığı gezi, Türkiye’nin iç ve dış politikasında ilginç yönlendirmeleri de beraberinde getirmiştir. Özellikle Kıbrıs konusunda sivil ve askeri yetkililerle yapılan görüşmelerde, Kıbrıs’la ilgili bazı haritaların toplantılara getirilerek, taksim çizgisi üzerinde pazarlıklar yapıldığı basına da yansımıştır.

Emperyalizm, adayı NATO’nun batmaz bir uçak gemisi haline getirme planlarından hâlâ vazgeçmemiştir. 1958’lere, 1963’lerde ve nihayet 1974’lerdeki olayların düzenleyicileri, yine Amerika, NATO ve onun adadaki kuklalarıdır. Faşist Yunan cuntasının düzenlediği darbe ve onun ardından gelen Türk askeri müdahalesi, adaya barış getirmedi. 1955’lerde emperyalizmin sahneye koyduğu “böl ve yönet” politikasını güçlendirdi. Kıbrıs halkını bölmek isteyenler, planlarını gizlemek için “iki toplum bir arada yaşayamaz” masalını uydurarak, yerli faşist örgütleri yardımıyla, yalanla, tehditle, yüzbinlerce Kıbrıslıyı yerinden, yurdundan kaldırarak, adanın başka bölgelerine sürmüşlerdir.

Bugün Kıbrıs’ta barışın sağlanması için ilk olarak Kıbrıs devletinin birliğini, toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını tescil etmiş olan BM örgütünün, durumun normalleştirilmesi yolunda aldığı çeşitli kararların bir an önce hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bunun için de adanın her türlü askerden arınması, Türk ve Rum yeraltı örgütlerinin yasadışı ilan edilmesi, BM Genel Kurul kararında da belirtildiği gibi göçmenlerin güvenlik içinde evlerine dönmeleri, ada ekonomisinin tekrar canlandırılması kaçınılmazdır. Ancak bu yol izlendiği takdirde, Kıbrıs adası sükûn ve refaha kavuşacak, açılan yaralar yavaş yavaş sarılacak, bölge ve dünya barışına hizmet edilecektir.   

(“Mehmet Yüksel” imzasıyla, İlke dergisi, İstanbul, Nisan 1975, Sayı:16)

     
  
  
  
   


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder