İki
yıl kadar önce kana bulanan Kıbrıs’ta henüz adil ve kalıcı bir çözüme varılmış
değil. Toplumlararası görüşmelerin aralıklı olarak sürdürüldüğü ve çözüm
önerilerinin karşılıklı olarak verildiği bir dönemde Ada halkının %18’ini
oluşturan Kıbrıs Türkleri, kuzeyde oluşturdukları federe devlet sınırları
içerisinde genel seçim hazırlıkları yapıyorlar.
Kurucu
Meclis tarafından hazırlanan Kıbrıs Türk Federe Devleti Anayasası’na göre 17
Aralık 1975’te yapılması gereken seçimler, hatırlanacağı gibi muhalefetin karşı
çıkmasına rağmen, önce süresiz olarak ertelenmiş, daha sonra ise yerel
seçimlerin 23 Mayıs 1976, genel seçimlerin de 20 Haziran 1976 tarihinde
yapılması kararlaştırılmıştı.
Geçtiğimiz
ay içinde belediye ve muhtarlık seçimleri için sandık başına giden Kıbrıs
Türkleri, 1953 yılından bu yana ilk defa olarak yerel seçimlere katılıyordu. 1882
yılından 1957 Haziranına kadar aksamadan çalışan Kıbrıs’taki belediye
Meclisleri, Türk ve Rum üyelerinden oluşmakta idi. İngiliz sömürgecilerinin
“parçala ve yönet” politikası sonucu olarak 1957 yılında Türk üyeler, ortak
belediyelerden ayrıldılar. O sıralarda NATO Genel Sekreteri olan H. Spaak’ın da
desteklediği MacMillan planına göre, beş büyük şehirde Türklere ayrı belediye
kurma hakkı tanınıyor ve ada halkını bölücü ilk ayrılıkçı kurum
oluşturuluyordu.
Sonradan
emperyalizmin her iki toplum içindeki işbirlikçileri ve onların eliyle kurulan
faşist ve şovenist yeraltı örgütleri, toplumlararası çatışmaları başlatacak ve
günümüze kadar sürdürülen Kıbrıs’ın taksimi planı yürürlüğe girecekti.
Ada
halkının, ortak düşman olan emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı birlikte mücadeleye
girmesi halinde, yenilginin kaçınılmaz olacağını gören emperyalist çevreler
önce, Türk toplumundaki demokratik ve ilerici güçlerin gelişmesini
engellediler. 1957-58’lerde Türkiye’deki Amerikancı hükümetler ve ona bağlı
olan Kıbrıs Türk liderliği, “Ya taksim, ya ölüm” çığlıkları ile emperyalizmin
politikasını savunurken, buna karşı çıkan Kıbrıslı Türkler de faşist yeraltı
örgütlerince ya öldürüldü veya tehdit ve baskı altına alındı. 1960’da
toplumlararası anlaşmazlıkların körükleyicisi Kıbrıs Anayasasının
hazırlayıcıları arasında yer alacak olan Prof. Nihat Erim’e göre, taksim
esasına dayanacak yeni formülle, Kıbrıs Türkleri adada ayrı bağımsız bir devlet
meydana getirmeliydi.
Bugün,
adaya müdahale eden 45 bin kişilik Türk Silahlı Kuvvetlerinin denetimi altında
bulunan %40’lık Kıbrıs toprağı üzerinde Türk Federe Devleti kurulmuştur. Devlet
başkanlığına getirilen ve Türkiye’nin 68. ili olmak üzere Hatay örneği bir
bağımsızlıktan yana olan Rauf Denktaş, Birleşmiş Milletlerdeki yenilgiden sonra
Anayasada öngörülen seçimlerin yapılmasına razı olmuştur. Hazırlanan “Seçim ve
Halkoylaması Yasası”, çeşitli anti-demokratik yanlarına, Anayasaya aykırı
maddelerine ve muhalefetin karşı çıkmasına rağmen, iktidarın oyları ile kabul
edilmiştir.
PARTİLER
Önümüzdeki
günlerde Kıbrıs Türk Federe Devletinde yapılan olan genel seçimlere dört siyasi
parti ve bağımsız adaylar katılmaktadır:
1.
Ulusal Birlik Partisi: Toplum yönetimini yıllardır elinde tutan iktidarın
partisidir. 1958’lerin “Türkten Türke Kampanyası” ve savaş sonrası “Ganimet
Ekonomisi” ile gelişen işbirlikçi ticaret burjuvazisinin politik örgütüdür.
Anayasanın 81. Maddesinde belirtilen “Devlet başkanlığı ile parti başkanlığı
aynı kişide birleşemez” hükmüne rağmen, Rauf Denktaş kurucusu olduğu UBP’nin
genel başkanlığına seçilmiştir. Parti içinde, “eski kadroyu, hırsızlar ve
ahlaksızlarla birlikte temizleyeceğiz” diyerek ortaya çıkan “Reformcular”ın
muhalefeti, son parti kurultayında “eskiler”in üstün gelmesi ile yok
edilmiştir. Lefkoşa Belediye Başkanlığı için UBP’nin gösterdiği adayın bir TMT
üyesi olması, gerek parti üyeleri, gerekse halk tarafından tepki ile
karşılanmıştır. Nitekim seçimlerde muhalefetin adayı büyük farkla belediye
başkanlığını kazanmıştır.
2.
Halkçı Parti: Kurucu Mecliste oluşan “Özgürlükçü Grup” ile Denktaş tarafından
azledilen eski Planlama ve Koordinasyon Bakanı Alper Orhon başkanlığında
kurulmuştur. Orhon’la sonradan anlaşamayan “Özgürlükçüler”, HP’den ayrılarak
iki ay kadar önce Toplumcu Kurtuluş Partisi’ni oluşturmuşlardır. HP’nin Türkiye
uyruklu eski bir “Sancaktar”ı Lefkoşa’dan aday göstermesi, muhalefet partileri
arasında kurulması tasarlanan güçbirliğini engellemiştir. Yerel seçimlerde pek
bir güç gösterememiştir.
3.
Toplumcu Kurtuluş Partisi: Uzun yıllar Rauf Denktaş’la birlikte çalışmış, fakat
onun izlediği politikayı onaylamayan “Özgürlükçü Grup” ve diğer bazı liberaller
tarafından kurulmuştur. UBP ve HP gibi “Anavatanla bütünleşme”den yanadır. On bir
yerleşim bölgesinde yapılan belediye seçimlerinde CTP ile güçbirliğine gitmesi,
muhalif adayların üç yerde belediye başkanlığını kazanmasını sağlamıştır.
4.
Cumhuriyetçi Türk Partisi: Seçimlere katılacak en eski siyasi partidir. Genel
başkanı olan Ahmet Mithat Berberoğlu, 1973 yılında Kıbrıs Cumhurbaşkanı
Yardımcılığı seçimlerinde adaylığını koymuş, fakat sonradan geri çekilmeye
zorlanmıştı. Altı yıldır çeşitli baskı ve engellemelerle karşılaşan CTP, Kıbrıs
Türkleri arasında geniş bir demokrat tabana sahiptir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
bağımsızlığını öngören anti-emperyalist bir politikadan yanadır. Bu nitelikleri
yüzünden Denktaş ve TMT’nin boy hedefi haline gelmiştir.
FAŞİST KOMANDOLAR
Türkiye’deki
“Milliyetçi Cephe” iktidarı tarafından Kıbrıs’a gönderilen faşist komandoların da
UBP saflarında seçim kampanyasına katıldıkları ve yönetim organlarının geniş
ölçüde işbirlikçi sermayenin elinde bulunduğu bir ortamda, KTFD’nde devlet
başkanlığı ve milletvekilliği seçimlerine gidilmektedir.
Yeni
Yasama Meclisini oluşturacak olan 40 milletvekilliği için 170 kadar partili ve
bağımsız aday yarışacaktır. İşsizlik, pahalılık, kaçakçılık, yolsuzluk, iltimas
ve baskının egemen olduğu bir yönetime karşı yerel seçimlerde, sınırlı da olsa,
bir başarı gösteren muhalefetin, güçbirliğini koruduğu takdirde, genel
seçimlerden daha da güçlenerek çıkacağı sanılmaktadır. Ne var ki, KTFD Seçim
Yasasına göre bağımsızların veya partilerin, ortak aday listeleri hazırlayarak
seçimlere katılmaları yasaklanmıştır.
Seçmenlerin
oyları iki kademede değerlendirilecektir: Mutlak çoğunluk esasına göre
düzenlenmiş olan ilk kademede, bir seçim bölgesinde geçerli oyların yarısından
bir fazlasını alan adaylar, kendi partileri çoğunluğu sağlamamış olsalar bile
milletvekili seçileceklerdir. Eğer geriye milletvekilliği kalırsa, o zaman da
ikinci kademede nisbi temsil esasına göre değerlendirme yapılacaktır. Bu karma
sisteme göre, bir seçim bölgesinde oyların yarısından fazlasını alan bir parti,
o bölgeye ayrılmış milletvekilliklerinin üçte birini otomatikman çıkaracaktır.
Ayrıca seçilen bu üçte bir milletvekillerinin oyları parti listesinde yine
kalacak ve bu oylar yeni değerlendirmede aynı partiye üçte bir milletvekilliği
daha çıkarma olanağını verecektir. Böylelikle oy çoğunluğunu almış bir parti,
peşinen üçte iki milletvekilliğini kazanacak ve halkın oy vermediği bir aday,
kazanan adayların oyları yardımı ile seçilebilecektir.
Her
on iki kişiye bir asker düşen Kıbrıs’ta, iç ve “dış göçmen”lere tarla, bahçe,
buzdolabı dağıtarak, UBP’nin iktidarda kalmasını sağlamak isteyen Denktaş ve
çevresi, seçimlerden sonra da ganimet ve yağma ekonomisini sürdürmeyi
amaçlamaktadır. “Türkiye bizi tutuyor, toplumu bizden başkasının yönetmesini
istemiyor, biz seçilmezsek yardım kesilecek” şeklinde bir tehdit kampanyası
yürütülmektedir.
ÇÖZÜM BEKLEYEN SORUNLAR
Oysa
1974 yazından bu yana yığılan birçok sosyal, ekonomik ve politik sorun çözüm
beklemektedir. 200 bin kişinin terkettiği konutlara 40 bin kişi
yerleştirilememiştir. Savaş öncesi, Kıbrıs’ın milli gelirine sebzecilikten 10
milyon Kıbrıs lirası, narenciyeden 12.5 milyon Kıbrıs lirası sağlandığı halde,
bugün Türk bölgelerinde bir iki sebze ekili aile işletmesi dışında ekili alan bulunmamaktadır.
Sebze ve meyveler, Türkiye’den getirilmektedir. Oysa Kıbrıslı Rumlar, güneye on
binlerce kişi göç ettiği halde, “ekilmedik bir karış toprak kalmasın” sloganı
ile hem kendi ihtiyaçlarını karşılamışlar, hem de dış ülkelere patates ve sebze
ihracatı yapmaktadırlar. Üretim araçlarının %70’i kuzeyde kalmış olmasına
rağmen, savaş öncesi ihracat düzeyine yaklaşılmıştır.
Daha
iyi çalışma şartlarının sağlanması ve hızla yükselen hayat pahalılığı
karşısında daha yüksek ücret için direnişe geçen petrol işçileri ve hekimlerin
grevleri, Bakanlar Kurulu tarafından “toplum hayatı ve refahı tehlikeye girebilir”
gerekçesiyle yasaklanmıştır. Sanayi Holding’te çalışan işçiler, ilk ve orta
öğretim öğretmenleri ile hastane ve sağlık personelinin ihtar grevleri,
demokratik kuruluşların çeşitli protesto bildirileri, geniş halk yığınlarının
hoşnutsuzluğunu dile getirmektedir.
Öte
yandan tam bir vergi adaletsizliği hüküm sürmekte vergi ve döviz kaçakçılığı
yapan para babaları, Kıbrıs bankalarından düşük faizle kredi alarak Avrupa
bankalarına yüksek faiz karşılığında para aktarmaktadırlar. Böylece hem faiz
farkı kazanmakta, hem de borçlu görünerek, vergi ödememektedirler.
1
milyar TL’sını aşkın bütçenin yarıya yakın bir kısmının yerel gelirlerden
sağlanması planlanmışken, 1975 mali yılı içinde tahmin edilen gelirlerin ancak
%60’ı toplanabilmiştir. Denktaş iktidarı, Türkiye hükümetlerinden aldığı yüz
milyonlarca lirayı ölçüsüz olarak kullanmaktadır. Çalışanların %8’ini oluşturan
şişirme memur kadroları ve cari giderler için yılda 863.978.722 TL
harcanmaktadır.
ETİ ŞİRKETİ
İhracat
ve ithalatın büyük bir kısmını gerçekleştiren Endüstri ve Ticaret İşletmeleri
(ETİ) Şirketi sermayesinin büyük bir kısmı, yönetime ait olmakla birlikte, bir
kısım hisseler de bazı büyük tüccarlara satılmıştır. Hissedarlar arasında
Denktaş ve bazı Bakanlar da vardır. 10 yıl süreyle gelir vergisinden muaf olan
ETİ Şirketinin körüklediği hayat pahalılığını önlemekle yükümlü olan Devlet
Başkanı ve Bakanların, bu şirketin ortakları arasında bulunması, halk arasında
tepkilere yol açmaktadır. ETİ Şirketi hukuk danışmanı ve Lefkoşa Türk Bankası
Yönetim Kurulu Başkanı olan Ümit Süleyman Onan’ın, Kurucu Meclis 2. Başkanı ve
toplumlararası görüşmelerdeki yeni Türk temsilci olması da başka bir tartışma
konusu olmaktadır.
1974
yazından beri “olağanüstü durum”un yürürlükte olduğu Türk bölgelerinde 20 Haziran
1976 günü yapılacak olan Devlet Başkanlığı ve Milletvekilliği seçimlerinde,
demokratik ve anti-emperyalist bir yönetimin işbaşına getirilmesi mücadelesi,
Kıbrıs sorununun adil ve barışçı bir çözüme ulaştırılması mücadelesinden ayrı
düşünülemez.
Birleşmiş
Milletler kararlarının iki yıla yakın bir süredir uygulanmadığı, NATO ve
emperyalizmin bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin içişlerine karışmaya devam ettiği
bir ortamda, demokrasiden yana olan muhalif güçlerin ne dereceye kadar üstün
geleceğini önümüzdeki günler gösterecektir.
(“Dr. Ali Yüksel”
imzasıyla, Cumhuriyet gazetesi, İstanbul, 15 Haziran 1976)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder