Kıbrıs’taki
İngiliz Sömürge Yönetimi sona erdikten sonra, 16 Ağustos 1960’ta kurulan yeni
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Başkanı Makarios, bağımsızlığın kazanılmasından sonra
“ulusal ideal” olan Enosis’in (adanın Yunanistan’a bağlanması) gerçekleşmesine
yalnız Türkiye’nin değil, Ortadoğu dengesinin de izin vermeyeceğini anlamış ve
Kıbrıs’taki örgütlü ve güçlü sosyalistlerin, çeşitli sınıfsal etkenlerin ve dış
etkilerin yönlendirdiği tarafsız bir dış politika izlemeye başlamıştı.
Kıbrıs’ta
yaşayan toplumlara zorla kabul ettirilen Cumhuriyetin kuruluş andlaşmaları, bir
yandan Kıbrıs topraklarından bir kısmını kopararak, İngiliz Emperyalizmine
askeri bir üs olarak bırakıyor, öte yandan da Kıbrıs bir NATO ülkesi olmadığı
halde, NATO ülkesi olan Türkiye ve Yunanistan’a Ada’da askeri birlikler
bulundurma hakkı yanında, İngiltere ile birlikte ileride Ada’nın iç işlerine
karışma yetkisi veriyordu. Başpiskopos Makarios yukarıdaki paragrafta değinilen
etkenlerin de baskısını göz önünde tutarak, Kıbrıs’ı tarafsız Afrika-Asya
ülkeleri grubuna katma kararını almıştı. Onun izlediği tarafsızlık politikası,
Ada halkının büyük çoğunluğunu oluşturan ve tam bağımsızlıktan yana olan
demokratik güçlerden de destek görmüş, Kıbrıs’ı saldırgan emperyalist güçlere
karşı korumayı başarmıştı. Mısır devlet başkanı Nasır ile ilişkilerini
geliştiren Makarios, tarafsız ülkelerin Eylül 1961’de Belgrad’da ve Ekim
1964’de Kahire’de yaptıkları zirve toplantılarında yer alan devlet
başkanlarından biri idi. Ne var ki onun izlediği tarafsızlık politikası,
Yunanistan ve Türkiye hükümetleri yanında Amerika Birleşik Devletleri
tarafından da hoş karşılanmıyordu.
Kıbrıs’ın
bağımsızlığa kavuşması için 1920’lerden beri çaba gösteren ve 1941 yılında
Emekçi halkın İlerici Partisi (AKEL)’ni oluşturan sol hareket, 1946’da Ada’nın
en güçlü politik kuruluşu haline gelerek, beş büyük şehirde yerel seçimleri
kazanmıştı. AKEL, 1 Nisan 1955’de İngilizlere karşı Grivas önderliğinde sağ
yeraltı örgütü EOKA tarafından başlatılan tedhiş hareketine aktif olarak
katılmamış, fakat 1959 anlaşmaları ile NATO’ya bağlı Türk ve Yunan Alayları’nın
Ada’ya girmelerine ve İngilizlere bırakılan üslere karşı çıkarak, Kıbrıs’ın tam
bağımsızlık ve egemenliğinden yana olduğunu açıklamıştı. 1960 yılında yapılan
ilk seçimlerde Makarios’la seçim anlaşması imzalayan AKEL, Temsilciler
Meclisi’nin 35 Rum sandalyesinden 5’ini kazanmış, 1970 seçimlerinde de bunu 9’a
çıkarmıştı. 1960 Kasım ayında örgütlenmiş 71 bini aşkın Rum işçiden 50 bine yakın
bir kısmı, AKEL’in Ada’daki büyük dayanak noktalarından birini meydana getiriyordu.
Bugün Kıbrıs Rum toplumunun yüzde kırkının desteğine sahip ve 13 bin kayıtlı
parti üyesi olan Emekçi Halkın Kitle Partisi (parti üyeleri Ada’daki erişkin
nüfusun %3.74’ünü oluşturmaktadır, bu oran İtalya’da 3.85, Fransa’da 0.72,
Şili’de ise 1.70’dir) Doğu bloku dışında İtalyan Komünist Partisinden sonra
halkı üzerinde en etkin sol parti durumundadır.
Cumhuriyet’in
ilanından 6 ay sonra İngiliz Uluslar Topluluğu (Commonwealth)’na giren Kıbrıs,
İngiltere’nin 5 yıl içinde vermeyi taahhüt ettiği 7 milyon sterlin değerindeki
ekonomik yardımla kendi ekonomisini kurarak, işsizliğin giderilmesine
çalışacaktı. 1960 yılında 139 sterlin olan kişi başına düşen gayri safi milli hâsıla,
İsrail dışında Ortadoğu’da en yüksek olmasına rağmen, Avrupa standartlarına
göre ada fakirdi. (Türkiye 70 sterlin, Yunanistan 130 sterlin.)
Kıbrıs
ekonomisinin gelişmesine yardım etmek amacıyla Sovyetler Birliği, 1960 yılı
kuru üzüm ürününün tümünü ve limongillerin büyük bir miktarını Sovyet kereste
ve çimentosu ile değiştirmeyi önermiş ve Aralık 1961’den başlayarak, Kıbrıs ile
Sovyetler Birliği arasında bir dizi ticaret anlaşması imzalanmıştı.
Doğu
Akdeniz’de stratejik öneme haiz Kıbrıs adasında kurulan yeni yönetimin tarafsız
bir politika izlemesi ve adada gittikçe güçlenen AKEL’in durumu, bağımsızlık
hareketlerinin düşmanı olan Amerikan emperyalizminin dikkatinden kaçmamıştı.
Rum asıllı Amerikalıların Enosis’i desteklemelerine rağmen Amerika, 1959’larda
Kıbrıs sorununun üç NATO ülkesi arasında çözümlenmesinden yana idi. 1950’lere
kadar Kıbrıs ile doğrudan ilgilenmemiş olan ABD, 1954 yılı Eylül ayında
Dışişleri Bakanı Dulles’in ağzından görüşünü şöyle ortaya koyuyordu:
“Kıbrıs’tan İngilizler çıktığı takdirde komünistler adayı alırlar.” Amerikan
emperyalizminin Kıbrıs’la ilgili kuşkuları, özellikle 1960’tan sonra Sovyetler
Birliği’nin Kıbrıs’ta kurduğu iyi ilişkiler nedeniyle iyice arttı.
“Hür”
dünyanın lideri Amerika, Aralık 1960’ta Kıbrıs’a yardım elini uzatıyor ve
kıtlık nedeniyle Ada’ya 50 bin ton buğday ve arpa yardımı sağlayan ilk
anlaşmayı Kıbrıs hükümeti ile imzalıyordu. Kıbrıs’ın ekonomik kalkınması için
hemen Birleşmiş Milletler tarafından hazırlıklara girişilmiş ve Thorp raporu
ile Ada’ya 120 milyon dolar değerinde 5 yıllık ekonomik yardım öngörülmüştü.
Fulbright Eğitim bursları, Amerikan Barış Gönüllüleri ve yeniden buğday yardımı
ile Kıbrıs-Amerikan ilişkileri gelişmeye devam ediyor, 1962 Haziran’ında
Makarios’un ABD’ni ziyareti, teknik yardım için ek olarak 640 bin dolarlık iki
ekonomik yardım anlaşması ile sonuçlanıyordu. ABD, böylece Kıbrıs’taki bakır,
krom ve demir madenlerini işletme hakkı ile İngiliz Sömürge Yönetimi döneminde
kurulan askeri haberleşme ve dinleme istasyonları çalışmalarının devamını
garantiye alıyordu. 1962 yılında dostluğu pekiştirmek amacıyla Kıbrıs’ı ziyaret
eden Başkan Johnson, Kıbrıslı Türk ve Rum liderlerine “artan komünist
tehlikesine karşı uyanık ve tedbirli olmalarını” öğütlüyordu. 30 Haziran
1963’de toplam Amerikan yardımı 20 milyon doları bulmuştu.
Ve
1963 yılı sonunda Cumhurbaşkanı Makarios’un Ada içinde normal hayatı
zorlaştıran Anayasa’nın çeşitli maddelerinin değiştirilmesi ile ilgili
önerileri bahane edilerek, Türk ve Rum toplumlarında Cumhuriyet’in ilanından
beri gittikçe artan bir şekilde emperyalist ülkelerce silahlandırılan fanatik
milliyetçi Rum EOKA ve Türk TMT yeraltı örgütleri tarafından başlatılan
toplumlararası çarpışmaları, garantör devletler olan Türkiye, Yunanistan ve
İngiltere’nin Kıbrıs’ın iç işlerine karışmasına kapı açıyor ve böylece bir NATO
ülkesi olmayan Kıbrıs’ı NATO etki çemberi içine sokuyordu.
1963
olaylarından sonra Johnson, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios ile
yardımcısı Dr. Küçük’e gönderdiği ortak bir mektupta, barışçı bir çözüme
ulaşılmasını dilerken, çatışmalar için de “üzüntüsünü” bildiriyordu.
25
Aralık 1963’te Kıbrıs’taki çarpışmaların şiddetlenmesiyle Türk uçaklarının bir
kuvvet gösterisi olarak Lefkoşa üzerinde uçmaları üzerine Makarios, Sovyetler
Birliği’nin dikkatini çekmiş, Sovyetler Birliği de 31 Aralık 1963 tarihinde
Türk hükümetine bir nota vererek, olayı protesto etmişti.
1964
Ocak ayının son günlerinde İngiltere’nin çağrısı üzerine toplanan Londra
Konferansında İngiltere’nin ABD’ni Kıbrıs sorununda taraf yapma çabaları başarı
ile sonuçlandırılmıştı. Bu arada Makarios, Birleşmiş Milletler’e başvurmuş,
fakat Birleşmiş Milletler’in harekete geçmesi için manevralar yapmakta olan
Amerika, bir NATO çözüm önerisi getirmişti: Kıbrıs’ın iç düzenini korumak ve
çarpışan toplumları ayırmak amacıyla bir NATO gücü kurularak Kıbrıs’a
gönderilmeliydi. Sonradan güvenliği sağlama düşünceleri, bu NATO güçlerinin
sürekli varlığını zorunlu kılacak ve böylece Ada bir NATO üssü haline
gelecekti. Makarios’un tarafsız kalma eğilimlerinin önüne geçilecek (Grivas bu
amaç için destekleniyordu) ve Ada’da bilfiil ortak bir Türk, Yunan ve NATO
egemenliğini kurulması ile İngiltere Kıbrıs’tan çıkacak, yerine NATO yani ABD
girecekti.
Sovyet
Başbakanı Kruşçef, 7 Şubat 1964 tarihinde NATO’nun Kıbrıs’a kuvvet gönderme
kararını BM Güvenlik Konseyinin sürekli üyeleri olan ABD, İngiltere, Fransa ile
komşu ülkeler olan Türkiye ve Yunanistan’a gönderdiği notalarda, Sovyet
hükümetinin Akdeniz’deki duruma kayıtsız kalamayacağını belirterek, Kıbrıs’ın
kendi iç sorunlarına dış ülkelerin karışma isteğinin dünya barışını ciddi bir
tehlikeye düşürebileceğini hatırlatmıştı.
Türkiye
ve Yunanistan NATO planını desteklemeye razı edilmişler, fakat Makarios
kesinlikle karşı çıkmıştı. Amerikan Elçisi George Ball’un Kıbrıs’a gönderilmesi
de Başpiskopos’un fikrini değiştiremedi. Buna rağmen ABD baskısını sürdürdü. O
sıralarda NATO şefi Lemnitzer’in fiili bir taksimi zorla kabul ettirmek
amacıyla Türk ve Yunan hükümetlerine telgraflar göndererek, onları Ada’ya asker
çıkartmaya teşvik ettiği söylenmekte idi. Böyle bir şey gerçekleştiği takdirde,
karışık NATO güçleri Yunanlıları ve Türkleri ayırmak üzere Ada’ya gelecek ve
Makarios bir oldu-bitti ile karşılaşacaktı. Fakat Makarios’un kararlılığı üstün
geldi. Papandreu’nun yönetimindeki yeni Yunan Hükümetinin ve Başpiskopos’u
kaybedemeyecek kadar değerli bulan İngiltere’nin el altından gizli bir şekilde
desteklediği Makarios, sonunda Birleşmiş Milletler’in Ada’ya bir barış Gücü
gönderme kararını almasını sağladı. Böylece NATO planları suya düşüyordu.
Çarpışmaların
gelişmesi ile toplanan Güvenlik Konseyi, 4 Mart 1964 tarihinde Kıbrıs
Hükümeti’nin rızasıyla Kıbrıs’ta bir BM barış gücü kurulmasını
kararlaştırmıştı. Amerika bu Barış Gücü’ne katılmıyor, fakat askerlerin
Kıbrıs’a varmaları ve oradaki harcamaları için gerekli para ve diğer yardımda
bulunuyordu.
Bu
dönemde Makarios Yunanistan’a yaklaşmış ve gerek Kıbrıs Rum Yöneticileri,
gerekse Yunan yetkilileri Enosis’ten sık sık söz etmeye başlamışlardı. Öte
yandan çarpışmalar dolayısıyla Türkiye Hükümeti de tutumunu sertleştirmiş; TBMM
Başbakan İnönü’ye Kıbrıs’a müdahale yetkisi verirken, Dış İşleri Bakanı Erkin
de CENTO’nun dikkatini çekerek, “Kıbrıs’ın Akdeniz’in Küba’sı olabileceğini”
öne sürüyordu. Bu arada Kruşçef tarafından Makarios’a gönderilen özel mesajda
Sovyetler Birliği’nin Ada’nın Yunanistan’a ilhakına kesinlikle karşı olduğu
belirtilirken, Kıbrıs’a dışarıdan gelecek bir saldırıya karşı Sovyetler
Birliği’nin garantisinin sürdürülmesi için Kıbrıs’ın tarafsızlık politikasından
ayrılmaması gerektiği belirtilmekte idi.
Sovyetlerin
Enosis’e kesinlikle karşı olması, Federasyon dışında herhangi bir çözüm yolunu
kabul etmeyeceğini açıklayan Türkiye tarafından olumlu karşılanmıştı.
Haziran
ayı başında Kıbrıs’ta durumun yeniden gerginleşmesi üzerine, Türk hükümeti
Kıbrıs Türklerini korumak amacıyla Kıbrıs’a çıkartma yapma girişiminde bulundu.
Ancak o zamana kadar Türkiye’nin yaptığı çıkarma girişimlerine engel olan Amerika
bu kez de, işe karışarak bu hareketi önledi. Johnson’un 5 Haziran 1964
tarihinde başbakan İnönü’ye gönderdiği ünlü mektupta, Türkiye’nin ABD’den
aldığı silahların müdahale halinde Yunanistan’a karşı kullanılamayacağı
hatırlatılıyordu.
Haziran
sonunda Amerika’ya çağrılan Türk ve Yunan Başbakanlarının Johnson’la ayrı ayrı
yaptıkları görüşmelerden olumlu bir sonuç alınamadı. Cenevre’de toplanan
konferansa doğrudan taraf olmayan ABD’nin temsilcisi olarak eski dış işleri
bakanlarından Dean Acheson’u göndermesi yine Sovyetlerin tepkisine yol açtı. Taraflara
sunulan Acheson Planı’ında, Türkiye’ye Ada’nın kuzeyinde bir üs verilmek
suretiyle Enosis gerçekleştirilmek isteniyordu. Fakat Makarios’un NATO
ülkelerine üs verilmemesinden yana olan tutumu, Kıbrıs’taki demokratik güçler
tarafından da desteklenerek, planı başarısızlığa uğrattı. Haziran ayı içinde
Enosis’çi ve antikomünist bir CIA ajanı olan Grivas’ın adaya dönüşü ve
Yunanistan aracılığı ile emperyalistlerin Makarios’a yaptıkları baskılar,
Sovyetlerin Makarios’u destekleyici tutumunun devamını sağladı.
Türk
Hükümeti’nin 8-9 Ağustos tarihlerinde Erenköy bölgesindeki Türklere karşı
Grivas önderliğinde girişilen saldırıları durdurmak amacıyla havadan Rum
bölgelerini bombalaması üzerine, Cenevre’de bulunan Acheson, sorunun
Amerika’nın zorlaması ile değil de, Türkiye ve Yunanistan arasında barışçı
yollarla çözümlenmesi gerektiğine inandığını söyleyerek Amerika’ya döndü.
Amerikan
silahları ile donatılmış ve ikisi de NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs
için savaşa girmeleri, NATO’nun güney doğu kanadının parçalanmasına yol
açacağından Amerika, sorunun barışçı yollarla çözümünden yana görünüyordu.
Nitekim 1967 sonunda yine emperyalizmin ajanı Grivas tarafından başlatılan
Geçitkale olaylarında da, Amerikan arabuluculuğu hoş karşılansın diye adı bile
Kıbrıs’a uygun seçilen Amerikalı bir avukat olan Cyrus Vance arabulucu olarak
görevlendirilecekti.
Erenköy
bombardımanı üzerine 9 Ağustos 1964’de Türk Hükümetine harekâtın durdurulmasını
sağlamak üzere Sovyetler Birliği tarafından verilen notada, Türkiye’nin askeri
müdahalede bulunması salık veriliyordu. Türkiye’nin sertleşen tutumu karşısında
Yunanistan ve Makarios, Sovyetlerin istemediği Enosis tezini bırakarak
“Bağımsız Kıbrıs” tezinden yana çıkmışlardı. Kruşçef’in Türk harekâtı
sırasında, önce Makarios’un yardım isteğini cevapsız bırakıp, sonra 30 milyon
dolarlık ekonomik yardım için söz vermesi ve Makarios lehine bir politika
izlemesi, yardım sorununa yeniden önem kazandırmıştı. Kıbrıslı Rumların kendi
topraklarında NATO üsleri kurulmasına asla izin vermeyecekleri ve İngiliz
üslerinin Kıbrıs’tan kaldırılması için savaşacaklarının açıklanması ile yardım
kapsamı ve ikili anlaşmalarla ilgili olarak Moskova’ya gidileceğini bildiren
demeçlerin yayınlanması, Amerika ve İngiltere tarafından tepki ile
karşılanıyordu. Sovyetlerin ve tarafsız ülkelerin Enosis’e karşı olmaları
üzerine tarafsızlık politikasını geliştirerek, Kıbrıs’ın bağımsızlığının
güvenlik altına alınmasını amaçlayan Makarios, 1964 Ekim’inde Kahire’de toplanan
tarafsızlar Konferansı’na katılarak destek kazanmak istemiş, Nasır, Tito gibi
devlet başkanları ile görüşmelerde bulunmuştu.
Kruşçef’in
Başbakanlıktan uzaklaştırılmasından kısa bir sonra başlayan Türkiye Dışişleri
Bakanı Erkin’in Moskova gezisi, Türk-Sovyet ilişkileri yönünden olduğu kadar
Kıbrıs yönünden de önem taşımaktaydı. Batılı dostlarından (!) çok önemli bir
davasında gereken desteği görmeyen Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile olan
ilişkilerini gözden geçirmek istemedi yanında, Kıbrıs sorunu ile ilgili Türk
tezinin Sovyet Yöneticilerine ayrıntılı olarak anlatılması da bu gezinin
önemini ortaya koyuyordu. Görüşmelerden sonra yayınlanan ortak bildirinin
Kıbrıs’la ilgili bölümünde, Kıbrıs’ın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünden yana
olan Sovyetler Birliği’nin Enosis’e karşı olduğu açıklanmış, fakat Türk tezi
olan FEDERASYON’a doğrudan doğruya değinilmemekle beraber, Kıbrıs’ta iki ayrı toplumun
varlığı kabul edilmişti. Uzun süreden beri soğuk olan Türk-Sovyet ilişkileri bu
görüşmelerle geliştirilmiş, Sovyetlerin Kıbrıs tutumunda kesin bir değişme
olmamışsa da Türk tezi lehine bir değişme görülmüştü.
1964
yılı sonlarında Türk parlamento heyetinin Sovyetlere yapmış olduğu ziyareti
iade amacıyla 4-15 Ocak 1965 tarihlerinde Türkiye’ye gelen Podgorni
başkanlığındaki heyetle yapılan görüşmelerde de ağırlık noktası Kıbrıs konusu
olmuştu.
Sovyet
Dışişleri Bakanı Gromiko, 21 Ocak 1965 tarihli İsvestia gazetesinin bir
sorusuna karşılık olarak verdiği cevapta, “Sovyetler Birliği’nin BM üyesi olan
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğü
prensiplerini desteklediğini” belirterek, “bazı NATO çevrelerinin Kıbrıs’ı
kendi üsleri durumuna getirmek amacıyla Kıbrıslılara kabul ettirmeye
çalıştıkları planların kesin olarak red ve mahkûm edilmesi gerektiğine” işaret
ediyordu. Groımiko, Kıbrıs devletinin
iç örgütü konusunda da şöyle konuşmuştu: “Bu, Kıbrıslıların kendilerini, Kıbrıs
halkını ilgilendiren bir durumdur. Kıbrıs halkı, Rum ve Türk ulusal
toplumlarının özel durumlarının tek, egemen ve birleşik bir Kıbrıs devleti
çerçevesinde dikkate alınması ve bunların yararlarının gerçekleştirilmesini
mümkün kılacak herhangi bir devlet şeklini bağımsız ve egemen olarak
seçebilecektir. Federal bir şekil de
seçilebilir. Bu şekil dahi elbette tek, merkezi bir hükümetin, tek bir savunma
örgütünün ve keza merkezileştirilmiş bir yönetim ve yargı örgütlerinin
varlığını öngörmektedir. Kıbrıslılar kendi tarihi gelenekleri ve
memleketlerinin özelliklerini de göz önünde tutarak diğer milletler tarafından
bugüne kadar elde edilmiş tecrübelerden yararlanabilirler. Tekrar ediyorum, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Devlet yapısı
sorununa bir çözüm yolu bulunması Kıbrıs halkının bizzat çözümleyeceği bir
egemenlik konusudur. Bu sorunun çözümlenmesinde her türlü dış karışma girişimi
de şiddetle kınanmalıdır.”
Gromiko’nun
bu demeci Türkiye’de olumlu karşılanmış ve şimdiye kadarki Sovyet tutumunun
Türk tezi olan Federasyon’a en yakın olanı olarak nitelendirilmişti.
Türkiye’nin Ada’ya iki defa çıkarma girişimini “Sovyetlerin karışmasına yol
açar”” bahanesi ile durduran ABD ise, Gromiko’nun demecini olumsuz
karşılamıştı. O sıralarda Türk hükümetinin bir Amerikan önerisi olan “çok
taraflı nükleer güç” (MLF) planına katılmaması, bazı siyasi gözlemciler
tarafından Sovyetlerin Türk tezine yanaşmalarının nedeni olarak gösterilmek
istenmişti. Sovyetler Birliği, Kıbrıs’ın statüsünü meydana getiren hükümlere
karşı olmakla beraber, Zürih ve Londra antlaşmalarının geçerliliğini kabul
ederek, Enosis’e karşı olduklarını açıklamıştı. Bunların karşılığı olarak
Ankara’da “çok taraflı nükleer güç”e katılmamış, Kıbrıs’ın tarafsızlığına ve
İngiliz üslerinin Ada’dan kaldırılmasına karşı gelmeyeceğini bildirmişti.
Öte
yandan Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yöneticileri Gromiko’nun demecini tepki ile
karşılamış, Yunan Dışişleri Bakanı Kostopulos 22 Ocak’ta verdiği bir demeçte
“Kıbrıs topraklarının hangi yerinde bir federasyon kurulabileceğini Gromiko açıklamaktan
dikkatle kaçınmaktadır. Çünkü Kıbrıs’taki Türk azınlığı bütün Ada’ya yayılmış
olup hiçbir bölgede çoğunluğu teşkil etmemektedir” diyordu. Demeç,
Yunanistan’ın gizli komünist partisi EDA tarafından da iyi karşılanmamış ve
aynı gün yayınlanan bir bildiride Gromiko’nun görüşünün Kıbrıs’ın bünyesine
uymadığı ve kendisiyle aynı fikirde olmadıkları belirtilmişti.
Kıbrıs
Cumhurbaşkanı Makarios, konu ile ilgili olarak verdiği demeçte “Kıbrıs
probleminin federal sisteme dayanan bir çözüm şekline bağlanması önerisi,
üzerinde tartışma dahi yapılmadan reddedilecektir” derken, AKEL Merkez Komitesi
de 28 Ocak 1965’de yayınladığı bildiride, Gromiko’nun ileri sürdüğü federal
sistemin Kıbrıs sorunu için bir çözüm yolu olamayacağını açıklamıştı.
Sovyet
Parlamento Heyetinin Türkiye’ye Ocak ayında yapmış olduğu geziden sonra, Sovyet
Dışişleri Bakanı Gromiko da Türkiye’yi 17-22 Mayıs tarihleri arasında ziyaret
etmişti. Görüşmeler başlamadan önce Türk hükümeti Gromiko’dan federasyon
üzerindeki fikrini açık olarak istemiş, Gromiko ise bundan kaçınmıştı. Çünkü
Sovyetler Birliği Kıbrıs sorununu diğer sorunlardan ayırmış ve Sovyet-Türk
ilişkilerinin dikenli Kıbrıs buhranında değil, diğer alanlarda gelişme
kaydetmesini istemişti. Ziyaret, Amerikan siyasi çevrelerinde “Türk dış
politikasının daha fazla esneklik kazanmakta olduğu” şeklinde yorumlanmış,
görüşmelerin değerlendirmesini yapan New York Times gazetesi ise, Türk
liderlerinin bu gezintiden hayal kırıklığına uğradığını, çünkü Gromiko’nun
“Ada’ya tam bağımsızlık verilmesi” konusundaki Sovyet görüşünü değiştirmeyi
reddettiğini ileri sürmüştü. Ortak bildirinin yayınlanmasından sonra Papandreu
Sovyetler Birliği’ne yapacağı geziyi iptal etmişti. AKEL de Kıbrıs’ta iki ayrı
ulusal toplumun varlığına dayanan çözümün yanlış olduğunu ve bunu kabul
etmeyeceklerini yayınladığı bir bildiri ile yineledi.
Başbakan
Ürgüplü’nün Sovyetler Birliği’ne Ağustos ayında yaptığı ziyarette de Sovyet
Başkanı Kosigin Kıbrıs konusundaki tutumlarının değişmediğini, kesin olarak
Enosis’e karşı olduklarını belirterek, “Ada’da tabii olmayan kötü şartlar
içinde yaşamak zorunluluğunda olan Türk toplumunun durumlarının düzeltilmesine
yardım olanağını inceleyeceğini” söylemişti.
Türk-Sovyet
yakınlaşmasına karşı Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarının artan tepkisi, 11-18
Aralık 1965 tarihlerinde BM Genel Kurulu’nda Kıbrıs sorununun görüşülmesi
sırasında da devam etti. İlgili devletlerin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik,
birlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeye ve bu ülkeye
herhangi bir müdahalede bulunmaktan çekinmeye davet edildiği Genel Kurul karar
tasarısının oylanmasında Sovyetler Birliği ve Doğu Blokuna bağlı devletlerin
çekimser kalmaları, AKEL tarafından yayınlanan bir bildiri ile yerildi. 1966
yılının ilk ayında AKEL liderlerinin Moskova’daki görüşmelerinden sonra
yayınlanan ortak bildiride yine adada iki ayrı ulusal toplumun varlığı kabul
ediliyor ve böylelikle Kıbrıs Komünist Partisi AKEL, o zamana kadar ilk defa
olarak herhangi bir konuda Sovyet görüşünden ayrılıyordu. 1966 Mart'ında
yapılan 11. Parti Kongresinde konuşan Parti Lideri Papaioannu, ikili ve zıt
durumun kabulünden başka bir çare olmadığını bildiriyordu.
1966
baharında Kıbrıs sorununa bir çözüm yolu bulmak için NATO örgütü yeniden konuya
eğildi. Kıbrıs bunalımından beri ilk kez doğrudan doğruya NATO’nun bu konuyu
ele alıp çözümlemeye çalışması, Sovyetler Birliği’nin tepkisi ile karşılandı.
Ada’yı NATO’nun batmaz bir uçak gemisi haline getirmek ve İngiliz üslerinin
korunmasını öngören ve iki yıl önce Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios tarafından
reddedilen Acheson planı, bu kez yeni bir şekle sokularak ortaya çıkarılmak isteniyordu.
Fakat konunun NATO’da görüşülmesinden olumlu bir sonuç alınamamış ve tarafları
uzlaştırmak olanağı bulunamamıştı. 1966 yılı Ekim ayında Kıbrıs konusundaki Rum
görüşünü anlatmak ve destek aramak üzere çıktığı Güney Amerika Ülkeleri’ni
ziyareti sırasında Makarios, ABD’ne de uğramıştı. Bu arada Kıbrıs bayraklı
gemilerin Kuzey Vietnamlılara silah taşıdığı haberleri üzerine ABD, Kıbrıs’a
devam etmekte olan Amerikan yardımını Kasım ayında kesti.
20-27
Aralık 1966 tarihlerinde Türkiye’yi ziyaret eden Sovyet Başbakanı Kosigin’in
Türk-Sovyet ilişkilerinin iyi komşuluk çerçevesi içinde yürütülmesi ve ekonomik
bağlantıların geliştirilmesini amaçlayan gezisinde, Kıbrıs sorunu yine
görüşülmüş, fakat ortak bildiride Kıbrıs’a gönderilen Çekoslovak silahları ile Federasyon
konusuna hiç değinilmemesi dikkatleri çekmişti. Kosigin’in Türkiye’ye yapmış
olduğu ziyaret, gerek Kıbrıs Rum çevreleri ve gerekse Yunanistan’da sert
tepkilere yol açmıştı.
1967
yılı Şubat ayı içinde Türk-Yunan ikili görüşmelerinin kesilmesinden sonra
toplanan ve Makarios’un da katıldığı Yunan Kıraliyet Konseyi, Kıbrıs konusunda
“toprak bedelsiz ENOSİS” kararı almıştı.
21
Nisan 1967 darbesiyle Yunanistan’da sağcı bir Cunta’nın yönetimi eline alması,
Kıbrıs sorununda da yeni gelişmelere yol açtı. Son 6 aya kadar Yunanistan’da
sol eğilimli olarak tanınan Papandreu’dan sonra gelen yöneticilerin sağ
eğilimli olmaları, Cunta eğiliminin ise koyu sağcı olması, Sovyetlerin sert
tepkisi ile karşılanmıştı.
Kıbrıs
sorununa bir çözüm yolu bulmak için Türk-Yunan ikili görüşmelerinin tekrarı
yolunda yapılan ön temasların olumlu sonuç vermemesinin ve Yunan Hükümeti’nin
teklif olarak “Enosis’e karşı toprak verelim” şeklindeki şartları; bunun
yanında, zamanla Cunta hükümetinin Kıbrıs Rum çevrelerinde sevilmeyip, Kıbrıs’ta
bağımsızlık akımının güçlenmesi, Türk hükümetini Makarios ile anlaşmaya
zorlamıştı. Bu durum ise Cunta hükümeti ile ona karşı gelen Makarios
yönetiminin ilişkilerini bozmuş ve hatta Kıbrıs’ta cunta tarafından hazırlanan
ve amacı Makarios’u devirmek olan “Yıldırım Planı”nın uygulama söylentileri
dolaşmaya başlamıştı. Bunun üzerine Sovyetler Birliği, Atina hükümetini sert
bir bildiri ile uyarmış, Sovyetlerin asla Enosis olamaz şeklindeki tutumları
ABD’inde tepkilere yol açmıştı. Pravda’da çıkan bir yazıda Washington ve
Kıbrıs’taki istihbarat örgütü ile CIA ajanlarının faaliyetlerini süratle
artırdıkları ileri sürülmüştü.
5
Temmuz 1967 tarihinde yine Pravda’da yayınlanan Sovyet bildirisinde,
Yunanistan’daki Cuntacı Albayların Amerika ile olan güçbirliğine değinilerek,
rejimin bazı NATO ülkeleri ile birlikte Kıbrıs’taki Makarios Yönetimini
devirerek, Batı yanlısı askeri bir diktatörlüğün Kıbrıs’ta da kurulması için
girişilen çalışmalar protesto ediliyordu. Kıbrıs’ın bağımsızlık, egemenlik ve
toprak bütünlüğünü parçalamak için Yunanistan, ABD ve diğer NATO üyesi ülkelerin gizli planlar hazırlamakta olduğu, Kıbrıs’ın iç işlerine dıştan
müdahale edilmemesi gerektiği ve Kıbrıs’ın geleceği için sadece Türk ve Rum
toplumlarının söz hakkı olduğu belirtiliyordu. Bildiride devamlı
emperyalistlerin Kıbrıs’ı komünist ülkeler, Arap devletleri ve ulusal kurtuluş
hareketlerine karşı bir NATO üssü olarak kullanmak istemeleri kınanıyordu. Her
türlü siyasi faaliyetin tatil edildiği ve demokrasinin ayaklar altına alındığı Yunanistan’daki
faşist rejime AKEL’in de kesinlikle karşı çıkması Sovyetler Birliği ile Kıbrıs
Komünist Partisini tekrar birbirine yaklaştırıyordu.
1966
yılı sonunda Sovyet Başbakanı Kosigin’in Türkiye’ye yapmış olduğu ziyareti iade
amacıyla 19-28 Eylül 1967 tarihlerinde Türkiye başbakanı Süleyman Demirel,
Sovyetler Birliğini ziyaret etmişti. Daha çok iki ülke arasındaki ilişkileri
daha da geliştirmek amacı ile yapılan bu ziyaretin, bir hafta kadar önce Kıbrıs
sorunu ile ilgili olarak Keşan’da yapılan Türk-Yunan görüşmeleri sonunda
yapılmış olması, Kıbrıs konusuna önem kazandırıyordu.
Daha
önce, Türkiye’nin de onayı alınarak, “komünizmi önleme” gerekçesiyle Ada’ya
sokulan 15 bin Yunan askeri Grivas’ın kumandasında hizmete hazırdı. 15 Kasım
1967’de Makarios’un haberi olmadan Geçitkale saldırısı düzenlenmiş ve
çarpışmalar 1963 sonundaki kadar ciddi sonuçlar doğurarak, Türkiye’nin
seferberlik ölçüsüne varan askeri hareketlere girişmesine yol açmıştı. Bu olay
sonunda Demirel Hükümeti, kesin olarak müdahale kararı almış ve bunun
uygulanmasına ramak kalmışken, bilindiği gibi Amerikan temsilcisi Cyrus
Vance’ın arabuluculuğu ile Türkiye’nin bütün şartları kabul edilerek anlaşmaya
varılmıştı. Bu anlaşma ile Kıbrıs’ta kontenjan dışı bulunan 15 bin Yunan
askerinin adadan çıkarılması ve Grivas’ın da bir daha Kıbrıs’a dönmemek üzere
adayı terk etmesi gibi şartların kabul edilip uygulanması, Türkiye için gerçek
bir başarı idi.
1968
yılı Şubat ayında, 1960’dan bu yana ilk kez yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde
Başpiskopos Makarios yine Kıbrıs Rum toplumu tarafından %96.6 çoğunlukla
seçiliyor ve onun Kıbrıs’ın tam bağımsızlığı ve egemenliği için sürdürdüğü
politika onaylanıyordu. Yunan Cuntasının desteklediği ve Enosis’ten yana olan
ikinci aday Dr. Evdokas, bağımsızlık ve demokrasiden yana olan Rum halkının
ezici bir çoğunluğu tarafından reddedilirken, seçimleri kazanan Makarios, 4
yıldan beri kendilerini Kıbrıs hükümetinden tecrit eden Türk bölgelerine karşı
uyguladığı askeri ve ekonomik ablukayı 9 Mart 1968’den itibaren kaldırma kararı
alıyordu. Bundan sonra, 31 Ekim 1967’de ada’ya gizli olarak sandalla çıkıp
yakalanan ve sonradan Türkiye’ye iade edilen, Türk toplumunun fanatik lideri
Rauf Denktaş’ın adaya girmesine izin verildi.
Türkiye
ile Yunanistan’ı bir savaşın eşiğine getiren Geçitkale saldırısı son savaş
denemesi olmuştu. NATO’nun güneydoğu kanadını oluşturan bu iki ülkenin
çatışması, Amerikan emperyalizminin çıkarlarını zedeleyecekti. Artık anlaşma
için görüşme masasına oturmaktan başka bir çözüm yolu olmadığı anlaşılıyordu.
Başta BM olmak üzere ilgili tarafların çabalarıyla görüşme ortamı hazırlanarak,
24 Haziran 1968 tarihinde BM Genel Sekreteri’nin özel temsilcisi Osorio Tafall
tarafından açılan ikili görüşmelerde, Türk toplumunu Türk Cemaat Meclisi
Başkanı Rauf Denktaş, Rum toplumunu da Temsilciler Meclisi Başkanı Glafkos
Klerides temsil etmekte idi. Taraflarca kaplumbağa hızı ile sürdürülen bu
görüşmelere 1971 Eylül’üne kadar devam edilmiş, sonunda çıkmaza girdiği
duyurularak kesilmişti.
Bu
arada Kıbrıs Rum toplumu içinde faşist Yunan cuntasına karşı tepkiler artarken,
Yunanistan da Kıbrıs Rumları üzerindeki baskısını artırmıştı. Kıbrıs Rumları
arasında bağımsızlıktan yana olan demokratik güçlerin gittikçe ağır bastığı ve
adanın süratle Atina’nın kontrolünden çıkmakta olduğunu gören Amerikan
emperyalizminin güdümündeki Cuntacı Albaylar, çeşitli oyunlarla Kıbrıs’ta
üstünlük elde etmeye çabalıyorlardı. Rum Milli Muhafız ordusu, Cunta tarafından
özel olarak seçilip Kıbrıs’a gönderilen en koyu sağcı Yunan subayları
tarafından eğitilip yönetilmekteydi.
1969
yılının 12-21 Kasım tarihleri arasında Türkiye Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın
Sovyetler Birliği’ne yaptığı resmi ziyaret, 1964 yılından beri iki komşu ülke
arasında başlamış olan karşılıklı ziyaretlerin en yüksek düzeyde olanını teşkil
ediyordu. Türk-Sovyet tarihinde ilk kez bir Cumhurbaşkanı Sovyetler Birliğini
resmen ziyaret etmekte idi. İki yıla yakın bir süredir devam edegelen
Kıbrıs’taki toplumlar arası görüşmeler, Sovyetler Birliği tarafından
destekleniyordu. Sovyet Prezidyumu Başkanı Podgorni, Sunay tarafından onuruna
verilen bir yemekte yaptığı konuşmada, Kıbrıs sorununa da değinmiş ve
Sovyetlerin Kıbrıs sorununa tüm Kıbrıs halkının çıkarlarını göz önüne alacak
barışçı bir çözüm bulunmasından yana olduğunu belirtmişti. Görüşmeler sonunda
yayınlanan ortak bildiride Türk ve Sovyet hükümetlerinin, Kıbrıs’taki Türk ve
Rum Toplumları temsilcileri arasında yapılmakta olan görüşmelerin iki toplumun
meşru hak ve menfaatlerini hesaba katacak şekilde ve Kıbrıs devletinin
bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü esasına dayanan barışçı bir nihai çözüme yol
açacağı ümidinde oldukları belirtiliyordu.
Türkiye
Cumhurbaşkanının Sovyetler Birliğine yaptığı bu ziyaret, Kıbrıs Rumları
tarafından yine olumsuz karşılanmış ve ziyaretin başlangıcında Lefkoşa’da
bulunan Kıbrıs’ın Moskova Büyükelçisi, Makarios tarafından derhal Moskova’ya
geri gönderilmişti. Ayrıca AKEL, Kıbrıs-Sovyet ilişkilerinin devlet başkanları
düzeyinde yürütülmesi için çalışmalara girişmişti. 16-25 Ocak 1970 tarihleri
arasında Kıbrıs’ı ziyaret eden Sovyetler Birliği Komünist Partisi heyeti ile
AKEL’in yayınladıkları ortak bildiride, Kıbrıs’ın üslerden arınması isteniyor,
tam bağımsızlık ve egemenliğin korunmasından yana olan Kıbrıs Hükümetinin
politikası destekleniyordu.
Amerikan
emperyalizminin sadık uşağı Yunanistan’ın Enosis’i gerçekleştirerek, NATO’yu
Doğu Akdeniz’e kadar uzatmayı amaçlayan Kıbrıs’taki çalışmaları, sürekli olarak
devam ediyordu. 25 Ocak 1970’de bu yönde faaliyet gösteren gizli bir örgütün
varlığı Tass Ajansı tarafından dünya kamuoyuna duyuruldu. Yunanistan’dan
gönderilen faşist subaylarla işbirliğinde bulunan CIA ajanları, Temmuz ayında,
1960’dan beri ilk defa genel seçimlere gidecek olan Kıbrıs’ta, 10 yıldır
sürdürülen demokratik rejimi yıkmak için çeşitli planlar düzenliyorlardı. O
sıralarda Amerika’nın desteği ile Yunanistan’daki Albaylar Cuntası’nın Kıbrıs
için özel bir plan hazırladığı, Avrupa basını tarafından da açıklanmıştı. Bu
plana göre Kıbrıs Cumhurbaşkanı suikast yapılmak suretiyle tasfiye edilecek,
adadaki “Solcu” Rumlar da Yunanistan’da olduğu gibi temizlenip sindirildikten
sonra ENOSİS ilan edilerek Kıbrıs Yunanistan’a bağlanacaktı.
Nitekim
9 Mart 1970 günü, Başkanlık sarayından havalanan ve Makarios’u taşıyan
helikoptere ateş açılarak Kıbrıs Cumhurbaşkanı öldürülmek istenmiş, fakat
Makarios yaralanmadan kurtulmuştu. Olaydan sonra yapılan soruşturmada eski
içişleri bakanı Yorgacis’in evinde silah ve patlayıcı maddeler bulunmuş, Enosis
yanlısı Milli Cephe’den 11 kişi tutuklanmıştı. Bir hafta sonra da Yorgacis
öldürüldü. CIA bu sadık adamını görevini beceremediği için en acı şekilde
cezalandırmıştı.
Amerikan
emperyalizmi ve onun işbirlikçileri durumunda olan faşist Yunan albayları,
Kıbrıs’ta gittikçe güç kazanarak gelişen ve adanın tam bağımsızlığından yana
olan AKEL’in 1960’dan sonra 5 Temmuz 1970 günü yapılacak ilk genel seçimlerde
fazla sandalye kazanmasını istemiyor, tüm çalışmalarını da hep bu doğrultuda
düzenliyordu. Yuınanistan’ın, AKEL’in seçimlerde yediden fazla aday göstermesi
halinde Kıbrıs’ta hükümet darbesi yaptıracağını ileriye sürmesi, Kıbrıs Rum
halkı arasında genmiş desteğe sahip olan Emekçi Halkın İlerici Partisi’ni, 1960
seçimlerinde olduğu gibi Makarios’a pazarlık masasına oturarak 9 kişilik
kontenjan üzerinde anlaşmaya zorladı. Oysa AKEL, rahatlıkla elde edebileceği
mutlak çoğunlukla 35 kişilik olan Temsilciler Meclisindeki Rum sandalye
sayısından en az 20’sini kazanabilirdi. Böyle bir ortamda seçimlere giren AKEL,
yayınladığı bir bildiri ile Meclis’te çoğunluk sağlamak peşinde olmadığını
açıkça duyurmuştu. Seçimlerde çoğunluğu kazandığı takdirde, esas amaçları solu
tasfiye etmek olan emperyalizmin emrindeki faşist yeraltı örgütleri, AKEL’i
tasfiye etmek amacıyla harekete geçmek için sağlam bir gerekçe bulmuş olacaklar, hatta Yunan Cuntası geçmişte olduğu gibi
“Komünistlerden arıtmak”, “dizginleri elden kaçırmamak” gerekçeleri ile Amerika
ve Türkiye’nin iznini kopararak Kıbrıs’a müdahale edebilecekti.
Yapılan
genel seçimler sonunda geçerli oyların %40’ını toplayan AKEL adayları, seçime
katıldıkları 9 bölgede de başarı kazanarak, Meclis’teki 35 Milletvekilliğinden
9’unu elde ettiler. Yeni kurulan Sosyalist EDEK partisi de iki sandalye
kazanmış, ılımlı sağcı Birleşik Parti 15 Milletvekili çıkarıyordu. Kazanılan
oylara göre sandalyelerde görülen orantısızlık kullanılan “Geniş bölgeli basit
çoğunluk sistemi”nden ileri gelmekte idi.
Ekim
1970’de ABD’ni ziyaret eden Başpiskopos Makarios, Başkan Nixon’la toplumlar
arası görüşmeler ve diğer konular üzerinde temaslarda bulunmuş ve Türkiye ile
Yunanistan’ın Kıbrıs’ta yaşayan Türk ve Rum toplumlarına karışmadıkları
takdirde sorunların çözümlenebileceğini açıklamıştı.
1971
yılı ilkbaharında Türkiye’de de Yunanistan’daki gibi bir rejim kurma çabaları
sürdürülürken, ABD’nin öncülüğünde hazırlanan bir plan gereğince Türkiye ve
Yunanistan’ın Kıbrıs’ paylaşmaya ve böylece adayı NATO’nun Akdeniz’deki bir üssü
durumuna getirmeye hazırlandıkları söylentileri dolaşmaktaydı. 1971 Mayıs’ının
ilk haftasında ABD Dışişleri Bakanı Rogers’in Ortadoğu’ya yaptığı gezinin hemen
ertesinde, Kıbrıs devlet başkanı Makarios, Sovyetler Birliği’ne bir hafta süren
bir ziyaret yapmıştı. Başbakan Kosigin’in onuruna verdiği bir yemekte konuşan
Makarios, Sovyetler Birliği’nin Kıbrıs sorunu karşısında gösterdiği anlayışı
övmüş ve ülkesinin Kıbrıs’a ait sorunlara dışarıdan gelebilecek müdahalelere
karşı siyasi ve coğrafi bütünlüğü ile bağımsızlığını ve egemenliğini korumak
azminde olduğunu belirtmişti. Kosigin de yaptığı cevabi konuşmada, Kıbrıs’ın üç
kıtanın kavşak noktasında olduğunu hatırlatarak, Sovyetler Birliği’nin
Kıbrıslı. Rumlar ile Türklere aynı saygıyı beslediğini söylemiş ve iki
topluluğun aralarındaki anlaşmazlıkları görüşmeler yolu ile çözmelerini
dilediğini bildirmişti. Gezi sonunda yayınlanan ortak bildiride, Kıbrıs’ın
bağımsızlığı ilkesi bir kez daha doğrulanıyor, Sovyetlerin Kıbrıs’ın
bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne karşı yapılacak her harekete karşı olduğu
yeniden duyuruluyordu. Bunun yanında Sovyetlerin ilk defa “iki ulusal toplum”
deyimini kullanmamış olması ve “Kıbrıs Halkı”ndan söz edilmesi ilginç
değişmelerdi.
Makarios’a
karşı düzenlenen başarısız suikast teşebbüsünden sonra Yunan Cuntasındaki
faşist albaylar, Başpiskoposu gözden düşürmek için ellerinden geleni
yapıyorlardı. Papadopulos başkanlığındaki Cunta, Makarios’un çekilmesini ve
Kıbrıs’ın başına başka bir liderin geçmesini istiyordu. Çünkü Makarios Kıbrıs’ı
Yunanistan’la birleştirmeyi reddetmekte, tarafsızlık politikasından
ayrılmamakta ve Emekçi Halkın İlerici Partisi AKEL’i kanun dışı ilan
etmemekteydi. Görünürdeki görevleri Rum Milli Muhafızlarını eğitmek olan ve
Atina’dan Kıbrıs’a gönderilen 650 subay, Rum Milli Muhafızlarını Başpiskopos
aleyhine kışkırtmakla görevlendirilmişti. CIA tarafından kotarılan planlara
göre, Cunta ilk önce Ada’ya gönderilecek eski ajan Grivas’ın yardımı ile
Makarios’u devirmeyi, sonra da Grivas’tan kurtulmayı tasarlıyordu. Bundan sonra
“Çifte Enosis”e gidilecek ve ada artık ortak bir Türk-Yunan askeri komutanlığı
tarafından yönetilecekti. Böylece NATO’ya sokulacaktı. ABD bu planı
destekliyor, fakat Makarios yine direniyordu. Başpiskopos’un son Moskova
ziyaretinden sonra, Papadopulos harekete geçmeye karar verdi ve Makarios’tan
Türkiye’ye taviz vermesini istedi. Makarios ise buna karşı koyarak, istekleri
reddetti. Bundan sonra Atina’daki Albaylar rejimi ile Makarios’un arasının en
kötü olduğu bir dönemde, emekliye ayrılan Grivas, CIA’nin yönettiği Yunan Gizli
Servisi tarafından 1971 Eylül’ünde, 1967 anlaşmasına aykırı olarak gizlice
Kıbrıs’a gönderildi. Bu olay karşısında tarafların tepki göstermesi
beklenirken, garantör devletler susmayı tercih ettiler. Ada’nın batmayan bir
uçak gemisi olarak NATO’ya kazandırılması için Kıbrıs sorunu bir an önce
çözümlenmeli idi. 3 yıldır sürdürülmekte olan toplumlar arası görüşmeler de bu
dönemde çıkmaza girdiği gerekçesi ile durdurulmuştu.
Papadopulos,
“Amerikalılar da bizimle aynı fikirde, Makarios gitmelidir, Makarios’tan
kurtulur kurtulmaz Kıbrıs’ı NATO’ya sokacağız” diye açıkça planlarını ortaya
koyuyordu. Makarios-Grivas çatışması şeklinde bir ortam hazırlandı.
Grivas’a
göre, 1955 yılında ENOSİS için Makarios’la birlikte yemin etmişler, fakat
Başpiskopos kendisine danışmadan Zürih ve Londra Andlaşmalarını imzalamıştı.
Birinci aşamada, Enosis’in gerçekleştirilmesinden yana olmayan Makarios
devrilmeli, sonra da Kıbrıs Yunanistan’la birleşmeliydi. Enosis’e olan inancının
tam olduğunu, bunu gerçekleştirmek için gerek politik, gerekse askeri güçleri
denemekten kaçınmayacağını ilan eden 74 yaşındaki General, Makarios’a karşı
örgütlediği sağ gerillalarla EOKA-B’yi kurmuştu. Maskeli-silahlı adamların
Ada’nın çeşitli karakollarını basarak silah ve cephane kaçırmaları, bombalar
patlatarak, muhalifleri dövüp hırpalama gibi tedhiş hareketleri, EOKAS’nın
1960’tan önceki eylemlerini hatırlatıyordu. Grivas’ın saklandığı yeri bilen Rum
polisi, onu yakalamak için en ufak bir harekete girişmemiş, Makarios ise
Grivas’ın tutuklanmamasının nedenini onu halkın gözünde kahraman yapmamak
olarak açıklamıştı.
Tedhiş
hareketlerinin Kıbrıs Rumları arasında bir kardeş kavgası doğuracağından endişe
ettiğini belirten Yunan Cunta hükümeti, 13 Şubat 1972 tarihinde Makarios’a bir
nota göndererek, garantör devletlerden biri sıfatıyla bu girişimde bulunduğunu
ve Zürih ve Londra andlaşmalarının yürürlükte olduğunu hatırlatmış, Makarios’un
Kıbrıs Rum hükümetinde Grivas’çı elemanlara da yer vererek, antikomünist bir
“Milli Birlik” hükümeti kurmasını istemişti. Notaya göre Ocak ayında Kıbrıs’ın
gizlice satın aldığı 25 milyon dolar değerindeki Çek silahları BM Barış Gücü’ne
devredilmeli, Atina’nın Helenizmin merkezi olduğu ve Yunanistan’ın bu konuda
Kıbrıs’tan önce söz hakkı bulunduğu kabul edilmeliydi.
Bu
arada ABD’nin Lefkoşa Elçiliği boş durmuyor ve Makarios hükümetini devirmeyi
amaçlayan planlar hazırlamaya devam ediyordu. Fakat binlerce Kıbrıslı Rum, işçi
ve çiftçi birliklerinin 4 Mart 1972 tarihinde düzenledikleri gösterilerde
Makarios’u Kıbrıs’ın Dini ve Politik Lideri olarak desteklediklerini duyuruyor
ve Cunta aleyhtarı sloganlar haykırıyorlardı. Yapılan konuşmalarda tek kelime
ile bile ENOSİS’ten söz edilmemiş olması dikkate değerdi.
1971
yılından sonra Kıbrıs’ta Rumlar arasında meydana gelen olaylar ve dolayısıyla
Atina-Lefkoşa ilişkilerini etkileyen durumun baş sorumlusu olarak hep Grivas
gösterilmek istenmişti. Hâlbuki Grivas, çirkin oyunun ihtiyar asker rolünde bir
kuklasından başka bir şey değildi. 1967 yılından sonra oynanan gizli oyunları
sezinleyen Makarios, dizginlerini Yunanistan’dan koparmayı başarmıştı. Gerçekte
oyunu oynatanlar arasında Yunanlı subayların, eski politikacıların, Kıbrıs’ı
sömürmeye hazırlanan Yunanlı iş adamlarının ve hatta Atina’da görevli bazı
yabancı diplomatların bulunduğu artık herkesçe bilinmekte idi. Bütün iplerin
Amerikan emperyalizminin elinde olduğu gün gibi ortaya çıkmıştı.
Yunanlı
sanayiciler ve ihracatçılar Kıbrıs’ı Yunanistan’ın bir parçası olarak görmekte
ve bütün çalışmalarını bu düzeyde yapmaktaydılar. Birçok Yunanlı ithalatçı,
yabancı ülkelerden mümessillikler alırken, Kıbrıs’ı da Yunanistan’a katmakta ve
Ada’daki ithalatı doğrudan doğruya kendileri yapmak istemekteydiler. Ada’da
kendi maaşlı mümessillerini bulunduran Yunan şirketleri, Kıbrıslı tüccarları
ayrı tutarak, adeta Yunanistan’ın bir ilinde çalışır gibi işlem
yürütmekteydiler. Yunan kaynaklarına göre, 1972 yılında Kıbrıs’a yapılan
ihracat 6.5 milyon Kıbrıs lirasını bularak rekor bir düzeye ulaşmış
bulunuyordu. Bu durum, Kıbrıs Rum tüccarlarını tedirgin etmiş ve yapılan
çalışmalarla birçok yabancı şirketin Kıbrıs mümessillikleri Yunanlılardan
alınarak, doğrudan doğruya Kıbrıslılara verilmişti.
Enosis
bugün Türkler tarafından istenmediği gibi, artık Rum tarafının çoğunluğunca da
istenmemektedir. Bağımsız Kıbrıs’ta hayat standardı Yunanistan’a oranla çok
yükselmiş ve gsmh ikinci beş yıllık plan sonunda %10 artmıştır. Ortalama milli
gelir de son 10 yıl içinde 10 kat artmıştır. Kıbrıs Rumları, demokratik
rejimleri yerine, faşist Yunan Cuntası tarafından yönetilmek istememektedirler.
Enosis artık modası geçmiş bir düşünce olarak kabul edilmektedir. Enosis’in
gerçekleşmesi halinde, Kıbrıs ekonomisi artık uluslararası pazarlara doğrudan
doğruya açılamayacak, Yunanistan’ın dış ticaretine bağlı kalacaktır. Böyle bir
durumda Kıbrıs’ın bugünkü hayat şartlarını koruyamayacağı kesindir. Çünkü
Kıbrıs’taki hayat düzeyi Yunanistan’dakine oranla kar kat daha yüksektir. Öte
yandan Kıbrıslılar, Commonwealth sayesinde çoğunluğunu tarım ürünlerinin
oluşturduğu mallarını büyük pazarlarda satabilmektedirler. İhracatının %31’ini
İngiltere’ye yapan Kıbrıs, Yunanistan’a yalnızca %5 oranında mal ihraç
etmektedir. Aynı
durum kendisini ithalatta da göstermektedir. Toplam ithalatının %38’ini
İngiltere’den yapan Kıbrıs, Yunanistan’dan yalnızca %4.5 oranında mal satın
almaktadır.
Kıbrıs’taki gsmh, Yunanistan’dakine oranla her yıl iki kat artmaktadır. Nitekim bu artış
%10’u bulmuştur. Kıbrıs’taki işsizlik oranının .%1’in altında olmasına karşılık,
Yunanistan’da çalışabilir her yüz kişiden en az dördü işsizdir. Kişi başına
düşen yıllık ortalama gelir gerçi her ülkede de aynı olup, 3 bin Markı
bulmaktadır, ama Kıbrıs’taki satın alma gücü Yunanistan’dan çok daha yüksektir.
Hepsinden önemlisi Yunanistan’da siyasi baskı vardır ve politik partilerin
faaliyetleri tatil edilmiştir. Basın sansür altındadır. Oysa Kıbrıs’ta her
türlü politik düşünce yıllardan beri halk arasında kazandığı büyük desteği
sürdürebilmekte ve düşünce özgürlüğünün tadına varılmaktadır.
Şubat
1973’de yapılan Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin önlenmesi için Enosis’çi
EOKA B örgütünce sürdürülmekte olan tedhiş hareketleri artırılmışsa da, bu
eylemler Kıbrıs Rumlarını Makarios’un etrafında daha sıkı toplanmaya itmiştir.
Başta AKEL olmak üzere Kıbrıs’ın belli başlı siyasi güçlerinin desteğiyle ve
rakipsiz %96.6 çoğunlukla; üniter devlet, Kıbrıs’ın toprak bütünlüğü ve “mümkün
olan çözüm” parolasıyla seçilen Başpiskopos Makarios’un karşısına bu kez Kıbrıs
Rum Ortodoks Kilisesine bağlı Sinod Meclisi’nin 3 piskoposu çıkarılmıştır. Din
işleri ile dünya işlerinin aynı kişide birleşemeyeceği gerekçesiyle Makarios’un
görevinden çekilmesi isteği bir yıl önce de ileriye sürülmüş, Makarios ise
tarihten örnekler göstererek bu isteği reddetmişti. Siyasi gözlemciler
tarafından ciddiyetle bağdaşmayan bir davranış olarak nitelenen piskoposların
bu girişimi, Yunan Kilisesi tarafından da kınanmış ve Makarios’un başarısı
kutlanmıştı.
Kıbrıs’ta
bir iç çatışma çıkarmak, anti-emperyalist güçleri ezmek ve Enosis’i
gerçekleştirmek amacıyla Amerikan emperyalizmi tarafından Ada’ya gönderilen
eski CIA ajanı Grivas’ın Makarios’u devirme teşebbüsleri başarısızlığa
uğrayınca, Atina’daki Cuntacı Albaylar, Başpiskopos’la daha bir süre birlikte
yaşamak zorunda olduğunu anlamış ve Türkiye’ye 1959 andlaşmalarına sadık
olduğunu bildirerek, Enosis istemeyeceğine dair teminat vermişti. BM Genel
Sekreteri Waldheim’ın girişimi ile genişletilerek Kıbrıs’taki iki toplum
temsilcileri yanında Türk ve Yunan anayasa uzmanları ile Genel Sekreterin Özel
temsilcisinin de katılmasıyla Haziran 1972’de başlatılan beşli görüşmelerin,
1973 yılı Ağustos ayında birinci dönem çalışmaları sona ererken, taraflar
olumlu bir sonuca ulaşmakta olduklarını açıklamışlardı. Grivas, Atina’ya da
başkaldırıyor ve Ada’nın çeşitli yerlerinde sürdürdüğü tedhiş eylemlerini
artırıyordu. Kıbrıs Hükümetine bağlı polis karakolları bombalanıyor, çeşitli silah
ve patlayıcı madde hırsızlıkları devam ediyordu. Grivas’ın saklandığı yerden
yönettiği ENOSİS yanlısı sağcı gerillalar, 27 Temmuz günü Kıbrıs Hükümetinin
Adalet Bakanı Vakis’i kaçırdılar. EOKA B örgütü adına konuşan Grivas, Bakanın
serbest bırakılması için Makarios’un başkanlıktan çekilmesini ve yeni bir
başkan için seçim yapılmasını istiyordu. Grivas’ın sadece seçim şartını
memnuniyetle karşılayacağını bildiren Cumhurbaşkanı Makarios, demokratik bir
mücadele için Grivas’ın gizlendiği yerden çıkarak, kanun kaçağı olmaktan
kurtulması gerektiğini söylemiş ve şantaja boyun eğmeyeceğini tekrarlayarak,
“Seçimlere girelim, ama seçilmezse Grivas Ada’dan çıkmalıdır” diye karşılık
vermişti. Düzenlediği bir basın toplantısında konuşan Makarios, Grivas’ın
Ada’daki faaliyetlerine değinmiş ve onun amacının artık anlaşıldığını, bu
amacın kendisini devirmek değil de, adada Türk ve Rum toplumları arasında
yürütülmekte olan görüşmeleri baltalamak olduğunu söylemişti.
Ağustos
1973’te Papadopulos, kendisine başkaldırmış olan Grivas’ın Kıbrıs’ta yarattığı
karışıklıkları ilk kez kınamış ve Ada’da silahlı faaliyetlere hemen son
vererek, gizli örgütünü dağıtmaya çağırmıştı. Yunanistan Cumhurbaşkanı ülkesinin Kıbrıs siyasetinin sorunun toplumlar
arası görüşmeler yoluyla çözümlenmesi temeline dayandığını açıklıyordu. Yunan
Hükümeti, Makarios’tan fazla hoşlanmamakla beraber, Grivas’ın tedhişçiliğini
sert bir şekilde eleştirmekte idi. Atina’nın ültimatom niteliğindeki çağrısı,
Makarios’u destekleyen davranış olarak nitelenirken, EOKA’cılar üzerinde soğuk
bir duş etkisi yapıyordu. Grivas’ı da üzen, çileden çıkaran buydu. Makarios’un
solcuları şımarttığı, Doğu bloku ile içli dışlı olduğunu Papadopulos da bildiği
halde bu çağrıyı niye yapmıştı? Grivas, olayı bir türlü sindiremiyordu. Atina
Makarios’un hareketlerini kısıtlamak için Grivas’ı panzehir olarak kullanıyor,
zaman zaman da kolluyordu. Kıbrıs’taki Yunan Alayı’na küfredip, Yunanlı
subaylar dövülürken, Grivas taraftarları Atina’yı tutuyordu, ama Papadopulos’la
da araları iyi değildi. Grivas’ın 21 Nisan darbesine karşı olan kralcı
subayları etrafına toplaması ve Yunan Alayı ile Rum Milli Muhafız Ordusu
komutanlarından destek görmesi, Papadopulos’u endişelendiriyordu, görevleri
bittikten sonra Yunanistan’a dönecek olan subayların Cunta’ya karşı
örgütlenebileceğinden korkuyordu.
25
Kasım 1973’de askeri bir darbe ile yenilenen yeni Cunta kadrosunun başında yer
alan Gizikis, Bonanos ve Ioannides gibi generaller, Kıbrıs’ta görev yapmış ve
Grivas’ın dostları olarak bilinmekteydi. 1973’ün son aylarında Grivas
taraftarlarına karşı girişilen temizlik hareketinden sonra, Grivas’çıların
belleri kırılmıştı. Buna tepki olarak Atina, Makarios’a endişelerini
belirterek, Grivas’çıların rahat bırakılmasını istedi.
Uzun
süredir rahatsız olan Grivas’ın ölümünden sonra, Yunanistan’ın mutlak
kontroluna geçen EOKA B, Kıbrıs’ın
Yunanistan’la birleştirilmesi mücadelesini sürdüreceğini açıklamış ve
Makarios’un silahları teslim önerisini reddetmiştir. Grivas’ın ölümünden önce
EOKA B’nin başına getirdiği Yunanlı Binbaşı Karuzos, yüksek rütbeli Yunanlı
subayların örgütü ele geçirmelerinden sonra reorganizasyon çerçevesinde saf
dışı edilmiştir. Grivas gibi zaman zaman Yunanistan’a karşı çıkmış olan
Karuzos, Makarios ile uzlaşıcı bir kimse sayıldığı için Atina’ya alınmış ve
yerine sert, uzlaşmaz ve hedefe silah kullanarak varılmasından yana olan
Dertilis getirilmiştir. Dışarıdan kışkırtılan kanun dışı EOKA B örgütüne bağlı
tedhiş grupları halen adadaki barışı bozucu nitelikteki eylemlerini
sürdürmektedirler. Enosis’çi grupların iplerinin ucu Atina gerici çevrelerine,
oradan da NATO savaş kundakçılarına kadar ulaşmaktadır. Amaç, Kıbrıs’ın
bağımsızlığına kastetmek ve adayı sosyalist ülkelerle Arap ülkeleri yakınında
bir NASTO askeri üssü haline getirmektir. Grivas’ın aradan çıkarılmasından
sonra Yunanistan, Kıbrıslı Rumların içişlerine daha fazla karışma eğilimi
göstermektedir. Tümüyle Yunanlı faşist albayların yönetimine geçen EOKA B
örgütü, solcu Rumların temizlenmesi ve saf dışı edilmesinde kullanılmak üzere
hazırlanmaktadır. Yunan gizli istihbarat örgütü, Rum Yönetiminin her aşamasına
girerek, Enosis kampanyasını körüklemekte ve EOKA B’yi Yunan subayları ile
takviye etmektedir. Mart 1974’de Kıbrıs Rum Ticaret Odası Başkanı Savvides, Rum
Temsilciler meclisinde yaptığı bir konuşmada, “Kıbrıs’ın bir Halk Cumhuriyeti
olmak üzere bulunduğunu” söyleyerek, adadaki solculara karşı eyleme geçilmesi
için dolaylı bir çağrıda bulunmuştur.
Kıbrıs
Rum toplumu arasında Yunanlılara karşı duyulan hoşnutsuzluk, silahlı
saldırılara dönüşmektedir. Kıbrıs Hükümeti tarafından yasa dışı ilan edilen
EOKA B örgütü, son aylarda kendi adamlarını adanın çeşitli yerlerinde Rum
ordusuna ve Makarios taraftarlarına karşı saldırtarak, tedhiş hareketini solcu
Rumlara yöneltmeye başlamıştır. Kıbrıs’ta ikinci bir hükümetmiş gibi davranan
Rum Milli Muhafız Ordusu Genel Kurmayı ile Yunan Büyükelçiliği, güç birliğinde
bulunarak, Makarios hükümetine karşı bir tutum izlemeye devam etmektedir.
Atina’daki Cunta ve özellikle Ioannides kliği, Makarios’un devrilmesi, adanın
bağımsızlığının ve demokratik kurumlarının ortadan kaldırılması ve Kıbrıs’ın
bir Amerikan üssü haline getirilmesi amacını güden son oyunlara doğrudan
doğruya katılmaktadır. NATO, Doğu Akdeniz üzerindeki planlarını terk
etmemiştir. Bu planları uygulayabilmek için Atina çevreleri, Kıbrıs’taki gerici
unsurları adanın meşru hükümetine karşı baltalayıcı hareketlere
kışkırtmaktadır. Yasa dışı grupların başına sabotaj işlerinde ihtisas yapmış
Atina’nın bir adamı yerleştirilmiş, Makarios hükümetine karşı tedhiş
hareketlerini sürdüren EOKA B örgütünde birçok Yunan subayı çalışmaktadır.
Enosis için sonuna kadar mücadele edeceklerini açıklayan EOKA B’ciler
Makarios’la uzlaşmak için Kıbrıslı solcu ve komünistlerin tasfiyesi işinin EOKA
B’ye bırakılmasını istemektedirler. Geçtiğimiz Mart ayı içinde Yunan hükümetine
bir uyarıda bulunan Sovyetler Birliği Kıbrıs’ın meşru hükümetini devirmek için
darbe hareketi düzenlenmesine kayıtsız kalamayacağını bildirmiştir. Gerçekten de
Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanı Makarios’u devirmek ve Kıbrıs Rum halkına faşist bir
diktatörlüğün empoze edilmesi amacıyla yabancı çevrelerin teşviki ile
hazırlanan darbe planlarının arkasında Yunan Cuntasının perde arkası yöneticisi
olan Amerikan emperyalizmi ve özellikle CIA bulunmaktadır.
Amerikan
emperyalizmi, Ortadoğu’daki çıkarlarını göz önünde bulundurarak, Kıbrıs’ta
devamlı bir anlaşmazlığın bulunmasında yarar görmektedir. İngiliz emperyalizmi
1956 yılında Süveyş çıkarmasını Kıbrıs’tan yapmış, 1967 Arap-İsrail savaşında
da Kıbrıs’taki askeri üsleri aracılığı ile İsrail’e yardım etmiştir. Üslerde
bulunan gelişmiş radar sistemi ile Doğu Akdeniz’deki hava trafiği, kontrol
altında tutulmakta, örneğin Yom Kippur savaşı sırasında Sovyetlerin Suriye’ye
ve Amerika’nın İsrail’e gönderdiği hava yardımları buradan izlenmekteydi.
Kıbrıs,
geçmişte olduğu gibi bugün de İngiliz ve Amerikan emperyalizminin büyük önem
verdiği ve üzerinde büyük planlar yaptığı bir yerdir. Kıbrıs’ta bağımsızlık ve
demokrasiden yana olan sol güçlerin gittikçe etkinlik kazanmakta olduğunu ve
böylece Ortadoğu’daki çıkarlarının tehlikeye düştüğünü gören emperyalist
güçler, ada üzerindeki çıkarlarını korumak amacıyla, eski ve denenmiş ajanları
Grivas’ı Kıbrıs’a çıkartarak, adayı “bir Küba olmaktan kurtarmak” istemişler,
fakat bir sonuç alamamışlardı. Öte yandan Kıbrıs’ın Türk bölgelerinde ise
yıllardır sürdürülen anti-demokratik baskı yöntemi, Rauf Denktaş’ın seçimsiz
olarak Türk halkının başına getirilmesi ile alabildiğine şiddetlenen bir faşizme
dönüşmüştür. Kıbrıs Türk halkı, Kıbrıs sorununu yaratanların İngiliz ve
Amerikan emperyalistleri ile onların her iki toplumdaki yerli ortakları
olduğunu çok iyi bilmektedir. İki toplum arasına düşmanlık tohumları atarak,
yaratılan ayrı Türk bölgelerinde halkımızın tüketici durumdan üretici duruma
geçmesini engelleyen; bir yanda sarı sendikacılık tuzağı içerisinde uyutulan,
bir yandan da sermaye sahiplerine kulluk eden Yöneticilerin türlü baskı ve
entrikaları altındaki Kıbrıs Türk işçi sınıfını yıllardır sindirip yok etmek
isteyen faşizm yanlılarının kime hizmet etmekte oldukları artık anlaşılmıştır.
Rauf Denktaş, adanın Türk bölgelerinde emperyalizmin en sadık adamı olarak
görülmektedir. Kıbrıs Türk Yönetiminin yöneticileri aynı zamanda Ortadoğu
halklarının yürüttüğü anti-emperyalist kurtuluş mücadelelerine de karşı
çıkmakta, böylelikle dayandıkları güçlerin emperyalist çıkarlarına ters düşmek
istememektedir.
Kıbrıs
sorununa barışçı bir çözüm bulmak amacıyla yıllardır büyük bir gizlilik içinde
sürdürülen, önce ikili, sonra beşli toplumlararası görüşmeler, birçok konularda
anlaşmaya varılmış olmasına rağmen, emperyalist devletlerin gizli açık
karışmaları ile çıkmaza doğru yönelmiş ve Türk tarafına tanınması öngörülen
bölgesel yönetimin merkezi hükümetle ilişkisi konusunda bir türlü sonuca
ulaşılamamıştır. Türk toplumu temsilcisi Denktaş, bölgesel yönetim üzerinde
Hükümetin hiçbir kontrolünü kabul etmeyeceğini açıklarken, Rum temsilci
Klerides, Türk tarafının bu görüşünün kabulünün imkânsız olduğunu, çünkü bu
görüşün kabul edilmesi halinde Türklerin devlet içinde devlet olacağını
belirtmiştir.
Türkiye’nin
yeni Başbakanı Ecevit’in Kıbrıs konusundaki Türk görüşü olan Federasyon tezinde
ısrar etmesi, 1968’lerde Demirel hükümetinin onayı ile üniter devlet esası
üzerinde başlatılan görüşmelerin kesilmesine yol açmıştı. Geçtiğimiz ay içinde
bir aylık bir aradan sonra yeniden başlatılan beşli görüşmelerde yine “üniter
devlet” esas olarak alınmıştır. Adada devamlı bir anlaşmazlığın bulunmasında
yarar görenler, gelecekte yeni anlaşmazlıklar yaratmaktan çekinmeyeceklerdir.
Fakat Kıbrıs’taki Türk ve Rum halkları, toplumlar arası görüşmelerdeki görüş
ayrılıklarına rağmen görüşmelerin başarıya ulaşacağı inancındadır.
Yeter
ki iki toplum arasında çözülmesi gereken anlaşmazlıklara hiçbir dış ülkenin
karışması olmasın. Bu arada görüşmelerin bir an önce Kıbrıs halkına
açıklanması, son kararda mutlaka halkın onayının alınması ve özellikle Kıbrıs
Türk kesiminde demokratik ve ilerici güçlerin dağınıklıktan kurtulması ve
omuzlarına düşen görev ve sorumluluklarını kavrayarak, emperyalizmin oyunlarına
gelmemesi gerekmektedir. Amerikan emperyalizmi, Ortadoğu’daki çıkarlarını
İsrail aracılığı ile kontrol ederken, yeni bir güç olarak çıkan AET
emperyalizmi de bölgedeki çıkarlarını Kıbrıs ve Türkiye’den kontrol etmek
isteyecektir. Stratejik önemi gittikçe artan Kıbrıs adasında bulunan Türk ve
Rum toplumlarının barış içinde beraberce yaşamaların barış içinde beraberce
yaşamaları ve işbirliği yapmalarını sağlamak, Kıbrıs’taki tüm anti-emperyalist
ve tam bağımsızlıktan yana olan demokratik güçlerin görevi olmalıdır. Kıbrıs
Türk toplumunun haklarının en iyi garantisi tam bağımsız, üniter, tüm askeri
güçlerden arınmış, egemen ve toprak bütünlüğü korunmuş bir Kıbrıs devletinin
çatısı altında iki toplum arasında kurulacak işbirliği ile gerçekleşebilecektir.
Kıbrıs’ın dört bir yanına dağılmış durumda olan 350 mil karelik Türk
bölgelerinde, ayrı bir Türk devleti kurulması hayali tamamen emperyalizmin
amaçlarına hizmet etmektedir. Kıbrıs Türk Yöneticileri yıllardır dış çevrelerin
kışkırtmasıyla sürdürdükleri ayrılık politikasını değiştirmelidir. Sağduyu ve
Kıbrıs gerçekleri ışığında ayrı çıkarlar terkedilerek, Kıbrıslıların ortak
çıkarlarına yönelmeli, yapay olan ayrılık duvarları kaldırılmalıdır.
Kıbrıs’ta
gerçek barış, adadaki tüm emperyalizm kalıntılarının temizlenmesi ve
anti-emperyalist tam bağımsızlıktan yana demokratik güçlerin işbirliği ile
kurulacaktır.
(“Ali
Akansel” imzası ile, İlke dergisi, İstanbul, Ağustos 1974, Sayı:8)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder