21 Ocak 2018 Pazar

AMERİKAN EMPERYALİZMİ VE KIBRIS’IN BAĞIMSIZLIĞI


Kıbrıs’taki İngiliz Sömürge Yönetimi sona erdikten sonra, 16 Ağustos 1960’ta kurulan yeni Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Başkanı Makarios, bağımsızlığın kazanılmasından sonra “ulusal ideal” olan Enosis’in (adanın Yunanistan’a bağlanması) gerçekleşmesine yalnız Türkiye’nin değil, Ortadoğu dengesinin de izin vermeyeceğini anlamış ve Kıbrıs’taki örgütlü ve güçlü sosyalistlerin, çeşitli sınıfsal etkenlerin ve dış etkilerin yönlendirdiği tarafsız bir dış politika izlemeye başlamıştı.

Kıbrıs’ta yaşayan toplumlara zorla kabul ettirilen Cumhuriyetin kuruluş andlaşmaları, bir yandan Kıbrıs topraklarından bir kısmını kopararak, İngiliz Emperyalizmine askeri bir üs olarak bırakıyor, öte yandan da Kıbrıs bir NATO ülkesi olmadığı halde, NATO ülkesi olan Türkiye ve Yunanistan’a Ada’da askeri birlikler bulundurma hakkı yanında, İngiltere ile birlikte ileride Ada’nın iç işlerine karışma yetkisi veriyordu. Başpiskopos Makarios yukarıdaki paragrafta değinilen etkenlerin de baskısını göz önünde tutarak, Kıbrıs’ı tarafsız Afrika-Asya ülkeleri grubuna katma kararını almıştı. Onun izlediği tarafsızlık politikası, Ada halkının büyük çoğunluğunu oluşturan ve tam bağımsızlıktan yana olan demokratik güçlerden de destek görmüş, Kıbrıs’ı saldırgan emperyalist güçlere karşı korumayı başarmıştı. Mısır devlet başkanı Nasır ile ilişkilerini geliştiren Makarios, tarafsız ülkelerin Eylül 1961’de Belgrad’da ve Ekim 1964’de Kahire’de yaptıkları zirve toplantılarında yer alan devlet başkanlarından biri idi. Ne var ki onun izlediği tarafsızlık politikası, Yunanistan ve Türkiye hükümetleri yanında Amerika Birleşik Devletleri tarafından da hoş karşılanmıyordu.

Kıbrıs’ın bağımsızlığa kavuşması için 1920’lerden beri çaba gösteren ve 1941 yılında Emekçi halkın İlerici Partisi (AKEL)’ni oluşturan sol hareket, 1946’da Ada’nın en güçlü politik kuruluşu haline gelerek, beş büyük şehirde yerel seçimleri kazanmıştı. AKEL, 1 Nisan 1955’de İngilizlere karşı Grivas önderliğinde sağ yeraltı örgütü EOKA tarafından başlatılan tedhiş hareketine aktif olarak katılmamış, fakat 1959 anlaşmaları ile NATO’ya bağlı Türk ve Yunan Alayları’nın Ada’ya girmelerine ve İngilizlere bırakılan üslere karşı çıkarak, Kıbrıs’ın tam bağımsızlık ve egemenliğinden yana olduğunu açıklamıştı. 1960 yılında yapılan ilk seçimlerde Makarios’la seçim anlaşması imzalayan AKEL, Temsilciler Meclisi’nin 35 Rum sandalyesinden 5’ini kazanmış, 1970 seçimlerinde de bunu 9’a çıkarmıştı. 1960 Kasım ayında örgütlenmiş 71 bini aşkın Rum işçiden 50 bine yakın bir kısmı, AKEL’in Ada’daki büyük dayanak noktalarından birini meydana getiriyordu. Bugün Kıbrıs Rum toplumunun yüzde kırkının desteğine sahip ve 13 bin kayıtlı parti üyesi olan Emekçi Halkın Kitle Partisi (parti üyeleri Ada’daki erişkin nüfusun %3.74’ünü oluşturmaktadır, bu oran İtalya’da 3.85, Fransa’da 0.72, Şili’de ise 1.70’dir) Doğu bloku dışında İtalyan Komünist Partisinden sonra halkı üzerinde en etkin sol parti durumundadır.

Cumhuriyet’in ilanından 6 ay sonra İngiliz Uluslar Topluluğu (Commonwealth)’na giren Kıbrıs, İngiltere’nin 5 yıl içinde vermeyi taahhüt ettiği 7 milyon sterlin değerindeki ekonomik yardımla kendi ekonomisini kurarak, işsizliğin giderilmesine çalışacaktı. 1960 yılında 139 sterlin olan kişi başına düşen gayri safi milli hâsıla, İsrail dışında Ortadoğu’da en yüksek olmasına rağmen, Avrupa standartlarına göre ada fakirdi. (Türkiye 70 sterlin, Yunanistan 130 sterlin.)

Kıbrıs ekonomisinin gelişmesine yardım etmek amacıyla Sovyetler Birliği, 1960 yılı kuru üzüm ürününün tümünü ve limongillerin büyük bir miktarını Sovyet kereste ve çimentosu ile değiştirmeyi önermiş ve Aralık 1961’den başlayarak, Kıbrıs ile Sovyetler Birliği arasında bir dizi ticaret anlaşması imzalanmıştı.

Doğu Akdeniz’de stratejik öneme haiz Kıbrıs adasında kurulan yeni yönetimin tarafsız bir politika izlemesi ve adada gittikçe güçlenen AKEL’in durumu, bağımsızlık hareketlerinin düşmanı olan Amerikan emperyalizminin dikkatinden kaçmamıştı. Rum asıllı Amerikalıların Enosis’i desteklemelerine rağmen Amerika, 1959’larda Kıbrıs sorununun üç NATO ülkesi arasında çözümlenmesinden yana idi. 1950’lere kadar Kıbrıs ile doğrudan ilgilenmemiş olan ABD, 1954 yılı Eylül ayında Dışişleri Bakanı Dulles’in ağzından görüşünü şöyle ortaya koyuyordu: “Kıbrıs’tan İngilizler çıktığı takdirde komünistler adayı alırlar.” Amerikan emperyalizminin Kıbrıs’la ilgili kuşkuları, özellikle 1960’tan sonra Sovyetler Birliği’nin Kıbrıs’ta kurduğu iyi ilişkiler nedeniyle iyice arttı.

“Hür” dünyanın lideri Amerika, Aralık 1960’ta Kıbrıs’a yardım elini uzatıyor ve kıtlık nedeniyle Ada’ya 50 bin ton buğday ve arpa yardımı sağlayan ilk anlaşmayı Kıbrıs hükümeti ile imzalıyordu. Kıbrıs’ın ekonomik kalkınması için hemen Birleşmiş Milletler tarafından hazırlıklara girişilmiş ve Thorp raporu ile Ada’ya 120 milyon dolar değerinde 5 yıllık ekonomik yardım öngörülmüştü. Fulbright Eğitim bursları, Amerikan Barış Gönüllüleri ve yeniden buğday yardımı ile Kıbrıs-Amerikan ilişkileri gelişmeye devam ediyor, 1962 Haziran’ında Makarios’un ABD’ni ziyareti, teknik yardım için ek olarak 640 bin dolarlık iki ekonomik yardım anlaşması ile sonuçlanıyordu. ABD, böylece Kıbrıs’taki bakır, krom ve demir madenlerini işletme hakkı ile İngiliz Sömürge Yönetimi döneminde kurulan askeri haberleşme ve dinleme istasyonları çalışmalarının devamını garantiye alıyordu. 1962 yılında dostluğu pekiştirmek amacıyla Kıbrıs’ı ziyaret eden Başkan Johnson, Kıbrıslı Türk ve Rum liderlerine “artan komünist tehlikesine karşı uyanık ve tedbirli olmalarını” öğütlüyordu. 30 Haziran 1963’de toplam Amerikan yardımı 20 milyon doları bulmuştu.

Ve 1963 yılı sonunda Cumhurbaşkanı Makarios’un Ada içinde normal hayatı zorlaştıran Anayasa’nın çeşitli maddelerinin değiştirilmesi ile ilgili önerileri bahane edilerek, Türk ve Rum toplumlarında Cumhuriyet’in ilanından beri gittikçe artan bir şekilde emperyalist ülkelerce silahlandırılan fanatik milliyetçi Rum EOKA ve Türk TMT yeraltı örgütleri tarafından başlatılan toplumlararası çarpışmaları, garantör devletler olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin Kıbrıs’ın iç işlerine karışmasına kapı açıyor ve böylece bir NATO ülkesi olmayan Kıbrıs’ı NATO etki çemberi içine sokuyordu.

1963 olaylarından sonra Johnson, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios ile yardımcısı Dr. Küçük’e gönderdiği ortak bir mektupta, barışçı bir çözüme ulaşılmasını dilerken, çatışmalar için de “üzüntüsünü” bildiriyordu.

25 Aralık 1963’te Kıbrıs’taki çarpışmaların şiddetlenmesiyle Türk uçaklarının bir kuvvet gösterisi olarak Lefkoşa üzerinde uçmaları üzerine Makarios, Sovyetler Birliği’nin dikkatini çekmiş, Sovyetler Birliği de 31 Aralık 1963 tarihinde Türk hükümetine bir nota vererek, olayı protesto etmişti.

1964 Ocak ayının son günlerinde İngiltere’nin çağrısı üzerine toplanan Londra Konferansında İngiltere’nin ABD’ni Kıbrıs sorununda taraf yapma çabaları başarı ile sonuçlandırılmıştı. Bu arada Makarios, Birleşmiş Milletler’e başvurmuş, fakat Birleşmiş Milletler’in harekete geçmesi için manevralar yapmakta olan Amerika, bir NATO çözüm önerisi getirmişti: Kıbrıs’ın iç düzenini korumak ve çarpışan toplumları ayırmak amacıyla bir NATO gücü kurularak Kıbrıs’a gönderilmeliydi. Sonradan güvenliği sağlama düşünceleri, bu NATO güçlerinin sürekli varlığını zorunlu kılacak ve böylece Ada bir NATO üssü haline gelecekti. Makarios’un tarafsız kalma eğilimlerinin önüne geçilecek (Grivas bu amaç için destekleniyordu) ve Ada’da bilfiil ortak bir Türk, Yunan ve NATO egemenliğini kurulması ile İngiltere Kıbrıs’tan çıkacak, yerine NATO yani ABD girecekti.

Sovyet Başbakanı Kruşçef, 7 Şubat 1964 tarihinde NATO’nun Kıbrıs’a kuvvet gönderme kararını BM Güvenlik Konseyinin sürekli üyeleri olan ABD, İngiltere, Fransa ile komşu ülkeler olan Türkiye ve Yunanistan’a gönderdiği notalarda, Sovyet hükümetinin Akdeniz’deki duruma kayıtsız kalamayacağını belirterek, Kıbrıs’ın kendi iç sorunlarına dış ülkelerin karışma isteğinin dünya barışını ciddi bir tehlikeye düşürebileceğini hatırlatmıştı.

Türkiye ve Yunanistan NATO planını desteklemeye razı edilmişler, fakat Makarios kesinlikle karşı çıkmıştı. Amerikan Elçisi George Ball’un Kıbrıs’a gönderilmesi de Başpiskopos’un fikrini değiştiremedi. Buna rağmen ABD baskısını sürdürdü. O sıralarda NATO şefi Lemnitzer’in fiili bir taksimi zorla kabul ettirmek amacıyla Türk ve Yunan hükümetlerine telgraflar göndererek, onları Ada’ya asker çıkartmaya teşvik ettiği söylenmekte idi. Böyle bir şey gerçekleştiği takdirde, karışık NATO güçleri Yunanlıları ve Türkleri ayırmak üzere Ada’ya gelecek ve Makarios bir oldu-bitti ile karşılaşacaktı. Fakat Makarios’un kararlılığı üstün geldi. Papandreu’nun yönetimindeki yeni Yunan Hükümetinin ve Başpiskopos’u kaybedemeyecek kadar değerli bulan İngiltere’nin el altından gizli bir şekilde desteklediği Makarios, sonunda Birleşmiş Milletler’in Ada’ya bir barış Gücü gönderme kararını almasını sağladı. Böylece NATO planları suya düşüyordu.

Çarpışmaların gelişmesi ile toplanan Güvenlik Konseyi, 4 Mart 1964 tarihinde Kıbrıs Hükümeti’nin rızasıyla Kıbrıs’ta bir BM barış gücü kurulmasını kararlaştırmıştı. Amerika bu Barış Gücü’ne katılmıyor, fakat askerlerin Kıbrıs’a varmaları ve oradaki harcamaları için gerekli para ve diğer yardımda bulunuyordu.

Bu dönemde Makarios Yunanistan’a yaklaşmış ve gerek Kıbrıs Rum Yöneticileri, gerekse Yunan yetkilileri Enosis’ten sık sık söz etmeye başlamışlardı. Öte yandan çarpışmalar dolayısıyla Türkiye Hükümeti de tutumunu sertleştirmiş; TBMM Başbakan İnönü’ye Kıbrıs’a müdahale yetkisi verirken, Dış İşleri Bakanı Erkin de CENTO’nun dikkatini çekerek, “Kıbrıs’ın Akdeniz’in Küba’sı olabileceğini” öne sürüyordu. Bu arada Kruşçef tarafından Makarios’a gönderilen özel mesajda Sovyetler Birliği’nin Ada’nın Yunanistan’a ilhakına kesinlikle karşı olduğu belirtilirken, Kıbrıs’a dışarıdan gelecek bir saldırıya karşı Sovyetler Birliği’nin garantisinin sürdürülmesi için Kıbrıs’ın tarafsızlık politikasından ayrılmaması gerektiği belirtilmekte idi.

Sovyetlerin Enosis’e kesinlikle karşı olması, Federasyon dışında herhangi bir çözüm yolunu kabul etmeyeceğini açıklayan Türkiye tarafından olumlu karşılanmıştı.

Haziran ayı başında Kıbrıs’ta durumun yeniden gerginleşmesi üzerine, Türk hükümeti Kıbrıs Türklerini korumak amacıyla Kıbrıs’a çıkartma yapma girişiminde bulundu. Ancak o zamana kadar Türkiye’nin yaptığı çıkarma girişimlerine engel olan Amerika bu kez de, işe karışarak bu hareketi önledi. Johnson’un 5 Haziran 1964 tarihinde başbakan İnönü’ye gönderdiği ünlü mektupta, Türkiye’nin ABD’den aldığı silahların müdahale halinde Yunanistan’a karşı kullanılamayacağı hatırlatılıyordu.

Haziran sonunda Amerika’ya çağrılan Türk ve Yunan Başbakanlarının Johnson’la ayrı ayrı yaptıkları görüşmelerden olumlu bir sonuç alınamadı. Cenevre’de toplanan konferansa doğrudan taraf olmayan ABD’nin temsilcisi olarak eski dış işleri bakanlarından Dean Acheson’u göndermesi yine Sovyetlerin tepkisine yol açtı. Taraflara sunulan Acheson Planı’ında, Türkiye’ye Ada’nın kuzeyinde bir üs verilmek suretiyle Enosis gerçekleştirilmek isteniyordu. Fakat Makarios’un NATO ülkelerine üs verilmemesinden yana olan tutumu, Kıbrıs’taki demokratik güçler tarafından da desteklenerek, planı başarısızlığa uğrattı. Haziran ayı içinde Enosis’çi ve antikomünist bir CIA ajanı olan Grivas’ın adaya dönüşü ve Yunanistan aracılığı ile emperyalistlerin Makarios’a yaptıkları baskılar, Sovyetlerin Makarios’u destekleyici tutumunun devamını sağladı.

Türk Hükümeti’nin 8-9 Ağustos tarihlerinde Erenköy bölgesindeki Türklere karşı Grivas önderliğinde girişilen saldırıları durdurmak amacıyla havadan Rum bölgelerini bombalaması üzerine, Cenevre’de bulunan Acheson, sorunun Amerika’nın zorlaması ile değil de, Türkiye ve Yunanistan arasında barışçı yollarla çözümlenmesi gerektiğine inandığını söyleyerek Amerika’ya döndü.

Amerikan silahları ile donatılmış ve ikisi de NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs için savaşa girmeleri, NATO’nun güney doğu kanadının parçalanmasına yol açacağından Amerika, sorunun barışçı yollarla çözümünden yana görünüyordu. Nitekim 1967 sonunda yine emperyalizmin ajanı Grivas tarafından başlatılan Geçitkale olaylarında da, Amerikan arabuluculuğu hoş karşılansın diye adı bile Kıbrıs’a uygun seçilen Amerikalı bir avukat olan Cyrus Vance arabulucu olarak görevlendirilecekti.

Erenköy bombardımanı üzerine 9 Ağustos 1964’de Türk Hükümetine harekâtın durdurulmasını sağlamak üzere Sovyetler Birliği tarafından verilen notada, Türkiye’nin askeri müdahalede bulunması salık veriliyordu. Türkiye’nin sertleşen tutumu karşısında Yunanistan ve Makarios, Sovyetlerin istemediği Enosis tezini bırakarak “Bağımsız Kıbrıs” tezinden yana çıkmışlardı. Kruşçef’in Türk harekâtı sırasında, önce Makarios’un yardım isteğini cevapsız bırakıp, sonra 30 milyon dolarlık ekonomik yardım için söz vermesi ve Makarios lehine bir politika izlemesi, yardım sorununa yeniden önem kazandırmıştı. Kıbrıslı Rumların kendi topraklarında NATO üsleri kurulmasına asla izin vermeyecekleri ve İngiliz üslerinin Kıbrıs’tan kaldırılması için savaşacaklarının açıklanması ile yardım kapsamı ve ikili anlaşmalarla ilgili olarak Moskova’ya gidileceğini bildiren demeçlerin yayınlanması, Amerika ve İngiltere tarafından tepki ile karşılanıyordu. Sovyetlerin ve tarafsız ülkelerin Enosis’e karşı olmaları üzerine tarafsızlık politikasını geliştirerek, Kıbrıs’ın bağımsızlığının güvenlik altına alınmasını amaçlayan Makarios, 1964 Ekim’inde Kahire’de toplanan tarafsızlar Konferansı’na katılarak destek kazanmak istemiş, Nasır, Tito gibi devlet başkanları ile görüşmelerde bulunmuştu.

Kruşçef’in Başbakanlıktan uzaklaştırılmasından kısa bir sonra başlayan Türkiye Dışişleri Bakanı Erkin’in Moskova gezisi, Türk-Sovyet ilişkileri yönünden olduğu kadar Kıbrıs yönünden de önem taşımaktaydı. Batılı dostlarından (!) çok önemli bir davasında gereken desteği görmeyen Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile olan ilişkilerini gözden geçirmek istemedi yanında, Kıbrıs sorunu ile ilgili Türk tezinin Sovyet Yöneticilerine ayrıntılı olarak anlatılması da bu gezinin önemini ortaya koyuyordu. Görüşmelerden sonra yayınlanan ortak bildirinin Kıbrıs’la ilgili bölümünde, Kıbrıs’ın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünden yana olan Sovyetler Birliği’nin Enosis’e karşı olduğu açıklanmış, fakat Türk tezi olan FEDERASYON’a doğrudan doğruya değinilmemekle beraber, Kıbrıs’ta iki ayrı toplumun varlığı kabul edilmişti. Uzun süreden beri soğuk olan Türk-Sovyet ilişkileri bu görüşmelerle geliştirilmiş, Sovyetlerin Kıbrıs tutumunda kesin bir değişme olmamışsa da Türk tezi lehine bir değişme görülmüştü.

1964 yılı sonlarında Türk parlamento heyetinin Sovyetlere yapmış olduğu ziyareti iade amacıyla 4-15 Ocak 1965 tarihlerinde Türkiye’ye gelen Podgorni başkanlığındaki heyetle yapılan görüşmelerde de ağırlık noktası Kıbrıs konusu olmuştu.

Sovyet Dışişleri Bakanı Gromiko, 21 Ocak 1965 tarihli İsvestia gazetesinin bir sorusuna karşılık olarak verdiği cevapta, “Sovyetler Birliği’nin BM üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğü prensiplerini desteklediğini” belirterek, “bazı NATO çevrelerinin Kıbrıs’ı kendi üsleri durumuna getirmek amacıyla Kıbrıslılara kabul ettirmeye çalıştıkları planların kesin olarak red ve mahkûm edilmesi gerektiğine” işaret ediyordu.   Groımiko, Kıbrıs devletinin iç örgütü konusunda da şöyle konuşmuştu: “Bu, Kıbrıslıların kendilerini, Kıbrıs halkını ilgilendiren bir durumdur. Kıbrıs halkı, Rum ve Türk ulusal toplumlarının özel durumlarının tek, egemen ve birleşik bir Kıbrıs devleti çerçevesinde dikkate alınması ve bunların yararlarının gerçekleştirilmesini mümkün kılacak herhangi bir devlet şeklini bağımsız ve egemen olarak seçebilecektir. Federal bir şekil de seçilebilir. Bu şekil dahi elbette tek, merkezi bir hükümetin, tek bir savunma örgütünün ve keza merkezileştirilmiş bir yönetim ve yargı örgütlerinin varlığını öngörmektedir. Kıbrıslılar kendi tarihi gelenekleri ve memleketlerinin özelliklerini de göz önünde tutarak diğer milletler tarafından bugüne kadar elde edilmiş tecrübelerden yararlanabilirler. Tekrar ediyorum, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Devlet yapısı sorununa bir çözüm yolu bulunması Kıbrıs halkının bizzat çözümleyeceği bir egemenlik konusudur. Bu sorunun çözümlenmesinde her türlü dış karışma girişimi de şiddetle kınanmalıdır.”    

Gromiko’nun bu demeci Türkiye’de olumlu karşılanmış ve şimdiye kadarki Sovyet tutumunun Türk tezi olan Federasyon’a en yakın olanı olarak nitelendirilmişti. Türkiye’nin Ada’ya iki defa çıkarma girişimini “Sovyetlerin karışmasına yol açar”” bahanesi ile durduran ABD ise, Gromiko’nun demecini olumsuz karşılamıştı. O sıralarda Türk hükümetinin bir Amerikan önerisi olan “çok taraflı nükleer güç” (MLF) planına katılmaması, bazı siyasi gözlemciler tarafından Sovyetlerin Türk tezine yanaşmalarının nedeni olarak gösterilmek istenmişti. Sovyetler Birliği, Kıbrıs’ın statüsünü meydana getiren hükümlere karşı olmakla beraber, Zürih ve Londra antlaşmalarının geçerliliğini kabul ederek, Enosis’e karşı olduklarını açıklamıştı. Bunların karşılığı olarak Ankara’da “çok taraflı nükleer güç”e katılmamış, Kıbrıs’ın tarafsızlığına ve İngiliz üslerinin Ada’dan kaldırılmasına karşı gelmeyeceğini bildirmişti.

Öte yandan Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yöneticileri Gromiko’nun demecini tepki ile karşılamış, Yunan Dışişleri Bakanı Kostopulos 22 Ocak’ta verdiği bir demeçte “Kıbrıs topraklarının hangi yerinde bir federasyon kurulabileceğini Gromiko açıklamaktan dikkatle kaçınmaktadır. Çünkü Kıbrıs’taki Türk azınlığı bütün Ada’ya yayılmış olup hiçbir bölgede çoğunluğu teşkil etmemektedir” diyordu. Demeç, Yunanistan’ın gizli komünist partisi EDA tarafından da iyi karşılanmamış ve aynı gün yayınlanan bir bildiride Gromiko’nun görüşünün Kıbrıs’ın bünyesine uymadığı ve kendisiyle aynı fikirde olmadıkları belirtilmişti.

Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, konu ile ilgili olarak verdiği demeçte “Kıbrıs probleminin federal sisteme dayanan bir çözüm şekline bağlanması önerisi, üzerinde tartışma dahi yapılmadan reddedilecektir” derken, AKEL Merkez Komitesi de 28 Ocak 1965’de yayınladığı bildiride, Gromiko’nun ileri sürdüğü federal sistemin Kıbrıs sorunu için bir çözüm yolu olamayacağını açıklamıştı.

Sovyet Parlamento Heyetinin Türkiye’ye Ocak ayında yapmış olduğu geziden sonra, Sovyet Dışişleri Bakanı Gromiko da Türkiye’yi 17-22 Mayıs tarihleri arasında ziyaret etmişti. Görüşmeler başlamadan önce Türk hükümeti Gromiko’dan federasyon üzerindeki fikrini açık olarak istemiş, Gromiko ise bundan kaçınmıştı. Çünkü Sovyetler Birliği Kıbrıs sorununu diğer sorunlardan ayırmış ve Sovyet-Türk ilişkilerinin dikenli Kıbrıs buhranında değil, diğer alanlarda gelişme kaydetmesini istemişti. Ziyaret, Amerikan siyasi çevrelerinde “Türk dış politikasının daha fazla esneklik kazanmakta olduğu” şeklinde yorumlanmış, görüşmelerin değerlendirmesini yapan New York Times gazetesi ise, Türk liderlerinin bu gezintiden hayal kırıklığına uğradığını, çünkü Gromiko’nun “Ada’ya tam bağımsızlık verilmesi” konusundaki Sovyet görüşünü değiştirmeyi reddettiğini ileri sürmüştü. Ortak bildirinin yayınlanmasından sonra Papandreu Sovyetler Birliği’ne yapacağı geziyi iptal etmişti. AKEL de Kıbrıs’ta iki ayrı ulusal toplumun varlığına dayanan çözümün yanlış olduğunu ve bunu kabul etmeyeceklerini yayınladığı bir bildiri ile yineledi.

Başbakan Ürgüplü’nün Sovyetler Birliği’ne Ağustos ayında yaptığı ziyarette de Sovyet Başkanı Kosigin Kıbrıs konusundaki tutumlarının değişmediğini, kesin olarak Enosis’e karşı olduklarını belirterek, “Ada’da tabii olmayan kötü şartlar içinde yaşamak zorunluluğunda olan Türk toplumunun durumlarının düzeltilmesine yardım olanağını inceleyeceğini” söylemişti.

Türk-Sovyet yakınlaşmasına karşı Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarının artan tepkisi, 11-18 Aralık 1965 tarihlerinde BM Genel Kurulu’nda Kıbrıs sorununun görüşülmesi sırasında da devam etti. İlgili devletlerin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik, birlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeye ve bu ülkeye herhangi bir müdahalede bulunmaktan çekinmeye davet edildiği Genel Kurul karar tasarısının oylanmasında Sovyetler Birliği ve Doğu Blokuna bağlı devletlerin çekimser kalmaları, AKEL tarafından yayınlanan bir bildiri ile yerildi. 1966 yılının ilk ayında AKEL liderlerinin Moskova’daki görüşmelerinden sonra yayınlanan ortak bildiride yine adada iki ayrı ulusal toplumun varlığı kabul ediliyor ve böylelikle Kıbrıs Komünist Partisi AKEL, o zamana kadar ilk defa olarak herhangi bir konuda Sovyet görüşünden ayrılıyordu. 1966 Mart'ında yapılan 11. Parti Kongresinde konuşan Parti Lideri Papaioannu, ikili ve zıt durumun kabulünden başka bir çare olmadığını bildiriyordu.

1966 baharında Kıbrıs sorununa bir çözüm yolu bulmak için NATO örgütü yeniden konuya eğildi. Kıbrıs bunalımından beri ilk kez doğrudan doğruya NATO’nun bu konuyu ele alıp çözümlemeye çalışması, Sovyetler Birliği’nin tepkisi ile karşılandı. Ada’yı NATO’nun batmaz bir uçak gemisi haline getirmek ve İngiliz üslerinin korunmasını öngören ve iki yıl önce Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios tarafından reddedilen Acheson planı, bu kez yeni bir şekle sokularak ortaya çıkarılmak isteniyordu. Fakat konunun NATO’da görüşülmesinden olumlu bir sonuç alınamamış ve tarafları uzlaştırmak olanağı bulunamamıştı. 1966 yılı Ekim ayında Kıbrıs konusundaki Rum görüşünü anlatmak ve destek aramak üzere çıktığı Güney Amerika Ülkeleri’ni ziyareti sırasında Makarios, ABD’ne de uğramıştı. Bu arada Kıbrıs bayraklı gemilerin Kuzey Vietnamlılara silah taşıdığı haberleri üzerine ABD, Kıbrıs’a devam etmekte olan Amerikan yardımını Kasım ayında kesti.

20-27 Aralık 1966 tarihlerinde Türkiye’yi ziyaret eden Sovyet Başbakanı Kosigin’in Türk-Sovyet ilişkilerinin iyi komşuluk çerçevesi içinde yürütülmesi ve ekonomik bağlantıların geliştirilmesini amaçlayan gezisinde, Kıbrıs sorunu yine görüşülmüş, fakat ortak bildiride Kıbrıs’a gönderilen Çekoslovak silahları ile Federasyon konusuna hiç değinilmemesi dikkatleri çekmişti. Kosigin’in Türkiye’ye yapmış olduğu ziyaret, gerek Kıbrıs Rum çevreleri ve gerekse Yunanistan’da sert tepkilere yol açmıştı.

1967 yılı Şubat ayı içinde Türk-Yunan ikili görüşmelerinin kesilmesinden sonra toplanan ve Makarios’un da katıldığı Yunan Kıraliyet Konseyi, Kıbrıs konusunda “toprak bedelsiz ENOSİS” kararı almıştı.

21 Nisan 1967 darbesiyle Yunanistan’da sağcı bir Cunta’nın yönetimi eline alması, Kıbrıs sorununda da yeni gelişmelere yol açtı. Son 6 aya kadar Yunanistan’da sol eğilimli olarak tanınan Papandreu’dan sonra gelen yöneticilerin sağ eğilimli olmaları, Cunta eğiliminin ise koyu sağcı olması, Sovyetlerin sert tepkisi ile karşılanmıştı.

Kıbrıs sorununa bir çözüm yolu bulmak için Türk-Yunan ikili görüşmelerinin tekrarı yolunda yapılan ön temasların olumlu sonuç vermemesinin ve Yunan Hükümeti’nin teklif olarak “Enosis’e karşı toprak verelim” şeklindeki şartları; bunun yanında, zamanla Cunta hükümetinin Kıbrıs Rum çevrelerinde sevilmeyip, Kıbrıs’ta bağımsızlık akımının güçlenmesi, Türk hükümetini Makarios ile anlaşmaya zorlamıştı. Bu durum ise Cunta hükümeti ile ona karşı gelen Makarios yönetiminin ilişkilerini bozmuş ve hatta Kıbrıs’ta cunta tarafından hazırlanan ve amacı Makarios’u devirmek olan “Yıldırım Planı”nın uygulama söylentileri dolaşmaya başlamıştı. Bunun üzerine Sovyetler Birliği, Atina hükümetini sert bir bildiri ile uyarmış, Sovyetlerin asla Enosis olamaz şeklindeki tutumları ABD’inde tepkilere yol açmıştı. Pravda’da çıkan bir yazıda Washington ve Kıbrıs’taki istihbarat örgütü ile CIA ajanlarının faaliyetlerini süratle artırdıkları ileri sürülmüştü.

5 Temmuz 1967 tarihinde yine Pravda’da yayınlanan Sovyet bildirisinde, Yunanistan’daki Cuntacı Albayların Amerika ile olan güçbirliğine değinilerek, rejimin bazı NATO ülkeleri ile birlikte Kıbrıs’taki Makarios Yönetimini devirerek, Batı yanlısı askeri bir diktatörlüğün Kıbrıs’ta da kurulması için girişilen çalışmalar protesto ediliyordu. Kıbrıs’ın bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü parçalamak için Yunanistan, ABD ve diğer NATO üyesi ülkelerin gizli planlar hazırlamakta olduğu, Kıbrıs’ın iç işlerine dıştan müdahale edilmemesi gerektiği ve Kıbrıs’ın geleceği için sadece Türk ve Rum toplumlarının söz hakkı olduğu belirtiliyordu. Bildiride devamlı emperyalistlerin Kıbrıs’ı komünist ülkeler, Arap devletleri ve ulusal kurtuluş hareketlerine karşı bir NATO üssü olarak kullanmak istemeleri kınanıyordu. Her türlü siyasi faaliyetin tatil edildiği ve demokrasinin ayaklar altına alındığı Yunanistan’daki faşist rejime AKEL’in de kesinlikle karşı çıkması Sovyetler Birliği ile Kıbrıs Komünist Partisini tekrar birbirine yaklaştırıyordu.

1966 yılı sonunda Sovyet Başbakanı Kosigin’in Türkiye’ye yapmış olduğu ziyareti iade amacıyla 19-28 Eylül 1967 tarihlerinde Türkiye başbakanı Süleyman Demirel, Sovyetler Birliğini ziyaret etmişti. Daha çok iki ülke arasındaki ilişkileri daha da geliştirmek amacı ile yapılan bu ziyaretin, bir hafta kadar önce Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak Keşan’da yapılan Türk-Yunan görüşmeleri sonunda yapılmış olması, Kıbrıs konusuna önem kazandırıyordu.

Daha önce, Türkiye’nin de onayı alınarak, “komünizmi önleme” gerekçesiyle Ada’ya sokulan 15 bin Yunan askeri Grivas’ın kumandasında hizmete hazırdı. 15 Kasım 1967’de Makarios’un haberi olmadan Geçitkale saldırısı düzenlenmiş ve çarpışmalar 1963 sonundaki kadar ciddi sonuçlar doğurarak, Türkiye’nin seferberlik ölçüsüne varan askeri hareketlere girişmesine yol açmıştı. Bu olay sonunda Demirel Hükümeti, kesin olarak müdahale kararı almış ve bunun uygulanmasına ramak kalmışken, bilindiği gibi Amerikan temsilcisi Cyrus Vance’ın arabuluculuğu ile Türkiye’nin bütün şartları kabul edilerek anlaşmaya varılmıştı. Bu anlaşma ile Kıbrıs’ta kontenjan dışı bulunan 15 bin Yunan askerinin adadan çıkarılması ve Grivas’ın da bir daha Kıbrıs’a dönmemek üzere adayı terk etmesi gibi şartların kabul edilip uygulanması, Türkiye için gerçek bir başarı idi.

1968 yılı Şubat ayında, 1960’dan bu yana ilk kez yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde Başpiskopos Makarios yine Kıbrıs Rum toplumu tarafından %96.6 çoğunlukla seçiliyor ve onun Kıbrıs’ın tam bağımsızlığı ve egemenliği için sürdürdüğü politika onaylanıyordu. Yunan Cuntasının desteklediği ve Enosis’ten yana olan ikinci aday Dr. Evdokas, bağımsızlık ve demokrasiden yana olan Rum halkının ezici bir çoğunluğu tarafından reddedilirken, seçimleri kazanan Makarios, 4 yıldan beri kendilerini Kıbrıs hükümetinden tecrit eden Türk bölgelerine karşı uyguladığı askeri ve ekonomik ablukayı 9 Mart 1968’den itibaren kaldırma kararı alıyordu. Bundan sonra, 31 Ekim 1967’de ada’ya gizli olarak sandalla çıkıp yakalanan ve sonradan Türkiye’ye iade edilen, Türk toplumunun fanatik lideri Rauf Denktaş’ın adaya girmesine izin verildi.

Türkiye ile Yunanistan’ı bir savaşın eşiğine getiren Geçitkale saldırısı son savaş denemesi olmuştu. NATO’nun güneydoğu kanadını oluşturan bu iki ülkenin çatışması, Amerikan emperyalizminin çıkarlarını zedeleyecekti. Artık anlaşma için görüşme masasına oturmaktan başka bir çözüm yolu olmadığı anlaşılıyordu. Başta BM olmak üzere ilgili tarafların çabalarıyla görüşme ortamı hazırlanarak, 24 Haziran 1968 tarihinde BM Genel Sekreteri’nin özel temsilcisi Osorio Tafall tarafından açılan ikili görüşmelerde, Türk toplumunu Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş, Rum toplumunu da Temsilciler Meclisi Başkanı Glafkos Klerides temsil etmekte idi. Taraflarca kaplumbağa hızı ile sürdürülen bu görüşmelere 1971 Eylül’üne kadar devam edilmiş, sonunda çıkmaza girdiği duyurularak kesilmişti.

Bu arada Kıbrıs Rum toplumu içinde faşist Yunan cuntasına karşı tepkiler artarken, Yunanistan da Kıbrıs Rumları üzerindeki baskısını artırmıştı. Kıbrıs Rumları arasında bağımsızlıktan yana olan demokratik güçlerin gittikçe ağır bastığı ve adanın süratle Atina’nın kontrolünden çıkmakta olduğunu gören Amerikan emperyalizminin güdümündeki Cuntacı Albaylar, çeşitli oyunlarla Kıbrıs’ta üstünlük elde etmeye çabalıyorlardı. Rum Milli Muhafız ordusu, Cunta tarafından özel olarak seçilip Kıbrıs’a gönderilen en koyu sağcı Yunan subayları tarafından eğitilip yönetilmekteydi.

1969 yılının 12-21 Kasım tarihleri arasında Türkiye Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Sovyetler Birliği’ne yaptığı resmi ziyaret, 1964 yılından beri iki komşu ülke arasında başlamış olan karşılıklı ziyaretlerin en yüksek düzeyde olanını teşkil ediyordu. Türk-Sovyet tarihinde ilk kez bir Cumhurbaşkanı Sovyetler Birliğini resmen ziyaret etmekte idi. İki yıla yakın bir süredir devam edegelen Kıbrıs’taki toplumlar arası görüşmeler, Sovyetler Birliği tarafından destekleniyordu. Sovyet Prezidyumu Başkanı Podgorni, Sunay tarafından onuruna verilen bir yemekte yaptığı konuşmada, Kıbrıs sorununa da değinmiş ve Sovyetlerin Kıbrıs sorununa tüm Kıbrıs halkının çıkarlarını göz önüne alacak barışçı bir çözüm bulunmasından yana olduğunu belirtmişti. Görüşmeler sonunda yayınlanan ortak bildiride Türk ve Sovyet hükümetlerinin, Kıbrıs’taki Türk ve Rum Toplumları temsilcileri arasında yapılmakta olan görüşmelerin iki toplumun meşru hak ve menfaatlerini hesaba katacak şekilde ve Kıbrıs devletinin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü esasına dayanan barışçı bir nihai çözüme yol açacağı ümidinde oldukları belirtiliyordu.

Türkiye Cumhurbaşkanının Sovyetler Birliğine yaptığı bu ziyaret, Kıbrıs Rumları tarafından yine olumsuz karşılanmış ve ziyaretin başlangıcında Lefkoşa’da bulunan Kıbrıs’ın Moskova Büyükelçisi, Makarios tarafından derhal Moskova’ya geri gönderilmişti. Ayrıca AKEL, Kıbrıs-Sovyet ilişkilerinin devlet başkanları düzeyinde yürütülmesi için çalışmalara girişmişti. 16-25 Ocak 1970 tarihleri arasında Kıbrıs’ı ziyaret eden Sovyetler Birliği Komünist Partisi heyeti ile AKEL’in yayınladıkları ortak bildiride, Kıbrıs’ın üslerden arınması isteniyor, tam bağımsızlık ve egemenliğin korunmasından yana olan Kıbrıs Hükümetinin politikası destekleniyordu.

Amerikan emperyalizminin sadık uşağı Yunanistan’ın Enosis’i gerçekleştirerek, NATO’yu Doğu Akdeniz’e kadar uzatmayı amaçlayan Kıbrıs’taki çalışmaları, sürekli olarak devam ediyordu. 25 Ocak 1970’de bu yönde faaliyet gösteren gizli bir örgütün varlığı Tass Ajansı tarafından dünya kamuoyuna duyuruldu. Yunanistan’dan gönderilen faşist subaylarla işbirliğinde bulunan CIA ajanları, Temmuz ayında, 1960’dan beri ilk defa genel seçimlere gidecek olan Kıbrıs’ta, 10 yıldır sürdürülen demokratik rejimi yıkmak için çeşitli planlar düzenliyorlardı. O sıralarda Amerika’nın desteği ile Yunanistan’daki Albaylar Cuntası’nın Kıbrıs için özel bir plan hazırladığı, Avrupa basını tarafından da açıklanmıştı. Bu plana göre Kıbrıs Cumhurbaşkanı suikast yapılmak suretiyle tasfiye edilecek, adadaki “Solcu” Rumlar da Yunanistan’da olduğu gibi temizlenip sindirildikten sonra ENOSİS ilan edilerek Kıbrıs Yunanistan’a bağlanacaktı.

Nitekim 9 Mart 1970 günü, Başkanlık sarayından havalanan ve Makarios’u taşıyan helikoptere ateş açılarak Kıbrıs Cumhurbaşkanı öldürülmek istenmiş, fakat Makarios yaralanmadan kurtulmuştu. Olaydan sonra yapılan soruşturmada eski içişleri bakanı Yorgacis’in evinde silah ve patlayıcı maddeler bulunmuş, Enosis yanlısı Milli Cephe’den 11 kişi tutuklanmıştı. Bir hafta sonra da Yorgacis öldürüldü. CIA bu sadık adamını görevini beceremediği için en acı şekilde cezalandırmıştı.

Amerikan emperyalizmi ve onun işbirlikçileri durumunda olan faşist Yunan albayları, Kıbrıs’ta gittikçe güç kazanarak gelişen ve adanın tam bağımsızlığından yana olan AKEL’in 1960’dan sonra 5 Temmuz 1970 günü yapılacak ilk genel seçimlerde fazla sandalye kazanmasını istemiyor, tüm çalışmalarını da hep bu doğrultuda düzenliyordu. Yuınanistan’ın, AKEL’in seçimlerde yediden fazla aday göstermesi halinde Kıbrıs’ta hükümet darbesi yaptıracağını ileriye sürmesi, Kıbrıs Rum halkı arasında genmiş desteğe sahip olan Emekçi Halkın İlerici Partisi’ni, 1960 seçimlerinde olduğu gibi Makarios’a pazarlık masasına oturarak 9 kişilik kontenjan üzerinde anlaşmaya zorladı. Oysa AKEL, rahatlıkla elde edebileceği mutlak çoğunlukla 35 kişilik olan Temsilciler Meclisindeki Rum sandalye sayısından en az 20’sini kazanabilirdi. Böyle bir ortamda seçimlere giren AKEL, yayınladığı bir bildiri ile Meclis’te çoğunluk sağlamak peşinde olmadığını açıkça duyurmuştu. Seçimlerde çoğunluğu kazandığı takdirde, esas amaçları solu tasfiye etmek olan emperyalizmin emrindeki faşist yeraltı örgütleri, AKEL’i tasfiye etmek amacıyla harekete geçmek için sağlam bir gerekçe bulmuş olacaklar, hatta Yunan Cuntası geçmişte olduğu gibi “Komünistlerden arıtmak”, “dizginleri elden kaçırmamak” gerekçeleri ile Amerika ve Türkiye’nin iznini kopararak Kıbrıs’a müdahale edebilecekti.

Yapılan genel seçimler sonunda geçerli oyların %40’ını toplayan AKEL adayları, seçime katıldıkları 9 bölgede de başarı kazanarak, Meclis’teki 35 Milletvekilliğinden 9’unu elde ettiler. Yeni kurulan Sosyalist EDEK partisi de iki sandalye kazanmış, ılımlı sağcı Birleşik Parti 15 Milletvekili çıkarıyordu. Kazanılan oylara göre sandalyelerde görülen orantısızlık kullanılan “Geniş bölgeli basit çoğunluk sistemi”nden ileri gelmekte idi.

Ekim 1970’de ABD’ni ziyaret eden Başpiskopos Makarios, Başkan Nixon’la toplumlar arası görüşmeler ve diğer konular üzerinde temaslarda bulunmuş ve Türkiye ile Yunanistan’ın Kıbrıs’ta yaşayan Türk ve Rum toplumlarına karışmadıkları takdirde sorunların çözümlenebileceğini açıklamıştı.

1971 yılı ilkbaharında Türkiye’de de Yunanistan’daki gibi bir rejim kurma çabaları sürdürülürken, ABD’nin öncülüğünde hazırlanan bir plan gereğince Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs’ paylaşmaya ve böylece adayı NATO’nun Akdeniz’deki bir üssü durumuna getirmeye hazırlandıkları söylentileri dolaşmaktaydı. 1971 Mayıs’ının ilk haftasında ABD Dışişleri Bakanı Rogers’in Ortadoğu’ya yaptığı gezinin hemen ertesinde, Kıbrıs devlet başkanı Makarios, Sovyetler Birliği’ne bir hafta süren bir ziyaret yapmıştı. Başbakan Kosigin’in onuruna verdiği bir yemekte konuşan Makarios, Sovyetler Birliği’nin Kıbrıs sorunu karşısında gösterdiği anlayışı övmüş ve ülkesinin Kıbrıs’a ait sorunlara dışarıdan gelebilecek müdahalelere karşı siyasi ve coğrafi bütünlüğü ile bağımsızlığını ve egemenliğini korumak azminde olduğunu belirtmişti. Kosigin de yaptığı cevabi konuşmada, Kıbrıs’ın üç kıtanın kavşak noktasında olduğunu hatırlatarak, Sovyetler Birliği’nin Kıbrıslı. Rumlar ile Türklere aynı saygıyı beslediğini söylemiş ve iki topluluğun aralarındaki anlaşmazlıkları görüşmeler yolu ile çözmelerini dilediğini bildirmişti. Gezi sonunda yayınlanan ortak bildiride, Kıbrıs’ın bağımsızlığı ilkesi bir kez daha doğrulanıyor, Sovyetlerin Kıbrıs’ın bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne karşı yapılacak her harekete karşı olduğu yeniden duyuruluyordu. Bunun yanında Sovyetlerin ilk defa “iki ulusal toplum” deyimini kullanmamış olması ve “Kıbrıs Halkı”ndan söz edilmesi ilginç değişmelerdi.

Makarios’a karşı düzenlenen başarısız suikast teşebbüsünden sonra Yunan Cuntasındaki faşist albaylar, Başpiskoposu gözden düşürmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Papadopulos başkanlığındaki Cunta, Makarios’un çekilmesini ve Kıbrıs’ın başına başka bir liderin geçmesini istiyordu. Çünkü Makarios Kıbrıs’ı Yunanistan’la birleştirmeyi reddetmekte, tarafsızlık politikasından ayrılmamakta ve Emekçi Halkın İlerici Partisi AKEL’i kanun dışı ilan etmemekteydi. Görünürdeki görevleri Rum Milli Muhafızlarını eğitmek olan ve Atina’dan Kıbrıs’a gönderilen 650 subay, Rum Milli Muhafızlarını Başpiskopos aleyhine kışkırtmakla görevlendirilmişti. CIA tarafından kotarılan planlara göre, Cunta ilk önce Ada’ya gönderilecek eski ajan Grivas’ın yardımı ile Makarios’u devirmeyi, sonra da Grivas’tan kurtulmayı tasarlıyordu. Bundan sonra “Çifte Enosis”e gidilecek ve ada artık ortak bir Türk-Yunan askeri komutanlığı tarafından yönetilecekti. Böylece NATO’ya sokulacaktı. ABD bu planı destekliyor, fakat Makarios yine direniyordu. Başpiskopos’un son Moskova ziyaretinden sonra, Papadopulos harekete geçmeye karar verdi ve Makarios’tan Türkiye’ye taviz vermesini istedi. Makarios ise buna karşı koyarak, istekleri reddetti. Bundan sonra Atina’daki Albaylar rejimi ile Makarios’un arasının en kötü olduğu bir dönemde, emekliye ayrılan Grivas, CIA’nin yönettiği Yunan Gizli Servisi tarafından 1971 Eylül’ünde, 1967 anlaşmasına aykırı olarak gizlice Kıbrıs’a gönderildi. Bu olay karşısında tarafların tepki göstermesi beklenirken, garantör devletler susmayı tercih ettiler. Ada’nın batmayan bir uçak gemisi olarak NATO’ya kazandırılması için Kıbrıs sorunu bir an önce çözümlenmeli idi. 3 yıldır sürdürülmekte olan toplumlar arası görüşmeler de bu dönemde çıkmaza girdiği gerekçesi ile durdurulmuştu.
Papadopulos, “Amerikalılar da bizimle aynı fikirde, Makarios gitmelidir, Makarios’tan kurtulur kurtulmaz Kıbrıs’ı NATO’ya sokacağız” diye açıkça planlarını ortaya koyuyordu. Makarios-Grivas çatışması şeklinde bir ortam hazırlandı.

Grivas’a göre, 1955 yılında ENOSİS için Makarios’la birlikte yemin etmişler, fakat Başpiskopos kendisine danışmadan Zürih ve Londra Andlaşmalarını imzalamıştı. Birinci aşamada, Enosis’in gerçekleştirilmesinden yana olmayan Makarios devrilmeli, sonra da Kıbrıs Yunanistan’la birleşmeliydi. Enosis’e olan inancının tam olduğunu, bunu gerçekleştirmek için gerek politik, gerekse askeri güçleri denemekten kaçınmayacağını ilan eden 74 yaşındaki General, Makarios’a karşı örgütlediği sağ gerillalarla EOKA-B’yi kurmuştu. Maskeli-silahlı adamların Ada’nın çeşitli karakollarını basarak silah ve cephane kaçırmaları, bombalar patlatarak, muhalifleri dövüp hırpalama gibi tedhiş hareketleri, EOKAS’nın 1960’tan önceki eylemlerini hatırlatıyordu. Grivas’ın saklandığı yeri bilen Rum polisi, onu yakalamak için en ufak bir harekete girişmemiş, Makarios ise Grivas’ın tutuklanmamasının nedenini onu halkın gözünde kahraman yapmamak olarak açıklamıştı. 

Tedhiş hareketlerinin Kıbrıs Rumları arasında bir kardeş kavgası doğuracağından endişe ettiğini belirten Yunan Cunta hükümeti, 13 Şubat 1972 tarihinde Makarios’a bir nota göndererek, garantör devletlerden biri sıfatıyla bu girişimde bulunduğunu ve Zürih ve Londra andlaşmalarının yürürlükte olduğunu hatırlatmış, Makarios’un Kıbrıs Rum hükümetinde Grivas’çı elemanlara da yer vererek, antikomünist bir “Milli Birlik” hükümeti kurmasını istemişti. Notaya göre Ocak ayında Kıbrıs’ın gizlice satın aldığı 25 milyon dolar değerindeki Çek silahları BM Barış Gücü’ne devredilmeli, Atina’nın Helenizmin merkezi olduğu ve Yunanistan’ın bu konuda Kıbrıs’tan önce söz hakkı bulunduğu kabul edilmeliydi.

Bu arada ABD’nin Lefkoşa Elçiliği boş durmuyor ve Makarios hükümetini devirmeyi amaçlayan planlar hazırlamaya devam ediyordu. Fakat binlerce Kıbrıslı Rum, işçi ve çiftçi birliklerinin 4 Mart 1972 tarihinde düzenledikleri gösterilerde Makarios’u Kıbrıs’ın Dini ve Politik Lideri olarak desteklediklerini duyuruyor ve Cunta aleyhtarı sloganlar haykırıyorlardı. Yapılan konuşmalarda tek kelime ile bile ENOSİS’ten söz edilmemiş olması dikkate değerdi.

1971 yılından sonra Kıbrıs’ta Rumlar arasında meydana gelen olaylar ve dolayısıyla Atina-Lefkoşa ilişkilerini etkileyen durumun baş sorumlusu olarak hep Grivas gösterilmek istenmişti. Hâlbuki Grivas, çirkin oyunun ihtiyar asker rolünde bir kuklasından başka bir şey değildi. 1967 yılından sonra oynanan gizli oyunları sezinleyen Makarios, dizginlerini Yunanistan’dan koparmayı başarmıştı. Gerçekte oyunu oynatanlar arasında Yunanlı subayların, eski politikacıların, Kıbrıs’ı sömürmeye hazırlanan Yunanlı iş adamlarının ve hatta Atina’da görevli bazı yabancı diplomatların bulunduğu artık herkesçe bilinmekte idi. Bütün iplerin Amerikan emperyalizminin elinde olduğu gün gibi ortaya çıkmıştı. 

Yunanlı sanayiciler ve ihracatçılar Kıbrıs’ı Yunanistan’ın bir parçası olarak görmekte ve bütün çalışmalarını bu düzeyde yapmaktaydılar. Birçok Yunanlı ithalatçı, yabancı ülkelerden mümessillikler alırken, Kıbrıs’ı da Yunanistan’a katmakta ve Ada’daki ithalatı doğrudan doğruya kendileri yapmak istemekteydiler. Ada’da kendi maaşlı mümessillerini bulunduran Yunan şirketleri, Kıbrıslı tüccarları ayrı tutarak, adeta Yunanistan’ın bir ilinde çalışır gibi işlem yürütmekteydiler. Yunan kaynaklarına göre, 1972 yılında Kıbrıs’a yapılan ihracat 6.5 milyon Kıbrıs lirasını bularak rekor bir düzeye ulaşmış bulunuyordu. Bu durum, Kıbrıs Rum tüccarlarını tedirgin etmiş ve yapılan çalışmalarla birçok yabancı şirketin Kıbrıs mümessillikleri Yunanlılardan alınarak, doğrudan doğruya Kıbrıslılara verilmişti.

Enosis bugün Türkler tarafından istenmediği gibi, artık Rum tarafının çoğunluğunca da istenmemektedir. Bağımsız Kıbrıs’ta hayat standardı Yunanistan’a oranla çok yükselmiş ve gsmh ikinci beş yıllık plan sonunda %10 artmıştır. Ortalama milli gelir de son 10 yıl içinde 10 kat artmıştır. Kıbrıs Rumları, demokratik rejimleri yerine, faşist Yunan Cuntası tarafından yönetilmek istememektedirler. Enosis artık modası geçmiş bir düşünce olarak kabul edilmektedir. Enosis’in gerçekleşmesi halinde, Kıbrıs ekonomisi artık uluslararası pazarlara doğrudan doğruya açılamayacak, Yunanistan’ın dış ticaretine bağlı kalacaktır. Böyle bir durumda Kıbrıs’ın bugünkü hayat şartlarını koruyamayacağı kesindir. Çünkü Kıbrıs’taki hayat düzeyi Yunanistan’dakine oranla kar kat daha yüksektir. Öte yandan Kıbrıslılar, Commonwealth sayesinde çoğunluğunu tarım ürünlerinin oluşturduğu mallarını büyük pazarlarda satabilmektedirler. İhracatının %31’ini İngiltere’ye yapan Kıbrıs, Yunanistan’a yalnızca %5 oranında mal ihraç etmektedir. Aynı durum kendisini ithalatta da göstermektedir. Toplam ithalatının %38’ini İngiltere’den yapan Kıbrıs, Yunanistan’dan yalnızca %4.5 oranında mal satın almaktadır.

Kıbrıs’taki gsmh, Yunanistan’dakine oranla her yıl iki kat artmaktadır. Nitekim bu artış %10’u bulmuştur. Kıbrıs’taki işsizlik oranının .%1’in altında olmasına karşılık, Yunanistan’da çalışabilir her yüz kişiden en az dördü işsizdir. Kişi başına düşen yıllık ortalama gelir gerçi her ülkede de aynı olup, 3 bin Markı bulmaktadır, ama Kıbrıs’taki satın alma gücü Yunanistan’dan çok daha yüksektir. Hepsinden önemlisi Yunanistan’da siyasi baskı vardır ve politik partilerin faaliyetleri tatil edilmiştir. Basın sansür altındadır. Oysa Kıbrıs’ta her türlü politik düşünce yıllardan beri halk arasında kazandığı büyük desteği sürdürebilmekte ve düşünce özgürlüğünün tadına varılmaktadır.

Şubat 1973’de yapılan Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin önlenmesi için Enosis’çi EOKA B örgütünce sürdürülmekte olan tedhiş hareketleri artırılmışsa da, bu eylemler Kıbrıs Rumlarını Makarios’un etrafında daha sıkı toplanmaya itmiştir. Başta AKEL olmak üzere Kıbrıs’ın belli başlı siyasi güçlerinin desteğiyle ve rakipsiz %96.6 çoğunlukla; üniter devlet, Kıbrıs’ın toprak bütünlüğü ve “mümkün olan çözüm” parolasıyla seçilen Başpiskopos Makarios’un karşısına bu kez Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesine bağlı Sinod Meclisi’nin 3 piskoposu çıkarılmıştır. Din işleri ile dünya işlerinin aynı kişide birleşemeyeceği gerekçesiyle Makarios’un görevinden çekilmesi isteği bir yıl önce de ileriye sürülmüş, Makarios ise tarihten örnekler göstererek bu isteği reddetmişti. Siyasi gözlemciler tarafından ciddiyetle bağdaşmayan bir davranış olarak nitelenen piskoposların bu girişimi, Yunan Kilisesi tarafından da kınanmış ve Makarios’un başarısı kutlanmıştı.

Kıbrıs’ta bir iç çatışma çıkarmak, anti-emperyalist güçleri ezmek ve Enosis’i gerçekleştirmek amacıyla Amerikan emperyalizmi tarafından Ada’ya gönderilen eski CIA ajanı Grivas’ın Makarios’u devirme teşebbüsleri başarısızlığa uğrayınca, Atina’daki Cuntacı Albaylar, Başpiskopos’la daha bir süre birlikte yaşamak zorunda olduğunu anlamış ve Türkiye’ye 1959 andlaşmalarına sadık olduğunu bildirerek, Enosis istemeyeceğine dair teminat vermişti. BM Genel Sekreteri Waldheim’ın girişimi ile genişletilerek Kıbrıs’taki iki toplum temsilcileri yanında Türk ve Yunan anayasa uzmanları ile Genel Sekreterin Özel temsilcisinin de katılmasıyla Haziran 1972’de başlatılan beşli görüşmelerin, 1973 yılı Ağustos ayında birinci dönem çalışmaları sona ererken, taraflar olumlu bir sonuca ulaşmakta olduklarını açıklamışlardı. Grivas, Atina’ya da başkaldırıyor ve Ada’nın çeşitli yerlerinde sürdürdüğü tedhiş eylemlerini artırıyordu. Kıbrıs Hükümetine bağlı polis karakolları bombalanıyor, çeşitli silah ve patlayıcı madde hırsızlıkları devam ediyordu. Grivas’ın saklandığı yerden yönettiği ENOSİS yanlısı sağcı gerillalar, 27 Temmuz günü Kıbrıs Hükümetinin Adalet Bakanı Vakis’i kaçırdılar. EOKA B örgütü adına konuşan Grivas, Bakanın serbest bırakılması için Makarios’un başkanlıktan çekilmesini ve yeni bir başkan için seçim yapılmasını istiyordu. Grivas’ın sadece seçim şartını memnuniyetle karşılayacağını bildiren Cumhurbaşkanı Makarios, demokratik bir mücadele için Grivas’ın gizlendiği yerden çıkarak, kanun kaçağı olmaktan kurtulması gerektiğini söylemiş ve şantaja boyun eğmeyeceğini tekrarlayarak, “Seçimlere girelim, ama seçilmezse Grivas Ada’dan çıkmalıdır” diye karşılık vermişti. Düzenlediği bir basın toplantısında konuşan Makarios, Grivas’ın Ada’daki faaliyetlerine değinmiş ve onun amacının artık anlaşıldığını, bu amacın kendisini devirmek değil de, adada Türk ve Rum toplumları arasında yürütülmekte olan görüşmeleri baltalamak olduğunu söylemişti.

Ağustos 1973’te Papadopulos, kendisine başkaldırmış olan Grivas’ın Kıbrıs’ta yarattığı karışıklıkları ilk kez kınamış ve Ada’da silahlı faaliyetlere hemen son vererek, gizli örgütünü dağıtmaya çağırmıştı. Yunanistan Cumhurbaşkanı ülkesinin Kıbrıs siyasetinin sorunun toplumlar arası görüşmeler yoluyla çözümlenmesi temeline dayandığını açıklıyordu. Yunan Hükümeti, Makarios’tan fazla hoşlanmamakla beraber, Grivas’ın tedhişçiliğini sert bir şekilde eleştirmekte idi. Atina’nın ültimatom niteliğindeki çağrısı, Makarios’u destekleyen davranış olarak nitelenirken, EOKA’cılar üzerinde soğuk bir duş etkisi yapıyordu. Grivas’ı da üzen, çileden çıkaran buydu. Makarios’un solcuları şımarttığı, Doğu bloku ile içli dışlı olduğunu Papadopulos da bildiği halde bu çağrıyı niye yapmıştı? Grivas, olayı bir türlü sindiremiyordu. Atina Makarios’un hareketlerini kısıtlamak için Grivas’ı panzehir olarak kullanıyor, zaman zaman da kolluyordu. Kıbrıs’taki Yunan Alayı’na küfredip, Yunanlı subaylar dövülürken, Grivas taraftarları Atina’yı tutuyordu, ama Papadopulos’la da araları iyi değildi. Grivas’ın 21 Nisan darbesine karşı olan kralcı subayları etrafına toplaması ve Yunan Alayı ile Rum Milli Muhafız Ordusu komutanlarından destek görmesi, Papadopulos’u endişelendiriyordu, görevleri bittikten sonra Yunanistan’a dönecek olan subayların Cunta’ya karşı örgütlenebileceğinden korkuyordu.

25 Kasım 1973’de askeri bir darbe ile yenilenen yeni Cunta kadrosunun başında yer alan Gizikis, Bonanos ve Ioannides gibi generaller, Kıbrıs’ta görev yapmış ve Grivas’ın dostları olarak bilinmekteydi. 1973’ün son aylarında Grivas taraftarlarına karşı girişilen temizlik hareketinden sonra, Grivas’çıların belleri kırılmıştı. Buna tepki olarak Atina, Makarios’a endişelerini belirterek, Grivas’çıların rahat bırakılmasını istedi.

Uzun süredir rahatsız olan Grivas’ın ölümünden sonra, Yunanistan’ın mutlak kontroluna geçen EOKA B,  Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleştirilmesi mücadelesini sürdüreceğini açıklamış ve Makarios’un silahları teslim önerisini reddetmiştir. Grivas’ın ölümünden önce EOKA B’nin başına getirdiği Yunanlı Binbaşı Karuzos, yüksek rütbeli Yunanlı subayların örgütü ele geçirmelerinden sonra reorganizasyon çerçevesinde saf dışı edilmiştir. Grivas gibi zaman zaman Yunanistan’a karşı çıkmış olan Karuzos, Makarios ile uzlaşıcı bir kimse sayıldığı için Atina’ya alınmış ve yerine sert, uzlaşmaz ve hedefe silah kullanarak varılmasından yana olan Dertilis getirilmiştir. Dışarıdan kışkırtılan kanun dışı EOKA B örgütüne bağlı tedhiş grupları halen adadaki barışı bozucu nitelikteki eylemlerini sürdürmektedirler. Enosis’çi grupların iplerinin ucu Atina gerici çevrelerine, oradan da NATO savaş kundakçılarına kadar ulaşmaktadır. Amaç, Kıbrıs’ın bağımsızlığına kastetmek ve adayı sosyalist ülkelerle Arap ülkeleri yakınında bir NASTO askeri üssü haline getirmektir. Grivas’ın aradan çıkarılmasından sonra Yunanistan, Kıbrıslı Rumların içişlerine daha fazla karışma eğilimi göstermektedir. Tümüyle Yunanlı faşist albayların yönetimine geçen EOKA B örgütü, solcu Rumların temizlenmesi ve saf dışı edilmesinde kullanılmak üzere hazırlanmaktadır. Yunan gizli istihbarat örgütü, Rum Yönetiminin her aşamasına girerek, Enosis kampanyasını körüklemekte ve EOKA B’yi Yunan subayları ile takviye etmektedir. Mart 1974’de Kıbrıs Rum Ticaret Odası Başkanı Savvides, Rum Temsilciler meclisinde yaptığı bir konuşmada, “Kıbrıs’ın bir Halk Cumhuriyeti olmak üzere bulunduğunu” söyleyerek, adadaki solculara karşı eyleme geçilmesi için dolaylı bir çağrıda bulunmuştur.

Kıbrıs Rum toplumu arasında Yunanlılara karşı duyulan hoşnutsuzluk, silahlı saldırılara dönüşmektedir. Kıbrıs Hükümeti tarafından yasa dışı ilan edilen EOKA B örgütü, son aylarda kendi adamlarını adanın çeşitli yerlerinde Rum ordusuna ve Makarios taraftarlarına karşı saldırtarak, tedhiş hareketini solcu Rumlara yöneltmeye başlamıştır. Kıbrıs’ta ikinci bir hükümetmiş gibi davranan Rum Milli Muhafız Ordusu Genel Kurmayı ile Yunan Büyükelçiliği, güç birliğinde bulunarak, Makarios hükümetine karşı bir tutum izlemeye devam etmektedir. Atina’daki Cunta ve özellikle Ioannides kliği, Makarios’un devrilmesi, adanın bağımsızlığının ve demokratik kurumlarının ortadan kaldırılması ve Kıbrıs’ın bir Amerikan üssü haline getirilmesi amacını güden son oyunlara doğrudan doğruya katılmaktadır. NATO, Doğu Akdeniz üzerindeki planlarını terk etmemiştir. Bu planları uygulayabilmek için Atina çevreleri, Kıbrıs’taki gerici unsurları adanın meşru hükümetine karşı baltalayıcı hareketlere kışkırtmaktadır. Yasa dışı grupların başına sabotaj işlerinde ihtisas yapmış Atina’nın bir adamı yerleştirilmiş, Makarios hükümetine karşı tedhiş hareketlerini sürdüren EOKA B örgütünde birçok Yunan subayı çalışmaktadır. Enosis için sonuna kadar mücadele edeceklerini açıklayan EOKA B’ciler Makarios’la uzlaşmak için Kıbrıslı solcu ve komünistlerin tasfiyesi işinin EOKA B’ye bırakılmasını istemektedirler. Geçtiğimiz Mart ayı içinde Yunan hükümetine bir uyarıda bulunan Sovyetler Birliği Kıbrıs’ın meşru hükümetini devirmek için darbe hareketi düzenlenmesine kayıtsız kalamayacağını bildirmiştir. Gerçekten de Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanı Makarios’u devirmek ve Kıbrıs Rum halkına faşist bir diktatörlüğün empoze edilmesi amacıyla yabancı çevrelerin teşviki ile hazırlanan darbe planlarının arkasında Yunan Cuntasının perde arkası yöneticisi olan Amerikan emperyalizmi ve özellikle CIA bulunmaktadır.

Amerikan emperyalizmi, Ortadoğu’daki çıkarlarını göz önünde bulundurarak, Kıbrıs’ta devamlı bir anlaşmazlığın bulunmasında yarar görmektedir. İngiliz emperyalizmi 1956 yılında Süveyş çıkarmasını Kıbrıs’tan yapmış, 1967 Arap-İsrail savaşında da Kıbrıs’taki askeri üsleri aracılığı ile İsrail’e yardım etmiştir. Üslerde bulunan gelişmiş radar sistemi ile Doğu Akdeniz’deki hava trafiği, kontrol altında tutulmakta, örneğin Yom Kippur savaşı sırasında Sovyetlerin Suriye’ye ve Amerika’nın İsrail’e gönderdiği hava yardımları buradan izlenmekteydi.

Kıbrıs, geçmişte olduğu gibi bugün de İngiliz ve Amerikan emperyalizminin büyük önem verdiği ve üzerinde büyük planlar yaptığı bir yerdir. Kıbrıs’ta bağımsızlık ve demokrasiden yana olan sol güçlerin gittikçe etkinlik kazanmakta olduğunu ve böylece Ortadoğu’daki çıkarlarının tehlikeye düştüğünü gören emperyalist güçler, ada üzerindeki çıkarlarını korumak amacıyla, eski ve denenmiş ajanları Grivas’ı Kıbrıs’a çıkartarak, adayı “bir Küba olmaktan kurtarmak” istemişler, fakat bir sonuç alamamışlardı. Öte yandan Kıbrıs’ın Türk bölgelerinde ise yıllardır sürdürülen anti-demokratik baskı yöntemi, Rauf Denktaş’ın seçimsiz olarak Türk halkının başına getirilmesi ile alabildiğine şiddetlenen bir faşizme dönüşmüştür. Kıbrıs Türk halkı, Kıbrıs sorununu yaratanların İngiliz ve Amerikan emperyalistleri ile onların her iki toplumdaki yerli ortakları olduğunu çok iyi bilmektedir. İki toplum arasına düşmanlık tohumları atarak, yaratılan ayrı Türk bölgelerinde halkımızın tüketici durumdan üretici duruma geçmesini engelleyen; bir yanda sarı sendikacılık tuzağı içerisinde uyutulan, bir yandan da sermaye sahiplerine kulluk eden Yöneticilerin türlü baskı ve entrikaları altındaki Kıbrıs Türk işçi sınıfını yıllardır sindirip yok etmek isteyen faşizm yanlılarının kime hizmet etmekte oldukları artık anlaşılmıştır. Rauf Denktaş, adanın Türk bölgelerinde emperyalizmin en sadık adamı olarak görülmektedir. Kıbrıs Türk Yönetiminin yöneticileri aynı zamanda Ortadoğu halklarının yürüttüğü anti-emperyalist kurtuluş mücadelelerine de karşı çıkmakta, böylelikle dayandıkları güçlerin emperyalist çıkarlarına ters düşmek istememektedir.

Kıbrıs sorununa barışçı bir çözüm bulmak amacıyla yıllardır büyük bir gizlilik içinde sürdürülen, önce ikili, sonra beşli toplumlararası görüşmeler, birçok konularda anlaşmaya varılmış olmasına rağmen, emperyalist devletlerin gizli açık karışmaları ile çıkmaza doğru yönelmiş ve Türk tarafına tanınması öngörülen bölgesel yönetimin merkezi hükümetle ilişkisi konusunda bir türlü sonuca ulaşılamamıştır. Türk toplumu temsilcisi Denktaş, bölgesel yönetim üzerinde Hükümetin hiçbir kontrolünü kabul etmeyeceğini açıklarken, Rum temsilci Klerides, Türk tarafının bu görüşünün kabulünün imkânsız olduğunu, çünkü bu görüşün kabul edilmesi halinde Türklerin devlet içinde devlet olacağını belirtmiştir.

Türkiye’nin yeni Başbakanı Ecevit’in Kıbrıs konusundaki Türk görüşü olan Federasyon tezinde ısrar etmesi, 1968’lerde Demirel hükümetinin onayı ile üniter devlet esası üzerinde başlatılan görüşmelerin kesilmesine yol açmıştı. Geçtiğimiz ay içinde bir aylık bir aradan sonra yeniden başlatılan beşli görüşmelerde yine “üniter devlet” esas olarak alınmıştır. Adada devamlı bir anlaşmazlığın bulunmasında yarar görenler, gelecekte yeni anlaşmazlıklar yaratmaktan çekinmeyeceklerdir. Fakat Kıbrıs’taki Türk ve Rum halkları, toplumlar arası görüşmelerdeki görüş ayrılıklarına rağmen görüşmelerin başarıya ulaşacağı inancındadır.

Yeter ki iki toplum arasında çözülmesi gereken anlaşmazlıklara hiçbir dış ülkenin karışması olmasın. Bu arada görüşmelerin bir an önce Kıbrıs halkına açıklanması, son kararda mutlaka halkın onayının alınması ve özellikle Kıbrıs Türk kesiminde demokratik ve ilerici güçlerin dağınıklıktan kurtulması ve omuzlarına düşen görev ve sorumluluklarını kavrayarak, emperyalizmin oyunlarına gelmemesi gerekmektedir. Amerikan emperyalizmi, Ortadoğu’daki çıkarlarını İsrail aracılığı ile kontrol ederken, yeni bir güç olarak çıkan AET emperyalizmi de bölgedeki çıkarlarını Kıbrıs ve Türkiye’den kontrol etmek isteyecektir. Stratejik önemi gittikçe artan Kıbrıs adasında bulunan Türk ve Rum toplumlarının barış içinde beraberce yaşamaların barış içinde beraberce yaşamaları ve işbirliği yapmalarını sağlamak, Kıbrıs’taki tüm anti-emperyalist ve tam bağımsızlıktan yana olan demokratik güçlerin görevi olmalıdır. Kıbrıs Türk toplumunun haklarının en iyi garantisi tam bağımsız, üniter, tüm askeri güçlerden arınmış, egemen ve toprak bütünlüğü korunmuş bir Kıbrıs devletinin çatısı altında iki toplum arasında kurulacak işbirliği ile gerçekleşebilecektir. Kıbrıs’ın dört bir yanına dağılmış durumda olan 350 mil karelik Türk bölgelerinde, ayrı bir Türk devleti kurulması hayali tamamen emperyalizmin amaçlarına hizmet etmektedir. Kıbrıs Türk Yöneticileri yıllardır dış çevrelerin kışkırtmasıyla sürdürdükleri ayrılık politikasını değiştirmelidir. Sağduyu ve Kıbrıs gerçekleri ışığında ayrı çıkarlar terkedilerek, Kıbrıslıların ortak çıkarlarına yönelmeli, yapay olan ayrılık duvarları kaldırılmalıdır.

Kıbrıs’ta gerçek barış, adadaki tüm emperyalizm kalıntılarının temizlenmesi ve anti-emperyalist tam bağımsızlıktan yana demokratik güçlerin işbirliği ile kurulacaktır.

(“Ali Akansel” imzası ile, İlke dergisi, İstanbul, Ağustos 1974, Sayı:8)
      

           

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder