26 Ocak 2016 Salı

MEHMET YAŞIN’IN ANTOLOJİSİNDEKİ “SUNUŞ” ÜZERİNE DÜŞÜNCELER


Kitabın adı: Kıbrıslıtürk Şiiri Antolojisi (18.yy-20.yy)
3 Kuşak, 3 Kimlik, 3 Vatan Arasında Bir Türk Azınlık Şiiri
Hazırlayan: Mehmet Yaşın
Yayımlayan: Yapı Kredi Yayınları Ltd. Şti., İstanbul, 1994, 339s.

Sözü edilen kitapla ilgili olarak Kıbrıs Türk basınında ilk haber, 1994 yılının Eylül ayı sonunda çıkmıştı. “Mehmet Yaşın’dan bir yıl içinde üçüncü kitap” başlıklı haber, “Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı’ndan verilen bilgiye göre” hazırlanmasıyla da dikkat çekiciydi. (Kıbrıs, 20.9.1994) Mehmet Yaşın’ın resmi ile de süslenen ve daha çok kitabın ve yazarının reklamına yönelik bu haberde, kitabın “en geç bir ay içinde Türkiye ve Kıbrıs’ta satışa çıkması bekleniyor” denirken, Yaşın’ın öteki iki kitabının da “Kıbrıs’ta en çok satan kitaplar arasında yer aldığı” duyuruluyordu.
İki ay sonra ise “Kıbrıslıtürk Şiiri Antolojisinin piyasaya verildiği ve “kısa bir süre için Kıbrıs’ta bulunan Mehmet Yaşın”ın haberi çıktığı gün bir imza-söyleşi düzenlediği duyuruldu. (Ortam, 26.11.1994) Birkaç gün sonra, şair Fikret Demirağ’ın yönettiği Kıbrıs gazetesinin “Kültür-Sanat” sayfasında, Yaşın’ın DAÜ Kültür Merkezi’nde “Kıbrıslıtürk Şiiri Antolojisi” çerçevesinde “Unutulmuş Şairler” konulu bir söyleşi yapacağı haberi verildi ve şöyle dendi: “Kıbrıslı Türklerin Şiirleriyle ilgili bugüne kadar yayımlanmış antolojilerin en kapsamlısı olan yapıtın ayrıntılı değerlendirilmesini ileriki bir tarihe bırakarak, kitabın arka kapak yazısını sayfamıza aktarmakla yetiniyoruz bugün. (Kıbrıs, 29 Kasım 1994)
Kitapla ilgili değerlendirmesini ileride yapacağını yazan bir başka şair ise M.Kansu idi. Halkın Sesi gazetesindeki “Sanat-Kültür Masası’nda şöyle dedi: “Bu araştırmayı henüz enine boyuna inceleyemedik... Yine yazacağız.” (2 Aralık 1994) Daha sonra da 27 Ocak 1995’den başlayarak 5 hafta boyunca kitabın ilk kısmındaki “araştırma” bölümünü tefrika etti ve aniden durdu!
Basında haftalık sanat sayfası düzenleyen bir başka şair Neriman Cahit ise, önce isim vermeden, şairlerimizi 40, 50, 60, 74 kuşağı olarak sınıflandıranları eleştirdiği “Neden gocunmak birşeylerden” başlıklı bir yazı yazdı (Ortam, 15 Aralık 1994). Sonra da “74 kuşağının mucidi” Mehmet Yaşın’ın kitabını tanıttığı yine kısa bir yazısında şunları söyledi: “Antoloji ile ilgili daha geniş bir yazı hazırladığımızdan şimdilik bu kadarla yetinelim.” (Ortam, 22 Aralık 1994).
Aradan geçen bunca süreye karşın, her üç şairimizden de antolojiyle ilgili “ayrıntılı değerlendirme’ler okumak bize nasip olamadı. Biz bu yazımızda, daha çok antolojinin “Sunuş” bölümünde yer alan araştırma yazısını değerlendirmek istiyoruz. Saptayabildiğimiz kadarıyla bu yazı, daha önce Türk Bankası Kültür-Sanat Dergisi’nin Kasım 1992 tarihli 11. sayısında yayımlanmış ve Türkiye’de de Metis Yayınları’nın “Defter 92”sinde tıpkı basımı yapılmış olan araştırmanın daha genişletilmiş bir şeklidir. “3 Kuşak, 3 Kimlik, 3 Vatan arasında Kıbrıslı Türk Şiiri” başlığı, kitapta önemli bir değişikliğe uğrayarak “3 Kuşak, 3 Kimlik, 3 Vatan arasında bir Türk azınlık şiiri: Kıbrıslıtürk Şiiri (18.yy-20.yy)” şeklinde verilmiştir. Meşhur “kuşakçılık” saplantısına daha sonra değineceğiz, ama “azınlık” tanımlanmasına getirilen dipnottaki açıklamadan bir bölüm aktarmak gerek:
“Kıbrıslıtürk şiiri için kullanılan “azınlık” tanımlaması, Kıbrıs sorunu hakkında herhangi bir siyasal sonuç çıkarmak niyetine değil, ama Kıbrıslıtürk Şiiri’nin en iyi şekilde “Azınlık (azlık) Edebiyatı / Minority (minör) Literatüre ve Merkez-Çevre (çoğuldizge) Kavramı / Polysystem Theory” ile açıklanabileceği kanısına dayanıyor.” (s.19)
Mehmet Yaşın’ın “Kıbrıs sorunu hakkında herhangi bir siyasal sonuç çıkartmak niyetinde olmaması”na rağmen, incelediği konunun tam da “azınlık edebiyatına girmesi, onun daha işin başında bazı siyasal kaygılar içinde olduğunu göstermektedir. Aslında Kıbrıs Türk toplumu, bütün özellikleri itibarıyla tipik bir azınlık olması nedeniyle, tam da bu açıdan siyasal sorunun konuluşu sırasında “doğru tanımlama”dan kaçmamalıdır. Kıbrıs sorununun bugün vardığı aşamada pek tabiidir ki siyasal sorunun “azınlık hakları” çerçevesinde çözümlenmesi gündemde değildir. Çünkü 1960’da kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin yapısında,%18’lik nüfus oranıyla Kıbrıslı Türkler “ortak”lardan biridir. Her ne kadar bu oranın üzerindeki %30’luk temsiliyet ve geriye kalan %82’lik Rum ortağın bazı eylemlerini veto etme yetkileriyle donatılmışsa da, 1974’den sonra ele geçirilen %37’lik toprak üzerinde, her konuda %50’lik hak iddia etmesi yüzünden çözümsüzlükte büyük ölçüde sorumlu tutulmaktadır.
Asım Aksoy, “Gayri Resmi Tarihe Giriş” başlığını koyduğu bir yazısında Yaşın’ın kitabıyla ilgili olarak şöyle demektedir: “...sunuş bölümü bir bakıma Kıbrıslıtürk (M. Yaşın’ın kullandığı gibi) sosyal, kültürel tarihin resmidir. Bu bakımdan kitabı okurken, resmi tarihe karşı gayri resmi, alternatif tarihimize bir giriş niteliği taşıdığını ve yukarıdaki başlığın kitabı niteleyebileceğini düşündüm.” (Yeni Düzen, 20 Aralık 1994)
Akansoy, arkadaşı Yaşın’ın “Kıbrıs sorunu hakkında herhangi bir siyasal sonuç çıkarma niyetinde olmadan kaleme aldığı bu sonuç yazısının nasıl olup da “Gayri Resmi Tarihe Giriş” olabileceğine ilişkin hiçbir kanıt verememektedir. Kaldı ki, Kıbrıs Türk toplumunun sosyal ve kültürel tarihini, “şiir kuşakları’na indirgeyerek, tartışmalı, hatalar içeren ve öznel bir bakışın ürünü olan bir antoloji çerçevesinde verilebileceğini iddia etmek, konunun ciddiyetine hiç vakıf olmamayı gerektirir.
Akansoy, “resmi tarihe karşı gayri resmi, alternatif tarihimize bir giriş niteliği taşıyan” diğer çalışmalardan habersiz görünmekte ve “Antoloji, her yönden yararlanılabilecek bir temel kaynak düzeyindedir” diye yazabilmektedir. Azınlık edebiyatı bağlamında katıldığım ve gerçekten Mehmet Yaşın tarafından ihmal edilmiş olan yanla ilgili olarak yazdıkları ise şöyle:
“Sunuş bölümünde verilen kaynakların, dayanak noktalarının daha ayrıntılı ele alınması sanırım daha bir yoğunluk katacaktı bu çalışmaya... Bir ikincisi, şiirin temel sürecine bağlı olarak ve örneklere dayandırılarak bir nevi yazıya yedirilen temel teoriler ayrı bir bölüm olarak değerlendirilmeli idi. Her iki nokta da da aslında aynı kaygının birbirine bağlı sonuçlarıdır.”
Mehmet Yaşın gerek antolojisinin başlığında, gerekse kitap içinde ısrarla, “Kıbrıslı Türk” veya “Kıbrıs Türkleri” yerine “Kıbrıslıtürk” yazım şeklini kullanmasındaki niyetle ilgili herhangi bir açıklamada bulunmuyor. 1988 yılında Varlık Yayınları arasında basılan “Edebiyatta Kıbrıslı Türk Kimliği” kitabında da hep “Kıbrıslı Türk” denmiş, ama birleşik yazılmamıştı.
Londra’da yapılan bir panele sunulan bildirilerin toplandığı bu kitapta yer alan Mehmet Yaşın’ın “Kıbrıslı Türk Edebiyatında Kimlik sorununun tarihsel-toplumsal nedenleri” konulu bildirisinin dipnotlarında, edebiyatımız ilk defa kuşaklara ayrılmış oluyordu. (Kitabın bütünüyle ilgili değerlendirmemiz için Bak. Kıbrıs Postası, 19 Haziran 1988)
M. Yaşın, 1987 yazında panelin açılış konuşmasında şöyle demişti: “Konferansın adına “Kıbrıslı Türk Edebiyatçıların Kimlik Bunalımı” deseydik, daha yerinde olurdu belki de. Sorun asıl bizim içimizde. Bir halkın kimliğini ortadan kaldırmak öyle kolay değil... Korkarım biz yazarlar kendi kimlik bunalımımızı dile getiriyoruz.” (s. 17). ... “Biz Kıbrıs dışında, Kıbrıslı kimliğimizi arayarak ve Kıbrıslı Türk Edebiyatına ulaşabilmek için bulunuyoruz. Konferansın yolumuzu kısaltmasını diliyorum.” (s.20)
Biz de kitapta dile getirilen görüşlerle ilgili olarak yaptığımız değerlendirmede, şöyle yazmıştık: “Bu hariçten gazel ve kendi kendini ülke dışında sürgünde tutmakla Mehmet Yaşın’ın nereye varacağını kestirmek, kimlik ararken kimliksizliğe düşeceğini söylemek kehanet olmasa gerek.” (Kıbrıs Postası, 19 Haziran 1988)
Antolojiyi basan Yapı Kredi Yayınları, kitabın arka kapağında şöyle diyor: “Kıbrıslıtürk Şiiri Antolojisi, sadece Kıbrıs’taki Türkçe edebiyat için değil, adanın kültürü ve kimliği için de bir başvuru kitabı niteliğinde.”
Anlaşılan Yayınevi, Kıbrıs’taki Türkçe edebiyattan ya habersizdir, ya da M. Yaşın ve benzeri bazı şairlerin Kıbrıs Türk Edebiyatını sadece şiire indirgeyip, diğer düzyazı örneklerini yok sayma alışkanlığının kurbanı olmuştur. Adanın kültürü ve kimliği için başvuru kitabı olma niteliği de çok yanlış. Çünkü ada nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturan Hıristiyan Rum toplumunun edebiyatı bir yana, kitapta da Neolitik zamanlara kadar uzanan Kıbrıs’ın kültüründen hiç söz edilmemektedir.
Mehmet Yaşın, “Sunuş” yazısı boyunca öne sürdüğü yargılar ve yaptığı tanımlamalar için inandırıcı hiç bir kanıt ve kaynak göstermemekte, ancak kitabın sonuna eklediği Kaynakça’da birçok kitap ve makaleyi sıralamaktadır. Örneğin kitabına alt başlık olarak seçtiği “3 Kuşak”ı (1914, 1943 ve 1974 kuşakları) hangi tutarlı ölçütlere göre belirlediğini açıklamamıştır. Adanın, 1878’den beri yöneticisi olan İngiltere tarafından tek taraflı olarak ilhak edildiği yıl olan 1914 tarihi, 1923’deki Lozan Anlaşmasıyla her iki tarafça resmen tanındığına göre, “Osmanlı-İslam Kimliği”ni taşıyan dönem, TC’nin de kurulduğu 1923 yılına kadar uzatılabilir ve “Halk, Tasavvuf ve Divan Şiiri” geleneğinde şiir yazanları kapsayabilirdi.
“1943 kuşağı”nın nasıl belirlendiği de meçhul. İçinde 1920’li, 30’lu, 40’lı ve hatta 50’li yıllarda doğan şairlere yer verilmiş ve “1943 kuşağı ve izleyicileri” denerek (s.197), farklı duyarlıklarla şiir yazmış olanlar aynı “kuşak” içinde toplanmıştır. Yaşın’ın “Türk kimliği ve Anavatan Türkiye” başlığıyla 2. kimliğe denk düşürmeye çalıştığı bu şairler, bu kez de “Hececi- romantik şiiri”, “Serbest şiiri”, “milliyetçi şiir”, “soyut şiir”, “toplumcu şiir” şeklinde belli kalıplara sokulmak istenmiştir. (s.37-57)
Bütün bu senaryoların yazarı olan ve “1974 kuşağı”nın piri olan yazar Mehmet Yaşın, nedense “Kıbrıslı Red Şiiri”nden söz ederken, kendisini dışta tutmayı yeğledi. Ön planda kızkardeşi Neşe Yaşın ve arkadaşı Hakkı Yücel’i tutarak, 3. kimlik olan “Kıbrıslı kimlik ve ortak-vatan Kıbrıs”a geçti. 1980’li yıllarda ve sonrasında şiir yazmaya başlayanlar için başka bir kimlik veya kuşak kalmadığı için onları da “1974 kuşağı ve izleyicileri” olarak nitelendirecektir. (s.282) Örneğin Filiz Naldöven ile Feriha Altıok için “genç kuşak şairlerinden farklı biçimde kendi şiir dünyalarını kurarlar Ancak, “Kıbrıslılaşma”, daha doğrusu “Kıbrıslıtürkleşme” hareketi, onların dizelerinde de yerini bulur” denmektedir. (s.62)
Senaryonun yazarı kendinden bahsetmese de, kendisini şu sözlerle ele vermektedir: “Dahası bazı şairler, “yasaklanan özgün kimliklerine” sahip çıkmak için, “Türk” şiiri içinde anılmayı istemez ve Kıbrıs’ı metropol sayarlar. Kendi kimliklerini “Türk” olarak değil, ama “Kıbrıslıtürk” olarak tanımlayınca, o güne kadar “Kıbrıs Türk Şiiri” denen şiirlerini de, “Kıbrıslıtürk Şiiri” diye adlandırırlar.” (s. 58)
            M. Yaşın, kendisinin de üyesi olduğu “1974 kuşağı”nı beline dolarken, bir megalomani içerisinde şunları yazmaktadır: “Hemen hemen tümü de Türkiye’de eğitim gören ve geçmiş dönemin şairlerine göre Türk dili ve kültürüne daha çok hakim olan 1974 kuşağı, “Anavatan Türkiye”ye yönelik reddini, 1979’da Sanat Emeği’nde, yine bir İstanbul dergisinde gerçekleştirir.” (s.58)
Dergi’nin Mayıs 1979 tarihli 15. sayısında “Şiirimiz emperyalizmin bir silahıydı” başlığı altında yer alan inceleme yazısını Mehmet Yaşın ve Neşe Yaşın imzalamışlardı. İnceleme şu sözlerle bitiyordu: “Artık şairlerin ve şiirlerin anavatanı Kıbrıs’tır! Ve bundan böyle şiirimiz emperyalizmin bir silahı olmayacaktır. Emperyalizm namlunun ucundadır!” (s.43, agy)
1979’dan 1995’e geldiğimizde, Mehmet Yaşın, hâlâ daha “anavatan”ı Kıbrıs’a gelip yerleşmemiştir ve “3 Vatan” dediği Kıbrıs, Türkiye ve İngiltere arasında yaşayarak, “parçalanmış ruhunu aramakta”dır. (Cumhuriyet, 18 Mayıs 1987).
Kızkardeşi Neşe Yaşın ise, Lefkoşa’nın Rum kesiminde açılışı yapılan yeni Amerikan Büyükelçiliği binasında, kendi yazdığı “Büyük Söz” şiirini okumuş ve “Şahane boynuzların olacak milliyetçilik / İhanet edeceğim sana /... / yeryüzünün bütün kıtalarında” mısralarıyla Rum yöneticilerini öfkelendirme görevini üstlenmişti. (Yeni Düzen. 8 Temmuz 1993)
Kıbrıslı özgün kimliğe sahip çıkma ne yasak altındadır, ne de 1974 kuşağı ile başlamıştır. 1920’lerde şu veya bu şekilde Kıbrıslılık bu ülkenn siyasal gündeminden düşmemiştir. (Bak. K. Cankat, Kıbrıslılık bilincinin geliştirilmesi üzerine notlar, Demokrat, 4 Ocak-22 Kasım 1989) Öte yandan şairlerimizin ezici çoğunluğu, kitaplarını Kıbrıs’ta yayımlamayı yeğlemekte ve Yaşın’ların aksine Kıbrıs’ı “metropol” sayıp, “Türk Şiiri” yerine, “Kıbrıs Şiiri” içinde anılmayı eylemleriyle de istemektedirler. Öteki sanat ve kültür adamları için de aynı durum söz konusudur.
Antoloji’nin “Sunuş” bölümünün başlığında dile getirilenlerle ilgili görüşlerimizi aktardıktan sonra, metinde ilk bakışta görebildiğimiz bazı tartışmalı ve özel yargılara geçebiliriz:
“Bir olgu olarak Kıbrıslıtürk şiiri 19. yüzyılda kurumlaştı.” (s.19) diye yazan Mehmet Yaşın, kurum’dan neyi kastetmektedir? Şairleri bir araya getiren bir örgüt mü, yoksa onların eserlerini bastıran bir yayınevi mi? Kıbrıs’ta ilk basımevi 1878’de, İngilizlerin ada yönetimini Osmanlılardan devralmaları ile kurulduğuna göre, ada üzerinde 400 yıldan fazla bir süre yaşamış olan Osmanlı Türklerinin Halk, Tasavvuf ve Divan şiiri tarzında ürettikleri şiirler,  ancak el yazmaları halinde, şiir defterinde kaydedilmiş, ya da sözlü edebiyat olarak belleklerde yaşamıştır. Başta Harid Fedai olmak üzere diğer bazı halkbilimcilerin çabalarıyla bu döneme ait ürünler, ancak son dönemlerde derlenip, kitaplaşabilmiştir. Kişisel çabaların ötesinde bile konuyla ciddi olarak ilgilenmekte olan herhangi bir kurum bulunmamaktadır. Yeni kuşaklara kitap olarak aktarılabilenler dışında, daha birçok ürün onları gün ışığına çıkartacak araştırmacıları ve kurumları beklemektedir.
“Halk ozanı, aslında derleyici ve icracısı, Mustafa Aynalı tarafından sazlı-sözlü icra edilen “Hasan Bulliler Destanı”, “Arap Halid’in Destanı”, “Midas Destanı”... “bunları çağırırken yeniden “yaratıp” çoğalttığı bir gerçektir.” (s.23)
Mustafa Aynalı bir halk ozanı değildir, sadece bir aktarıcıdır. Saz çalmaktaydı. Ezberinden okumaktaydı. “Arap Halit” değil, Halit Arap’ın Destanı” olmalıdır. Nitekim alıntıda da öyle geçmekteydi. “Midas” değil, “Mida’nın Destanı” olmalıdır. “Kıbrıslıtürklerin kökeninde kayda değer bir yer tutan... Linobombaki köylerinde... Ne yazık ki Elence (Kıbrıslırumcası) çağırdıkları destan, türkü, ağıt ve çatışmaları yayımlayacak hoşgörüye ya da Elence yazı karaakterine sahip bir basımevi bulamayan bu son halk ozanları şiirleriyle birlikte yitip gidiyorlar.” (s.25)
            Bir kere Linobombaki değil, Linobambaki yazılmalıdır. Hem hıristiyan, hem müslüman olan bu mezokörto (ikisiarası)’ların, Kıbrıslı Türklerin kökeninde “kayda değer bir yer tuttuğu” iddiası havada kalmaktadır. Ağır vergilerin bittiği Osmanlı dönemini izleyen İngiliz döneminde bu kesim, zamanla iki toplumdan birini tercih etmiş ve onların içinde erimiştir. Ama sayılarının genelde kayda değer olmadığı bilinmektedir. Müslüman-Türk köyü olmakla beraber, son zamanlara kadar Kıbrıslı Rumcasını da kullanan (bu Elence değil, ondan farklılıklar gösteren bir diyalekt’dir) Lurucinalılar arasında yetişmiş halk şairlerinden biri olan Mustafa Muzaffer (Özboşnak)’ın 1934 ve 1935 yıllarında Rumca olarak yayımlanmış şiirlerinin bulunduğu kaydedilmiştir. (Mahmut İslamoğlu, Kıbrıs Türk Kültür ve Sanatı (Araştırma-İnceleme Yazıları, Tebliğler), Lefkoşa 1994, s.105) 16 sayfalık ve Türkçe harflerle basılmış, Rumca bir destanını da 1983 yılında Mağusa’daki Kıbrıs Postası Basımevi’nde bastırmıştır. (A.An, Kıbrıs Türk Bibliyografyası 1975-1987, Yeni Kıbrıs Dergisi, Ocak 1988)
            “Şiirsel kaygılar taşıyan bir halk Şiiri seçkisi mevcut değildir. Elimizdeki antolojide Halk Şiiri ilk defa şiirsel bir düzen ve bütünlük içinde sunuluyor.” (s.27) Kaynakça’sından da anlaşılacağı gibi, mehmet Yaşın, Oğuz M. Yorgancıoğlu’nun 1969 yılında yayımlanan “Kıbrıs Türk Folklorundan Derlemeler: Maniler-1” kitabında ve yine aynı araştırmacının “Kıbrıs Folkloru” (1980) çalışmasından habersizdir. Aynı şekilde Mustafa Gökçeoğlu’nun “Tezler ve Sözler” başlıklı derlemelerinden de yeterince yararlanmamıştır. İlk 2 cilt (1988-1991) Gençlik Merkezi tarafından yayımlanmıştır. Kaynakça’da belirtilen “Yasemin Yayını” ve 2. Cildin tarihi yanlıştır. 3. Cilt ise “Yakın Doğu Üniversitesi’nin katkısıyla yayımlanmıştır.”
            “KATAK”ın açılmış şekli “Kıbrıs Türk Azınlığı Kurumu” değil (s.37), “Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu” olmalıdır. Aynı yerde adı geçen M. Turgut (Sarıca), “Türkiye’den gelerek Kıbrıslıtürk edebiyatını etkileyen” biri değildir. “1893 yılında Konedra (Gönendere)’de doğan Mustafa Turgut Sarıca, Gönendere’de Sarıca ünvanı ile bilinen Hürü İsmail Ağa’nın oğludur.” (Ali Nesim, Batmayan Eğitim Güneşlerimiz, Lefkoşa 1987, s. 101) 1933 yılında yayımlamış olduğu kitabın adı “Ziya Gökalp’in Şiirleri” değil, “Ziya Gökalp ve Bazı Yazıları”dır. (Toplayan: M. Turgut, Leymosun Başmuallimi. Tertip eden: R. Necdet, Lise Birinci devre Birinci Sınıf Talebesi, 80s.) İçinde Ziya Gökalp’in yaşam öyküsü, 6 destanı, bir makalesi ve Gazi M.Kemal için yazdığı iki şiiri bulunmaktadır. M. Turgut Sarıca, Kıbrıs Türk edebiyatını etkilemekten çok, Türk milliyetçiliğinin Kıbrıslı Türkler arasında yayılmasında önemli rol oynamıştır. Rauf R. Denktaş’ı da okutmuş olan Sarıca ile ilgili Denktaş’ın anıları, onun “Saadet Sırları” adlı kitabının 1973 baskısında yer almıştır. (Ali Nesim, agy, s.102 ve 106)
            Mehmet Yaşın, “Kıbrıs’ta öğretmen olan Nihat Sami Banarlı” diye yazmaktadır. (s.37)  Oysa Banarlı, Kıbrıs’ta öğretmenlik yapmamıştır. Kıbrıslı yazar ve şairlerle ilişkisi, onların eserlerine Yedigün dergisinde yer vermesi ve onlarla yazışması nedeniyledir. Kıbrıs’ta öğretmenlik yapmış olan İbrahim Zeki Burdurlu’dur.
            “Kıbrıslıların anavatanları Türkiye ile İngiltere” (s.41) tanımlaması yanlıştır. Kıbrıslıların anavatanı Kıbrıs’tır, öyle olmalıdır. Yaşın kardeşlerse “Sanat Emeği” dergisindeki yazılarını “artık şairlerin ve şiirlerin anavatanı Kıbrıs’tır!” diye bitirmemişler miydi? Yoksa geriye dönerek, eski ve yeni metropolleri kendilerinin “anavatan”ı olarak mı görmeye başladılar!  
            Yaşın şöyle yazıyor:
“Burada değinmeden geçemeyeceğim bir nokta var: Ne yazık ki, yıllarca Kıbrıslıtürk gazetelerinde Taner Baybars hakkında ne bir haber yayınlandı, ne de tek bir şiiri. İşin ilginç yanı, aynı dönemde, şairin Kıbrıslırumlarla bağlantısı sürüyordu...Baybars’a, Poseidon gibi Kıbrıslırum yayınları, o çatışma günlerinde yer veriyordu.” (s.42)
“Milli dava” gazeteleri olagelmiş olan Kıbrıs’taki Türkçe gazeteler, yıllar önce Osman Türkay gibi Kıbrıs’ı terkedip, başka ülkelerde yaşamakta olan şairlerden olan Taner Baybars’la ilgili haber kaynakları olmadığından haber verememektedirler sanırım. Kaldı ki Osman Türkay, Mehmet Yaşın vb gibi basını haberleriyle beslemiyorsa, bunda Baybars’ın hiçbir suçu yoktur.
“Ardından bir daha dönmemecesine Adayı terkeden şair, neredeyse 40 yıldır Kıbrıslıtürklerle temastan kaçınıyor”sa (s.41), neden ille de basında haberi çıksın! Temasta olduğu Rum dergilerinde çıkmış olması, M.Yaşın’ın kitabının 26. sayfasında yazdıklarıyla çelişmiyor mu? (Kıbrıslırumlar, Adada yüzyıllardır Elence dışında bir şiir geleneği bulunduğunun, Latin ve Türk dillerinde kitaplar yazıldığının pek farkında değildirler.) 
           M.Yaşın, Kıbrıslı Rum, Türk, Ermeni yazarlarının ürünlerini İngilizce, Rumca ve Türkçe olarak 1937-38 yıllarında yayımlamış olan Embros dergisindeki işbirliğinden habersiz olmalıdır.
Mehmet Yaşın’ın “KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı Basın Bürosu” aracılığı ile (!) Kıbrıs Türk basınına ilettiği son haberde, ABD’nin Harvard Üniversitesi’nde çağrılı olarak konuştuğu bir toplantıda bile kavga verdiği duyurulmaktaydı:
“Yaşın... genç, yaşlı, solcu, sağcı, resmi, gayrıresmi bütün Rum yazarların, birliklerin, dergilerin Türkleri dışlayarak Kıbrıs Edebiyatı’nı sadece Yunanca olarak tanıtmalarını, bundan sonra her toplantıda deşifre edeceğini söyledi.” (Halkın Sesi, 4 Ocak 1995)
Kıbrıs’ın Rum kesiminde iki ayda bir yayımlanan solcu “Neo Epohi” adlı kültür-sanat dergisinin 5-6/1992 numaralı sayısında yer alan “Kıbrıs Türk şiiri ve resmi” özel bölümündeki şairlerin, “1974 kuşağı ve izleyicileri” olması ve yine kendilerince seçilip belirlendiklerini unutan M. Yaşın ve izleyicileri, Lefkoşa’daki ara bölgede yer alan Lidra Palas’ta 30 Ekim 1992 akşamı düzenlenen iki toplumlu şiir gecesine neden sadece “1974 kuşağı ve izleyicileri”nden oluşan “K.T. Sanatçı ve Yazarlar Derneği”nin belirlediği şairlerin katılmasında ısrar ettiklerini açıklayamamaktadır. (Bak. ELK (Kıbrıs Yazarlar Birliği)’ne açık mektup, Dr. Ahmet Cavit An, Alternatif Yazın, Sayı: 4 (Kasım-Aralık 1993) Yoksa Kıbrıs Türk şiiri, sadece “1974 kuşağı ve izleyicileri” ile mi vardır? Bu sakat yaklaşımla, “Sunuş”un özellikle son bölümünde adı verilmemiş olan M. Yaşın’ın kendisine indirgenerek değerlendirmeler yapılmaktadır. İleride değinilecektir.
“Mevsim göçleri gibi hep ülke ve de kabuğundan soyunurcasına kimlik değiştiren azınlık aydınının hafızası, sadece zayıf değil, süreklilikten de yoksundur” diye yazan Yaşın (s.45)’ın söyledikleri sadece kendisini bağlar ve gerçek Kıbrıslı Türk aydınlarını bunun dışında tutmak gerekmektedir. “Üç vatan” dolaşıp, kimlik arayışına giren Yaşın’ın kendisidir. Aşağıda sıralayacağımız çalışmalardan habersiz olduğu anlaşılmaktadır, çünkü hariçten gazel okumayı sürdürmektedir: Kültürel geçmişimizin araştırılması ve kültürel kimlik tartışmaları, Kıbrıs Postası, 4-5 Nisan 1988; Kıbrıslı aydın olmanın bedeli vardır, Yeni Düzen, 26 Haziran 1989; 40 yıl önceki düşün yaşamımızdan örnekler, Yeni Kıbrıs, Mart 1988 ve Harid Fedai, Haşmet Gürkan, Hizber Hikmetağalar gibi araştırmacıların yazıları.
“Erenköy mücahit-şairlerinden Mehmet Levent” (s.48) diye verilen bilgi yanlıştır. Mehmet Levent Erenköy mücahidi değildir.
“(1963-1974 döneminde) basın-yayın, edebiyat etkinlikleri, entellektüel tartışmalar imkansızlaşır” (s.48) diye yazan Yaşın, iki sayfa sonra şöyle diyor: 
“1967’lerde Akın-Sanat gazetesinde başlayan soyut-somut tartışması sırasında”. Hani tartışmalar imkansızlaşmamış mıydı? Hem Akın-Sanat diye bir gazete yoktur. Akın gazetesinin “Sanat Sayfası” vardır.
“Şiir antolojilerinin neredeyse hiçbirinde yer verilmeyen, şiirle ilgili yazılarda üzerinde durulmayan Kaya Çanca buna bir örnektir. Sözkonusu seçkiler seçkicilikten o kadar uzaktır ki, dergilerde o sıralarda görünenleri ya da şiir kitabı yayımlayan herkesi “şair” olarak sunarlar.” (s.51-52)
“Şiir antolojileri” diye sözü edilen iki eser olmalıdır. Bunlardan ilki edebiyat öğretmeni Hasan Şefik Altay tarafından 1965 yılında Kıbrıs Türk Maarif Yayını olarak bastırılan 116 sayfalık cep kitabıdır: Kıbrıs Türk Şiiri Antolojisi (Başlangıçtan Bugüne). Kitapçığın önsözünde şöyle denmektedir:       
“Güzel şiirleri veya mevcut şiirler arasında en güzellerini seçerken, kendi değer ölçülerimize bağlı kaldık. Birkaç eseri olduğu halde kendisine hiç yer vermediğimiz şairler olduğu gibi, hiç eseri olmadığı halde ona geniş yer ayırdıklarımız da vardır...Tabii bu arada, gerçekten değerli olup da gözümüzden kaçanlar olmuşsa, şairlerden şimdiden özür dileriz.” (s.5)
M.Yaşın’ın “basın-yayın, edebiyat etkinlikleri, entellektüel tartışmalar imkansızlaşır” dediği dönemde, bir ilk çalışma olarak Altay’ın hazırladığı bu antolojiden başka, yine onun hazırladığı 60 sayfalık “Kıbrıs Türk Basın Kaynakları” adlı kitapçık da yayımlanabilmiştir. Hazırlayan kişinin titiz olmamasından kaynaklanan birçok bilgi yanlışları içeren bu araştırma kitapları, ilk olmanın engellerine de sahipti. Geçerken belirtelim, Yaşın’ın bu “imkansız” diye nitelediği 1964-1974 döneminde 200’e yakın kitap basılmıştır.
İkinci antoloji, 1989’da KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı Yayını olarak basılan “Kıbrıs Türk Edebiyatı- Başlangıçtan Bugüne” adlı eserdir. Birçok yanlış ve eksikler içeren bu kitabın eleştirisi, Mustafa Gökçeoğlu tarafından yapılmıştır. (Halkın Sesi, 13 Eylül 1990) Yine de her iki antolojide, verilen örneklerin hangi kaynaklardan alındığı belirtilmiştir. Oysa M.Yaşın’ın antolojisine alınan örneklerin altında hangi kaynaktan aktarıldığına ilişkin herhangi bir bilgi verilmemiştir.
M.Yaşın’ın “şiirle ilgili yazılarda üzerinde durulmayan Kaya Çanca” saptamasının yanlış olduğu da şu yazılardan anlaşılmaktadır. Şair Fikret Demirağ tarafından yazılmış olan yazıları hatırlatalım:
“Kaya Çanca’yı 20 yıl önce bugün yitirmiştik (24 Mart 1993), “Bir Kaya Çanca vardı (6 Ekim 1992), “15 yıl kadar önce şiir ağacımızdan düşen bir yaprak: Kaya Çanca (15 Aralık 1989)
Hepsi de Kıbrıs gazetesi’ndeki Kültür-Sanat sayfasında çıkmıştır. Demirağ’ın Ortam gazetesinin Sanat Ekinde (Sayı: 6, 16 Eylül 1988) çıkan “Özgün Bir Kıbrıs Türk Şiiri?” başlıklı çalışmasında da yine Çanca’dan söz edilmektedir. Ama ne yazık ki M.Yaşın, bütün bu çalışmalardan bihaberdir!
M.Yaşın’ın bir başka yanlış saptaması da şöyle:
“Fikret Demirağ, Kıbrıslıtürk toplumunda süregelen kimlik bunalım ve arayışına ilginç bir örnek oluşturan şairlik serüveni boyunca...” (s.53).
Yazımızın başında da değinmiştik. Kıbrıs Türk toplumunun kendisinde bir kimlik bunalımı yoktur, bunalım içinde olan Mehmet Yaşın ve benzerleridir. “Kıbrıslı Türklerin ada üzerinde yaşayan toplumlardan biri olarak kendi siyasal ve kültürel tarihi yeterince bilinmediği veya şimdiye kadar yapılmış olan kısıtlı çalışmalar okunmadığı için, bazıları bir kimlik arayışına çıkmakta veya bunalıma düşmektedirler.” (A.An. Kıbrıslı Türklerde Kimlik Araştırmalarının Geçmiş, Yeni Düzen, 26 Eylül 1994)
Fikret Demirağ da, Mehmet Yaşın gibi, kültürel geçmişimizle ilgili yeterli bilgiye sahip olmadığı için çeşitli yazılarında hatalı değerlendirmelerde bulunmuş ve Kıbrıs’taki en yüksek satışlı günlük gazete olan “Kıbrıs”taki Kültür-Sanat sayfasında bunları okuyuculara aktarmıştır. 13 daktilo sayfası tutan “Kıbrıs gazetesinin Kültür-Sanat sayfası üzerine değinmeler” başlıklı yazımız, kendisi tarafından aynı gazetede yayımlanmadığından, bir başka yayın organında basılabilmiştir. (Sosyalist Gözlem, Sayı:4, Haziran 1993) Demirağ’ın şairlik serüveni boyunca gösterdiği kimlik ya da söyleyiş arayışları, sadece onu bağlar. Tekil bir örnekten genellemeye gitmek yanlıştır. Onu “toplumcu şiirin en önemli temsilcisi” saymak (s.55), hatalıdır. Yaşın’ın kendisinin de belirttiği gibi, bu, “Adadaki toplumsal gerçeklere pek bağlanmayan soyut bir barışseverlik, Türkiye’deki gibi sadece bireysiz değil, ama aynı zamanda toplumsuz da kalan bir toplumculuğa dönüş”müş bir şiirdir. (s.56)
Bu dönem şiirlerinden oluşturulmuş olan “Umut İnsanda” adlı tiyatro oyunu ile ilgili olarak yazdığımız bir yazıda, Demirağ’ın “dehşet çağından bunalıp kaçan küçük burjuvanın umutsuz bunalımını” anlatırken, “sadece sonbahardan ve gelecekteki çiçek tomurcuklarından, doğayı yeşerten insandan, soyut insan sevgisinden söz ettiğini” vurgulamıştık. (Umut hangi insanda? Söz dergisi, Sayı: 15, 24 Ocak 1986)
Günümüzde ise, emekli edebiyat öğretmeni Fikret Demirağ, Asil Nadir’in Kıbrıs gazetesinin Kültür-Sanat sayfasını yönetip, Bayrak Radyo-TV Kurumu’nun yönetim kurulundaki “hükümet sandalyesi”nden birinde oturmaktadır. Son şiir kitapları üzerine yapılan bir toplantıda ise F.Demirağ, “Temelsiz bir umut yerine, umutsuzluğu yeğledim” şeklinde görüş belirtmiştir. (Kıbrıs, 18 Şubat 1995).
M.Yaşın’ın “Hececi, Garip, İkinci Yeni gibi Toplumcu şiir de, Adadaki karşılığını ancak bir 10 yıl kadar sonra bulur. Denebilir ki, Türk şiirinin eğilimleri, her ne kadar giderek arası kapanıyor olsa da, Kıbrıs’ta hep gerilerden izlenir” saptaması (s.55) da yanlıştır. Çünkü gerek Osmanlı İmparatorluğu döneminde, gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra, Kıbrıslı Türk aydınlar, kültür adamları düzenli olarak adaya gelmekte olan dergi ve gazeteleri okuyup, izlemişler ve onlardan da etkilenmişlerdir. Tıpkı Rum basını ve İngiliz sömürge yönetimindeki kültür hayatından etkilendikleri gibi. Ekim ve Kasım 1947’de iki sayı çıkabilmiş olan ilk solcu fikir dergimiz “İşçinin Yolu Şaşmaz”da yer alan ilk toplumcu şiir örnekleri ile 1954 yılı sonuna doğru Hürsöz gazetesinde çıkmış olan Salahi Ramadan Sonyel’in bazı şiirleri bilinmediğinden, araştırılmadığından okuyucuya yanlış bilgiler verilmektedir.
Mehmet Yaşın, kızkardeşi Neşe Yaşın ve birkaç arkadaşlarının da dahil edilmesiyle oluşturulan “1974 kuşağı, “3 Kuşak, 3 Kimlik, 3 Vatan arasında bir Türk azınlık şiiri” diye Mehmet Yaşın’ın kendi kişisel bunalımlarını sözümona sloganlaştırırken, bu üç-beş ahbap çavuş dışında kalan şairleri “1974 kuşağı ve izleyicileri” diye kategorize etmekle beraber, bunun yeterli olmadığını görünce, onları da, yanlış bir başlık altında ve kronolojik bölünme dışında, hep bir arada, şöyle anmaktadır:
“Şener Levent gibi, işe şiirle başlayıp gazeteciliğe, yazarlığa geçen ya da daha çok şiir dışındaki çalışmalarıyla isim yapan birçok imzaya rastlanır. Çağdaş Kıbrıslıtürk Şiiri’ne belli katkıları olmuş bu isimler arasında şunlar sayılabilir:..” (s.55)
Adı verilen şairler 1940’lı yıllarda şiir yazmış olanlardan, günümüz şairlerine kadar uzamaktadır, ama “1974 kuşağı ve izleyicileri”nden olmadıkları için, onların şiirleri “Antoloji”ye alınmamıştır. Aynı şairler ile diğerlerinin adlarının “Diğer şairler” başlığı altında “Şairlerin Yaşamları-Yaptıkları” bölümünden sonra verilmesi (s.330-331), acaba onların “antolojiye alınmaya değer olmadıkları”nı mı göstermektedir, yoksa onlarla ilgili kaynaklara ulaşılmadığını mı? Bir başka deyişle, bu şairlerin “Kıbrıslıtürk Şiiri Antolojisi”ne alınabilmeleri için mutlaka “3 Kuşak, 3 Kimlik, 3 Vatan arasında” Mehmet Yaşın gibi bunalım göstermeleri mi gerekirdi?
Mehmet Yaşın’ın “Antoloji”ye kattığı şairlerle ilgili bir başka ilginç uygulaması da şöyle olmuştur: “Şiirlerini seçkisine alma inceliğini gösterdiği şairlerden, önceden izin almamıştır. Yaşın’ın, bu şiirlerin hangi kitaplardan veya kaynaklardan aktarıldığını göstermediğine yukarıda değinmiştik.
“Mehmet Yaşın telif hakkını bölüşüyor” başlığı altında basına yaptığı bir açıklamada, şu duyuruda bulundu: “Şair Mehmet Yaşın, Yapı Kredi Yayınlarından çıkan “Kıbrıslıtürk Şiiri Antolojisi” adlı yapıtından aldığı 7,5 milyon TL’yi, antolojide yer alan şairlerle antolojiyi hazırlarken araştırmalarından yararlandığı kişiler arasında bölüştürüyor. Telif hakkı, 9’u Türkiye ve İngiltere’de, 22’si de KKTC’de yaşayan (bazıları ölmüş) 31 kişi arasında eşit miktarda bölüştürülecek.”
Açıklamada daha sonra şairlerin adları sıralanarak, Lefkoşa’daki Işık Kitabevi sahibinden teliflerin (200 bin TL olduğunu öğrendik) alınabileceği duyurulmaktaydı! Yaşın’ın, yazımıza konu olan 49 sayfalık değerlendirme bölümü için herhangi bir telif ücreti alıp almadığını öğrenemedik. Antolojide kendi adından hiç söz etmeme alçakgönüllülüğünü gösterdiğinden, bu konuda da kendini dışta tuttuğuna inanıyoruz.
Mehmet Yaşın, kendince sınıflandırdığı “1943 kuşağı” ile “1974 kuşağı” arasında “ulusal aidiyet ve kimlik sorununa yaklaşım bakımından farklılık süregider” diye yazmış olmasına karşın (s.56), bu konudaki “1974 kuşağı”nın görüşlerini belirgin bir biçimde açıklamamaktadır. Şiirsel öz ve biçim dışında, belli bir dünya görüşünün varlığını da gerektiren bu açıklamaları, yine kendi öznel değerlendirmeleriyle geçiştirmektedir. (s.62-63): "Kıbrıslılık”, “Kıbrıslı Kimlik”, “Kıbrıs yurtseverliği” gibi adlarla öne sürülen Kıbrıslı ulusçuluğu...”anavatanlara açıkça cephe alamadığı için utangaç biçimde ortaya çıkan Kıbrıslı (ulusal) kimliği”...”1990’lara girerken, diğer kültürel kurumlar gibi, şiir-edebiyat alanında da, Avrupa’ya koşut belirli bir örgütlülük, yerleşiklik ve nitelik kazanmayı başaran Kıbrıs Cumhuriyeti (1960), meyvalarını daha şimdilerde veriyor, böylece onu toplayan da, büyük ölçüde Kıbrıslırum şairler oluyor.”
Yaşın’lar, 1974’den sonra Kıbrıslı Rum şair Elli Peonidu aracılığıyla bazı Rum şairlerle ilişki kurmuş ve bu ahbaplık ilişkisi, 1977 yılında Neşe Yaşın’ın çocuksu şiirine (s.59) Kıbrıs Rum Eğitim Bakanı Sofianos tarafından siyasal propaganda amacıyla onur ödülü verilmesiyle sonuçlanmıştır. Daha sınra, o sıralar Londra’da yaşamakta olan Mehmet Yaşın ile Türkiye’den arkadaşı Ataol Behramoğlu, 8-11 Mayıs 1988’de Kıbrıs’ın Rum kesiminde yapılan “Nükleer Silahsızlanma için Sahne Sanatçıları” (PAND) örgütünün yürütme kurulu toplantısına çağrılı olarak katılmışlar, bir yıl sonra da yine Mehmet Yaşın, “Genç Kıbrıslı Türk Edebiyat ve Sanat Hareketi” (?) adına Viyana’da yapılan PAND’ın bir toplantısında Kıbrıs’ı, Peonides ailesi ile birlikte temsil etmişti. (Cyprus Weekly, 5 Mayıs 1989). Yine Mehmet Yaşın, zamanın Kıbrıs Cumhurbaşkanı Vasiliu’dan 26 Mayıs 1988’de aldığı ve Kıbrıslı Türk sanatçılara “olanak sağlanacağı” yolunda vaadlerde bulunulan mektubu, Kıbrıslı Türk sanatçılara üç ay gecikmeyle açıklamış ve tepkilere neden olmuştu. (Ortam, 23 Ağustos 1988).
Demek ki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin meyvalarını, kişisel ilişkiler kurarak, Yaşın’lar topluyorsa (kızkardeşi Neşe Yaşın 5 yıla yakın bir süredir KRYK’na radyo programları yapıp, iletmekte ve maaş almaktadır), iyidir, hoştur; toplayamıyorsa, kötüdür!
Mehmet Yaşın’ın “Günümüzde Kıbrıslıtürk Şiiri’nin Türkçe şiir’deki yeri” başlıklı değerlendirmesi de (s.63), Mehmet Yaşın ve arkadaşları kastedilerek yazıldığından, bir genelleme teşkil edemez. Zaten kendi içinde çelişkiler taşımaktadır:
“Kıbrıslıtürk toplumunun, bir şiir geleneği yaratabilmesinin altı çizilmelidir.” (s.63); “Kıbrıslıtürk Şiiri’nde, bir edebiyat kurumlaşması için zorunlu kültürel ve teknik donanımlara pek rastlanmaz.” (s.64); “Ortalama” bir “ortaklaşa” şiir özelliğini sürdürür.” (s.65)
Öte yandan Yaşın’lar için durum değişiktir: “Kıbrıslıtürk Şiiri, merkezden yaptığı şiir “ithalatına” karşılık, şimdi ona çevreden şair “ihraç” edebilecek duruma gelmiştir. Çünkü, Kıbrıslıtürk şairlerin hiç değilse bir bölümü... Türk(çe) şiiri içinde kişilik kazanabilmişlerdir.” (s.65)
Böylece baba Özker Yaşın’dan başlayan, Mehmet ve Neşe Yaşın’ların kendilerini Türkiye şair çevrelerine pazarlayıp, tanıtma senaryoları da devam edip gitmektedir.
“Bu kitabın, “merkez”deki Türk edebiyat adamlarına, şair ve şiirseverlerine, yeni bir şiir-penceresi açacağımı umuyorum: Bir de dışarı “çevre”lerine bakmaları için” diye kitabının “Sunuş” bölümünü sona erdiren Mehmet Yaşın’ın seçtiklerini okuyanların, ne derecede sağlıklı bilgi alabilecekleri ortaya çıkmaktadır.
Kıbrıs Türk Şiiri’ne ilgi duyanların bu seçkiden çok, doğrudan kaynaklara başvurmalarını önereceğiz. “Geleneksel Kıbrıslıtürk Şiiri” başlıklı 1. bölüm yerine Kıbrıs Türk Folkloru üzerine yazılmış derleme kitapları, Tasavvuf ve Divan Şiiri için Harid Fedai’nin kitap ve makaleleri okunmalıdır.
“Çağdaş Kıbrıslıtürk Şiiri” için kuşaklara ayrılmamış ve daha geniş bir bakış açısından seçilerek yeni bir antolojinin hazırlanması zorunlu hale gelmiştir. Yüzlerce şiir kitabı, en azından son 50 yıllık gazete ve dergi kolleksiyonlarında kalmış şiirler taranmadan bu görev hakkıyla yerine getirilemez. Üç şair yanında, iki siyasinin anısına (Muzaffer Gürkan, değil- o babasıdır- Ahmet M. Gürkan olmalı idi) adanmış olan M.Yaşın’ın antolojisi mutlaka yanlışlarından arındırılmalıdır.

(Bu inceleme yazısının ilk yarısı, Alternatif Yazın dergisinin Mayıs-Haziran 1995, Sayı:13 ve Temmuz-Ağustos 1995, Sayı:14’de, tamamı ise “Kıbrıs Türk Kültürü Üzerine Yazılar” adlı kitabımızda yayımlanmıştır. (Lefkoşa, Ağustos 1999, s.206-221) 


İNCİR ÇEKİRDEĞİ: 1993 Yılının Götürdüklerine İlişkin Değinmeler


1993 yılı içinde, Kıbrıs Türk basınında köşe başlarını tutmuş olan bazı “yazar ve sanatçı”ların dile getirdikleri, bizce ilginç bazı görüş ve düşüncelerden oluşturduğumuz aşağıdaki seçmeler, sanırız okuyucuya bu kesim hakkında genel bir bilgi vermeye yetecektir. Gazete sayfaları arasında kalacak olan bu yazılarla ilgili değinmelerimiz, bazı kişileri öfkelendirebilir. Ama biz yazılanlara sadık kalırken, değerlendirmelerimizin hoşgörü ile karşılanacağına inanıyoruz.
***
Ortam gazetesinin ödüllü röportajcısı Neriman Cahit, çoğu yazısında söylenenleri ilk kez duyarmış gibi davranıyor ve heyecanlanıyor: “Bunlar çok ilginç saptamalar. Konu gittikçe beni daha çok sarıyor. Lütfen devam eder misin.” (Yaşar İsmailoğlu ile yaptığı “Eğitim tarihimiz”e ilişkin röportajdan, 20 Ocak 1993)
Anlaşılan kendisi bir gazeteci olarak günlük basını izleyecek vakti bulamıyor ki soruyor: “Gazeteci bir bakıma zaman fukarasıdır. Gazete okuyacak zamanı bulabiliyor musun?” Güliz Baykent’in yanıtı: “Gazete okumak her gazetecinin görevidir. Meslek, okumakla başlar, yazmak sonra gelir.” (30 Mart 1993)
Işın Refikoğlu ile yapılan ropörtajda ise heyecan doruğa çıkıyor: “İnsanı serseme çeviren gerçeklere parmak bastın Işın... Aman Tanrım.. Dinlerken bile bunalıyor insan. Utanıyor. Konuyu değiştirmekte zorlanıyorum.” (7 Nisan 1993)
Neriman Cahit’in “Kör kuyularda merdivensiz kalmak” başlıklı bir makalesinde, bakınız cinsel birleşme bir kadın ağzından nasıl aktarılıyor: “Ben onun solinasını boşaltıp rahatlayacağı bir belediye kuyusuyum.” (Ortam, 29 Nisan 1993) Ve bunlar günlük gazetelerimizde, ödül verilen kişilerin düşün yazılarını oluşturuyor!..
***
“Türk Bankası Kültur-Sanat Ödülü iki bayan sanatçının: Neşe Yaşın ve Emel Samioğlu” (Kıbrıs, 20 Şubat 1993) Jüri üyelerinden Bekir Azgın’ın, Neşe Yaşın’dan yana elini masaya vurarak “ağırlığını” koyması ardından, jüri üyeliğinden istifa eden (gücenmesi geçsin diye l994’de de ödülün ona verileceği söyleniyor) “Şiiradam” Fikret Demirağ’ın bir zamanlar “Şiirkızı” olan Neşe Yaşın’ın ödül alması üzerine kaleme aldığı, ama imza atmaya çekindiği “Ödüllerin güvenirliği ve anlamı” başlıklı yazıda bakın neler döktürülüyor:
“Ödüle değer görülen kişinin (ve yapıtının) NEDEN o ödüle değer görüldüğü de çok önemlidir... Bir de, ödüle değer görülenlerin kişiliği önemli.. Eğer ödüle değer görülende o sağlam kişilik yoksa (yani showmen’lik, showgirl’lık eğilimi kişiliğinde ağır basıyorsa) hemen “havaya girer”, işi abartır, durmadan (temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp) ödülünü önümüze sürer, şişinir, onun rantıyla geçinmeye yönelir (yakın ve uzak çevremizde böylelerinin sürüsüne bereket!). Sonunda, olan yeteneği de körelir; var olan potansiyeli “şov” yolunda tükettiği için tıkanır ve tükenir. Ödüller, bu nedenle, iki yanlı kesen bir bıçağa benzer. YARARLI da olabilir ZARARLI da. Bizce, ödüller ne küçümsenmeli, ne de çok abartılmalı. Anlamı ve o anlamın kavradığı kadar ÖNEMLİDİR ödüller. Ve yalnız o kadar. Üstelik hiçbir ödül almamış, hiçbir ödüle aday olmamış (olmaya gerek görmemiş) dünya kadar önemli şair, yazar, sanatçı var. Bir o kadar da, ödül kazanmış önemsiz şair, yazar, sanatçı. Hatta galiba, birinci kümedekiler daha da üst düzeyde insanlar...” (Kıbrıs, 3 Temmuz 1993)
            İlahi Fikret Bey, üzülme, biz seni hiç ikinci kümeye düşürür müyüz? Yüreğini serin tut. Ödül alsan da, almasan da “En büyük Demirağ, başka büyük yok!”
***
Yeni Düzen gazetesinin sütun yazarlarından Fatma Azgın, okuyucularına “yeni ideolojisini şöyle sunuyor: “Belki de en idealist sistem, kapitalistle kazanıp, sosyalistçe harcamaktır. Dünya bu yola giriyor gibi.” (2 Nisan 1993)
“Skylight Müzikal Tiyatro Topluluğu’nun yönetmeni ve aynı zamanda piyanisti Richard Carsey, American Center’de yapılan panele uydu aracılığıyla Washington’dan katılarak, dört kişiden oluşan Türk ve Rum sanatçıların sorularını yanıtladı... Panele konuşmacı olarak KKTC’den Aslı Giray ve Bekir Azgın katıldı.” (Kıbrıs, 9 Nisan 1993)
“Kıbrıslı Türk klasik piyanist Aslı Giray, direkt hattı, çok iyi algılanan sorular sormak için kullandı... Tiyatrosal soru darbesini yapan, Milwaukee’de Skylight’ın yeni bir Mozart sahneleyeceğini duyan, kültür sütunu yazarı Bekir Azgın’dı ve basitçe şu soruyu sordu: “Hangi Mozart?” (Glyn Hughes, Cyprus Weekly, 16 Nisan 1993)
***
Yeni Düzen yazarı ve Aktüel dergisi muhabiri ve de K.T.Barış Derneği’nin sürekli başkanı Zeki Erkut, PKK’nın Güney Kıbrıs’ta olduğu iddiasıyla, saptadığı evde röportaj yapmak üzere Güney’e geçiş iznini Rum kesiminden alamayınca, gazetedeki köşesinden şu tehdidi savurdu: “Bu iddialar yer etsin, görürsün sen o zaman başına yağacak bombaları.” (30 Nisan 1993) Barış Derneği’nin savaşçı başkanı’nın ele geçirdiği bilgiler, bir süre sonra bu tür konuların uzmanı olan gazetede manşet oldu: “İşte PKK’nın adresi: Doiranis Sok. No. 6” (Kıbrıs, 14 Mayıs 1993)
“Mehmet Uluhan: Bana göre “Kıbrıs Türk Resmi” diye bir kavramın oluşabilmesi için daha zamana gereksinim var. Bana göre, henüz 30 yıllık bir geçmişi olan resim serüvenimizden, geleneği oluşmadığından, söz edebilmek biraz erken... Bu dönemi ve yaşanan 30 yıllık süreci, sanat tarihi değerlendirip yerli yerine koyacak.” (Kıbrıs, 1 Temmuz 1993)
“Ressam Eınin Çizenel’in HP Gallery’deki sergisi, bende, ...önemli etkiler yarattı; beynime oklar saplandı... Böylesine etkiler yayan sergiler çok azdır ve aynı duyguyu Aşık Mene’nin sergisinde de duymuştum... Her fırça darbesi bir figür değerinde...Soyutlama, kendini Emin Çizenel’e dayatmıştır diyorum. Başka türlüsü de olamazdı. (Bütün bu değerlendirmeler, kişisel görüşüm olarak, Aşık Mene için de geçerli.) Bu bir resim eleştirmeninin yazısı değil, bir duyumsama olayının söze dökülmesi yalnızca. Sergiden, içimde bir uğultuyla ayrıldım... Belki bu son satırlar “edebiyat parçalamak”tır. Ama ne yapayım öyle birşeylerdi işte. Emin Çizenel’in sergisi hiç kaçırılmaması gereken bir olay ...” (Fikret Demirağ, Kıbrıs, 31 Mayıs 1993)
Hem övgü düzeceksin, hem de konudan gücenebilecek dostunu yağlayacaksın ve dahası “edebiyat parçalandığının bilincinde olup, okuyucuyu ahmak yerine koyacaksın. Pes doğrusu!... Daha, bitmedi:
“Bizim İkinci Yeniciliğimiz (F. Demirağ, M. Kansu, K. Çanca, Z. Ali) bir tür karşı-şiirdi. Neye karşı? Artık iyice manzumeleşen, şovenizmin emrine giren “resmi şiir”e ve düşmanlık histerisine karşı. Bunun yeterince anlaşılabildiğini söyleyemem. (Aydınlık, 4 Haziran 1993)
Yaşanmış gerçekliği solculaştıktan sonra yeniden anlatmaya çalışırsan, tabii ki o günleri yaşayanlarca anlaşılamazsın. Belki Aydınlık’ı kandırabilirsin! Ve aynı şairin belli bir ruh hali içinde, söyleşi yaptığı öteki şairlere yönelttiği aynı soru şöyleydi: “Kıbrıslı bir şairin Kıbrıs’ta ve bu koşullarda yaşıyor olmasının avantaj ve dezavantajları üstüne neler söyleyebilirsin?” (Kıbrıs,11,18 Haziran, 3, 4 Ağustos 1993)
***
“Her şey bir bencillik rüzgarıyla geçiyor ve “acıklı bir şiir” bırakıyor geride... Bir “kelaynak” daha ölüyor, sonra biri daha (cenazelerine çiçek gönderilmemesi rica olunur!) Son şiirler de kirli bir uğultuyla çarpıp dönüyor hâlâ direnen Şairler Burcu’ına...” (Fikret Demirağ, Hüznün Müziğiyle Dans -bir uzun şiirden bölümler- Kıbrıs, 14 Temmuz 1993) Kıbrıs Türk şiirinde bencilliğiyle bilinen, “nesli tükenmekte olan” bir şairimizin dayanan yüreğinin ‘sesidir. Duyula...
***

            “Kıbrıs Rumlarının yontuculuk tarihini, gelenek ve birikimini ayrıntılarıyla bilemiyoruz, (en azından bu satırların yazarı bilmiyor), ama...Yakın zamanlara (40-50 yıl öncesine) kadar Kıbrıslı Türkler arasında yontuculuk olayı pek görülmüyor. Ya da biz bilmiyoruz. Son 40-50 yıllık dönem içinde ortaya çıkanlar arasında... Adlarını şu anda anımsayamadıklarımız -varsa- bizi bağışlasın.” (29 Temmuz 1993 tarihli Kıbrıs’ın Kültür-Sanat sayfasında çıkan “Pygmalion’dan bugüne...” başlıklı imzasız yazıdan).
A Fikret Bey, madem ki konuyu bilmiyorsun, niye kalem oynatıyorsun? diye sormazlar mı sana?
***
“Bizim Ada- iki aylık kültürel dergi, Sayı: 1, Temmuz 1993, Dizgi: İstanbul. Baskı: Lefkoşa, Sahibi ve Yayın Yönetmeni: Hakkı Yücel” Derginin yazı işleri sorumlusu Asım Akansoy, sunuş yazısında şöyle diyor:
“Şimdilik, iki aylık periyodu ile yayın hayatına başlayan “Bizim Ada”, yurtdışında, özellikle Türkiye’de yaşayan Kıbrıslıların buluşabilecekleri önemli bir nokta olabilme amacıyla çalışmalarına başladı.”
“Bizim Ada”, hiçbir şabloncu yaklaşıma soyunmadan, özgürce ve demokratik yönelimlerle yoluna devam edip, önemli bir boşluğu doldurma görevini başarıyla yerine getirebilecektir” denmiş olmasına rağmen, “Onursal Akdeniz”in (?) hazırladığı Bulmaca’nın Soldan sağa 1 ve 13 numaralı sorularında hangi şablona yakın olduğunu ele veriyor.
Bu “hariçten gazel’in sesinin gür olması ve soluğunun kesilmemesini dileriz. Yoksa barutu bir atımlık mıydı? “Kuşatılmışlık, tutsaklık, tek başınalık ve bitmeyen hasret” duygularıyla bizleri cennet ve cehennem’de hasretle mi gözleyecekler yine!
***
“Çok eskiyi temsil eden, zamana uymayan, varlığıyla geçmişte kalan insanların olumsuzluklarını nitelemek için onlara “dinazor” deniyor. 21. yüzyıla adım atarken Türkiye’de de Kıbrıs’ta da sevimsiz korkutucu zamane dinazorlarının eskiyi korumak için yeniyle savaşımına sık sık tanık oluyoruz.” (Fatma Azgın, Yeni Düzen, 9 Ağustos 1993)
Stalincilikten Liberalizme kayanların, Marksistlerin demode olduklarını öne sürmeleri hastalığı anlaşılan ‘‘ana”dan “yavru”ya da bulaşmış...
***
“M. Kansu’dan çeviri şiir -Yaşlı Chang, üç yıl hastalıktan sonra öldü / Bir gecede yitip gitti, yaşlı Wu / Çelik sertliğinde, benim bedenim de / Kapıya yaslandım, bakarak yeşil tepeye. Lu Yu 1125-1209).” (Kıbrıs, 21 Eylül 1993) ve Fikret Demirağ, sayfasında çeviri çölüne kaktüsler armağan etmeyi sürdürüyor...
***
Hakkı Yücel: “Her şey bir yana 74 kuşağından çıkan M. Yaşın, N. Yaşın gibi iki şair bugün şiirleri ile oldukça önemli yerlere gelmişlerdir.”(Kıbrıs, 15 Eylül 1993)
Aynı kuşaktan çıkan H. Yücel bana sorsa derim ki, N. Yaşın, ABD Büyükelçiliğinin açılış töreninde “milliyeti belirsiz çocuk doğurarak, milliyetçiliği boynuzlamak”la övünüyor. M. Yasın da “Türk Bankası Kültür Sanat Dergisi’nde (Sayı: 13, s. 36) Ali’yi kandırıp/ çocuğun oracığı’nı ş’apıyor!”
***
Şair Neriman Cahit’in “Metafor” adlı şiirinden mısralar: “Eğilme yüzüme / Asrın cinne­tine tııtuldum / Bütiin AİDS’lilerin spermleri avuçlarımda” (Ortam, 7 Ekim 1993)
                                                                       ***
Şair Tamer Öncül’ün “Arka bahçe” adlı şiirinden mısralar: “Hançer barut ve / prezervatif kokan sokaklarda / o ihtiyar cumbalı evin arka penceresinden geceyle oynaşan limon / ağacı” (Kıbrıs, 18 Ekim 1993)
***
“Alternatif Yazın” dergisinin ses vermeye başlaması üzerine, kalemi eline alıp, “Öner Kemal” adıyla “Neriman’ın Sanat Savfası”nda “Toplumcu Gerçekçilik Üstüne” döktüren muhterem, bakınız neler diyor:
“Dünyayı tanımaya, kavramaya başladığım 1960 sonrası yıllar, doğal olarak toplumcu dünya görüşüne bağlanmaya olanak veren dopdolu yıllardı... Siyasetten çok sanata ilgi duyan biri olarak ben toplumun daha “iyi”ye evrilmısi için sanatçılara da büyük “görev”ler düştüğü inancındayım...İlk elde, sanatın özel işlevi olması gerektiğine şimdi daha bir uzak duruyorum... Ancak bugün gelinen nokta şudur: Sanatçı topluma hizmet verdiği ölçüde değil, kendi sanatına saygı duyduğu ölçüde özgürdür. Bu özgürlük onu toplumsallık dışı yaratıma da götürebilir... Eksik kalmaması için şunu da eklemeliyim: Toplumculuk politikacıların işidir. Sanatçının işi, “sanat” yapmaktır.” (Ortam, 5 Ağustos 1993)
İşte Özgür, toplumsallık dışı bir “sanat” örneği: “Kimim ben artık? (bütün ölü ozanlara) “Hayal bir martı” gibi... Ömrüm uzun süren bir intihar eylemiydi, uzun ve acılı... Size sesimin küllerini bırakıyorum... Belki “hayal bir Ada Martısı’yım... -Hüzünle git “ŞİİRADAM”! diyorum kendime! Hüzünle kalın!” (Fikret Demirağ, Kıbrıs, 6 Eylül 1993)
 Demirağ “Güle güle değil, hüzünle” diyerek “sanat” yaparken, bir başka şairimiz Feriha Altıok da “Neriman’ın Sanat Sayfası’nda “Artık sözle şiir yazmayacağım” diyerek, “nereden nereye” geliyor:
“Canım hüzün çekiyor. Yapayalnız bir mekanda üzerime hüzün yağsın istiyorum. Bardaktan boşalırcasına değil ama ince ince yumuşacık... Ben treni kaçırmazdan önce bir arkadaşla (O, bir arkadaştı bunu biliyorum) işte onunla intihar biçimlerini konuşup, kendimize intihar seçiyorduk.” (Ortam, 18 Kasım 1993)
Toplumuna yaşama sevincini değil de, hüznü, intiharı aşılayanları teşhir ettiğimiz zaman da, bakınız o kesimin savunucularından biri nasıl yanıt vermeye çalışıyor:
“Oysa toplumumuzda özellikle şimdilerde bazı kişiler köksüz ağaçlar gibi yüzeysel yaklaşımlarıyla yöneldikleri şair ve yazarlara saldırıyor ama ne yazık ki yıkmak istediklerinin yerine de daha güzellerini koyamıyorlar. Oysa önemli olan, dünün hatta bugünün üretimini eleştirerek irdelemek, anlayarak sahiplenmek ve o noktadan yola çıkmaktır.” (Neriman Cahit, Pygmalion, Sayı:3,1993)
Günlük koşuşturma”sı içinde yazılanları okuma fırsatını bulamayan Neriman Hanım’ın nesine sahip çıkalım? İşte yazdıkları:
“Bir orospu gibi yağmalatıyoruz benliğimizi / kendi felaket fermanımızı kendimiz yazıyoruz / Yaşamımızın video filmlerine/ihanetleri işliyoruz... / piç kimliklerimiz sırıtıyor şeceremizde / İsa’dan buyana / yeni fahişeler doğuruyoruz / kimliksiz sevişmelerimize...” (Pygmalion, Sayı:3, 1993)
Neriman Cahit’in bir başka yazısından: “Elimde iki tane dergi var. Sonbaharla birlikte açan iki kardelen gibi. Türk Bankası Kültür-Sanat Dergisi ve Pygmalion.” (Ortam, 11 Kasım 1993)”
Alternatif Yazın’ı eline bile almamış herhalde. Yoksa bu dergi ısırgan otu, ya da kaktüs mü? Değinmelerimizi, yine onun bir önerisini aynen aktararak bitirmek istiyoruz:
“Dünyanın değiştirilmesine inanmak, bu noktadan hareket etmek gerek. Kitlelerden soyutlanarak kendi kulelerinde üretmek üzerinde düşünmek gerek.” (Ortam, 18 Kasım 1993)


(Alternatif Yazın dergisi, Ocak-Şubat 1994, Sayı:5)

KIBRIS YAZARLAR BİRLİĞİ’NE AÇIK MEKTUP


K.T. Sanatçı ve Yazarlar Birliği nasıl bir kliğin kendilerini pazarlama aracı haline dönüştürüldü?
ELK (Kıbrıs Yazarlar Birliği)’ne açık mektup (1)

Değerli Yurttaşlar,
Lidra Palas’ta 30 Ekim 1992 günü yer alması planlanan iki-toplumlu şiir gecesine çağrılı olanlar listesinden adımın çıkarılmış olmasını size duyurmaktan çok üzgünüm. Kıbrıs Türk Sanatçı ve Yazarlar Birliği’nin Genel Sekreteri Tamer Öncül’ün, bu birliğin kurucu ilk Genel Sekreteri ve bir üyesi olarak beni, kara-liste’de olduğumu gerekçe göstererek davet etmediğini öğrenmiş bulunuyorum. Böylece Birlik, Kıbrıs Türk liderliğinin bana koyduğu yasağı kınamak için gerekli cesaretinin olmadığını göstermiştir. Kendi Birlik tüzüğümüze de ters olan bu ikiyüzlülük ve çifte standart kullanma eylemini protesto etmek istiyorum.
            17 Mayıs 1990’da bu Birliği diğer 21 arkadaşla birlikte kurduğum zaman, düzenli olarak Perşembe akşamları yapılan toplantılarla Birlik, eski ve yeni kuşak aydınlar arasındaki kopukluğu gidermeye çabalamış ve toplum içinde Birliğe bir yer kazandırmayı başarmıştı. Aralık 1990’da Aziz Nesin’in Kıbrıs’ı ziyareti sırasında, ülkemizin yazarları arasında ilk defa karşılıklı görüşmeleri yapabildik. (2) Bu başarılı temastan sonra, belli çevreler taraf ından örgütlenen bir dizi entrikayla karşılaştım. Daha sonra, çalışmayan yeni bir Yazarlar Birliği kuruldu.(3) Kutlu Adalı’ya, beni Kıbrıs Rum tarafından para almakla suçlayan imzasız bir mektup gönderildi. (4) Sonra, ben, Kutlu ve eşi, CTP yanlısı bir gruba mensup bir klik tarafından Birliğin 2. Yıllık Kongresinde safdışı edildik. Bu yılki kongreye de sadece 13 üye katılarak, aynı klik için 11 oy kullanıldı ve bizim Birlik’ten atılmamızı sağlayacak yolu açan tüzük değişiklikleri yapıldı. Şimdi Birlik, bu kliğin propaganda aracı haline gelmiştir.
Bütün bu gelişmelerden Kuyalis ve Hacıpapas’ı haberdar ettim. (5) Hacıpapas ve Simeu’nun (Türk kesimine) Temmuz 1992’de yaptıkları ziyaretten (6) hiçbir üyemiz haberdar edilmemiştir. Ağır eleştirilerden sonra, 27 Ağustos 1992 günü bir toplantı yapılmış ve Lidra Palas’ta şiir okuyacak olan 10 Kıbrıslı Türk şairin Birlik Yönetim Kurulu tarafından seçildiği haberi bize duyurulmuştur. Bayan İlkay Adalı, bir üye olarak kendisinin niçin listeye alınmadığını sordu. Ben de, 1960’lardan beri İlkay Adalı gibi şairlik yapan Hizber Hikmetağalar’ın adının listeye konmasını önerdim. Bize, kararın önceden alınmış olduğu ve değiştirilemeyeceği söylendi.Toplantıda bu konu üzerinde daha başka tartışmalar da yer aldı. Hacıpapas’ın Öncül’ü uyarması üzerine, bizim tarafsız üyeler olarak şiir gecesine çağrılmamız gerekiyordu, ama aksine listeden çıkarıldık. Daha sonra Hacıpapas, Kutlu Adalı’ya üçümüz adına bir çağrı gönderdi. Ama bu çağrı da bir yerlerde kaybolduğundan elimize geçmedi. (7) Daha sonra ben ve İlkay Adalı, yeni bir çağrı aldık ve onunla 26 Ekim’de “izin” için başvuruda bulunduk. Bana “izin” verilmedi. Çünkü hâlâ daha kara-liste’deydim. Öte yandan Öncül’ün, Kıbrıs Türk makamlarıyla görüşerek toplantıya fazla sayıda Kıbrıslı Türkün çağrılmaması için, çağrılı sayısının 100’den 30’a ve sonra da 10 kişiye indirilmesi konusunda anlaştığını öğrendik! Kıbrıs Türk Sanatçı ve Yazarlar Birliği, yasak koyan makamla uzlaşmış ve siyasal gerekçeyle iznin şartlı olarak verilmesini kabul etmiştir. (8) Bu çifte standard eylemini protesto ediyor ve size, Birliğin bu yan tutan tavrının kınanması çağrısında bulunuyorum. Bizim mücadelemiz, belli bir parti veya kişinin propagandası için değil, aksine Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum edebiyatçılar arasında anlayış ve özgür haberleşme hakkı içindir. Bu şiir gecesine katılan herkese en sıcak selamlarımı gönderiyorum.
Dr. Ahmet Cavit AN

Konuyu Açıklayıcı Notlar:
(1) Lidra Palas’taki şiir gecesinde okunmak üzere ELK Başkanı Hristos Hacıpapas’a gönderdiğim bu mektup, “kendi adına gönderildiğini” sandığını sonradan bana bildiren Hacıpapas tarafından o gece okunmamıştı. Daha sonra, 23 Kasım 1992’de Filelefteros gazetesine de iletilmiş, ama söz verilmiş olmasına rağmen (anlaşılan ELK bu mektubun yayımlanmasını engellemiştir), orada da yayımlanmamıştır.
(2) Ayrıntı için bak. Yeni Düzen, 22 Aralık 1990, Aziz Nesin ile Üç Gün, Ahmet An.
(3) 19 Ocak 1991’de.
(4) Bak. Yeni Düzen, 11 Ocak 1991, Barış Güvercini gibi başlıklı makalenin sonunda “Bir ajana not”. Kutlu Adalı.
(5) O sırada ELK Başkanı Theoklis Kuyalis, Genel Sekreteri de Hristos Hacıpapas idi.
(6) Bak. Kıbrıs, 14 Temmuz 1992.
(7) Çağrıyı içeren zarfın CTP Genel Merkezi’ne Almanya’nın Sesi’ne mensup gazeteci grubu tarafından verildiğini sonradan öğrendim.
(8) Şiir gecesiyle ilgili olarak, 2 Kasım 1992 tarihli Kıbrıs gazetesinin Kültür-Sanat sayfasında çıkan ve Fikret Demirağ tarafından kaleme alındığını öğrendiğim imzasız haberde, şiir gecesine “KKTC” ve Güney Kıbrıs’tan 10 Türk ve 10 Rum şairin katıldığı belirtilirken şöyle deniyordu:
“Geceye, KKTC’den Fikret Demirağ, Neşe Yaşın, Tamer Öncül, Filiz Naldöven, Mustafa Gökçeoğlu, Neriman Cahit, Feriha Altıok ve Ayşen Dağlı, Kıbrıs Türk Sanatçı ve Yazarlar Birliği’nin belirlediği şairler olarak katılırken, Hizber Hikmetağalar ve İlkay Adalı da kendi adlarına (abç) şiirlerini okudular.”
Hacıpapas’ın bana sonradan bildirdiğine göre, şiir gecesinde Tamer Öncül’ün verdiği listede şiirleri bulunmadığı için şiirleri Rumcaya önceden çevrilmeyen Filiz Naldöven ile o gece kürsüye okunması için verdiği notun okunmamasına kızan Ayşen Dağlı durumu protesto edip, Lidra Palas’tan ayrılmışlar ve Rum kesimindeki yemekli toplantıya katılmamışlardır. Feriha Altıok da kendi gerekçesiyle toplantıdan ayrılan üçüncü kişiydi. Lidra Palas Şiir Gecesi’ndeki gelişmeleri kendilerinin kaleme almaları için bu üç kişiye buradan açık çağrı yapıyorum.
Hacıpapas, bana yazdığı 13 Kasım 1992 tarihli mektubunda ayrıca, aynı Birliğin üyeleri olan İlkay ve Hizber’in şiirlerini orada İngilizce olarak okumalarına, K.T.Sanatçı ve Yazarlar Birliği’nin Yönetim Kurulu üyelerinin hoşnut gözle bakmadıklarını da bildirdi.
Öte yandan Kıbrıs Türk siyasal parti temsilcilerinin de şiir gecesine çağrılmaları için T. Öncül’ü uyardığını (çünkü Rum siyasal partileri ve BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin Büyükelçiliklerine ait Kültür Ateşeleri de çağrılmış ve katılmışlardı), ama Öncül’ün bu çağrıları yapmadığını yazmıştı. Yoksa bu da “İzin Makamı” ile yapılan gizli pazarlığın bir sonucu muydu? Orasını öğrenemedim.
2 Kasım 1992 tarihli Kıbrıs’taki sözü edilen haberin devamında. Güney Kıbrıs’ta iki ayda bir yayımlanan AKEL’e yakın “Neo Epohi” adlı kültür-sanat dergisinin bir özel sayı hazırlayarak, “K.T.Sanatçı ve Yazarlar Birliği’nin üyesi olan” şair ve yazarların ürünlerini basacağı bildiriliyordu.
Hizber Hikmatağalar’a ait bir düzyazı. Kutlu Adalı’ya ait bir şiir ve bir makale, İlkay Adalı’dan üç şiir, Hüseyin Çakmak’tan karikatürler ve benim, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun Rum kesiminde oynadığı Aristofanes’in “Barış” oyunuyla ilgili bir değerlendirme yazımı Neo Epohi’ye İngilizceye çevirerek derhal ilettim. Ne yazık ki Neo Epohi’nin 4 ay gecikmeyle çıkan 5/6-1992 numaralı özel sayısında benim ve Kutlu Adalı’nın yazılarına, İlkay Adalı’nın iki şiirine ve H. Çakmak’ın karikatürlerine yer verilmedi. Ama Birlik yöneticilerinin belirlediği şairlerin şiirleri, önceden belirlenip, Rumlara kabul ettirilen protokol sırasına göre (tabii ki İlkay Adalı en sonda) dergide Rumca olarak yayımlandı. Bunlara ek olarak Kıbrıslı Türk ressamların birer eseri ve kısa bilgiler de yine protokol sırasıyla aynı sayıda yer aldı. Her nedense Birliğe üyelik koşulu ressamlardan aranmamıştı!
Gerçekleri açıkça söylediğimiz için ve klikleşmeye karşı çıktığımız için kendi toplumumuzdan sanatçıların bizleri dışlama çabalarına karşı mücadele ederken, başka engellemelere de maruz kaldık. Türk ve Rum toplumları arasında, klikler ve partiler dışı, bağımsız kişiler olarak kültürel alış-veriş ve anlayış havasının geliştirilmesi için 1992 yılı Kasım ayı sonunda ELK’ye yaptığımız üyelik başvurusunun Rum sağcı basınına sızdırılması (Bak. Kıbrıs, 6 Aralık 1992, Alithia’dan alıntı) üzerine, sağcı Kıbrıs Türk Yazarlar Biıiiği’nin Başkanı Ali Nesim bir açıklama yayımladı. Bu uzun açıklamayı sadece tam metin olarak Kıbrıs gazetesinin F. Demirağ tarafından yönetilen Kültür-Sanat sayfasında yayımlanması (10 Aralık 1992) da anlamlıydı...

(Alternatif Yazın dergisi, Kasım-Aralık 1993, Sayı:4)


YENİ ÇAĞ GAZETESİNE AÇIK MEKTUP


Dergimiz Yazarlarından Ahmet An’ın yayımlanması için Yeni Çağ gazetesine gönderdiği, fakat gazetenin yayımlamadığı Açık Mektubu dergimiz, kamuoyunun bilgisine sunuyor: 
  
                                                                                                      16 Eylül 1993
Yeni Çağ Gazetesi Yazı İşleri Müdürlüğüne,
13 Eylül 1993 tarihli Yeni Çağ gazetesinin 3. sayısında yer alan “Şair Neşe Yaşın, Barış ve Kardeşlik mücadelesini şiirleriyle zenginleştirmeyi sürdürüyor” başlıklı ve resimli “Büyük Söz” şiiriyle ilgili olarak, aşağıdaki görüşlerimin, gazetenin çıkacak ilk sayısında yayımlanmasını rica ederim.
Neşe Yaşın’a ait “Büyük Söz” şiiri, ilk kez Lefkoşa’nın Rum kesimindeki ABD’nin yeni Büyükelçilik binasının hizmete girmesi nedeniyle 4 Temmuz 1993 Pazar akşamı yapılan özel açılış töreninde okunmuş ve 8 Temmuz 1993 tarihli Yeni Düzen gazetesinde “Neşe Yaşın’ın Büyük Söz’ü sorun oldu” başlıklı haberle birlikte yayımlanmıştır.
Törende bulunan Rum Temsilciler Meclisi Başkanı Galanos, 6 Temmuz 1993 tarihli Simerini’de çıkan demecinde şu değerlendirmeyi yapmıştır:
“Amerikan Büyükelçiliği mensuplarının töreni Kıbrıslı Türk Bayan Ozan Neşe Yaşın’ın şiiri ile açmasını da kınarım. Zira onun şiirinin verdiği mesajın, Kıbrıs’la yakın-uzak herhangi bir ilgisi bulunmuyordu. Şiirin sözlerinin ayrıca Kıbrıs’ın tarihi, kültürü ve halkı ile herhangi bir yakınlığı olmadığı gibi, verdiği mesajlarla şiirin Kıbrıs’taki bazı insanları Amerikalıların oyuncağı haline getirmeyi amaçladıklarını öğrenmiş olduk.”
Neşe Yaşın’ın “barış ve kardeşlik mücadelesini “Büyük Söz” şiiriyle zenginleştirdiği şeklindeki görüşe katılmak olanaksızdır. Çünkü şiirin içeriği, Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin barış ve kardeşlik mücadelesinin özünü yansıtmaktan çok uzaktır. Bu şiir, sadece kapitalist sisteme özgü kültürel ve ahlâki yozlaşmanın bir örneğidir.
“Bütün vatana ulaşmak için, milliyetçiliğe şahane boynuzlar taktırıp, ihanet edeceğini” açıkça söyleyen şair, milliyeti belirsiz (?) bir aşk doğurmaktan söz etmektedir. Gerçi ben, şairin cinsel hayatı veya milliyeti belirsiz kozmopolit haznesi konusunda fikir yürütmek durumunda değilim, ama Yeni Çağ gibi Kıbrıs sorununa ilişkin ciddi bir siyasal çizgisi olan bir gazetede, bu tür eylemlerin (!) ‘‘barış ve kardeşlik mücadelesini zenginleştirme” olarak adlandırılmasını yadırgadığımı belirtmek istiyorum.
Bu yılki Türk Bankası Kültür Sanat Ödülünü alırken, “Benim için şiir bir “yaramazlık” aracıdır” diye konuşan Neşe Yaşın (Kıbrıs, 20 Şubat 1993), siyasal görüşünü açıklarken de, “şu tekrarlana tekrarlana sıkıntı veren “federal çözüm” beklentisi”nden de söz etmekteydi. (Yeni Düzen, 14 Nisan 1992)
Aynı şair, 16 Ağustos 1993 tarihli Yeni Düzen gazetesinde Oxford toplantısına katılan Amerikalılara, “aynı kendisi gibi hisseden insanlara elleriyle dokunduktan sonra”, Amerikan Emperyalizmine karşı tavrının, “önyargılarının genellikle temelsiz ve saçma şeyler” olduğunu keşfettiğiniyazmıştır.
Yeni Çağ’ın sözünü ettiği barış ve kardeşlik mücadelesi, “Büyük Şair Sözleri” ile veya “yeryüzünün bütün kıtalarında, bütün milliyetçilik düşmanları ile sevişip, milliyeti belirsiz aşklar doğurarak, yarım vatana ihanet ettiğini ve bu yolla bütün vatana ulaşacağını sananlar”la verilmez. Verildiği sanılırsa “toprağa barışın inmesi” için, “gökyüzünde daha çoook bulutlar ağlayacak” demektir.  
Ahmet AN

(Alternatif Yazın dergisi, Kasım-Aralık 1993, Sayı:4)