Hazırlayan:
Sevgül Uludağ
Sağlık Köşemizin
bu haftaki konuğu çocuk doktoru Dr. Ahmet Cavit. Ahmet Cavit sorularımızı
yanıtlarken, özellikle reçetesiz ilaç satışından çocukların ne tür bir zarara
uğradığı üzerinde duruyor.
SORU: Sayın
Ahmet Cavit bize ülkemizde çocuk hastalıklarının durumu hakkında bilgi verir
misiniz?
AHMET CAVİT:
Gerçi genel olarak sağlıklı olarak nitelendirebileceğimiz bir toplum yapısına
sahibiz, ama yine de ülkemizde belli bazı çocuk hastalıkları görülmektedir.
Bunların başında ishaller, üst solunum yolu enfeksiyonları gelir ki, bunlar
bademcik iltihabı, farenjit dediğimiz en sık görülen hastalıklar. Üçüncü grup,
özellikle Kıbrıs açısından önem kazanan Akdeniz anemisi denen talassemiya,
dördüncü grup kalp dahil bazı doğumsal anomaliler, bozukluklar. Gerçi bunların
görünme sıklığı azdır, ama yine de saymak gerek. Bronşit-astma, çok sık olmamakla
beraber, görülen diğer hastalıklardandır ve bir de diyabet.
SORU: Örneğin
ishaller nerden kaynaklanıyor, sulardan mı?
AHMET CAVİT:
İshaller yenen besinlerdeki bakteri veya virüslerin sonucu olarak olabildiği
gibi sık yenen besinlerin bünye tarafından kabul edilmemesi nedeniyle de
olabilir, bileşimi o anki barsak durumuna uymayabilir.
SORU: İshaller
çok yaygın mı?
AHMET CAVİT:
Yaygınlığı hakkında birşey diyemeyeceğim, çünkü hastalar, ilk ishalde küçük
bebekken doktora gelir, belli bir tedavi şeklini öğrenir, ondan sonra ishal
hallerinde kendi evde tedavi yaptığı için doktor tarafından takibi biraz güç
olur. Bazen bu uzun sürer, 2-3 gün sonra “çocuğuma bu perhizi yapıyorum, bu
ilacı veriyorum, geçmedi” diyerek bize gelebilir. Bazen geç olur, su kaybı
olur, hastaneye sevketmek gerekir, bazen de bizim önereceğimiz şekilde tedavi
ile 3 günde kapanabilir.
SORU: Bademcik
iltihapları nerden kaynaklanır?
AHMET CAVİT:
Genellikle bakterilerin yolaçtığı durumlardır. Özellikle çocuğun ilk
yaşlarında sıklıkla görülebilir, hatta bademciklerin bazen aşırı büyümesine
bağlı, boğaz bademcikleri de büyüyüp adenoid dediğimiz bir duruma yolaçabilir
ki, bazı hallerde bu adenoidlerin, yutak ve boğaz bademciklerinin alınması
gerekebilir. Bir diğer sorunlu durum, ailelerin reçetesiz ilaç alıp, direk
eczaneden ilaç alıp, bu tür boğaz-bademcik enfeksiyonlarını doktor kontrolü
olmadan, kendi başlarına tedavi etmeleridir. Bunun toplumuza getirdiği en
büyük sorun, belli bazı antibiyotik ve sülfanamit grubu dediğimiz ilaçlara
karşı direnç oluşmasıdır.
SORU: Bağışıklık
diyorsunuz...
AHMET CAVİT:
Evet, ki son zamanlarda yapılan boğaz kültürlerinin çoğunda, özellikle
ailelerin su gibi septrin, baktrim tipi
ilaçlara karşı büyük direnç oluştuğu görülmektedir. Ampisilin de toplumda uzun
süre kullanılmış bir ilaç olduğundan, ampisiline karşı direnç söz konusudur.
Şimdi yeni kullanılan bazı antibiyotikler hassas olmasına rağmen, zaman içinde
onlara da belli bazı bakteri tiplerinde direnç görülmektedir. Bu da
toplumumuzda genelde bakteri florasına karşı mücadele açısından çok olumsuz
bir durumdur. Bu nedenle özellikle antibiyotiklerin reçetesiz olarak eczacılar
tarafından satılması ve doktor kontrolü olmadan kullanılması, bir an önce
önlenmesi gereken sosyal ve tıbbi bir konudur.
SORU: Bu
bağışıklık, direnç olduğu zaman ne oluyor?
AHMET CAVİT: O
hastalık için düşünülen antibiyotik verilmiş olmasına rağmen, 2-3 gün içinde
ne ateş düşüyor, ne de söz konusu bölgede iltihapta bir gerileme görülüyor.
Çocuğun ateşi
sürüp gidiyor ve istenen iyileşme, ilk 3-5 gün içinde sağlanamıyor. Bir de,
tabii antibiyotiklerin belli bir süre kullanılması zorunludur, en az 5 gün. Bazı
aileler eczacıdan aldıkları antibiyotiği 2-3 gün veriyorlar, sonra çocuğun
ateşi düşmüştür deyip antibiyotiği kesiyorlar Bu nedenle zaman içinde belli
bazı dirençli bakteri tipleri üreyip, yeniden hastalığa yol açabiliyorlar.
SORU: Başka
çocuk hastalıkları konusunda neler söylemek istersiniz?
AHMET CAVİT:
Tabii ilk sorun talassemiyadır, toplumumuzda her ne kadar da bu konuda bir
kuruluş varsa da, -Talassemiyalıları Koruma Derneği- sanırım yeterince bilimsel
bir araştırma yapılmış değildir, gerçek yaygınlık oranı ve önlemler
konusunda... Güney Kıbrıs’ta bu çok daha güçlü biçimde araştırılmıştır, oradan
aldığımız istatistiklere göre, Kıbrıs nüfusu içinde %16 taşıyıcılık
sözkonusudur. Bu da şu anlama geliyor: Her 150 doğumdan biri talassemiyalı doğabilir.
Onlarda 1974’den bu yana test zorunlu hale getirilmiştir, bizde de 1980’de
olmuştur. Böyle olmasına rağmen, halen Rum toplumunda 600 kadar kişi
talassemiyalıdır ve bizdeyse 200’ün üzerinde bir rakam var.
SORU: Çocuk
ölümleri konusunda ne söyleyeceksiniz?
AHMET CAVİT: Bir
toplumda ana ve çocuk ölüm oranı, o toplumun kalkınmışlığını gösterir. Bizde
ne yazık ki, bu konuda sağlıklı istatistikler bulunmamaktadır. Yani bilimsel
olarak ifade edildiğinde, her bir canlı doğumda, kaç bebek 1 yaşına gelene dek
ölür, bebek ölüm oranı bunu ifade eder. Kıbrıs’ta 1945’lerde bu oran binde 80
idi. 50’lere gelindiğinde binde 63 ve 1960’ta, binde 40 idi. Bu oran Rum toplumunda
1986’da binde 12’ye kadar düşürülebilmiştir. Türk toplumuyla ilgili olarak
elimde farklı bilgiler var. Örneğin Sağlık Bakanı Dr. Erbilen, 1985 Ekim’inde
televizyonda yaptığı bir konuşmada bu oranın binde 16 olduğunu kaydetmiştir.
Fakat Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Ayten Berkalp ise, bunun 11 olduğunu iddia
etmiştir. Arada binde 5’lik bir fark olmasına rağmen, düşük sayılabilir.
SORU: Bu
çocukların çok sağlıklı yetiştiğini mi gösteriyor?
AHMET CAVİT: Bu
bizde çocukların tam teşekküllü kliniklerde, özel veya devlet kliniklerinde çocuğunu
gösterir. Gelişmekte olan ülkelerin büyük bir kısmında ya ebe doğumu olur,
bundan ötürü bu ülkelerde anne veya çocuk, doğum anında ölebilir veya belli
bazı temel çocuk hastalıklarına karşı ilk yaşta aşılama olmadığı için, çocuklar bilinen temel çocuk
hastalıklarından, diyelim ki kızamık, difteri, tetanoz, boğmaca, çocuk felci
gibi hastalıklardan aşılanmadıkları için ölebilirler. Bizde tüberküloz vakaları
fazla yaygın olmadığı için tüberküloz aşısı, doğumdan hemen sonra
yapılmamaktadır. Ancak son dönemlerde, örneğin 1984 yılında 55 yeni tüberküloz
vakaları olmuştur Bu nedenle toplumda yeni tüberküloz taramalarıyla tüberküloz
vakalarının artması halinde, bu vakaların anında tesbit edilip tedavisine
gidilmesi veya aşının zorunlu hale getirilmesi düşünülebilir, ama sanırım
şimdiki aşamada bunun zorunlu olmaması lazım.
SORU: Devlet ve özel sektör doktorları açısından çocukların muayene
oranı nedir?
AHMET CAVİT: Örneğin devlet tarafından 1983’te bir yıl içinde 20,901 çocuk
muayene edildi, 84’te ise 12,973 çocuk... Bu acaba çocukların daha az
hastalandığına mı işaret eder, yoksa özel sektöre doğru bir kayış mı vardır? Bunu
bilemeyiz, çünkü devlet sağlık istatistiklerimizde ne yazık ki özel sektörle
ilgili hiçbir bilgi verilmemektedir. Hekim sayısı itibarıyla da orda, sağlıklı
bilgi sözkonusu değildir. Yine Sağlık Raporu’nda, sağlık müfettişlerinin
halkı aydınlatmak amacıyla 1,538 okul ziyareti, 876 konferans, 928 halk kitle
konferansından bahsedilmektedir. Bu kadar yüksek rakamlar gerçek midir?
Şüpheyle karşılarım.
SORU: Çocuk doktorlarının oranı nedir?
AHMET CAVİT: Devlet’te 10, dışarda 17 çocuk doktoru çalışmaktadır.
SORU: Bu sayı yeterli midir?
AHMET CAVİT: Tabii yetersizdir. Her ne kadar da doktor enflasyonu var deniyorsa
da, bugün uzmanlık dallarında bile alt uzmanlık dalları sözkonusu olduğundan,
yeterli değildir. Örneğin çocukların sırf çocuk kalbi, sırf çocuk böbreği,
sırf çocuk allerjileri konusunda alt-uzmanlaşma söz konusudur. Ne yazık ki
ülkemizde, devlette böyle bir politika yok, bilakis onlar uzman hekimlerin
fazla olduğunu ve pratisyen hekim açığı olduğu iddiasındadırlar. Bu bana göre,
kesinlikle yanlıştır, çünkü biz, toplum sağlığı açısından gelişmekte olan
ülkelerle değil, Avrupa’yla kıyaslanacak ve onların ortalama değerlerini
alacak durumdayız ki pratisyen hekimden çok, uzman hekime ihtiyacımız
vardır.
SORU: Reçetesiz ilaç satışı konusunda başka neler söyleyeceksiniz?
AHMET CAVİT: Örneğin güneyde bu durum çok sıkı tutulmuştur, reçetesiz
antibiyotik satılan bir İngiliz turistte meydana gelen bir allerji nedeniyle,
eczacı güneyde mahkemeye verilmiş ve 75 Kıbrıs Lirası ceza ödemiş, ayrıca 19
Kıbrıs Lirası da mahkeme masrafı ödemiştir. Bizim toplumda ne yazık ki bu,
sözkonusu değil. Reçetesiz ilaçlar, antibiyotikler, uyuşturucular, rahatlıkla alınıp
satılmaktadır, hatta belli bazı ilaçlar süper marketlerde bile eczacı kontrolü
dışında satılmaktadır.
SORU: Niçin böyle oluyor? İnsanlar neden doktor yerine eczacıya gidiyor?
AHMET CAVİT: Birincisi, rahatlıkla eczacıdan reçetesiz ilacı alabildiği
için doktoru devreden çıkartıp, “Zaten daha önce bana bu ilacı vermişti”
diyerek, gidip aynı ilaçları alıyor. İkincisi, vizite ücretlerinin her ne
kadar da Kıbrıs’ta Türkiye’dekine kıyasla düşük olmasına rağmen, -Türkiye’de
bir vizite 5 bin, bizde hâlâ daha 3-4 bindir- doktor vizitesinden kurtulmak için
direk gidip eczacıdan alıyor. Toplumun büyük bir kesimi sosyal sigortalı
olmasına rağmen, ne yazık ki Sosyal Sigortalar, özellikle çalışan kesime,
sağlıklı bir sağlık hizmeti veremiyor. Eldeki istatistiklere göre, Sosyal Sigortalar
kurumu, çalışanlardan, sağhk primi olarak yılda 800 milyon lira toplamakta ve
bunun ancak 175 milyonunu sağlık amacıyla
harcamaktadır ki geriye kalan para atıl vaziyette durmaktadır. Serbest
Çalışan Hekimler Birliği’nin Sosyal Sigortalar kurumuna bir önerisi olmuştur: Sosyal
sigortalar hastalarının özel çalışan hekimler tarafından da muayene edilip,
devlete ödenen tedavi ücreti kadar aynı miktarın serbest çalışan hekimlere
ödenmesi doğrultusunda.. Ne yazık ki bu önerimiz şimdiye kadar yanıtlanmamıştır.
SORU: Bu parayla sizce ne yapılabilir?
AHMET CAVİT: İlk aşamada, bana
göre sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi düşünülebilir. Bu yapılmayacaksa,
ilk aşamada. Sosyal Sigortalar Kurumu’nun en azından kendi poliklinik veya
hastanesini kurarak, sosyal sigortalı hastalara, istihdam edeceği, doktorlar
aracılığıyla direk bir hizmet sunması akla gelebilir. Böyle bir kuruluş
oluşturulacak olursa, bu da devlet hastanesini ilerde uzmanlaşmaya götürebilir
ve daha ağır vakaların daha uzman ellerde tedavisi sağlanabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder