20. yüzyılda, en tehlikeli bulaşıcı hastalıklara karşı
gerek gelişmiş kapitalist ülkelerin çoğunda, gerekse sosyalist ülkelerde
kazanılmış olan zafer, tıbbın en büyük başarılarından biri olarak kabul
edilmektedir. Bu zaferin kazanılmasında koruyucu aşıların çok büyük rolü
olmuştur. Bilindiği gibi, bulaşıcı hastalıklardan korunmak için seçilecek tek
etkin yol, kişilerin bu hastalıklara karşı aşılanması ve onlara karşı bağışıklık
kazanmaktır.
Dünya Sağlık Örgütü, bu yılki Dünya Sağlık Günü’nün “Her
çocuk için aşılanma olanağı” belgisi altında kutlanmasını önermiş ve 6
tehlikeli bulaşıcı çocuk hastalığı olan kızamık, difteri, boğmaca, tetanos,
çocuk felci ve vereme karşı mücadeleye dikkat çekmek istemiştir. Çünkü gelişmiş
ülkelerde kazanılan zafere rağmen, dünya çocuklarının yüzde 80’inin yaşamakta
olduğu gelişmekte olan ülkelerde, aşılarla önlenmesi mümkün olan bu bulaşıcı
hastalıklardan, her yıl milyonlarca çocuk ölmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerde aşılama kampanyalarının
başlatılmasından önce, her yıl 5 milyon çocuk ölmekte, bir 5 milyonu da bu
hastalıklar yüzünden ömür boyu sakat kalmaktaydı. Bu korkunç duruma son vermek
için Dünya Sağlık Örgütü, 1974 yılında Genişletilmiş Aşılama Programı (Expanded Programme on Immunization - EPI)’nı başlatmış ve başarılı bir
çalışma sonunda çiçek hastalığı yeryüzünden silinmiştir. 1974’de gelişmekte
olan ülkelerde bu 6 hastalığa karşı aşılanan çocukların oranı yüzde 5’i
geçmezken, bu program sayesinde, bu oran 1986’da yüzde 48’e yükselmiş
ve yılda bir milyon çocuğun bu hastalıklardan ölmesi engellenmiştir.
Mayıs 1986’da yapılan 39. Dünya Sağlık Örgütü Genel
Kurulu’nda konuşan EPI Başkanı Dr. Ralph
Henderson, gelişmekte olan ülkelerdeki
çocukların yüzde 60’ını, Difteri, Tetanos ve Boğmaca’nın veya çocuk felcinin
ilk aşı dozunu, yüzde 40’ının da 3. dozunu aldıklarını açıklamıştır. Ama en
fakir ülkelerde bu aşılama oranı, DTB için yüzde 15’in altında bulunmakta olup, her yıl gelişmekte
olan ülkelerde 5 yaşın altında olan 3.5 milyon çocuk hâlâ daha bu 6 çocuk hastalığından
ölmekte, bir o kadar da sakat kalmaktadır.
KORUYUCU
AŞILAMADA İKİ ŞEKİL
Görevi, insanda yapay yoldan belli bir bulaşıcı
hastalığa karşı özgül bağışıklık kazandırma olan koruyucu aşılar, bunu iki
şekilde sağlamaktadır. Birincisinde, antijen, aşı maddesi olarak vücuda
verilmekte ve organizmada immuno-biyolojik olaylar zinciri başlatılarak,
sonunda bağışıklık denen korunma oluşmaktadır. Bu, aşılanan tek tek kişilerle
ilgili olduğundan, buna kişisel korunma denir. İkinci şekilde ise, nüfusun
büyük bir çoğunluğu, bulaşıcı salgın hastalığa karşı aşılanmakta ve böylece,
sadece kişiler tek tek değil, arada aşılanmamış kalan kollektifm diğer üyeleri
de korunmuş olur. Korunmanın çapı, kollektifte aşılananların çapıyla orantılıdır.
Aşılanan her kişi ile enfeksiyon zincirinin bir halkası yok olur ve çoğu kez,
kişiler artık hastalanmaz ve yeni bir hastalık zinciri oluşmaz.
Nüfus içinde aşılanmış olması gereken kişilerin yüzde
oranı, bulaşıcı her hastalıkta farklıdır. İyi bir kollektif koruma sağlamak
için mümkün olan en fazla sayıda kişinin, o hastalığa karşı aşılanması
gerekmektedir. Ancak o hastalık için ortalama aşılanma yüzdesinin üzerine
çıkıldığı takdirde, aşılama yeterli olur ve bulaşıcı hastalığın salgını
önlenebilir. Kişilerin aşıyla korunmuş olup olmamalarına bağlı olan kollektif
korunma, belli bir bulaşıcı hastalığa karşı bağışıklık kazanmada önemlidir,
hele bu hastalığın ortadan kaldırılması isteniyorsa. Bu nedenle kollektif
korunma, kişisel korunmaya kıyasla daha niteliklidir. Belli yıllarda doğanlar,
eğer o hastalığa karşı tam olarak aşılanmışsa, o hastalık salgınının olduğu
yıl, hasta olanların sayısı az olur. Tam olarak aşılanmamış yaş gruplarında
ise hastalık sayısında artış görülür.
Nüfus içinde mümkün olan en yüksek aşılama oranına
ulaşmak kolay değildir, bazı zorluklar söz konusudur. Ama bunların aşılması
sistemli ve sürekli bir çalışmayla mümkündür. Bu zorlukları şöyle
sıralayabiliriz:
1. Halkın
aşılama konusunda bilgisizliği ve bu konuda uyarılmamış olması
2. Aşıdan
korkma, yersiz endişelere kapılma
3. Ülkede
merkezi bir aşı kartı sisteminin olmaması
4. Aşılamaların
bildirileceği bir yerin bulunmaması
5. Aşılamaya
karşı olanların olumsuz propagandası
6.
Aşılama konusunda bilgi veren uzmanların yokluğu
Yukarıda adı geçen zorlukların hemen hepsi, bugün
Kıbrıs Türk toplumu için geçerlidir. Dönem dönem Sağlık Bakanlığı
yetkililerinin başlattıkları kampanyalar yetersiz kalmakta ve Türkiye’deki aydınlatma
ve aşılama kampanyalarının bir uzantısı şeklinde seyretmektedir. Oysa bizim
ülkemizin sağlık koşulları ile zorlukların derecesi farklılıklar
göstermektedir.
Bunlara ek olarak şu noktalara değinilebilir:
Ülkemizde kullanılmakta olan aşı maddelerinin yan etkileri veya aşıdan doğan
zararlar hakkında elde herhangi bir istatistiki çalışma bulunmamaktadır. Gerçi
Avrupa malı olan aşıların yan etkileri yok denecek kadar azdır ve uzman eliyle,
yerinde indikasyonla yapılan aşılarda bu zararlı denebilecek etkiler çok seyrek
de olsa görülebilmektedir, ama herhangi bir kayıt veya bildirim zorunluluğu
yoktur.
Aşılamalar hem özel çocuk muayenehanelerinde, hem de
Sağlık Bakanlığı’na bağlı sağlık merkezlerinde (veya aynı kanaldan okullarda)
yapılmaktadır. Ne yazık ki, Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda yayımladığı resmi
istatistik rakamları, birbiriyle çelişmekte ve kollektif korunma açısından çok
önemli olan ve uluslararası aşılama programlarında, yapılan aşılama programının
başarısının göstergesi olan aşılanma oranı hakkında, hiçbir bilgi bulunmamaktadır.
İlkokul çağı öncesi çocukların büyük bir kısmı, özel çocuk muayenehanelerinde
aşılanmakta olmasına rağmen, resmi yıllık istitistikler buna yer vermemektedir.
Ülkeye giren aşı miktarını (ithalatçılar eliyle yapılmakta olduğundan) devlet
yetkililerinin ithal izin belgelerinden saptamaları mümkün iken, bu bile ihmal
edilmektedir. Bu ihmal aşılama konusu yanında, toplumumuzda en çok görülen
hastalıkların sıralanmasında da yapılmakta ve özel klinik ve muayenehanelerde
teşhis ve tedavi edilen hastalıklar istatistik dışı kalmaktadır. O zaman da,
ülke sağlık politikasının saptanmasında, koruyucu hekimlik çalışmalarında ve geleceğe yönelik
planlamada tutarsızlıklar ve eksiklikler olması doğal olmaktadır.
Yine konumuza dönecek olursak, merkezi bir aşılama
programının belirlenerek, bu aşı takvimine uyulup uyulmadığı ve aşılanan nüfus
yüzdesinin doğum yıllarına göre saptanması zorunluluğu ile karşı karşıya
olduğumuz görülecektir. Örneğin bütün Avrupa ülkelerinde, çocuklara ilkokulu
bitirene kadar 6 veya 8 (kızamıkçık ve kabakulak eklenerek) çocuk hastalığına
karşı, 12 defa aşılanmaktadır ve bu ülkelerin standard birer aşılama takvimi
vardır. Buna göre bazı Avrupa ülkelerinde, kızamık hastalığına karşı aşılanan
çocuk oranı şu şekilde gerçekleşmektedir:
Çekoslavakya
Sosyalist Cumhuriyeti %100
Finlandiya
%90’ın
üzerinde
İsveç %90’ın üzerinde
Alman
Demokratik Cumhuriyeti %80’in üzerinde
Federal
Almanya Cumhuriyeti %50 ile
70 arası
İtalya
bilinmemektedir.
Bu ülkelerden Çekoslavakya ve Demokratik Almanya’da
kızamık vakası hiç görülmemektedir. İsveç ve Finlandiya’da ise 2. kızamık
aşılaması 6. veya 10./14. yaşlarda yapılmaktadır.
SAĞLIK
BAKANLIĞI VERİLERİ ÇELİŞKİLİ
KKTC Sağlık Bakanlığı 1985 yılı Faaliyet Raporu’nun
12. sayfasında verilen aşılarla ilgili istatistik veriler ile Başbakanlık
Devlet Planlama örgütü tarafından yayımlanan İstatistik Yıllığı 1985’in 59.
sayfasında verilen 1985 yılına ait “Devletin Sağlık Servislerinde yapılan
aşıların nevine göre dağılımı” tablosundaki rakamlar birbirini tutmazken, Sağlık
Bakanlığı Müsteşarı Dr. Ayten Berkalp’in 20 Mart 1987 tarihli Yeni Düzen gazetesinde
çıkan “1985 yılında Sağlık Bakanlığının uyguladığı aşılar” tablosu daha önceki
verilerle çelişmektedir. Bu üç kaynaktan elde ettiğimiz ve 1985 yılına ait üç
resmi yayında yer alan aşı miktarları şöyledir:
Aşı cinsi İstatistik Yıllığı Sağlık Bak. Müsteşarın
1985 1985 Raporu Basın açıklaması
DTB 10,111 doz 8,902 doz 3,467
çocuk
DT - 10,358 2,785
Çocuk felci 10,060 15,747 5,670
Kızamık 385 1,441 1,401
Kızamıkçık 184 3,461 3,461
Sağlık Bakanlığı 1985 yılı faaliyet
raporunda ayrıca, 1. 2. ve 3. doz aşılar ile kızamık aşısının yaş gruplarına göre dağılımı verilmiştir. Ama bunların toplamı ile bizim
buraya aktardığımız ve sayfa sonunda özetlenen toplam arasında da farklı
sonuçlar çıkmaktadır. Öte yandan Dr. Ayten Berkalp’ın Yeni Düzen gazetesine
yaptığı açıklamada, doz yerine çocuk birimi yer almakta, bunlardan kaçının 1, 2 veya 3 kez aşılandığı belirtilmemektedir.
Konuşmanın bir yerinde Dr. Berkalp, “Bu arada özel çocuk hekimlerince
şehirlerde aşılanan çocuklarımızın da var olduğunu vurgulamak istiyorum”
demesine rağmen, bunları da kapsaması gereken Bakanlığının bu konuda yeterli
ilgiyi göstermediğini gizleyememektedir. Yine aynı yerde “tüm çocuklarımıza
kızamık aşısının 9. aydan itibaren uygulanması”ndan söz edilmektedir. Bize göre
bu kızamık aşılamalarını etkinliği tartışmalıdır. Çünkü, bilindiği gibi yeni
doğan bir bebek, eğer annesi kızamık geçirmişse veya ona karşı aşılanmışsa,
annesinden kendisine geçen kızamık antikorları sayesinde, hayatının ilk aylarında
bu hastalığa yakalanmaz.
Çeşitli ülkelerde yapılan bilimsel araştırmalar,
çocuğa geçen bu antikorların ortalama 7 aya kadar kanda dolaştığını ve 6 ile 9
aylık bebeklere yapılan kızamık aşısının kanda çok az düzeyde bile olsa,
dolaşan bu antikorlar tarafından etkisiz hale getirildiğini göstermektedir.
Örneğin Fransa’da 1-3 yaşları arasındaki 200.000 çocuk üzerinde yapılan ve
aşının etkinlik derecesini ölçmeye yönelik değişik araştırmalarda, serumdaki
antikor miktarının yok olmasının (sero-konversiyon) yüzde 95 ile yüzde 98
vakada, 1 yaşından sonra aşılanan çocuklarda görüldüğü saptanmıştır.
Bu ve benzeri bilimsel araştırmalar sonucunda varılan
kanı, kızamık aşısının tam olarak tutması ve etkili olabilmesi için, en erken
12. ayda ve en uygun olarak da 15. aydan sonra yapılması şeklindedir. Aksi takdirde
sero-konversiyondan önce yapılacak olan aşı tutmayacak ve çocuğun 15. aydan
sonra bir kez daha aşılanması gerekecektir. Nitekim bu sonuçların
açıklamasından sonra, bazı Avrupa ülkeleri aşı takvimlerinde kızamık aşısı
yaşını 9. aydan 15. aya almışlardır. Öte yandan 1 yaşından önce yapılan kızamık
aşılarında, bu yaştan sonra yapılan aşılamalara kıyasla, daha sık olarak beyin
ve sinir sisteminde yan etkilerin görüldüğü de literatürde kaydedilmiştir.
SONUÇ
Ülkemizde gerek devlet sağlık hizmetlerinde, gerekse
özel çocuk muayenehanelerinde yapılan koruyucu aşılamaların hepsi de, Sağlık
Bakanlığı tarafından saptanmalı ve bu sayı, doz olarak değil, belli yıl
doğumluların yüzde kaçının aşılanmakta olduğu şeklinde belirlenmelidir. Bu
amaçla, merkezi bir aşı bildirim örgütü kurulmalı ve tek tip aşılama kartı ile
standard bir aşı takvimine bir
an öııce geçilmelidir. Kızamık aşısı, Dünya Sağlık Örgütü’nün, kızamıktan ölüm
oranının yüksek olduğu az gelişmiş ve tropikal ülkeler için önerdiği 9. ayda
değil, Avrupa ülkelerinde uygulanmakta olduğu gibi 15. ayda yapılmalıdır.
Ülkenin ve toplumumuzun sağlık ve hastalık envanterinin çıkarılması ve bilimsel
çalışmalara yardımcı olmak için, Sağlık Bakanlığı yetkililerini sağlık
istatistiklerinin saptanması çalışmalarında daha ciddi ve bilimsel olmaya
çağırırız.
(Kıbrıs
Postası gazetesi, 17 ve 18 Ekim 1987)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder