25 Ocak 2016 Pazartesi

SANAT BEZİRGÂNLARININ SON ÇIRPINIŞLARI


Kıbrıslı’nın 5. sayısında yer alan “Feminist şairimizin showları” başlıklı yazımız, geniş bir okuyucu çevresi tarafından ilgiyle karşıla­nırken “Neşeciği Sevenler Kulübü”nün üyeleri tarafından “düzeysiz” bu­lunmuş! Oysa ki, tepki gösterenler yazıda belirtilen 10’dan fazla show’a ilişkin herhangi bir görüş dile ge­tirmediler. Sadece “şen” ve “uzatmalı” sıfatları üzerinde durarak, yazının özünü ve vurgulamak istediği esas mesajı gözden uzak tutmaya çaba­ladılar.
Sözümona “çamur atma”larımıza karşı Neşeciğin “mağduriyeti”ni ka­nıtlama yarışına çıkanlar, onunla yakın “işbirliği” içinde olanlardı ve bu da bizi yadırgatmadı. N. Yaşın ve F. Demirağ’ın yakın dostu olan Faize Özdemirciler adlı şair bayan, İstan­bul’da Ersin Tatar’ı telefonla ara­yarak, neden bu yazının basılmasına izin verdiğini sormuş. Neşeciğin sınıf arkadaşı Sevgül Uludağ, Doğan Harman’a “Ya Ahmet An bu dergide yazı yazmayacak, ya ben” diye kurusıkı tehdit sallamaya yeltenmiş. Bir başkası, beş yıldan fazladır her hafta yazdığım siyaset yazılarıma 6. defa sansür uygulayın­ca, benim Yeni Çağ’dan uzaklaşmama yol açmış.
Ülkemizdeki kültür sanat çalış­malarını denetim ve tekelleri altına almaya çalışan sözümona “ilerici” bir kliğin eline geçen K.T. Sanatçı ve Yazarlar Birliği’nin Yönetim Kurulu da, yayımladığı bir açıklamada “med­yanın kişilik haklarına, düşünme ve yaratma özgürlüğüne (?)” yaptığı saldırılan dikkatle izlediği ve bu konudaki mağdurlara (sözkonusu yazımızda yaptığı show’ları teşhir et­tiğimiz Neşe Yaşın’a ve Henri Matisse’in “Oyuncu” adlı desenini çalıp Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun “Bir şey yap Met” oyununun afişine ko­yan Yaşar Ersoya, A.An) desteğini belirttiğini” duyurdu.
Yaptığımız araştırmada, bu açıkla­manın aynı Birlik’ten M. Kansu’nun dükkanında Neşe Yaşm ve Fikret Demirağ’la birlikte yazıldığını ve Birlik’in demirbaş sekreteri Tamer Öncül’ün işyerinde çoğaltılıp, basına ve­rildiğini öğrendik. Açıklamanın Kıb­rıs, Yeni Düzen, ya da Halkın Sesi’nde basılmayıp, sadece 16 Ocak 1996 tarihli Ortam ve Vatan’da yer alması da bir başka ilginçliktir. Çünkü adı geçen ilk üç gazetenin sanat say­falarını yönetenler, kendilerini, kış­kırttıkları bu olayın dışında tutmayı yeğleyince, açıklamayı yayımlatmak diğer iki gazetedeki Neşe’nin hâmile­rine düştü.       
F. Demirağ’ın bu işe neden önayak olduğunu da öğrendik: Meğer, asker­lik görevi yapmamak için Lefkoşa’nm Rum kesiminde yaşamayı tercih eden Neşeciğin arkadaşı, onun şiirle­rini Rumca’ya çevirip kitap olarak basma hazırlıkları içindeymiş.
Görüldüğü gibi, yine toplumsal yarar değil de, kişisel çıkar ilişkileri ön planda tutulmuş. Rumca “Nea Epohi” dergisinin özel sayısının hazırlanışında ve Ledra Palas’taki “Şiir Gecesi”nde de yine aynı çevrelerin entrikalarını ortaya çıkarıp yayım­ladığımızda, aynı konuda eleştiriler yapmıştık: Hep belli bir çevrenin pazarlaması sözkonusuydu. Oysa bu tür etkinlikler dileyen herkese açık olmalıydı.
Yazımız nedeniyle bize, Neşe Hanım’ın dava açması için onu kışkır­tanları biz biliyoruz. Neşe buna yanaşmıyormuş, ama dava açarsa, yine sırf show amacıyla açabilirmiş! Keşke buna girişseler de, biz de şen günlerin canlı tanık­larıyla kullandığımız sıfatların yerindeliğini kanıtlayabilsek! Ama şimdilik sadece iki örnekle yetine­ceğiz.
Birincisi klinik bir olay olan şair bayanın “düşünme ve yaratma özgür­lüğünü kullanarak, şehitler için di­kilmiş anıtları “Fallus”a benzettiği ve Yeni Düzen’de yayımlattırdığı (12-14 Eylül 1986) “İçimizdeki ölüm anıt­ları” başlıklı yazılarıdır. Diğeri de Türkiyeli sosyalistlerin yayımladık­ları haftalık Söz dergisindeki kendi köşesinde “Kadın erkek savaşları” adı altında yazdığı şu satırlardır:
“Uzak bir şehirde sabaha doğru bir erkeği terketmiş, o uyurken kağıda bir mezar resmi çizip, mezar taşının üzerine ismini ve altına içli ayrılık sözlerini yazıp gizlice evden çıkmış, yeraltı trenlerinde ağla­yarak dolaşıp onu meraktan çılgına çevirmiştim.. Bu ilişkiyi bitirmeye kararlıydım. Bu kararlılık çok kısa sürdü ve onun beni bulabileceği bir yere gittim. Telefon çaldı. Bek­lediğim gibi oydu. Meraktan çıldır­mıştı. Kalbi sıkışmıştı. Yumuşak ve şefkatli konuşuyor; beni özel ak­şam yemeğine davet ediyordu... Ben yemeden içmeden kesilmiş, yataklara düşmüştüm. Kadın arka­daşımla kurduğumuz cephe beni rahatlatıyordu. Erkek kimliği ile il­gili bilimsel analizler yapıyor, onlara hak ettikleri dersi vermekten söz ediyorduk.
Ben akşam yemeğine gittim. Ka­dın arkadaşım bunu onaylamadı, ama anladı. Biz kadınlar böyleydik işte!
Uzun yıllar kadınlarla birlik olup, erkekleri çekiştirdiğimi itiraf et­meliyim. Bu arada düşmanla ‘işbir­liği’ yapmaktan da geri durma­yarak” (25 Kasım 1995)
KTSYB’nin açıklamasında “özgür kadın’la “serbest kadın”ı karıştıran bir anlayışa mensup olduğumdan söz ediliyor. Açıklamayı kaleme alan “özgür kadın”, önce özgür ile serbest arasındaki “ince ayrım”ı bize açık­lasın ki Türkçemizi geliştirebilelim! Bizim kullandığımız “şen dul” tanım­lamasının nereden kaynaklandığını yukarıda örnekledik.
Özgür kadın kimliğini dilimize doladığımız filan yok. Burada KTSBY’nin öne sürdüğü gibi basın ah­lakının hiçe sayıldığı bir durum da yok. Aksine toplum ahlakını hiçe sayanların teşhiri söz konusu. KTSYB, önce Neşeciğin ve benzerlerinin toplumda oluşturduğu bu imajı sorgulamalıdır.
N. Yaşın’ın akıl hocalığına soyunan F. Demirağ, 3 ve 6 Ocak (1996) tarihli Kıbrıs gazetelerindeki sayfasında yayım­ladığı yazılarında “edebiyat, sanat ve kültür yaşamımızda artık bilimsel eleştiri mekanizmasının oluşturul­ması ve çalıştırılması gerektiğini es­kiden beri savunduğunu” yazdı. Oysa kendinin bu konuda hiç de hazır ol­madığı geçmişte birçok defalar kanıt­lanmıştır.
Söz verdiği halde, kendisinin 40’dan fazla yazısını eleştiren 13 say­falık “Kıbrıs gazetesinin kültür sanat sayfası üzerine değinmeler”imi ve 11 sayfalık “Mehmet Yaşın’ın Antolojisin­deki ‘sunuş’ üzerine düşünceler” başlıklı çalışmamı yayımlamamıştır. O zaman bu mekanizma nasıl çalışa­cak?
Davranış ve bilgi yanlışlarınız eleş­tirildiğinde gocunup, konuları sap­tıracağınıza, dönünüz ve bir de ay­naya bakınız. Toplumun, ne oldu­ğunuzu bildiğini siz de göreceksiniz. Sizi gidi “sanat” bezirgânları...

NO COMMENT
(14 Ocak 1996 tarihli Cyprus Mail gazetesinden)

 “Her yıl yapılan Gazetecilerin Yılbaşı Balosu’na kaçınılmaz olarak medya tarafından önemli bir yer verilmektedir. Sıradan gazeteci­ler, kendi okuyucu veya seyircilerine gazetecilerin ne kadar önemli ol­dukları duygusunu vererek, adadaki herkesin bu baloya katıldığını an­latırlar. Ve doğrusu, büyük çaplı İş adamları veya siyasetçilerden hiçbiri bu baloya katılmamazlık etmezler.
6 Ocak Pazar günü yapılan bu yılkı dansta, Cumhurbaşkanı Kleridis ve Yannakis Matsis dışındaki bütün siyasal liderler, Marios Tokas’ın müthiş şarkısı “Benim yur­dum ikiye bölünmüş ortasından”ı okumak için sahneye çıktılar.
Olayın hepsi bu değil. Şarkının rahatsız edici sözleri, sözümona şair olan bir Kıbnslı Türk bayan tarafın­dan yazılmıştı ve ertesi gün bazı gazetelerde başlık atanlara cafcaflı sözler söyleme olanağını verdi.
Fileleftheros gazetesi, ön sayfasın­daki şarkı söyleyen parti liderlerini gösteren bir fotoğraf altındaki bir başlıkta şu saçmalığı yazdı: “Bir kitle halinde siyasal liderlik, sözleri Neşe Yaşın’a ait olan ‘Benim yurdum ikiye bölünmüş ortasından’ şarkısını söyledi ve gerçekten bir duygu seline yol açtı. Ertesi gün de Ulusal Konsey’de tek ve bölünmez egemenlikle ilgili kararlar oybir­liğiyle alındı.
Simerini gazetesi de olayı kendi ön sayfa başlığında liderlerin “pot kırması” olarak nitelendirdiği bu zavallılık üzerine şunları yazdı: “Bu şarkı, yurdumuzun hangi yarısını sevmemiz konusunda bize kurnaz bir ikilem sunmaktadır. Bunlardan biri işgal altındaki, ötekisi özgür bölgelerdir.
Ama Kıbrıs, işgale rağmen tek ve bölünmez bir bütündür ve hangi kısmını seveceğimize ilişkin bir seçme yapma konusundaki sahte bir ikilem, sadece Türklerin taksimci emellerini güçlendirir...”
Perspektif duygusunu yitiren gazete, iç sayfalarında da bu çılgın­lık hakkındaki yazı işleri müdü­rünün uzun bir yorum yazısına yer vermektedir.
Bir avuç yorgun ve duygusal siyaset adamı tarafından söylenen ve ana okullardaki kısa şiirler gibi ba­sit olan bu değersiz ve duygusal şar­kıya atfedilen siyasal önemi anla­mak için özel bir beyne sahip olmak gerekiyor.”
Yoruma gerek var mı?


(Kıbrıslı dergisi, Şubat 1996, Sayı:7)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder