Kıbrıslı’nın 5. sayısında yer alan “Feminist şairimizin showları” başlıklı yazımız, geniş bir okuyucu çevresi tarafından ilgiyle
karşılanırken “Neşeciği Sevenler Kulübü”nün üyeleri tarafından “düzeysiz” bulunmuş!
Oysa ki, tepki gösterenler yazıda belirtilen 10’dan fazla show’a ilişkin herhangi bir görüş dile getirmediler. Sadece “şen” ve “uzatmalı”
sıfatları üzerinde durarak, yazının özünü ve vurgulamak istediği esas mesajı
gözden uzak tutmaya çabaladılar.
Sözümona “çamur atma”larımıza karşı Neşeciğin “mağduriyeti”ni kanıtlama
yarışına çıkanlar, onunla yakın “işbirliği” içinde olanlardı ve bu da bizi yadırgatmadı.
N. Yaşın ve F. Demirağ’ın yakın dostu olan Faize Özdemirciler adlı şair bayan,
İstanbul’da Ersin Tatar’ı telefonla arayarak, neden bu yazının basılmasına
izin verdiğini sormuş. Neşeciğin sınıf arkadaşı Sevgül Uludağ, Doğan Harman’a “Ya
Ahmet An bu dergide yazı yazmayacak, ya ben” diye kurusıkı tehdit sallamaya
yeltenmiş. Bir başkası, beş yıldan fazladır her hafta yazdığım siyaset
yazılarıma 6. defa sansür uygulayınca, benim Yeni Çağ’dan uzaklaşmama yol
açmış.
Ülkemizdeki kültür sanat çalışmalarını denetim ve tekelleri altına almaya
çalışan sözümona “ilerici” bir kliğin eline geçen K.T. Sanatçı ve Yazarlar
Birliği’nin Yönetim Kurulu da, yayımladığı bir açıklamada “medyanın kişilik
haklarına, düşünme ve yaratma özgürlüğüne (?)” yaptığı saldırılan dikkatle
izlediği ve bu konudaki mağdurlara (sözkonusu yazımızda yaptığı show’ları
teşhir ettiğimiz Neşe Yaşın’a ve Henri Matisse’in “Oyuncu” adlı desenini çalıp
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun “Bir şey yap Met” oyununun afişine koyan Yaşar
Ersoya, A.An) desteğini belirttiğini” duyurdu.
Yaptığımız araştırmada, bu açıklamanın aynı Birlik’ten M. Kansu’nun dükkanında
Neşe Yaşm ve Fikret Demirağ’la birlikte yazıldığını ve Birlik’in demirbaş
sekreteri Tamer Öncül’ün işyerinde çoğaltılıp, basına verildiğini öğrendik.
Açıklamanın Kıbrıs, Yeni Düzen, ya da Halkın Sesi’nde basılmayıp, sadece 16
Ocak 1996 tarihli Ortam ve Vatan’da yer alması da bir başka ilginçliktir. Çünkü
adı geçen ilk üç gazetenin sanat sayfalarını yönetenler, kendilerini, kışkırttıkları
bu olayın dışında tutmayı yeğleyince, açıklamayı yayımlatmak diğer iki
gazetedeki Neşe’nin hâmilerine düştü.
F. Demirağ’ın bu işe neden önayak olduğunu da öğrendik: Meğer, askerlik
görevi yapmamak için Lefkoşa’nm Rum kesiminde yaşamayı tercih eden Neşeciğin
arkadaşı, onun şiirlerini Rumca’ya çevirip kitap olarak basma hazırlıkları
içindeymiş.
Görüldüğü gibi, yine toplumsal yarar değil de, kişisel çıkar ilişkileri ön
planda tutulmuş. Rumca “Nea Epohi” dergisinin özel sayısının hazırlanışında ve
Ledra Palas’taki “Şiir Gecesi”nde de yine aynı çevrelerin entrikalarını ortaya
çıkarıp yayımladığımızda, aynı konuda eleştiriler yapmıştık: Hep belli bir
çevrenin pazarlaması sözkonusuydu. Oysa bu tür etkinlikler dileyen herkese açık
olmalıydı.
Yazımız nedeniyle bize, Neşe Hanım’ın dava açması için onu kışkırtanları
biz biliyoruz. Neşe buna yanaşmıyormuş, ama dava açarsa, yine sırf show amacıyla açabilirmiş! Keşke buna girişseler de, biz de şen günlerin canlı
tanıklarıyla kullandığımız sıfatların yerindeliğini kanıtlayabilsek! Ama
şimdilik sadece iki örnekle yetineceğiz.
Birincisi klinik bir olay olan şair bayanın “düşünme ve yaratma özgürlüğünü
kullanarak, şehitler için dikilmiş anıtları “Fallus”a benzettiği ve Yeni Düzen’de
yayımlattırdığı (12-14 Eylül 1986) “İçimizdeki ölüm anıtları” başlıklı
yazılarıdır. Diğeri de Türkiyeli sosyalistlerin yayımladıkları haftalık Söz
dergisindeki kendi köşesinde “Kadın erkek savaşları” adı altında yazdığı şu
satırlardır:
“Uzak bir şehirde sabaha
doğru bir erkeği terketmiş, o uyurken kağıda bir mezar resmi çizip, mezar
taşının üzerine ismini ve altına içli ayrılık sözlerini yazıp gizlice evden
çıkmış, yeraltı trenlerinde ağlayarak dolaşıp onu meraktan çılgına
çevirmiştim.. Bu ilişkiyi bitirmeye kararlıydım. Bu kararlılık çok kısa sürdü
ve onun beni bulabileceği bir yere gittim. Telefon çaldı. Beklediğim gibi
oydu. Meraktan çıldırmıştı. Kalbi sıkışmıştı. Yumuşak ve şefkatli konuşuyor;
beni özel akşam yemeğine davet ediyordu... Ben yemeden içmeden kesilmiş,
yataklara düşmüştüm. Kadın arkadaşımla kurduğumuz cephe beni rahatlatıyordu.
Erkek kimliği ile ilgili bilimsel analizler yapıyor, onlara hak ettikleri
dersi vermekten söz ediyorduk.
Ben akşam yemeğine gittim.
Kadın arkadaşım bunu onaylamadı, ama anladı. Biz kadınlar böyleydik işte!
Uzun yıllar kadınlarla
birlik olup, erkekleri çekiştirdiğimi itiraf etmeliyim. Bu arada düşmanla ‘işbirliği’
yapmaktan da geri durmayarak” (25 Kasım 1995)
KTSYB’nin açıklamasında “özgür kadın’la “serbest kadın”ı karıştıran bir
anlayışa mensup olduğumdan söz ediliyor. Açıklamayı kaleme alan “özgür kadın”,
önce özgür ile serbest arasındaki “ince ayrım”ı bize açıklasın ki Türkçemizi
geliştirebilelim! Bizim kullandığımız “şen dul” tanımlamasının nereden
kaynaklandığını yukarıda örnekledik.
Özgür kadın kimliğini dilimize doladığımız filan yok. Burada KTSBY’nin öne
sürdüğü gibi basın ahlakının hiçe sayıldığı bir durum da yok. Aksine toplum
ahlakını hiçe sayanların teşhiri söz konusu. KTSYB, önce Neşeciğin ve
benzerlerinin toplumda oluşturduğu bu imajı sorgulamalıdır.
N. Yaşın’ın akıl hocalığına soyunan F. Demirağ, 3 ve 6 Ocak (1996) tarihli
Kıbrıs gazetelerindeki sayfasında yayımladığı yazılarında “edebiyat, sanat ve
kültür yaşamımızda artık bilimsel eleştiri mekanizmasının oluşturulması ve
çalıştırılması gerektiğini eskiden beri savunduğunu” yazdı. Oysa kendinin bu
konuda hiç de hazır olmadığı geçmişte birçok defalar kanıtlanmıştır.
Söz verdiği halde, kendisinin 40’dan fazla yazısını eleştiren 13 sayfalık “Kıbrıs
gazetesinin kültür sanat sayfası üzerine değinmeler”imi ve 11 sayfalık “Mehmet
Yaşın’ın Antolojisindeki ‘sunuş’ üzerine düşünceler” başlıklı çalışmamı
yayımlamamıştır. O zaman bu mekanizma nasıl çalışacak?
Davranış ve bilgi yanlışlarınız eleştirildiğinde gocunup, konuları saptıracağınıza,
dönünüz ve bir de aynaya bakınız. Toplumun, ne olduğunuzu bildiğini siz de
göreceksiniz. Sizi gidi “sanat” bezirgânları...
NO COMMENT
(14 Ocak 1996
tarihli Cyprus Mail gazetesinden)
“Her yıl yapılan Gazetecilerin Yılbaşı
Balosu’na kaçınılmaz olarak medya tarafından önemli bir yer verilmektedir.
Sıradan gazeteciler, kendi okuyucu veya seyircilerine gazetecilerin ne kadar
önemli oldukları duygusunu vererek, adadaki herkesin bu baloya katıldığını anlatırlar.
Ve doğrusu, büyük çaplı İş adamları veya siyasetçilerden hiçbiri bu baloya
katılmamazlık etmezler.
6 Ocak Pazar günü yapılan bu yılkı dansta, Cumhurbaşkanı Kleridis ve
Yannakis Matsis dışındaki bütün siyasal liderler, Marios Tokas’ın müthiş
şarkısı “Benim yurdum ikiye bölünmüş ortasından”ı okumak için sahneye
çıktılar.
Olayın hepsi bu değil. Şarkının rahatsız edici sözleri, sözümona şair olan
bir Kıbnslı Türk bayan tarafından yazılmıştı ve ertesi gün bazı gazetelerde
başlık atanlara cafcaflı sözler söyleme olanağını verdi.
Fileleftheros gazetesi, ön sayfasındaki şarkı söyleyen parti liderlerini
gösteren bir fotoğraf altındaki bir başlıkta şu saçmalığı yazdı: “Bir kitle
halinde siyasal liderlik, sözleri Neşe Yaşın’a ait olan ‘Benim yurdum ikiye
bölünmüş ortasından’ şarkısını söyledi ve gerçekten bir duygu seline yol açtı.
Ertesi gün de Ulusal Konsey’de tek ve bölünmez egemenlikle ilgili kararlar
oybirliğiyle alındı.
Simerini gazetesi de olayı kendi ön sayfa başlığında liderlerin “pot
kırması” olarak nitelendirdiği bu zavallılık üzerine şunları yazdı: “Bu şarkı,
yurdumuzun hangi yarısını sevmemiz konusunda bize kurnaz bir ikilem
sunmaktadır. Bunlardan biri işgal altındaki, ötekisi özgür bölgelerdir.
Ama Kıbrıs, işgale rağmen tek ve bölünmez bir bütündür ve hangi kısmını
seveceğimize ilişkin bir seçme yapma konusundaki sahte bir ikilem, sadece
Türklerin taksimci emellerini güçlendirir...”
Perspektif duygusunu yitiren gazete, iç sayfalarında da bu çılgınlık
hakkındaki yazı işleri müdürünün uzun bir yorum yazısına yer vermektedir.
Bir avuç yorgun ve duygusal siyaset adamı tarafından söylenen ve ana
okullardaki kısa şiirler gibi basit olan bu değersiz ve duygusal şarkıya
atfedilen siyasal önemi anlamak için özel bir beyne sahip olmak gerekiyor.”
Yoruma gerek var mı?
(Kıbrıslı
dergisi, Şubat 1996, Sayı:7)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder