1987
yılının son ayında, Albert Einstein'ın "İnsanlığın eğer sağ kalması
isteniyorsa, yeni bir düşünce şekline ihtiyacımız vardır" şeklindeki
uyarısı gereğince, bu yeni düşünce şekline yönelik ilk adım atılmıştır.
Yeryüzündeki nükleer silah potansiyelinin yüzde 5 kadarını oluştursa da, orta
menzilli füzelerin yok edilmesine ilişkin bir anlaşmaya varılmış olması,
insanlığa rahat bir nefes aldırmıştır. Bunun ardından stratejik silahlarda da
indirime gidilmesi ve nükleer denemeleri yasaklayan bir anlaşmanın imzalanması,
insan hayatını korumakla görevli olan biz hekimleri çok sevindirecektir. Öte
yandan silahlanma harcamalarında yapılacak indirimler sonucu açığa çıkacak
olan paralar, çeşitli sosyal ve sağlıkla ilgili sorunların çözümünde kullanılabilecektir.
1987
yılında insanlık, tıbbın kazandığı büyük zaferlerden biri olan çiçek
hastalığının yeryüzünden yokedilişinin 10. yıldönümünü kutlarken, yeni bir
hastalık olan AİDS'in yaygınlaşmasına tanık olmuştur. ABD'nin biyolojik silah
laboratuvarlarında üretildiği öne sürülen ve çağımızın vebası olarak tanımlanan
bu hastalığın etkenine karşı, halen çok kapsamlı bir mücadele yürütülmektedir.
Ülkemizde ise, sağlık alanında süregelen başıbozukluk,
1987 yılında da ne yazık ki durdurulmamıştır. Yılın başlarında Meclis'e
sunulduğu açıklanan Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın Temel Sağlık
Hizmetleri Dairesi ile Yataklı Tedavi Kurumları Dairesi adındaki iki kuruluşun
görev ve çalışma esaslarını gösteren yasa tasarıları, çeşitli eksikliklerine
rağmen ne görüşülebilmiş, ne de bu konuda yapılan eleştirilere bir yanıt
verilmiştir. Kamu görevlisi hekimlerin, Yasa'nın açık hükmüne rağmen dışarıda
yasadışı özel klinik ve muayenehane çalıştırmalarına göz yumulmuş ve Bakanlık,
tam gün çalışma konusunda çalışanlarına söz geçirememiştir. 130 kadar hekim ve
diş hekiminin çalıştığı devlet sağlık hizmetleri, halkımızın ihtiyaçlarını
yeterince karşılayamazken, sayıları 200'e yaklaşan yetişmiş uzman hekim ve diş
hekimi meslektaşımız, özel kesimde çalışmak durumundadır.
Artan ekonomik bunalım koşullarında devlet
sağlık hizmetlerine olan hasta akışı, buralarda çeşitli hoş olmayan olaylara
yol açmaktadır. Sağlık Bakanı Dr. Erbilen bile, devlet hekimlerinin rüşvet aldığını
kabul ederek, bir gazeteciye "Veren memnun, alan memnun. Ben bu işi nasıl
çözeceğim?" şeklinde yakınmış ve aczini dile getirmiştir.
Sosyal Sigortalar Kurumu, üyelerinden her yıl 1
milyar TL'sına yakın sağlık primi toplamasına rağmen, bunun ancak beşte birini,
sağlık harcamaları için tek kurum olarak kabul ettiği devlet hastanelerine
ödemektedir. Memur ve işçi sendikaları ise, ne yazık ki üyelerinden kesilen
sağlık primlerinin akıbetiyle ilgilenmemekte, Sosyal Sigortalar Kurumu'nun
sunduğu yetersiz sağlık bakımı hizmetini sorgulamamaktadır.
Ülkemizdeki halk sağlığı eğitimi ve koruyucu tıp
çalışmaları çok sınırlı ve sadece okullarda yapılan çocuk aşıları ve benzeri
birkaç etkinlikle geçiştirilirken; çevre sağlığı, kanser araştırmaları, genel
sağlık eğitimi gibi konularda çalışma yapmak, birkaç özel derneğin veya kişinin
omuzlarına yüklenmiştir. Radyasyon, deterjan ve tarım ilaçları konusundaki
çelişkili ve bilim-dışı tavırlar hâlâ hatırlardadır.
Dileğim, ülkemizde sağlık konularıyla ilgili olan
yetkililerin hiç olmazsa, 1988 yılında kendi yetişmiş elemanlarımızı
değerlendirecek bir toparlanma ve yeniden örgütlenme içine girmeleri ve halkın
sağlığı yararına olacak yeni çalışmalara başlamalarıdır. Tedavi ve teşhis
amacıyla ülke dışına gönderilen hastalar için harcanan milyonlarca lira, serbest
çalışmak zorunda kalan genç yetenekli hekimlerimizin istihdamında kullanılabilir.
Sosyal Sigortalar Kurumu’nda toplanan milyarlık birikim, yine halkımızın
sağlığı için değerlendirilebilir. Yeter ki insan sağlığının ciddiyeti
konusunda, daha ekonomik ve daha rasyonel bir planlama içine girilebilsin.
Gazeteniz okuyucularına barış içinde geçirilecek sağlık dolu günler dilerim.
(“Dr. Ahmet Cavit, Çocuk Hekimi Serbest Çalışan Hekimler Birliği Sekreteri”
imzasıyla, Yeni
Düzen gazetesi, 31 Aralık 1987)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder