Serbest
piyasa ekonomisinin egemen olduğu ABD’de, çalışanların sosyal güvenliğini sağlayan
herhangi bir devlet kuruluşu bulunmamaktadır. İnsanların sağlığı, özel sigorta
şirketlerine ödenen primler karşılığında bakım görmekte iken, devlet, Medicaid
ve Medicare adlı iki programla yoksul ve yaşlı kişilere hizmet vermeye
çalışmaktadır. Sağlık hizmeti veren özel kuruluşlar, kârlılık hesabına göre
çalışmakta ve 7 bin kadar hastanede 1 milyondan fazla yatak bulunmaktadır. 230
milyon nüfusu olan ABD’de yurttaşlar, 1990 yılında, sağlıkları için 666.2
milyar dolar harcamışlardır. Bu miktarın 1991’de 738 milyar dolara ulaştığı tahmin
edilmektedir. Özel sağlık sigortası yapan 1,500’ü aşkın şirketin 1990 yılında
ödediği sağlık harcamalarının tutarı, 186.1 milyar doları aşmıştır. Bunun yüzde
16.5’i bürokratik yazışma ve kırtasiye için harcanırken, tek tip standard
forma kullanılması halinde yılda 8 milyar dolarlık bir tasarrufa
gidelebileceği hesaplanmaktadır. 1,500 özel sağlık sigortası şirketinin
kullandıkları formalann çeşitlilik göstermesi yüzünden, 4 başvuru formundan
ancak biri elektronik olarak dosyalanabilmektedir.
MEDİCAİD PROGRAMI
Başkan
Johnson döneminde, 1966 yılında, yoksul olan Amerikalılara devlet sağlık hizmeti
sunma amacıyla kurulmuş olan Medicaid programı, halen bu kesimin ancak yüzde 40’
ına ulaşabilmektedir. 1967 yılında 2.3 milyar dolar tutan giderler, 1990’da 69
kat artış göstermiş olup, sadece 27.3 milyon kişiyi kapsamaktadır. Medicaid bu
arada her yıl, kokain müptelası annelerin doğurduğu 150 bin bebeğe, parasız
pulsuz 35 AİDS kurbanına sağlık hizmete vermeye çalışmaktadır. Öte yandan birçok
doktor ve sağlık kuruluşu, düşük ödemeler ve bürokratik kurallar yüzünden
Medicaid hastalarına bakmayı reddetmektedir. Olmayan hastalar adına yazılmış
sahte sağlık faturaları için ise, Medicaid milyarlar ödemektedir. Çeşitli
sahtekârlıklar yüzünden ABD sağlık sigortaları, yılda 75 milyar dolar kayba
uğramaktadır. Bu arada Medicaid, farklı eyaletlerde farklı uygulamalar
yürütmektedir. Örneğin 36 eyalette yardım parası almayan yoksul ailelerin
çocuklarına bakılmamakta, 27 eyalette birinci bebeğini doğuran annelere yardım
verilmemektedir. Babası işsiz olan aileler, babası düşük gelirli olan aileler,
65 yaşın altında olup yalnız yaşayan veya dul kalan kişiler de Medicaid’den
yararlanamamaktadır. Medicaid 1991’de federal veya eyalet fonlarından 158
milyar dolar harcamıştır.
MEDİCARE PROGRAMI
Yaşlı ABD
yurttaşları için 26 yıl önce kurulan ve 5 milyar dolarlık bütçe ile çalışmaya
başlayan Medicare programı ise, halen yılda 110 milyar dolar harcamaktadır.
Fonların yüzde 90’ı işçilerin kesintilerinden oluşmakta olup, sonunda yük
kendi sağlık sigortası olmayan işçilerin omuzlarında kalmaktadır. 1960’da 65
yaş üzerindeki her yaşlı kişiye 11 çalışan kişi düşerken, bugün bu sayı 7’ye
inmiştir. Bu 7 kişiden bir tanesi de işsiz olup, prim yatıramazken, bakım görmesi
gereken iki tanesi de çocuktur. Bu durumda Medicare üyesi her yaşlı Amerikalı
için, ancak 4 işçi sağlık primi ödemektedir. Ama bu dört işçiden biri ise,
kendi sigortasını bile karşılayamamaktadır.
Görüldüğü
gibi ABD’de halen uygulanmakta olan sağlık sistemi çok pahalıya mal olmakta,
ama nüfusun önemli bir bölümü bundan ya hiç yararlanamamakta, ya da yetersiz
şekilde yararlanmaktadır. ABD’de yaşayan her 9 aileden biri, yani toplam 37
milyon kişi, hiçbir sosyal sağlık sigortasından yararlanamamaktadır. Bunların
çoğu, küçük işletmelerde çalışan işçiler ve aileleri olup, sigortasızlar
arasında 8 milyon kadar da çocuk bulunmaktadır. Ne acıdır ki, şeker hastalığı
ve yüksek tansiyondan muzdarip bütün Amerikalıların yüzde 17’si mali yoksunluk
yüzünden hiçbir tedavi görememektedir. Öte yandan çok sayıdaki özel hastane,
yüzde 64.5 gibi düşük bir
doluluk oranıyla çalışmakta, ülkede yapılan bütün tıbbi teşhis ve tedavi
işlemlerinin yüzde 20’si tamamen gereksiz yere yapıldığından, her yıl
132 milyar dolar bu şekilde heba olmaktadır.
ABD’de çalışan hekimlere gelince: Bunların sayısı
20 yıl öncesine kıyasla iki kat artmış olup, halen 570 bin’den fazladır.
Bunların çoğu kentlerde görev yaparken, kırsal alanda çok az hekim bulunmaktadır.
Ortalama bir aile doktoru yılda 90 bin dolar kazanırken, kentlerdeki lüks
hastanelerde çalışan uzman hekimler ve cerrahlar, yılda 300 bin dolara kadar
yüksek kazanç sağlayabilmektedirler. ABD’deki sağlık sistemini eleştiren bir
sigorta müdürü şöyle konuşmaktadır: “Doktorlar insanları sağlıklı tuttukları
için değil, onlara birşeyler yaptıkları için para almaktadırlar.”
MESLEK İÇİ SÜREKLİ EĞİTİM
Burada önemli bir konu olan meslek içi eğitim
konusuna kısaca değinmek gerekmektedir. ABD’de genel olarak hekimlerin meslek
içi eğitimleri için sürekli programlar hazırlanmakta olup, bu amaçla harcanan
paranın yarısı, federal hükümet tarafından karşılanmaktadır. 3.6 milyar dolar
tutan bu yıllık meblağın yüzde 50 kadarı, birinci basamak sağlık hizmeti
vermek üzere eğitim gören tıp öğrencilerinin eğitiminde kullanılmaktadır. Gerek
tıbbi meslek kuruluşları, gerekse ilaç firmalarının düzenleyip, finanse ettikleri
bilimsel toplantılar yanında, tanıtım.amacıyla da birçok etkinlik
düzenlenmektedir. ABD’de çalışan uzman hekimler yasalara göre, her yıl toplam
150 saatlik tıbbi eğitim gördüklerine dair bir belgeyi Amerikan Tıp Derneği’ne
sunmakla mükelleftirler. Katılınan her tıbbi toplantıda kayıt yaptırılarak, toplanan
kredi puanlan ile üç yıl için geçerli olmak üzere kategorilere ayrılan tıbbi
toplantılardan 60 saat 1. kategoriden, 60 saat 2. kategoriden ve geriye kalan 30 saati de 1. veya 2. kategoriden
toplantılara katılmak gerekmektedir. Her hastane veya bölge tıp derneğinin
konferans, seminer veya diğer toplantıları
düzenlemekten sorumlu bir sürekli meslek içi eğitim komitesi vardır.
ABD halkına verilen tıbbi hizmetin belli bir düzeyin
üzerinde tutulması bu şekilde güvence altına alınırken, insan sağlığına verilen
önem de ortaya çıkmış olmaktadır. Yine de hekimlerin gerek bilgi,
gerekse beceri eksikliğine bağlı olarak, hastalarına yarar yerine, zarar
verdikleri olaylar da görülmektedir.
HEKİMLER DAVA EDİLİYOR
Amerikan Tıp Demeği’nin yaptığı bir
araştırmaya göre, her 10
hekimden 4’ü meslekleri süresince, en
az bir defa yanlış tedavi yüzünden dava edilmişlerdir. Yüksek riski olan dallarda çalışan doktorlar için bu oran çok daha yüksektir. Örneğin doğum uzmanlarının yaklaşık yüzde 78’i en az bir defa dava edilmişlerdir. Her
kadın-doğum uzmanına, ortalama üç dava
okunmuştur. Gerçi bazı vakalarda
hastaların haklılığı söz konusudur, ama hekimlerin çoğu, boşuna dava açıldığını
öne sürmektedirler. Örneğin Fîledelfiya’da bir ruh hastası, Cat Scan tetkikinde kullanılan bir boyanın öteki
dünyaya ilişkin hayal görmesini engellediğini öne sürerek, dava açmış ve
inanılmaz şekilde, jüri kararıyla bayan hastaya 986 bin dolar ödenmesi öngörülmüş,
ama yapılan yeni bir duruşmada yeterli delil bulunmadğı için karar iptal
edilmiştir. Hekimler bu tür tartışmalı ve yersiz davalara karşı kendilerini
korumak için, “yanlış tıbbi işlem sigortası”na hayret verici yüksek primler
ödemek zorunda kalmaktadırlar. 1980’li yıllarda bütün hekimler için üç kat
artan yıllık primler, 1980’li yılların sonunda ortalama 15.500 dolardı. Bu
miktar kadın-doğum uzmanları için ortalama 38.138 dolar tutmaktaydı. Ama burada
gerçek kayba uğrayan, yüksek maliyeti taşıyan hastalar olmaktadır. Amerikan
Kadın-Doğum Uzmanları Derneği’nin tahminlerine göre, normal bir doğumda ödenen
1.500 doların ortalama 231 doları doğum hekiminin sorumluluk sigortası için
ödenmektedir.
Öte yandan kendini güvencede tutmak isteyen
hekimler, savunmaya yönelik bir tıp uygulamaya zorlanmaktadırlar. Gelecekte
yapılabilecek yasal iddialara karşı kendilerini korumak için fazladan tetkikler
ve işlemler yaptırmakta dırlar. “En iyi tedavi” başlıklı kitabın yazarı ve Cornell Tıp Merkezi New York Hastanesinde klinik tıp profesörü olan İsadore Rosenfeld, “Böylelikle
doktorlar herhangi bir şeyi ihmal etti diye suçlanmamış olur” diye
konuşmaktadır. Ama bunun maliyeti yine hastaya yüklenmektedir. Doktorların
kendilerini ileride savunabilmeleri için yapılan bu fazladan tetkikler, 1989
yılında tıbbi faturalara 15.1 milyar dolarlık ek bir yük getirmişti.
YÜKSEK RİSKLİ TEDAVİLER BÜYÜK HASTANELERDE YAPILIYOR
Yanlış tedavi sorumluluğundan en çok
etkilenen yüksek riskli uzmanlık dalı kadın-doğumdur. 1990’da kadın-doğum
uzmanlarının yüzde 24’den fazlası, eskiden uyguladıkları yüksek riskli tedavilerin
sayısını azaltmışlardır. Bu kesimden
uzmanların yüzde 12’den biraz fazlası da yasal sorumluluk nedeniyle doğum
yaptırmamakta ve hastaları büyük hastanelere sevketmektedirler.
Hekimler, “Allah
gibi görülen doktor” stereotipinin aksine, kendilerinin “hata yapmaz kişiler”
olarak görülmesine karşı çıkmaktadırlar. Yukarıda adı geçen Dr. Rosenfeld
şöyle demektedir: “Yanlış tedavi için verilen tazminatlar, sadece gerçek ve
önemli hatalarla sınırlandırılmalıdır. Eğer ihmal ve yetenek eksikliği söz
konusuysa, zarar gören kişi tazmin edilmeli, ama bu astronomik rakamlara ulaşmamalıdır.”
Gerçekten
herhangi bir hata yapılmamışsa bile, yanlış tedaviye karşı sigortalanmış bir
kişi, daha ucuz olduğu için mahkemeye gitmeden, konuyu halletmeyi
yeğlemektedir. Hekim tamamıyla suçsuz olabilir, ama hatalı birşey yaptığının
ayıbını kabul etmek zorundadır. Çünkü başka bir şansı olmasa bile, buna karşı
bir mücadele vermemiştir. Doktorlar yanlış tedavi iddialarına karşı,
ilginçtir, hastaların savunduğunu önermektedirler. Yani tedavi sürecine hasta
daha çok katılmalıdır. Soru soran hastalar, kendilerini daha güçlü
hissetmektedirler. Tedavinin nasıl olduğunu anlamakta olan hasta, daha çok
tatmin olacak ve daha az dava açacaktır. Hasta sorumluluğun bir kısmını kendisi
üstlenirse, sisteme ek bir denetim ve denge sağlanmaktadır ve bundan herkes
yararlanmış olmaktadır.
Hekimler
yukarıda sayılan nedenlerden ötürü, halen şimdiye kadar sahip olmadıkları
yetenek ve daha iyi güvenlik kayıtlarına sahiptirler, ama ilginçtir, şimdiye
kadar bu kadar fazla da dava edilmemişlerdir. Hasta ile ilk temastan taburcu
edilene kadar elde edilen bütün bilgi, bulgu ve gözlemlerin ayrıntılarıyla
kaydedilmesi, ABD’de aşırıya kaçacak kadar bir ciddiyetle yapılması, bir
taraftan herhangi
bir şikayet anında kanıtlayıcı belgelerin bulunmasına yardım ederken,
öte taraftan da bilimsel araştırma ve istatistik çalışması yapanlar için çok
değerli bir kaynak oluşturmaktadır. Tabii ki bu da maliyetlerin artmasına
katkıda bulunmaktadır.
UYGULAMALAR DAHA ÇOK HEKİMLERİ
KORUYOR
Amerikan
Tıp Derneği tarafından yapılan bir araştırmaya göre, ankete yanıt verenlerin
yarısına yakını, doktorların dava eden kişilerin kolay yoldan para kazanmayı
amaçladıklarına inanmaktadır. New York
eyaletindeki 51 hastanede yapılmış olan bir Harvard Üniversitesi araştırmasına göre, hastahanelere tedavi
için yatan bütün hastaların tahminen yüzde l’i doktorların ihmali yüzünden zarar
görmektedir. Ama öte yandan New
England Journal of Medicine dergisinde
1985 yılında yayınlanan özel bir rapora göre, ABD’deki bütün hekimlerin yüzde
5 ile 15 kadarının hekimlik mesleğini hiçbir zaman icra etmemeleri gerekir.
Oysa hekimlere eyalet çalışma ruhsatını veren kurullarda uzun süreli gözetleme,
değerlendirme prosedürü yüzünden her bin hekimden sadece ikisi ciddi şekilde
disiplin cezasına çarptırılmaktadır. Bu rakamlardan anlaşılacağı gibi,
ülkedeki her eyalete göre farkeden çeşitli uygulamalar, hastalardan çok
hekimleri ve onların yaptıklarını korumaktadır. Kamu Yurttaş Sağlığı Araştırma
Grubu tarafından 1990’da yapılan bir araştırmada, eyaletlerin disiplin cezalarının
oranı konusunda birbirinden çok farklı durumlar ortaya çıkmıştır. Bir hekime
gerçekten bir yaptırım uygulanırsa bu, çok seyrek olarak yanlış tedavi
yüzünden olmaktadır. Benzeri araştırmalar göstermektedir ki, eyalet ruhsat
kurulları, uyuşturucu kullanan, çok içki içen veya suç işlemiş hekimleri daha
iyi ayıklamaktadır ve tedavide belli bir standardı tutturamayan hekimlere karşı
verilen disiplin cezalarının oranı yüzde 10’un altında kalmaktadır. Aslında
disiplin sorunu kolay çözümlenecek gibi değildir. Denetleme Kurulu’nda yargıya
varmak için oturan bir kişi, meslektaşının yanlış yaptığına inanmış olabilir,
ama günün birinde kendisinin başına da benzeri bir olayın gelebileceğini
düşünür. Hekimler ayrıca, tıbbi teknolojideki gelişmelerin, hastalan mantık
dışı beklentilere götürdüğünü söylemektedirler. Yine de birçok şikayet
vakasında haksızlıklar bulunması yanında, yapılan son soruşturmalarda, kronik
yanlış tedavi veya kuralların ihmal edilmesine ilişkin birçok vaka ortaya
çıkarılmıştır.
YANLIŞ TEDAVİ Mİ?
YETENEKSİZLİK Mİ?
Hastaya
gerçekten zarar veren, ya da ölümüne neden olan tıbbi hatalardan hareket eden
disiplin kurulları, bir defa yapılan yanlış bir tedavinin bir sapma olarak
affedilebileceğine inanırken, bir dizi yanlış tedavi vakası olan hekimler
hakkında soruşturma açılabileceğini belirtmektedirler. Bundan hareketle,
birçok eyaletteki ruhsat kurulları şimdi, yanlış tedavi olaylarının kendilerine
bildirilmesini ve soruşturulacağını bildirmektedirler.
Bütün bu çalışmalara rağmen önemli sorunlar
vardır. Örneğin yanlış tedavi nasıl tanımlanacaktır? Tek bir vakada hekimin
ihmali varsa, buna yanlış tedavi denebilir. Hekimin mesleğini icra edecek
yetenekte olmaması hali de söz konusu olabilir. Bir tıbbi kurulun bir hekimin
çalışma ruhsatını, sadece hasta bakım ve tedavisinin yeterli olmaması yüzünden
iptal etmesi için, o hekimi yeteneksiz olarak belirlemesi gerekmektedir. Eğer
bir hekim, yanlışlıkla sağlıklı bir kolu ampüte etmişse, yanlış tedavi yapmış
olabilir, ama bunu güzel bir şekilde ampüte etmişse, tamamıyle yetenekli bir
hekim sayılabilmektedir. Dr. Feinsteirn kitabında şöyle bir olayı
aktarmaktadır: “Kafası yaralanmış bir kız çocuğunun beyninin yanlış tarafını
ameliyat eden bir hekimin vakası, kurul önüne geldiği vakit, olayın
ayrıntısını araştıran beyin cerrahları, herşeyin tamamen doğru yapıldığını
söylemişlerdi. Ama karışıklık CAT scan’daki sağ sol işaretinin yanlış olarak
konmuş olmasından kaynaklanmıştı.”
Sağlık
çevrelerinde görülen “sessizlik komplosu” denen bir başka sorun vardır. Tıp
alanındaki meslektaşlar, kendi meslektaşları aleyhine çok seyrek olarak ifade
vermektedirler. Kendi aleyhlerine de benzer davalar açılabileceğinden korkan
hekimler, birgün kendilerinin başına da aynı şeyin gelebileceğini
düşünmektedirler.
ŞİKAYET EDEN ZARAR GÖRMÜŞ
HASTA SAYISI AZ
Farklı bir
komplo da hastalar topluluğu içinde bulunmaktadır. Kurul üyeleri bir şikayet
yapılmadan harekete geçmezler. Her ne kadar tıbbi mesleklere karşı açılan
hukuk davalarının sayısı gittikçe artmaktaysa da, hekimler tarafından zarara
uğratılan hastaların seslerini yükseltme oranı da çok düşüktür. Bir Harvard
araştırmasına göre, tıbbi ihmal yüzünden zarar gören 280 hastadan dava
açanların sayısı yüzde 2’nin altında kalmıştır.
Zaman, para
ve yetenekli soruşturmacıların olmamasını sorun olarak öne süren eyalet tıp kurulları,
soruşturmaların yıllarca sürebileceğini belirtirken, ABD Kongresi 1986’da bir
Ulusal Hekimler Bilgi Bankası oluşturulması kararını almış, ama uygulama
siyasal nedenlerle Eylül 1990’dan itibaren başlatılmıştır. Eyalet kurulları ile
hastaneler haklarında mesleki kuruluşlarca dava açılan hekimlerle ilgili
listeyi, bu bilgisayar aracılığı ile gözden geçirebilmektedirler. Sadece Eylül
1990’dan itibaren yanlış tedavi yüzünden hüküm giymiş hekimlerin adlarının yer
aldığı bu liste, hastalar tarafından görülememektedir.
Genel
olarak hastalar için başvuru kaynakları şunlardır: Kamu Yurttaş Sağlığı
Araştırma Grubu tarafından yayımlanan 9,479 Şüpheli Hekim Rehberi” adlı kitaba
bakılarak, eyalet kurulları, Medicare ve İlaç Kullanma Ajansı tarafından disiplin
cezasına çarptırılan hekimlerin kimler olduğu öğrenilebilir. Eyalet tıbbi
ruhsat kuruluna buşvurularak, belli bir hekimin ağır bir disiplin cezasına
çarptırılıp, çarptırılmadığı öğrenilebilir. Bazı sağlık sigortası şirketleri,
cezaya çarptırılan hekimlerin listesini tutmaktadır, onlara sorulabilir.
Hekimin çalıştığı eyaletteki mahkeme tutanaklarındaki davalılar listesinden
isim aranabilir. Bir de hekimin uzmanlık dalı varsa, Amerikan Tıp Derneği
tarafından yayınlanan ve büyük kütüphanelerde bulunan Amerikan Tıp Rehberi veya
Tıbbi Uzmanlar Rehberi’nden o hekimin uzmanlık düzeyi, gördüğü eğitim
öğrenilebilir. Ama bu onun yeteneği hakkında herhangi bir bilgi vermez. Hepsinden
önemlisi, Amerikan yurttaşlarına reklamlara kanmamaları önerilmekte ve güvendikleri
insanlara, hangi doktorun güvenilebilir bir kişi olduğunun sorulması salık
verilmektedir.
Paracelcius’dan
beri bilinen ilke demek ki hiç
değişmemiştir: ‘Bir hekimin şanı, iyileştirdiği hastalardır.”
(Kıbrıs Türk Tabibleri Birliği
dergisi, Sayı:25, 14 Mart 1992)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder