12 Mart 1992 tarihli Ortam
gazetesinin Sanat sayfasında yer alan değerli bir dostum Harid Fedai’nin yazısı
şu cümle ile bitiyordu:
“Bu türden tartışmaların,
eleştirilerin gündemimizden hiç eksilmemesi dileğiyle”.
Ne yazık ki bizde bilimsel
tartışma ve eleştiri geleneği henüz gelişmemiş olup genelde eleştiriye karşı
bir hoşgörüsüzlük vardır. 1986-87-88 yıllarında çeşitli yayın organlarında
yayımlanan eleştiri yazılarıma ara vermemin bir nedeni de bu hoşgörüsüzlüktü.
Mustafa Gökçeoğlu tarafından hazırlanan “Kıbrıs Türk Atasözleri ve Deyimleri
Sözlüğü”nü okuduktan sonra, kitapla ilgili görüşlerimi ilk aktardığım kişi
Harid Fedai oldu. Çünkü kitabın ön sayfalarında kitabı denetleyen kişi olarak
onun adı yazılıydı.
Gökçeoğlu’nun “Tezler ve Sözler 1”
başlıklı kitabı 1988 yılında yayımlandığında yazarı tarafından bana iletilmiş
ve görüşlerim istenmişti. Karşılıklı bir konuşmamızda Gökçeoğlu’na söylediğim
eleştiriler, onun tepkisine yol açmış ve hatta bir süre benimle konuşmamıştı. “Sözlük”le
ilgili görüşlerimin kendisince nasıl karşılanacağını bilmiyorum, ama Harid Bey’in
ısrarı üzerine kaleme sarılmak durumunda kaldım. Yapıcı eleştirilerimin
anlayışla karşılanacağını ummak isterim.
İlk dikkatimi çeken, kitabın
başlığı oldu. Kapak üzerinde “Kıbrıs Türk Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü”
derken, iç sayfada doğru şekliyle “Kıbrıs Türk Atasözleri ve Deyimleri Sözlüğü”
biçiminde yazılmış. Önsözde ise iki farklı biçimde yer alıyor.
Önsözde, yazarın böylesi bir
çalışmayı ülkemizde ilk kez gerçekleştirmiş olduğu gibi bir izlenim verilmeye
çalışılmış. Oysa ki Nisan 1969’da yayımlanan Mahmut İslamoğlu’nun “Kıbrıs Türk
Folkloru” adlı kitabında (s.67-71) Kıbrıslı Türkler tarafından kullanılan
atasözlerinden küçük bir demet yer almış. Oğuz M. Yorgancıoğlu’nun 1980 yılında
bastırdığı “Kıbrıs Türk Folkloru” adlı zengin derlemesinde “Deyimler”
(s.131-141) ve “Atasözleri” (s.141-146) alfabetik sıra gözetilerek
yayımlanmıştır. Erdoğan Saraçoğlu’nun “Kıbrıs Ağzı” adlı kitabında da (1980),
Atasözleri (s.44-57) verilmiştir.
Kitabın 1. sayfasında yer alan “Sözlüğün
hazırlanmasının öteki etkenleri” başlıklı bölüm ise Hasan Eren’in Türk Dil
Kurumu’na sunduğu bildiriyi küçümseyici bir nitelik taşımaktadır. Oysa ki
burada Eren’in bildirisi de içinde, diğer Kıbrıslı Türklerin bu konuda
yaptıkları yayınlar değerlendirilebilirdi, konu zaten “sözcükler” değildi.
Gökçeoğlu, kendisiyle yapılan bir
söyleşide, Kıbrıs ağzı ile ilgili bir çalışma içinde olduğunu söyledi. Umarız
bu çalışmasında, Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinin Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümlerinde yine Kıbrıslı Türk öğrenciler tarafından hazırlanmış (benim
saptamalarıma göre 1960-80 arası 15 tane) tez çalışmalarını da gözden geçirir
ve “ilk” olma iddiasında bulunmaz. Tıpkı Eralp Adanır’ın kitabına yazdığı
önsözde, bu kitabı ilk deneme kitabı olarak nitelemesi gibi.
Burada da geçmişte yayımlanan
kitapları görmezlikten gelme sonucu yazar şunları yazabilmiştir:
“Ne yazık ki bir-iki tekil
araştırma dışında adada konuşulan dil üzerinde yeterli araştırmalar
yapılmamıştır. Bunun doğal sonucu olarak da Kıbrıs Atasözleri Sözlüğü, ne de
Deyimler Sözlüğü hazırlanmamıştır.” (Tezler ve Sözler 1, s.35)
Sözlüğün düzenlenişinde yapılan
en önemli hata, atasözleri ile deyimlerin ayrı ayrı değil de, karışık olarak
düzenlenmesi ve alfabetik sıraya özen gösterilmemesidir. Böylelikle sözlüğün
kullanılışlı olması engellenmiştir. Benzer atasözü ve deyimler için “Bak” diye
atıfta bulunulurken, nereye bakılacağı yazılmamıştır. Nitekim Bekir Azgın,
kitapla ilgili yazısında, bakıp bulamayınca sinirlenmiş ve şöyle yazmıştır:
“K harfindeki atasözleri ve
deyimleri baştan sona, tam üç kez taradım, ama nerede olduğunu bir türlü
körlenemedim.” (Yeni Düzen, 12 Eylül 1991)
Bu durumda Gökçeoğlu için “son
yıllardaki araştırma ve yayınlarıyla Kıbrıs Türk folklorunun en ciddi
araştırmacılarından biri konumuna geldi”ğini belirten Azgın’ın yargısını
yukarıda değinilen diğer hususlar ışığında yeniden değerlendirmesi gerekmez mi?
M. Gökçeoğlu ise 12 Mart 1992
günü Ortam’da çıkan Neriman Cahit’le yaptığı söyleşisinde kendisini şöyle
savunma gereğini duymuş:
“Bilgisayarla yapılması gereken
bir işi, elli yıllık bir daktilo makinesiyle yapmaya çalıştım. Bunun sonucu
sözlükte her harfi kendi içerisinde alfabetik sıraya koyamadım.”
Oysa ki yüzyıllardır sözlük hazırlayan bilim adamları,
kart/fiş sistemiyle çalışmakta ve yeni bulgularını kolaylıkla listelerine
ekleyerek, alfabetik sırayı korumakta, son şekliyle de dizgiye vermektedirler.
Kitapta bazı tekrarlar da vardır.
Örneğin s.30’da “Andillayla bakmak, s.33’de Andilya koyup ardından bakmak, s.31’de
“açık boğaz aç kalmaz, s.43’de tekrarlanıyor, bu kez Türkiye’deki Açık ağız, aç
kalmaz, şekliyle birlikte verilerek, ilkinden farklı olan “yaşayan kişi geçim
yolunu arayıp bulur” açıklaması yapılıyor. Biz bu deyimi “Aç boğaz, açık kalmaz”
şekliyle de biliyoruz. Kaldı ki Türkiye’nin hangi yöresinde nasıl kullanıldığı
ayrı bir konu. Yoksa Türkiye’de yayımlanan sözlükler taranarak, bizde
kullanılanlara ulaşılmak kaygusuyla mı
hareket edilmiştir?
s.44’de yer alan “Adamın karnına
karnına vurmuşlar da ah arkam dememiş” deyimi, eğer bir dizgi yanlışı yoksa,
aslında “demiş” şeklinde kullanılmaktadır. Aksi takdirde karnına vurulan adam,
niye arkasının ağrıdığını söylesin. s.41’de “ağzı dili yok” yazılmışken, s.48’de
“Ağzı dili yok ya!” diye yeniden sıralanmış. Bunlar sadece bir harf altında
toplananlardan ilk elden saptanabilen yanlışlar.
Düzenlenişteki bir başka büyük
yanlış, Rumca sözlerle karışık olarak söylenmiş deyimlerin “Kıbrıs Türk
Atasözleri ve Deyimleri Sözlüğü”ne alınmış olmasıdır. Bunlar kolaylıkla ayrı
bir başlık altında toplanarak verilebilirdi. Kaldı ki eski nesillerin Türkçe yanında
Rumcayı da kullanmaları, bu tür söyleyiş şekillerini getirmiş, ama Kıbrıs
Türkçesinin bir kalıcı unsuru haline gelememiştir. Bizde Türkçe söylenmekte
olan birçok Rum atasözünün varlığı da bilinmekteyken, böylesi bir çalışmada
Rumca yayımlanmış çalışmaların da taranması gerekirdi.
s.10’daki alıntı yetersizdir. Öte
yandan s.58’de yer alan “Bok değil de dedem boku” deyimi için Bak. Bok değil de
iskada, diye Rumcaya atıfta bulunulması (o da, yanlış açıklamasıyla s.59’da yer
alıyor) yersiz bir değerlendirmedir. Angoni sahibi olmak (s.33), abofasi etmek
(s.46), barabono etmek (s.51), bomilarga suratlı, bastarda, buroma doğmak
(s.53) gibi sözcükler ise ancak Rumcadan Türkçeye hazırlanmış bir sözlükte yer
alabilirdi. Şu sözcükler ise Türkçe Sözlük’te zaten yer alıyor: Beddua etmek
(s.55), çılgına dönmek (s.78), Çıt kırıldım olmak (s.57), batağa saplanmak
(s.65).
Kıbrıslı Türklerin atasözleri ve
deyimleri arasında müstehçen olanların sayısının önemli bir miktara ulaştığı
bilinmektedir. Gökçeoğlu’nun kitabına almadığı ve bizim derlemiş olduğumuz
bazılarının burada başka şekillerde yazıldığını gördük. Hatta müstehçen olmayan
deyimlere bile eklemeler yapıldığı haller var: “Ben derim bayram haftası, sen
dersin yandı götünün tahtası (s.60), at binenin, kılıç kuşananın, yarak
uçananın (?) (s.49). Bize göre müstehcen olan deyimler de ayrı bir başlık
altında toplanabilirdi.
Yazının daha fazla uzamaması için
burada sadace “d” harfine kadar olan ilk 78 sayfada ilk okuyuşta
saptayabildiğim yanlışlıklara değindim. s.2 ile s.27 arasında yer alan bölümde
dile getirilen birçok özel yargıya katılmadığımı belirtmek isterim: Karasakal
deyimi 1974’den sonra değil, 1960’larda yaygın olarak kullanılmaya
başlanmıştır. “Baronun köleleri gitti” deyimi herhalde yalnız yazarın köyünde
kullanılmaktadır. (s.5) Kıbrıs Türklerinin kökü kökmeği genelde Güney Anadolu’dur
(s.7) iddiası hiçbir dil örneği ile kitapta kanıtlanmamaktadır. “Saat beş gibi
gelirim” deyimi yerleşmiş bir deyim değil, moda bir deyimdir. (s.7), “Yetmiş
iki buçuk bin millet” deyiminde (s.8) yazarın bir matematik hatası vardır. “Azgan”ın
karşılığını iki ciltlik Türkçe Sözlük’te bulamayan Gökçeoğlu, Bener Hakkı
Hakeri’nin sözlüğüne baksaydı (s.5) Derleme Dergisi’nden alındığını görecekti
(s.10), s.13’de “aşağıdaki sayacağım sayrılıkların günümüzde kökü kazınmıştır”
deniyor. Oysa karın ağrısı, sancı, uyuz, kuduz, kolera, sıtma, körlük, delilik
vd hep var ve Kıbrıs Türkü sayrılık değil, hastalık demektedir! “Adalının
beğenisi,” “ada insanı”, “ada Türkleri” gibi söyleyişler ise bir zorlama
ürünüymüş gibi geliyor.
“Çok sıkı çalışmıştım. Ödülü
bekliyordum” diyen M. Gökçeoğlu’na (Yeni Düzen, 5 Mart 1992) yeni
çalışmalarında daha fazla dikkat ve özen göstermesini diliyorum.
(Halk Bilimi dergisi, Lefkoşa, Sayı:26, Nisan-Haziran
1992)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder