1993 yılı içinde, Kıbrıs Türk basınında köşe başlarını tutmuş olan bazı “yazar
ve sanatçı”ların dile getirdikleri, bizce ilginç bazı görüş ve düşüncelerden
oluşturduğumuz aşağıdaki seçmeler, sanırız okuyucuya bu kesim hakkında genel
bir bilgi vermeye yetecektir. Gazete sayfaları arasında kalacak olan bu
yazılarla ilgili değinmelerimiz, bazı kişileri öfkelendirebilir. Ama biz
yazılanlara sadık kalırken, değerlendirmelerimizin hoşgörü ile karşılanacağına
inanıyoruz.
***
Ortam gazetesinin ödüllü röportajcısı Neriman Cahit, çoğu yazısında
söylenenleri ilk kez duyarmış gibi davranıyor ve heyecanlanıyor: “Bunlar çok
ilginç saptamalar. Konu gittikçe beni daha çok sarıyor. Lütfen devam eder
misin.” (Yaşar İsmailoğlu ile yaptığı “Eğitim tarihimiz”e ilişkin röportajdan,
20 Ocak 1993)
Anlaşılan kendisi bir gazeteci olarak günlük basını izleyecek vakti
bulamıyor ki soruyor: “Gazeteci bir bakıma zaman fukarasıdır. Gazete okuyacak
zamanı bulabiliyor musun?” Güliz Baykent’in yanıtı: “Gazete okumak her
gazetecinin görevidir. Meslek, okumakla başlar, yazmak sonra gelir.” (30 Mart
1993)
Işın Refikoğlu ile yapılan ropörtajda ise heyecan doruğa çıkıyor: “İnsanı
serseme çeviren gerçeklere parmak bastın Işın... Aman Tanrım.. Dinlerken bile
bunalıyor insan. Utanıyor. Konuyu değiştirmekte zorlanıyorum.” (7 Nisan 1993)
Neriman Cahit’in “Kör kuyularda merdivensiz kalmak” başlıklı bir
makalesinde, bakınız cinsel birleşme bir kadın ağzından nasıl aktarılıyor: “Ben
onun solinasını boşaltıp rahatlayacağı bir belediye kuyusuyum.” (Ortam, 29
Nisan 1993) Ve bunlar günlük gazetelerimizde, ödül verilen kişilerin düşün
yazılarını oluşturuyor!..
***
“Türk Bankası Kültur-Sanat Ödülü iki bayan sanatçının: Neşe Yaşın ve Emel
Samioğlu” (Kıbrıs, 20 Şubat 1993) Jüri üyelerinden Bekir Azgın’ın, Neşe Yaşın’dan
yana elini masaya vurarak “ağırlığını” koyması ardından, jüri üyeliğinden
istifa eden (gücenmesi geçsin diye l994’de de ödülün ona verileceği söyleniyor)
“Şiiradam” Fikret Demirağ’ın bir zamanlar “Şiirkızı” olan Neşe Yaşın’ın ödül
alması üzerine kaleme aldığı, ama imza atmaya çekindiği “Ödüllerin güvenirliği
ve anlamı” başlıklı yazıda bakın neler döktürülüyor:
“Ödüle değer görülen kişinin (ve yapıtının) NEDEN o ödüle değer görüldüğü
de çok önemlidir... Bir de, ödüle değer görülenlerin kişiliği önemli.. Eğer
ödüle değer görülende o sağlam kişilik yoksa (yani showmen’lik, showgirl’lık
eğilimi kişiliğinde ağır basıyorsa) hemen “havaya girer”, işi abartır, durmadan
(temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp) ödülünü önümüze sürer, şişinir, onun
rantıyla geçinmeye yönelir (yakın ve uzak çevremizde böylelerinin sürüsüne
bereket!). Sonunda, olan yeteneği de körelir; var olan potansiyeli “şov” yolunda
tükettiği için tıkanır ve tükenir. Ödüller, bu nedenle, iki yanlı kesen bir
bıçağa benzer. YARARLI da olabilir ZARARLI da. Bizce, ödüller ne küçümsenmeli,
ne de çok abartılmalı. Anlamı ve o anlamın kavradığı kadar ÖNEMLİDİR ödüller.
Ve yalnız o kadar. Üstelik hiçbir ödül almamış, hiçbir ödüle aday olmamış
(olmaya gerek görmemiş) dünya kadar önemli şair, yazar, sanatçı var. Bir o
kadar da, ödül kazanmış önemsiz şair, yazar, sanatçı. Hatta galiba, birinci
kümedekiler daha da üst düzeyde insanlar...” (Kıbrıs, 3 Temmuz 1993)
İlahi Fikret Bey, üzülme, biz seni hiç ikinci kümeye düşürür müyüz?
Yüreğini serin tut. Ödül alsan da, almasan da “En büyük Demirağ, başka büyük
yok!”
***
Yeni Düzen gazetesinin sütun yazarlarından Fatma
Azgın, okuyucularına “yeni ideolojisini şöyle sunuyor: “Belki de en idealist
sistem, kapitalistle kazanıp, sosyalistçe harcamaktır. Dünya bu yola giriyor
gibi.” (2 Nisan 1993)
“Skylight Müzikal Tiyatro Topluluğu’nun
yönetmeni ve aynı zamanda piyanisti Richard Carsey, American Center’de yapılan panele uydu
aracılığıyla Washington’dan katılarak, dört kişiden oluşan Türk ve Rum
sanatçıların sorularını yanıtladı... Panele konuşmacı olarak KKTC’den Aslı
Giray ve Bekir Azgın katıldı.” (Kıbrıs, 9 Nisan 1993)
“Kıbrıslı Türk klasik piyanist Aslı Giray, direkt
hattı, çok iyi algılanan sorular sormak için kullandı... Tiyatrosal soru
darbesini yapan, Milwaukee’de Skylight’ın yeni bir Mozart sahneleyeceğini duyan, kültür sütunu yazarı
Bekir Azgın’dı ve basitçe şu soruyu sordu: “Hangi Mozart?” (Glyn Hughes, Cyprus Weekly, 16 Nisan 1993)
***
Yeni Düzen yazarı ve Aktüel dergisi muhabiri ve
de K.T.Barış Derneği’nin sürekli başkanı Zeki Erkut, PKK’nın Güney Kıbrıs’ta
olduğu iddiasıyla, saptadığı evde röportaj yapmak üzere Güney’e geçiş iznini
Rum kesiminden alamayınca, gazetedeki köşesinden şu tehdidi savurdu: “Bu
iddialar yer etsin, görürsün sen o zaman başına yağacak bombaları.” (30 Nisan
1993) Barış Derneği’nin savaşçı başkanı’nın ele geçirdiği bilgiler, bir süre
sonra bu tür konuların uzmanı olan gazetede manşet oldu: “İşte PKK’nın adresi:
Doiranis Sok. No. 6” (Kıbrıs, 14 Mayıs 1993)
“Mehmet Uluhan: Bana göre “Kıbrıs Türk Resmi” diye
bir kavramın oluşabilmesi için daha zamana gereksinim var. Bana göre, henüz 30
yıllık bir geçmişi olan resim serüvenimizden, geleneği oluşmadığından, söz
edebilmek biraz erken... Bu dönemi ve yaşanan 30 yıllık süreci, sanat tarihi
değerlendirip yerli yerine koyacak.” (Kıbrıs, 1 Temmuz 1993)
“Ressam Eınin Çizenel’in HP Gallery’deki sergisi, bende,
...önemli etkiler yarattı; beynime oklar saplandı... Böylesine etkiler yayan
sergiler çok azdır ve aynı duyguyu Aşık Mene’nin sergisinde de duymuştum... Her
fırça darbesi bir figür değerinde...Soyutlama, kendini Emin Çizenel’e
dayatmıştır diyorum. Başka türlüsü de olamazdı. (Bütün bu değerlendirmeler,
kişisel görüşüm olarak, Aşık Mene için de geçerli.) Bu bir resim eleştirmeninin
yazısı değil, bir duyumsama olayının söze dökülmesi yalnızca. Sergiden, içimde
bir uğultuyla ayrıldım... Belki bu son satırlar “edebiyat parçalamak”tır. Ama
ne yapayım öyle birşeylerdi işte. Emin Çizenel’in sergisi hiç kaçırılmaması
gereken bir olay ...” (Fikret Demirağ, Kıbrıs, 31 Mayıs 1993)
Hem övgü düzeceksin, hem de konudan gücenebilecek
dostunu yağlayacaksın ve dahası “edebiyat parçalandığının bilincinde olup, okuyucuyu ahmak yerine koyacaksın.
Pes doğrusu!... Daha, bitmedi:
“Bizim İkinci Yeniciliğimiz (F. Demirağ, M. Kansu, K. Çanca, Z. Ali) bir tür
karşı-şiirdi. Neye karşı? Artık iyice manzumeleşen, şovenizmin emrine giren “resmi
şiir”e ve düşmanlık histerisine karşı. Bunun yeterince anlaşılabildiğini söyleyemem.
(Aydınlık, 4 Haziran 1993)
Yaşanmış gerçekliği solculaştıktan sonra yeniden
anlatmaya çalışırsan, tabii ki o günleri yaşayanlarca anlaşılamazsın. Belki
Aydınlık’ı kandırabilirsin! Ve aynı şairin belli bir ruh hali içinde, söyleşi
yaptığı öteki şairlere yönelttiği aynı soru şöyleydi: “Kıbrıslı bir şairin
Kıbrıs’ta ve bu koşullarda yaşıyor olmasının avantaj ve dezavantajları üstüne
neler söyleyebilirsin?” (Kıbrıs,11,18 Haziran, 3, 4 Ağustos 1993)
***
“Her şey bir bencillik rüzgarıyla geçiyor ve “acıklı
bir şiir” bırakıyor geride... Bir “kelaynak” daha ölüyor, sonra biri daha
(cenazelerine çiçek gönderilmemesi rica olunur!) Son şiirler de kirli bir
uğultuyla çarpıp dönüyor hâlâ direnen Şairler Burcu’ına...” (Fikret Demirağ,
Hüznün Müziğiyle Dans -bir uzun şiirden bölümler- Kıbrıs, 14 Temmuz 1993) Kıbrıs
Türk şiirinde bencilliğiyle bilinen, “nesli tükenmekte olan” bir şairimizin
dayanan yüreğinin ‘sesidir. Duyula...
***
“Kıbrıs Rumlarının
yontuculuk tarihini, gelenek ve birikimini ayrıntılarıyla bilemiyoruz, (en
azından bu satırların yazarı bilmiyor), ama...Yakın zamanlara (40-50 yıl
öncesine) kadar Kıbrıslı Türkler arasında yontuculuk olayı pek görülmüyor. Ya
da biz bilmiyoruz. Son 40-50 yıllık dönem içinde ortaya çıkanlar arasında...
Adlarını şu anda anımsayamadıklarımız -varsa- bizi bağışlasın.” (29 Temmuz 1993
tarihli Kıbrıs’ın Kültür-Sanat sayfasında çıkan “Pygmalion’dan bugüne...”
başlıklı imzasız yazıdan).
A Fikret Bey, madem ki konuyu bilmiyorsun, niye
kalem oynatıyorsun? diye sormazlar mı sana?
***
“Bizim Ada- iki aylık kültürel dergi, Sayı: 1,
Temmuz 1993, Dizgi: İstanbul. Baskı: Lefkoşa, Sahibi ve Yayın
Yönetmeni: Hakkı Yücel” Derginin yazı işleri sorumlusu Asım Akansoy, sunuş yazısında şöyle diyor:
“Şimdilik, iki aylık periyodu ile yayın hayatına
başlayan “Bizim Ada”, yurtdışında, özellikle Türkiye’de yaşayan Kıbrıslıların
buluşabilecekleri önemli bir nokta olabilme amacıyla çalışmalarına başladı.”
“Bizim Ada”, hiçbir şabloncu yaklaşıma soyunmadan,
özgürce ve demokratik yönelimlerle yoluna devam edip, önemli bir boşluğu
doldurma görevini başarıyla yerine getirebilecektir” denmiş olmasına rağmen, “Onursal
Akdeniz”in (?) hazırladığı Bulmaca’nın Soldan sağa 1 ve 13 numaralı sorularında
hangi şablona yakın olduğunu ele veriyor.
Bu “hariçten gazel’in sesinin gür olması ve
soluğunun kesilmemesini dileriz. Yoksa barutu bir atımlık mıydı? “Kuşatılmışlık,
tutsaklık, tek başınalık ve bitmeyen hasret” duygularıyla bizleri cennet ve
cehennem’de hasretle mi gözleyecekler yine!
***
“Çok eskiyi temsil eden, zamana uymayan,
varlığıyla geçmişte kalan insanların olumsuzluklarını nitelemek için onlara “dinazor”
deniyor. 21. yüzyıla adım atarken Türkiye’de de Kıbrıs’ta da sevimsiz korkutucu
zamane dinazorlarının eskiyi korumak için yeniyle savaşımına sık sık tanık
oluyoruz.” (Fatma Azgın, Yeni Düzen, 9 Ağustos 1993)
Stalincilikten Liberalizme kayanların,
Marksistlerin demode olduklarını öne sürmeleri hastalığı anlaşılan ‘‘ana”dan “yavru”ya
da bulaşmış...
***
“M. Kansu’dan çeviri şiir -Yaşlı Chang, üç yıl
hastalıktan sonra öldü / Bir gecede yitip gitti, yaşlı Wu / Çelik sertliğinde,
benim bedenim de / Kapıya yaslandım, bakarak yeşil tepeye. Lu Yu 1125-1209).” (Kıbrıs,
21 Eylül 1993) ve Fikret Demirağ, sayfasında çeviri çölüne kaktüsler armağan
etmeyi sürdürüyor...
***
Hakkı Yücel: “Her şey bir yana 74 kuşağından
çıkan M. Yaşın, N. Yaşın gibi iki şair bugün şiirleri ile oldukça önemli yerlere
gelmişlerdir.”(Kıbrıs, 15 Eylül 1993)
Aynı kuşaktan çıkan H. Yücel bana sorsa derim ki,
N. Yaşın, ABD Büyükelçiliğinin açılış töreninde “milliyeti belirsiz çocuk
doğurarak, milliyetçiliği boynuzlamak”la övünüyor. M. Yasın da “Türk Bankası
Kültür Sanat Dergisi’nde (Sayı: 13, s. 36) Ali’yi kandırıp/ çocuğun oracığı’nı
ş’apıyor!”
***
Şair Neriman Cahit’in “Metafor” adlı şiirinden
mısralar: “Eğilme yüzüme / Asrın cinnetine tııtuldum / Bütiin AİDS’lilerin
spermleri avuçlarımda” (Ortam, 7 Ekim 1993)
***
Şair Tamer Öncül’ün “Arka bahçe” adlı şiirinden
mısralar: “Hançer barut ve / prezervatif kokan sokaklarda / o ihtiyar cumbalı
evin arka penceresinden geceyle oynaşan limon / ağacı” (Kıbrıs, 18 Ekim 1993)
***
“Alternatif Yazın” dergisinin ses vermeye
başlaması üzerine, kalemi eline alıp, “Öner Kemal” adıyla “Neriman’ın Sanat Savfası”nda
“Toplumcu Gerçekçilik Üstüne” döktüren muhterem, bakınız neler diyor:
“Dünyayı tanımaya, kavramaya başladığım 1960
sonrası yıllar, doğal olarak toplumcu dünya görüşüne bağlanmaya olanak veren
dopdolu yıllardı... Siyasetten çok sanata ilgi duyan biri olarak ben toplumun
daha “iyi”ye evrilmısi için sanatçılara da büyük “görev”ler düştüğü
inancındayım...İlk elde, sanatın özel işlevi olması gerektiğine şimdi daha bir
uzak duruyorum... Ancak bugün gelinen nokta şudur: Sanatçı topluma hizmet
verdiği ölçüde değil, kendi sanatına saygı duyduğu ölçüde özgürdür. Bu özgürlük
onu toplumsallık dışı yaratıma da götürebilir... Eksik kalmaması için şunu da
eklemeliyim: Toplumculuk politikacıların işidir. Sanatçının işi, “sanat” yapmaktır.”
(Ortam, 5 Ağustos 1993)
İşte Özgür, toplumsallık dışı bir “sanat” örneği:
“Kimim ben artık? (bütün ölü ozanlara) “Hayal bir martı” gibi... Ömrüm uzun
süren bir intihar eylemiydi, uzun ve acılı... Size sesimin küllerini
bırakıyorum... Belki “hayal bir Ada Martısı’yım... -Hüzünle git “ŞİİRADAM”!
diyorum kendime! Hüzünle kalın!” (Fikret Demirağ, Kıbrıs, 6 Eylül 1993)
Demirağ “Güle
güle değil, hüzünle” diyerek “sanat” yaparken, bir başka şairimiz Feriha Altıok
da “Neriman’ın Sanat Sayfası’nda “Artık sözle şiir yazmayacağım” diyerek, “nereden
nereye” geliyor:
“Canım hüzün çekiyor. Yapayalnız bir mekanda üzerime
hüzün yağsın istiyorum. Bardaktan boşalırcasına değil ama ince ince yumuşacık...
Ben treni kaçırmazdan önce bir arkadaşla (O, bir arkadaştı bunu biliyorum) işte
onunla intihar biçimlerini konuşup, kendimize intihar seçiyorduk.” (Ortam, 18
Kasım 1993)
Toplumuna yaşama sevincini değil de, hüznü,
intiharı aşılayanları teşhir ettiğimiz zaman da, bakınız o kesimin
savunucularından biri nasıl yanıt vermeye çalışıyor:
“Oysa toplumumuzda özellikle şimdilerde bazı
kişiler köksüz ağaçlar gibi yüzeysel yaklaşımlarıyla yöneldikleri şair ve
yazarlara saldırıyor ama ne yazık ki yıkmak istediklerinin yerine de daha
güzellerini koyamıyorlar. Oysa önemli olan, dünün hatta bugünün üretimini
eleştirerek irdelemek, anlayarak sahiplenmek ve o noktadan yola çıkmaktır.”
(Neriman Cahit, Pygmalion, Sayı:3,1993)
“Günlük koşuşturma”sı içinde yazılanları okuma fırsatını bulamayan Neriman
Hanım’ın nesine sahip çıkalım? İşte yazdıkları:
“Bir orospu gibi yağmalatıyoruz benliğimizi /
kendi felaket fermanımızı kendimiz yazıyoruz / Yaşamımızın video
filmlerine/ihanetleri işliyoruz... / piç kimliklerimiz sırıtıyor şeceremizde / İsa’dan
buyana / yeni fahişeler doğuruyoruz / kimliksiz sevişmelerimize...” (Pygmalion,
Sayı:3, 1993)
Neriman Cahit’in bir başka yazısından: “Elimde
iki tane dergi var. Sonbaharla birlikte açan iki kardelen gibi. Türk Bankası
Kültür-Sanat Dergisi ve Pygmalion.” (Ortam, 11 Kasım 1993)”
Alternatif Yazın’ı eline bile almamış herhalde.
Yoksa bu dergi
ısırgan otu, ya da kaktüs mü?
Değinmelerimizi, yine onun bir
önerisini aynen aktararak bitirmek istiyoruz:
“Dünyanın değiştirilmesine inanmak, bu noktadan
hareket etmek gerek. Kitlelerden soyutlanarak kendi kulelerinde üretmek
üzerinde düşünmek gerek.” (Ortam, 18 Kasım 1993)
(Alternatif Yazın dergisi, Ocak-Şubat
1994, Sayı:5)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder