29 Haziran 2015 Pazartesi

ÖZGÜR'ÜN "İZLENİMLERİ" ÜZERİNE...



         Son zamanlarda Kıbrıs Türk toplumuna mensup siyasilerin kişisel nedenlerle de olsa Moskova’yı ziyaret ettiklerini sevinçle öğreniyoruz. Kıbrıslı Türkler ile Sovyetler Birliği arasındaki bu ilişkilerin, kişisel düzeyde de olsa, her iki taraf açısından çok yararlı olduğu kuşkusuzdur. Hatta sosyalist ülkelerle ilgili bazı önyargıların yıkılması için bu ziyaretlerin zorunlu olduğu söylenebilir.

         Bir süre önce İçişleri ve İskan Bakanı Onay Demirciler’in bir deniz kazası geçiren oğlu Sovyetler Birliği’ne tedavi amacıyla gitmiş ve orada uzun süre tedavi gördükten sonra, iyileşme umutları artarak geri dönmüştü. Bu yaz da, Toplumcu Kurtuluş Partisi Genel Başkanı İsmail Bozkurt, 15 yaşındaki yürüyemeyen oğlunun sağlık durumunu inceletmek için eşiyle birlikte SSCB Sendikalarının konuğu olarak Moskova’da 45 gün kaldı. Bozkurt’un kaleminden Moskova İzlenimleri’ni Ortam gazetesinde zevkle izledik. Moskova kenti, Sovyet insanları, Sovyet Sendikacılığı, Fabrika-Sovhoz gezileri, Moskova’da Kıbrıslılar vb ilginç konularda değerlendirmelerini okuduk.

         Cumhuriyetçi Türk Partisi Genel Başkanı Özker Özgür de bu yıl Sovyetler Birliği’ne giden ikinci muhalefet partisi liderimiz oldu. 10 Temmuz-5 Ağustos 1987 tarihleri arasında, Sovyet Barışı Koruma Komitesi’nin çağrılısı olarak ilk kez SSCB’de tatil yapan, ya da görüş değiş-tokuşunda bulunan Özgür de, izlenimlerini üç hafta süreyle Yeni Düzen gazetesinde tefrika etti. Kendisini davet eden Sovyetler Birliği Barışı Koruma Komitesi’ne sunduğu yazılı görüşlerinde CTP Genel Başkanı şöyle diyordu: “İki toplumun eşitliğine bağlı kalınması ve Kıbrıs Türklerinin güvenlik konusundaki duyarlılıklarının gözardı edilmemesi koşulu ile Sovyet önerileri Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün önünü açacaktır.”  Özgür’ün öne sürdüğü koşullardan “iki toplumun eşitliğine bağlı kalınması” ifadesiyle neyi kastettiği pek anlaşılamadı. Yoksa Özgür, KKTC adı verilen ve kuruluşuna Sovyetler Birliği’nin açıkça karşı çıktığı “devlet”in, Kıbrıs Cumhuriyeti ile eşit kabul görmesini ve tanınmasını mı talep ediyordu? Bu konuya pek açıklık getirilmedi. SSCB’nin Kıbrıs Türk toplumunu, Kıbrıs Rum toplumu ile eşit tuttuğu ve ada halkı arasında herhangi bir ayrım gözetmediği yıllardır bilinen bir politikadır. Bu ilkeli politikanın geçmişi, Şubat 1962’de ilk uzay adamı Yuri Gagarin’in Lefkoşa’daki Çetinkaya Kulübü’nde şerefine verilen çay partisine katılmasına kadar dayanmaktadır. Günümüzde de SSCB, KKTC’yi bir “devlet” olarak tanımamakla beraber, Güney’deki Elçilik mensupları aracılığıyla Kıbrıs Türk toplumunun bütün siyasi partileri, yayın organları ve hatta Müftülüğü ile bile ilişkilerini sürdürmektedir. O halde değişen bir tutum mu var ki Özgür bu koşula bağlı kalınmasını istiyor? Yoksa resmi politikanın istemleriyle paralellik kurma çabası mı güdülüyor?

         CTP Genel Başkanı’nın 22 gün süren yazılarının izlenimden çok, elde ettiği basılı yayınlardan derlediği bir çeviri olduğunu belirtmeliyiz. 4 gün perestroika (ki yenilenme olarak yanlış çevirmiştir, aslı yeniden yapılanma, reorganizasyon anlamına gelen reconstruction’dır), 12 gün glasnot (açıklık) konusunda yapılan peşrevden sonra, gazetenin okuyucuları 6 günlük sonuç bölümünde Özgür’ün kişisel gözlem ve izlenimlerinin pek azını öğrenebildi. Anlaşılan Özker Özgür, yeniden yapılanma ve açıklık politikalarının özünü henüz kavrayamamış. Çünkü yazı dizisinde dile getirilen izlenimlerde yeterli “açıklık” yok. Moskova’da görüşme olanağı bulduğu SBKP MK Kıbrıs Danışmanı Karl Afanasyeviç, SSCB Dışişleri Bakanlığı Güney Avrupa Ülkeleri Bölüm Başkanı G. Smirnof, Sovyet Barış Komitesi Sekreteri İgor P. Filin, acaba Kıbrıs sorunu ve bu konudaki Kıbrıs Türk görüşleri hakkında neler düşünüyorlar? Bilinen resmi devlet görüşünden de öte, onlardan edinebildiği kişisel izlenimler ne olmuştur? Ne yazık ki bu önemli noktalar, çekilen 2-3dostluk resminin ardında saklı kaldı. Moskova’dan başka Kırım’ı da ziyaret ederek, Yalta’da bir süre kalan CTP Genel Başkanı, Hindistan, Bangladeş, Kanada ve Sri Lanka’dan konuklarla da tanışmış. Bu ülkelerin hepsinde de etnik-ulusal sorunlar yaşanmakta. Özgür bu kişilerle sadece selamlaştı mı, yoksa onlarla bu konularda görüş alış-verişinde bulundu mu? Belki de bulunmuştur, ama henüz daha benimseyemediği anlaşılan “açıklık” politikası gereği, bunları anlatmak yerine, kendisine saklamayı yeğlemiştir herhalde.

Yazı dizisi içinde Özgür “Sovyetleri baştan başa gezmek olanağını bulamadık” diye serzenişte bulunuyor. İnşallah bu olanak kendisine bir başka defa sağlanır. Ancak kendisinden ricamız “yediğin içtiğin senin olsun, bu defa bize gördüklerini-duyduklarını anlat” şeklinde olacak. Özgür, yazı dizisi nedeniyle Birlik gazetesince kendisine yöneltilen eleştirileri yanıtlarken, UBP genel Sekreteri Olgun Paşalar’ın da ABD’ye çağrılı olarak gittiğini, ama gördüklerini anlatmamayı yeğlediğini yazıyor ve ekliyor: “İki kez New York’a gitmek olanağı buldum. BM binası ile kaldığımız otel arasında mekik dokuduk. Amerikalılarla tanışamadık.” Herhalde bunu okuyan ABD Elçiliği mensupları artık bir an önce Özgür’e bir davetiye ileterek, “yaşam biçimleri, sosyal, ekonomik, politik sistemlerini yakından göremedik” dediği ABD’nin değişik yörelerini gezdirmekte gecikmeler. Bu arada CTP Genel Başkanının denge politikası da yerine oturmuş olur, değil mi?

Özgür’ün Sovyetler Birliği İzlenimleri’ne geri dönecek olursak, onun da bu konuda yeterince bilgilenemediği kanısına vardığımızı belirtmeliyiz. Çünkü 2 Eylül günkü yazısında “Sovyetlerde sosyal sınıflar yoktur” demektedir. Oysa bizim bildiğimiz Sovyetlerde “sömürücü” sosyal sınıflar yoktur, ama henüz hedeflenen komünist toplum aşamasına varılmadığından ve şimdiki gelişmiş sosyalist toplum aşamasında bulunulduğundan işçi sınıfı ve köylüler birer sosyal sınıf olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Özgür, 70’li yılların sonu ile 80’li yılların başlarında SSCB’de görülen ve yaygın olarak eleştirilen bazı aksaklıklar konusunda da farklı şeyler söylemektedir. 24 Ağustos tarihli yazısının bir yerinde “emekçilerin yönetime katılmaktan alıkonulduğunu” söylerken, biraz daha altta bu aksamaların temel nedenini “halkın kontrol hak ve yetkisini kullanmasına” bağlamaktadır. Acaba hangisi doğru? Bu konuda, “geçmişten çıkarılan dersler”in neler olduğunu açıklayan M. Gorbaçov’un 27 Ocak 1987 tarihli MK Plenumuna sunduğu raporu okumasını salık vereceğiz. Gorbaçov bunu nasıl ortaya koyuyordu? “Kıdemli yönetici konumundaki birçok Parti üyesi denetim ya da eleştiri dışındaydı; bu durum çalışmada başarısızlıklara, Partili ahlak açısından ciddi riayetsizliklere yol açtı… Üst düzeyde yetkililerin davranışları karşısında emekçilerin duyduğu haklı öfkeyi görmezden gelemeyiz.” Acaba Kıbrıs’ın kuzey ve güneyindeki emekçiler de benzeri duygular içinde değiller mi? Glasnost ve perestroika rüzgarının Kıbrıs’ta da esmesi umuduyla…

 
(“Okuyucu Mektubu: Yusuf Aydıner” imzasıyla, Söz gazetesi, 18 Eylül 1987)

    

 

 

 

YILDÖNÜMÜ YAZISI YERİNE

 
 
15-20 Temmuz 1974’ün 12. yıldönümünde, 12 yıl önce yaşadığımız olaylarla ilgili olarak İstanbul’da çıkan o dönemin günlük gazetelerinden “Yeni Ortam”da yer almış ilginç haberlerden bir derlemeyi aşağıda sunuyoruz:

16 Temmuz – Kıbrıs’ta faşist darbe - Makarios’un taraftarları darbecilere karşı direniyor - Cunta darbeyi ABD’nin desteği ile hazırladı.

17 Temmuz – Çıkartma gemilerimiz Akdeniz’e açıldı. Tam alarma geçirilen Türk birlikleri Güney’e sevkediliyor – NATO Konseyi Kıbrıs için toplandı. Uzmanlar “Türkiye adayı 48 saatte işgal eder” diyor – Başpiskopos korsan radyolardan konuştu: Darbeyi 950 Yunanlı yaptı. 

18 Temmuz – Makarios bağımsızlık için mücadele edeceği açıkladı – Komünist AKEL ve EDEK partileri halkı silahlı mücadeleye çağırdı.

19 Temmuz – Atina’ya barışçı bir çözüm için bu akşama kadar mühlet verdik – Faşistler, Makarios’un bakanlarını tutukluyor – Barış Gücü Kıbrıs’ta önemli binaların önünde mevzilendi.

20 Temmuz – (Özel 3. baskı) Çarpışma başladı.

21 Temmuz – (5. baskı) Harekât başarılı – Zafer sevinci içindeki Türk halkı ordumuza milyonlarca liralık bağışlarda bulundu – ABD Yunan cuntasını kınarken, bize üzüntülerini bildirildi.

24 Temmuz – ERBAKAN TASARILARIMIZI AÇIKLADI: Kıbrıs’ın doğusu Türklere, batısı ise Rumlara verilecek – Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Prof. Necmeddin Erbakan dün kendini ziyaret eden Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi başkanı İsmail Bozkurt’a, Türklerin Ada’nın doğu bölgelerinde toplanacağını, Rumların da batı kesiminde bırakılacağını bildirmiş, orta yerde tarafsız bir bölge bulundurulacağını söylemiştir.

     Erbakan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs’ta işgal ettiği bölgelerden yeni barış antlaşması imzalanıncaya kadar çekilmeyeceğini de belirtmiştir.   

26 Temmuz – Başbakan Bülent Ecevit, dün yabancı radyo, televizyon ve gazete muhabirleri ile bir görüşme yapmış ve “TÜRKİYE ARTIK GERİ ÇEKİLMEYECEK ŞEKİLDE KIBRIS’TADIR şekilde Kıbrıs’tadır. Bu büyük bir değişikliktir. Kıbrıs için ve Türkiye’nin dünyadaki yeri için büyük bir değişikliktir” demiştir.

7 Ağustos – Milli Güvenlik Kurulu Türk tezini görüştü. Cenevre görüşmeleri için son çalışmalar yapılıyor.

8 Ağustos – Cenevre’de bugün Kıbrıs için pazarlık başlıyor. Türk-Rum yönetiminin ayrılmasını isteyeceğiz.

9 Ağustos – Ecevit, “ZAMAN UZARSA BARIŞÇI BİR ÇÖZÜME ULAŞILAMAZ” dedi. 

9 Ağustos – Kıbrıs için saptadığımız otonom sistemin ayrıntıları belli oldu – BİRLEŞİK KIBRIS CUMHURİYETİ İÇİN ÖZERK İKİ YÖNETİM İSTİYORUZ.

14 Ağustos – Amerika Kıbrıs’ta otonom yönetim için Türk tezini desteklediğini açıkladı.

15 Ağustos – Ecevit: Ordumuz harekâtını bıraktığı yerden sürdürüyor. 20 Temmuz 1974 Türk Harekâtı ne kadar meşru idiyse, onun zorunlu devamı olan şimdiki Türk Harekâtı da o kadar meşrudur.

16 Ağustos – HEDEFLERE ULAŞTIK – Magosa’yı alan birliklerimiz, güneydeki “Dikelya” İngiliz üssüne dayandı. Tanklar da Lefke yolunda hızla ilerliyor. 

17 Ağustos – Kıbrıs’ta uygulanan İkinci Barış Harekâtı planlanan hedefe ulaştı. GÜNEY DE KAZANILAN YERLER GERİ VERİLECEK.

18 Ağustos – KIBRIS’A BÜYÜK ÖLÇÜDE YATIRIM YAPILACAK: Girne ve Magosa’da turistik yatırımlara önem verilecek. Girne’de daha önce başlamış olan turistik yatırımların bitirilmesi çabaları hızlandırılacaktır… Bir tüketici toplum durumunda bırakılan Kıbrıs Türk toplumu, sanayi alanında da üretici ve kendi kendine yeter duruma getirilmesi için her çeşit sanayi yatırımları bu bölgeye akıtılacaktır. Bu konuda Ankara’da yoğun çalışmalar yapıldığı söylenmektedir.

19 Ağustos – GİRNE’YE 100 BİN MEGAVAT GÜCÜNDE BİR ELEKTRİK SANTRALI KURULUYOR. Kıbrıs bakırlarının iyi bir biçimde işletilmesi konusunda da çalışmaların sürdürdüğü bildirilmiştir.

20 Ağustos – ERBAKAN KIBRIS İÇİN KALKINMA PLANI YAPILACAĞINI AÇIKLADI. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Necmeddin Erbakan, Kıbrıs’ın ekonomik kalkınmasına ilişkin bilgi vermiş, adanın Magosa kentindeki tersanenin tevsi edilerek, Akdeniz’in önemli bir tamir bölümünün kurulacağını, ayrıca büyük bir rafinerinin inşa edileceğini ve İngiliz üslerinden adaya verilen elektrik enerjisi ile kalkınma olamayacağı için, Eylül ayında Türkiye’nin adaya bir elektrik santralı kuracağını söylemiştir.

        Erbakan açıklamasında şöyle demiştir: Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müdahalesiyle Kıbrıs’ta sulh masasında halledilmeyen meseleler, harp sahasında halledilmiştir. Öteden beri temel tezimiz malumdur. Kıbrıs’ta sulh ve sükûnu gerçekleştirmek için bir coğrafi taksimatın şart olduğunu belirtmiştik. Bu coğrafi taksimatın şart olduğunu belirtmiştik. Bu coğrafi taksimattan sonra bir yanda muhtar bir Türk idaresi, diğer yanda da bir Rum idaresinin bulunması, ancak adada devamlı sulhu temin edebilir.

        Çok şükür şimdi şartlar değişmiştir. Kıbrıs’taki Türk toplumunun ekonomik kalkınması içim ön şartlar bugün teessüs etmiştir. Türk toplumu kendi kalkınma planını yapacaktır ve çalışkan Türk milleti Kıbrıs’ta büyük bir kalkınmayı başaracaktır. Buna inanıyoruz…

        Adada, hatta Akdeniz’in ortasında olmak itibariyle bazı serbest ticari bölgeler kurmayı düşünüyoruz. Beyrut’ta olduğu gibi. Bu bölgelere herkes kendi malını rahatlıkla getirebilecek. Ve böylece adanın ekonomik kalkınmasına faydası olacaktır. Kıbrıs’ta Çin’in Hong-Kong’u gibi Akdeniz’in bir serbest bölgesini kurmakta büyük faydalar olacağını düşünmekteyiz.

         Bugün İngiltere’de büyük bir Kıbrıslı Türk kolonisi vardır. Ve bunların iktisadi durumları çok iyidir. Kendileri de adaya yatırım yapmak istemektedirler. Ancak bugüne kadar bir siyasi istikrar olmadığından bunu yapmak fırsatını bulamadılar. Fakat bundan sonra şimdi yeni şartlar altında onlar da gelip adaya yatırım yapacaklardır. Böylece adada çok mühim bir inkişaf olacaktır.

23 Ağustos – Sovyetler Birliği uluslararası konferans toplanmasını istedi.

24 Ağustos – Sovyet önerisine ABD ve İngiltere karşı çıktı. Atina “uluslararası konferans”ı olumlu karşıladı.

24 Ağustos – Maliye Bakanı Deniz Baykal ile Tarım ve Hayvancılık Bakanı Korkut Özal, ekonomik incelemeler yapmak için bugün Kıbrıs’a gidiyor – KIBRIS’TA TOPRAK REFORMUNA GİRİŞİLİYOR.  

25 Ağustos – New York Times gazetesine bir demeç veren Başbakan Ecevit, Yunanistan’ın NATO’nun askeri yapısından çekilmesiyle Akdeniz’in savunmasında meydana gelecek boşlukların Türkiye tarafından doldurulabileceğini söylemiştir.

27 Ağustos – KIBRIS’TA CUMHURİYET Mİ KURDUK? Anadolu Ajansı, Türk ordusunun 218. kuruluş yıldönümü dolayısıyla yayımladığı bültende şimdiye kadar kurulmuş bulunan Türk imparatorlukları, devletleri, beylik ve hanlıkları ile Cumhuriyetleri sıralayıp, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni 75. sıraya koymuş ve kuruluş tarihi olarak 20 Temmuz 1974’ü göstermiştir.

28 Ağustos – Kıbrıs Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaş, dün sabah “KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ ANAYASASI HAZIRDIR ve gerekirse bugün bile yürürlüğe girebilir” demiştir. Denktaş ayrıca “otuz ülke bizi derhal tanıyacaktır” demiştir. 

28 Ağustos – Federal Almanya, Türkiye’ye savaştan önce uçak verdiğini açıkladı.

29 Ağustos – Neue Zürcher Zeitung: ABD 1964 Kıbrıs krizinden çok dersler aldı... Bu politikanın niteliğini anlatmak için Kore’ye, Vietnam’a, belki yakında Kamboçya’ya, Filistin’e, Trieste ve Almanya’ya bakmak yeterlidir. Washington’da, Kıbrıs’ın Türk ve Rum kantonu olarak ikiye ayrılması fikri yeniden beliriyor. Yetkili çevreler, gene 1950 senesine döndük diyorlar. Hatırlanacağı gibi, o zaman da bu yol denenmek istenmiş, sonra da pratik olmadığı gerekçesiyle bir köşeye atılmıştı. Kissinger’in sihirli uzlaştırma değneği bakalım bu sefer uygulanabilir bir çözüm bulabilecek mi?”

4 Eylül – PRAVDA: Bunalım bazı NATO ülkelerinin tahrikleri sonucu ortaya çıkmıştır. Bu çevrelerin gelecekteki emelleri, bağımsız Kıbrıs devletini tasfiye ederek, Doğu Akdeniz’de stratejik bir NATO üssü haline getirmektir.

12 Eylül – Makarios’un Fileleftheros gazetesine demeci: “Türk ordusunu Kıbrıs’tan çıkarabilecek güce sahip olmadığımı biliyorum. Ama bir direnme ruhu yaratıp, dünya kamuoyunu tarafımıza çevirebiliriz… Amerika Kıbrıs dramının sorumluluğunu üzerinde taşımaktadır.”  

 
(“Derleyen: Ertan Yüksel” imzasıyla, Söz dergisi, Sayı:40, 30 Temmuz 1986) 

 

 

 
 
 




 

“TEK SEÇENEK CTP”NİN POLİTİKASI ÜZERİNE

         11 Nisan 1986 tarihli Söz’de, CTP’nin hem mali, hem de siyasi yönden açıklar verdiğini yazarak, düzenin nimetlerinden yararlanan muhalif “Yeni Düzen”cilerin ehlileştiğine değinmiştik. Saptamalarımızı sürdürüyoruz:
         8 Nisan 1986 tarihli Yeni Düzen gazetesinde, “UBP’nin 17 ayda 35.5 milyon TL devlet yardımı aldığı üçüncü sayfada baş haber olarak duyurulurken, CTP, benimsemez göründüğü devletten aldığı parti yardımı ve diğer parti hesapları konusunda bir açıklama yapmamayı tercih ediyordu. Sadece 28 Nisan günü Yeni Düzen’de çıkan Mali Sekreterin açık teşekkür ilanından, Londra’da 29 Mart’ta yapılan “CTP ile Dayanışma” gecesindeki piyango ve bağışlardan 5,770 sterlin (yaklaşık 6 milyon TL) gelir sağladığını öğreniyorduk.
YANLIŞ DAVRANIŞA KILIF
         Toplumsal değil, kişisel çıkar sağlama peşinde olan CTP milletvekilleri, Nisan ayı ortasında parlamentoculuk savaşımında bir ileri mevzi daha elde ederek, bir çırpıda kendi maaşlarının 200 bin TL artırılmasına onay veriyorlardı. Parti Genel Başkanı, 28 Nisan günkü makalesinde şöyle yazıyordu: “Ağzı laf yapan, eli kalem tutan aydınlar, bütçeden para çekenlerin didişmesini konuşuyorlar, yazıyorlar. Ulusal Gelir’in sosyal sınıflararası paylaşımı arada kaynayıp gidiyor.” Acaba bunda aydınlar mı, yoksa emekçi halkın kitle partisi mi sorumluydu?  Özgür, eleştirilere şöyle yanıt vermeye çabalıyordu: “Ulusal Gelire gerçek anlamda değer katmayan, başka bir deyişle üretici emek sahibi olmayanların maaş kavgasını Ulusal Gelir’den sınıfsal pay alma savaşımı ile karıştırmamak gerekiyor.” Özker Bey üretmeyenlerin ulusal gelirden pay almasına getirilen artışın, üretenlerce tartışılmasını istemiyordu.
         Neyse ki CTP milletvekillerinin “bazı gerekçelerle” (Hasan Erçakıca bunların ne olduğunu açıklamamıştı) siyasal kamu görevlilerinin maaşlarının artırılmasına “evet” demesinden sonra, CTP Parti Meclisi toplanarak, konuyu konuşmuş ve bu kararın “hayır” şeklinde düzenlenmesini istemişti. Böylece hem Parti’nin namusu kurtarılmış, hem de “övünç verici bir öz taşıyan bu karar”la “CTP’yi diğer partilerden ayıran en önemli yanlarından biri daha açığa çıkmıştı.” (Yeni Düzen, 3.5.86)
        Geçen haftaki Söz’de çıkan, CTP milletvekili maaş çeklerinin Parti saymanlığında toplanmasına ilişkin karar gerçekten uygulanırsa, bu övüncü paylaşmaktan biz de gurur duyacağız. Ama CTP milletvekillerinin, Parti Meclisinin bu kararından büyük ölçüde tedirgin olduğu yine gelen haberler arasında.

HEYECANLI, ANCAK PARASAL YÖNDEN SIKINTILI GÜNLER
         8 Mayıs tarihli Yeni Düzen’de bir ilginç duyuru daha yer almıştı. “Değerli CTP üyeleri, sempatizanları ve halkımıza çağrı”da şöyle deniyordu: “Yerel seçimlere girerken birliğimiz, mücadelemiz ve dayanışmamız daima olduğu gibi yüksektir… Seçim günleri partimiz için heyecanlı, ancak parasal yönden sıkıntılı günlerdir. Parasal sıkıntılarımızı gidermek amacıyla, bir kez daha güç kaynağımız partililerimize ve halkımıza başvuruyoruz.” Yine mi parasal sıkıntıya düşülmüştü? Daha 15 gün önce Londra’daki dayanışma gecesinden 6 milyon TL sağlanmamış mıydı?
         Bağış kampanyasının “her zaman olduğu gibi gönülden ve büyük ilgi ile” karşılandığından kuşkumuz yoktu. Zaten birlik, mücadele ve dayanışma daima olduğu gibi yüksekti. Ama tam da yerel seçim kampanyasının açılmasından önce bir de baktık ki, Yeni Düzen gazetesinin başlığında yıllardır kullanılan (ama uygulanmayan) “Birlik, Mücadele, Dayanışma” ibaresi birleşmiş yumrukla birlikte (herhalde gereksiz bulunarak) kaldırılmış. Yayımlanan yerel seçim broşüründe de “Tek Seçenek CTP ve CTP adaylarıdır” görüşü ortaya sürülüyordu. Sık sık gazetenin sütun boşluklarını doldurmak için kullanılan “Emek en yüce değerdir” ibaresi de negatifleşen “Yeni Düzen” başlığı altına alınarak, emekçi yanlısı politika “başköşe”ye çıkartılmıştı! Oysa gerek gazetede, gerekse basımevinde emeğin karşılığı verilmiyor, eşit işe eşit ücret ilkesi yerine, en az ise en çok ücret ilkesi uygulanıyordu. Her gün yapılan fazla mesai ise ücretsiz bırakılıp, “parti sevgisi ve özveri” ile karşılanıyordu. (Son aylarda Yeni Düzen gazetesinin içerik ve biçim hatalarını incelemek, ayrı bir yazı konusu olabilir. Burada girilmeyecektir.)

“FAŞİZM TIRMANDIRILIYOR”
         Siyasi açıklara geçmişken, yine Nisan ayı içinde yapılan bir CTP açıklamasına değinmekte yarar var. 12 Nisan günkü Yeni Düzen’in manşetine bakalım: “Demokrasiye yeni bir saldırı. 4 CTP milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılması isteniyor. Seçim öncesi FAŞİZM TIRMANDIRILIYOR.” Neymiş? Özker Özgür, Devlet Başkanı Denktaş’ın mafya babası olduğunu ima eden bir makale kaleme alarak, “düşünce özgürlüğü”nü kullanmak istemiş. Suçlanan kişi de iddianın kanıtlanması için, dava açmazdan önce dokunulmazlığın kaldırılmasını isteyince, faşizm tırmandırılmış! İkide bir, yerli yersiz kullanılan bu faşizm, ne menem bir şey ki? Faşizm süreklilik mi arzediyor? BU faşizm dedikleri, sadece CTP milletvekilleri mutazarrır oldukları zaman mı tırmandırılıyor? İşbirlikçi ticaret sermayemiz, ne zamandan beri açık ve kanlı diktatörlüğe geçme zorunda kalmış? Yoksa CTP öncülüğündeki emekçi halkın kitle hareketi artık başedilemez boyutlara mı varmış? Neyse uzatmayalım. Öteki 3 CTP milletvekili de, CTP Lefkoşa İlçe Kongresinin yıllık çalışma raporuna alınan dış basın kaynaklı bir yazı nedeniyle suçlanmış. Bakınız 12 yıldır partisinin savunduğu görüşler hilafına, suçlanan CTP milletvekili ne diyor: “Bir Alman gazetesindeki alıntıyı sözlerimizmiş gibi gösterme gayretinin, seçimlerle yakın ilişkisi vardır ve amacı partimize yönelen sistemli yıpratma kampanyasını alevlendirmektir.” Emekçi halkın kitle partisi gerçekleri söyleyerek mi ilerleyecektir, yoksa parmak arkasına saklanarak mı? Neyse, parti programının can alıcı cümlelerini bile bir çırpıda değiştiren bir partiden ancak böyle bir savunma alınabilir. Aynı konuda Çengel dergisine verilen yanıtta da şöyle deniyordu: “Sizin bize mal etmeye çalıştığımız ifadeler, bir Alman gazetesinden alıntıdır… Alıntının altına kendi görüşlerimizi ekledik.” (Yeni Düzen, 14.4.86) İşçi sınıfı biliminden nasibini aldığını iddia eden CTP, 1974’den şu kadar yıl sonra, temel konular üzerinde kaçamak yapacaksa, ellerini yakabilecek o alıntıyı niye raporuna alıyor? Ya da gazetesinde, içeriğini benimsemediği bir yazıyı niçin yorumsuz aktarıyor? Hayır, emekçi halkımıza kendisini “tek seçenek” olarak sunan CTP, politik kıvraklık yapmaktadır. Dün dediği geçmişte kalmıştır, bugün başka havadan çalmaktadır. Belli bir hedefi olmayan, günü birlik politikalarla ancak bu kadarı yapılabilir. Amaç tutarlı, bilimsel temellere dayanan bir politika üretmek değildir. Gün gitsin, para gelsin! Zaten vitrin demokrasisinin gönüllü sol kanadını oynamıyorlar mı?

BAYRAMDAN BAYRAMA OKUYAN GENEL SEKRETER
         Parti Genel Sekreteri Naci Talat, iki yıl önce şu içten açıklamayı kaleme almıştı: “Okumak, bildiklerini yenilemek, yeni şeyler öğrenmek, bizim gibilerin eline her zaman geçen bir fırsat değildir… Parti çalışmaları, köy ve mahalle gezileri, toplantılar derken başka bir şeyle uğraşamaz, yayın dünyasını izleyemez oluyoruz… Kısa iznimle bayram tatilim birleşince on günlük bir dinlenme fırsatı yakaladım. Bu süre içinde nice zamandan beri, okumak için elimin altında tuttuğum bazı eserlere vakit ayırabildim.” (Yeni Düzen, 12.9.84) Yani CTP Genel Sekreteri bayramdan bayrama bazı eserleri okuyabiliyor. Kendi bilgisini tazelemeyen, genişletmeyen bir politikacı, parti üyelerini ve halkı nasıl bilinçlendirecek? Son 6 yıldır, Türkiye’deki hareketli sınıf savaşımı içinde yetişmiş bilinçli gençlerin ülkemize akışı da durduğuna göre, bu parti taze kanı nereden bulacak? Olsa olsa eski ayları kırpıp kırpıp yıldız yapacak ve Meclis’e sokacak. Nitekim de öyle olmadı mı? Keşke vakitleri olsa da, eskiden yazdıklarına, son 10 yıl içindeki Yeni Düzen koleksiyonlarında arşivlenmiş demeçlerine göz atabilseler. Ama öyle pek gerilere gitmeye gerek yok. Son yerel seçim kampanyası dönemindeki yazı ve demeçler, CTP yöneticilerinin içine düştükleri çelişkileri göstermeye yeter de artar bile:

“TKP’NİN DEMOKRASİ İLE İLGİSİ KALMADI”
         CTP’nin “Birlik, Mücadele, Dayanışma” ibaresinin gazete başlığından attığını daha önce söylemiştik. Ama yerel seçimlerde başağa vuracağımız her mühür, emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışmasını yükseltecekti. Niçin CTP diye sorarsanız işte yanıtı: “Çünkü CTP faşizme karşı halkın örgütlü savunma gücüdür. CTP’siz demokrasi yok olur, yerle bir edilir. CTP güç kazandığı oranda demokrasi yerleşir. CTP ilerlediği oranda sömürü geriler.”
29 Mayıs 1986 günkü Yeni Düzen’de gazetenin sorularına verdiği yanıtta Genel Başkan Özker Özgür şöyle diyordu: “CTP Kıbrıs’ın kuzeyinde emeğin tek örgütlü siyasal gücüdür. TKP sermaye sınıfının partisi ile uzlaşmış, bütünleşmiştir… TKP’nin ciddi bir sol parti olmadığı artık ortaya çıkmıştır… Bizim demokrasimiz bir tek Akıncı ile ayakta duruyorsa, bir an önce çökmesinde yarar vardır. Ne Akıncı’nın, ne de partisinin demokrasi ile uzaktan yakından hiçbir ilişkisi kalmamıştır… TKP sermaye ile uzlaşmıştır. Yerel seçimlerden sonra iyiden yokluğa karışacaktır… Son çırpınışlarına tanık olmaktayız.”
Aynı Genel Başkan 5 Haziran günü, gazetesinde çıkan basın açıklamasında, yukarıdaki sözlerini bir çırpıda unutarak, şunları söyleyebiliyordu: “Sermaye çevreleri, TKP ile CTP’nin aralarını daha da açmak ve CTP içinde karışıklık yaratmak amacıyla çirkin bir yayın politikası izlemektedirler.” Aynı günkü “Olmayan Güçbirliği” başlıklı makalesinde de, “iyiden yokluğa karışacağını” ümit ettiği TKP’ye sesleniyordu. Çünkü bir inip, bir tırmanan faşizm yine korku salıyordu: “Biz her şeye karşın, TKP’nin kendini toparlamasını istiyoruz. Ancak yalanla- dolanla değil; ilkelerini belirleyerek ve dürüstçe yaklaşımlar içine girerek. CTP ile TKP’nin ortak yanları vardır. Ayrıldıkları konular da vardır. Ancak işbirlikçi burjuvazinin faşizan eğilimlerine karşı birlikte davranabilirler.”

ÇELİŞKİLİ DEĞERLENDİRMELER
         7 Haziran tarihli CTP Merkez Yönetim Kurulu da, “CTP’nin her bakımdan tek seçenek” olduğu iddiasını fazla abartılmış bulacak ki, demokratik güçlerin eylem birliğini savunduğunu duyuracaktı. MYK, “Yerel seçimlerden emekçi halkın kazançlı, baskıcı faşizan sermaye güçlerinin zararlı çıktığını” saptarken, açıklanan seçim sonuçları bunun tersini kanıtlıyordu: 28 belediyeden 19’unu, 206 muhtarlıktan 173’ünü sağcı adaylar kazanmıştı.
         Seçim sonuçlarını değerlendiren Özker Özgür, yazılı demecinde şöyle diyordu: “Seçim düzeyinin zaman zaman sövgüye indirgenmesi üzücü olmuştur. Ancak halkımız istencini belli etmiştir ve seçim olayı geride kalmıştır. Herkes halkın istencine saygı göstermeli ve seçilenlere yardımcı olmalıdır.” (Yeni Düzen, 3.6.86)
         Aradan daha bir hafta geçmeden Yeni Düzen’in Başyazar’ı CTP Genel Başkanı’nın değerlendirmesiyle çelişen şu ifadeleri kullanıyordu: “Halkın istencinin sandığa yansımasına izin verilmediği koşullarda yapılan yerel seçimlerden sonra, Şeker Bayramını kutluyoruz… Halkın demokratik tepkisine karşı faşizan baskılar gündemdedir… Halkın istenci madem ki devlet terörü ile baskı altındadır, devlet aygıtını sermayenin elinden kurtarmak için Meclis’teki aritmetiğe göre ne yapılabilir?... Faşizm dişlerini göstermeğe başladığı gerçeğini gözardı etmeden, emekçi sınıf ve katmanlardan yana olduğunu söyleyen herkesin bu konuda ciddiyetle kafa yorması kaçınılmazdır.”

RAPOR HASIRALTI EDİLİYOR
         Evet, faşizm denilen ucube yine dişlerini gösteriyordu. CTP’nin oyları azalmış, yöneticilerin sandalyesi sarsılır olmuştu. Parti içinde homurdanmalar oluyordu. Hatta Lefkoşa’daki CTP Belediye Başkanı Adayı, partisinden gerekli desteği görmediğinden yakınarak, parti içi bir soruşturma açılmasını talep ediyordu. Hoş, genel seçimlerde yapılan CTP’lilerin seçim pisliklerine ilişkin rapor hasıraltı edilmişti, kazananın yanına kalmıştı, ama varsın bir soruşturma da bu konuda açılırdı. Raporun doğruluğunu onaylayıp istifa eden CTP yöneticileri, istifalarını geri alıp, raporu parti arşivine yine kaldıramaz mıydı?
         Makale yazarımız Özker Özgür, 13 Haziran tarihli Yeni Düzen’de “Faşizmin Ayak Sesleri”ni duyduğunu açıkça ilan ediyordu: “Yerel seçimler bitti, yankıları sürüyor. Kim kime üç kağıt attı, kim kimin oylarını aldı, hangi oylar disiplinli idi, hangileri değildi, derken yaşam sürüyor. Yaşamlar beraber bozuk düzen de varlığını sürüyor… CTP, UBP-TKP koalisyonu gerçekleştikten sonra bile, TKP’ne karşı düşmanlık gütmedi… Şimdi oturup düşünmek gerekiyor. İşbirlikçi burjuvazinin demokratik güçlere karşı hazırladığı tuzağa bile bile gidip düşecek miyiz? CTP revizyonisttir, Halk-Der goşisttir. Bu suçlamalar kime ne kazandırıyor?.. Faşizmin ayak sesleri duyuluyor beyler. Biz hangimizin revizyonist, hangimizin goşist olduğunu kanıtlamaya çalışırken, devleti faşistleştiriyorlar. TKP, UBP ile aynı hükümet ortaklığında buluşabiliyor. Anti-faşist güçler demokrasiyi savunma platformunda buluşmayacaklarsa, demek ki demokrasi, olduğu kadarı ile bile bize çok geliyor.”

BİLİMDIŞI TAHMİNLER BOŞA ÇIKINCA
         Yerel seçim öncesinde TKP’nin “son çırpınışlarına tanık olan” ve bu partinin “iyiden yokluğa karışacağı” kehanetinde bulunan CTP Genel Başkanı, MYK’nın “yerel seçimlerden halkın kazançlı çıktığı” saptamasına ters düşecek şekilde, “bazı tuzaklar” konusunda TKP’den yardım istiyordu. O halde “Birlik, Mücadele, Dayanışma” ibaresini yeniden “Yeni Düzen” gazetesinin başlığına alma şart oluyor. Aksi takdirde CTP’nin içtenliğine kim inanacak? Partinin eşi bulunmaz ve yetenekli propagandisti, yeni dönem milletvekillerinden Ferdi Sabit, bakınız nelerle meşgul: “TKP’nin bu oportünistliğinin ideolojik formasyonunu tartışma platformuna sokmak artık şarttı… Bu goşizan ögelerin ayrı ayrı tüm fraksiyonları ve ideolojik yapıları tartışılmalı ve tek tek gün ışığına çıkarılmalıdır.” (Yeni Düzen, 9.6.86)
         Demek ki Genel Başkan ile partili milletvekilleri arasında da görüş ve taktik farklılıkları var. Ne yapsak ki acaba? Faşizm hem diş gösteriyor, hem de ayak seslerini yaklaştırıyor. O halde yine “emek en yüce değerdir” deyip, “birlik, mücadele, dayanışma” yükseltilmeli. Ta ki oylarımız artana kadar, meclis içindeki sandalyelerimizin güvenliği sağlanana kadar. Bu yolda her şey mubahtır. Emekçi halka şimdilik, bizden başka seçenekler de olduğunu gösterelim, sonra biz yine TEK SEÇENEK haline rücu edebiliriz. Varsın sömürü, vurgun, işsizlik, pahalılık ve Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlük ortamı sürsün. Biz zaten bu sorunlara karşı demeç muhalefetiyle mücadele edip, meclisteki görevimizi sürdürmüyor muyuz? Ne yapalım yani halkımızın istenci, bizi, genel seçim sonuçlarıyla iktidar olarak değil de, “ana muhalefet partisi” olarak belirlemişse!..
(“Süleyman K. Aktaşlı” imzasıyla, Söz dergisi, Sayı:36, 20 Haziran 1986)

SÖZE SÖZ: OPORTÜNİZMİN KILIFI: ULUSAL BASKI


         PEO Genel Sekreter Yardımcısı ve AKEL Milletvekili Pavlos Dinglis, 28 Kasım 1985 günkü Ortam gazetesinde çıkan ve kendisiyle yapılmış söyleşide şöyle diyor:

         “Kuşkusuz genel olarak konuşursak, iki tarafta da, yani Rum ve Türk liderlerinin yaptığı hatalar vardır. Bu hataları öğrenmeli ve incelemeliyiz. İki tarafta da bu hataları tartışmalıyız… Biz inanıyoruz ki, geçmişi unutmak ve geleceğe bakmak gerekmektedir.”

         Evet Sayın Dinglis. Geçmişi unutalım mı, yoksa hatalarını öğrenip inceleyelim mi? Her iki tarafın da hata yaptığını kabul ediyorsak ortak bir başlangıç noktası bulduk demektir. Hadi bizde kamuoyu önünde, liderliğin hatalarını ayrıntılı bir şekilde inceleyip tartışma olanakları kısıtlı diyelim. Ya sizin tarafta, en azından AKEL çevrelerinde, Rum liderlerinin hataları tartışılıyor mu? Ortak (Rum-Türk) anti-emperyalizmin cephesinin kurulmasını engelleyen, 1968’e kadarki Rum liderliğinin enosisi hedefleyen politikaları için bir yargıya vardınız mı? 1974 sonrasında enosis politikasının artık ölmüş olduğunu hemen bütün Rum politikacıları söylemiş durumunda. Biz de geçmişi unutarak geleceğe bakmak istiyoruz. Ama Kıbrıs sorununa sınıfsal bakış açısını getirmemekle niye diretiyorsunuz? 5 Kasım 1984 tarihli Haravgi gazetesi, AKEL’in Kıbrıs sorununa asla “ideolojik gözlüklerle” bakmadığını yazarak, anti-AKEL ve anti-komünist kampanyayı körükleyen Simerini gazetesi ile Tassos Papadopulos’a karşı kendini savunmak ihtiyacını hissediyordu. Rum toplumunun üçte birinin desteğe sahip olan AKEL, niçin milliyetçilerin baskıları karşısında gerileyip, proleter enternasyonalizmi ve işçi sınıfı ideolojisine korkusuzca sahip çıkmıyor?

         Aynı söyleşi içinde buna bir yanıt var. Sayın Dinglis şöyle diyor: “Maalesef Kıbrıs sorunu, Türklerle Rumlar arasındaki bir ulusal sorun imiş gibi görünmektedir. Ve iki tarafta da bu durum ilericiler üzerinde bir ulusal baskı (psikolojik de olsa) yaratmaktadır. Bu yüzden çeşitli dönemlerde ilericiler, bu ulusal baskının etkisiyle istemedikleri şeyleri yapmışlardır.”

         Yani Kıbrıslı Rum ilericiler, istemedikleri halde ulusal baskı altında kalarak 1974’lere kadar enosis politikasını savunmuşlardır. Bu politikaya karşı olduğunu daha ilk enosis fikri ortaya çıktığı vakit belirten Kıbrıs Türk liderliği ve genel olarak Kıbrıs Türk toplumu, nasıl olur da Kıbrıslı Rumlarla ortak politik hedeflere yönelebilirdi? 1963 yılı sonunda bozulan ortak yönetim, acaba bağımsızlık ülküsünün Kıbrıs Rum liderliğince daha tutarlı bir şekilde savunulması ve enosis hedefinin terkedilmesi ile yeniden kurulamaz mıydı? Tabii ki Kıbrıs Türk liderliği de taksimci ve ayrılıkçı tavrını terk ederek, yapıcı davranmalıydı.

         1960’larda milliyetçilerin baskısı karşısında gerilemeyip, enosis hedefini terk eden, bağımsız Kıbrıs devletine dört elle sarılıp, Kıbrıs Türklerine yönelen faşist Rum çetelerinin saldırılarını kınayan bir AKEL, Kıbrıs Türk toplumuna güven vermeyecek miydi? Bu politika 1974’lere kadar niçin oluşturulamamıştı?

         Enosisçi kilise ile emperyalizmin işbirlikçisi aşırı gruplar karşısında gerileyen AKEL, şimdi buna benzer tavır içine giren CTP’yi bakın nasıl haklı çıkarmaya çalışıyor:

         “İlerici Kıbrıs Türklerinin KKTC’nin ilanının benimsemeleri tamamen ulusal nedenlerden kaynaklanmıştır. Manevi de olsa bu ulusal baskılardır ki ilericileri yanlış kararlara oy vermeye zorlamıştır. Bu nedenlerledir ki kuzeyde CTP, bazen Sayın Denktaş’la aynı paralelde olabilmektedir. Aynı durum bizde de görülmektedir.”

         Yani AKEL’in 1974’e kadar enosis hedefini içten olmasa bile desteklemiş olması ne kadar haklı nedenlere dayanıyorsa, CTP’nin de 1983 Kasımında bir gecede KKTC’nin ilanına onay vermesi ve hatta bunun savunuculuğuna soyunması o derecede haklıdır! Çünkü her iki parti de ulusal baskılara karşı göğüs gerecek tutarlılıkta değildir. Bu da Kıbrıs sorununa ısrarla ulusal gözlüklerle bakmalarından ve sınıfsal gözlüğü takmaktan çekinmelerinden kaynaklanmaktadır. Burjuvaziden bağımsız iç politika üretememe yüzündendir.

         Gerek Kıbrıs Rum tarafında, gerekse Kıbrıs Türk tarafından kendine ilerici sıfatını takanlar, milliyetçi duygulardan arınmaz ve işçi sınıfı ideolojisinin gerektirdiği, olaylara sınıfsal açıdan bakma becerisini göstermezlerse, bu ayrılık daha çok uzun süreceğe benzemektedir. Türk-Rum dostluğunu, işbirliğini partinin demeç ve bildirilerinde sık sık tekrarlamak yerine, somut adımların atılması, ilkelerin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Yoksa bilimsel öğretiye bağlılık uluslararası forumlarda saygınlığı sürdürmeye yararken, ülkede ise bir adım bile ileriye gidememenin sorumlusu olamaz. Sorumlu, bilimi yaratıcı bir şekilde ülke koşullarına uygulamayıp, milliyetçilerin baskılarına boyun eğen günübirlik politikalar üretenler olur. Kıbrıs işçi sınıfının milliyet farkı gözetmeyen bağımsız sınıf politikası bir an önce saptanıp, hayata geçirilmeli, kitlelere yayılmalıdır.     

 
(“Süleyman K. Aktaşlı” imzasıyla, Söz dergisi, Sayı:8, 6 Aralık 1985)   

 

 

SOL KANAT PARTİLERİMİZ KKTC’NİN İLANINI NASIL DEĞERLENDİRMİŞLERDİ?


CTP’NİN TABİYATINA AYKIRI OLMAYAN KIVRAKLIĞI

31 Mayıs 1983 – Yeni Düzen – Başyazı’dan:

         Denktaş Bey’e uyup ayrı devlet ilan ederek, Kıbrıs’ta Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde ve bölgemiz Ortadoğu’da yeni gerginlikler, hatta savaş tehlikesi yaratmış olmaz mıyız?

         …Bağımsız, bağlantısız, emperyalist üslerden arınmış, iki bölgeli ve iki toplumlu federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hem emperyalizme karşı mücadelede, hem de sömürücü sınıflara karşı mücadelede en uygun ortamı yaratacağına inandığımızdan, Denktaş Bey’in bu girişimlerini desteklemiyoruz.”

         28 Haziran 1983 – Yeni Düzen’in manşeti: “CTP Genel Sekreteri Naci Talat: Ayrılıkçıların planlarını geri püskürteceğiz.”

         …(Ayrılıkçıların amaçları) daha da bağımlılığa, daha da NATO egemenliğine ve giderek ikili enosise yönelen amaçlar ise, CTP’nin bu amaçların peşine takılması söz konusu olamaz… CTP halkımıza ikili enosis ile federasyon arasında bir tercih yapmak durumunda olduğunu anlatacak ve ayrılıkçıların planlarını geri püskürtecektir.

         22 Kasım 1983 – Yeni Düzen’in yarı manşeti: KKTC ilan edildi: İnşallah hayırlı olur… Devlet Başkanının, bağımsızlığı desteklemeleri halinde doğabilecek durum hakkında uyarılarını da dikkate alan TKP ve CTP aynı gece (14 Kasım’ı 15 Kasım’a bağlayan gece, H.K.) geç vakitlerde yetkili organlarını ayrı ayrı toplayarak, sabahleyin yapılacak oylamada olumlu oy vermeyi karara bağladılar.

         22 Kasım 1983 – Yeni Düzen – Başyazı: Heyecanlı günlerin dayattığı zorluk

         … KKTC ilanının mimarları Denktaş ile siyasal düşüncelerinde ona yakın çevrelerdir. Muhalefet ie sadece Meclisteki oylama sırasında oy vererek, bu harekete karşı çıkmamayı uygun gördü.

İktidar ile muhalefetin bu farklı yaklaşımı, kitleler tarafından ileriki günlerde daha iyi kavranacaktır.

         29 Kasım 1983 – Yeni Düzen – Çuvaldız Köşesi’nden: (Denktaşçı solcular) TKP ve CTP’nin kapatılmasını, milletvekillerinin istifa etmesini ve politikadan çekilmelerini talep ediyorlar… önerilerinize gelince: Eşyanın tabiatına aykırıdır. Avucunuzu yalayınız.

         17 Haziran 1984’de yapılan 8. Olağan Kurultayda CTP Genel Sekreteri Naci Talat’ın “KKTC’nin ilanı nedeniyle yasal zorunluluk yüzünden Parti Programı’ndan çıkartılmasını önerdiği ve oybirliği ile çıkartılan cümle:

         “Partimiz, bağımsız Türk Devleti’nin ilanı ile Kıbrıs’ın bağımsızlığının ortadan kalkacağına inanır.” (CTP Program-Tüzük, Mayıs 1981, s.3)

         KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerine adaylığını koyan CTP Genel Başkanı Özker Özgür’ün 31 Mayıs 1985 günü Saray Otel’de düzenlediği basın toplantısından:

         Fileleftheros gazetesinden Pantelis’in “Partiniz birleşik bir Kıbrıs’ı destekliyordu; buna karşın kuzeyde ayrı bir devlet ilan edilmesini onayladı” demesi üzerine, Özker Özgür “Evet, KKTC’nin ilanına oy verdiğimiz doğrudur. 1975 yılında, zaten bir devlet ilan edilmişti ve biz bunu 1975’te ilan edilmiş bulunan devletin isim değişikliği olarak kabul ettik” dedi.

         Güneş gazetesinden A. Azizoğlu’na verdiği yanıtta da şöyle konuştu: “… Bu Cumhuriyetin adının değiştirilmesine gerek yoktu. Ancak Sayın Denktaş biz dediler ki, eğer bu devletin adını değiştirirsek ve adını KKTC koyarsak ve bunu oybirliğiyle yaparak, toplumlararası barış yolunu açmak kolaylaşacaktır. Bu söz üzerine, bu yaklaşım üzerine biz de KTFD cumhuriyetinin adının değiştirilerek, KKTC olmasını kabul ettik. Kabul ettik ve oy verdik. KKTC oybirliğiyle ilan edilmiştir. Onun için Sayın Denktaş’ın “Sayın Özgür Cumhuriyet ilanına karşıydı, şuydu, buydu” demesi tamamen tutarsızdır, bir temelden yoksundur, biz anladığımız çerçevede KKTC’nin ilanına evet dedik, ama KTFD Cumhuriyetinin adının değiştirilmesine de gerek görmüyorduk.”

         “Kuzeyde sözde bağımsız bir devletin ilanını tehditlerle kabul ettiğiniz doğru mu?” sorununa verdiği yanıtta, “Bana baktığınız zaman, beni tehditlere boyun eğecek bir adam olarak mı görüyorsunuz? Hayır, tehditlere boyun eğmem, yaşamım pahasına olsa bile” şeklinde konuşan CTP Genel Başkanı, daha sonra sözlerini şöyle sürdürdü: “İleriye bakmamız gerekiyor. Geçmiş geçmiştir, olan olmuştur. Geleceğe bakmamız gerekiyor, başka seçeneğimiz yoktur. Aksi halde KKTC kökleşecek, tanınacaktır. Zaten Türkiye tarafından tanınmış durumdadır. Eğer zamanla çözüm bulunmazsa diğer devletler de KKTC’yi tanıyacaktır. Çünkü Kıbrıslı Türkler sonsuza dek boşlukta yaşayamaz. Bir kimliğe ihtiyacımız vardır! Sallantıda boşlukta, havada sonsuza dek bir kimliğe sahip olmadan yaşayamayız…”

 

TKP’NİN GÖRÜŞÜ NE İDİ?

         14 Haziran 1983 günü KTFD Meclisinde konuşan TKP Milletvekili İsmail Bozkurt, KTFD’nin iç hukuk açısından tam bir devlet olduğunu, uluslararası hukuk bakımından ise de facto durumu bulunduğunu anlattı… Bozkurt, tanınmayı istemenin ancak anayasal çerçevede yapılabileceğini, anayasanın ise KTFD’nin Kıbrıs Federal Cumhuriyeti’nin kurulmasına temel teşkil etmek üzere kurulduğunu belirttiğini hatırlattı. Konfederasyona açık bir uygulamanın veya KKTC adını almanın Anayasa’da değişiklik gerektireceğini söyledi. “Amaç tanınmak ise başka tartışmalara gerek yoktur” diyen Bozkurt, KTFD ve hükümetinin bu aşamada bağımsızlığın yapılamayacağını, zor olduğunu, başarısı olacağını görmemesine imkan olmadığını söyledi. “Alt yapı hazır değil, dünya hazır değil, Türkiye hazır değil” dedi. Bozkurt, hedefin konunun iç politikada kullanılması olduğunu iddia etti. Bunun ise topluma zarar vereceğini savundu. (Ortam, 16 Haziran 1983)

         TKP Genel Başkanı Alpay Durduran’ın 14 Haziran 1983 akşamı KTÖS lokalinde dış politika konusunda verdiği konferansta, sorunlara sınıfsal olarak yapılacak bir değerlendirmenin halkın federasyonda çıkarı olduğunu, ancak ticaret kârlarından beslenen egemen sınıfın durumunu korumakta çıkarları bulunduğunu göstereceğini, bu çıkarların da dış politikadaki tıkanığa neden olduğunu anlattı. “federasyon bizim çıkarımızadır, bunu Rum yönetiminden rica ile sağlayamayız; etkin bir politika ile onları ezersek empoze edebiliriz. Yoksa çıkmazdan kurtuluş yoktur” diyen Durduran, “Bu durum değişmezse Kıbrıs sorunundan veya Rumlardan kurtulmak gibi, umutlar yaratan devlet ilanı gibi olanaklar da elde edilemez. Olsa olsa bir ağaç gibi olduğumuz yerde çürürüz” dedi.  (Ortam, 16 Haziran 1983)

         Kıbrıs Türk Barış Derneği’nin 26 Ağustos 1983 akşamı düzenlediği “Ayrı devlet ilanının Kıbrıs ve bölgemizdeki barışa etkileri” konulu panele katılan TKP Genel Başkanı A. Durduran’ın sunduğu tebliğden:

         “Denktaş ve koalisyondan toplumların self-determinasyon haklarına saygı beklemek tam bir hayaldir. Bu güne kadar bir ezilen ulusun çıkarının savunulduğu bir siyasal karakter ortay koymamış olan bir siyasal klikten self-determinasyon hakkına saygı beklemek doğru olmasa gerek. Onların arabasına binip, self-determinasyon türküsü söylemek de boş bir davranıştır. Çünkü arabayı onlar diledikleri yere süreceklerdir.

TKP’nin yeni Genel Başkanı İsmail Bozkurt’un, KKTC Başkanı Rauf Denktaş’ın 15 Kasım 1983 günkü Meclis birleşiminde kürsüden ineceği sırada Federe Meclis üyelerini “Kurucu Meclis üyeleri” olarak ilan eden konuşmasından sonra yayınladığı bildiriden:

“…KKTC, KTFD’nin devamıdır ve KTFD’nin tüm organları yasal olarak görevlerini sürdürmektedir. Devletin sadece adı değişmiştir. Bu nedenle bir Kurucu Meclis kurulmasına ve teni durumun gereği olarak Anayasa’da yapılması zorunlu biçimsel değişiklik dışında, Anayasa’nın özüne dokunacak değişikliklere kesinlikle ve şiddetle karşı çıkmaya kararlı olduğumuzu belirtiriz…”

 

KİPRİANU BBC’YE NE DEMİŞTİ?

         Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Spiros Kiprianu, 19 kasım 1983 günü ABD’ye gitmek üzere Londra’dan ayrılmazdan önce, BBC’nin Türkçe yayınlarından sorumlu olan Gamon McLellan’ın sorunlarını yanıtlarken, “KKTC’nin ilan edilmesiyle, 1974 işgalinin ardındaki tüm amacın Kıbrıs’ın bölünmesini sağlamak olduğunu hiç kuşku kalmayacak şekilde doğrulandı” şeklinde konuşarak, ayrı devlet ilanının önceden iyi hazırlanmış bir plan olduğunu öne sürmüştü.

         Kiprianu, BBC’nin “Diyelim ki Türkler sizin istediğinizi yaptılar ve bağımsızlık ilanını geri aldılar. O zaman Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak belki geçmişte önerilmemiş olan ne gibi önerileriniz olabilir? Neler verebilirsiniz Kıbrıslı Türklere?” diye sorduğu soruya şu yanıtı vermişti: “Daha önce sık sık söylediklerimi. Bizim içten isteklerimizi tekrarlayabilirim. Her şeyden önce bu içten isteğe sahip olmanın doğal bir duygu olduğunu belirteyim. Çünkü bizler, ülkenin bütünlüğü için çalışıyoruz. Amacımız ülkenin bütünlüğüdür. Bu, aynı zamanda, amacımızın halkın birliğini sağlamak olduğunu gösterir. Ben Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıs’ın birliği sağlandığında, Kıbrıslı Rumlarla işbirliği yaptıklarında refaha ulaşacaklarına kuvvetle inanıyorum. Oysa şimdi benze yalnız güçlük çekmekle kalmıyorlar! Çünkü bağımsızlık ilanına karşı olanlar, buna inanıyorum ama, daha onların seslerini duyamadık, ne oldu onlara?”

         BBC: Kuzey Kıbrıs’ta solcu muhalefet önderleri Alpay Durduran ve Özker Özgür, bağımsızlık ilanını onayladıklarını, çünkü bunun görüşmelerin yeniden başlamasına olanak sağlayacağını düşündüklerini, çıkmazı gidereceğine inandıklarını söylediler.

         Kiprianu: Oysa bu, görüşmelerin yapılmamasının tek yoludur. “Ben Kıbrıs’ın işgal altındaki bölümünün Kıbrıs’tan alıyorum, bağımsız bir devlet kuruyorum ve şimdi görüşmelere başlanacağını umuyorlarsa, çok yanılıyorlar. Çünkü görüşmelerin tüm bunlar olmadan yapılması gerekir. Üstelik size ne Türkiye, ne Kıbrıs’taki dinleyicilerinizin farkında olmadığı bir şey daha söyleyeyim: BM Genel Sekreteri, Denktaş’ın önerdiği üzere benimle Denktaş arasında başarılı bir toplantı yapılmasını sağlamak için kapsamlı danışmalara başlamak üzere olduğunu her iki tarafa da haber vermişti. Nitekim bu konuda yazılı bir bildiri, muhtemelen Salı günü bize gönderilecekken, Salı günü bu gelişmeye tanık olduk ve Genel Sekreteri’nin tüm çabaları yıkıldı. Genel Sekreterin bu çabasından Türkiye hükümetinin haberi olduğuna kuvvetle inanıyorum. Bu konuda kanıtlarımız var…

         … Görüşmelerin sürüncemede kalmaması için Türk hükümetinin köklü kararlar alması, adanın bölünmesine karşı olduğunu saptaması ve asıl amacının gerçek federasyon olduğunu belirlemesi gerektiğini söyleyen Kiprianu, ancak o zaman gerçek federasyonda, sorunun çeşitli yönlerine yanıtlar ve çözüm yolları bulunabileceğini belirtmiş ve sözlerini şöyle sürdürmüştü: “Tabii burada çok, çok önemli bir noktayı belirtmek gerek. O da Türk hükümetinin işgal kuvvetlerinin adada kalamayacağı kararına varmasıdır.”

         Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı S. Kiprianu, Kuzey Kıbrıs’ta bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıslı Türklerin güvenliğini sağladığı ve bu nedenle ayrılmadıklarına ilişkin Türk görüşüne karşı olarak da, Kıbrıs’ta Birleşmiş Milletler’ce, bir olasılıkla bazı Müslüman ülkelerden birliklerin de katılacağı bir birlik oluşturulabileceğinden söz etmişti.

 

DÜNYA BASINI KKTC’NİN İLANINI NASIL YORUMLAMIŞTI?

Financial Times (İngiltere): Kuzey Kıbrıs’ta bağımsız bir Türk devletinin ilanı, uluslararası kurallara uymadığı gibi, akılsız bir davranıştır. Akılsız, çünkü bu adım Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasında zaten var olan gerginliği artıracaktır. Bu davranış kanunsuzdur, çünkü 1960’da adanın bağımsızlığını kazanmasına yarayan uluslararası antlaşmalara ters düşmektedir. 1960’da İngiltere, Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıs’ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü garanti etmişlerdi. Adada bağımsız bir Türk devletinin ilanı, bu antlaşmanın ihlal edilmesi demektir ve yeni kurulan bu devleti birkaç saat içinde resmen tanımakla, Ankara da bu antlaşmayı hiçe saymış olmaktadır.

Salzburger Nachrichten (Avusturya): KKTC’nin ilanı 1983 yılının en lüzumsuz davranışı olarak tarihe geçecektir. Bu gereksiz politik davranış, NATO’nun zaten zayıf olan güney kanadını daha da zayıflatmakta ve Ortadoğu’da gerginliklere bir yenisini ilave etmekten başka bir işe yaramayacaktır. Kaldı ki bunun ekonomik sonuçları da gülünç ve garip olacaktır. Türkiye daha şimdiye kadar Kuzey Kıbrıs’ı yarı yarıya finanse etme durumunda. Endüstriyel alt yapıya sahip olmayan bu minik devlet, ihracatının üç katı oranında ithalat yapmak durumunda. Yani daha doğduğu gün iflas eden bir devlet.

İl Messagero (İtalya): Denktaş, kendi çapını çok aşan bir gerginliğe yol açtı. Çok daha yüksek düzeyde, başkaları, onun adına, adadaki Türk toplumu adına karar verecekler.

Napszabadsag (Macaristan): Bağımsızlık ilanı sadece Kıbrıs Cumhuriyeti’ne bir meydan okuma değil, dünya kamuoyuna meydan okumadır. Türk toplumunun bu kararıi durumu bir çıkmaza sürüklemiştir ve bir bunalıma yol açabilir.

Trybuna Ludu (Polonya): Türk toplumu bu kararıyla Kıbrıs’taki çelişkileri daha da derinleştirmiştir.

Frankfurter Allgemeine Zeitung (Federal Almanya): Stratejik konular uzmanı Robert Held’in yazısından: “… Şu toz duman hele bir dağılsın, o zaman Kıbrıs’ın orta yerinde kocaman askeri havaalanı projesinin Amerika için nasıl bir önem taşıdığı da ortaya çıkacaktır. Çünkü Amerika’nın NATO sınırları dışındaki operasyonlar konusunda müttefikleriyle sorunları vardır. NATO sınırları dışındaki Kıbrıs adasında bir-iki ek tesis, Amerikan Çevik Müdahale Kuvveti’ne ilişkin sorunlarla birlikte NATO’luların bu konudan kaynaklanan dertlerini de bir ölçüde hafifletmiş olabilir…” (17.11.1983)  

TASS Haber Ajansı (SSCB)’nın 17 Kasım 1983 tarihli bildirisi:

         15 Kasım’da Kıbrıs’taki Türk toplumu, adanın kuzey kısmında sözümona bağımsız bir devletin kurulduğunu ilan etti. Adanın bu kısmı, onuncu yıldır yabancı silahlı kuvvetlerin işgalindedir. Devletin kurulmasının ilanıyla, Kıbrıs’ın parçalanmasına doğrudan doğruya yönelik olan ve BM Genel Kurulu’nun ve Güvenlik Konseyi’nin defalarca kabul ettiği kararlara aykırı olan bir eylem uygulandı. Hiç kuşku yok ki, bu ayrılıkçı eylem sorununun hakça politik çözüm esaslarını baltalıyor. Bu çözümde adadaki her iki toplumun yasal çıkarları gereği kadar göz önünde bulundurulmalı.

         Adı geçen ayrılıkçı eylem Kıbrıs’ta ve genellikle bu bölgedeki durumun tehlikeli bir yönde keskinleşmesine yol açtı. Dikkate değer şu ki, Kıbrıs’ta adı geçen olaylar dünyanın değişik bölgelerinde ihtilaf ocakları kızıştıran ve devletlerle halklar arasında güvensizlik ve düşmanlık tohumları ekmeye çalışan güçlerin eylemleri sonucunda, genel uluslararası gerginliğin arttığı koşullar altında oldu. Kıbrıs olayları, bu eylemlerin açık bir sonucudur. Kıbrıs olaylarının akışı ile ilgili olarak şimdi her yerde belirtilen derin endişe, Sovyetler Birliği’nde paylaşılıyor. Sovyetler Birliği yönetici çevrelerinin kanısınca, Kıbrıs Türk yönetiminin kararından vazgeçmesi ve adada sağlam ve adil bir çözüme varılması amacıyla, BM’in kararlarına uygun olarak, BM Genel Sekreterinin aracılığıyla yapıcı toplumlararası görüşmelere bir an önce yeniden başlanması, bizzat Kıbrıs halkının çıkarlarına, tüm bu bölgede barış ve huzurun sağlamlaştırılması yararına olur. Bundan başka tüm devletlerin mutedil davranmalarına ve kimsenin durumu daha da çatallaştırabilecek, Kıbrıs’ta ve bitişik bölgede gerginliği artıracak eylemlerde bulunmamasına gerek vardır. Kıbrıslıların herhangi bir karışma veya dıştan baskı olmadan, iç işlerini halledebilmeleri için tüm koşulların sağlanması gerekir. Prensipli politikasına bağlı kalan Sovyetler Birliği, Kıbrıs’ın her çeşit yabancı askeri varlıktan arındırılan, bağlantısızlık politikası güden bir devlet olmasını ve bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğünün korunmasını istemektedir. 

 

ÇIKIŞ YOLUNU DA GÖSTEREN SON DEĞERLENDİRME

         Federal Almanya’da yayımlanan “Das Antiimperialistische InformationsBulletin” adlı derginin Şubat 1984 sayısında “Ivesa Lübben-Pistofidis” imzasıyla çıkan “Ayrı Cumhuriyet ve Kıbrıs anlaşmazlığının kökleri” başlıklı yazıdan:

         “…KKTC’nin ilanı işe yardı. Çünkü KKTC, NATO’ya bağlı olmamakla beraber, bunalım bölgesi olan Yakın Doğu’da, jeopolitik olarak uygun bir yerdedir. (Die Zeit, 25.11.1983) Suriye ve Lübnan kıyılarından yaklaşık 80 km uzaklıktadır. ABD Dışişleri Bakanı yardımcılarından Burt, 1983 Baharında Ankara’yı ziyaret ettiği zaman, kuzey Kıbrıs’taki Karpaz yarımadasında bir bölgenin kendilerine verilmesi halinde, karşılık olarak kuzey Kıbrıs’taki ayrı devleti tanıyabilecekleri önerisini getirmişti. (Tageszeitung, 19.5.1983)

         …Kıbrıs sorununun demokratik bir şekilde çözümlenmesini sağlayacak tek perspektif, Kıbrıslı Türklerle Rumların ortak mücadelesinin gelişmesinde yatmaktadır.

         Ama anlaşılmayan bir şekilde Kıbrıs Türk solu’nun temsilcileri de Denktaş’ın bağımsızlık ilanına onay vermişlerdir. Gerçi CTP Başkanı Özker Özgür, BBC’ile yaptığı bir konuşmada, bunun sadece taktik bir adım olduğunu söylemiştir. (Risospastis, Atina, 20.11.1983), ama öte yandan Kıbrıs Türk solunun Kıbrıs Türk burjuvazisinin milliyetçiliği karşısında gerilemesi, bütün ilerici Kıbrıslıların BM kararlarının uygulanması ve kuzey’in Türkleştirilmesine karşı verecekleri ortak mücadele platformunun gelişmesini güçleştirmektedir. Böylece Kıbrıs Rum milliyetçiliğine de yeni bir cesaret verilmiştir. Böl ve yönet politikası sürdürülmektedir.

         Dahası Kıbrıs Türk solu, kısmen Denktaş’ın yoluna kaymakla son tahlilde sadece kendi mezarını kazmaktadır. Çünkü Denktaş, onların politik hareket alanını kendi durumunu güçlendirmek için muhtaç olduğu sürece serbest bırakacaktır.

Ve Türk Ordusu da yakın gelecekte Kıbrıs’tan geri çekilmeyecektir. Aksine, Denktaş Kıbrıs Türklerinin sınırsız desteğine sahip olmadığı için, Türk askerinin varlığı onun için bir politik varlık sorunudur. Ama bu arada zaman Denktaş’ın yararına çalışmaktadır. Kuzey’in Türkleştirilmesi süreci ilerlemektedir… (AIB, Şubat 1984, s.44)

 
(“Derleyen: Hüseyin Karlıdağ” imzasıyla, Söz dergisi, Sayı:5 ve 6, 15 ve 22 Kasım 1985)  

CTP’Lİ LAFAZAN’A YANIT


           Yeni Düzen gazetesi yazarı Ferdi Sabit, “Aydın mı? Lafazan mı?” başlıklı ve 23 Haziran 1986 günü çıkan yazısında, Ortam’ın düzenlediği “Seçim Sonuçları ve Aydınlar” konulu açık oturuma katılanların dile getirdikleri görüşleri eleştirmeye çabaladı. Yazının esas muhatabı olan Sabahattin İsmail arkadaşımız, gerekli yanıtı ona Söz dergisinde vermiştir.
         26 Haziran 1986 tarihli Yeni Düzen’de ise Ferdi Sabit Bey, aynı başlığı kullanarak bu defa beni muhatap almış. Kendisinin ve partisinin hatalı politikalarını kamuoyu önünde ortaya koyup, tartışmış olmamız anlaşılan yapıcı eleştirileri sindiremeyecek denli aydın ve demokrat olan “partili” Ferdi Bey’i pek kızdırmış. Gözlerine girebilmemiz için “terbiyeli ve sevimli” yazı yazmamızı öğütleyen CTP milletvekili, sözünü ettiği yazılarda dile getirilen görüş ve saptamaları bir bir ele alıp, kendi karşı görüşlerini yazarak, seviyeli bir tartışma yürütmek yerine, ulu-orta saldırıya geçmeyi yeğlemiş. Her zamanki gibi.

         “Partiler dışı üç beş aydın ve demokrat”ın bir gazetenin verdiği olanaklarla görüşlerini duyurmasına içerleyen Ferdi Sabit Soyer Bey, “bazı insanlar kendilerini ülkemizde otorite zan ediyorlar” diye yazmış. Hatta “Profösor” edasında olduğumuzu öne sürüyor. Ama madem ki meydan sizin gibi “işçi sınıfı bilimi”ne inandığını söyleyen kurmaylarca boş bırakılmıştır, o halde “lafazanlık” yapmak bize düştü demektir. Hem biz bu “lafazanlığı” 1971’lerden beri sürdürüyoruz. Dahası “inandığı bile başkasına söyletmeye kalkmadan”, sizin partiniz gibi yıllarca savunduğunu bir gecede sandalye uğruna kıvırtıp, siyasi ahlakına leke sürdürtmeden sürdürüyoruz.

         Ferdi Sabit Bey’in “Sen devrimci hareketin gerilediğine inandığın bir hareketin giderilmesi için önce ve sonra hangi maddi ve manevi özverilerle mücadele ortaya koydun?” şeklindeki sorusuna yanıtım şudur: “15 yıldan beridir yazdıklarımı, araştırıp ortaya koyduklarımı benden iyi biliyorsun. Altını çize çize okuduklarını, hatta Yeni Düzen’de çıkan yazı ve çevirilerimi de. Söz dergisinde 37 haftadır sürdürdüğümüz barış mücadelemiz mi Kıbrıs Türk kamuoyuna mal olmuştur, yoksa CTP’nin Dünya Barış Yılı’nın 6. ayı dolarken henüz daha yükseltemediği barış mücadelesi mi? Ama siz zaten mühür elinize verildiği için, ancak uluslararası toplantılara katılarak, bu görevi “resmen” yerine getirmeye alışıksınız.

         Maddi özveriye gelince: Herhalde bunun yolu da, “terbiyeli ve seviyeli” yazılar yazarak CTP listesinden milletvekili seçilir seçilmez, derhal Avrupa’ya koşup dövizle araba satın almaktan geçmiyor. Ne de CTP piyango bileti satın almaktan. Ülkemdeki 4 yıllık meslek yaşamımdan kazandığımla, sizlerin “solcu politika esnafı” olmakla kazandığınız arasındaki farkı varsın yine kamuoyu yargılasın.

         Ülkemizin çeşitli deri ve gazetelerinde çeşitli isimler altında (ki anlaşılan bunu da sindiremiyorsunuz) veya isimsiz olarak yazdığım yazılarla toplumumuzu aydınlatma görevimi yeterince yerine getirmekte olduğum kanısındayım. Ama bu kanının CTP kurmaylarınca onaylanmasına da muhtaç değilim. Gerek uluslararası planda, gerekse ülkemizde sürdürülen keskin sınıf mücadelesi koşullarında bu “günah”ı işliyorsam ve CTP milletvekili Ferdi Bey tarafından “art niyetli sinici bir lafazan” olarak suçlanıyorsam ne mutlu bana! Sanayi Holding’in batma nedenleriyle ilgili inceleme yapma görevini bana değil de, burada örgütlü olan ve senin de Yönetim Kurulu üyesi olduğun Dev-İş’in Ekonomik Araştırmalar Dairesi’ne havale etseniz çok daha yerinde olurdu. Ferdi Sabit Bey’in kendisi acaba kaç araştırma yazısı hazırlayabilmiştir? Gazetenizde çeviri de olsa bunu yapanlara kapıyı göstermekten başka ne yaptınız?

         “İnceleme ve araştırma ruhum ve yapım” daha çok konuya “eğilme tenezzülünü göstermektedir.” Ne yazık ki bu yazıları ne sizin Yeni Düzen gazeteniz, ne de Nehir Yayınları’nız basma yürekliliğini gösterememiştir. İstersen o defterleri de açıp, burjuvazi önünde tartışırız.

         Ferdi Bey “Aydın ve demokrat olmak, başkalarının yaptığı hareketleri kenarda seyredip, sonra da eksik şuradadır, yanlış buradadır diye ahkâm kesmek değildir” diyor. Çiçeği burnunda milletvekilimiz sanırım henüz oynadığı oyunun kurallarını da bilmiyor. Futbol 11 kişiyle oynanır. Daha fazla oyuncuya gerek yoktur. Ancak başarısız takım değiştirilecekse, sahaya inmeye de hazırız.

        Perde gerisi yazarı, Ahmet An’ın aydınlattığı CTP kulisinde görülenlerden tedirgin olmuş ve şöyle yazıyor: “CTP’nin yaptıkları, yapmadıkları, eksiği, hatası. Onları tek bu ilgilendirir. Hani bu işi de dürüstçe yapsalar insanın yüreği yanmaz. En sahtekârca, en seviyesiz yaklaşımlarla anti-sovyetizme, anti-komünizme, en pespaye kalıntılarına sarılarak CTP’ye saldırıyorlar.” Soyer Bey bu cümle ile beni muhatap alıyorsa, yanıtım şudur: “Her şeyden önce CTP, ne zamandan beri Sovyetizm ve komünizm ile eşanlamlı politika üretmektedir? Sahtekâr ve seviyesiz demek kolaydır. Getirilen yapıcı eleştirilerden somut alıntı yapmadan lafazanlık yapmakla inandırıcı olunamaz. Anti-sovyetizme ve anti-komünizme gelince, bu da makalenin daha “bilimsel” olmasını sağlamak için yazının sonuna gelişigüzel ekelenmiş tuz-biberdir. Dikkat et senin dilini yakmasın. Bilenler seni de bilir, beni de. Hani şu karşı-eleştiri işini bu CTP yöneticileri dürüstçe yapsalar, insanın yüreği yanmaz!  

(Ortam gazetesi, 30 Haziran 1986)