17 Haziran 2015 Çarşamba

KIYAMET KOPAR MI?


          Türkiye, 1923’de imzaladığı Lozan Anlaşması ile Kıbrıs adası üzerindeki “her türlü hak ve sıfatlarından vazgeçtiğini” duyurmuş ve adanın Britanya’ya bağlanmasını kabul etmişti. Ama İngilizler, Ağustos 1955’de topladıkları Londra Konferansı ile “Kıbrıs meselesi diye birşey yoktur” diyen Türkiye’yi yeniden Kıbrıs sorununa taraf yapmayı başarmıştı.
          Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler arasında, her iki taraftaki faşist yeraltı örgütleri aracılığıyla kışkırtılan çatışmalar, 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması ile geçici olarak dindirilmiş, NATO üyesi olan İngiltere, Yunanistan ve Türkiye, yeni kurulan devletin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünün garantörü olmuşlardı.
           Emperyalizm, soğuk savaş koşullarında, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağlantısız bir dış politika gütmesinden ve içte güçlü bir komünist partisine sahip olmasından huzursuzluk duyuyordu. Geçici olarak enosis ve taksim hedeflerinden vazgeçmiş görünen Rum ve Türk liderlikleri, ortaklık devletini ancak üç yıl birlikte götürebildiler. Aralık 1963’deki toplumlararası çatışmaların ardından, devlet yapısından çekilen Kıbrıs Türk liderliği, emperyalizmin taksim planları gereği, Türkiye’nin bir an önce adaya askeri müdahalede bulunmasını beklemeye koyuldu. Liderlik, TC Başbakanı İnönü’nün gönderdiği 10 Mart 1964 tarihli mektubundaki, “devlet mekanizmasına geri dönün” çağrısına uymamakta azimli olduğunu duyurdu. Ne var ki BM örgütü, 4 Mart 1964 tarihli kararında, tümüyle Kıbrıslı Rumlara terkedilen Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetini, adadaki tek yasal makam olarak tanıdı ve Türkiye de bu kararı onayladı.
          1967 yılı sonunda ilan edilen Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi, 1975’de adanın Türk işgalindeki bölgesinde ilan edilen Kıbrıs Türk Federe Devleti ve 1985’de bunun Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adını alması, hep uluslararası hukuk dışındaki eylemler olarak değerlendirildi, kınandı, ama hepsi de Türkiye’nin teşvik ve desteği ile gerçekleştirildi.
          Bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü güvence altına aldığı Kıbrıs devletinin kuzeydeki %37’lik kısmını 1974’den beri askeri işgali altında tutan Türkiye, Cenevre Sözleşmesine aykırı olarak buraya nüfus aktardı. Adanın demografik yapısını değiştirmek bir yana, oluşturduğu kukla devlet eliyle de Rumlara ait terkedilmiş mal ve mülkü savaş ganimeti olarak dağıttı. Bu malların satılarak büyük vurgunlar vurulmasına göz yumuldu ve mülkiyet sorunu içinden çıkılması zor bir duruma sokuldu.
        Yine aynı Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1 Mayıs 2004’de Avrupa Birliği’ne resmen katılmasından sonra, AB toprağı haline gelen Kıbrıs’ta işgalci bir duruma düşerken, şimdi de o birliğin üyesi olmak için görüşmelere başlayacağı tarihi beklemektedir. Ne var ki Kıbrıs Cumhuriyeti ile olan ilişkileri, ne uluslararası hukuka, ne de AB hukukuna uymaktadır.
          Kıbrıs Cumhuriyeti makamları, Eylül 2004’de AB Komisyonu’na gönderdiği bir belgede, Türkiye’ye üyelik görüşmelerini başlatmak üzere bir tarih verilmesinden önce, şunları talep etmiştir:
1. Türkiye, Gümrük Birliğini Kıbrıs’ı da içine alacak şekilde genişletmelidir.
2. Türkiye, üye olduğu uluslararası ve bölgesel kuruluşlara Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de katılmasını veto etmemeli ve engeller koymamalı.
3. Avrupa’da Güvenlik ve İşbirliği Örgütü faaliyetlerinin yürütülmesinde Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sorunlar çıkarmaması.
4. Silahların Yaygınlaştırılması ve Denetim Statüsü Örgütü’ne Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de katılmasına Türkiye’nin engel çıkarmaması.
5. Türkiye’nin Kıbrıs bandıralı gemilere koyduğu sınırlamalardan vazgeçmesi.
6. Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti ile doğrudan iletişim kurması.
7. Avrupa-Ortadoğu hava trafiği işbirliğinin genişletilmesine Türkiye’nin izin vermesi.
8. Türkiye, 3212 sayılı Güvenlik Konseyi kararı hilafına 36 bin askerle adanın işgalini sürdürmemeli, Maraş ile ilgili 550 sayılı Güvenlik Konseyi kararını uygulamalı ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımayı reddetmekten vazgeçmelidir.
        4-5 Ekim 2004’de İstanbul’da yapılması planlanan İslam Konferansı Örgütü ile AB Dışişleri Bakanları Ortak Forumu’nun iptal edilmesi ve Türkiye’nin Gümrük Birliğine Kıbrıs Cumhuriyeti’ni de alması üzerine, Kıbrıs’taki yasadışı KKTC yöneticileri telaşa kapılmıştır. Başkan Denktaş, “Türkiye KKTC’yi tanımaktan vazgeçtiği gün kıyamet kopar” derken, Başbakan Talat da, “Türkiye’nin, şimdiki haliyle Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıma noktasına gelirse, o zaman kaçınılmaz olarak KKTC’yi tanımaması zorlamasıyla karşılaşacak, bu da kaos yaratacaktır” şeklinde konuşmuştur.    
        Kıbrıslı Türkleri 1958’den beri taksimci politikası peşinde koşturtan TMT lideri Rauf Denktaş, 2003’ün Eylül ayı başında Hürriyet gazetesini ziyaretinde, TC hükümetlerine olan serzenişini şöyle dile getirmişti: “Siz 40 yıl bir avuç insana milli dava, Türklük davası deyip, gizli gizli silah verip, teşkilat yaptırın, yeraltına indirin. 50 yılımızı Türklük davası diye harcayalım. Ondan sonra, “Yok canım, yanlış yapılmıştır. Hiç buna gerek yoktur” diyemezsiniz, hakkınız yoktur. Bunu diyecekseniz, erkekçe söyleyeceksiniz. Çağırırsınız liderleri, dersiniz ki, arkadaşlar, ya Rum-Yunan idaresinde, ya da Türk idaresinde yaşayacaksınız, seçin. Bizim artık Kıbrıs diye bir meselemiz yok. Biz bütün gençliğimizi heba ettik... Benim müzakerelerden çekilmemi isteyeceklerdir. Bu durumda her şeyi bırakırım, Anadolu’yu arkama alıp tekrar mücadeleye başlarım.”
       Şimdi Kıbrıs’ta şu soruların yanıtları merak edilmektedir: TC, KC’yi tanıyacak mı? Kıyamet kopacak mı? Denktaş yine meydana inecek mi?


(soL dergisi, Sayı:230, Kasım 2004 ve Afrika gazetesi, 21 Ekim 2004)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder