31 yıldan fazla bir
süredir, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin askeri işgali altında tutulan Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin kuzeyinde kurulmuş olan ve sadece TC’nin tanıdığı KKTC
devletçiğinin iç siyasal yapısında son yıllarda önemli değişikliklere gidildi.
Önce, onyıllarca hükümet partisi olan Ulusal Birlik Partisi, muhalefete
düşürüldü. Ardından, 50 yıla yakın bir süre, Kıbrıs Türk liderliğinde
belirleyici rol oynayan Rauf Raif Denktaş, kızağa alındı. Vitrinde yapılan bu değişiklikler,
belki Türkiye’nin AB üyeliği görüşmelerine başlaması için bir takvim almasına
yardımcı oldu, ama uluslararası bir sorun olan Kıbrıs meselesinin çözümünde
herhangi bir ilerleme sağlayamadı. Özellikle Kıbrıs Türk halkının çözüm
yönündeki iradesini oya tahvil eden CTP, muhalefette iken değiştireceğine dair
söz verdiği “statüko”nun yeni devamcısı ve koruyucusu oluverdi.
Ankara’daki AKP iktidarının desteği ve ABD’nin
himayesi ile evcilleştirilen eski solcu, yeni liberal, Cumhuriyetçi Türk
Partisi, Denktaş’ın oğlu olan Serdar’ın Demokrat Partisi’nin desteği ile,
(Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tanımlaması ile söylersek), “TC’ye bağlı
bir alt yönetim” olan KKTC’deki hükümetçilik oyununu sürdürüyor. Aşağıda
vereceğimiz bazı basın haberlerinden de anlaşılacağı gibi, perde önündeki
oyuncuların değişmiş olmasına karşın, perde gerisindeki taksimci yapı aynen
korunmaktadır.
KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet
Ali Talat, Doğan Haber Ajansına verdiği bir demecinde şöyle demekteydi: “Bazen
Rum yönetimi ve bazı ülke diplomatları ve hatta bazen bazı Türk muhalifleri de
‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ ve Türkiye’nin ilişkilerini normalleştirilmesinden
bahsediyor. Böyle bir şey mümkün değil. Normalleştirme, karşılıklı anlayış
gerektirir. Kıbrıs Rum tarafıyla Türkiye’nin karşılıklı anlayış içinde olmaları
mümkün değil. Kıbrıs Rum tarafı Türkiye’ye ‘topraklarının yüzde 37’sini işgal
eden ülke’ muamelesi yapıyor.”
Talat, demecinin devamında, Kıbrıslı Rumların
“Talat, Denktaş’a benzemeye başladı!” yorumlarına atfen, “Rumlar beni Denktaşlaştırdı”
ifadelerini kullandı ve şöyle dedi:
“Rumlar için en iyi Türk, ‘Rumlar gibi düşünen
Türk’tür. Böyle Türk de yoktur. O yüzden, kim bu göreve gelirse, onlar bir
Talat, bir Denktaş yaratacaklar. Bundan önceki emsal Denktaş’tı, Denktaş
benzetmesi yapıyorlar. Bu koltuğa kim oturursa, ona saldıracaklar, onu
dışlayacaklar, bundan yüzde yüz emin olun...Ben çözüm yanlısı olduğum için Rum
tarafının çözümsüzlük politikasını açığa çıkardım. Tüm dünya bunları görür hale
geldi. Bu aslında büyük bir başarıdır. Ben değişmedim. Onlar maskelerinden
çıktılar. Fark oradadır. ” (27 Eylül 2005)
Mehmet Ali Talat ile
partisi CTP’nin, yıllar önce savunduklarının tersine, uluslararası topluluk
tarafından yasadışı olarak kabul edilen KKTC’yi sahiplendikleri ve Kıbrıs Türk
toplumunun çözüm arzularını istismar ederek, ayrılıkçı yapıyı korumaya kararlı
oldukları görülmektedir. “Kurumlaşmamızı kökleştirmeliyiz. KKTC’yi bizler
yücelteceğiz” diyen KKTC Cumhurbaşkanı Talat (7 Kasım 2005), kendisini iktidara
getiren oylara ihanet ederek, şunları söyleyebiliyor: “Biz artık bütün riskleri
göze alarak yürümek zorundayız. ‘Biran önce çözüm. Barış hemen şimdi’ artık
gerçekçi değil. Anlamını yitirdi.” (12 Kasım 2005)
Talat, aynı demecinde bölgede bulunan Amerikan
askerlerinin tatillerini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde geçirmeleri
konusunda da Amerika’daki KKTC temsilciliği aracılığıyla girişimde
bulunulduğunu açıklarken, Amerika’nın Kıbrıs’ta üs istediği konusundaki
yaklaşımların komplo teorisi olduğunu ve gerçek olmadığını da ifade ediyor. (12
Kasım 2005)
Aradan birkaç gün
geçmeden, fazla açık verdiğini fark eden veya uyarılan Talat, söz konusu
demecinde, ABD askerlerini KKTC’ye davet
etmediğini söyleyebiliyor. Talat, kendisinin, sadece referandum sonrasında
‘Türkiye ve üslerde görev yapan bölgedeki askerlerin izolasyonların
kaldırıldığı imajı yaratmak için Kıbrıs’ın kuzeyine Ercan’dan gelerek tatil
yapmaları’ yönünde başlatılan çalışmayı dile getirdiğini açıklama ihtiyacını
duyuyor. (15 Kasım 2005)
AKP iktidarına yaranmak için ise, 20 yıldan fazla
bir süredir boş bulunan Kıbrıs Müftülüğü makamının yerine, bir Din İşleri
Dairesi oluşturulup, başına da AKP’ye yakın bir Kıbrıslı Türk ilahiyatçı
atanıyor. Yeni yılın ilk ziyaretini Din İşleri Dairesi’ne yapan Mehmet Ali
Talat, KKTC’de din ve din adamlarının büyük ölçüde uzun yıllar boyunca ihmal
edildiğini ve bunu telafi etmek gerektiğini söylüyor. Kıbrıs sorunu çözülse
bile, barışın gerçek anlamda kalıcı kılınmasının kültürel diyalogla, Kıbrıs’ta
İslamın ve Hıristiyanlığın işbirliği yapabilmesiyle olacağını vurgulayan Talat,
‘Barışın kuruculuğunda dine büyük görev düşüyor’ diyor. Ziyaretinin amacının
‘Kıbrıs Türkünün kültürünün en önemli parçalarından biri olan İslam dininin
Kıbrıs’taki lideri konumundaki Ahmet Yönlüer’in çalışmalarına destek vermek’
olduğunu ve bundan sonra da destek vermeyi, sürdüreceklerini söylüyor. (3 Ocak
2006)
İşgal ordusu ile herhangi
bir sorunu olmadığını belirten KKTC hükümetinin başbakanı ve CTP Genel Başkanı
Ferdi Sabit Soyer ise, “Kıbrıs Türk Barış Kuvvetlerinin adada güvenliği
sağlayan bir güç olmanın ötesinde, ekonomik bir varlık olarak da büyük katkılar
sağladığını, Kolordu Komutanının, örneğin et, patates, soğan, süt, hellim ve
diğer ihtiyaç malzemelerini iç piyasadan karşılamaya büyük bir titizlik
gösterdiği için ona olan takdir duygularını dile getiriyor. (20 Temmuz 2005)
Her gün
Kıbrıs Rum liderliğine yönelik demeç bombardımanını Rauf Denktaş’tan daha atak
bir şekilde sürdüren Soyer, hayalet kent Maraş’ın BM ve Mağusa limanının da AB
denetiminde açılmasını öneren Rumlara “koştursunlar” şeklinde yanıt verirken,
Talat’ın Washington ziyaretine tepki gösteren Rum yetkililer için de
“Çatlasınlar” diyebiliyor. (19 Ekim 2005)
İktidardaki
CTP’nin Dış İlişkiler Sorumlusu ve Lefkoşa Türk Belediyesi’nin Başkanı Kutlay
Erk ise, yılların kaşarlanmış hükümet partisi sağcı Ulusal Birlik Partisi’ne
kur yaparak, parti gazetesi Yeni Düzen’de şunları yazabiliyor:
“CTP-Birleşik Güçler’in seçimlerde birinci
parti olarak çıkmasından beri, deneyimler, CTP-BG’nin Eroğlu başkanlığındaki bu
UBP ile hükümet ortaklığı kuramayacağını gösteriyor. Ancak ülkenin hükümet
ihtiyacı, birinci parti durumunda olan ve onsuz hükümet kurulamayacak olan
CTP-BG için DP’ye mahkum edilerek çözülemez; CTP-BG’nin DP dışında
alternatifleri de olabilmelidir. Bu durum ülke için daha sağlıklı bir siyasi
iklim ve yapı oluşturur; birbirine mahkum iki parti olması ülkenin sorunlarına
alternatif çözümler bulmakta yetersiz kalabilir... Halk yığınlarını anlayabilen
bir yeni UBP, merkez sağda dürüst ve adil bir UBP, bu ülkenin ihtiyacı olan ve
hükümet ortaklığına alternatif bir parti olabilir. UBP’nin nasıl ve ne kadar ve
ne şekilde yenileneceği, ülke geleceği için önemlidir ve ülke için en iyisi
olmasını arzu etmek ve beklemek her Kıbrıslı Türkün hakkıdır.” (29 Ekim 2005)
UBP Milletvekili Turgay
Avcı, halen var olan ve inşaatı sürmekte olan 200 turizm tesisinden sadece
15’inin Türk koçanlı olduğunu açıklayarak, Annan Planı’nın oylanması sonrasında
başlatılan ve Kıbrıslı Rumların terk etmek zorunda bırakıldıkları mülkler
üzerinde yürütülen ikinci ganimet furyasına ışık tutuyor. (15 Aralık 2005)
1982
yılında Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nden inşaat izni
alanların sayısı 354 iken, bu sayı 2004 yılında aniden 3,226’ya fırlıyor. Tabii
ki bu rakamlara kaçak ve toplu inşaatlar dahil değildir. (18 Kasım 2005)
Basında
yer alan bir okuyucu mektubunda bakınız ne deniyor: “Bizdeki inşaat patlaması
daha çok Yap-Sat olarak adlandırılan sektördendir. Bu sektör, kendisine hedef
kitlesi olarak ikinci ev (tatil evi) ihtiyacı olan AB vatandaşlarını seçmiştir.
Akdeniz havzasında deniz yanında, ya da deniz manzaralı en ucuz arsa Kuzey
Kıbrıs’tadır... Kıbrıs’ın kuzeyindeki politik yapı içinde rekabet etmeniz
sadece ucuz maliyetlere dayanır. Bu durumdan dolayı gerçekten kalifiye olan
Kıbrıslı Türk inşaat işçileri tercih edilir değildir. Bunların yerine
Türkiye’den çok daha düşük kalitede kalifiye eleman istihdamına gidilmiştir.
Hatta Türkiye’den gelen ucuz işçilerin büyük kısmı tarım işgücü elemanı olup,
inşaat sektörü ile uzak- yakın bilgi ve becerileri yoktur. (İnşaatlardaki iş
kazalarının asıl nedeni budur)... Sırf kâr yapmak için işçilik kalitesinden
ödün veren bir anlayış doğaldır ki inşaatlarında yaşayan işçilerin yaşama
standardı ile ilgili olmaz. Ortalama
160 m2 havuzlu bir villanın arsa bedeli 10 bin sterlin ve inşaat bedeli de
40-50 bin sterlindir. Bu tip villaların satış bedeli 120-160 bin sterlin
arasında değişir. İnşaat ne kadar ucuza mal edilirse, işveren kârı o kadar çok
olur. Devlet bu sektörden vergi alamamaktadır. Çünkü çoğu müteahhitler kayıtlı
değildir... (21 Ekim 2005)
AİHM’nin kararlarıyla Kıbrıs Cumhuriyeti
tapularının geçerli olduğu tescil edilmiş olmasına karşın, Türk ordusunun
istila ve işgali nedeniyle, yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda bırakılan
Kıbrıslı Rumların kuzeyde bıraktıkları mülk üzerinde oynanan bu oyunlar, sorunu
içinden çıkılması daha da zor bir hale getirmekten başka bir şeye
yaramamaktadır.
1974’deki savaş sonucunda fethedilen Kıbrıs Rum
mülkü üzerinde oynanan bu oyunlar, sorunu içinden çıkılması daha da zor bir
hale getirmekten başka bir şeye yaramamaktadır. KKTC’de kurulan rejimin devamı için adaya
getirilen yerleşimcilere ek olarak, 2005 yılı içinde çıkarılan bir yasa ile 50
bin kadar kayıt dışı işçiye çalışma ve oturma izni veren CTP-DP koalisyon
hükümetinin CTP’li Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, 25 bin Türkiyeli işçiye
daha izin verileceğini açıklamıştır.
İşgal ve sonuçlarının devamını sağlayan bu
politikalar ile Kıbrıslı Türklerin yeni çıkmazlara götürüleceği açıktır.
(soL dergisi, Sayı:244, Şubat 2006 ve Afrika gazetesi, 23 Ocak 2006. Burada
kısaltılmamış tam metin verilmiştir.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder