17 Haziran 2015 Çarşamba

“TC’YE BAĞLI ALT YÖNETİM”DE STATÜKO SÜRÜYOR


          31 yıldan fazla bir süredir, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin askeri işgali altında tutulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuzeyinde kurulmuş olan ve sadece TC’nin tanıdığı KKTC devletçiğinin iç siyasal yapısında son yıllarda önemli değişikliklere gidildi. Önce, onyıllarca hükümet partisi olan Ulusal Birlik Partisi, muhalefete düşürüldü. Ardından, 50 yıla yakın bir süre, Kıbrıs Türk liderliğinde belirleyici rol oynayan Rauf Raif Denktaş, kızağa alındı. Vitrinde yapılan bu değişiklikler, belki Türkiye’nin AB üyeliği görüşmelerine başlaması için bir takvim almasına yardımcı oldu, ama uluslararası bir sorun olan Kıbrıs meselesinin çözümünde herhangi bir ilerleme sağlayamadı. Özellikle Kıbrıs Türk halkının çözüm yönündeki iradesini oya tahvil eden CTP, muhalefette iken değiştireceğine dair söz verdiği “statüko”nun yeni devamcısı ve koruyucusu oluverdi. 
Ankara’daki AKP iktidarının desteği ve ABD’nin himayesi ile evcilleştirilen eski solcu, yeni liberal, Cumhuriyetçi Türk Partisi, Denktaş’ın oğlu olan Serdar’ın Demokrat Partisi’nin desteği ile, (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tanımlaması ile söylersek), “TC’ye bağlı bir alt yönetim” olan KKTC’deki hükümetçilik oyununu sürdürüyor. Aşağıda vereceğimiz bazı basın haberlerinden de anlaşılacağı gibi, perde önündeki oyuncuların değişmiş olmasına karşın, perde gerisindeki taksimci yapı aynen korunmaktadır. 
       KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Doğan Haber Ajansına verdiği bir demecinde şöyle demekteydi: “Bazen Rum yönetimi ve bazı ülke diplomatları ve hatta bazen bazı Türk muhalifleri de ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ ve Türkiye’nin ilişkilerini normalleştirilmesinden bahsediyor. Böyle bir şey mümkün değil. Normalleştirme, karşılıklı anlayış gerektirir. Kıbrıs Rum tarafıyla Türkiye’nin karşılıklı anlayış içinde olmaları mümkün değil. Kıbrıs Rum tarafı Türkiye’ye ‘topraklarının yüzde 37’sini işgal eden ülke’ muamelesi yapıyor.”
Talat, demecinin devamında, Kıbrıslı Rumların “Talat, Denktaş’a benzemeye başladı!” yorumlarına atfen, “Rumlar beni Denktaşlaştırdı” ifadelerini kullandı ve şöyle dedi:
“Rumlar için en iyi Türk, ‘Rumlar gibi düşünen Türk’tür. Böyle Türk de yoktur. O yüzden, kim bu göreve gelirse, onlar bir Talat, bir Denktaş yaratacaklar. Bundan önceki emsal Denktaş’tı, Denktaş benzetmesi yapıyorlar. Bu koltuğa kim oturursa, ona saldıracaklar, onu dışlayacaklar, bundan yüzde yüz emin olun...Ben çözüm yanlısı olduğum için Rum tarafının çözümsüzlük politikasını açığa çıkardım. Tüm dünya bunları görür hale geldi. Bu aslında büyük bir başarıdır. Ben değişmedim. Onlar maskelerinden çıktılar. Fark oradadır. ” (27 Eylül 2005)
         Mehmet Ali Talat ile partisi CTP’nin, yıllar önce savunduklarının tersine, uluslararası topluluk tarafından yasadışı olarak kabul edilen KKTC’yi sahiplendikleri ve Kıbrıs Türk toplumunun çözüm arzularını istismar ederek, ayrılıkçı yapıyı korumaya kararlı oldukları görülmektedir. “Kurumlaşmamızı kökleştirmeliyiz. KKTC’yi bizler yücelteceğiz” diyen KKTC Cumhurbaşkanı Talat (7 Kasım 2005), kendisini iktidara getiren oylara ihanet ederek, şunları söyleyebiliyor: “Biz artık bütün riskleri göze alarak yürümek zorundayız. ‘Biran önce çözüm. Barış hemen şimdi’ artık gerçekçi değil. Anlamını yitirdi.” (12 Kasım 2005)
    Talat, aynı demecinde bölgede bulunan Amerikan askerlerinin tatillerini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde geçirmeleri konusunda da Amerika’daki KKTC temsilciliği aracılığıyla girişimde bulunulduğunu açıklarken, Amerika’nın Kıbrıs’ta üs istediği konusundaki yaklaşımların komplo teorisi olduğunu ve gerçek olmadığını da ifade ediyor. (12 Kasım 2005)
       Aradan birkaç gün geçmeden, fazla açık verdiğini fark eden veya uyarılan Talat, söz konusu demecinde,  ABD askerlerini KKTC’ye davet etmediğini söyleyebiliyor. Talat, kendisinin, sadece referandum sonrasında ‘Türkiye ve üslerde görev yapan bölgedeki askerlerin izolasyonların kaldırıldığı imajı yaratmak için Kıbrıs’ın kuzeyine Ercan’dan gelerek tatil yapmaları’ yönünde başlatılan çalışmayı dile getirdiğini açıklama ihtiyacını duyuyor. (15 Kasım 2005)
AKP iktidarına yaranmak için ise, 20 yıldan fazla bir süredir boş bulunan Kıbrıs Müftülüğü makamının yerine, bir Din İşleri Dairesi oluşturulup, başına da AKP’ye yakın bir Kıbrıslı Türk ilahiyatçı atanıyor. Yeni yılın ilk ziyaretini Din İşleri Dairesi’ne yapan Mehmet Ali Talat, KKTC’de din ve din adamlarının büyük ölçüde uzun yıllar boyunca ihmal edildiğini ve bunu telafi etmek gerektiğini söylüyor. Kıbrıs sorunu çözülse bile, barışın gerçek anlamda kalıcı kılınmasının kültürel diyalogla, Kıbrıs’ta İslamın ve Hıristiyanlığın işbirliği yapabilmesiyle olacağını vurgulayan Talat, ‘Barışın kuruculuğunda dine büyük görev düşüyor’ diyor. Ziyaretinin amacının ‘Kıbrıs Türkünün kültürünün en önemli parçalarından biri olan İslam dininin Kıbrıs’taki lideri konumundaki Ahmet Yönlüer’in çalışmalarına destek vermek’ olduğunu ve bundan sonra da destek vermeyi, sürdüreceklerini söylüyor. (3 Ocak 2006)
            İşgal ordusu ile herhangi bir sorunu olmadığını belirten KKTC hükümetinin başbakanı ve CTP Genel Başkanı Ferdi Sabit Soyer ise, “Kıbrıs Türk Barış Kuvvetlerinin adada güvenliği sağlayan bir güç olmanın ötesinde, ekonomik bir varlık olarak da büyük katkılar sağladığını, Kolordu Komutanının, örneğin et, patates, soğan, süt, hellim ve diğer ihtiyaç malzemelerini iç piyasadan karşılamaya büyük bir titizlik gösterdiği için ona olan takdir duygularını dile getiriyor. (20 Temmuz 2005)
            Her gün Kıbrıs Rum liderliğine yönelik demeç bombardımanını Rauf Denktaş’tan daha atak bir şekilde sürdüren Soyer, hayalet kent Maraş’ın BM ve Mağusa limanının da AB denetiminde açılmasını öneren Rumlara “koştursunlar” şeklinde yanıt verirken, Talat’ın Washington ziyaretine tepki gösteren Rum yetkililer için de “Çatlasınlar” diyebiliyor. (19 Ekim 2005)
İktidardaki CTP’nin Dış İlişkiler Sorumlusu ve Lefkoşa Türk Belediyesi’nin Başkanı Kutlay Erk ise, yılların kaşarlanmış hükümet partisi sağcı Ulusal Birlik Partisi’ne kur yaparak, parti gazetesi Yeni Düzen’de şunları yazabiliyor:
“CTP-Birleşik Güçler’in seçimlerde birinci parti olarak çıkmasından beri, deneyimler, CTP-BG’nin Eroğlu başkanlığındaki bu UBP ile hükümet ortaklığı kuramayacağını gösteriyor. Ancak ülkenin hükümet ihtiyacı, birinci parti durumunda olan ve onsuz hükümet kurulamayacak olan CTP-BG için DP’ye mahkum edilerek çözülemez; CTP-BG’nin DP dışında alternatifleri de olabilmelidir. Bu durum ülke için daha sağlıklı bir siyasi iklim ve yapı oluşturur; birbirine mahkum iki parti olması ülkenin sorunlarına alternatif çözümler bulmakta yetersiz kalabilir... Halk yığınlarını anlayabilen bir yeni UBP, merkez sağda dürüst ve adil bir UBP, bu ülkenin ihtiyacı olan ve hükümet ortaklığına alternatif bir parti olabilir. UBP’nin nasıl ve ne kadar ve ne şekilde yenileneceği, ülke geleceği için önemlidir ve ülke için en iyisi olmasını arzu etmek ve beklemek her Kıbrıslı Türkün hakkıdır.” (29 Ekim 2005) 
           UBP Milletvekili Turgay Avcı, halen var olan ve inşaatı sürmekte olan 200 turizm tesisinden sadece 15’inin Türk koçanlı olduğunu açıklayarak, Annan Planı’nın oylanması sonrasında başlatılan ve Kıbrıslı Rumların terk etmek zorunda bırakıldıkları mülkler üzerinde yürütülen ikinci ganimet furyasına ışık tutuyor. (15 Aralık 2005)
1982 yılında Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nden inşaat izni alanların sayısı 354 iken, bu sayı 2004 yılında aniden 3,226’ya fırlıyor. Tabii ki bu rakamlara kaçak ve toplu inşaatlar dahil değildir. (18 Kasım 2005)
            Basında yer alan bir okuyucu mektubunda bakınız ne deniyor: “Bizdeki inşaat patlaması daha çok Yap-Sat olarak adlandırılan sektördendir. Bu sektör, kendisine hedef kitlesi olarak ikinci ev (tatil evi) ihtiyacı olan AB vatandaşlarını seçmiştir. Akdeniz havzasında deniz yanında, ya da deniz manzaralı en ucuz arsa Kuzey Kıbrıs’tadır... Kıbrıs’ın kuzeyindeki politik yapı içinde rekabet etmeniz sadece ucuz maliyetlere dayanır. Bu durumdan dolayı gerçekten kalifiye olan Kıbrıslı Türk inşaat işçileri tercih edilir değildir. Bunların yerine Türkiye’den çok daha düşük kalitede kalifiye eleman istihdamına gidilmiştir. Hatta Türkiye’den gelen ucuz işçilerin büyük kısmı tarım işgücü elemanı olup, inşaat sektörü ile uzak- yakın bilgi ve becerileri yoktur. (İnşaatlardaki iş kazalarının asıl nedeni budur)... Sırf kâr yapmak için işçilik kalitesinden ödün veren bir anlayış doğaldır ki inşaatlarında yaşayan işçilerin yaşama standardı ile ilgili olmaz. Ortalama 160 m2 havuzlu bir villanın arsa bedeli 10 bin sterlin ve inşaat bedeli de 40-50 bin sterlindir. Bu tip villaların satış bedeli 120-160 bin sterlin arasında değişir. İnşaat ne kadar ucuza mal edilirse, işveren kârı o kadar çok olur. Devlet bu sektörden vergi alamamaktadır. Çünkü çoğu müteahhitler kayıtlı değildir... (21 Ekim 2005)
AİHM’nin kararlarıyla Kıbrıs Cumhuriyeti tapularının geçerli olduğu tescil edilmiş olmasına karşın, Türk ordusunun istila ve işgali nedeniyle, yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda bırakılan Kıbrıslı Rumların kuzeyde bıraktıkları mülk üzerinde oynanan bu oyunlar, sorunu içinden çıkılması daha da zor bir hale getirmekten başka bir şeye yaramamaktadır.
        1974’deki savaş sonucunda fethedilen Kıbrıs Rum mülkü üzerinde oynanan bu oyunlar, sorunu içinden çıkılması daha da zor bir hale getirmekten başka bir şeye yaramamaktadır. KKTC’de kurulan rejimin devamı için adaya getirilen yerleşimcilere ek olarak, 2005 yılı içinde çıkarılan bir yasa ile 50 bin kadar kayıt dışı işçiye çalışma ve oturma izni veren CTP-DP koalisyon hükümetinin CTP’li Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, 25 bin Türkiyeli işçiye daha izin verileceğini açıklamıştır.   
İşgal ve sonuçlarının devamını sağlayan bu politikalar ile Kıbrıslı Türklerin yeni çıkmazlara götürüleceği açıktır.

(soL dergisi, Sayı:244, Şubat 2006 ve Afrika gazetesi, 23 Ocak 2006. Burada kısaltılmamış tam metin verilmiştir.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder