Kıbrıs kökenli Emekli Elçi Alaaddin Gülen, Kıbrıs
Türk Kültür Derneği Genel Merkezi Yayını “Kıbrıs Mektubu” adlı derginin Mayıs
1998 tarihli sayısında yer alan “Fatin Rüştü Zorlu” başlıklı makalesinde şöyle
yazmaktaydı:
“Fatin Rüştü Zorlu, Türk Hariciyesinin yetiştirdiği en büyük
diplomattı, Cumhuriyetimizin de gelmiş geçmiş en büyük Dışişleri Bakanı idi.
Zorlu, kuvvetli şahsiyeti ve üstün müzakere kabiliyeti dolayısıyla müzakere
masasında kendi görüşümüzü kabul ettirdi. Bunun en güzel örneği, Zürih ve
Londra anlaşmalarıdır. Bu anlaşmalar tamamen Zorlu’nun eseri ve zaferidir.
Averof’la kapandıkları bir odada, bütün isteklerini adeta birer birer Averof’a
dikte ettirmiştir. Kıbrıs’ta %20 nispetindeki Türk azınlığını, %80 nispetindeki
Rum çoğunluğuna eşit hale getirmek, normal sayılacak bir olgu değildi ve her
babayiğitin başaracağı bir iş değildi.
Zorlu
anlaşmalarla Türkleri her konuda Rumlara eşit yapmıştır ve ayrıca çok önemli
iki madde kabul ettirmiştir. Bunlardan biri, bugün Kıbrıs’taki askeri
varlığımızın temeli olmuştur. (Garanti anlaşmasının 4. maddesi...) Diğer önemli
hüküm, yine Garanti Anlaşmasının birinci maddesidir. Bu maddeye göre, Kıbrıs
Hükümeti herhangi bir Birliğe giremez veya devlete katılamaz. Sadece Türkiye ile
Yunanistan’ın beraberce üye olduğu bir Birliğe katılmasında sakınca yoktur.
Zorlu, 40 yıl evvel bugünkü durumu görmüş gibi, böyle bir hükmü anlaşmaya
koydurmuştur.”
***
İngiliz-Amerikan emperyalizmi, 1960’da kurulmuş
olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tam bağımsız olarak davranmasını ta baştan bazı
anlaşma maddeleri ile kısıtlarken, Kıbrıs halkının sömürgecilik aleyhtarı ortak
bir cephede buluşmaması için de gerekli olan iç ve dış koşulları
olgunlaştırmıştı. Adanın Yunanistan’a bağlanmasını (enosis) isteyen Kıbrıslı
Rumlar, İngiliz sömürge yönetiminin başını ağrıtırken, Kıbrıs Türklerini
onların karşısına çıkartarak, adanın “taksim” edilmesini talep etmelerini
sağlamıştı. Böylece ada üzerindeki İngiliz egemen üsleri ile Amerikan dinleme
tesislerine dokunulmayacak ve Kıbrıslılar birbirleriyle uğraşacaktı.
Aradan geçen bunca yıldan sonra, şimdi Kıbrıs
Cumhuriyeti devleti Avrupa Birliği’ne girmiş ve ada sadece Yunanistan’ın değil,
bütün Avrupa’nın bir parçası haline gelmiştir. Ama kendisi de AB’nin bir parçası olmak isteyen
Türkiye, 1974’den beridir adanın kuzey kısmını hâlâ daha askeri işgali altında
tutmakta ve uluslararası hukuka ters olarak orada kurduğu KKTC devletçiğini
elinde koz olarak tutup, AB ile üyelik görüşmelerini sürdürmek istemektedir.
ABD ve AB’nin
desteklediği BM Çözüm Planı, 24 Nisan 2004’de 40 yıllık Kıbrıs sorununu çözmek
amacıyla Kıbrıslıların oylamasına sunulduğu zaman, Kıbrıslı Türkler bunu kabul
etmiş, Kıbrıslı Rumlar ise reddetmişti. Planın Kıbrıslılar tarafından kabul
edilmesi için ABD’nin 40 Kıbrıs Rum ve 41 Kıbrıs Türk sivil toplum örgütü
aracılığı ile harcadığı paranın, 506.296 dolar olduğu açıklanmıştır. ABD, adaya
bir “Amerikan barışı” getirmek amacıyla, “iki toplumun yakınlaşması” için
1974’den beri 450 milyon dolar, 1998’den beri de 60 milyon dolar harcamış
bulunmaktadır.
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Papadopullos’a göre, Annan
Planı ile Kıbrıs Türkleri talep ettikleri her şeyi elde ederken, Kıbrıslı
Rumlar sadece kırıntılar almıştı. Planın çoğu maddeleri sürekli çıkmaz
yaratmaya yönelikti. Nüfusun %82’si Kıbrıslı Rum ve %18’i Kıbrıslı Türk
olmasına rağmen, tüm kararlar 50:50 temelinde alınacaktı. Kıbrıs Türkleri 1974
öncesinde Kıbrıs’ın tapulu toprağının %12.9’una sahipken, bugün ada toprağının
%37’sini ellerinde tutmaktadır. “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımıyorum” diyen
Türkiye, Kıbrıs bandıralı gemilere limanlarına demirleme izni vermemekte, ama
öte yandan AB çerçevesinde gümrük birliği anlaşmasından yana tavır
almaktadır.
“Çözüm ve AB üyeliği” sloganı altında seçimi
kazanan ve çözüm karşıtı cepheden Serdar Denktaş’ın DP’si ile koalisyon kurmayı
tercih eden CTP Genel Başkanı ve KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat, adanın işgal
altındaki bölgesine yerleştirilen Türkiyeli yerleşiklerin insan haklarının,
Rumların mülkiyet hakkından önce geldiğini savunmakta ve Kıbrıslı Türklerin,
Türkiyeli yerleşikler arasında azınlık olarak kalması pahasına, oy deposu
olarak görülen taşıma nüfusun çözümden sonra da kalmasını istemektedir.
Mecliste çoğunluğu kaybetmiş olan CTP-DP hükümeti, Aralık 2003 seçimlerinden bu
yana, 2004 ve 2005 bütçelerini Meclis’ten geçirememiştir. Şimdi Şubat 2005 sonu
erken genel seçim, Nisan 2005’de de Başkanlık seçimi gerçekleştirilecektir.
Kıbrıs halkının yararına olacak bir çözüm şeklinin yine Kıbrıslılar tarafından
hazırlanması için içteki koşullar, olgunlaşmış olmasına karşın, emperyalist dış
merkezlerin müdahaleleri, sorunun çözümünü geciktirmektedir.
Türkiye üzerinde yürütülen ABD-AB çekişmesi
sonuçlanmadan, Kıbrıs’ın taksiminin geri çevrilmesi olası görülmemektedir. 17
Aralık 2004 zirvesi sonuçlarından memnun olmayan Kıbrıslı Rumlar, AB üyeliğinin
Kıbrıs sorununun çözümü konusunda yardımcı olacağına ilişkin inançlarını da
yitirmişlerdir. Zaten “Avrupa Barometresi” tarafından yapılan kamuoyu
yoklamalarında, AB üyeliğinin Kıbrıs’a bir yarar sağladığını düşünen Kıbrıslı
Rumların oranı, %40’ta kalmıştır. Sıradan halk, “üyelik iyi bir şey, ama
faydasını görmedik” değerlendirmesini yapmaktadır.
Emperyalizmin ada üzerindeki oyunlarını boşa
çıkarmanın tek kalıcı çözüm yolu, ortak vatan Kıbrıs’ın, ortak siyasal mücadele
ile yeniden birleştirilmesi ve iktidarın emekçi sınıflar adına bölüşülmesini
getirecek yeni koşulları yaratmaktan geçmektedir. Geçen yıl yapılan bir kamuoyu
yoklamasına göre, Kıbrıslı Türklerin %37’si ile Kıbrıslı Rumların %55’i ortak
bir parti oluşumuna katılmaya hazırdır.
Kıbrıs emekçi halkının ilerici partisi AKEL’in,
Rum burjuvazisi ile kurduğu koalisyonu bir an önce gözden geçirerek, bütün
Kıbrıslıların yararına bir iktidar paylaşımı için politika değişikliğine gitmemesi
halinde, AB içinde taksimin (Euro-partition) kalıcılaşması kaçınılmaz gibi
görünmektedir.
(soL dergisi, Sayı:232,
Ocak 2005 ve Afrika gazetesi, 23 Aralık 2004)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder