17 Haziran 2015 Çarşamba

KIBRIS SORUNUNDA GELİNEN NOKTA


Kıbrıs kökenli Emekli Elçi Alaaddin Gülen, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Genel Merkezi Yayını “Kıbrıs Mektubu” adlı derginin Mayıs 1998 tarihli sayısında yer alan “Fatin Rüştü Zorlu” başlıklı makalesinde şöyle yazmaktaydı:
            “Fatin Rüştü Zorlu, Türk Hariciyesinin yetiştirdiği en büyük diplomattı, Cumhuriyetimizin de gelmiş geçmiş en büyük Dışişleri Bakanı idi. Zorlu, kuvvetli şahsiyeti ve üstün müzakere kabiliyeti dolayısıyla müzakere masasında kendi görüşümüzü kabul ettirdi. Bunun en güzel örneği, Zürih ve Londra anlaşmalarıdır. Bu anlaşmalar tamamen Zorlu’nun eseri ve zaferidir. Averof’la kapandıkları bir odada, bütün isteklerini adeta birer birer Averof’a dikte ettirmiştir. Kıbrıs’ta %20 nispetindeki Türk azınlığını, %80 nispetindeki Rum çoğunluğuna eşit hale getirmek, normal sayılacak bir olgu değildi ve her babayiğitin başaracağı bir iş değildi.
Zorlu anlaşmalarla Türkleri her konuda Rumlara eşit yapmıştır ve ayrıca çok önemli iki madde kabul ettirmiştir. Bunlardan biri, bugün Kıbrıs’taki askeri varlığımızın temeli olmuştur. (Garanti anlaşmasının 4. maddesi...) Diğer önemli hüküm, yine Garanti Anlaşmasının birinci maddesidir. Bu maddeye göre, Kıbrıs Hükümeti herhangi bir Birliğe giremez veya devlete katılamaz. Sadece Türkiye ile Yunanistan’ın beraberce üye olduğu bir Birliğe katılmasında sakınca yoktur. Zorlu, 40 yıl evvel bugünkü durumu görmüş gibi, böyle bir hükmü anlaşmaya koydurmuştur.”
***
İngiliz-Amerikan emperyalizmi, 1960’da kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tam bağımsız olarak davranmasını ta baştan bazı anlaşma maddeleri ile kısıtlarken, Kıbrıs halkının sömürgecilik aleyhtarı ortak bir cephede buluşmaması için de gerekli olan iç ve dış koşulları olgunlaştırmıştı. Adanın Yunanistan’a bağlanmasını (enosis) isteyen Kıbrıslı Rumlar, İngiliz sömürge yönetiminin başını ağrıtırken, Kıbrıs Türklerini onların karşısına çıkartarak, adanın “taksim” edilmesini talep etmelerini sağlamıştı. Böylece ada üzerindeki İngiliz egemen üsleri ile Amerikan dinleme tesislerine dokunulmayacak ve Kıbrıslılar birbirleriyle uğraşacaktı.
Aradan geçen bunca yıldan sonra, şimdi Kıbrıs Cumhuriyeti devleti Avrupa Birliği’ne girmiş ve ada sadece Yunanistan’ın değil, bütün Avrupa’nın bir parçası haline gelmiştir. Ama  kendisi de AB’nin bir parçası olmak isteyen Türkiye, 1974’den beridir adanın kuzey kısmını hâlâ daha askeri işgali altında tutmakta ve uluslararası hukuka ters olarak orada kurduğu KKTC devletçiğini elinde koz olarak tutup, AB ile üyelik görüşmelerini sürdürmek istemektedir.
ABD ve AB’nin desteklediği BM Çözüm Planı, 24 Nisan 2004’de 40 yıllık Kıbrıs sorununu çözmek amacıyla Kıbrıslıların oylamasına sunulduğu zaman, Kıbrıslı Türkler bunu kabul etmiş, Kıbrıslı Rumlar ise reddetmişti. Planın Kıbrıslılar tarafından kabul edilmesi için ABD’nin 40 Kıbrıs Rum ve 41 Kıbrıs Türk sivil toplum örgütü aracılığı ile harcadığı paranın, 506.296 dolar olduğu açıklanmıştır. ABD, adaya bir “Amerikan barışı” getirmek amacıyla, “iki toplumun yakınlaşması” için 1974’den beri 450 milyon dolar, 1998’den beri de 60 milyon dolar harcamış bulunmaktadır.
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Papadopullos’a göre, Annan Planı ile Kıbrıs Türkleri talep ettikleri her şeyi elde ederken, Kıbrıslı Rumlar sadece kırıntılar almıştı. Planın çoğu maddeleri sürekli çıkmaz yaratmaya yönelikti. Nüfusun %82’si Kıbrıslı Rum ve %18’i Kıbrıslı Türk olmasına rağmen, tüm kararlar 50:50 temelinde alınacaktı. Kıbrıs Türkleri 1974 öncesinde Kıbrıs’ın tapulu toprağının %12.9’una sahipken, bugün ada toprağının %37’sini ellerinde tutmaktadır. “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımıyorum” diyen Türkiye, Kıbrıs bandıralı gemilere limanlarına demirleme izni vermemekte, ama öte yandan AB çerçevesinde gümrük birliği anlaşmasından yana tavır almaktadır. 
“Çözüm ve AB üyeliği” sloganı altında seçimi kazanan ve çözüm karşıtı cepheden Serdar Denktaş’ın DP’si ile koalisyon kurmayı tercih eden CTP Genel Başkanı ve KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat, adanın işgal altındaki bölgesine yerleştirilen Türkiyeli yerleşiklerin insan haklarının, Rumların mülkiyet hakkından önce geldiğini savunmakta ve Kıbrıslı Türklerin, Türkiyeli yerleşikler arasında azınlık olarak kalması pahasına, oy deposu olarak görülen taşıma nüfusun çözümden sonra da kalmasını istemektedir. Mecliste çoğunluğu kaybetmiş olan CTP-DP hükümeti, Aralık 2003 seçimlerinden bu yana, 2004 ve 2005 bütçelerini Meclis’ten geçirememiştir. Şimdi Şubat 2005 sonu erken genel seçim, Nisan 2005’de de Başkanlık seçimi gerçekleştirilecektir. Kıbrıs halkının yararına olacak bir çözüm şeklinin yine Kıbrıslılar tarafından hazırlanması için içteki koşullar, olgunlaşmış olmasına karşın, emperyalist dış merkezlerin müdahaleleri, sorunun çözümünü geciktirmektedir.
Türkiye üzerinde yürütülen ABD-AB çekişmesi sonuçlanmadan, Kıbrıs’ın taksiminin geri çevrilmesi olası görülmemektedir. 17 Aralık 2004 zirvesi sonuçlarından memnun olmayan Kıbrıslı Rumlar, AB üyeliğinin Kıbrıs sorununun çözümü konusunda yardımcı olacağına ilişkin inançlarını da yitirmişlerdir. Zaten “Avrupa Barometresi” tarafından yapılan kamuoyu yoklamalarında, AB üyeliğinin Kıbrıs’a bir yarar sağladığını düşünen Kıbrıslı Rumların oranı, %40’ta kalmıştır. Sıradan halk, “üyelik iyi bir şey, ama faydasını görmedik” değerlendirmesini yapmaktadır.
Emperyalizmin ada üzerindeki oyunlarını boşa çıkarmanın tek kalıcı çözüm yolu, ortak vatan Kıbrıs’ın, ortak siyasal mücadele ile yeniden birleştirilmesi ve iktidarın emekçi sınıflar adına bölüşülmesini getirecek yeni koşulları yaratmaktan geçmektedir. Geçen yıl yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre, Kıbrıslı Türklerin %37’si ile Kıbrıslı Rumların %55’i ortak bir parti oluşumuna katılmaya hazırdır.
Kıbrıs emekçi halkının ilerici partisi AKEL’in, Rum burjuvazisi ile kurduğu koalisyonu bir an önce gözden geçirerek, bütün Kıbrıslıların yararına bir iktidar paylaşımı için politika değişikliğine gitmemesi halinde, AB içinde taksimin (Euro-partition) kalıcılaşması kaçınılmaz gibi görünmektedir.

(soL dergisi, Sayı:232, Ocak 2005 ve Afrika gazetesi, 23 Aralık 2004)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder