Dr. İhsan Ali, 8 Kasım 1978 tarihinde, yani bundan 17 yıl önce, doğduğu yer
olan Baf’ta öldüğü zaman, 74 yaşındaydı. Aradan geçen bu süre içinde, onun
Kıbrıs sorunuyla ilgili değerlendirmelerinin ne kadar doğru ve uyarılarının ne
kadar yerinde olduğu kanıtlanmıştır. Milliyetçi ve liberal bir demokrat olan
Dr. İhsan Ali, şoven Kıbrıs Türk liderliğinin fanatik tutumunu siyasal yaşamı
boyunca korkusuzca eleştirmiş ve gerek Türk, gerekse Rum toplumları içinde yuvalanmış
olan şovenlere karşı tepki göstermiştir. O, “Ben, her şeyden önce bir Kıbrıslı olarak düşünüyor ve hissediyorum; önce
Kıbrıslı, sonra Türküm” demekteydi.
Kıbrıslı Türklerle Rumlar arasında işbirliği yapılması ve barış içinde birlikte
var olma hareketine önderlik eden Kıbrıslı Türk politikacılardan olan Dr. İhsan
Ali, Cenevre Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, 1934 yılında Baf”ta muayenehanesini açmış ve yıllarca
halka hizmet vermiştir. Kıbrıs Türk toplumunun çeşitli sorunlarıyla da yakından
ilgilenerek, siyasal çalışmalar bulunmuştur. Dr. İhsan Ali, adamızın taksim
edilmesini öngören emperyalist planları hep kınamış ve özellikle Rauf Denktaş’ın
Kıbrıs’taki iki toplumun birbirleriyle temas etmemesi ve adanın ikiye bölünmesi
kampanyalarına karşı çıkmış ve bu yüzden liderlikçe “vatan haini” olarak
damgalanmak istenmişti.
1980 yılında Lefkoşa’da Rumca olarak bastırılan İhsan Ali’nin anılarının
Türkçeye kazandırılması yanında, onun yaşamı boyunca yazdığı birçok makale,
mektup ve yaptığı söyleşi ve konuşmaların bir an önce genç nesillere aktarılması
halinde, Dr. İhsan Ali’nin nasıl bir gerçek yurtsever olduğu ortaya çıkacaktır.
Bu yılki ölüm yıldönümünde, onu seven
Kıbrıslı Rum ve Türk dostları ve yakınlarının
onun adına bir vakıf oluşturacakları haberini sevinçle öğrenmiş bulunuyoruz. Vakfın çalışmalarının, Dr. İhsan
Ali’nin fikirlerini daha geniş kitlelere yayma yolunda kalıcı eserler
bırakmasını dilerken, aşağıda bazı Türkiyeli gazetecilerin onunla Baf’ta
yaptıkları bir söyleşiden ilginç bölümler sunuyoruz:
“Size aleyhimde neden bulunulduğunu izah edeyim...
EOKA faaliyete geçince yani 1955
senesinde... O zaman Türk hükümetinin
politikası, İngilizler adayı tahliye ederse, Ada Türklerindir (şeklindeydi.)
Sonra bir de baktık ki statükonun muhafazası istendi. İşte benim muhalefetim o
zaman başladı. Hatırlayacaksınız bu liderlerden bir heyet Amerika’ya gitti.
Orada rezil rüsva oldular, kovuldular oradan. Ben bütün gazeteleri okuyorum. Fransız ve Rum
gazeteleri, Amerikan gazeteleri neler neler yazdılar.
İngilizler bizim aleyhimizde, fakat çoğunluğun lehinde
bir politika takip ediyordu. Bu bizi
mahvetti, fakat cemaati kurtarıyordu. Statükonun muhafazasını istemek demek,
hata işlemek demekti. Ben muhalif oldum, mücadele ettim, muhalefet ettim. Bu
liderler bana düşman oldular. Aleyhime geçtiler.
Derken, sonra Radcliffe Anayasası meselesi ortaya
çıktı. Biliyorsunuz bir herif geldi buraya, Radcliffe isimli.
Ben bu herifle şahsen burada konuştum. İngiliz Valisi bana telefon etti ve
cemaat ileri gelenleriyle görüşecek, dedi; sen de gel. Ben dedim ki, ben
onlarla gitmem. Yalnız kabul ederse konuşurum. Kabul ettiler, 35 dakika onunla
yalnız konuştum, tasarısını çok derin tetkik ettim. Ekalliyeti ezen bir
anayasadır, diye derhal reddettim.
Bundan sonra İngilizler
bir de baktık, taksim tezini ortaya attılar. Ben buna da muhalefet ettim. Bir
de baktım ki Türkiye bu tezin de peşine yapıştı. Buradaki liderler de
başladılar “Ya Taksim. Ya Ölüm” diye
bağırmaya. Unuttunuz mu? Türkiye’de ne mitingler yaptınız, ne küfürler
savuruldu. Taksim istendi. Bu kadar kısa zamanda bu kadar çok fikir değiştirmek
olur mu, bir devlete yakışır mı?.. Derken bu defa bir de baktık MacMillan Planı
diye bir plan piyasaya sürüldü. Bir sürü lehte neşriyat falan filan. Üç maddesi
değişti. Bu liderler burada kurbanlar kestirdiler. Eğlenceler yaptılar, neler
oldu neler. Artık yapacak birşey kalmadı ve ben siyasal toplantılardan
çekildim. Gitmedim, iki sene siyaseti bıraktım.
Cemaat işleriyle uğraşmak istedim. Fakat olmadı. Bir gün
gene Kulübe gittim. Burada bir toplantı yapıldı. Ben bu toplantıda MacMillan
Planının aleyhinde konuşup, MacMillan Planını reddedelim, istiklâl istiye im,
burası müstakil bir devlet olsun. İngiliz gitsin, biz iki cemaat kardeş kardeş
beraber yaşıyalım, dedim. Kıyametler koptu. Vay, dediler, sen Rum taraftarısın.
Beni Lef koşa’ ya jurnal ettiler. Bu liderler beni ölümle tehdit ettiler. “Seni
öldürtecegiz” dediler.Tehdit mektupları aldım. Gene biz fena olduk ve üç ay
sonra istiklâli kabul ettiler.Benim
dediğime geldiler. Fakat ben düşman sayıldım.”
***
“Ben doğduğumdan beri Rumlar Enosis diye bağırırlar.
Senelerce uğraştılar, gizli gizli, bir türlü Yunanistan’ın desteğini temin
edemiyorlardı. Nihayet temine muvaffak oldular ve EOKA 1955 yılında faaliyete geçti.
Rumların bu hareketine karşı bizim cemaatimiz içinde milliyetçiliği monopol
altına almak bu devrin modası oldu. Ne yazık ki Türkiye hükümeti bu meselede
bugün birinci planda suçludur. Bu politika perişan edilmiştir. Onlar bugün
sadece Lefkoşa’daki liderlerle temas etsinler. Ben köyleri geziyorum. Mesleğim
icabı çok geniş bir toplulukla daima temas ediyorum. Halkı bir dinleyiniz,
bakınız neler duyacaksınız onların hakkında. Halk ızdırap ve korku içindedir,
sindirilmiştir, fakat sizin kulağınıza eğilip her şeyi anlatıyor. Halkın
ekserisi bu liderlerden memnun değildir, fakat bekliyorlar, zamanı bekliyorlar.
Fakat herkes ölümle tehdit ediliyor. Senelerden beri parti kongresi yapılmamıştır.
Doktor Küçük toplamıyor. Hep kendi adamlarını etrafına almış, tamamen keyfi
şekilde idare ediyor. Olur mu böyle şey?”
“Boykot, ticaret ve iktisat kaidelerine aykırıdır. Bu
boykotun yegâne hizmeti, muayyen kasabalarda, muayyen kimseleri zengin etmek,
halkı ezmektir, ticaret ve iktisat ahlâkına da aykırıdır. Halihazırda mal
Rumdan alınıyor. İleride belki değişir. Şahsi teşebbüse yer vermek, sınai ve
iktisadi müesseseler kurmak lazımdır. Ancak
bu şekilde, iktisadi sahada, bir inkişaf temin edilebilir. Bir netice verir,
durum düzelebilir. Bugün bunların hangisi vardır. Mal Rumdan alınıp yüksek
fiyatla Türke satılıyor... İş hayatına yeni başlamış esnaftan, Federasyon para
alıyor. İstismar etmemelidir. Federasyon müessese olarak komisyon alıyor.
Menfaat temin ediyor. Dedikodu var ortada... (İsim) vermeye lüzum yok, halk
biliyor. Bütün köylü biliyor. Şimdi düşününüz, köylüye, halka deniliyor ki,
Rumdan mal alma. Peki diyor, almıyor. Bu defa Federasyon, müsaade ediyor bazı
kimselere “git Rumdan mal al” diye. Gidip alıyor, geliyor. Rum malını “Türk
malı” diye, alması yasak edilen halka satıyor, hem de yüksek fiyatla. Böyle şey
olur mu? Çünkü Federasyon komisyon alıyor.” (Halkın Sesi, 9 Eylül 1959)
(Yeni Çağ gazetesi, 5 Kasım 1995)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder