17 Haziran 2015 Çarşamba

TAKSİM ALEYHTARI BİR LİDER: DR. İHSAN ALİ

  
Dr. İhsan Ali, 8 Kasım 1978 tarihinde, yani bundan 17 yıl önce, doğduğu yer olan Baf’ta öldüğü zaman, 74 yaşındaydı. Aradan geçen bu süre içinde, onun Kıbrıs sorunuyla ilgili değerlendirmelerinin ne kadar doğru ve uyarılarının ne kadar yerinde olduğu kanıtlanmıştır. Milliyetçi ve liberal bir demokrat olan Dr. İhsan Ali, şoven Kıbrıs Türk liderliğinin fanatik tutumunu siyasal yaşamı boyunca korkusuzca eleştirmiş ve gerek Türk, gerekse Rum toplumları içinde yuvalanmış olan şovenlere karşı tepki göstermiştir. O, “Ben, her şeyden önce bir Kıbrıslı olarak düşünüyor ve hissediyorum; önce Kıbrıslı, sonra  Türküm” demekteydi.

Kıbrıslı Türklerle Rumlar arasında işbirliği yapılması ve barış içinde birlikte var olma hareketine önderlik eden Kıbrıslı Türk politikacılardan olan Dr. İhsan Ali, Cenevre Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, 1934  yılında Bafta muayenehanesini açmış ve yıllarca halka hizmet vermiştir. Kıbrıs Türk toplumunun çeşitli sorunlarıyla da yakından ilgilenerek, siyasal çalışmalar bulunmuştur. Dr. İhsan Ali, adamızın taksim edilmesini öngören emperyalist planları hep kınamış ve özellikle Rauf Denktaş’ın Kıbrıs’taki iki toplumun birbirleriyle temas etmemesi ve adanın ikiye bölünmesi kampanyalarına karşı çıkmış ve bu yüzden liderlikçe “vatan haini” olarak damgalanmak istenmişti.

1980 yılında Lefkoşa’da Rumca olarak bastırılan İhsan Ali’nin anılarının Türkçeye kazandırılması yanında, onun yaşamı boyunca yazdığı birçok makale, mektup ve yaptığı söyleşi ve konuşmaların bir an önce genç nesillere aktarılması halinde, Dr. İhsan Ali’nin nasıl bir gerçek yurtsever olduğu ortaya çıkacaktır. Bu  yılki ölüm yıldönümünde, onu seven Kıbrıslı Rum ve  Türk dostları ve yakınlarının onun adına bir vakıf oluşturacakları haberini sevinçle öğrenmiş  bulunuyoruz. Vakfın çalışmalarının, Dr. İhsan Ali’nin fikirlerini daha geniş kitlelere yayma yolunda kalıcı eserler bırakmasını dilerken, aşağıda bazı Türkiyeli gazetecilerin onunla Baf’ta yaptıkları bir söyleşiden ilginç bölümler sunuyoruz:

“Size aleyhimde neden bulunulduğunu izah edeyim... EOKA faaliyete geçince yani 1955 senesinde... O zaman  Türk hükümetinin politikası, İngilizler adayı tahliye ederse, Ada Türklerindir (şeklindeydi.) Sonra bir de baktık ki statükonun muhafazası istendi. İşte benim muhalefetim o zaman başladı. Hatırlayacaksınız bu liderlerden bir heyet Amerika’ya gitti. Orada rezil rüsva oldular, kovuldular oradan.  Ben bütün gazeteleri okuyorum. Fransız ve Rum gazeteleri, Amerikan gazeteleri neler neler yazdılar.

İngilizler bizim aleyhimizde, fakat çoğunluğun lehinde bir politika  takip ediyordu. Bu bizi mahvetti, fakat cemaati kurtarıyordu. Statükonun muhafazasını istemek demek, hata işlemek demekti. Ben muhalif oldum, mücadele ettim, muhalefet ettim. Bu liderler bana düşman oldular. Aleyhime geçtiler.
Derken, sonra Radcliffe Anayasası meselesi ortaya çıktı. Biliyorsunuz bir  herif geldi buraya, Radcliffe isimli. Ben bu herifle şahsen burada konuştum. İngiliz Valisi bana telefon etti ve cemaat ileri gelenleriyle görüşecek, dedi; sen de gel. Ben dedim ki, ben onlarla gitmem. Yalnız kabul ederse konuşurum. Kabul ettiler, 35 dakika onunla yalnız konuştum, tasarısını çok derin tetkik ettim. Ekalliyeti ezen bir anayasadır, diye derhal reddettim.

Bundan sonra İngilizler bir de baktık, taksim tezini ortaya attılar. Ben buna da muhalefet ettim. Bir de baktım ki Türkiye bu tezin de peşine yapıştı. Bu­radaki liderler de başladılar  “Ya Taksim. Ya Ölüm” diye bağırmaya. Unuttunuz mu? Türkiye’de ne mitingler yaptınız, ne küfürler savuruldu. Taksim istendi. Bu kadar kısa zamanda bu kadar çok fikir değiştirmek olur mu, bir devlete yakışır mı?.. Derken bu defa bir de baktık MacMillan Planı diye bir plan piyasaya sürüldü. Bir sürü lehte neşriyat falan filan. Üç maddesi değişti. Bu liderler burada kurbanlar kestirdiler. Eğlenceler yaptılar, neler oldu neler. Artık yapa­cak birşey kalmadı ve ben siyasal toplantılardan çekildim. Gitmedim, iki sene siyaseti bıraktım.

Cemaat işleriyle uğraşmak istedim. Fakat olmadı. Bir gün gene Kulübe gittim. Burada bir toplantı yapıldı. Ben bu toplantıda MacMillan Planının aleyhinde konuşup, MacMillan Planını reddedelim, istiklâl istiye im, burası müstakil bir devlet olsun. İngiliz gitsin, biz iki cemaat kardeş kardeş beraber yaşıyalım, dedim. Kıyametler koptu. Vay, dediler, sen Rum taraftarısın. Beni Lef koşa’ ya jurnal ettiler. Bu liderler beni ölümle tehdit ettiler. “Seni öldürtecegiz” dediler.Tehdit mektupları aldım. Gene biz fena olduk ve üç ay sonra istiklâli kabul ettiler.Benim dediğime geldiler. Fakat ben düşman sayıldım.”

***

“Ben doğduğumdan beri Rumlar Enosis diye bağırırlar. Senelerce uğraştılar, gizli gizli, bir türlü Yunanistan’ın desteğini temin edemiyorlardı. Nihayet temine muvaffak oldular ve EOKA 1955 yılında faaliyete geçti. Rumların bu ha­reketine karşı bizim cemaatimiz içinde milliyetçiliği monopol altına almak bu devrin modası oldu. Ne yazık ki Türkiye hükümeti bu meselede bugün birinci planda suçludur. Bu politika perişan edilmiştir. Onlar bugün sadece Lefkoşa’daki liderlerle temas etsinler. Ben köyleri geziyorum. Mesleğim icabı çok geniş bir toplulukla daima temas ediyorum. Halkı bir dinleyiniz, bakınız neler duyacaksınız onların hakkında. Halk ızdırap ve korku içindedir, sindirilmiştir, fakat sizin kulağınıza eğilip her şeyi anlatıyor. Halkın ekserisi bu liderlerden memnun değildir, fakat bekliyorlar, zamanı bekliyorlar. Fakat herkes ölümle tehdit ediliyor. Senelerden beri parti kongresi yapılmamıştır. Doktor Küçük toplamıyor. Hep kendi adamlarını etrafına almış, tamamen keyfi şekilde idare ediyor. Olur mu böyle şey?”

“Boykot, ticaret ve iktisat kaidelerine aykırıdır. Bu boykotun yegâne hizmeti, muayyen kasabalarda, muayyen kimseleri zengin etmek, halkı ezmektir, tica­ret ve iktisat ahlâkına da aykırıdır. Halihazırda mal Rumdan alınıyor. İleride belki değişir. Şahsi teşebbüse yer vermek, sınai ve iktisadi müesseseler kurmak lazımdır. Ancak bu şekilde, iktisadi sahada, bir inkişaf temin edilebilir. Bir netice verir, durum düzelebilir. Bugün bunların hangisi vardır. Mal Rumdan alınıp yük­sek fiyatla Türke satılıyor... İş hayatına yeni başlamış esnaftan, Federasyon para alıyor. İstismar etmemelidir. Federasyon müessese olarak komisyon alıyor. Menfaat temin ediyor. Dedikodu var ortada... (İsim) vermeye lüzum yok, halk biliyor. Bütün köylü biliyor. Şimdi düşününüz, köylüye, halka deniliyor ki, Rumdan mal alma. Peki diyor, almıyor. Bu defa Federasyon, müsaade ediyor bazı kimselere “git Rumdan mal al” diye. Gidip alıyor, geliyor. Rum malını “Türk malı” diye, alması yasak edilen halka satıyor, hem de yüksek fiyatla. Böyle şey olur mu? Çünkü Federasyon komisyon alıyor.” (Halkın Sesi, 9 Eylül 1959)


(Yeni Çağ gazetesi, 5 Kasım 1995)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder