Kıbrıslı Rum politikacılardan Glafkos Kliridis, “Kıbrıs: İfadem” adlı
anılar kitabının 2. cildinde, 1968 yılı Kasım ayı sonunda Atina’yı
ziyaretinden sonra Makaryos’la yaptığı uzun bir toplantıda, toplumlararası
görüşmelerde tek pürüz olarak yerel yönetim konusu kaldığını ve kendisini
istifa noktasına getiren bu konuyla ilgili Rum tarafının kaygularını şöyle
anlatıyor: (s. 274)
“Yerel yönetim konusunu yasal olarak nasıl yerleştireceğimiz hususunda
Makaryos’un tercihi şuydu: Bu, Türk oylarının bir yüzdesini de sağlayacak olan
artırılmış bir çoğunluk gerektiren bir yasayla yapılmalıydı. Makaryos,
(merkezi) hükümet ile yerel yönetim yetkilerini ayıracak herhangı bir anayasal
düzenlemeyi reddetti. Ayrıca merkezi bir yerel yönetim makamının olmasına da
karşı çıktı. Ama Denktaş tarafından daha önce önerilen, kazalar düzeyinde
merkezi yerel makamların, eğer mutlaka zorunlu olmaları halinde düşünülebileceğine
işaret etti.”
YEREL ÖZERKLİK TAKSİMİ
TEŞVİK EDECEK
Kliridis, anılarının daha ileriki sayfalarında 14 Aralık 1968 günü Paris’te
bir araya gelen Kıbrıs Dışişleri Bakanı Spiros Kipriyanu ile Türkiye Dışişleri
Bakanı Bay Çağlayangil arasında yapılan görüşmenin gizli tutanağını açıklamaktadır.
Tutanağın bazı bölümleri şöyle:
“Kipriyanu sözlerini şöyle sürdürdü: Şimdi de Bay Kliridis ile Bay Denktaş
arasındaki görüşmeler sorununa geliyorum. Ana engelin, yerel özerklik sorunu
olduğu doğrudur. Kıbrıs’ta yerel özerklik kavramına bazı gerçekler temelinde
bakılmalıdır. 1) Kıbrıs küçük bir ülkedir; yerel özerkliğin yönetim ve
kalkınma açısından önemli bir rol oynadığı büyük ülkeler gibi değildir. 2)
Geçmişte Kıbrıs’taki yerel yönetim sistemi, çok tatmin edici bir şekilde
çalışmıştır. 3) Yerel özerklik, şimdi siyasal bir önem kazanmıştır ve sadece
bir yönetimsel sorun olarak görülemez. Çünkü Kıbrıslı Türkler kendileri için
yerel özerklikten söz ederken, ayrılıkçı bir görüş temelinde konuşmaktadırlar.
Bu ayrılığın ve sonunda taksimin teşvik edileceği korkusunu yeniden
canlandırmıştır. Kıbrıs Türklerinin var oluşlarının tanınması gerektiğini
söylediniz. Biz, onların din, eğitim ve kültür konularında tam bir özerkliğe
sahip olmaları gerektiğinde anlaşmayı kabul etmiş bulunuyoruz. Bunu sadece
kabul etmekle kalmadık, ayrıca hükümetin bunu sürdürmeleri için onlara mali
yardımda bulunmasında da anlaştık. Ama yerel özerklik konusuna gelindiğinde,
bunun nüfusun etnik kökeniyle hiçbir ilişkisi olmamalıdır. Yerel özerklik
sisteminin, devlet içinde devlet yaratmasına karşı güvencelendirilmiş olması
gerekir.” (s.281-282)
İŞBİRLİĞİ TEK
GELECEKTİR
Raporun bir başka yerinde şöyle deniyor: “Kıbrıslı Türklerin vazgeçtikleri
şeyler, asla kendi yararları için olmayan şeylerdi. Şimdi bizim hedeflememiz
gereken, içinde Kıbrıslı Türklerin de yararlanıp ilerleyebildikleri bir üniter
devlet yaratmaktır. Rumlar, Kıbrıslı Türklerden her yönden çok daha iyi durumdadırlar.
Şu anda adadaki ekonomik durum çok iyidir. Sadece Kıbrıs Türk enklavlarında iyi
değildir. Kıbrıslı Türklerin ülkenin ilerleme ve kalkınmasına katılması kendi
yararlarına değil midir? Ayrılık onlara hiçbir yarar sağlamayacaktır.
Konuları gerçekçi bir şekilde ele almak için, görüş ve hayal gücü gereklidir.
Yeni uygulanamaz görüşler niye sunulsun? Sadece yeni karışıklıkları önlememiz
değil, Kıbrıslı Türkler de içinde, bütün Kıbrıs’ta yaşayanların yararına
olacak bir ortam yaratmalıyız. Zürih ve Londra Andlaşmalarıyla ilgili olarak
iki neden yüzünden başarısız olduk. Bu andlaşmalar bağımsızlığı olmayan
bağımsız bir Kıbrıs devleti yarattı ve birliği olmayan üniter bir devlet
oluşturdu. Kıbrıslı Türklerin yararına verilen hakların doğallıkla kendi yararlarına
olmadığı kanıtlanmıştır. Anormal durumlar yaratarak, bunların normal
çalışmasını bekleyemezsiniz. Size dün söylediğim gibi, son zamanlarda Türkiye
Büyükelçiliği’ndeki bir resepsiyonda bazı Kıbrıslı Türklerle konuşma fırsatını
buldum. Hepsinin de, işbirliğinin kendileri için tek gelecek olduğuna
inandıklarını farkettim. Ayrılık durumunu düşünmek, tamamıyle gerçeklere
uymamaktadır. Kıbrıslı Türklerin güvenliği sorunu da aynıdır. Bazıları
söylediklerimizin teorik olduğunu öne sürebilir, ama sanırım çok gerçekçi
sözlerdir. Kıbrıslı Türkler kendi güvenliklerini herhangi bir çeşit ayrılıkla
güvence altına alamazlar. Güvenliği sağlayacak barışma ortamıdır. Şimdiki
durumu ele alalım. Eminim ki, enklavlar dışında yaşayan Türkler, enklavlar
içinde yaşayanlara kıyasla kendilerini daha güven içinde hissettikleri
gerçeğinin farkındasınız.”
İSTENEN YEREL
ÖZERKLİK YOLUYLA BAŞKA BİRŞEY Mİ?
Kipriyanu sözlerini şöyle sürdürdü:
“Dediniz ki, Türkiye’nin herhangi bir saldırgan planı olmadığına bizi
inandırması ve bizim de Kıbrıslı Türkleri tehlike içinde olmadıklarına
inandırmamız zaman alacaktır. Bütün bu korkuların en fazla gerçek olanı,
ayrılık ve çeşitli yöntemlerle teşvik edilebilecek olan taksim korkusudur.
Halkımızın düşüncesine göre ve haklı olarak da, enosis ve taksime aynı şekilde
bakılamaz. Enosis, bir başka ülkeyle birleşmektir ve bu, büyük ölçüde dış mülahazalara
dayanmaktadır. Ama biz, Kıbrıs’ın içinde gerçek olarak var olan taksim
korkusunu ortadan kaldırmalıyız. Bölünmenin teşvikine izin verecek herhangi
bir düzenlemeyi engellemeliyiz. Kıbrıslı Türklerin taksim istemediklerine
inanmalıyız. Herkesin, çözüm için bağımsız ve üniter bir Kıbrıs devletinin
temel olacağını şimdi kabul ettiği bir gerçektir. Ama hakkı önermeyip,
içeriğini boşaltmada dikkatli olmalıyız. Olabildiğince çabuk bir çözüm için
içtenliğimizden ve istekliğimizden sizi temin etmek isterim. Bu görüşmelerin
sonunda, sonuçlar üreteceğinden ümitliyiz. Tabii ki ilerleme, yerel özerklikle
ilişkili zorluklar aşılırsa daha hızlı olabilir. Bu Kıbrıslı Türklere de
bağlıdır. Çünkü daha önce de belirttiğim gibi, Kıbrıs Türkleri siyasal bir karar
almak zorunda olabilirler. Bir başka deyişle, Kıbrıs’ın gerçekleri içinde,
istediklerinin yerel özerklik olup, yerel özerklik yoluyla başka bir şey
olmadığına karar vermelidirler.” (s. 283-285)
(Yeni Çağ gazetesi, 8 Aralık 1991)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder