“Denktaş Vasiliu’nun yanılgı içinde bulunduğunu, Kıbrıs Türkü’nün “Kıbrıs
Cumhuriyeti” denen kuruluştan kendi isteği ile ayrılmadığını, silah zoruyla
atıldığını anımsattı.” (Kıbrıs, 9.3.1991)
Kıbrıs Türk lideri Denktaş, Aralık 1963 olayları üzerinden geçen 27 yılı aşkın süre içinde, ayrılıkçı
ve taksimci Türk politikasının unutulmuş olabileceğini düşünerek, olayları birbirine karıştırmakta, suçu
sadece karşı tarafa yüklemeye çalışmaktadır. Enosisçilerin “Akritas Planı”nı
diline pelesenk eden Denktaş, taksimcilerin “Geçici Merhale Planı”nı
unutturmaya çabalamaktadır. Ama insan aklı unutsa bile, arşivler unutmaz. Denktaş’ın
son zamanlarda sık sık atıfta bulunduğu Kliridis’in “İfadem” adlı anılar
kitabının ilk cildinde Türkçe tam metin olarak açıklanan Türk planı, en az Akritas Planı kadar ibret vericidir. 1963-64 olaylarını
yakından yaşayan İngiliz Tümgenerali Mike Carver (sonradan Mareşal Lord Carver)
bir yazısında şöyle demektedir: “(Kıbrıslı Türk liderler 1964’de) kendi
nüfuslarını kuzeyde yoğunlaştırmak ve Kıbrıslı
Türklerin çoğunluğunun ne isteyip ne istemediğine bakılmaksızın taksim’i
gerçekleştirmek istediler... Kıbrıslı Türklerin kendi gerçek duygularının
ne olduğunu belirlemek güçtü. Politika açıkça Ankara’dan dikte ettiriliyordu
ve bundan herhangi bir sapma, Türk savaşçılarının örgütü TMT tarafından uygun
görüldüğü bir şekilde cezalandırmaya tabi tutulurdu.” (Cyprus in Transition, s.
30-31) Kliridis’in adı geçen kitabında ise şunlar yazıyor: “Mareşal Lord Carver,
her iki tarafın da silahlı gruplarının eyleme geçmeye hazır olduklarını ve
Türklerin ilk harekete geçme kararı aldıklarını vurguladıktan sonra, Türk planı
ile ilgili olarak şunları söylemektedir:
“Türklerin. uyguladıkları
bir plan vardı. Buna göre bütün hükümet dairelerini terkettiler, kendilerine
ait paralel bir yönetim kurmaya çalıştılar ve kurdular. Aynı zamanda bazı karma ve uzakta kalmış köyleri terkederek, nüfuslarını
daha az saldırıya maruz kalabilecekleri bölgelere topladılar.” (G.Klerides, My Deposition, Vol.1, Nicosia
1989, s. 226)
***
4 Ocak günü güven oyu alan TC hükümetinin Başbakan Yardımcısı ve Devlet
Bakanı Kemal Satır şöyle demişti: “Kıbrıs,
biri Türkiye ile birleşecek olan iki parçaya bölünecektir. (aktaran Special Newsbulletin,
5 January 1964)
O günleri bir de İngiliz yazar
H.D.Purcell’den dinleyelim: “Dr. Küçük, 10 Ocak 1964’de “Le Monde” muhabiri ile yaptığı söyleşide, Türkler açısından artık
Makaryos hükümeti diye birşey bulunmadığını söyleyecekti. Ama Başkan Yardımcılığı’ndan istifa ettiğini söylememiş olduğundan,
Makaryos, onun tavrındaki anormalliğe dikkat çekebilirdi. Var olmayan bir
hükümetin Başkan Yardımcısı olması nasıl mümkün olurdu? Dr.Küçük aynı
söyleşide, Birleşmiş Milletler’e güveni bulunmadığını söyleyecek kadar
akılsızca davrandı ve böylece Makaryos’un bu örgütteki desteğini daha da güçlendirmişti.
5 Ocak’a gelindiğinde de, Dr.
Küçük, (anayasaya aykırı olan) taksim’i desteklediğini ve Kıbrısh Türk
memurların Makaryos hükümetindeki
işlerine dönmeyeceklerini açıkladı. Bu son karar da belki bir hataydı. Çünkü Türk kamu görevlilerinin o
hükümet tarafından ödenmesi gerektiği iddiaları gibi önyargılıydı. Ama her
halükarda Rumlar onlara işlerine başlamaları için izin vermedi.
10 Ocak’ta Küçük, 35. enlemin
toplumlar arasında ideal bölücü hat olarak kabul edilmesini önerdi. Bu da, nüfusun beşte birden azı
olan Türklerin, Lefkoşa da içinde, adanın yarısını ele geçirmeleri anlamına
gelecekti! Bu, boşlukta manevra yapmaktı. Kıbrıslı Rumlar, taksimi önlemek
için çok iyi bir durumdaydılar ve Türklerin blöfüne aldırmama durumunda, yine yapmakta tereddüt etmeyeceklerdi. Türkler
için daha akıllı bir yol, teknik
olarak anayasaya her ayrıntısı ile tutunmak ve enklavları kendi kendini
savunma için gerekli olarak göstermekti. O zaman, Makaryos, nitekim yaptığı
gibi, Küçük’ün resmi görevine dönmesinden önce (Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı)
tavrını belirlemesi gerektiğinde ısrar edemeyecekti. Haziran 1964’de Makaryos,
Küçük’ü tanımama çabasına girişti, ama BM Barış Gücü buna karşı çıktı. Aksi
takdirde Rumlar, Dr. İhsan Ali’yi Cumhurbaşkanı Yardımcılığı’na kendi adayları
olarak koyabileceklerdi.” (H.D.Purcell, Cyprus, London 1969, s. 334-335)
***
Kıbrıs Türk liderliğinin “taksim davası”nı ilerletmek için uyguladığı
planlı politika, BM Genel Sekreteri’nin o yıllardaki raporlarına da
yansımıştır:
“Kıbrıslı Türklerin, kendi bölgeleri
dışına çıkmayışlarının, kendi siyasal
amaçları gereği olduğuna inanılmaktadır. Yani, Kıbrıs’ta herhangi bir
coğrafik ayrılık olmaksızın, iki ana toplumun adada barış içinde bir arada
yaşayamayacakları iddiasını güçlendirmeye yöneliktir.” (BMGS Raporu S/5764,
Paragraf 113, 15 Haziran 1964)
“Kıbrıslı Türklerin kendi
kendilerini yalıtlama politikası, toplumu normal
olanın tersi bir yöne yöneltti. Toplum liderliği, Kıbrıslı Türk nüfusun
Kıbrıslı Rum yurttaşları ile kişisel, ticari veya herhangi bir başka nedenle
temasa geçmeleri, idari konularda Hükümet dairelerine başvurmaları veya eğer
göçmenseler, kendi evlerinin bulunduğu köylere yeniden yerleşmeleri konularında
onların cesaretini kırmaktadır.” (BMGS Raporu, 11 Mart 1965)
“Kıbrıs Türk liderliği, iki toplum mensuplarının birlikte yaşamasını ve
çalışmasını gerektirebilecek veya Kıbrıslı Türkleri, Hükümet organlarının otoritesini
onaylayacak durumlara koyabilecek herhangi bir önleme karşı, katı bir tutuma
yapışıp kalmıştır. Kıbrıs Türk liderliği, toplumların fiziksel ve coğrafik
ayrılığını siyasal bir hedef olarak kabul ettiğinden, aslında Kıbrıslı
Türklerin alternatif bir politikanın yararlarını gösterme olarak
yorumlanabilecek etkinlikleri teşvik etmesi beklenemez. Öyle görülüyor ki,
sonuç da Kıbrıslı Türklerin amaçlı
olarak kendi kendilerini tecrit etme politikası olarak ortaya çıkmaktadır.”
(BMGS Raporu S/6426, Paragraf 106, 10 Haziran 1965)
***
Kıbrıs
Cumhuriyeti devletinden kopan Türk liderliği, her nedense 19 ay sonra, 22
Temmuz 1965 günü Temsilciler Meclisi’ne dönmeye karar verir. BM Barış Gücü
mensuplarının koruyuculuğunda o gün Meclis’e giden Türk üyeler, Meclis Başkanı
G.Kliridis ile bir görüşme yaparlar. Gerisini BMGS’nin Raporundan izleyelim:
“Kliridis, anayasada yapılan değişiklikler
üzerinde anlaşma sağlanamazsa, Türk üyelerin Meclis’e katılmalarına izin
verilmeyeceğini açıkça söyledi. Bay Kliridis ayrıca Cumhurbaşkanı ve
Yardımcısı tarafından yasaların yayımlanmasına ilişkin anayasa hükümlerinin
artık uygulanamaz olduğunu ifade etti. Kliridis devamla kendi görüşüne göre
Kıbrıslı Türk üyelerin artık Meclis’te yasal bir durumlarının olmadığını
belirtti. (S/6569, 29 Temmuz 1965)
Ertesi günkü Rum basınında yer alan bir demecinde ise Meclis Başkanı
Kliridis şöyle diyordu: “Ayrılmazdan önce Kıbrıslı Türk üyeler, ertesi gün
Temsilciler Meclisi’ne katılmak üzere yine gelirlerse ne olur, diye sordular. Ben
de kendilerine açıkça, gelirlerse toplantıya katılmalarına izin verilmeyeceği
yanıtım verdim.” (Mahi, 23 Temmuz 1965)
Bu arada Kıbrıs Yüksek Mahkemesi’nin
Türk üyelerinin, devam eden bomba patlatmaları için Türkleri cezalandırmak
amacıyla İçişleri Bakanı Yorgacis’in 3 günlük ablukaya başladığı, 2 Haziran
1966 gününe kadar görevleri başında kaldıklarını anımsatalım.
“3 Haziran’da Kıbrıs Türk liderliği,
bir gün önce Kıbrıs polisinin Lefkoşa’nın Türk kesimine giriş-çıkışları durdurması
üzerine Kıbrıslı Türk hakimlerin işlerine gidemediklerini bildirdi. Mahkemeye
gidebilmiş olan bir hakime de aşağılayıcı koşullar altında geri Türk kesimine
dönmesi emredildi.” (BMGS Raporu S/7350, 10 Haziran 1966) Leymosun
Mahkemesindeki üç Türk hakim ise Eylül 1966’da işlerinden geri çekildiler. Atılma olayları böyle gelişmişti...
(“Haftanın
Götürdükleri” sütununda, -yazının başlığı sonradan konmuştur-,Yeni Çağ
gazetesi, 14 Nisan 1991)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder