Eski sömürgeci ülkeler olan gerek İngiltere, gerekse Fransa, milliyetler
sorununun emperyalizmin “böl-yönet” taktiği sonucu karmaşık bir hal aldığı eski
sömürge ülkelerde, federal anayasalar hazırlayarak, kurulan genç devletlerin
ulusal kurtuluş hareketlerinin önüne çözümü zor sorunlar çıkartmışlardı. Yeni
sömürgeciliğin bir bileşeni olarak hazırlanan bu politikalar, bağımsızlığa yeni
kavuşmuş ülkelerdeki devlet yapısını, şeklini ve özelliklerini derinden
etkilemiş ve bazı hallerde genç devletlerin geleceğini tehlikeye atacak
boyutlara ulaşmıştır.
Sömürgeci ülkenin kendisi tarafından veya kendi denetimindeki yerel yasama
meclisi tarafından hazırlanan yeni devletlerin anayasalarının pek azı, genç
devletin yurttaşlarının onayından
geçmiş, ya da anayasayı hazırlamak üzere oluşturulmuş kurucu meclisler
tarafından onaylanmıştır. Örneğin Gana, Tanganika ve Uganda’da Kurucu
Meclis’ler anayasayı yaparken, Nijerya ve diğer İngiliz Uluslar Topluluğu’na
bağlı ülkelerde anayasalar, bağımsızlık kararı ardından oluşturulan
Meclis’lerce kabul edilmiştir.
AFRİKA’DA AYRILIKÇILIK
Yerli halka siyasal iktidarın devredilmesi ve sömürgeci ülkenin geri
çekilmesi ardından kurulan genç devletlerde, çeşitli kabile veya farklı
milliyetler arasında yaratılan düşmanlığın yeniden alevlendiğine tanık
olunmuştur. Bu anlaşmazlık, bazen ayrılma isteği şeklinde olurken, bazen de
Avrupalı sömürgecilerin keyfi olarak ayırdıkları veya biraraya topladıkları
halkların yeniden şekillenmesi isteği ile belirginleşmiştir. Örneğin Fildişi
Sahili’nin doğu sınırında yaşayan Akan kabilesi olan Sanwi’ler, ayrılmalarına
izin verilmesini ve Gana’daki ana Akan toplumuyla birleşmeyi istemişlerdir.
Gana’nın doğu sınırında yaşayan Ewe’ler de, Togo’da yaşayan kabilelerinin diğer
üyeleriyle bütünleşme arzusunu gösterirken, Somalia ise Kenya, Etiyopya ve
Fransız Somalisi’nde yaşayan Somali’lerle bütünleşecekleri bir Somali
Cumhuriyeti’nin kurulmasını istemektedir. Eskiden İngilizler tarafından
Nijerya’nın bir parçası olarak yönetilen Güney Kamerun, 1960 yılında Fransız
Kamerunu ile birleşerek, Nijerya’da kalan Kamerun’un bir parçası olarak
addettiği Sardauna Eyaleti ile birleşmek için ajitasyonunu sürdürmekteydi. Daha
büyük bir devlet örgütüne üye olmak, onların ayrılma isteğini engelleyememiştir.
Böylece 1973 yılından önceki son 10 yıl içinde Çad, Nijerya, Etiyopya, Uganda,
Kenya, Sudan ve Mali Federasyonu’nda açıkça ayrılma tehditleri yapılmıştır.
Bunlardan üç tanesinde, yani Kongo, Mali ve Nijerya’da tehditler
gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle bunları doğuran koşulları kısaca incelemek
gerekir:
Her üç ülkede ayrılma nedenleri çok farklıydı. Kongo’daki ayrılıkçı Katanga
eyaletinin ardında Belçika ve NATO vardı ve ayrılıkçılık istekleri eskiye
dayanmaktaydı. Burada en büyük ayrılma unsuru, Katanga’nın mineral ve diğer
metaller açısından aşırı derecede zengin olmasıydı. Ayrılma kararını Bakanlar
Kurulu almıştı.
Doğu Nijerya’da ise petrol zenginliği söz konusuydu. Kurucu Meclis ve
Danışma Konseyi oluşturulmuş, halk 27 Mayıs 1967’de en erken bir zamanda özgür,
bağımsız ve egemen bir Biafra Cumhuriyeti’ni ilan etme kararını almıştı.
İKİ BİRİMLİ FEDERASYONLARDA AYRILMA
Belki de en dramatik ayrılma, Afrika’daki tek başarılı ve kansız ayrılma
olan Senegal’in 20 Ağustos 1960’da Mali Federasyonu’ndan ayrılmasıdır. Bugünkü
adı Mali olan Soudan’da toplanan Senegal, Soudan, Yukarı Volta ve Dahomey
liderleri, 29.12.1958’de bir araya gelerek bir federasyon kurma kararı
almışlardı. Yeni devlet 20 Ocak 1959’da “Mali Federasyonu” adıyla kuruldu. Ama sonradan
çıkan anlaşmazlık sonucu, Yukarı Volta ile Dahomey’in anayasayı imzalamaması
sonucu federasyon Senegal ve Soudan arasında oluştu. Mali Federasyonu 20
Haziran 1960’da bağımsızlığına kavuştu. Senegal ile Soudan liderlerinin
birbirleriyle çatışan hedef ve ideolojileri, federasyonun yıkılmasından büyük
ölçüde sorumluydu. Senegal’deki iktidar güçlerinin konumunu yitirmek istemeyen
Senegalli liderler, Senghor’un sözleriyle “Senegal ruhunun özerkliği”ni güvence
altına alacak bir federal yapı istediler. Soudanlılar ise merkeziyetçilikte
ısrarlıydılar. Öte yandan federasyon, hizmet ve yararlarının dağılımında iki
birimin eşitliği ilkesi üzerine kurulmuştu. Ama bu ilkenin uygulanması, iki
taraf arasında anlaşmazlık çıkardı. Yürütmenin gücü, devlet başkanında mı,
yoksa başbakan arasında mı bölüşülmeliydi?
Merkeziyet yanlısı Soudanlılar, birinci şıkkı istemiş olmalarına rağmen,
ikinci şık kabul edildi. İlkesel konulardaki bu anlaşmazlıklar, siyasal
gelişmelerle körüklendi. Federasyon kurulduğu zaman, her ülkenin kendi etkin
iktidar partisi vardı ve bu durum federasyonun doğuşuyla birlikte yeni federal
bir parti kuruldu. Federal Partinin, federasyonun siyasetinde ve hükümetinde,
ya da onu oluşturan birimlerde ne gibi bir rolü olacağı konusunda anlaşmazlık
çıktı. Soudanlılar, ülkenin siyasi yönden bütünleşmesi için federal partinin
hem federal, hem de bölgesel hükümetleri denetlemesini istediler. Parti
üyeliğinin hem federal, hem de bölgesel düzeyde mümkün olmasını talep ettiler.
Oysa Senegalliler, kendi bölgelerindeki partilerini korumak istiyorlardı.
Devlet Başkanlığı için konan adaylar arasında ve ordunun başına getirilecek
kişiyle ilgili anlaşmazlıklar çıktı. Bunun üzerine Senegal Cumhuriyeti 20
Ağustos 1960’da Mali Federasyonu’ndan ayrıldı. Soudan da adını Mali Cumhuriyeti’ne
çevirdi.
Mali Federasyonu’nun yıkılması, sadece iki birimden oluşan federasyonun
oluşturulmasındaki tehlikeyi göstermektedir. Ernest Milcent’in de vurguladığı
gibi, “federal makamların, federe devletler arasındaki hakem rolünü
oynayamaması halinde, federal bir devlet güçlü bir şekilde kurulamaz. Mali
federal hükümeti de bu rolü oynayamamıştı. Çünkü federasyon sadece iki
devletten oluşmaktaydı. Böylece devletler arasında çıkan anlaşmazlık,
federasyonun tepesinde etkilerini göstermişti. Bir başka deyişle, Senegal ile
Soudan arasında bir anlaşmazlık çıkması halinde, hakem görevini yürütecek
herhangi bir makam yoktu.” (Carter, Ed. African One-Party States, 1962, s.107)
İki birimli diğer bir federasyon olan Pakistan’ın doğudaki kanadı ile
kendisi arasında, binlerce mil uzaklıkla ayrılmış olan Hindistan toprağı vardı
ve iç savaş sonucu 23 Mart 1971’de Bangladeş kurulmuştu. (bkz. B.O.Nwabueze,
Constitutionalism in the Emergent States, London 1973, 9. Bölüm)
FEDERAL DEVLETTE AYRILMA HAKKI YOK
Bilindiği gibi uluslararası hukuk kurallarına göre, federal devletlerde
federasyonu oluşturan birimlerin ayrılma hakkı yoktur. Bu ancak konfederal
yapıdaki devletlerde vardır. (bkz. E.Yüksel, Federasyon-Konfederasyon ayrımı,
Ortam gazetesi, 18.9.1989) Eğer ayrılmaya ilişkin yasal bir hak varsa, bu
devrim yapma hakkı ile değil, ancak anayasal koşullar altında, ya da anayasanın
dayandırıldığı bazı yasal ilkeler çerçevesinde gerçekleştirilebilir.
Anayasasında ayrılma hakkına açıkça onay veren üç tane federal devlet vardır.
Bunlar SSCB, Burma ve Melezya’dır. Ama uygun koşullar altında ayaklanma
hakkının mutlaklığı arasında bir ayrım yapmak zorunludur. Bkz. R.W.Emerson,
From Empire to Nation, 1962, 16. ve 17. Bölüm)
KIBRIS’TA AYRILIKÇILIK
Günümüzde ise kendi kaderini tayin hakkı, yeni sömürgeci çevreler veya
milliyetçi liderler tarafından ayrılıkçı eğilimleri haklı göstermek için
kullanılıp yorumlanmakta ve kendi durumlarını güçlendirmeleri amacıyla ortaya
atılmaktadır. Hatırlanacağı gibi, Kıbrıs Türk toplumu lideri Rauf Denktaş, 15
Kasım 1983’de, 1974’den beri Türk ordusunun denetiminde bulunan Kıbrıs Türk
toprakları üzerinde ayrı bir devlet ilanı için koşullar yaratarak, bir yandan
kendisinin 3. Kez devlet başkanı olmasını engelleyen KTFD Anayasasının yerini
alacak yeni bir Anayasa yapma yolunu açmış, öte yandan da 40 kişilik meclise
gönderdiği 30 kişilik atanmış üye ile güçler dengesini ayrılık yanlıları
leyhine bozmuştu. Yeniden Başkanlık seçimlerinin yanaştığı ve federal çözüm
yanlısı güçlerin giderek güçlendiği genel seçimler öncesinde, Rauf Denktaş’ın
toplumlararası zirve görüşmesinde anlaşılmış çerçeve dışına çıkarak, ayrılma
hakkını gündeme getirmesi çok manidardı.
Bugün Kıbrıs’ta var olan milliyetler sorunu, politik, ekonomik, ideolojik,
anayasal ve halkların sosyal kurtuluş mücadelesi esnasında ortaya çıkan diğer
sorunlardan oluşan büyük bir bütündür. Kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin
1974 sonrası oluşturulan koşulların yardımıyla, etnik-ulusal temelde ve bir
ayrılma şeklinde gerçekleştirilmiş olması, toplumlararası anlaşmazlığı daha da
keskinleştirmiştir. Gerçi tarihsel deneyim, ayrılıkçılığa karşı mücadelede bu
hakkın reddinin gerekli olmadığını, aksine bu ilkenin tutarlı bir şekilde
öğretilmesini göstermektedir. Ama kanımızca Kıbrıs somutunda ayrılma ve “bağımsız”
ayrı bir devletin kurulması aşırı bir tedbir olmuştur. Oysa toplumlararası
görüşmelerde “Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”ni oluşturmak hedeflenmiştir. Ortaya
çıkan güçlükler hiç de çözümlenemez sorunlar değildir. Yeter ki karşılıklı iyi
niyet ve uzlaşma isteği olsun. Ama federasyon oluştururken, ille de ayrılma
hakkını öne çıkarmak ve konfederal öneriler getirmek, BM ilkeleri ile önceki
doruk anlaşmalarına ters düşmektedir.
Kabul etmek gerekir ki, her iki halk topluluğu arasında bir güvensizlik
yaratılmıştır. Ama yeniden dostça ilişkilerin kurulması da olanaksız değildir.
Böylesi durumlarda, uzun süre bir düşmalık ve karşılıklı güvensizlik ortamında
yaşamış olan halkların, eşitliklerinin formel kabulünden çok, kendi
çıkarlarının daha somut garantilere bağlanmasını istemesi doğaldır. (bkz.
G.B.Staruschenko, Özgürlüğüne kavuşan ülkelerde ulus ve devlet, Moskova 1967,
s.260) Nitekim Afrika ülkelerindeki etnik sorunların çözümünde esas olan
ilkeler, onların anayasalarına yansımıştır. Kıbrıs’ta da bunun böyle olması
gerekecektir.
NİJERYA ÖRNEĞİ
Örneğin Nijerya’nın ileri gelen bilim ve politika adamlarından Dr. Obafemi
Awolowo, ülkesinin geçirdiği deneyimlere
ve özellikle 1966-70 yıllarının olaylarına dayanarak ve başta Sovyetler Birliği
olmak üzere diğer ülkelerin milliyetler sorununun çözümüne ilişkin
deneyimlerinden yararlanarak Nijerya için mutlaka federal bir anayasa
gerektiğine ve ancak böyle bir anayasanın ülkede var olan çeşitli etnik-ulusal
grupları bir arada tutabileceğine ve etkin bir yönetim altında kalkınmayı da
teşvik edeceğine parmak basmıştı.
Dr.Awolowo’ya göre, artık Nijerya’nın önünde duran ikilem, daha önce olduğu
gibi, ünitarizm ile federalizm arasındaki seçme değil, ama konfederalizm ile
federalizm arasındaki seçme idi. Aynı seçme, bugün Kıbrıs için de geçerli ve
günceldir. Ünitarizm gibi konfederasyon da, Nijerya’daki günün koşullarına
uymamaktaydı. Çünkü konfederasyonda merkezi hükümet, tamamıyle devlet
hükümetlerinin iradesine bağımlı olur.
Nijeryalı bilim adamı “Nijerya Anayasası Üzerine Düşünceler” adlı kitabında
(İbadan, 1966), Sovyetler Birliği de dahil olmak üzere bazı ülkelerdeki devlet
oluşumu deneyimlerini inceleyerek, şu sonuçlara varmıştır: “Bir ülkede tek, iki
veya çok dil konuşuluyorsa ve uzun bir zaman dilimi içerisinde farklı milliyetlerin
oluşmasına yol açan toplumlardan meydana gelmişse, o ülkenin anayasası federal
olmalı ve federasyonu oluşturan birimler, dil ve milliyet eşitliği temelinde
örgütlenmelidir.”
Dr.Awolowo, 1975 Ağustos’unda ülkesindeki askeri rejime sunduğu planda
şöyle diyordu: “Bizim dört hedefimiz,
şimdi şaşmaz bir biçimde ve açıklıkla ortaya çıkmıştır. Federalizm, demokrasi,
iyi liderlik ve sosyalizm. Bu dört hedeften en acil olanı federalizm’dir.”
(Aktaran İsmailova, R.N., Tropikal Afrika’da etnik sorunlar çözümlenebilir mi?,
Moskova 1978, s.128-129)
Görüldüğü gibi Afrika’daki ilerici politikacılar, etnik sorunların, var
olan devlet sınırları içinde çözümlenmesini ve bütün halkların eşitliği
ilkesini savunarak, gerçek ulusal (ülkesel anlamda) birliğin yaratılmasını ana
istem olarak yükseltirken, tutucu güçler de sınırların yeniden çizilmesinde ve
etnik temele dayalı yeni devletlerin oluşmasında ısrar etmekteydiler.
KIBRIS’TA DURUM
Kıbrıs’ta ise 1963 yılı sonunda, Rumların adanın Yunanistan’a bağlanması
(enosis) talepleri karşısında Türklerin etnik temele dayalı ayrı bir devlet
kurmak amacıyla (bkz. İfadem, Kleridis’in Anıları, Yeni Düzen gazetesi, 25
Aralık 1989-6 Ocak 1990) fonksiyonel federatif Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devlet
yapısından ayrılmaları ile başlayan anayasal sorun, 6 yıl süren toplumlararası
görüşmelerde anlaşma aşamasına gelindiği 1974 yazındaki olaylar ardından, ada
topraklarının kuzeydeki yüzde 37’sinin garantör ülke Türkiye tarafından denetim
altına alınmasıyla boyut değiştirmiş ve nüfusun kuzeyde Türk ve güneyde Rum
olarak iki ayrı bölgede toplanması sonucu, Kıbrıs, de facto taksim edilmiştir.
Bu olağanüstü durumdan hareketle oluşturulan “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”
ise, konuyla ilgili BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi’nin kararlarına aykırı
olduğundan uluslararası kabul görmemekte ve tanınmamaktadır. Ayrı devlet
ilanını, Kıbrıslı Türk nüfusun kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde
değerlendirmek yanlış ve hukuk dışıdır. Çünkü Kıbrıslı Türkler bu ayrılmayı,
dış bir askeri güç olan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık, egemenlik ve
toprak bütünlüğünü korumayı üslenmiş üç ülkeden biri olan Türkiye’nin silahlı
desteğinde ve Kıbrıslı Rumların savaş sonucu terketmek zorunda kaldıkları
topraklar üzerinde gerçekleştirmişlerdir. 1974 sonrasında Türkiye’nin Kuzey
Kıbrıs’a aktarılmış olan göçmen nüfus ise, Kıbrıslı Türklerin seçimlerdeki
gerçek iradelerinin yansımasını engellemektedir, çünkü onlara da oy hakkı
ver,ilmiştir.
26 Şubat 1990’da New York’taki BM Merkezinde BM Genel Sekreterinin
gözetiminde yapılan iki toplum liderinin doruk toplantısında, Federal Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin ön anlaşmasının imzalanması beklenirken, Türk toplumu lideri
Rauf Denktaş’ın anlaşılmış çerçeve dışına çıkarak, Türk toplumu için kendi
kaderini tayin hakkının Rum toplumunca kabul edilmesini, bir başka deyişle
1983’te kurulan KKTC’nin varlığının kabulünü istemesi, görüşmeleri çıkmaza
itmiştir.
FEDERALİZMİN ÖNKOŞULLARI
Bir süreden beridir Kıbrıs Türk liderliğinin federal devlet tezinden
uzaklaşmış olmasına rağmen, muhalif partiler bu tutuma onay vermemişlerdir.
Çünkü bugünün verili koşullarında Kıbrıs adası ve devletinin birliğinin yeniden
sağlanması için tek çıkar yol, federal yapıyı bir an önce oluşturmaktan
geçmektedir. Nitekim İngiliz Anayasa Bilimcisi Sir Kenneth Wheare’ın federal
bir hükümetin kurulması için gerekli gördüğü koşullar, şu anda Kıbrıs için
geçerlidir:
1. Ortak savunma ihtiyacı,
2. Bazı dış güçlerden bağımsız olma isteği ve sadece birlik yoluyla
bağımsızlığın kazanılabileceğinin anlaşılmış olması,
3. Birlikten ekonomik yarar sağlama beklentileri,
4. Federal birlikten önce, sözkonusu birimlerin belli siyasi hedef birliği,
5. Coğrafi komşuluk ve
6. Siyasal kurumların benzerliği.
Burada vurgulanması gereken nokta, Wheare’ın birlik için gerekli olan
önkoşullar listesine dil, “ırk”, din veya milliyet gibi faktörleri almamış
olmasıdır.
Federasyon oluşturulduğu zaman, eyalet devletleri, anayasal sözleşmenin
kendini yetkili kıldığı konularda kesin söz sahibi olan merkezi hükümetin
kararlarına uymak zorundadırlar. Federasyonda merkezi ve bölgesel hükümetler
arasında sadece eşgüdüm değil, ayrıca işbirliği yapılması da zorunludur. Her
iki tarafın muhalif duyguları arasında bir denge oluşturmak gereklidir. Ama bu
denge öyle oluşturulmalıdır ki, birlikten yana olan güçler, ayrılıktan yana
olan güçlere üstün gelmelidir. Wheare’ın dediği gibi (bkz. Federal Government,
London 1963), eğer söz konusu toplumlar kendilerini bağımsız bir hükümete ayak
uydurmaya hazırlamamışlarsa, federal hükümetin ilk önkoşulu sağlanmamış demektir.
Kaldı ki, daha federal devleti oluşturmadan ayrı devlet kurma hakkının her hal
ve şartta gerçekleştirilmesi gerektiğini savunmak hiç de yapıcı bir politika
değildir.
Lenin bu konuda şöyle demektedir: “Kendi kaderini tayin etme özgürlüğünün
savunucuları, yani ayrılma özgürlüğünü destekleyenler, kendilerini haklı
göstermek için ayrılıkçılığı kayırırlar. Tıpkı, eşlerinin boşanma özgürlüğünü
haklı çıkarmak için, aile bağlarının yıkılmasını isteyenlerin ahmaklık ve
ikiyüzlülüğü gibi.” (Bütün Eserleri, Cilt:20, s.426)
Kıbrıs’ın birliğini, ve bağımsızlığını federal bir çatıda gerçekleştirmek
için federalistlere büyük görevler düştüğü unutulmamalıdır.
(Yeni Çağ, 23 ve 30 Aralık 1990)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder