17 Haziran 2015 Çarşamba

ÖZEL HARPÇİLERİN ANILARINDA KIBRIS


1990 yılının  son aylarındaYunanistan’ın eski Genel Kurmay Başkanı Nikos Kuris, NATO’nun anti-komünist gizli terör örgütü olan Gladio’nun Yunan kanadının,  1974 yazındaki Kıbrıs olaylarından önce, adada yoğun faaliyetlerde bulunup, Rumlara, “Enosis ilan edin” telkininde bulunduğunu açıklamıştı. Bunun üzerine harekete geçen Avrupa Parlamentosu, üye ülkelerden “Gladio” konusunda duyarlı olmalarını ve olayı soruşturmalarını istemişti.
Kuris, açıklamasında şöyle diyordu:
“Haziran 1974’de Türklerin Kıbrıs’a müdahale etmesinden önce, İngiltere’deki Yunan Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Yarbay Perdikis, Türkiye’nin Mersin limanına asker yığdığını öğrendi. Hemen telefonla cunta lideri Yuannidis’i arayarak kendisine haber verdi... CIA bu dönemde Yunanistan’daki kontrgerilla örgütü kanalıyla Yunan cuntasına Amerika’nın Enosis’e karşı olmadığı mesajı verildi. Bizim müdahalemize ABD ses çıkartmayacaktı. Buna karşın Yunanistan Kıbrıs’ta sadece ufak bir taviz verecekti.”
Papandreu döneminde Genelkurmay Başkanlığı yapan Nikos Kuris, anlaşmadan 1984 yılında haberdar olduklarını belirtmiş ve “Bu anlaşma iki örgüt arasında, yani CIA ve Yunan gizli servisi arasında değil, CIA ile Yunan Genelkurmayı arasında imzalanmıştı” ifadesini kullanmıştı.
1985 yılında Yunan Dışişleri Bakanı Yannis Kapsis’in durumu öğrenmesi ve Başbakan Papandreu’ya bildirmesi sonucu, örgütün feshedildiği ve Amerikalıların bu karara ses çıkartmadıkları, Yunan eski genel Kurmay Başkanı’nın ifadelerinden ortaya çıkmıştı.
                                               *          *          *
İlk olarak ortaya çıkarıldığı İtalya’daki adı Gladio (Roma Kılıcı) olan Kontrgerilla, ülkelere göre  değişik isimler almaktaydı. “Derin devlet”in Yunanistan’daki adı “Koyun Postu”, Türkiye’deki adı da “Ergenekon”du. Özel Harp Dairesi, ya da 1952’de kurulduğu adıyla Seferberlik Tetkik Kurulu, Ergenekon’un küçük bir bölümüdür. Ergenekon’da asker, sivil, her tür meslekten ve konumdan insanlar görev almaktadır ve verilen bilgiye göre,  maaşları doğrudan CIA tarafından ödenmektedir. Dikkate değer bir husus da, Türk Özel Harp Dairesi’nin ilk çalışma alanının Kıbrıs olmasıdır.
Türkiye’nin Kıbrıs Türkleriyle olan gizli ilişkileri, İttihat ve Terakki Partisi ve onun gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa döneminden beri bilinmektedir. Ama bu ilişki, 1952 yılında TC Milli Savunma Yüksek Kurulu kararıyla oluşturulan “Seferberlik Tetkik Kurulu”nun hazırladığı ve kısaca “KİP” diye anılan “Kıbrıs İstirdat (geri alma, ele geçirme) Planı” ile somutlaşacaktır. 
Kıbrıs sorununu TC’nin “milli dava”sı haline getirmek üzere tertiplenen 6-7 Eylül 1955 olayları ile ilgili olarak, yıllar sonra konuşan ÖHD eski başkanlarından Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu’na şöyle övünmüştü:
“6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?”
Daha sonra Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği de yapmış olan Yirmibeşoğlu, iki ciltlik siyasi ve askeri hatıralarında, Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalanması olayını, ÖHD’nin ilk başarılı yurtdışı operasyonu olarak nitelendirmişti.
Yunanistan iç savaşında komünistlere karşı “X” örgütünün başında savaşmış olan Kıbrıslı Rum Albay Grivas’ın, 1 Nisan 1955’de faaliyete geçirdiği ve adayı Yunanistan’a bağlamayı amaçlayan EOKA örgütüne karşı savaşmak gerekçesiyle, Kıbrıs Türk liderliği de, önce İngiliz Sömürge Yönetimi’nin yardımlarıyla önce “Volkan”adlı bir terör örgütünü, daha sonra da 1957 yazında “Türk Mukavemet Teşkilatı”nı kurmuştu. Bu yeraltı terör örgütleri, düzenledikleri çeşitli kışkırtma eylemleriyle, adadaki Rum ve Türk toplumlarını birbirine düşman etmeyi amaçlamışlardı. EOKA, 1958 yılı başından itibaren, saldırılarını Kıbrıslı Rum komünistlere yöneltirken, TMT de, adanın taksimi planlarına karşı çıkanların 1 Mayıs 1958’de yaptıkları ortak gösteriler ardından Kıbrıslı Türk komünistlere karşı tedhiş ve sindirme harekatını başlatmıştı.
Haziran 1958’de Ankara’ya davet edilen Kıbrıs TMT örgütünün kurucularından Rauf Raif Denktaş ile toplum lideri Dr.Fazıl Küçük, Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanı Daniş Karabelen Paşa’nın görevlendirdiği Binbaşı İsmail Tansu ile görüştüler ve 1 Ağustos 1958’de, Kıbrıs TMT’si, ÖHD’ne bağlı Türk subaylarına devredilmiş oldu. (Ayrıntılar için bkz. “Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu: Yeraltında silahlı bir gizli örgüt, hem de devlet eliyle...TMT”, İ.Tansu, Ankara 2001)    
Artık TMT mensubu Kıbrıslı Türkler, 25-30 kişilik gruplar halinde Ankara’da birer aylık gizli askeri eğitimine tabi tutulmaya başlanmıştı. Önce teorik derslerle özel harekatın püf noktaları öğretiliyor, hücre örgütünün püf noktaları ve ilkeleri belleklere kazınıyordu. Ardından tatbiki eğitim ve silah atış çalışmaları yapıldıktan sonra, adaya geri dönülüyordu.
          Prof. Nihat Erim anılarında, 1959 yazında Kıbrıs’ta anayasayı hazırlarken, adaya gelecek Türk alayının yerleştirme hazırlıklarını yapmak üzere Albay Turgut Sunalp’in de Kıbrıs’ta bulunduğunu belirterek şunları yazmaktadır:
         “Kıbrıs’ta bulunduğumuz süre General Sunalp, fırsat buldukça araba ile adayı köşe bucak, dağ bayır dolaşır, kucağına açtığı haritaya gerekli işaretleri koyardı.” (s.367, Ankara 1975)
         Kıbrıs’taki 650 kişilik ilk Türk alayının komutanlığını yapan Sunalp, Acheson Planı’nın Cenevre’de görüşülmesi sırasında da Erim ile birlikteydi. Nihat Erim şöyle yazıyor:
“Sunalp, Ada için taksim kriterlerini izah eden, biri Adanın kuzeybatı-güneydoğu, diğeri Batı-Doğu olmak üzere, iki çizgi ile nasıl taksim edilebileceğini anlattı.” (s.350- Bu noktada Amerikalı araştırmacı Dr. Alexander Melamid’in Mart 1960’da Journal of Geography’de çıkan “Uygulamalı Siyasal Coğrafya’da Bir Sınıf Egzersizi: Kıbrıs’ı taksim etmek” başlıklı makalesinde aynı çizgileri gösteren bir haritanın verildiğini hatırlatalım.)
ABD temsilcisi Dean Acheson, “1878’de terk ettiğiniz bu adaya yeniden asker sokmayı başarmışsınız” dediği Nihat Erim’e (s.350), “General Sunalp gibi komutanlara Pentagon’da ihtiyaç var” şeklinde konuşmaktaydı. (s.366)
            Acheson’un “toprak karşılığı Enosis” önerileri karşısında Erim’in tepkisi şöyle olmuştu:
        “Karşı önerilerimizin ismi ne olursa olsun, Kıbrıs’ta Türkiye’ye arazi verilmesi ilkesinden hareket edilerek ve kriterlere dayanan bir sınır çizerek, Türkleri bu bölgeye almak gerekir. Kesin çözümü taksimde görüyoruz. İçten inancımız, ortaya bir takım yeni fiili unsurlar çıkmadıkça, Yunanlılara makul bir şeyin kabul ettirilemeyeceğidir. Bu yeni unsurlar Kıbrıs’a müdahale, Yunanistan dahili durumunda gelişmeler, Makarios’un uzaklaştırılması, Amerika’nın tutumunda değişiklik şeklinde olabilir.” (s.360)
            Erim, daha ileride de şöyle yazıyor:
         “General Turgut Sunalp, askeri bakımdan Karpas yarımadasından daha büyük bir bölgeye ihtiyacı anlattı. Magosa körfezi kuzeyinde Boğaz’dan, Akantu bölgesi çizgisini Mr.Acheson ve Amerikalı subaylar kabul ettiler.
Kıbrıs’ın yüzölçümü 3572 mil karedir. Kabul edilen sınır ile bunun 350-400 mil karesi Türklere verilen bölge olacaktı. Yani Ada’nın yaklaşık %11’i... Ayrıca en az beş Türk kanton bölgesi alınacaktı. Yani böylece Türkler Ada’nın %25-30’unda söz sahibi olabileceklerdi.” (s.374)
          12 Mart askeri darbesinden sonra TC Başbakanlığı da yapan Nihat Erim’in yukarıda sözünü ettiği “yeni unsurlar”, daha sonra Türk ve Yunan “derin devlet”leri tarafından oluşturulacaktı. 15 Temmuz 1974’de Makarios’a karşı düzenlenen faşist darbe girişimi ve beş gün sonra Türkiye’nin adaya askeri müdahalesi ile adanın kuzey ve güney diye ikiye taksimi gerçekleştirildi. Amerika’nın tutumundaki değişiklik de, ikili oynanan politikada, “enosis” değil de, “taksim” kefesinin ağır basmasıyla oluştu.
30 yılı aşkın bir süreden beridir, adanın %37’ye yakın kuzey bölümü, Türk askeri işgali altında olmayı sürdürürken, uluslararası hukuka ters olarak, burada kurulan “KKTC” devletçiği de, yine ÖHD’nin denetiminde ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. 
            1959’da Atina’da yapılan Türk ve Yunan alayları ile ilgili teknik görüşmelere Turgut Sunalp ile birlikte katılmış olan Kemal Yamak, 1966’da bir yıl süreyle adada bulunmuş, 1967-74 yıllarında da ÖHD’de sorumlu görevlerde bulunmuştu.  Emekli Orgeneral Yamak’ın Ocak 2006’da yayımlanan “Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler” başlıklı anılarında, Kıbrıs’taki psikolojik ve gayri nizami harp alanlarında yapılan çalışmalardan ilginç kesitler aktarılmaktadır. Zaten 1990 yılı sonunda TC Genel Kurmay Başkanlığı Harekat Başkanı Korgeneral Doğan Beyazıt da, ÖHD’nin, Kıbrıs gibi “düşman işgali altında kalan bölgelerde, gerilla, yer altı ve kurtarma-kaçırma” çalışmaları yaptığını ve 1963-74 yılları arasında Kıbrıs’taki mukavemet harekatının örgütlenmesinde görev aldığını açıklamıştı.
          Kendisini “Londra, Birinci Cenevre ve İkinci Cenevre Konferanslarının hepsine katılan askeri temsilci sadece ben oluyorum” diye tanıtan (s.347) Türk-İslam sentezcisi Kemal Yamak, 1979-80 yıllarında “Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı” olarak görev yaptığı Kıbrıs’ın Türk işgali altındaki bölgelerinde, TC Büyükelçisi İnal Batu ile birlikte nasıl çalıştıklarını şöyle özetlemektedir:
          “Biz yönetimle mümkün olduğu ölçüde muhatap olmayacaktık. Bu olan bitenle ilgilenmeme anlamına gelmeyecekti. Gereken konularda “önce koordine” ihtiyacına uyacaktık. Görünürde destek, arka planda “gölgedeki otorite” durumunda bulunacaktık. Sonradan şikayetçi olmamak için, olan bitene önceden sahip bulunmak, gerekirse yardımcı olmak gereğinin üzerinde önemle duracak, Kıbrıs’ta özellikle beni üzen iki konuyu birlikte kovalayacaktık. Bunlardan birisi, giderek tepkisi çoğalan, “kurtaran, kurtarılan” görüntüsünü, ifadesini ve davranışlarını yok etmeye çalışacak, birlikte mücadele verildiği ve müşterek sonuç alındığı fikrini işleyecektik. İkincisi ise Türkiye’den gelen göçmenlerin problemlerini halletmeye ve ayrım çizgisini yok etmeye çalışacaktık.
         Toplumun sıkıntıları devam ediyordu...Ama ismi ne olursa olsun, devlet olma ve yönetim tecrübesi devamlı olarak artıyor, iki toplumu ayıran etnik ayrım çizgisi giderek kalınlaşıyor ve ateşkes hattı giderek sınıra dönüşüyordu. (...)
        Yeni yetişen nesiller, Kıbrıs denilen bir yerde iç içe değil, birbirinden ayrı ve yan yana durmaya mecburdurlar. Çözüm aranıyorsa, olaya bu gözle, bu gözlükle bakmak bir sonuç sağlayabilecektir.” (s.475-477)
             Kıbrıs sorununda neden adil bir çözüme gidilemediği anlaşılmış olmalı...

(soL dergisi, Sayı:247, Mayıs 2006 ve Afrika gazetesi, 28 Nisan 2006)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder