1990
yılının son aylarındaYunanistan’ın eski
Genel Kurmay Başkanı Nikos Kuris, NATO’nun anti-komünist gizli terör örgütü
olan Gladio’nun Yunan kanadının, 1974
yazındaki Kıbrıs olaylarından önce, adada yoğun faaliyetlerde bulunup, Rumlara,
“Enosis ilan edin” telkininde bulunduğunu açıklamıştı. Bunun üzerine harekete
geçen Avrupa Parlamentosu, üye ülkelerden “Gladio” konusunda duyarlı olmalarını
ve olayı soruşturmalarını istemişti.
Kuris,
açıklamasında şöyle diyordu:
“Haziran
1974’de Türklerin Kıbrıs’a müdahale etmesinden önce, İngiltere’deki Yunan
Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Yarbay Perdikis, Türkiye’nin Mersin limanına asker
yığdığını öğrendi. Hemen telefonla cunta lideri Yuannidis’i arayarak kendisine
haber verdi... CIA bu dönemde Yunanistan’daki kontrgerilla örgütü kanalıyla
Yunan cuntasına Amerika’nın Enosis’e karşı olmadığı mesajı verildi. Bizim
müdahalemize ABD ses çıkartmayacaktı. Buna karşın Yunanistan Kıbrıs’ta sadece
ufak bir taviz verecekti.”
Papandreu
döneminde Genelkurmay Başkanlığı yapan Nikos Kuris, anlaşmadan 1984 yılında
haberdar olduklarını belirtmiş ve “Bu anlaşma iki örgüt arasında, yani CIA ve
Yunan gizli servisi arasında değil, CIA ile Yunan Genelkurmayı arasında
imzalanmıştı” ifadesini kullanmıştı.
1985
yılında Yunan Dışişleri Bakanı Yannis Kapsis’in durumu öğrenmesi ve Başbakan
Papandreu’ya bildirmesi sonucu, örgütün feshedildiği ve Amerikalıların bu
karara ses çıkartmadıkları, Yunan eski genel Kurmay Başkanı’nın ifadelerinden
ortaya çıkmıştı.
* * *
İlk
olarak ortaya çıkarıldığı İtalya’daki adı Gladio (Roma Kılıcı) olan
Kontrgerilla, ülkelere göre değişik
isimler almaktaydı. “Derin devlet”in Yunanistan’daki adı “Koyun Postu”,
Türkiye’deki adı da “Ergenekon”du. Özel Harp Dairesi, ya da 1952’de kurulduğu
adıyla Seferberlik Tetkik Kurulu, Ergenekon’un küçük bir bölümüdür.
Ergenekon’da asker, sivil, her tür meslekten ve konumdan insanlar görev
almaktadır ve verilen bilgiye göre,
maaşları doğrudan CIA tarafından ödenmektedir. Dikkate değer bir husus da,
Türk Özel Harp Dairesi’nin ilk çalışma alanının Kıbrıs olmasıdır.
Türkiye’nin
Kıbrıs Türkleriyle olan gizli ilişkileri, İttihat ve Terakki Partisi ve onun
gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa döneminden beri bilinmektedir. Ama bu ilişki,
1952 yılında TC Milli Savunma Yüksek Kurulu kararıyla oluşturulan “Seferberlik
Tetkik Kurulu”nun hazırladığı ve kısaca “KİP” diye anılan “Kıbrıs İstirdat
(geri alma, ele geçirme) Planı” ile somutlaşacaktır.
Kıbrıs
sorununu TC’nin “milli dava”sı haline getirmek üzere tertiplenen 6-7 Eylül 1955
olayları ile ilgili olarak, yıllar sonra konuşan ÖHD eski başkanlarından Emekli
Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu’na şöyle övünmüştü:
“6-7
Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.
Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?”
Daha
sonra Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği de yapmış olan Yirmibeşoğlu, iki
ciltlik siyasi ve askeri hatıralarında, Atatürk’ün Selanik’teki evinin
bombalanması olayını, ÖHD’nin ilk başarılı yurtdışı operasyonu olarak
nitelendirmişti.
Yunanistan
iç savaşında komünistlere karşı “X” örgütünün başında savaşmış olan Kıbrıslı
Rum Albay Grivas’ın, 1 Nisan 1955’de faaliyete geçirdiği ve adayı Yunanistan’a
bağlamayı amaçlayan EOKA örgütüne karşı savaşmak gerekçesiyle, Kıbrıs Türk
liderliği de, önce İngiliz Sömürge Yönetimi’nin yardımlarıyla önce “Volkan”adlı
bir terör örgütünü, daha sonra da 1957 yazında “Türk Mukavemet Teşkilatı”nı
kurmuştu. Bu yeraltı terör örgütleri, düzenledikleri çeşitli kışkırtma
eylemleriyle, adadaki Rum ve Türk toplumlarını birbirine düşman etmeyi
amaçlamışlardı. EOKA, 1958 yılı başından itibaren, saldırılarını Kıbrıslı Rum
komünistlere yöneltirken, TMT de, adanın taksimi planlarına karşı çıkanların 1
Mayıs 1958’de yaptıkları ortak gösteriler ardından Kıbrıslı Türk komünistlere
karşı tedhiş ve sindirme harekatını başlatmıştı.
Haziran
1958’de Ankara’ya davet edilen Kıbrıs TMT örgütünün kurucularından Rauf Raif
Denktaş ile toplum lideri Dr.Fazıl Küçük, Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanı
Daniş Karabelen Paşa’nın görevlendirdiği Binbaşı İsmail Tansu ile görüştüler ve
1 Ağustos 1958’de, Kıbrıs TMT’si, ÖHD’ne bağlı Türk subaylarına devredilmiş
oldu. (Ayrıntılar için bkz. “Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu: Yeraltında silahlı
bir gizli örgüt, hem de devlet eliyle...TMT”, İ.Tansu, Ankara 2001)
Artık
TMT mensubu Kıbrıslı Türkler, 25-30 kişilik gruplar halinde Ankara’da birer
aylık gizli askeri eğitimine tabi tutulmaya başlanmıştı. Önce teorik derslerle
özel harekatın püf noktaları öğretiliyor, hücre örgütünün püf noktaları ve
ilkeleri belleklere kazınıyordu. Ardından tatbiki eğitim ve silah atış
çalışmaları yapıldıktan sonra, adaya geri dönülüyordu.
Prof.
Nihat Erim anılarında, 1959 yazında Kıbrıs’ta anayasayı hazırlarken, adaya gelecek
Türk alayının yerleştirme hazırlıklarını yapmak üzere Albay Turgut Sunalp’in de
Kıbrıs’ta bulunduğunu belirterek şunları yazmaktadır:
“Kıbrıs’ta bulunduğumuz süre General Sunalp, fırsat
buldukça araba ile adayı köşe bucak, dağ bayır dolaşır, kucağına açtığı
haritaya gerekli işaretleri koyardı.” (s.367, Ankara 1975)
Kıbrıs’taki 650 kişilik ilk Türk alayının komutanlığını
yapan Sunalp, Acheson Planı’nın Cenevre’de görüşülmesi sırasında da Erim ile
birlikteydi. Nihat Erim şöyle yazıyor:
“Sunalp,
Ada için taksim kriterlerini izah eden, biri Adanın kuzeybatı-güneydoğu, diğeri
Batı-Doğu olmak üzere, iki çizgi ile nasıl taksim edilebileceğini anlattı.”
(s.350- Bu noktada Amerikalı araştırmacı Dr. Alexander Melamid’in Mart 1960’da
Journal of Geography’de çıkan “Uygulamalı Siyasal Coğrafya’da Bir Sınıf
Egzersizi: Kıbrıs’ı taksim etmek” başlıklı makalesinde aynı çizgileri gösteren
bir haritanın verildiğini hatırlatalım.)
ABD
temsilcisi Dean Acheson, “1878’de terk ettiğiniz bu adaya yeniden asker sokmayı
başarmışsınız” dediği Nihat Erim’e (s.350), “General Sunalp gibi komutanlara
Pentagon’da ihtiyaç var” şeklinde konuşmaktaydı. (s.366)
Acheson’un “toprak karşılığı Enosis” önerileri karşısında
Erim’in tepkisi şöyle olmuştu:
“Karşı önerilerimizin ismi ne olursa olsun, Kıbrıs’ta
Türkiye’ye arazi verilmesi ilkesinden hareket edilerek ve kriterlere dayanan
bir sınır çizerek, Türkleri bu bölgeye almak gerekir. Kesin çözümü taksimde
görüyoruz. İçten inancımız, ortaya bir takım yeni fiili unsurlar çıkmadıkça,
Yunanlılara makul bir şeyin kabul ettirilemeyeceğidir. Bu yeni unsurlar
Kıbrıs’a müdahale, Yunanistan dahili durumunda gelişmeler, Makarios’un
uzaklaştırılması, Amerika’nın tutumunda değişiklik şeklinde olabilir.” (s.360)
Erim, daha ileride de şöyle yazıyor:
“General Turgut Sunalp, askeri bakımdan Karpas
yarımadasından daha büyük bir bölgeye ihtiyacı anlattı. Magosa körfezi
kuzeyinde Boğaz’dan, Akantu bölgesi çizgisini Mr.Acheson ve Amerikalı subaylar
kabul ettiler.
Kıbrıs’ın
yüzölçümü 3572 mil karedir. Kabul edilen sınır ile bunun 350-400 mil karesi
Türklere verilen bölge olacaktı. Yani Ada’nın yaklaşık %11’i... Ayrıca en az
beş Türk kanton bölgesi alınacaktı. Yani böylece Türkler Ada’nın %25-30’unda
söz sahibi olabileceklerdi.” (s.374)
12 Mart askeri darbesinden sonra TC Başbakanlığı da yapan
Nihat Erim’in yukarıda sözünü ettiği “yeni unsurlar”, daha sonra Türk ve Yunan
“derin devlet”leri tarafından oluşturulacaktı. 15 Temmuz 1974’de Makarios’a
karşı düzenlenen faşist darbe girişimi ve beş gün sonra Türkiye’nin adaya
askeri müdahalesi ile adanın kuzey ve güney diye ikiye taksimi
gerçekleştirildi. Amerika’nın tutumundaki değişiklik de, ikili oynanan
politikada, “enosis” değil de, “taksim” kefesinin ağır basmasıyla oluştu.
30 yılı
aşkın bir süreden beridir, adanın %37’ye yakın kuzey bölümü, Türk askeri işgali
altında olmayı sürdürürken, uluslararası hukuka ters olarak, burada kurulan
“KKTC” devletçiği de, yine ÖHD’nin denetiminde ayakta tutulmaya
çalışılmaktadır.
1959’da Atina’da yapılan Türk ve Yunan alayları ile
ilgili teknik görüşmelere Turgut Sunalp ile birlikte katılmış olan Kemal Yamak,
1966’da bir yıl süreyle adada bulunmuş, 1967-74 yıllarında da ÖHD’de sorumlu
görevlerde bulunmuştu. Emekli Orgeneral
Yamak’ın Ocak 2006’da yayımlanan “Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler”
başlıklı anılarında, Kıbrıs’taki psikolojik ve gayri nizami harp alanlarında
yapılan çalışmalardan ilginç kesitler aktarılmaktadır. Zaten 1990 yılı sonunda
TC Genel Kurmay Başkanlığı Harekat Başkanı Korgeneral Doğan Beyazıt da, ÖHD’nin,
Kıbrıs gibi “düşman işgali altında kalan bölgelerde, gerilla, yer altı ve
kurtarma-kaçırma” çalışmaları yaptığını ve 1963-74 yılları arasında Kıbrıs’taki
mukavemet harekatının örgütlenmesinde görev aldığını açıklamıştı.
Kendisini “Londra, Birinci Cenevre ve İkinci Cenevre
Konferanslarının hepsine katılan askeri temsilci sadece ben oluyorum” diye
tanıtan (s.347) Türk-İslam sentezcisi Kemal Yamak, 1979-80 yıllarında “Kıbrıs
Türk Barış Kuvvetleri Komutanı” olarak görev yaptığı Kıbrıs’ın Türk işgali altındaki
bölgelerinde, TC Büyükelçisi İnal Batu ile birlikte nasıl çalıştıklarını şöyle
özetlemektedir:
“Biz yönetimle mümkün olduğu ölçüde muhatap olmayacaktık.
Bu olan bitenle ilgilenmeme anlamına gelmeyecekti. Gereken konularda “önce
koordine” ihtiyacına uyacaktık. Görünürde destek, arka planda “gölgedeki
otorite” durumunda bulunacaktık. Sonradan şikayetçi olmamak için, olan bitene
önceden sahip bulunmak, gerekirse yardımcı olmak gereğinin üzerinde önemle
duracak, Kıbrıs’ta özellikle beni üzen iki konuyu birlikte kovalayacaktık.
Bunlardan birisi, giderek tepkisi çoğalan, “kurtaran, kurtarılan” görüntüsünü,
ifadesini ve davranışlarını yok etmeye çalışacak, birlikte mücadele verildiği
ve müşterek sonuç alındığı fikrini işleyecektik. İkincisi ise Türkiye’den gelen
göçmenlerin problemlerini halletmeye ve ayrım çizgisini yok etmeye
çalışacaktık.
Toplumun sıkıntıları devam ediyordu...Ama ismi ne olursa
olsun, devlet olma ve yönetim tecrübesi devamlı olarak artıyor, iki toplumu
ayıran etnik ayrım çizgisi giderek kalınlaşıyor ve ateşkes hattı giderek sınıra
dönüşüyordu. (...)
Yeni yetişen nesiller, Kıbrıs denilen bir yerde iç içe
değil, birbirinden ayrı ve yan yana durmaya mecburdurlar. Çözüm aranıyorsa,
olaya bu gözle, bu gözlükle bakmak bir sonuç sağlayabilecektir.” (s.475-477)
Kıbrıs sorununda neden adil bir çözüme gidilemediği
anlaşılmış olmalı...
(soL dergisi, Sayı:247, Mayıs 2006 ve Afrika gazetesi, 28
Nisan 2006)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder